Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.Bölüm

@nisanurozkan28

Yeni hayatımın ilk günü adını verdiğim gün, korkunç bir sakinlikte başlamıştı. Alışkın değildim. Daha önceden sabah yedide başlayan bir düzenim vardı ve sürekli bir hareketliliğe sahipti. Bugün ise sabah altıda uyanmış hızlıca hazırlanmış ve kendime hızlıca bir sandaviç hazırlamıştım. Kendim bir ehliyet almıştım ama araba almamıştım. Esra da olduğu için ihtiyaç duymuyordum. Keşke alsaymışım.

 

Evden koşarak çıktım. Sedef'e ufak bir not bırakmış ve dün söylemeyi unuttuğum iş saatleri detayını haber etmiştim. Koşa koşa durağa ulaştığımda derin nefesler alarak kalp atışlarımı normale düşürmeye çalışırken kolumdaki saate baktım. Altıyı kırk geçiyordu. Ufaktan geç kalabilirdim. Umarım Ebru hocadan azar yemezdim. Otobüsüm geldiğinde hızlıca bindim. Benimle birlikte birkaç kişi daha bindi. Otobüs hareketlendiğinde hemen bir yere oturdum.

 

Sabah çok erken bir saat olduğu için otobüste olması gerekenden az yolcu vardı. Evime; arabayla on beş dakika, otobüsle yirmi dakika olan bir iş yerim vardı. Kırmızı ışığa yakalanmazsak, ki bu imkansızdı bence, tam vaktinde yetişirdim.

 

Dakikalar boyunca oturdum. Otobüs hiç durmadı. Duraklarda bile. Ve ben yine imkansız bir şekilde yediye beş kala tesise girmiştim. Yine koştura koştura soyunma odasına gittim. Ortalık çok ıssızdı. Dolabımı açıp içinden taytım ve badimi çıkardım. Hızlıca üzerime geçirdim. Saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaptım. Dolaptan patenlerimi de aldığımda hızlıca piste doğru yürüdüm. Kenara oturup patenlerimi giymeye başlamıştım. "Pistte değilsiniz bugün Defne." diyen Ebru hocayı duyduğumda irkildim. Ona doğru döndüğümde spor odasına ilerlediğini gördüm. Anlamlandıramadım. Hareket belirlemeyecek miydik, spor odasında ne işimiz vardı?

 

Peşinden ilerledim. İçeriye girdiğimde şınav çeken bir Ayaz görmek beklenmeyen bir görüntüydü benim için. Siyah bir atlet ve siyah bir eşofman içindeydi. "Burada ne yapacağız?" diyerek Ebru hocaya döndüm. "Önce kondisyonunuzu biraz daha yükselteceğiz. Birkaç gün boyunca sadece spor odasında çalışacaksınız. Gerekirse beraber bazı spor hareketleri yapacak ve beden ağırlıklarınıza alışacaksınız. Siz bunları yaparken biz konsepte uygun bir şarkı ve dans bulacağız. Bulduğumuz danstaki ortak hareketlerinizi önce antrenman odasında deneyerek alışacaksınız. Düz zeminde ne kadar güzel yapabilirseniz o kadar güzel yapacaksınız. Sonrasında piste ineceksiniz. Şarkı olmadan hareketlerinizin alıştırmasını uzun süre de burada yapacaksınız. İyice alışmaya başladığınızda artık net provaların birinci seviyesine başlayacağız. Şarkıyla ve sahne ışıklarıyla dans kareografisini uygulayacaksınız. Bunu tamamen başardığınızda ikinci seviyeye geçeceğiz. Sahne kostümleriniz, saçınız, makyajınız... Her şeyiyle net birkaç prova da böyle alacağız. Altı ayda çıkarabileceğimiz en güzel dansı çıkaracağız. Tabi benim size bahsettiğim dans finale kadar çıkabilirseniz yapacağınız dans. İki ay sonra elemeler var, ondan iki ay sonra çeyrek final ve yine iki ay sonra da yarı final var. Hepsi için ayrı bir konsept var. İki ayımız elemeler için dans hazırlıklarıyla geçecek çocuklar.Size güveniyorum." dediğinde ağzım açık ona bakıyordum. Bu kadar şeyi hangi bünyeyle yapacağımı bilmiyordum. Robot muyduk biz Allah aşkına ya!

 

Gözüm o kadar korkmuştu ki yutkunmuştum. Beni bekleyen zor ötesi zor bir süreç vardı. Bismillah demekten başka çare yoktu. Başlamak başarmanın yarısıydı sonuçta. Başlasak biterdi herhalde. Elimde tuttuğum patenleri bırakarak ben de Ayaz'ın yanında şınav pozisyonu aldım.

 

Eski formumu kazanacak olmak heyecan vericiydi. Buz pateni yapmaya başlamadan önce yine kondisyonumu yükseltmek için sıkı bir spor dönemi geçirmiştim. Hatta hafifçe belli olan karın kaslarım vardı ama patene başladıktan sonra spor ihtiyacımı pistte karşıladığım için spor odasına bile doğru düzgün uğramaz olmuştum. Gücümden çok bir şey kaybetmemiştim fakat ufak karın kaslarımı hızlıca kaybetmiştim. Buz pateni serüvenim beni çok yorduğu için tekrar yapmaya da fırsat bulamamıştım.

 

Ebru hoca odadan çıktığında ortamda duyulan tek ses ikimizin aldığı nefes sesleriydi. Şu an fark ediyordum, odaya girdim gireli yüzüme bakmamıştı. Bu soğukluğun sebebini asla anlamıyordum ve anlamayacaktım da. İnsan bari nezaketen selam verirdi!

 

Bunun siniriyle hızımı arttırdığımda o yere oturmuş ve yanına koyduğu sudan büyük yudumlar almaya başlamıştı. "Daha yeni ısınmaya başladın. Bu kadar hızlı yaparsan hızlı yorulursun." diyerek ilk kez konuştu. Zahmet olmamıştı inşallah paşa hazretlerine.

 

Ben de şınav çekmeyi bırakıp yere oturduğumda "Bir şey düşünüyordum, dalmışım." dedim. Şaka gibi biriydi. İlk konuşmamıza bak ya!

 

Ben konuşmayacağını sanırken o beni şaşırttı. "Resmen tanışmamıştık. Tanıyorsundur muhtemelen ama Ayaz ben." diyerek bana döndü. Ufacık, dikkatli bakmasan belli bile olmayacak şekilde gülümseyerek sağ elini bana doğru uzattı. Gamzeleri o kadar belirgindi ki bu gülümsemeyle bile kendilerini hafiften belli etmişlerdi. Ben de gülümsedim. Bana uzattığı elini tuttum. Baya resmi bir tanışma oluyordu. "Sen de muhtemelen beni tanıyorsundur ama Defne ben de." dedim. Ellerimiz hafifçe aşağı yukarı sallandı. İki yana salladı başını. "Dün Ebru hoca söyleyene kadar adını bilmiyordum Defne." dedi. Şaşkındım. Beni tanıdığını düşünmüştüm. Küçük bir tesisteydik. Herkes az çok birbirini tanırdı. "Tanıştığıma memnun oldum." diye ekledi. Onaylar şekilde , bir kez aşağı yukarı salladım başımı. "Ben de memnun oldum Ayaz." diye de ekledim.

 

Sonrasında ise hiç beklemediğim bir şey oldu. Önce ellerimiz ayrıldı ardından Ayaz tekrar şınav pozisyonu aldı. Ve "Şınavı yanlış çekiyorsun." dedi. Bana dedi! Aylarca spor yapmış ve şınavın anasını ağlatmış bana!

 

Kaşlarımı hafifçe çatarak ben de tekrar pozisyon aldım. "Pardon?" diye ufak bir sinirle yüzümü ondan tarafa çevirdim. Şınav çekmeye başladım. O da kafasını bana çevirdiğinde "Belini çok aşağıda tutuyorsun. Düz bir çizgi gibi durman gerekiyor." Dediğinde istemsiz bir şekilde belimi biraz havaya kaldırdım. Haklıydı. Tam olarak doğru bir pozisyonda durmadığım için az önce kollarım titriyordu fakat şimdi düzelmişti. Ama ağzımı açıp da hiçbir şey demedim. Diyecek bir şey bulamadım. Burnundan hafifçe güldüğünü hissettiğimde yüzümü tekrar ona döndüm ama o bana bakmıyordu. Yüzü en ciddi haliyle yerdeydi ve ciddiyetle işini yapıyordu.

 

⛸️

 

Derin bir nefes verdiğimden diyaframımdaki acı canımı yaktı. Yeter diye bağırarak ağlayabilirdim. Umursanmayacağımı düşündüğüm için yapmıyordum. Ağlasam bile bana spor yaptıracak gibi bir hava vardı. Kondisyonum zirvedeydi şu an. Bugünlük bu kadar yeterdi bence. Daha fazlasına ne gerek vardı ki?!

 

Tam dört saat otuz altı dakikadır kesintisiz spor yapmıştık. Tekrar ediyorum. KESİNTİSİZ! Bendeki de candı. Garip olan ise ben artık yorgunluktan tir tir titrerken Ayaz'ın sadece terlemesiydi. İnsanlar ne yiyip ne içiyordu da bu kadar dayanıklılardı, anlamıyordum.

 

Kendimi bir kez daha yukarıya doğru çektiğimde sıktığım dişlerimin arasından nefes verdim. kollarım kendilerini bıraktılar tam bu anda. Ellerim hala tuttuğum demir çubuktayken havada asılı kaldım. Kendimi yukarı çekemiyordum. Terden sırılsıklam olmuştum ve şu anda açlıktan bayılabilirdim. Sabah yediğim ufacık sandaviçle bu saate kadar dayanabilmem bile bir mucizeydi.

 

Bu sefer kendimi tutmadım. "Yeter!" diye sitem ederek bağırdım. Ellerim de kendini tutamaz olduğunda yeri boylamıştım. Gerçekten bizi robot sanıyorlardı sanırım. Sabahtan beri bu odadan çıkmamıştık bile. Harbe gidecek gibi hazırlıyorlardı. Sadece dans edecektik Allah aşkına. Kaybettiğim karın kaslarım şu dört saatte bana dönmüş bile olabilirlerdi.

 

Düşüşümü hiç umursamadan sırtımı da arkaya doğru atarak yere yattım. Her yerim sızım sızım sızlıyordu. El insaftı! Ayaz'ın gülüşünü duydum. Sinirli yüzümü kaldırıp ona baktım. Hemen sağ çaprazımda ağırlık kaldırıyordu. "Komik mi!" dediğimde hiç beklemeden cevapladı. "Evet." Sinirlerimi bozmakta üstüne yoktu. Şu birkaç saatte hiç olmadığı kadar fazla konuşmuştu ve ben çocuğun hakkını yemiştim. Gayet de sosyal bir varlıktı kendisi. Ben konuşmadığım sürece o konuşmuş, asla sıkılmamam için elinden geleni yapmıştı. Yeri gelmiş iki dakikalık dinlenmelerime ortak olmuştu ve Ebru hoca bu süreçte yarım saat başı bizi kontrol etmeye gelmişti. Aslında tatlı çocuktu. Beni sinir etmediği zamanlarda.

 

"Acıktım." diye sızlanarak elimi karnıma attım. Elindeki ağırlığı bırakarak yanıma geldi. "Ne zaman bitecek bu işkence." diye sızlanmaya devam ettim. Ara ara böyle sızlanmıştım ve o asla sıkılmadan, gülerek, bu sızlanmaları dinlemiş ve yine beni sinir etmeyi başarmıştı. Gerçekten komik değildi. Ölmek üzereydim. İşkenceydi bu resmen!

 

Elini tutmam için bana doğru uzattı. "Gel hadi. Yemek yemeye gidelim, ben de yoruldum." dedi. Elini tutarak ayaklandığımda şaşkındım. "Sen yorulabiliyor muydun ya?" dedim. Hafifçe gülümseyerek iki yana salladı başını. "Ben de insanım Defne." diyerek kapıya doğru yürüdü. Ben de peşinden ilerledim. Kapıdan çıktığımızda karnım gurulduyordu. Normalde utanırdım ama o kadar açtım ki bu durum karşısında gösterdiğim tepki bana doğru elinde bir tepsi tutarak gelen Esra'ya doğru koşmak olmuştu. Ayaz'ın tekrar güldüğünü işittim. Dönüp de bakmadım. Sabahtan beri ne zaman gülse gamzeleri dikkatimi çekiyordu. Bir insanın gamzesi nasıl bu kadar derin olabilirdi ki!

 

Esra'nın elindeki tepsiyi alarak kenardaki oturma yerine oturdum. Esra bile bu halimi görünce şoka girmiş olabilirdi çünkü dünden sonra onu hiç görmemiştim ve onu gördüğüm ilk anda onun yüzüne bile bakmamıştım. O da haklıydı. Önümdeki yayla çorbasını hızlı hızlı kaşıklarken bana yaratık görmüş gibi baktığına emindim. Ağzıma sıcak bir şeyler girdiği için mutlulukla arkama yaslandım. Tam da düşündüğüm gibi Esra karşımda dikilmiş bana bakıyordu. "Dünden bugüne kadar ne yaşadın acaba?" yanıma oturdu bu sorusundan sonra. Bir kaşık daha çorba içtim. "Ölüyordum Esra." dedim. Çorbam bitmişti. Hemen kasenin yanında bir kağıda sarılmış dürüme uzandım.

 

Esra güldü. "Çok mu zor?" dediğinde gözlerimi kocaman açarak ona döndüm. Ağzımda kocaman bir dürüm lokması vardı. "Sobohton boro hoç otormodom." dedim boğuk bir sesle. "Gazan mübarek olsun Defoşum." dedi. Alışıktı bu hallerime. Ağzımdaki lokmayı yuttuğumda sitemime hız kesmeden devam ettim. "Esroş sabah yediden beri hiç durmadan spor yaptırıyorlar bana." dedim ağlamaklı bir sesle.

 

Esra yine güldü. Gülünecek ne vardı? Sabahtan beri bir Ayaz bir Esra... "Esra, Ayaz konuşabiliyormuş biliyor musun?" diyerek farklı bir konu açtım. Aynı süreçte dürümümü de yemeye devam ediyordum. Esra ilgilendiği bir konuyu duyduğu için anında bedenini bana doğru çevirdi. "Neler konuştunuz Defne?" dedi kelimenin sonunu uzatarak. "Aman, iş güç." diyerek geçiştirdim. Asıl sen anlat Esroşum ya, neler oldu?" Anında gözleri ışıldadı. Neredeyse kalpler çıkacaktı.

 

"Defne biz pistteydik zaten, biliyorsun." dedi. Başımı salladım. Dürümüm bitmek üzereydi. "Tam iki kez düşme tehlikesi geçirdim. Ve o beni tuttu. Gülümseyerek hem de. Bence o da beni seviyor." dediğinde aklıma takılan ilk şey Ayaz'ın gülümsemesiydi. Spor yaparken zorlandığım her anda yardım etmiş, hiç gocunmamıştı. Üstüne bir de gülümsemişti. Başımı iki yana salladım. Alakasız bir düşünceydi. Hemen savurdum aklımdan.

 

"Bilemiyorum Esra. Çok heveslenme yine de. Üzülmeni istemem." diyerek uyarımı yaptım. Melih öyle biri değildi aslında ama tedbirli olmakta fayda vardı.

 

"Ben de senin üzülmeni istemiyorum Defneciğim, o yüzden en yakın zamanda Ömer pisliğinden ayrılıyorsun." dedi büyük bir kinle. Kaşlarımı çattım. "Ne oldu?" Onun da kaşları çatıktı. "Daha ne olsun. Ceren hanıma kur yapmaktan bir tarafları yırtılacak beyimizin." dedi büyük bir abartıyla elini kolunu sallayarak. Daha da çatıldı kaşlarım. "Şaka yapıyor ol." İki yana salladı başını. Cerenin saçını başını mı yolsam yoksa o sevgilim olacak şahsiyeti mi bilemiyordum. Ama ben sorardım bunun hesabını.

 

"Defne." dedi solumdan bir ses. Ayazdı bu. Biten dürümümün kağıdını tekrar tepsiye bıraktım. "Geliyorum." dedim. Moralim bozulmuştu. Tepsiyi Esra'nın kucağına bırakıp ayaklandım. "Görüşürüz Esra." diyerek arkamı döndüm. Ben tekrar spor odasına ilerlerken Ayaz'ın sesini tekrar duydum. "Nereye gidiyorsun?" Ne demek nereye der gibi başımı iki yana salladım. "Spor odasına."

 

"Kendini öldürmeyi mi planlıyorsun? Öğleden sonranı da orada geçirirsen akşam bayılman baya yüksek ihtimal Defne." dediğinde haklı olduğunu biliyordum. Bu durum beni mutlu etmişti. Birkaç gün boyunca spor odasında olacaksınız diyen Ebru hocadan sonra o oda benim için bir işkence odası niteliğindeydi. Gerçekten tüm günümüzü orada geçireceğiz diye ödüm kopmuştu. Bu sefer ben aynı soruyu sordum. "Nereye gidiyoruz?" Başıyla arkasında kalan pisti işaret etti. "Biraz piste çıkalım." Keyfim tamamen yerine gelmişti. Sabahtan beri birbirimiz dışında insan yüzü bile görmemiştik. Bunalıma girmeden oradan çıkmak hoştu. "Patenlerimi alıp geliyorum." dedim neredeyse kuş gibi şakıyarak. Yine klasik, ince gülüşüyle başını salladı.

 

Koşarak spor odasına girip kenara koyduğum patenlerimi aldım. Odadan çıkıp kenardaki oturma yerine oturarak ayağıma geçirdim. Piste doğru yavaş adımlarla ilerlerken girişin hemen yanında beni bekleyen Ayaz bana ellerini uzattı. Tereddüt etmedim. Tuttum bana uzatılan elleri. Dikkatlice piste indim. Hafifçe kaydı patenlerim. Ama durdum. Hala ellerimi bırakmayan Ayaz "Dengede misin?" diye sordu. İlk kez böyle bir soruyla karşılaşan bedenim şaşkındı. Şimdiye kadar hiç kimse bunu önemsememişti. İlk patene başladığım sıralarda o kadar düşmüştüm ki dengesizin teki olduğumu bile söyleyen olmuştu. İçim burkulurken başımı sallayarak hızlıca ellerimi kendime çektim.

 

Patenlerimi hızlıca itekleyerek kaydığımda yüzümü tekrar Ayaz'a döndürdüm. Benim bıraktığım yerde duruyordu. "Gelsene." diyerek biraz daha hızlandım. O da patenlerini hareket ettirdiğinde hızlıca bana yetişmişti. Kendimi biraz daha hızlandırarak peş peşe kendi etrafımda döndüm. Bu pist benim özgürlüğümdü. İstediğim her şeyi yaparak dans ettiğim ve çocuk ruhumun kahkahalar atarak eğlendiği o yerdi. Durup tekrar Ayaz'a doğru ilerlediğimde beğeni dolu bir bakış attı. "Tebrikler." diyerek bakışını destekledi. Nazikçe gülümsediğimde o da bana bir figür göstermek için hızlandı. Tek ayağı üzerinde ilerledi ve zıplayarak ters dönüp elini bana uzattı. Bu jesti karşısında kayıtsız kalamayarak gülümsedim. Elini tutarak yakınına ilerledim. Birlikte basit figürler denerken benim gözüme bütün neşemi ve keyfimi kaçıracak bir şey takıldı. Ömer ve Ceren. Tam Ayaz'ın arkasında. Bir figür deniyorlardı muhtemelen. Ama Ceren dengesini kaybedip Ömer'in kucağına düşmüştü. Ömer kucağındaki Ceren'e gülümseyerek baktı. Ayağa kaldırdı ve dengede kalması için belini tuttu. Eli hafifçe aşağı yukarı oynadı. Ya da bana öyle geldi. Ama bu kadarı bile benim neşemi öfkeyle değiştirmeme, keyfimin ışık hızında sönmesine ve surat asmama sebep olmuştu. Çok fazla söylenecek şey vardı, ama bir o kadar da yoktu...

 

Benimle dans eden Ayaz keyfimin kaçtığını hızla anladı. Yalan söylemedim, lafı dolandırmadım, geçiştirmedim, direkt doğruyu söyledim. "Sevgilim," büyük bir üzüntüyle başımı hafifçe kaldırarak olduğu yeri gösterdim. Ayaz saniyelik bir şekilde arkasına dönüp tekrar bana döndüğünde "Şaka yaptığını söyle." dedi. Yok artık! O da mı Ömer'i sevmiyordu? Çevremdeki kimse Ömer'i sevmiyordu. Ne yapmıştı bu çocuk bu kadar sevilmeyecek?

 

"Bir, şaka yapmıyorum. İki, Ömer'i neden bu kadar sevmediğinizi de anlamıyorum. Ve üç, resmen Ceren'e kur yapıyor. Kafasını kıracağım." dediğimde bakışları pür dikkat bendeydi. Ama konuşmam bittiğinde yüzünde büyük bir hoşnutsuzluk vardı.

 

"Öncelikle, keşke şaka olsaydı. İkinci sorunun cevabını kendin üçüncü cümlenle verdin. Ve kesinlikle kafasını kırmalısın. Destekliyorum." diyerek kaymaya devam etti.

 

"Bu kadar dikkatsiz olmak zorunda mı?" diyerek ben de ona doğru kaydım. "Bir sevgilisi var gibi davranmıyor!" Bileğimden tutarak beni aşağıya doğru çekti. "O öyle görmüyor çünkü." diyerek beni yukarıya kaldırdığı sağ bacağının altından geçirerek tekrar yukarı çekti. "Şimdiye kadar Ömer kadar şerefsiz tek bir insan görmedim Defne. Hayatına karışmak haddim değil ama o çocuk seni oynatıyordur, eğer oynatmıyorsa da oynatacaktır. Aynı anda üç kıza birden yazdığını gördüm ben onun. Böyle birine layık değilsin." diyerek beni kendine doğru çekti. Neredeyse dengemi kaybediyordum çünkü kontrolüm dışında ve çok ani bir hareketti. Anında kolumdan tutarak dengemi korudu. "Onunla devam edersen hayatın aynen bu şekilde alt üst olacak." dedi. Bu kadar olmamalıydı. İki senedir hiç böyle şeyler sezmemiştim. "Ama iki yıldır hiç böyle şeyler sezmedim." diyerek onu ilk kez reddettim. Abartıyorlardı. Sadece biraz çapkındı.

 

Başını omzuna doğru bükerek tekrar eğlencemize döndü. Saatlerce o pistte bana yeni şeyler öğretti, eğlendirmek için elinden geleni yaptı. O fark etmediğimi düşündü ama Ömer'i görmemi bile engelledi.

 

⛸️

 

Bacaklarım, kollarım hatta sırtım bile sızım sızım sızlıyordu. Gözlerimden uyku aktığına emindim. Açtım ama önüme en sevdiğim yemeği bile koysanız yemeye yeltenmezdim. Ben sanırım fena hamlamıştım. Yapmadığım bu sporların hepsinin acısı çıkacaktı. Aynı zamanda da benim pertim... "Esra!" diyerek sızlandım. Saat dokuzu çeyrek geçiyordu. Pek sevdiğim canım arkadaşım Esra ise bir saat boyunca beni beklemiş ve beni almadan oradan çıkmamıştı. İkimiz de onun arabasındaydık şu an.

 

"Ne var Defne!" diye beni azarlaması uzun sürmemişti. Haklıydı aslında. Arabaya bindik bineli sızlanmalarım durmamıştı. Bıkmıştı tabii. On beş dakikalık yol kırmızı ışıklar yüzünden yarım saate çıkmıştı zaten. Kıza zindan etmiştim. Ama ne yalan söyleyeyim beni beklemesi iyi olmuştu. Şu halimle toplu taşımalarda sürünmek istemezdim.

 

"Esroş ben fena hamlamışım. Bitmişim kızım ben." dedim. Güldü bu halime. "Alışırsın." diyerek geçiştirdi beni. Umarım gerçekten alışırdım. Son kırmızı ışıktaydık. Durdu araba. Mayışık mayışık baktım etrafıma. "Defne sana bir şey diyeceğim ama kızmak yok." dedi. Haydi bismillah. "De."

 

"Defne siz Ayazla harbiden çok yakışıyorsunuz." Göz devirdim. "Bugün sen pistte sizi görmedin." dedi. Cümlelerinin arasında durup bekliyordu. Tepkimi ölçüyordu ama verecek bir tepkim yoktu. Vazgeçmeyecekti bunu yapmaktan. Dinleyecektim o yüzden sadece. "Defne onunlayken yüzün gülüyor. Ömer'in yanındayken öyle değilsin." dedi. Bir şey demek istemedim ama sessiz kalırsam alınacaktı. "Yargılamıyor." dedim ben de. "Ne yaparsam yapayım yargılamıyor. Spor odasında saat başı sızlanmalarımı sıkılmadan dinliyor, benim canım sıkılmasın diye konuşmadığım zaman konuşuyor. Pistteyken Ömer'i görüp de moralim bozulmasın diye onlara en uzak köşede takıldık hep. Onu görmeyeyim diye önümde dikildi. Önemsiyor. Kestirip atmıyor hiçbir şeyi. Onun yanında rahatım o yüzden." diye açıkladım. Kısaca günü de özetlemiş bulunuyordum. Gülümsedi Esra. Bir şey diyecekti ama demedi. Yeşil ışık yanınca arabayı hareket ettirip bizim evin önüne gelince durdu.

 

Ben arabadan inerken "Yarın sabah ben alırım seni. Otobüse binme." dediğinde reddetmedim. Çok iyi olurdu. "Sabah görüşürüz o zaman." diyerek kapıyı kapattım. Birkaç adım sonra arkamı dönüp el salladım. O da arabanın içinden bana öpücük atıp arabayı çalıştırdı.

 

Apartmana girdiğimde hiç merdiven çıkacak halim yoktu. Neyse ki ikinci katta yaşadığım için o kadar da fazla merdiven çıkmayacaktım. Bir apartmanda neden asansör olmazdı ki? Kaçıncı yüzyıldaydık?

 

Nefes nefese evin kapısına ulaştığımda zile bastım. Çok geçmeden kapı açıldı. Kendimi direkt içeri attım. Koşarak lavaboya gidip elimi ve yüzümü yıkadım kendime gelmek adına. Biraz etkisi olmuştu. Beni asıl şaşırtan ise oturma odasında oturan bir adet Ömerdi. Ne işi vardı burada?

 

Ömer'e en uzak koltuğa oturduğumda yanıma Sedef oturdu. Kulağıma onun yarım saat önce geldiğini fısıldadı. "Neden buradasın?" dedim büyük bir soğuklukla. Ona hala çok sinirliydim. O da sinirli olmalı ki aynı soğuklukla ve hafif çatık kaşlarıyla "Sence?" diye cevapladı beni. Sedef'e döndüm. Kavga çıkacaktı belli ki. Kardeşim bunu izlesin istemezdim. "Sen odana git hadi." dediğimde karşı çıkmadı. Yanağıma bir öpücük kondurup odadan çıktı.

 

Allah aşkına sırası mıydı? Yarın kavga etsek olmuyor muydu? Açtım, yorgundum ve aşırı sinirliydim. Gerek var mıydı evime gelmesine. "Ne var? Dökül ne diyeceksen!" diyerek tartışmanın pimini çektim.

 

"Neydi o haller?" diye çıkıştı. "Hangi haller?" ben ne yapmıştım pardon? "Ayaz salağıyla yakın yakın tavırlar, gülümsemeler falan! Ona mı aşıksın şimdi de?" İnanamıyorum. Bana bunu gerçekten söylemiş olamaz! "Pardon?!" diyerek yükselmiştim. Sesim ciddi anlamda yüksek çıkmıştı. "Ben mi Ayaz'a yakın durmuşum? Bir de kur yaptın de istersen!" Aşağı yukarı salladı başını büyük bir sinir ve hırsla. "Yapmadın mı!" Ciddi anlamda kafayı yiyebilirdim. Bu kadarı da pes yani!

 

Ayağa kalktım. Sinirden kusabilirdim. "Asıl sen Ceren'e kur yaptın be! Ben sadece eğleniyordum. Sen ise Ceren'e salak salak sırıtıp onun belini falan okşadın! Bana bunu deme hakkın yok senin! Önce kendine çeki düzen ver, sonra gel de bana hesap sor!" diye bağırdım. Çıldırmadığıma dua etsin. Bir de yapmadın mı diyor! Gerçekten delireceğim!

 

"Şimdi evimden çık! Seninle uğraşacak durumda değilim!" dediğimde ayağa kalktı. Karşıma geçti. "O şerefsizden uzak dur!" dediğinde yüzüne bir tane çarpmamak için zor durdum. Şerefsiz dediği kişinin ne kadar medeni olduğundan haberi var mıydı acaba! Asıl şerefsiz onun ta kendisiydi!

 

"Çık git şu evden!" En sonunda zıvanadan çıkmıştım! Önce odanın kapısı açılıp kapandı, sonra da dış kapının. Anında Sedef girdi odaya. "Hiçbir şey sorma!" Tabii ki o da sinirimden payını almıştı.

 

"Aç mısın?" Başımı aşağı yukarı salladım. "Köfte patates hazırlamıştım, getireyim mi?" dediğinde kalbinden öpebilirdim. Çok severdim köfte patatesi. Bu sorusuna da başımı salladım. Onayı alan kardeşim anında mutfağa gidip beni de yanına çağırdı. Gittiğimde kurulu bir sofra beni bekliyordu.

 

Oturdum, keyifle yemeğimi yedim. Ömer'i düşünmedim bile. Sedefle her zamanki günün nasıldı konuşmasını yaptık. Sonra ise hem bedenim gevşesin hem de bedenimdeki ter kokusu gitsin diye banyoya girdim.

 

Banyodan çıktığımda iyice mayışmıştım. Direkt yatağa girdim. Biraz telefonumda gezindim. Dünyada neler olmuş diye baktım. Sonra uyumaya çalıştım. Sağa döndüm, sola döndüm ama uyuyamadım. Gök gürledi. Odam aydınlandı ve tekrar karardı. Yağmurun sesi yavaş yavaş odama doldu ama ben yine uyuyamadım. Oysa yağmur sesinde uyumayı da çok severdim.

 

Odamın kapısı tıklatıldı. Tahmin ettim gelecek olanı. Çok da zor değildi tahmin etmek zaten. "Gel Sedef." dedim. Kapı açıldı. İçeriye usulca kafasını uzattı. "Yanında yatabilir miyim?" dedi. Ben ne kadar yağmur sesini seviyorsam o bir o kadar sevmezdi. Üzerimdeki örtüyü kaldırıp yana kaydım hafifçe. Anladı anlaması gerekeni. Yanıma uzandı. Beraber uyuduk. Sabah ise uyanamadık. Malum, benim mesai erkendi.

 

⛸️

 

Sinir bozucu bir sesle kafamı yastıktan kaldırıp elimi yastığımın altındaki telefonuma attım. Sustu. Ama bu saniyeler sürdü. Tekrar aynı melodi duyulmaya devam etti. Yarımca gözlerimi açıp baktığımda bu sesin alarm değil de telefon zil sesim olduğunu anladım. Kimin aradığına bakmadan telefonu açıp kulağıma koydum. En uyku mahmuru halimle "Hı?" dedim. Esra'nın sinirli sesini duymak beklemediğim bir şeydi. "Defne sen hala uyuyor musun?" Kulağıma kulağıma bağrınca irkilerek doğruldum yatakta. Saat kaçtı ki?

 

Dün Sedef çok istediği için film izlemiştik. Ben bir haftadır spor odasında pertim çıkana kadar çalıştığım için yarısında uyuyakalmıştım. Sedef'in beni uyku sersemi uyandırıp odama getirdiğini hatırlıyordum en son.

 

09.08

 

Saati gören gözlerimin doğru gördüğüne emin değildim. Resmen ayılar gibi kış uykusuna yatmıştım. İşe de tam olarak İki saat sekiz dakika geç kalmış bulunuyordum.

 

"Yok artık Esra!" diyerek hızlıca yataktan kalktım. Koşarak dolaptan kendime bir tişört ve pantolon çıkardım. Bu bir şaka falan olmalıydı. Nasıl bu kadar uyumuş olabilirdim? Sedef de mi beni uyandırmamıştı yani?

 

"Kızım, Ebru hoca her yerde yana yakıla seni arıyor. Ayaz gelmese burada olmadığından haberim olmayacak! Çocuk sana ulaşmak istemiş ama numaran yokmuş." dedi. Telefonu hoparlöre alıp giyindim.

 

"Nasıl bu kadar çok uyuduğumu bilmiyorum. Onca günün acısı çıktı sanırım." dediğimde fena bir panik vardı üzerimde. "Esra ne yap ne et, ben gelene kadar Ebru hocayı oyala. Lütfen." dediğimde güldü. "Ayaz o işi çoktan halletti gülüm." dedi. Nasıl halletmişti?

 

Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. Saçlarımı da tarayıp hızlıca dışarıya attım kendimi. "15 dakikaya oradayım Esra." diyerek telefonu kapattım. Koşarak aşağıya indiğimde otobüs bekleyemeyecek kadar acelem vardı. Tekrar koşmaya başladım. Sabah gidemediğim sporun acısını oraya giderken çıkaracaktım sanırım.

 

Sağımdan gelen bir "Defne." Sesiyle şaşırdım. Ayazdı bu. Onun burada ne işi vardı? Evimi nereden biliyordu?

 

Sağıma doğru döndüğümde kaldırımın hemen yanında beyaz bir araç gördüm. Garipti ama araba Ayaz'ı andırıyordu. Ya da ben uyumaktan delirmiştim.

 

Camı açık arabadan bana seslendi. "Gelsene, çabuk!" Dedi o da telaşla. Sorgulamaya hakkım yoktu şu an.

Koşarak arabanın kapısını açıp içeriye atladım. Ayaz da beklemeden arabayı ilerletti. "Senin burada ne işin var?" Diye sormayı ihmal etmemiştim.

 

"Seni almaya geldim işte. Biraz daha geç kalman pek hoş olmazdı." Dedi. Göz devirdim. Bunu anlayabilecek kadar uyanıktım. "Evimi nasıl buldun?"

 

"Esra tarif etti." Olasıydı. Ve biz şu anda farklı bir yoldan gidiyorduk. Hiç kırmızı ışık görmüyordum.

 

"Sabahtan beri beraberdik." Dedi bir anda. Hala bir tık uyuyor olduğum için anlayamadım. "Yoo." Dedim alık alık. "Ben uyuyordum." İnanamıyormuş gibi yaptı. "En başından anlatıyorum Defne. Uyan ve beni iyi dinle." dedi. Başımı salladım.

 

"Ebru hoca sabahtan beri ikimizi de tesiste görmedi. O yüzden sinir küpü gibi etrafta geziyor." Lafını böldüm. "Sen de mi uyuyakaldın?" Derin bir nefes verdi bu sorum karşısında. "Sus ve beni dinle Defne." dedi. "Ben de seni etrafta göremeyince etrafta çok görünmedim. Kızacaksa ikimize birden kızsın diye ufak bir yalan söyleyeceğiz çünkü uyuyakaldığın için sana çok kızacak. Disiplinsizlikten nefret eder. Beraber bir kahvaltıya çıkmışız gibi yapacağız. Sanki samimiyetimiz artsın diye ufak bir aktiviteymiş gibi. Ufak bir azar dışında hiçbir şey yapmayacaktır." Onaylar gibi başımı aşağı yukarı salladım. "Eminsin değil mi? Anladın her şeyi." Tekrar başımı salladım. "Salak mıyım ben Ayaz, neden anlamayayım?" diye sorduğumda hafif bir sırıtır gibi olmuştu ama toparlamıştı. "Günaydın. "dedi. Neye günaydın? Bana şu an yeni mi anladın salak olduğunu mu diyordu yoksa bu günaydın normal bir günaydın mıydı? "Sana da günaydın Ayaz. Ama bu günaydın umarım beni küçümsemek için söylenmemiştir." dedim. Bu sefer saklamadı. Sırıttı.

 

"Sen gerçekten uyanmışsın?" dedi. Ben de tebessüm ettim bu cümleden sonra. Tesise gelmiştik. Araba durdu. Aynı anda arabadan indik. Havalı havalı yürüdük. Tam tesisin kapısının önünde kafasından dumanlar çıkan Ebru hocayı görünce biraz tırstım. Ama havalı yürüyüşüme ara vermedim. Onun önüne geldiğimizde durduk. "Günaydın hocam." dedim ben. "Günaydın Defneciğim." dedi Ebru hoca. O nasıl bir sesti be. Korkudan ağlayabilirdim. Allah'ım bismillah. "Nerelerdeydin?" Ne diyeceğimi unuttum. Ne yalanı söyleyecektik biz! Bir iki eveleyip geveleyince Ayaz koştu imdadıma. "Benimleydi. Kahvaltı yaptık beraber."

 

Ebru hoca Ayaz'a döndü bu sefer. "Niye? Kendi başınıza yiyemiyor musunuz?" dedi. Ne alakaydı şu an hocam? bu nasıl savunma. Ben atladım bu sefer lafa. "Kaynaşmak için hocam. Paten eşimle ne kadar samimi olursam sahnede o kadar rahat dans ederim." dedim. Bir tık yumuşadı gibi geldi bana ama tam emin olamadım. "Neden haber vermediniz." Ayaz hafifçe öne eğdi başını. Taklit ettim. Mahcubu oynuyorduk şu an. "Unutmuşuz hocam kusura bakmayın." İlkokulda hocasına hesap veren öğrenciler gibi olduk. On yaş gençleşmiştim şu an resmen. "Bir daha olmasın." diyerek içeriye girdi Ebru hoca. Tam bir öğretmendi.

 

Derin bir nefes bıraktım dışarıya. Ayaz'a döndüm. bir elimin avuç içi yukarı bakacak şekilde ona uzattım. "Çak." Ayak da uydu bana. Elini elimin üstüne vurdu. Biz de tesisten içeri girdik. Hızlı hızlı soyunma odalarına ilerledik. "Teşekkür ederim bu arada." dedim. Yaptığı büyük incelikti. Tek sorun şuydu ki; ben kahvaltı yapmamıştım ve fazlasıyla açtım. "Rica ederim, ne demek." dedi.

 

Ufaktan karnım guruldayınca durdum. Ben durunca otomatik olarak Ayaz da durdu. "Ayaz." dedim. "Defne?" dedi sorar gibi. "Biz böyle bir yalan söyledik tamam da ben kahvaltı yapmadım." dedim. Dediğim an pişman oldum. Zaten o kadar yardımı dokunmuştu. Ne yapacaktı benim açlığımı. "Biliyorum. Zaten o yüzden soyunma odasına gidiyoruz." dedi lakin. Şaşırdım. Soyunma odasıyla açlığımın ne ilgisi vardı. Ben bön bön onun suratına bakarken o hafifçe bileğimden kavrayıp temkinli bir şekilde soyunma odalarına ilerledi. Erkeklerin tarafına girdi. Ufak bir sırt çantasıyla oradan çıktı. Sol tarafa yöneldi. Elini arkasına uzattı. "Gel." dedi. Peşinden ilerledim. Birkaç adım sonra tekrar sola döndü. Burası dinlenme odasıydı. "Neden buraya geldik?" diye sordum. Karnım muazzam bir sesle guruldadı ben sustuktan hemen sonra. Işığı açtı. "Karnımızı doyurmak için." dedi. Fazla netti. Gidip sehpanın arkasındaki açık gri kanepeye oturdu. Çantasını da yanına koydu. Ben de onun yanına ilerledim. Bir termos bıraktı sehpanın üzerine. "Çay seversin değil mi?" diye sordu bu noktada tedirgince. Yanına oturdum. Gülümsedim. "Çok severim." Kimse bilmezdi ama çaya bayılırdım. Bir Sedef bir de Esra; Ömer bile bilmezdi.

 

Çantasını açıp içine özenle yerleştirdiği ince belli bardakları çıkardım. Bunu bile düşünmüş olması beni güldürdü. Çay dediğin ince belli bardakta içilirdi. Ben termostan bardaklara döktüm. Ayaz önüme bir saklama kabı koydu. İçinde iki tane tost vardı. Gülümsedim. Düşünceli bir hareketti.

 

Kabın kapağını açıp içinden bir tost aldı ve bana uzattı. Tostu elinden alıp teşekkür ettim. O da eline diğer tostu aldı. "Aç olacağımı nereden bildin?" Diyerek aramızdaki sessizliği bozdum. Zaten en katlanamadığım şeylerder biriydi. Şu yedi günde fazlasıyla iyi anlamıştı Ayaz bunu.

 

"Esra seni birkaç kez aradı. Sen onu açmayınca hala uyuyor olduğunu tahmin etti. Bana evini tarif etti ve kapının önünde beklememi söyledi. Kahvaltı yapmayacağını tahmin etmiştim, bu yüzden önce kendi evime uğrayıp bunları hazırladım. Evlerimizin arasına giriyor tesis. Hazır buraya kadar gelmişken hazırladığım çanrayı bırakarak tekrar seni almaya çıktım. Senin evinin önüne vardığımda daha yeni binadan çıkıyordun." Dedi. Fazla düşünceli bir davranıştı. Gülümseyerek teşekkür ettim. O tostundan bir ısırık alırken ben çayımdan bir yudum içtim.

 

"Peki sen?" Dedim. Kaşlarını hafifçe çatarak başını iki yana salladı. Ben derken? Bakışıydı bu. Tostu işaret ettim. "Sabah altıya beş kala uyandım. Ben de geç kalıyordum, kahvaltı yapmadım o yüzden. " diye cevapladı. Güldüm. "Sanırım gerçekten ikimizin de bedeni iflas ediyor." Dedim. İkimizin de aynı gün uyuyakalmasının başka açıklaması olamazdı. Ayaz'ı bilmiyordum ama benim kaslarım fena halde ağrıyordu. Ebru hoca dediğini yapmış, günlerce bizi spor odasında tutmuştu. Kondisyonum bulutları aşmış, atmosferle savaşıyordu şu an. Öyle bir artış yani.

 

"Artık piste inmek istiyorum, kaymayı özledim." Diyerek yine ufak bir isyanda bulundum. İlk gün hariç başka hiçbir günde piste inmemştik. Mesaim bittiğinde inerdim aslında ama halim kalmıyordu.

 

"Maksimum iki günü daha var spor odasının. Bizi daha fazla orada tutarsa bedenimiz gerçekten iflas edebilir. Ama pist konusunda biraz daha zaman var gibi duruyor. Plana göre antrenman odasında çalışacağız." Diyerek çayından bir yudum aldı. Ofladım bu sözüne. Çocukla tanıştık tanışalı isyanlarım ve sızlanmalarım bitmiyordu. İsyankar sanacaktı beni. Gerçi biraz öyleydim ya, neyse.

 

"Antrenman odasını çok saçma buluyorum. Orada çalışacağıma düşe kalka pistte öğrenmeyi tercih ederim." Dediğimde beni onayladı. İkimiz de pist insanıydık. Şu birkaç günde o da fazlasıyla piste inmek istemişti ama Ebru hoca izin vermemişti.

 

Aklına bir şey gelmiş gibi bana döndü. "Bu arada," dedi. "Bana numaranı verir misin? Seni bulamadığım zamanlarda ulaşmak için." Dedi. Başımı salladım. Telefonumu çantamdan çıkarıp ona döndüm. "Numaranı söyle, seni arayayım." Dediğimde hızlıca numarayı söylemişti. Ortamı onun telefonunun zil sesi doldurduğunda telefonu kapattım. Hızlıca numarayı kaydettim.

 

Gamzeli

 

Neden bilmiyorum ama gamzeleri çok ilgi çekiciydi. O yüzden onu böyle kaydetmişti. Resmilik pek benlik değildi.

 

Telefonu tekrar çantama koyduğumda tostumun son lokmasını ağzıma attım. Çayımın da son yudumunu içtiğimde ellerimi sehpaya çırptım. "Kahvaltı için çok teşekkürler. Ellerine sağlık, çok güzeldi tost da çay da." Dedim. "Rica ederim." Dedi o da peçteyle ağzını silerken.

 

"Oyalanmayalım daha fazla. Ebru hoca bizi biraz daha bulamazsa ufak bir azarla kurtulacağımızı sanmıyorum." Onayladı beni. Termosu, bardakları ve saklama kabını tekrar çantasına koydu. Çantayı kanepenin arkasına koydu ve kapının yanında dikilen benim yanıma geldi. Odadan birlikte çıktığımızda koridorun sonundaki spor odasına adımladık. Sessiz bir of çektim. Ama Ayaz duydu. "Bence de of!" Dedi. Gına gelmişti. Bir haftadır küçücük odada yaşıyorduk resmen.

 

Tam spor odasına girdik derken odanın ortasında dikilen Ebru hocayı gördük. Beklemiyorduk. Bir haftadır ara ara yanımıza uğramak dışında buraya gelmemişti. Ve şu an yüzünde ufak bir gülümseme vardı. "Ritim dans." Dedi. Boş boş baktık sadece. Ritim dans mı?

 

Ayaz'a baktım bir. O da boş boş bakıyordu. Bana döndü. Anlmasız bir bakışma geçti aramızda. Tekrar Ebru hocaya döndük. "Ne dansı ne?" Diye sorduk aynı anda. Ebru hoca bize doğru yaklaşıp aramızdan geçmeye yeltenirken kollarımızdan yakaladı. Bizi de odadan çıkarken peşinde sürükledi. Hala bir Ebru hocaya bir Ayaz'a bakıyordum. "Ritim dans." Diye tekrar etti Ebru hoca. "Konsept bu." Dedi. Heyecanlandım biraz. Sevindim de açıkçası. Sanırım spor odasından kurtulmuştuk.

 

Daha da beter olacağını bilmiyordum o an...

 

⛸️

 

Selaam.

 

Birinci bölümümüz vatana millete hayırlı olsun canlarım.

 

Sorular varsa buraya alayım.👉🏼

 

Ömer'e sövme köşesi.👉🏼

 

İlk bölümler yine bu bölüm gibi bir hafta aralıklarla gelir. Bölümlerin hepsini de genel olarak bu sürede atmaya çalışırım. Bir aksilik olursa bildiririm. Sizi seviyorum;)

 

Keyifli okumalar efendim. Yıldıza basmayı ve yorum yapmayı unutmayalım.

 

Yazar yeni bölümü yazmaya kaçar.

 

Loading...
0%