Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.Bölüm

@nisanurozkan28

Pişmanım. Deli gibi pişmanım hem de. Tam yarım saat önce yaşasın, kurtulduk dediğim için pişmanım. Zira bu oda spor odasından bin kat daha beter.

 

Şu anda antrenman odasındaydık. Ebru hoca başımızda dikiliyordu. Ve ben Ayaz'ın sırtındaydım. Doğru duydunuz. Ayaz'ın sırtı. Ayaz ayaklarını hafifçe aralamış öne doğru eğilip kollarını iki yana açmıştı. Ben de onun sırtına üst bedenimi yaslayıp ayaklarımı arkama doğru uzatmış ve onun gibi kollarımı iki yana açmıştım.

 

"Ya düşersem?" Diye fısıldadım tedirginlikle. Ellerim bir anda omuzlarına tutundu. En fazla on saniye boyunca ellerim açık durabiliyordum. "Düşürmem." Diyen güven dolu sesi geldi. "Güven bana." Güvenmeyi seçtim. Şimdiye kadar hiç yalan söylememişti, fazlasıyla güçlü olduğu bilgisine de sahiptim. Düşürmezdi.

 

Tekrar açtım ellerimi. Bu sefer iki dakikaya yakın durduk bu pozisyonda. Ben olsam Belim! Diye bağırarak beni sırtımdan atmış olurdum ama Ayaz atmadı tabii ki. Ebru hoca gururla gülümsediğinde "İn Defne." Diye komut vermeyi de unutmamıştı. Yere atladım. Anlık bir başım döndü ama hemen toparladım.

 

Ebru hoca bize yaklaştı. "Şimdi," diyerek başladı cümlesine. Yaşasın, yeni figür zamanı! Diye havalara uçmamızı bekliyordu sanırım. Normal şartlarda uçardım da. Eğer ki buraya girerken Ceren'in beline yapışmış bir Ömer görmeseydim.

 

Harbi şerefsizdi. O tartışmadan sonra hiç mesajlaşmamıştık. Tesisteyken ara ara buluşup kahve içiyorduk. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyorduk. Ama maksimum üç dakika sürüyordu bu buluşmalar. Anlamsız bir şekilde Ayaz, Ömerle beni yan yana gördüğü an yanına çağırıyordu. Ömerden fazlasıyla rahatsızdı.

 

"Defne." Diyen Ebru hocaya döndüm. Duvara dalıp gittiğimi yeni fark ediyordum. "Efendim hocam?" İlgiyle bakıyordu. Sert biriydi ama anaç bir tarafı da vardı. Çocuğu gibi görürdü bizi. "İyi misin kızım?"

 

Gülümseyerek başımı salladım. Yine şu an fark ediyordum ki, Ayaz yere serilen bir matın üzerinde sırt üstü yatıyordu ve üzgün bakışları bendeydi. Ne düşündüğümü anlamış mıydı bilmiyorum ama değişik bir bakıştı bu bakış.

 

"Karnını Ayaz'ın ayaklarına yerleştir." Dedi Ebru hoca. Ayaz'a yaklaştım. Ama ne dediğini sonradan kavrayabilmiştim. Karnımı ne yapacakmışım ne? Nasıl yapacakmışım onu pardon?

 

Anlamaz bir bakış attım. "Ne yapacağım ne?" Dedim kaşlarım çatılırken. Ayaz hafifçe kaldırdı ayaklarını. Aynı süreçte de gülmemeye çalışıyor gibiydi. Ebru hocada da aynı ifade mevcuttu. "Gel." Dedi Ayaz. "Karnını ayaklarıma yaslayıp elimi tut." Ellerini de bana doğru uzattı. Dediğini yaptım ben de. Ellerimi uzatıp bana uzattığı ellerini kavradım. Karnımı da ayaklarına yasladım. Tam o an ayaklarım yerden kesildi. Bunu beklemediğim için ufak bir çığlık attım. Çocukluğuma dönmüş gibi hissettim. Babam yapardı bu hareketi çok. Gel uçurayım seni der, ayaklarıyla havaya kaldırırdı.

 

Gözlerim yerde yatan Ayaz'ın gözlerini buldu. Derince tebessüm ettim. Aynı tebessümle karşılık verdi. Gamzeleri serildi yine önüme.

 

O an aklıma bir soru takıldı. Göklerdeydim ama sormayı ihmal etmedim. "Hocam." Dedim. "Defne." Diyerek konuşmamı bekledi. "Biz bu figürü pistte nasıl yapacağız ki?"

 

"Güzel bir soru." Dediğinde eliyle hareketi sonlandırmamızı işaret etti. "Yapmayacaksınız Defne." Soru dolu bakışlarım Ebru hocayı buldu. Yapmayacaksak neden çalışıyoruz? Bu hareket ne işimize yarayacak? Neden yapmıyoruz? Minimalinde sorulardı bunlar. Ayaz da öyle bakıyor olmalı ki "Siz gerçekten çok uyumlu bir çiftsiniz." Diyerek başını gülümsemeyle iki yana salladı. Hala aynı bakıyordum. Muhtemelen Ayaz da öyle. "Ayaz sürekli seni taşıyacak Defne. Tek bıçak üzerinde iki kişi olacaksınız. O sana alışmalı ve sen ona güvenmelisin. Birbirinizle uyum içinde olmalısınız." Dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Bu kadar ince düşünmek zorundalar mıydı?

 

Tam cevap verecektim ki odadan içeriye muhteşem bir hızla Esra girdi. Hem de "Defne!" Diye -son harfini uzatarak- çığlık atarak.

 

Şok içerisinde ona döndüğümde o ortamda bulunan Ebru hocayı fark etmemiş olacak ki yine koşarak arkama geçip sırtıma kollarını geçirmek suretiyle saklandı. "Koru beni şundan!" Diye tekrar bağırdı. "Kimden?" Dememe kalmadan Odadan içeriye giren Ömer'i görmem pek hoş olmamıştı. Direkt göz devirdim. "Naptın?" Diye sordum fısıltıyla. "Çelme taktım." Demesini ise kesinlikle beklemiyordum. "Hem de Cerenciğinin önünde." Diye devam etti. Keyiflenmiştim, yalan yok. Belli etmedim ama.

 

"Ne var, niye kovalıyorsun arkadaşımı?" Dedim. Ebru hoca olmasa bu cümleyi bu kadar sakin kurmazdım ya. Yatsın kalksın ona dua etsin bu çapkın herif.

 

"Rezil etti beni!" Diye bağırdı. Ebru hoca görünmez olmuştu da benim mi haberim yoktu? Her gelen çığlık kıyamet bağırıyor. "Kime?" Dedim. Cümlenin devamı da vardı. Ben söylemedim ama o bakışımdan anladı.

 

Beni aldattığın Ceren'e mi?

 

"Evet, ona!" Dedi bu sefer. Yapışsam burada boğazına... kim elimden alabilir ki?

 

Ebru hoca

Ayaz

Esra

Ceren

Kendisi

 

Derken bir liste oluştu kafamda. Vazgeçtim hemen. Gerçi Esra dokunmazdı muhtemelen. Hatta benimle birlikte o da boğazına yapışabilirdi. Ömer nefreti sınırsızdı. Ayaz da pek farklı değildi. Kıl olmuştu çocuğa. Sebepsiz. Şurada Ömer'i öldürsem gıkı çıkmazdı. Ceren zaten muhtemelen onu öldürdüğümü bile duymazdı. Listede kaldı iki kişi. Ömer ve Ebru hoca. Ömer gram umurumda değildi. Onun beni durdurmasına imkan bile vermezdim ama Ebru hoca korkusu devasaydı malum. Ona laf yoktu. Sırf Ebru hoca ismi bile beni vazgeçirtebilirdi.

 

"Çık, git şu odadan." Dedim sakince. Benim arkama baktı. Gözleri bir kişide fazlasıyla oyalandı. Tekrar bana döndü. Tip tip baktı ve ilk defa benim dediğimi ikiletmeden arkasını dönüp çıktı ve gitti.

 

Esra'nın rahatlayan nefesini duydum. Ona döndüm. Azarlamak vardı şimdi ama Ebru hoca buradaydı malum. Azar sonraya kalmıştı. Yine de ters ters baktım. Gerek var mıydı yani buna?

 

"Paydos." Dedi Ebru hoca. Şaşkındım. Bağırıp çağırmasını bekliyordum oysa. Odadan çıkıyordu. Bön bön baktım birkaç saniye arkasından. Sonra tekrar Esra'ya döndüm.

 

"Esra sen n'apıyorsun?" Dedim. "Sinir olduğum birisi vardı, sinirimi biraz boşaltayım dedim Defne. Hak ediyordu! Yapışık duruyor kıza. Az bile yaptım. Kafasını piste vura vura sürüklemek isterdim ama yanındaki şahıs ganimeti gibi koruyor salağı. Dokunamıyoruz bile!" Dedi sinirle. Bu denli dolduğundan benim bile haberim yoktu.

 

Ayaz Esra'nın arkasından elini uzattı. Ve çok alakasız, bakın aşırı derecede manasız bir olay oldu. Esra önce Ayaz'ın eline baktı, sırıttı ve uzattığı elinin üstüne bir beşlik çaktı. Şaka gibi bir ikiliydi. Ömer'in eceli bir tane değildi ki.

 

"Ya siz ne yapıyorsunuz?" Diye bağırdım. Gerçek bir soruydu. Ne dönüyordu burada. İş birliği içinde Ömer'in canına mı okuyacaklardı? Ne alaka!

 

"Hiçbir şey." Dedi Esra. Sanki günlük rutinimizdeymişiz gibi de devam etti. "Madem moladasınız hadi çıkıp kafeteryada yemek yiyelim." Sinirliydim ama haklı bir isyandı. Acıkmıştım. Başımı salladım. Bu konu burada bitmemişti ama.

 

⛸️

 

Ağzıma önümde duran taze fasulyeden bir kaşık attım. "Can sıkıcı bir menü." Dedi Esra. Taze fasulye, pirinç pilavi ve yoğurt vardı. Esra sevmezdi ama ben onun aksine çok severdim.

 

"Sevmez misin?" Diye soran Melih'ti. Esra, biz yemekhane yolunda yürürken pistten çıkan Melih'i görmüştü. Tabii ki bunu görmezden gelmemiş ve onu da öğle yemeğimize davet etmişti. Dördümüz beraber öğle yemeği yiyorduk.

 

"Pek sevmem." Diye yanıtladı Melih'i. Bunu derken hafifçe yüzünü buruşturmuştu. "Ama Defne çok sever, benim aksime." Ne gerek vardı bu bilgiye. Neden anlatıyorsun bunları? Modunda başımı iki yana salladım. Aynı süreçte ağzımdaki fasulyeyi çiğniyordum. Bana ne. Der gibi omuz silkti.

 

"Ya sen Ayaz?" Diyen Melihle başımı ona çevirdim. Ayaz da aynı benim gibi memnuniyetle yemek yiyordu. "Sen sever misin?" Dedi. Çok alakasız bir olay oldu o an.

 

"Çok severim." Dedi Ayaz. Alakasız olan bu değildi zaten. Benim de aynı anda konuşup "O da çok sever." Dememdi. Ne alaka!?

 

Ben bunu söylememin şaşkınlığıyla kalakaldım. Ayaz bana dönüp şaşkın bakışlar attı. Bir saniye! Neden herkes bana bakıyor şu an? Ayrıca ben neden bunu biliyorum!

 

Bir hafta boyunca bol bol sohbet etme şansımız olmuştu. Sebze yemeklerini sevdiğini o sohbetlerden biliyordum ama niye lafa atlamıştım bir anda? Kader'in cilvesi miydi bu olay, yoksa bahtımın karası mı?

 

Boğazımı temizleyip tekrar yemeğime döndüm. "Laf arasında söylemişti, aklımda kalmış." Diye de açıklama yaptım. Esra'nın sırıtması da gözümden kaçmamıştı.

 

"Sizi yarışmaya yazdırmışlar." Dedi kısa bir sessizliğin arasından Melih. Başını salladı Ayaz. Konuşmayı da pek sevmiyordu. Tanımadığına çok konuşmazdı. Buna da layığıyla şahitlik etmiştim.

 

"Defne'ye alıştın mı Ayaz?" Dedi Esra. Daha çok arabuluculuk yapar gibi bir ifadesi vardı. "Biraz zor birisidir de." Bu dediğine kimse inanmazdı. Ben bile kendi hayatımda benden kolay birini görmemiştim. Çok sosyal ve dışa dönük biri olduğumu herkes bilirdi. Boş laf yapıyordu şu anda.

 

Ayaz da bunları biliyor olmalı ki "Defne mi?" Dedi büyük bir şaşkınlıkla. Bence de Esra. Defne mi? "Çok sıcakkanlı biri gibi gelmişti bana." Dedi. Yemeğini bitirmiş ve arkasına yaslanmıştı. Ortama yavaş yavaş alışıyordu sanırım. Konuşmaya başlamıştı.

 

"Öyleyim zaten." Diyerek lafa girdim. "Esra'ya öyle gelmiş." Ters bir bakış attım ama pek umursadığı söylenemez.

 

Tabağımdaki son kaşığı alıp Ayaz'a döndüm. "Gidelim mi? Ebru hoca kızmasın, sabah zaten kaytardık yeterince." Başını salladı. Ayağa kalktı. Bu kadar hızlı kabullenmesini beklemiyordum açıkçası. Ben biraz otururuz da mideme inen yemekleri sindiririm gibi düşünmüştüm. Ben de kalktım el mecbur.

 

"Size afiyet olsun." Diyerek Ayaz'ın yanına gittim. Kafeteryadan çıkıp buz pistine doğru ilerledik. "Gerçekten asosyal biri misin?" Diye sordu. Canım arkadaşım çocuğun aklını çelmişti. "Hayır ya." Dedim. "Esra niye öyle dedi bilmiyorum ama gayet sosyal birisiyimdir. Sen de anlamışsındır zaten şu birkaç günde." Dedim. Bal gibi de biliyordum neden böyle yaptığını ama anlatacak kelimem yoktu. Deliydi biraz.

 

Tam o anda önümde birisi belirdi. Omuzlarımdan tuttu. Ceydaydı bu kişi. Açık kahverengi, omuzlarına kadar uzanan saçları vardı. Yeşil gözlerini gözlerime dikmişti ve bir hayli siniri bozuk bakıyordu. Kaşlarımı çattım. Samimi değildik. Ara ara konuşurduk ama konuştuğumuz dakikalar bir elimin parmağını geçmezdi. Ne alaka Ceyda?

 

"Şu Ömer'i nasıl yola getiriyorsan getir yoksa benim elimde kalacak!" Dedi. Harika! Gerçekten harika bir gün oluyordu. Yine ne yapmıştı Allah bilir? Öğrenmek bile istemiyordum. Ama, fakat ve lakin sordum. "Ne yaptı yine?"

 

"Utanmasa Ceren'i buz pistinde öpecek!" Dedi. Kan beynime sıçradı. Çok uzamıştı bu muhabbet. Saçını başını yolayım istiyordu sanırım. Ben mesafe koy dedikçe o daha da yaklaşıyor gibiydi.

 

"Yok artık!" Demekle yetindim. Ceyda ise "Var artık." Diyerek başını salladı. Sırtımı sıvazladı geçmiş olsun der gibi. Sonra da gitti. Ama ben gidemedim. Kaldım olduğum yerde. Gözlerimden ateş çıkabilirdi. O kadar büyük bir sinir içerisindeydim. Ama iş saatleri içindeydik. Hiçbir şey yapamazdım sapık Ömer'e.

 

Ama o görecekti mesai bitimi. Kafasına vura vura olmayan beynini akıtacaktım onun!

 

Derin bir nefes aldım. Sonra da verdim. Sakinleştim. Hafifçe koluma dokunan bir elle soluma döndüm. Ayaz'dı. Sakin ol der gibi baktı. Değmez. Haklıydı. Ömer salağı yüzünden ceza almayacaktım. Başımı salladım. "Antrenman odasına gidelim." Dedim. Hiç bakmadım ona. Neden bilmiyorum ama utandım. Belki de onun bile Ömer'i benden iyi tanıdığını kendime yediremediğimden. Kırıcı bir gerçekti.

 

İki yıldır hiç böyle anlar yoktu oysa. Öyle sadık, öyle ilgili birisiydi ki... Şu an onu tanıyamıyordum. Bana "Ben bir kelebek olsaydım bir günlük ömrüm sen olurdun." Diyen adam neredeydi? Bir günlük ömrü bitmiş miydi?

 

Sinir, kırgınlık oldu çöktü kalbimin üstüne. Kapkara bulutlarla kapandı kalbim. Sevgi alışkanlıktı bana göre. Şimdi o alışkanlıktan vazgeçmem gerekiyor gibi hissediyordum. Nasıl yapacaktım? Bilmiyordum. Hiç öğretmemişlerdi ki bana bunu yapmayı.

 

"Defne!" Diyerek kolumdan tutup çekti biri beni. Ayaz'dı. Yanımda o vardı çünkü. Oysa ki beni kurtarması gereken kişi sevgilimdi. O beni hiç kurtarmamıştı, yanımda da olamıyordu.

 

Buz pistine doğru adımladığımı şimdi fark etmiştim. Bugün inanılmaz bir dalgınlık vardı üzerimde. Tam buz pistine girecekken yakalamıştı Ayaz beni.

 

"Dalmışım." Dedim. Tekrar antrenman odasına adımladım. Ayaz da yanımda ilerledi ama pek keyfi yoktu. "Dalgın gibi değil de gözü dönmüş gibiydin daha çok." Dedi. Düşünceliydi sesi. Anlamsızca bir sızı daha kuruldu kalbime.

 

Antrenman odasıma girdik. "İyiyim. Merak etme." Diyebildim sadece. Çünkü Ebru hoca odanın ortasında dikilmiş bizi bekliyordu.

 

⛸️

 

Öğleden sonramız fazlasıyla sessiz geçmişti. Kendi aramızda hiç konuşmamış, yalnızca verilen komutları yerine getirmiştik. Şimdi ise evde oturmuş Sedefle film izliyorduk. Gözlerim kapanıp gidiyordu ama direniyordum.

 

Mesai bitiminde Ömer'i ortalıkta aramıştım ama doğal olarak bulamamıştım. Benim iş sürem bir saat daha uzadığı için tesiste en son Ayaz ve ben kalıyorduk. Bulamayınca da eve gelmiştim. Yine de rahat durmamış ve ona mesaj atmaktan geri durmamıştım.

 

Kime: Sevgilim❤️

 

Konuşmalıyız, acil!

 

Cevap gelmemişti tabii ki.

 

Eve geldiğimde önce yemek yemiş sonra da Sedef'in bana özel yaptığı defileyi izlemiştim. Yarın mezuniyet balosu vardı hanımefendinin. Hangi elbiseyi giyeceğine karar vermiştik. Lacivert, uzun kollu ve şık bir elbisede karar kılmıştık. Balodan dört gün sonra da mezuniyeti vardı. Bu yüzden ailem buraya geliyorlardı. Üç gün kalıp gideceklerdi.

 

"Bu kız kadar saf birini görmedim." Dedi Sedef. Haklıydı. İzlediğimiz filmde kız kim ne derse ona inanıyordu. Ölüp gidecekti ama hala aklı başına gelememişti.

 

Başımı salladım. Film durdu. Sedef bana döndü. Daha rahat oturabilmek için bir dizini kırarak koltuğun üzerine çekti. "Abla." Dedi. "Efendim?" Dedim.

 

"İyi misin sen?" Değilim ablam. "Evet." Dedim. "İyiyim, sen nasılsın ablacığım?" Derin bir nefes verdi.

 

"Neden yalan söylüyorsun bana anlamıyorum ki?" Dedi hafif bir sinirle. "Her şeyimizi paylaşıyoruz biz seninle. Neden anlatmıyorsun?"

 

"Ne olduğunu ben de bilmiyorum ki Sedef." Dedim yorgunlukla. "Hayatım alt üst oluyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum." Gülümsedi. İşte benim ablam der gibi bir ifade belirdi yüzünde.

 

"Bir yerde duymuştum. Nerede olduğunu hatırlamıyorum ama; hayatının altının, üstünden daha kötü olduğunu nereden biliyorsun? Diyordu sözde. Bekle abla. Belki senin kötü bir şey sandığın sonradan iyi bir şey olur çıkar karşına." Dedi. Elimi tuttu. "Anlatmak istersen hep buradayım biliyorsun." Dedi.

 

Derin bir nefes verdim. Ama anlatmadım. Daha erkendi. İçimdekileri ilk Sedef'e dökersem Ömer'e olan kızgınlığım geçerdi. Önce o duymalıydı o sözleri.

 

"İyi geceler." Dedi. Yanağımı öptü ve odadan çıktı.

 

Ben de oflaya puflaya odama gittim. Üzerimi değiştirdim. Yatağıma yattım. Tek temennim Sedef'in dediği gibi olmasıydı.

 

Sabah tam vaktinde uyanmıştım. İlk defa koşuşturma olmadan hazırlanmış ve üstüme beyaz bir tişörtle siyah bir tayt giymiş, saçımı at kuyruğu yapmış ama önden birkaç tutamını açık bırakmıştım. Çantamı da alıp evden çıktım. Merdivenlerden de aynı sakinlikle iniyordum ki telefonum çalmaya başladı.

 

Arayan şaşsırtıcı bir şekilde Ayaz'dı. Telefonu açıp kulağıma koydum.

 

"Efendim Ayaz?" Derken merdivenleri inmeye devam ediyordum.

 

"Aşağıdayım." Dedi. Anlık bir duraksadım.

 

"Derken?" Diye sordum. Aynı süreçte sokağa çıkmıştım ki karşımda Ayaz'ın arabasını ve arabasına yaslanmış, kulağına telefonu tutmuş bir Ayaz görmem soruma cevap vermişti.

 

Ben bön bön suratına bakarken o telefonu kulağından indirip kapattı. Olanları az çok kavrayan bünyem Ayaz'ın yanına ilerledi.

 

"Neden geldin?" Dedim ama iyi ki geldin der gibi bir tonu vardı sesimin. Bugün Esra izinliydi. Çünkü günlerden pazardı. Normalde bizim de izinde olmamız lazımdı ama katılmamız gereken bir yarışma vardı. Bu yüzden bugün toplu taşımayla gidecektim tesise. Ayaz gelmeseydi öyle olacaktı yani. "Toplu taşımada sürünmeni istemedim." Dedi. Ardından ekledi. "Günaydın." Kocaman gülümsedi. Yine gamzeleri serildi önüme. Gamzelerinden olsa gerek, gülüşü bulaşıyordu. Ben de güldüm bu yüzden. "Günaydın!" Dedim coşkuyla. Enerjiktim bugün. Aslında olmamam gerekiyordu galiba. Ama çok dinç uyanmıştım.

 

Ömer mesajımı görmüş ama herhangi bir şey yazma zahmetinde bulunmamıştı.

 

Umurumda değildi. Ne yaparsa yapsın diyebilecek bir ruh halindeydim.

 

"Niye geldin, ben kendim giderdim aslında." Dedim mahcubiyetle ama gülümseyerek.

 

"Olsun." Dedi. Kapımı açtı. Bir eli hala arabanın kapısındayken diğer eliyle arabanın içini gösterdi.

 

"Buyurun hanımefendi." Dedi. Nezakti göz yaşartıcıydı. Uydum ona. Kibarca bindim arabaya. Bembeyaz bir arabaydı. Arabayı ikinci görüşümdü ve hala Ayaz'a benzediği kanaatindeydim. İlk gördüğümde uyku mahmuru olduğum için öyle görüyorum sanmıştım ama bugün de benziyordu. Şaşırtıcı bir detaydı.

 

O da arabanın etrafını dolanıp yanıma bindi. Arabayı çalıştırdı. "Kahvaltı yaptın mı?" Dedi. Başımı salladım. "Sen?" Diye yanıtladım onu. Başını salladı o da.

 

Genel olarak sessiz bir yolculuk geçiriyorduk ki arabanın aynasında asılı duran simge dikkatimi çekti.

 

"Ayaz." Kendisinin o olduğuna dair bir ses çıkardı. "Bu ne?" Dedim. Su damlasına benzeyen iki tane çizim vardı ve birbirlerini tamamlıyorlardı. Biri siyah diğeri ise beyazdı. Siyah olanın geniş kısmının ortasında küçük bir daire vardı ve beyaz renkteydi. Beyaz olanda da aynı daireden vardı, fakat onun içindeki daire siyahtı.

 

"Yin-yang işareti." Dedi.

 

"Bir anlamı var mı?" Başını salladı.

 

"Anlamı çok eski bir geçmişe dayanıyor. Çin felsefesinden ortaya çıkmış bir simge. Siyahlar kötülüğü, beyazlar iyiliği temsil ediyor. Her iyiliğin içinde bir kötülük, her kötülüğün içinde ise bir iyilik vardır olarak açıklanıyor ama daha derin anlamları var. Hayatta çok iyi olarak gördüğümüz, kendimize hedef olarak belirlediğimiz şeyler olmadığında ya da tam tersi kötü olarak gördüğümüz bir şey olduğunda; olayın bizim göremediğimiz kötü veya iyi tarafı olduğunu söyler yin-yang. Yani her şey bizim baktığımız açıdan görünmeyebilir." Bana ufak bir bakış atıp devam etti. Hevesli hevesli dinliyordum onu. "Bir başka anlatımında ise Yin ve yang kelimelerine vurgu yapılır. Yin; sakinlik,yavaşlık gibi anlamlar barındırır. Yang kelimesi ise tam zıttı. Kaos, hareketlilik demektir. Zıtlıklar birbirini tamamlar der bu yüzden."

 

Bu kadar ciddi bir açıklamayı kesinlikle beklemiyordum. Hayranlık dolu bir bakış attım, önce Ayaz'a sonra ise yin-yang işaretine. "Neden buraya astın peki?"

 

"Hiç bir şeye üzülmemek için." Omuz silkti. "Hayatın benim gördüklerimden ibaret olmadığını hatırlamak için." Makul bir sebepti. Ve çok beğenmiştim. Tam bu sırada tesise gelmiştik. Araba durdu. Beraber indik yine.

 

Artık piste inseydik keşke. Sıkıcıydı düz antrenman yapmak. Düşe kalka öğrenmekti benim doğam. Çocukluğumdan beri o kadar çok düşmüştüm ki iki kez kolumu, bir kez parmağımı ve iki kere de bacağımı kırmıştım.

 

Lakin buz pisti bize bir süre yasaktı. Yapacak bir şeyimiz yoktu. Antrenman odasına ilerledik el mecbur.

 

Çantamı direkt odanın köşesine bıraktım. Zaten beyaz tişört ve siyah tayt ikilisiyle gelmiştim.

 

Kenara geçip bir iki tane ısınma hareketi yapmaya başladım. Kollarımla ayak uçlarıma uzandım. Kollarımı ve boynumu esnettim. Yanımda Ayaz da aynı hareketleri yapıyordu. Belimi tutarak sağa sola çevirdim. Ayaz da aynı şeyi hemen arkamdan tekrar etmişti. Güldüm. Komik bir görüntüydü. 23 Nisan gösterilerindeki küçük çocuklar gibi kıvırtmıştı. Tripli bir kız çocuğu gibi elleri belindeyken sağa sola kıvırdı belini yine. Kahkaha attım bu sefer.

 

Bana değil de yere bakan yüzü, yüzüme döndü. Kaşları hafifçe çatıktı. Neden güldüğümü anlamaya çalıştı muhtemelen. Bu yüz ifadesine daha çok güldüm. "N'oldu?" Diye sordu büyük bir ciddiyetle. "Neden gülüyorsun şu anda?"

 

Cevap olarak daha çok güldüm. Çünkü gülme krizine girmiştim. Hafifçe yere eğildim. Hatta duvara yaslanıp yere oturdum. Ara ara derin nefesler alarak gülüşümü durdurmaya çalışıyordum ama pek mümkün değildi. Aynı hareketi fırfırlı, pullu, pembe bir elbiseyle yaptığını hayal eden bir beyne sahiptim çünkü. Komikti. Ben ne yapabilirdim?

 

"Defne." Dedi büyük bir şokla. Hayal kırıklığına uğramış gibiydi sesi bir tık. Ona güldüğümü pekala anlamıştı. Bozuldu bir tık. Zor bela dindirdim gülüşümü. "Ellerini beline koyarak kıvırtsana bir daha." Dedim büyük bir keyifle. Onun ifadesi ise daha da hayal kırıklıĝına uğradı. Ama saçma bir şekilde mutlu gibiydi de. Huysuz değildi hareketleri -ki normalde biraz huysuz birisiydi-. Güldü ama o da. Hem de gamzelerini göstererek. Tebessüm ettim ben de. Karnım ağrımıştı gülmekten. Nefes nefeseydim.

 

Keyifle başlayan günümüz keyifle devam etti. Yapmamız gereken hareketleri yaptık. Belirlediğimiz bazı figürlerin denemelerini yaptık. Öğle yemeği yedik. On gündür süren bir paten eşliğimiz vardı. Keyifli ilerliyordu.

 

Gün sona eriyordu. Yavaş yavaş akşam oluyordu. Antrenman odasından çıktık. "Eve ben bırakabilirim Defne. Neden toplu taşımalarda sürünesin ki?" Dedi. Şu anki tartışma konumuz buydu. Evi evime ters yöndeydi ve kardeşi onun evine gelmişti. Bekletmemesi gerektiğini ve benim tek başıma da eve gidebileceğimi söylüyordum ama o inatla kabul etmeyip önce beni eve bırakması gerektiğini iddia ediyordu. Neymiş efendim, bir kadını yolda tek başına bırakmak bir beyefendiye yakışmazmış. Annesi ona öyle öğretmiş. Bu zamana kadar toplu taşıma kullanmıştım da ne olmuştu? Sonuç olarak yine eve varıyordum. Ne gerek vardı yolunu uzatmasına?!

 

"Ayaz, bir kere daha eve bırakmak ile ilgili bir cümle kurarsan-" demiştim ki cümlem yarıda kesildi. Telefonumun zil sesi tarafından.

 

Hızlı bir çanta turu yapıp telefonumu çantamdan çıkardım.

 

Arayan;Sedefçik

 

Açtım telefonu. Baloları başlamıştı muhtemelen.

 

"Alo." Dedim.

 

"Abla." Diyerek cevapladı.

 

"Efendim Sedef?"

 

"Ben baloya geldim, geleli yaklaşık yarım saat oldu. Müzik sesi biraz yüksek burada. Ararsan duyamayabilirim ama saat başı arayıp seni bilgilendireceğimden emin olabilirsin. Hayır, alkol yok ve akşam dokuz buçuk gibi eve gelirim."

 

Şeceresini sayar gibi hızlıca konuşmuş ve kısaca her şeyi özetlemişti. Yeterliydi.

 

"Tamam ablacığım. İyi eğlenceler." Demekle yetindim.

 

"Teşekkürler, görüşürüz." Diyerek telefonu kapattı o da.

 

"Ne diyordum?" Diyerek tekrar Ayaz'a döndüm. "Hah!" Dedim hatırlayarak. "Dediğim gibi Ayaz. Eve tek başıma da gidebilirim ve senin bırakmana gerek yok." Dedim. Dış kapıya giden dönüşe gelmiştik. Tam dönüyorduk ki dönemedik. Karşımıza bir anda birisi çıktı.

 

"Evet gerek yok, çünkü ben buradayım." Dedi gelen kişi. Ömerdi. Burada ne işi vardı? Ve ayrıca ben ona hâlâ sinirliydim. Şu anda Sen bırak Ayaz desem saçma mı olurdu?

 

"Ömer?" Dedim lakin. Şaşkındım burada olduğu için. "Defne," dedi mutlulukla gülümseyerek bana dönerken. Az önce gözleri Ayazdaydı. Tekrar ona döndü. "Sen arabaya geç sevgilim. Geliyorum ben." Sevgilim kelimesine fazla vurgu mu yapmıştı yoksa bana mı öyle gelmişti. Neler dönüyor acaba şu anda burada?!

 

"Görüşürüz Defne." Dedi Ayaz bana dönüp gülümseyerek. Ömeri umursuyor gibi bir hali yoktu. "Yarın sabah görüşürüz." Dedim ben de Ayaz'a bakarak. Fazla mutlu gözükmüştüm ama. Gereksiz bir coşku vardı sesimde.

 

El sallayıp Ömer'e göz ucuyla bile bakmadan dış kapıya yürüdüm. Kapıdan çıkana kadar konuşmadım. "Ne işin var senin burada?" Dedim kendimden beklemeyeceğim bir soğuklukla. Arabanın kapısını açtı benim için. Bindim. Ama ona yine bakmadım.

 

O da arabanın önünden dolanıp arabaya bindi. "Seni almaya geldim." Dedi büyük bir genişlikle. Emniyet kemerini bağladı. O an hatırladım emniyet kemerini. Uzanıp taktım. Araba çalıştı. "Nereye gidiyoruz?"

 

"Sizin eve." Nasıl bu kadar rahat olabilirdi?! Başımı salladım. Ama büyük bir hırsla.

 

"Ömer, neden hiç bir şey olmamış gibi davranıyorsun?!" Birinci kırmızı ışık.

 

"Bir şey mi oldu ki?" Ağzının üstüne bir tane tokat atsam n'olurdu? "Ömer sen ne zamandır beni umursamıyorsun bile! Ne bu hal, ne bu tavır!?"

 

Araba tekrar çalıştı. "Sen beni umursamıyordun Defne. Ne zaman bir şeyler yapmaya çalışsam, seni çağırsam bir bahane üretiyorsun." Başını iki yana salladı.

 

Şok içerisinde bir ifadeyle baktım. "Ben mi umursamıyorum seni? Ben mi bahaneler üretiyorum?" Derken sesim sakindi. Lakin sonra yükseldi. "Yorgunum ya! Ben yarışmaya katılacağım ama senin bundan bile haberin yok! Bir kere bile gelip tebrik etmedin beni! Pazar bugün, sordun mu sen neden tesistesin diye! Sordun mu sen bana niye yorgunsun Defne diye. Yanımda bile durmadın!" Kırmızı ışık vardı ama durmadı. Son gaz devam etti.

 

"Sen gelip de bir şey anlatma zahmetinde bulunmadığın için bilmiyor olabilir miyim Defne?!" Artık o da sakin değildi. Yorulmuştum bu kavgalardan.

 

Araba sert bir şekilde durdu. Elimi torpidoya attım refleksle. "Sordun mu?!" Dedim. "Öğrenmek için çabaladın mı! Mesajlarıma bile cevap vermiyorsun Ömer! Doğru düzgün konuşmadığım insanlar yanıma gelip Ceren'e çok yakın davrandığını söylüyor! Sen ise beni Ayaz'a kur yapmakla suçluyorsun! Ne oldu sana, sen böyle biri değildin!" İçimdekileri dökmüş olmanın verdiği rahatlıkla derin bir nefes verdim. Çok şükür ya Rabbim.

 

"Gerginim bu aralar, özür dilerim." Dedi mahcubiyetle. Yemezlerdi. "Ömer ben ayrılmak istiyorum." Diyecektim ki... diyemedim. Bugün evren benim cümlelerimi bölmeye çok odaklanmıştı sanırım. Cümlem tam olarak Ömer ben- kısmında kalmıştı. Çünkü camıma canice vuran eller vardı. Tövbe bismillah camı taşlıyorlar galiba.

 

"Defne!" Diye mutlulukla konuşan bir ses geldi. Annem... Yenilgiyle başımı yere eğdim. Sırası mıydı Anne?

 

Ömer benden önce davranıp indi arabadan. "Merhaba Serap teyzeciğim." Diye yükseldi. Ellerini iki yana açtı. "Hoşgeldiniz." Dedi büyük bir coşkuyka.

 

Ben de indim arabadan. Annem ve babam arabanın yanında yan yana dikiliyorlardı. Tam anneme sarılacaktım ki koşturarak benim önüme geçip anneme sarılan Ömerle kalakaldım. Şaşkınlıkla baktım onlara.

 

Annemden ayrıldı. Babama elini uzattı. Babam onun elini tuttu, başlarının yanlarını birbirine değdirerek selamlaştılar. "Hoşgeldin Suat amcacığım." Diyerek aynı yükselişi babama karşı da yaptı.

 

Şaşkınlıktan kalakalan bana kınayan bir bakış attı annem. Aklım başıma geldi. Sarıldım ben de anneme. Sonra da babama. "Hoşgeldiniz." Dedim. "Ne zaman geldiniz, niye aramadınız?" Dedim tedirgince. Sedef evde yoktu!

 

"Yeni geldik." Dedi babam. "Seni arabada görünce yanına gelelim dedik. Ne kadar da iyi yapmışsınız babacığım. On saniye sonra gelseydiniz keşke.

 

Dışımdan söyleyemedim ama bunları. Sakin kalmaları lazımdı. Sedef'in balosu olduğunu söylememiştim çünkü. Bir tık kızabilirlerdi. "Bu delikanlı kim?" Pek delikanlı sayılmazdı. Benden önce Ömer atladı lafa. "Sevgilisiyim?" Anlık gözlerimi kocaman açarak ona döndüm. Sonra toparladım. Bunun sorgusuna pek hazır değilim. Ömer sen beni yaktın!

 

En sevimli gülümsememle baktım babama. Koluna girdim. "Hadi biz eve girelim." Dedim. Yürüttüm hafifçe babamı. "Beni bıraktığın için teşekkür ederim Ömer." Dedim. Çocuk avutuyor gibi bir halim vardı ama. Annemin imalı gülümsemesini görmek istemezdim ama görmüştüm. "Sen de gelsene oğlum." Dedi Ömer'e bakarak. Ne alaka anne!

 

Ömer reddetmedi. "Geleyim Serap teyze." Diyerek o da yürümeye başladı. Yanımdan geçerken de ufak bir sırıtmıştı. Tam ondan ayrılacakken yaşanacak şey miydi bu şimdi!?

 

Apartmandan içeriye girdik. Merdivenleri çıktık. Annem zile uzanıyordu ki ben çantamdan anahtarı çıkardım. Kapıyı açıp içeriye girdim.. Annemler de eve girdi. Arkalarından da Ömer. Bu nasıl saçma bir ekipti Allah aşkına. Göz devirerek kapıyı kapattım. "Sedef!" Dedi annem. Eyvah Sedef! Ben onu unuttum kargaşadan!

 

"Markete gitti o. Az sonra gelir." Dedim. "Siz içeriye geçin, geliyorum ben." Aynen anne. Elbiseyle markete gitti kızın.

 

"Bir su getirsene babacığım." Diye bağırdı oturma odasından babam. "Tamam baba." Diye yanıtladım. Mutfağa girdim. Anında telefonuma yapışıp Sedef'i aradım. Çaldı, çaldı... açılmayacak sandım ama son saniye açılmıştı.

 

"Efendim abla?" Diye sordu, gülme sesiyle karışık. Müzik sesi geliyordu arkadan.

 

"Sedef, yandık!" Dedim elimi başıma atıp ağıtlar yakarken.

 

"N'oldu?" Diyen sesi tedirgindi. Daha az müzik geliyordu şimdi.

 

"Sedef annemler geldi!" Dedim kısık ama tedirgin bir sesle. Belli belirsiz bir oflama çıktı ağzımdan.

 

"Ne!" Çığlık attığı için yüzümü buruşturarak telefonu kulağımdan uzaklaştırdım.

 

"Eğlenceni bölmek istemezdim ablacığım ama sana ihtiyacım var. Çabuk gel, n'olur." Dedim. Sedeften önce babamın sesi duyuldu.

 

"Kızım nerede kaldın?" Elim ayağıma dolaştı anlık. Dolaptan bardak aldım hızlıca. "Geliyorum!" Diye bağırdım içeriye. Aynı ses Sedef'ten de duyuldu. Sonra da telefon kapandı. Telefonu masaya fırlattım. Buzdolabından su şisesini alıp suyu doldurdum. Koşa koşa oturma odasına gittim.

 

"Buyur babacığım." Diyerek suyu babama uzattım. Karşıdaki koltuğa Ömer oturmuştu. Koltuğun çaprazındaki kanepeye ise annemle babam. Karşıdaki diğer koltuğa da ben oturdum.

 

Babam kana kana içti suyu. "Su verenlerin çok olsun." Diyerek duasını da etti. Hep bir ağızdan sessiz bir amin dedik. Alakasız bir ortamdı. Sessiz kaldık sonrasında birkaç dakika. "Ömer," Dedi annem. Ömer anneme döndü. "Ömerdi değil mi evladım?" Diye devam etti. Başını salladı Ömer.

 

"Kaç yaşındasın?" Annemdeki heves kimsede yoktu ama. Baya gururlu bir anneydi sanırım şu an.

 

"Yirmi üç yaşındayım." Dedi. Annem durmadı. Pek güzel der gibi başını salladı önce.

 

"Ne iş yaparsın?" Sorulara tam gaz devam diyordu Serap Sultan. Derin bir nefes aldım. Allah'ım şu günden kazasız belasız çıkayım. Ne olur...

 

"Buz patencisiyim Serap teyze." Dedi. Beyefendi beyefendi oturuyordu karşımda. Süt dökmüş kedi modunu açmıştı. Göz devirmek vardı ama durdum.

 

"İyi, iyi. Ne güzel." Dedi annem yine başını sallarken. Sallamasan olmuyor mu anne?

 

Ufaktan babamı dürtükledi. Babam anneme anlamsız bakışlar attı. Annemse babama imalı imalı baktı. Derin bir nefes verdi babam.

 

"Ne zamandır sevgilisiniz siz?" Dedi. Buna Ömer cevap vermemeliydi. Ondan önce ben atladım o yüzden lafa. "Çok olmadı baba!" Diye yükseldim. Herkesin bakışları bana döndü. İrkildim saniyelik. "İki aydır falan." Dedim yerime sinerken. Babam hafifçe sola eğdi başını, sonra da hemen kaldırdı. Peki deme hareketiydi bu.

 

Şimdi Ömer iki yıldır sevgili olduğumuzu falan söylerdi. Al başına belayı! İki güne istemeye falan çağırırdı babam onları. Lazım değildi.

 

Zil çaldı o sıra. Memnuniyetle kalktım yerimden. "Kapıya bakayım ben." Dedim oturma odasının çıkışını baş parmağımla gösterirken. Annemle babam aynı anda başını salladı.

 

Hızla çıktım odadan. Kapıyı da kapattım. Sedef'i elbiseli görsünler istemezdim. Koştura koştura dış kapıya gidip açtım kapıyı. "Sedef." dedim ağlamaklı bir sesle. "Ben yandım Sedef." Diye devam ettim. İçeri girdi o sıra. "N'oldu?" Diye sordu. Konuşmama gerek kalmadı. Ömer'in içeriden gelen "Evet Suat amca." Sesi yeterli oldu. Elini ağzına attı. "Ömer mi o içerideki?" Diye sordu büyük bir şokla. Başımı sallamakla yetindim. Eyvah der gibi iki yana salladı başını dudaklarını kemirirken. Bence de eyvah!

 

"Koş Sedef, üzerini değiştir." Diyerek koridorun diğer tarafındaki odaya ittim Sedef'i. Ben de peşinden girdim. Saçındaki tokaları çıkarmaya başladı hızla. Ben de yatağına oturdum. "Ömer ne alaka?" Dedi sessizce. "Beni tesisten almaya gelmiş. Kavga ettik arabada. Tam ayrılacaktım annemler bastı bizi. Ömer de direkt dedi ki biz sevgiliyiz. Son durum da oturma odası işte." Makyaj pamuğuyla yüzünü siliyordu. "Yok artık!" Dedi. "Siz niye kavgalıydınız, ne ara ayrılmanın eşiğine geldiniz?" Göz devirdim. "Sırası mı sence şu an Sedef?" Dedim. Elbisesini çıkarıp sarı, ayıcıklı pijamalarına uzandı. "Sonra anlatırım." Dedim. Başını salladı. "Annemler niye erken gelmiş peki? Yarın gelecekti onlar." Bilmiyorum der gibi iki yana salladım başımı. Odadan çıktık.

 

"Şimdiden gazamız mübarek olsun." Dedi odanın önüne geldiğimizde. Başımı salladım. "Haydi bismillah!" Dedim yine sessizce. Zor anlar bizi bekliyordu.

 

⛸️

 

Selam bebeklerim.

 

İkinci bölümümüz vatana millete hayırlı olsun.

 

Yazmak çok keyifliydi. O yüzden size keyifli okumalar diliyorum.

 

Yıldızlarınızı esirgemeyin lütfen. Sizi seviyorum:)

 

Yazar kaçar...

 

Loading...
0%