@nisanurozkan28
|
"Esracığım, sen iyi misin?" Dedim yanımda oturan Esraya. Evden çıkıp arabayla onu almıştık ama asla benim sürmeme izin vermeyen Esra sürücü koltuğunu bana bırakıp yanıma oturmuştu. Ara ara sessizce şarkılar mırıldanıyor, asla sohbetimize katılmıyordu. Yanımızda bile değil gibiydi.
"Ha?" Dedi cama dönük yüzünü bana çevirirken. Yanımızda olmadığının kanıtıydı bu ifade. Güldüm ama hafif sinir gülüşümdü bu. Bizi yanına çağırmıştı ama konuşmuyordu.
"Bu sene kupayı Türkiye alır diyorum. Sence de öyle mi?" Diye sordum dalgayla. "Bence de Türkiye alır. Sonuçta yarışmacılar sağlam." Dedi. Yarışmacılar mı? Oyuncu olacak o Esroşum. "Yarışmacılar?" Dedim sorar gibi. Aşağı yukarı salladı başını. "Siz işte." Dedi. "Ayazla sen." Diye de ekledi. Göz kırpıştırdım birkaç saniye. Arabayı durdurdum. Sahile gelmiştik. Ben o kupayı mı demiştim?! Aklıma sokmuştu. Heyecanlanmıştım, şu anda gerek var mıydı?
"Ya hadi gidelim." Dedi Sedef heyecanla. Hızlıca arabadan indi. Arkasından da Esra indi. Birkaç saniye içerisinde kendimi toparlayıp ben de indim. Arabayı kilitleyip anahtarı Esraya uzattım. "Buyur." Diye de ekledim. Gözünün önüne uzattığım anahtarı da görmeyebilirdi. Aşk sarhoşu olmuştu kendisi.
Aldı uzattığım anahtarı. Çantasına attı. Sahile doğru ilerledik. Kokladım denizin kokusunu. Özlemiştim gerçekten. Bir süre sessiz sessiz yürüdük. "Ee?" Dedi Sedef. "Hani mezuniyetimi kutluyorduk, bu nasıl kutlama?" Diye ufak bir sitemde bulundu. Haklıydı.
"N'apalım?" Diyen Esraydı. Sen çağırdın, sen bil Esra.
Kenardan geçen bir kağıt helvacı takıldı gözüme. "Kağıt helva alayım üçümüze." Dedim helvacıyı gösterirken. "Sonra bir banka otururuz, yerken sen bize ilk buluşmanı anlatırsın." Dedim tekrar onlara dönerken.
"Çok iyi olur." Derken gözleri parlayan Sedef'ti. Başını sallayıp Sedefle birlikte kenardaki banka ilerleyen ise Esra. Ben de kağıt helvacıya yürüdüm bu arada. Tam önüne gelmiştim ki telefonum titredi.
Kimden; Gamzeli
Sıkıldım.
Ne yapıyorsun?
Anında cevapladım.
Esra'nın isteği üzerine Sedef, Esra ve ben olmak üzere üçümüz sahile indik.
Bahanemiz Sedef'in mezuniyeti;)
Sen n'apıyorsun?
Asyaya dondurma alıyorum:)
Tam cevap verecektim ki Esradan gelen sesle ona döndüm. "Aa!" Demişti abartılı bir sesle. "Ayaz!" Diye bağırdı hemen sonrasında elini havaya kaldırıp sallayarak. Onun baktığı yöne baktım. Bir dondurmacı vardı. Önünde birbirine çok benzeyen iki kişi. Birisi benim paten partnerim, diğeri onun kardeşi.
Bakışlarımız kesişti Ayazla. Birkaç saniye bakıştık. Gülümsedim. Neden bilmiyorum. Yüzüne uzun süre bakınca istemsizce gamzelerini görmek istiyordum. Belki de bu yüzdendi. Ben gülümseyince o da gülümsedi. Anında gamzeleri serildi önüme. Daha da güldüm. Saçma bir şekilde elim ayağıma dolaştı. Önüme döndüm. Kağıt helva satan abiden beş tane kağıt helva aldım. Koşar adım Esra ve Sedef'in yanına ilerledim. İki tanesini ellerine tutuşturup tekrar koşar adım ama diğerine göre daha yavaş şekilde Ayaz'ın yanına ilerledim. Elimde üç tane kağıt helva vardı.
"Merhaba." Dedim neşeyle. Aynı neşeyle karşılık verdi bana. "Merhaba Defne."
Birkaç saniye bakıştık. O konuşmadı. Ben ne diyeceğimi bilemedim. Sonra elimdeki kağıt helvaları kaldırdım aramıza. "Kağıt helva?" Dedim ister misin der gibi. Lafa Asya atladı. "Olur valla." Diyerek elimden bir tane kağıt helva kaptı. Sonra da diğer elini uzatıp "Asya ben." Dedi. Başıyla Ayaz'ı işaret etti. "Kardeşiyim." Dedi.
Ayaz'ın aksine sıcakkanlı birisine benziyordu. Ama dış görünüş olarak Ayaz'ın kadın haliydi. Sapsarı saçlar, masmavi gözler ve Ayaz'ınkiler kadar olmasa da belirgin gamzeler... İkiz gibiydiler.
Bana uzattığı elini sıktım. "Merhaba Asya." Dedim içten bir gülümsemeyle. "Ben de Defne." Diyerek kendimi tanıttım. "Abinin arkadaşıyım." Diye onu taklit ettim. O da güldü. Esra'nın sesini işittim o sıra hemen arkamda. "Ayaz bu kim?" Diyordu. Üçümüz aynı anda cevapladık.
"Kardeşim." Dedi Ayaz. "Kardeşiyim." Dedi Asya. "Kardeşi." Dedim ben.
Birkaç saniye sessiz kaldı herkes bu toplu koro karşısında. Ortamı yumuşatan Asya oldu. Gerçekten abisiyle arasındaki tek fark sosyalliği olabilirdi.
"Asya ben." Dedi. Elini uzattı Sedef'e. "Sedef ben de." Diye karşılık verdi Sedef. El sıkıştılar. Asya birkaç saniye ikimize baktı. "Ablan mı?" Dedi sonra Sedef'e. Elleri ayrılmıştı. Başını salladı Sedef de. "Esra ben de." Diyerek elini uzattı Asya'ya. Elini sıktı Asya. "Memnun oldum Esra abla." Dedi. Yaş analizi iyiydi demek ki.
"Kaç yaşındasın?" Diye sordu Sedef.
"On yedi." Diyen bendim. Her lafa atlama huyumdan vazgeçmeliydim ama söyelemeden duramıyordum. Güldü Asya. "Sen nereden biliyorsun?" Dedi haklı olarak.
"Abinle konuşurken sormuştum." Dedim. "Abimle aranızda ne var?" Dedi sinsice. "Hiçbir şey." Diyen Ayazla bendik bu sefer. "Çok şey." Diyen ise Esra. Karışmasa olmazdı.
Ufaktan sen sus bakışları attım. Bir bana baktı bir de Ayaz'a. O da buna benzer bakışlar atıyordu muhtemelen. Kendi köşesine sindi bu bakışlardan sonra.
"Paten eşim." Diye açıklama yaptı Ayaz. Lafa kardeşim atladı tam o an. "Aa!" Dedi sanki ilk defa insan görmüş gibi. "Ayaz abi sen mi oluyorsun?" Büyük bir farkındalık vardı sesinde. Başını salladı Ayaz. "Merhaba Sedef." Dedi. Elini uzattı. Ne saçma bir akşamdı. Herkes el sıkışıyordu. "Beni tanıyor musun?" Dedi canım kardeşim. Ayaz'ın elini sıktı. Sevdiği bir ünlüyü gören hayran gibiydi. Ayaz ünlü müydü?
"Tanıyorum." Dedi Ayaz. "Ara ara sohbetlerimize konu oluyorsun." Muhabirlere bilgi verir gibi konuşuyordu. Gerçekten mi ünlüydü yoksa?!
Elleri ayrıldı bu noktada. Mutlu mutlu güldü Sedef. En tip bakışımı attım ortama. Ayaklarım da ağrımıştı. Oturamamıştık bir yere. Bu saçma el sıkışma muhabbeti bitmeliydi.
Ayaz'a boş olan elimi uzattım. Bir elimde hala kağıt helvalar vardı. Diğerleri çoktan yarısını bitirmişlerdi helvanın. "Defne ben." Dedim alayla. Güldü Ayaz bu halime. "Ayaz ben de." Diyerek de ayak uydurdu ama. Elimi sıktı. Güldüm bu haline. Dikkate almasını beklemiyordum. Elimdeki kağıt helvalardan birini ona uzattım. "Al artık da oturalım bir yere. Ayaklarım şişti." Dedim.
Aldı elimdeki kağıt helvayı hemen. "Nereye oturacağız?" Diyen Asyaydı. Haklıydı. Beş kişiydik. Beş kişilik bank mı vardı?
"Tam olarak sahil kenarına." Dedi Esra. Denize doğru yürüdü. Anlamsız anlamsız baktık birkaç saniye arkasından. Kaldırımın sonunda durunca bize döndü. "Gelsenize." Dedi. Kaldırıma oturdu hemen ardından. Ayaklarını aşağıya sarkıttı. Gülümsedim bu hareketine. Hemen yanına gittim. Sol tarafına oturdum. Benim yanıma Ayaz oturdu. Esra'nın sağına Sedef, onun yanına Asya oturdu.
"Eee." Dedim imalı imalı Esraya bakarken. "İlk buluşman nasıl geçti?" Dedim. Güldü bu soruma. Ama bayağı o anı düşlediği için mutlu olduğunu belli eden bir gülüştü.
"Önce bir kafeye gittik." Dedi. "Kahve söyledik." Alt yazı geçti sonra. "Kahve içmeyi çok seviyormuş." Aşık aşık baktı kağıt helvaya. Aşk, ne güzel şeysin sen. "Normal normal sohbet ettik aslında ama bana ilgisi olduğunu çok güzel belli etti." Dedi. Ayaz lafını böldü. "Ne dedi mesela?"
"Manzarası çok güzeldi kafenin." Diye giriş yaptı açıklamasına. "Manzara ne güzel değil mi? Diye sordum. O da manzaraya gözünün ucuyla bile bakmadan evet, çok güzel. Dedi mesela. Bana bakıyordu." Dedi. Ben bile etkilenmiştim yalnız bu cümleye. Vay vay, Melih'e de bak sen.
"Vay be!" Dedi Ayaz. "Melihime bak be." Dedi. Melihim? "Melihine mi?" Dedim şaşkınlıkla. Başını salladı. "Biz uzun süredir arkadaşız Defne. Sizin yanınızdayken tanımıyormuşuz gibi davrandık." Dedi. Kaşlarımı çattım. Ne alaka, niye yaptınız bunu? Suçlu suçlu havaya kaldırdı ellerini. Bir elinde neredeyse bitirmek üzere olduğu kağıt helvası vardı. Komik bir görüntüydü. Hafif bir tebessüm ettim bu yüzden. "Melih'in fikriydi. Tepkinizin komik olacağını düşündü, ki komik!" Dedi. Güldü sonra. Gerçekten güldü.
Esaraya baktım. Alık alık Ayaz'a bakıyordu. Ki muhtemelen ben de sinirli ve şaşkın bir cüce gibi bakıyordum. Ayaz'a baktım. Hala gülüyordu. Sesli bir şekilde kahkaha atarak hem de. Ben de güldüm sonra. Sedef ve Asya da bu anı bekliyor olmalılar ki onlar da güldüler. Sevgili Esra ise olayı doğru düzgün anlayamamıştı muhtemelen.
Birkaç dakika sonra ortalık duruldu. Kağıt helvalarımız bitmişti. "Bu arada." Dedi Esra. Bu sefer imalı sırıtış ondaydı. "Buz pistinin havası da baya güzeldi bugün. Ayrı bir hava vardı yani." Dedi. Gülümsedim.
"Biz indik piste. Tozu pası kalmadı." Dedi Ayaz. O da mutluydu. Ben de mutluydum. Herkes mutlu olmalıydı. Pist yıldız görmüştü.
"Maşallah maşallah." Dedi Esra yine abartılı bir şekilde. "Nasıl da güzel bir çift." Dedi. Sonra konuşma hızını iki katına çıkarıp "inşallah düğününüzü de görürüz." Dedi. Lüzumsuzdu.
"Esra!" Diye çığlık attım. "Yok artık!" Dedi Ayaz. "Saçmalama." Diye devam ettim ben. "Hayal kurma." Dedi Ayaz. Döngüyü Sedef bozdu. "Ne dönüyor burada?"
"Hiçbirr şey." Dedim ben. Kafa salladı Sedef. He he der gibi elini salladı Esra. Eline ufak bir tokat attım. Hak ediyordu.
Ayazdan ince bir esneme sesi geldi bu noktada. Yorgundu. Bütün gün kollarında, sırtında, omzunda ve bacaĝında taşımıştı beni. Onun esnediğini duyunca ben de esnedim tabii. Esnemek bulaşıcı bir hastalıktı.
"Çok mu yoruldunuz?" Dedi Esra. Gözlerim kapandı kapanacaktı. Başımı salladım o yüzden. "Gidelim o zaman." Diyerek ayaklandı Sedef. "Sonra görüşürüz Asya." Diyerek Asya'ya el salladı. Bana yaklaşıp elini uzattı. Tutup ayaklandım. Ayaz'a dönüp gülümsedim. "Sabah görüşürüz." Derken Esra'ya elimi uzatıyordum. Esra da ayaklandı. Arabamıza binip eve gittik sonra.
Arabadan inip Esra'ya da "Görüşürüz." Dedik be eve doğru yürüdük. Hiç merdiven çıkmak istemiyordum ama mecbur çıktım. Kapıya gelir gelmez zile bastı Sedef. Annemin gelmesini beklerken bana sarıldı. "Teşekkür ederim." Dedi. Hafufçe kaşlarımı çattım. Fazlasına mecalim yoktu. "Ne için?" Diye sordum. "Onca yorgunluğunun arasında beni mutlu etmeye çabaladığın için." Dedi. Kapı açıldı o sıra. Gülümsedim. Eve girdik beraber. Kimseye hiçbir şey demeden odama gittim. Ve pijamalarımı giyip kendimi yüzüstü yatağa attım. Hatırladığım son şey annemin üstümü örtmesiydi.
⛸️
"Tamam Esra." Dedim bıkmışta. "Anladım, tamam." Kendisi şu anda artık Ömer'den ayrılmam gerektiğini söylüyordu. Bunun için taktik verip duruyordu. Hatta istersen dinlenme odasına götürüp seni çağırayım diyerek planını bile kurmuştu.
"Ne var canım?" Dedi. "Yardım ediyoruz şurada." Soyunma odasından çıkmıştık. Bu sefer tüm tesis güne erken başlamıştı. Çünkü yeni, küçük patenciler gelecekti. Bazı patencileri onlara antrenör olarak verceklerdi.
"Defne!" Diye bağıran ses Ayaz'a aitti. Bayağı endişeliydi. Hızlıca yanımıza geldi. "N'oldu?" Dedim. "Her yerde küçük küçük insanlar var!" Dedi yine dehşetle. Ama aynı zamanda gülmek ister gibi bir ifadesi de vardı. Dalga geçiyordu.
Güldüm o yüzden. Ama ayak da uydurdum. "Biz onlara çocuk diyoruz. Fazla hareketlidirler, dikkat et. Böcek gibi ezebilirsin." Dedim. O da güldü bu sefer.
"Günaydın." Dedi ikimize de hitaben. Başımı salladım. "Günaydın." Dedim. "Sana da günaydın." Dedi Esra. Telefonuyla mesajlaşıyordu. Muhtemelen Melihti.
Umursamadan Ayaz'ın yanından geçip yürüdüm. Birkaç adım sonra yanımdaydı. "Çok kişiler mi?" Dedim. Başını salladı. "Otuza yakın çocuk var. Seçmeler varmış bugün." Dedi.
Kenara oturduk. Patenlerimizi giydik. Piste ilerledik. Tam iniyorduk ki bir müzik çalmaya başladı. Pek anlam veremedik. Piste indik. Biraz kaydık derken Ebru hoca karşımızda belirdi. Patenlerinin üzerinde bu tarafa geliyordu. Ellerini havaya kaldırıp iki kez alkışladı. Dikkat toplamak ister gibi bir hali vardı. Öyle de yaptı. Dikkatler ona döndü. Etrafta dolaşan küçük çocuklar dahil bütün ekip Ebru hocaya döndü. "Bugün seçmeler yapılacak dedik çocuklar, biliyorsunuz." Dedi. Onaylayan sesler çıktı topluluktan. "Biraz erteleyeceğiz. Öğleden sonraya kalacak seçmeler." Diye devam etti. Kaşlarımı çattım. Nedenini anlayamamıştım. Ortamdan üzülen ve hayal kırıklığına uğrayan sesler çıktı. "Konuşmak istediğiniz bütün abla ve abilerinizle konuşabilirsiniz." Dedi. Bir eliyle bizi gösterdi. "Onlar hariç." Dedi. Yanına çağırdı. Yanına kaydık. Ne oluyordu şu an?
Beni göstedi ilk. "Bu ablanızın adı Defne." Ayaz'a döndü sonra. "Bu abiniz de Ayaz." Diye tanıttı bizi. "Onlar artistik buz pateni yarışmasında Türkiyeyi temsil edecekler. Provaları var. Dikkatlerini dağıtmayın sakın." Diye uyardı herkesi.
Hayranlıkla bize bakan yüzler yakaladım küçüklerin arasında. Ufak fısıltılar duyuldu ortamda.
"Aaa!" Diyordu birisi. "Ne kadar güzel." Diyen vardı. "Keşke ben de yapsam." Diyeni duydum. "Büyüyünce ben de katılacağım." Dedi birisi de. Gülümsedim. Yarışmayı kazanamasak bile bazı kişilere umut olmak, ışık olmak güzel hissettiriyordu. Mutlu oluyordu. Ayaz elimi kavradı o sıra sıkı sıkı. Heyecanlanmıştı. Bu hareketi o zamanlarda yapardı.
"Hocam!" Dedi bir kız çocuğu. "Provaları bittikten sonra konuşsak olmaz mı?" Dedi hafifçe yalvararak. Tam Ebru hoca cevap verecekti ki lafa ben atladım. "İlk biş zamanımızda yanımıza gelebilirsiniz." Dedim. Ayaz'a baktım yine de emin olmak için. Kararımı destekler şekilde göz kırptı. Gülümsedim. Ebru hocaya baktım, bir sorun var mı diye. O da başını hafifçe iki yana salladı. Sorun yok. Demekti bu da. Daha çok gülümsedim.
Ufak birkaç kahkaha sesi geldi. Heyecanlı kıkırdamalar eşliğinde.
"Tamam, dağılın!" Dedi Ebru hoca. Herkes ortalığa dağıldı. Ortam biraz daha sessizleşti. Bu sefer başka bir yere döndü Ebru hoca. Piste uzak bir yerdi. Bir işaret verdi. Çalan müziğin sesi durdu. Baştan başladı ve biraz daha yükseldi. Hafif bir tebessümle bize döndü Ebru hoca.
"Bugün müzikli çalışacağız. Girişinden çıkışına kadar." Dedi. Dün neredeyse bütün hareketli çalışmıştık. Ara ara talihsiz kazalar yaşanmıştı. Sorun yoktu. Pistin etrafında yan yana bir tur döndük. Müziğin yükseldiği yerde ellerimizi ayırıp havaya kaldırdık. Sahbeye selam verir gibi. Pistin ortasına ilerledik. Ayaz arkada ben önde olmak üzere dün çalıştığımız pozu verdik. Müzik biraz duruldu. Sonra farklı bir müzik çalmaya başladı. Biraz hareketli ama yine de sakin bir şarkı. Dün çalıştığımız hareketleri yapmaya başladık.
Bacağımı ele ele tutuştuğumuz kolumuzun üstüne attım.o yavaşça elimi bırakıp bacağımı kavradı. Hafifçe arkamı dönerken diğer eliyle de kolumu tuttu ve beni çevirip tuttuğu dizim yere gelecek şekilde bıraktı. Tekrar ayaklandık. Birbirimize bakacak şekilde birkaç saniye kaydık ve beni kendi etrafımda döndürdü. Ben bir elimle onun yüzüne dokunur gibi yaptım. O da aynı şekilde benim yüzüme. Müziğin sesi kısıldı bu noktada. Ebru hoca yanımıza gelip hareketi biraz daha seri yapmamız gerektiğini, Ayaz'ın beni yere bırakırken biraz daha dönmesi gerektiğini söyledi. Böyle böyle eksikleri kapatıyorduk. Prova böyle böyle devam etti.
Yaklaşık bir saat sonra müzik tekrar en baştan başladı. Bütün hareketleri eksiksiz yerine getirmeye çalıştık. Ortam provalarımıza göre bayağı bir sessizdi. Sonuna kadar yaptık dansı. Yavaştan bir alkış sesi duyuldu. Sonrasında ise arttı alkış sesleri. Islıklar doldurdu spisti. Birkaç tebrik cümlesi duyduk. Medem ilk izleyicimiz bunlardı. İlk selamımızı da onlara verirdik. Ayaz'a baktım. Ayaz bana baktı. Anladı ne yapmak istediğimi. Elimi tutup beni kendi etrafımda bir tur döndürdü. Elini bırakıp öne doğru kaydım. Yere doğru çökerek selamımı verdim. Tekrar Ayaz'a ilerledim. Tekrar bir tur döndürdü beni. Aynı hareketi yaptım. Ama bu sefer tam zıt tarafa. Ayaz'a tekrar dönerken seyircilerimize ufak bir kalp de göndermiştim.
Tekrar alkışlandık. Gururum okşanıyordu. Bayağı hoş bir duyguydu.
Ayaz'a doladim kollarımı. O da benim belime doladı ellerini. Nefes nefese kalmıştık ama deyecekti bu kadar çalışmamıza. Ben inanıyordum başaracağımıza. İnanmak, başarmanın yarısıydı.
⛸️
"Defne abla imza atar mısın?" Diyen minik kıza gülümsedim. "Atamam." Dedim şirince. Ünlü falan değildim. O kadar da abartılmamalıydı bu durum. "Ya ama neden?" Dedi heyecanı biraz sönerken. Burnunu baş parmağım ve işaret parmağım arasına sıkıştırıp hafifçe çektim. "Çünkü Melisciğim," dedim. "Ben bir ünlü değilim."
Saat öğlen ikiydi şu an. Öğle yemeğinden sonra boş bırakmıştı Ebru hoca. Yarın izinliydik ama sonraki gün çok farklı bir düzene başlayacakmışız ve sonra o düzende devam edecekmişiz. O yüzden dinlenmemiz gerekiyormuş.
Pek dinlendiğimiz söylenemezdi gerçi. Buz pistine en yakın tribünde, ikinci katındaki koltuklarda oturuyorduk. Başımıza; seçmeleri biten çocuklar gelip tanışıyor, bizimle kısa sohbetler ediyorlardı. Bir ara kalkıp Ömer'in yanına gitmeye çalışmıştım ama minik hayranlarımız izin vememişlerdi. Yedisinden on beşine kadar yaşları olan kişilerdi. Ve çoğunu çok sevmiştim.
Yorgundum ama. Normalde mola vere vere bir güne sığdırdığımız hareketleti sabahtan öğlene kadar hiç molasız üç kez tekrar etmiştik. Bedenim yorgundu ama zihnim her şeye rağmen mutluydu. İşimi seviyordum.
"Abla nasıl bu kadar başarılı oldunuz?" İşte bu soru ilk kez sorulmuştu. Soran kişi ise ya on ya da on bir yaşında bir erkek çocuğuydu. Ben, çalışarak diyecektim ama Ayaz kaptı lafı. "Pes etmeyerek ve inanarak." Dedi gülümserken. "Önemli olan hiçbir zaman çalışmak değildir." Dedi öğüt verir gibi. "Azimli çalışmaktır, inanmaktır. Düşsen, yıkılsan bile tekrar ayağa kalkıp meydan okumaktır." Dedi. Kabul ediyorum ki bu cümlelerle ben bile gaza gelmiştim. Etkileyiciydi de. Etrafımızdaki birkaç çocuğa da öyle gelmiş olmalı ki gözleri ışıldayarak Ayaz'a bakıyorlardı. Ben de aynı bakışı atmak isterdim ama pek mümkün olmadı. Çok tanıdık bir ses ortamı doldurmuştu çünkü.
"Abla!" Diyordu Sedef. Onun burada ne işi vardı? Şaşkınlıkla sesin geldiği yöne döndüm. Bıkkınlık dolu bir telaşla benim yanıma geliyordu. Oturduğum yerden ayaklanıp aşağı indim. Arkamı dönüp çocuklara el salladım. Onlar da heyecanla ve sevinçle bana karşılık verip el salladılar. Pozitif enerji dolmuştu tesis.
Sedef'in yanına gittim. "Ne arıyorsun burada?" Dedim hafif sinir ve bolca şaşkınlıkla. "Seni." Dedi. Ciddi olamazdı. Göz devirdim.
"Ablacığım." Dedi tatlı tatlı. O kişinin ben olduğumu onaylayan bir ses çıkardım. "Elbise almamız lazım." Dedi. "Müsait misin?"
"Niye ki?" Dedim. "Annemin isteği ,zorlaması, üzerine mezuniyetim için elbise alacağız." Dedi. Bence annem haklıydı. Sedef fazla hevessizdi. Ben de ilk başta söylemiştim almasını ama istememişti. Ben de zorlamamıştım.
"Boş musun?" Dedi yine. Başımı salladım. "Hazırlanayım, gidelim." Dedim. "Tamam." Dedi.
Arkamı dönüp soyunma odalarına ilerlerken Ayaz'ın "Sedef!" Dediğini duydum. "Gelsene." Dedi sonra. Sedef'in gülüşü işittiğim son şeydi.
Soyunma odasına girip dolaba ilerledim. Elime aldığım patenleri dolabımın altına yerleştirdim. Tişörtümü ve pantolonumu çıkardım. Kenardaki kabine geçip badimi ve taytımı çıkatıp onları giydim. Saçlarımı düzelttim.
Tekrar dolabımı açıp kıyafetlerimi içine yerleştirdim ve çantamı alıp kapattım. Odadam çıkıp tribünlerin olduğu yere ilerledim. Oraya gittiğimdeyse Sedef ve Ayaz'ı gülüşüp sohbet ederken buldum. Tebessüm ettim bu görüntüye. Huzurlu bir ortamdı.
⛸️
Şu anda bir mağazadaydık. Sedef buz mavisi bir elbise denemiş, karşımda dikiliyordu. Güzeldi ama yeteri kadar şık değildi.
Keşke ben de buz mavisi olan pistimde kayıyor olsaydım şu anda.
Çok sıkılmıştım. İki saattir Sedef'in yok ya bu olmadı. Bu güzel değil. Bana yakışmadı. Bunu almayalım. Dediği bir yığın elbiseyi deneyişini izlemiştim. Kendisinin gerçekten alışveriş yapmaması gerekiyordu bence. Mümkün olamayacak derecede kararsız bir insandı. Ofladım.
"Olmadı." Dedim bıkkınca. "Ten rengine uyumlu değil." Dedim. Kafa salladı. "Bence de." Dedi. Cıkladı. "Yok." Diye devam etti. "Olmaz bu." Dedi sonra da. Ben ne demiştim?
Etrafa bakındı. Ama bir şeyler bulamadı. Ben de ayaklandım. Reyonların arkasına dolandım. Gözüme bordo bir elbise takıldı o sıra. Çok şık bir elbiseydi. Gülümsedim. Alıp onun göreceği şekilde havaya kaldırdım. "Bu olur ama!" Dedim.
Bana baktı. Elimdeki elbiseye baktı. Gözleri ışıl ışıl paraldı. Gülümsedi o da. Koştur koştur yanıma grldi. Yüzüme bile bakmadan elimdeki elbiseyi kapıp yine koşarak kabine gitti. İki dakika sonra kabinden çıktı yine. Mükemmel bir elbiseydi. Çok da yakışmıştı canım kardeşime. Başımı salladım oldu bu oldu modunda.
Gülümsedi bana. "Bence oldu." Dedi. "Çok güzel oldu hem de." Diye karşılık verdim. "Alıyoruz." Dedi kendinden emin haliyle. Tekrar kabine girdi. Elbiseyi çıkardı kasaya gittik. Allah'ım çok şükür.
"Hoşgeldiniz hanımefendi." Dedi kasadaki kadın gülümseyerek. "Hoşbulduk." Dedi sevgili kardeşim. Elbiseyi aldı. Alarmını çıkardı. Kasadan geçirdi. Fiyatını söyledi. Sedef ödedi. Derin bir nefes verdim bu süreçte. Mağazadan çıktık diye halay çekebilirdim. İki saattir neyin alışverişini yapmıştık sanki. Alacağımız şey bir tane elbiseydi ya, BİR!
Arabaya bindik hemen. Yanıma oturdu Sedef. Ayaz'ın arabasındaydık. Çünkü Ayaz toplu taşımada sürünmemizi istememişti. Zorla elime tutuşturmuştu anahtarı. Sen eve nasıl gideceksin? Dediğimde de Tesise gelir, beni alırsın tekrardan. Demişti. Tesise gidiyorduk o yüzden şu anda.
Farklı bir yolda olduğumuzu anlayan Sedef, kaşlarını çatarak "Nereye?" Diye sordu. Uçuruma gidiyoruz Sedef. Seni aşağı atayım diyorum.
"Tesise." Dedim umursamazca. Ne var bunda? Der gibi bir halim vardı. Anlamışça başını salladı. "Ha." Diye ekledi bir de. O sıra tesise giden dönüşe gelmiştik. Tam dönmüştüm ki yol kenarında tanıdık bir yüzle karşılaştım. Ama çok aniydi. Beklemiyordum. Algılayamadım o yüzden bir süre. Birkaç saniye sonra hemen sağa çektim arabayı. Dikiz aynasından arkaya baktım, doğru mu gördüm diye. Doğru görmüştüm. Koşarak arabaya geliyordu kendisi. Arka kapı açıldı. Arabaya bindi, güzelce kuruldu olduğu yere. Sonra bakışlarımız kesişti. Beni değil de abisini görmeyi bekliyordu muhtemelen. Asyaydı bu. Gülümsedim.
"Merhaba." Dedim. "Merhaba." Dedi o da şaşkınlıkla. Bana bakarken açık kalan kapıdaki eliyle kapıyı kapattı. "Defne abla?" Dedi. Atamamıştı şaşkınlığını, belli. "Efendim ablam?" Dedim yine gülümserken. "Senin burada ne işin var?" Dedi. Bu sefer sağımda kalan koltuğa baktı. Sedef'i görünce daha da şaşırdı. "Sedef!" Dedi şokla. Sedef de gülüyordu ama bu şaşkınlığa. "Asya!" Dedi onu taklit ederek.
"Abim nerede?" Dedi yine aynı ifadesiyle. Arabayı çalıştırdım. "Dağa kaldırdım abini." Dedim işi şakaya vurarak. Asya ciddiye aldı ama bu çıkışı. "Ne!" Dedi. "Hangi dağ?" Diye de ekledi. Sanki söyleyeceğim.
Kahkaha attım bu sefer. Sedef de bana katıldı tabii. Tesise gelmiştik bu süreçte. Ayaz tesisin önünde dikiliyordu. Arabadan indim. Benimle aynı anda Sedef de indi tabii. Hemen arka koltuğa kuruldu. Ben de aynı hızla az önce Sedef'in oturduğu koltuğa oturdum. Tam ben kapıyı kapatırken Ayaz bindi arabaya. "Hani dağa kaçırmıştın?" Dedi Asya. Daha ayılamamıştı sanırım şakaya. "Kimi?" Dedi Ayaz olayı bilmediği için. "Seni." Dedi Sedefle Asya aynı anda. Bu sefer kaşlarını çatan Ayazdı.
"Kim kaçırmış beni dağa?" İlk kırmızı ışıktaydık. Ayaz sağ olsun yeni bir yol öğrenmiştik. Buradan sağa dönünce hiç ışık olmadan eve çıkıyordu yol.
Aynı ikili cevap verdi yine. Ama iki farklı şekilde.
"Defne ablam!" Dedi Asya dehşetle. "Ablam." Dedi Sedef keyifle.
Güldüm yine. Ama açıklamasını da yaptım bu sefer. "Asya sen iyi misin?" Başını salladı. "Neden bu şakayı ciddiye aldın o zaman?" Dedim. Arabada ufak bir sessizlik oldu. Cevap veremedi. O da bilmiyordu sanırım nedenini.
"Bir dakika şimdi?" Diyen Ayazdı. "Ben seninle dağa mı kaçmışım?" Dedi. Minik bir kahkaha attım. "Hayır." Dedim. "Ben seni kaçırıp dağa kaldırdım." Diye devam ettim. Biz ne konuşuyoruz şu an?!
"Sen neden beni kaçırdın peki?" Diye devam etti Ayaz. Hadi biz konuştuk diyelim. Sen neden ciddiye alıyorsun Ayaz!?
"Canım sıkılmış. Heyecan olsun diye." Dedim. Kendi kendime kaos içeren hareketler yaptım. "Aksiyon!" Dedim. Bizim ev görünmüştü.
Kahkaha attı Ayaz. Ben de devam ettirdim tabii ki. Gülmeye yer arıyordum çünkü.
Araba durdu. Sedefle aynı anda indik. Kapıyı kapatmadan önce son kez Ayaz'a bakıp el salladım. "Görüşürüz." Yarın görüşemeyecektik muhtemelen. Ama olsun.
O da bana el salladı. "Görüşürüz."
⛸️
"Anne, ayakkabılarım nerede!" Evde muazzam bir kaos vardı. Sedef yana yakıla hazır olmaya çalışıyordu. Annem yetişemeyeceğiz diye gergindi. Babam annem gergin diye gergindi. Ve ben odamda ,herkesten uzakta, makyaj yapıyordum.
Sedef'in mezuniyetine hazırlanıyorduk.
"Nereye koyduysan oradadır Sedef!" Dedi annem. "Ben bu evde yaşamıyorum, bana sorma!" Diye de devam etti azarına. Biraz daha allık sürdüm burnuma.
Babam bağırdı bu sefer. "Hadi artık. Çıkalım!" Yatağın üzerindeki çantamı da alıp odadan çıktım. "Ben hazırım!" Dedim. Sedef hala ayakkabı dolabında ayakkabı arıyordu. İki gün önce yatağının altına koyduğundan haberi yok muydu?
Onun odasına girip ayakkabıyı aldım. Yanına gidip kutuyu ona uzattım. "Teşekkür ederim abla!" Dedi rahatlamış bir sesle. Kutuyu elimden çekip aldı. Beyaz, bağlamalı bir ayakkabıydı. Ben de kenara koyduğum siyah stilettolarımı aldım. Midi boy, siyah bir elbise giymiştim. Saçlarımı arkaya doğru hafifçe tutturmuştum. Sedef de maşa yapmıştı kendi saçlarına.
Ayakkabılarımızı giydiğimizde yine muazzam bir kaos eşliğinde evden çıktık. Okul biraz uzaktı. Yarım saate yakın sürecekti varışımız. Saat on iki buçuktu. Yani asla geç kalmamıştık. Bizimkiler boşuna evham yapıyorlardı.
Şuradan mı döneceğiz, buradan mı gideceğiz, nerede bu okul? Nidaları eşliğinde mezuniyete vardık. Sedef zaten okula girer girmez ortadan kaybolmuştu.
Yaklaşık yarım saat sonra mezuniyet yapılacak bahçe tıklım tıkış olmuştu. Kürsüye çıkıp konuşan öğretmenle birlikte uğuldayan sesler azalmış, mezuniyet töreni başlamıştı.
"Sayın müdürüm, sevgili öğretmen arkadaşlarım, sayın velilerimiz ve canımız, öğrencierimiz!" Diyen klasik hitapla başladı bir kadın öğretmen konuşmaya. "Hepiniz hoşgeldiniz!" Dedi coşkuyla. Büyük bir alkış tufanı koptu ortamda. "Bugün burada on ikinci sınıf öğrencilerimizin mezuniyet töreni için toplandık." Diye açıklama yaptı. Bence bunu burada bulunan herkes biliyordu. "Öğrencilerimizin hepsini yerlerine oturmak üzere buraya çağırıyorum." Deyip hafifçe arkaya çekildi. Yine bir alkış tufanı koptu tabii. Aynı süreçte bir şarkı çalmaya başladı. Öğrenciler arkamızdan sıra sıra yürüyerek yerlerine oturdular. Ara ara ailesine el sallayanları yakalamıştık. Sedef de geçerken ufak bir öpücük atmıştı bize. Tekrar konuşmaya başladı öğretmen.
"Hepsini ayrı ayrı tebrik ediyorum." Dedi. "Şimdi ise konuşma yapması için okulun birincisini kürsüye davet ediyorum." Yine bir alkış tufanı koptu. Tatlı, minnoş bir kız kürsüye çıktı. Boğazını temizledi.
"Merhaba." Dedi çekingence. Sonrasında da duygusal mı duygusal bir konuşma yaptı. Dört yıldır burada yakın olduğum arkadaşlarım, şakalaştığım hademe ablalarım, çok sevdiğim öğretmenlerim... şeklinde yapılan bir konuşmaydı.
"Dilara'ya teşekkür ederiz." Dedi aynı öğretmen kürsüye çıkarken. "Şimdi." Dedi. "Dönemin birinci, ikinci ve üçüncüsü olan öğrencileri davet ediyorum sahneye." Diye ekledi. Kenarda duran kütüğü göstedi. "İsimlerini kütüğe çakmak üzere; dönem birincisi Dilara Büyük," büyük bir alkış koptu. Dilara tekrar sahneye çıktı. "Dönem ikincisi Sedef Yıldırım," tekrar büyük bir alkış koptu ve Sedef ayağa kalktı. Ufak bir baş selamı verdi oturan herkese. Sahneye çıktı, Dilara'nın yanına gitti. Yanımda birisini hissettim o sıra. Belimi tuttu. Sedef'e el salladı. "Pardon." Dedi bize dönerken. "Geç kaldım." Ömerdi bu şahsiyet. Keşke olmasaydı. Sevgili olduğum zamanlarda , ki hala ayrılamadığım için teknik olarak sevgilimdi, mezuniyetine davet etmişti Sedef. Abisi olarak gördüğü için.
Öncelikle geç kalmamıştı. Ama keşke geç kalsaydı.
"Nasılsın?" Diye sordu ben hiç konuşmayınca. Tip tip suratına bakıyordum çünkü. Öğretmen, birisini daha davet etti sahneye. "İyiydim." Dedim en iğneleyici şekilde. Ama sonra ondan biraz uzaklaştım. Sedef'in mezuniyetinde olay çıkartmak istemezdim.
"Ben de iyiyim sağ ol." Dedi o da. Sormadım. Desem yüzüne yüzüne. Ya da merak etmiyorum. Desem... olmaz mıydı?
Derin bir nefes verdim diyemediğim için. Lanet olsun ki Sedef'in mezuniyetindeydik. Yoksa onu gördüğüm ilk yerde ayrılma sözüm vardı kendime ama.
Tek tek diplomalarını verdiler. Hevesle koşarak yanımıza geldi. Koşarken Ömer'i görmüş olacak ki önce kendine sövdü sonra da sahte gülümsemesini takındı. "Ömer abi!" Dedi. "Hoşgeldin." Ömer de tatlı tatlı gülümsedi. Elindeki çiçek buketini uzattı Sedef'e. "Hoşbuldum Sedef." Dedi. "Mezuniyetin kutlu olsun." Diye de devam etti. Gerçekten elindeki her fırsatı kullanıyordu. Değmeyecekti bu kadar uğraştığına. Ayrılacaktım. Çünkü her ne kadar beni kazanmaya çalışsa da Ceren'i de kaybetmeye çalışmıyordu.
Önce bir bana baktı Sedef. Bir saniye sürdü. Dikkat çekmek istemedi muhtemelen. Çiçekleri aldı. Gülümsedi. Samimi bir gülümsemeydi. Kızmadım ona. Çünkü koca bir buket papatya almıştı. En sevdiklerimden... Ve tabii ki hiçbir kız çiçeğe karşı koyamazdı. İşini biliyordu ama yemezlerdi.
"Teşekkür ederim." Dedi. Çok şükür babam atladı lafa. "Aferin benim kızıma." Dedi. Gülümsedi, Sedef'i kolunun altına aldı. "Gurur duyuyorum seninle." İşte bu cümle Sedef'in otuz iki diş sırıtmasına yetti. Omuzları daha da dikleşti. "Haydi ailecek bir yemek yiyelim." Diye devam etti babam. "Kutlayalım bunu."
"Çok iyi olur babacığım." Dedi Sedef. "Ama," diye de ekledi. "Mezuniyet bitmeden çıkamam. Daha kep atma töreni var." Başını salladı babam. "Bekleyeceğiz mecbur." Dedi.
Kaşla göz arasında kenara çektim Ömer'i. Bir masa vardı arkamızda. Yiyecek içecek doluydu.
"Bak Ömer," dedim bir elim hafifçe havaya kalkarken. "Ben senden ayrılıyorum." Dedim. Konuşacaktı ama izin vermedim. Genzim yanıyordu zaten konuşurken. Tek seferde döktüm içimi. "Çaresi yok, gelmez. Sevmiyorum artık seni. Görmek de istemiyorum. Git." Dedim. Ekledim sonra. "Lütfen." En kibar haliyle buydu yaşananlar. Yutkundu. Bir şey diyemedi önce. Eline arkadaki bardaklardan birini alıp kafasına dikti bardaktaki suyu. "Ben buraya Sedef için geldim." Dedi. Bahaneye bak! "Her ne kadar sevgililiğimizde tanışmış da olsam değer veriyorum ona." Ne yazık ki öyle. "Kardeşim gibi o benim. Bırak mezuniyetini kutlayayım."
Derin bir nefes verdim dışarıya. "Eğer ki," diye girdim söze. İşaret parmağımı tehdit maiyetli havada tutuyordum. "Bana veya annemle babama bulaşacak olursan rezilliklerinin hepsini tesise yayarım." Diyerek son sözümü söyledim. Konuşurken dilim damağım kurumuştu. Elimi boğazıma attım o yüzden. Tanıyordu beni. Bir bardak su uzattı bana. Ben de kafama diktim. Başını salladı kabullenerek. "Kendine iyi bak o zaman." Dedi. Bu kadar kolay olmasını beklemiyordum. "Sen de." Dedim yarım ağız. Tekrar ailemin yanına döndüm.
Bir yarım saat sonra Sedef ondan geriye sayıp kep attı. Tekrar neşe içinde yanımıza geldi. Ama gözü arkadaki birine takılmış olacak ki o tarafa doğru bakıp güldü. "Asya!" Diyerek o tarafa koştu. Hızla arkamı döndüm. Ama görmek istediğim yüz orada değildi. Asya tek gelmişti. Onun yerine baktığım yerin on adım ötesinde Ömer vardı. Yüzümü astım birkaç saniye. Toparladım sonra. Ben de Asya'nın yanına gittim. Ama üzerimde inanılmaz bir ağırlık vardı. Esnedim Asya'ya sarılırken. Gözlerimi zorla açık tutmaya başlayınca tuvalete gittim. Elimi yüzümü yıkadım ama gram değişiklik olmamıştı. Göz kapaklarımı tutamaz olduğum an yanımda bir silüet belirdi ama tam seçemedim.
Sonrası derin, sessiz, kuyu gibi bir karanlıktı...
⛸️
Bölüm sonuna hoşgeldiniz canlar.
İçinize soğuk bir su serpildi değil mi? Doğru söyleyin. Allah'ım çok şükür ayrıldı diyorsunuz içinizden değil mi?
Evet, çok güzeller. Biliyorum:)
Yıldıza basmayı unutmayalım efendim.
Lütfen;)
Haftaya pazar günü görüşmek üzere. Bu bölümü erken attım bu hafta. Keyifli okumalar...
Yazar kaçar...
|
0% |