Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5.Bölüm

@nisanurozkan28

"Sen salak mısın Ömer!" Diye sordum. Çünkü şu anda bulunduğumuz durumda sorulabilecek en makul soru buydu.

 

Bir dağ evindeydik. DAĞ EVİ! Hem de Ömerle yalnız başıma. YALNIZ!

 

Neymiş efendim aramız düzelsinmiş. İnanamıyorum ya. Ne işimiz var bizim dağ evinde?! Benim dediğim her şeyin gerçekten yaşanmasına gerek var mı yani?

 

Yaklaşık yirmi dakika önce uyanmıştım. Keşke uyanmasaymışım. Suyuma uyku ilacı katan bir pislik yüzünden kaçırılmış ve aynı pislik yüzünden dağa kaldırılmıştım.

 

Allah da beni kahretmesin! Bir daha ağzımı açıp bir şey dersem ağzıma pul biber falan sürsünler benim. Tövbe bir daha konuşursam! Medyum muyum ben ya!

 

"Ömer biz kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz ya!" İnanamıyordum gerçekten. Bunlar kabus olmalıydı. Şimdi uyanmalıydım ve kan şekerim falan düştüğü için hastanede olmalıydım.

 

"Dağa kaçırmak ne, sen dağ ayısı mısın!" Cidden soruyordum bu soruları. Çünkü HAKLIYDIM!

 

"Vakit geçirelim, aramız düzelir diye..." demesine kalmadan oturduğum koltuktan başımı tuttum. "Ay, tamam, sus!" Dedim. Bir süre sessizlik oldu. Soba falan vardı bir de evde. Bu sıcakta!

 

"Ömer benim hazırlanmam gereken bir yarışma var. Ömer!" Dedim. "Sen beni çıldırtmak mı istiyorsun Ömer!" Gözüm tekrar sobaya takıldı. Hiçbir şey sorun değildi de bu soba sorundu şu an. Takmıştım kafaya çünkü.

 

"Ya bir de yaz ayındayız! Sobalı dağ evine getirmişsin beni geri zekalı!" Dedim. Hiç konuşmuyordu. Haksız olduğunun farkındaydı çok şükür.

 

"Allah aşkına saçmalama da gidelim buradan." Diyerek ayaklandım. Cıkladı. "Gidemeyiz?" Dedi. Sinir tepeme vurdu. Ne demek gidemeyiz ulan!

 

"Ya neden?!" Dedim. "Neden gidemiyoruz?!" Diye de devam ettim azarıma.

 

"Çünkü nerede olduğumuzu bilmiyorum." Dedi suçlu suçlu. Ben de bön bön suratına baktım tabii.

 

"Nasıl yani?" Diye sordum ilk defa sakince. "Telefonları attım ben." Dedi. Yine birkaç saniye aynı bakışı sürdürdüm. Kabus olmasını diliyordum çünkü. Maalesef ki değildi.

 

"Cidden soruyorum bu soruyu." Dedim. "Sen gerçekten salak mısın Ömer?" Diye devam ettim. Her kelimeyi vurguladığım için ufaktan tırstı. "Bu klişeye kurban gitmek zorunda mıydık biz? Aptal!" Dedim. Yalandan yüzüne tükürdüm. "Saklasana telefonları, niye atıyorsun?!"

 

Derin bir nefes verdi. Ben de yapmak isterdim ama yapamadım. Kulağımdan ateş çıkacaktı sinirden. Annemler geldi aklıma. Tekrar anlıma attım elimi. Sıvazladım. "Annemler." Dedim tarlası yanmış amcalar gibi. "Onlara ne söyledin?" Diye sordum. Anında cevapladı. Keşke cevaplamasaydı.

 

"Hiçbir şey söylemedim. Ne söyleyeceğim?" Derin bir nefes verdim. Bir şey demedim. Çünkü desem bile fayda etmeyecekti.

 

Beni kaçırırken bari biraz zeki olup annemlere Defne yorulmuş, ben onu erkenden götüreceğim falan deseymiş. Bu kadar beyinsiz olmamalı yani. Benim yokluğumu fark etmeyecekler mi?

 

"O an aklıma gelmedi!" Dedi. Küçücük ahşap bir masanın yanına oturmuştu. Neredeyiz diye bakmak için kapıya uzandım. Sonra kilitlemiş olacağını düşündüm ama kapı çektiğim gibi sonuna kadar açıldı. Kaçırınca ne yapacağını da ben mi öğreteyim Ömer!?

 

Aşırı ağaçlıklı bir yerdeydik. Ve hava kapkaranlıktı! Gece olmuştu! Yok artık!

 

Şok içinde Ömer'e döndüm. "Saat kaç?" Dedim. "Dokuz." Dedi ama başka bir şey düşünüyordu.

 

"İstanbuldayız ya. Nereden buldun sen burayı Allah aşkına! Gece olmuş bir de sen annemlere de bir şey söylememişsin. Sedef'in mezuniyetini mahvettin. Zaten yine senin yüzünden balosu da mahvolmuştu!" Dedim sonlara doğru hüzünlü bir sinirle. Kapıyı çarpıp içeriye tekrar oturdum. Ne kadar Haziran ayında da olsak dağ başı ve gece olduğu için esiyordu ve soğuktu. Koltuğa tekrar tünedim o yüzden.

 

"Özür dilerim." Dedi. Keşke özür dileyince geçseydi. Ama cidden mahcuptu. "Sadece seni kaybetmek istemiyorum." Dedi üzgünce.

 

Koltuktan kalkıp ben de masaya ilerledim. Hemen çaprazındaki sandalyeye oturdum.

 

"Ömer sen beni kaybetmek istemiyor olabilirsin ama kazanmak da istemiyorsun." Dedim. "Ben sana sorunun ne olduğunu söyledim." Bana döndü ben bunu söylerken. Hüzünlü hüzünlü baktı. "Cerenden biraz olsun uzak kalsaydın, benimle yine eskisi gibi vakit geçirseydin," derken sözümü kesti. "Ama Ayaz-" dedi. Devamını söylemesine izin vermedim. "Ayazla aramda hiçbir şey yok. Seni kıskandırmaya da çalışmıyorum. Kimsenin dikkatini de çekmiyoruz ama Cerenle sen öyle değildin Ömer. Ceyda bile bana gelip, Ömerle konuş istersen dedi. Bu nasıl gurur kırıcı bir şey bilemezsin. Suçlu olmana rağmen suçu bana atmaya çalışman ayrıca kalp kırıcı zaten." Dedim. "Soğudum artık Ömer. Zorlamaya gerek yok." Dedim. O da başını salladı. Bu sefer gerçekten kabullenmişti bittiğini ama çok geçti. DAĞ EVİNDE MAHSUR KALMIŞTIK ÇÜNKÜ!

 

Ayaklandım hızlıca. "Hadi gitmenin bir yolunu bulalım." Dedim. Bu sefer iki yana salladı başını. "Gece oldu." Dedi. "Ormanın içindeyiz. Tehlikeli olur. Sabah deneriz." Dedi. İlk defa haklıydı. Oflayarak koltuğa oturdum tekrar. Sandalye rahat değildi.

 

Karnım guruldadı. Sabaha kadar oturacak mıydık yani? Açtım ben! Sabah kahvaltısından beri hiçbir şey yememiştim ki.

 

Ömer ayaklandı. Dağ evinin köşesine gitti. Bir iki hışırtı duydum. Ayaklandı sonra. Bana döndüğünde elinde iki sandaviç ve iki ayran vardı. Şaşırdım. Aç olduğum için direkt elindekilere saldırdım. "Çok sağ ol." Dedim sandaviçten bir ısırık alırken. Güldü bu hareketime. Alışıktı ama. O da yemeğini yedi o yüzden.

 

O kadar uyumama rağmen üstüme uyku çökmüştü. Ayran içtiğim içindi muhtemelen. Esnedim o yüzden. Benim hemen arkamdan da Ömer esnedi. "Uykun mu geldi?" Diye sordum. Başını salladı yalnızca. Gözleri kapanıyordu.

 

Yanımda duran yastığı yüzüne çarptım. Şok oldu. Gözleri fal taşı gibi açılırken yastığı yüzünden çekti. Elimle yerdeki halıyı gösterdim. "Burada uyuyamazsın, aşağıya in." Dedim. Anlamazca baktı. "Hadi Ömer. Dünyanın en saçma klişesine kurban gidip tek yatak olduğu için seninle yatacak değilim. Sen yerde yatacaksın, ben koltukta yatacağım." Bunu söyleyip olduğum yere kıvrıldım bir de. Ayak ucumdaki battaniyeyi de üzerime örtüp Ömer'e arkamı döndüm. Birkaç saniye sonra Ömer de bir şey söylemeden ayaklanıp yere yattı zaten.

 

⛸️

 

(İlahi bakış açısı)

 

"Abi!" Dedi eve giren Asya. Abisiyle gidecekti normalde Sedef'in mezuniyetine. Ama yemeği yer yemez uyuyan abisine kıyamamış, üzerine bir battaniye örtüp evden çıkmıştı. Sedef'in attığı konuma taksiyle gitmişti. Yarım saate yakın bir süre durup dönmüştü eve. Ne olur ne olmaz diye. Oturma odasında hala uyuyan abisini görünce gülümsedi. Odasına gidip üzerini değiştirdi. Telefonuna mesaj geldi o sırada. Çünkü Defne kayıptı.

 

Kimden; Sedef

 

Ablamı gördün mü hiç?

 

Hayır.

 

Sedef, annesi ve babası telaşlıydı. Asyadan gelen mesajla daha da gerilmişti Sedef. Belli etmiyordu ama korkuyordu da. Asya geldikten sonra bir anda ortadan kaybolmuştu. Bir daha ne gören olmuştu ne de duyan. Telefonu kapalıydı. Hiçbir şey söylememişti. Bütün okul ve okulun bahçesini aramışlardı ama hiçbir şey bulamamışlardı. Esra ablasını aradı o sıra Sedef. Aklına gelen son şey oydu.

 

"Alo." Dedi telefonu gülerek açarken. Melihle mesajlaşıyordu. Bölünmesi hoşuna gitmemişti. Sedef'in söyledikleri ise daha da hoşuna gitmemişti. Ne demek Defne kayıptı!

 

Telefonu kapattı. Belki Ayaz'a bir şey söylemiştir umuduyla Ayaz'ı aradı. Ama söylemediğini biliyordu. Arkadaşını tanıyordu çünkü.

 

"Efendim." Dedi telefon sesi yüzünden uyanan Ayaz. Yeni uyandığı için sesi boğuk çıkıyordu. "Ayaz, Defne sana bir şey dedi mi?" Dedi direkt Esra. Gergindi. "Ne gibi bir şey?" Diye sordu Ayaz kaşlarını çatarken. Hiçbir şey anlamıyordu. Beyni durmuş gibiydi. "Ne bileyim," diyerek bir şeyler geveledi Esra. "Şuraya gideceğim falan demiştir belki?" Dedi bir umut. Yersiz bir umuttu ama. "Yoo." Dedi en umursamaz haliyle Ayaz. Gözlerini ovuşturdu. "Bana hiçbir şey söylemedi. Ne oldu ki?" Diye de devam etti. "Defne kaybolmuş." Dedi yenilgiyle. "Mezuniyetin yarısında ortadan kaybolmuş. Kimse bulamıyor. Telefonu da kapalı." Dedi. O sırada uyandı işte Ayaz. "Nasıl yani!" Dedi dehşetle. Ayaklandı. "Kayıp mı?"

 

O sırada Sedef'in gözüne kenara koyduğu papatyalar takıldı. Ömer abisini de görmemişti hiç. Tekrar telefonuna sarıldı. Ömer abisini aradı ama aradığınız numaraya şu anda ulaşılamıyor cümlesiyle gözlerini kapattı. Artık emindi. İkisi beraberlerdi.

 

⛸️

 

Sağa döndüm. Sola döndüm ama uyuyamadım. "Kıpırdanıp durma." Dedi Ömer mırıltı şekilde. O mışıl mışıl uyuyordu ama ben uyuyamıyordum. Mümkün değildi. Çünkü rahat değildim. "Ömer?" Dedim sorar gibi. Onaylayan bir ses çıkardı. "Ayı falan olur mu burada? Ya da kurt?" Dedim korkuyla. Ya gece gelip bizi yerlerse?

 

"Saçmalama Defne. Yat uyu." Dedi ama başından savar gibi bir hali vardı. Kesin kurda kuşa yem olacaktık. Kapımız da kilitli değildi. Hızlıca ayaklanıp kilitledim. Ama kapıya dokunsan kırılacak gibiydi. Bu kilit bizi tutmazdı. Sandalyelerden birine ilerledim. Alıp kapıya dayadım. Ömer uyandı o sıra. Kaşları çatıktı. "Ne yapıyorsun?" Dedi.

 

Ellerim belimde kapıya bakıyordum. Bu biraz idare eder gibiydi. "Senden hayır geleceği yok. Bizi koruyorum." Dedim. Derin bir nefes verdi. Bıkmış gibiydi. Beni ilgilendirmezdi. Kaçırmasaydı arkadaş. Banane!

 

"Abartma ya." Dedi. Ben mi abartıyordum. O çok gamsızdı. "Burada kurdun, ayının işi ne." Dedi. O bunu der demez bir uluma sesi girdi ortama. Al bak der gibi kafamı büktüm. Ama tırsmıştım da. Gerçekten kurt vardı! Allah'ım imdat!

 

Bir kez daha uluma sesi duyduğumda ellerimi semaya açtım. Gözlerimi kapattım. İçimden bir felak-nas okudum. Allah'ım n'olur ölmeden buradan çıkalım. Amin.

 

"N'apıyorsun?" Dedi Ömer. Ayağa kalkmıştı. "Dua okuyorum." Dedim ellerimi yüzüme sürdükten sonra. Çok da karanlıktı zaten her yer. Birbirimizi zor görüyorduk. Daha çok korktum.

 

Duvar kenarındaki sehpanın üzerinden bir şey aldı. Sandalyeyi kapının önünden çekti. Bu sefer "Ne yapıyorsun?" Diye öne atlayan bendim. Kapının kulpundaki eline yapıştım. Bir elime baktı bir bana. Ne yaptığımı fark edince ateşe değmiş gibi çektim elimi. "Nereye gidiyorsun?" Diye yeniledim.

 

"Etrafa bakacağım. Kendimizi koruyabileceğimiz bir şey var mı diye." Dedi. Kapıyı açtı. Beni burada yalnız mı bırakacaktı. Ödüm ciddi manada kopardı. Hayatta bu evde tek başıma kalmazdım. "Yalnız başına mı?" Dedim o yüzden panikle. "Ben de geleyim, yalnız gitme. Başına bir şey gelmesin." Diyerek peşine takıldım. Güldü ama bir şey demedi.

 

Evin eski ahşap merdivenlerinden indik. Cırcır böceklerinin sesi geliyordu. Daha çok geriliyordum. Ahşap merdivenler de gıcırdıyordu zaten. Sola döndük iner inmez. Kenarda bir depo vardı. Ömer oraya ilerledi. Ben de hemen onun arkasında durup ormana falan bakıyordum. Bir hışırtı duyar gibi oldum. Çalılar kıpırdadı. Anında Ömer'in koluna yapıştım. "Ömer burada bir şey var!" Diyerek hem de. Anında bana döndü. Arkasına geçtim. Koluna harbi yapışmıştım. Hareket etmeye çalıştı ama ben hareket etmeyince edemedi. Bana baktı. Koluna yapışan elimi kaşlarıyla işaret etti. Bıraktım kolunu ama anında duvara yapışıp yere çömdüm.

 

O çalılıklara ilerlerken ben aklıma gelen her şeyi sayıyordum. "Burada öleceğiz, hayvanlar bizi kıtır kıtır yiyecek ve biz öleceğiz. Cesetlerimizi bile bulamayacaklar. Ben yarışmaya da katılacaktım, benim yerime kim katılacak? Allah'ım ne olur ölmeyeyim." Şeklinde saymalardı bunlar. Gözlerim kapalıydı. Ömer lap diye kucağıma bir şey bırakınca avazım çıktığı kadar bağırdım. Gözlerimi açtım. Asla korktuğum gibi bir şey yoktu. Kediydi kucağımda tuttuğum şey.

 

"Boşuna korkmuşsun." Dedi Ömer. "Sadece bir kedi." Başımı salladım. Kediyi sevmekle meşguldüm. "Ve ayrıca," diye ekledi. Elindeki odunu havaya kaldırdı. "Bence bizi idare eder." Dedi. Bence de ederdi.

 

⛸️

 

(İlahi bakış açısı)

 

"Bir haber var mı?" Dedi Sedef karşısında duran polis memuruna. Kimseden haber çıkmayınca apar topar polise gitmişlerdi. Okulda bulunan tek şey Defneye ait yıldızlı, gümüş bir kolyeydi.

 

"Maalesef hanımefendi." Dedi polis. Bir ekip arıyordu Defne ve Ömer'i. Şu anlık bulamamışlardı.

 

Derin bir nefes verdi Ayaz. Karakoldaki oturma yerlerinden birine oturmuş, elindeki kolyeyle bekliyordu. Elinden bir şey gelmediği için gergindi. Belki o mezuniyete gitseydi böyle olmazdı. Ama belki demekle hiçbir şey olmazdı. Kendini yıpratmıyordu o yüzden. Olacak olan buydu demekten başka çaresi yoktu.

 

Yoruldum. Diyor zihnindeki Defne bir anısında.

 

Ya düşersem? Diyor başka bir anıda.

Tutarım. Diyor Ayaz. Ama bu sefer tutamıyor. Kaybediyor onu.

 

Ben seninle dağa mı kaçmışım? Diyor kendisi bir anıda. Gülüyor Defne. Gözleri kısılana kadar... Hayır diyor. Ben seni kaçırıp dağa kaldırdım.

 

"Üzülme bu kadar. Bulunacak." Diyor karaları bağlamış şekilde oturan Ayaz'ın yanına kurulan Esra. Başını sallıyor ama aklına bir şeyler dank etmiş. Kafasında tek bir cümle dönüyor.

 

Ben seni kaçırıp dağa kaldırdım.

 

Defne'nin ne kadar şom ağızlı olduğunun farkında. Ömer de bu fikire hemen ulaşabilecek kadar salak ona göre. Gayet olabilecek bir ihtimal gibi geliyor o an. Şansını denemek istiyor.

 

Ayaklanıyor bir anda. "Kalk Esra." Diyor. "Defneyi bulmaya gidiyoruz." Esra tabii ki ne olduğunu anlamıyor. "Nereye gideceğiz? Öylece çıkıp aramakla elimize bir şey geçmez ki." Diyor. Ama Ayaz onu dinlemiyor. Karakolun giriş kapısından yeni girmiş, Esra'nın yanına ilerleyen Melih'e sesleniyor. "Gidiyoruz." Diye. Melih de şaşırıyor ama sorgulamıyor da. Başını sallıyor. Ayaz dışarıya çıkarken Melih Esra'nın elini tutup sürükleye sürükleye dışarıya çıkarıyor. Onca hengameye rağmen Esra'nın kalbi hıphızlı atıyor bu hareketle. Elini tutan sıcaklık huzur veriyor ona. Umudu artıyor.

 

Ayaz'ın arabasına biniyor üçü beraber. Karakoldan çıkıyorlar. Ayaz telefonuna sarılıyor. Aynı anda direksiyon hakimiyetinde. Birisini arıyor. Birkaç çalıştan sonra açılıyor telefon.

 

"Yusuf abi!" Diyor açılan telefona. "Buyur yeğenim?" Diyor adam.

 

İstanbula geldiğinde bilgisayar yaptırmaya gitmişti Ayaz. O zamandan beri her ihtiyacına koşturuyor, eksiğini gediğini gidermek için elinden geleni yapıyordu onun için.

 

"Abi buralara yakın bir yerde dağ evi falan var mıdır? Bir baksan sana zahmet." Diyor Ayaz. Kırmızı ışık olduğu için duruyor. Esra ve Melih dağ evi kelimesini duyunca bir sanıye bakışıyorlar. Anlam veremiyorlar çünkü.

 

"Hayırdır oğlum?" Diyor Yusuf amca. "Kız mı kaçıracaksın!" Diye işi şakaya vurarak devam ediyor konuşmasına. Ama aynı zamanda klavye tuşuna basma seslerini de duyuyor Ayaz. "Yok abi ya." Diyor. Tekrar hareket ediyor araba. "Benden önce davranmışlar da almaya gidiyorum." Diyor. Adam gülüyor.

 

"Var koçum." Diye devam ediyor. Telefonuna bir bildirim geliyor aynı saniyede Ayaz'ın. "En yakın yerdekini konum olarak attım." Diyor Yusuf abi. "Eyvallah abi." Diyerek kapatıyor telefonu.

 

"Nereye gidiyoruz?" Diyor yanında oturan Melih? Telefonu ona uzatıyor. Konumu aç der gibi. "Dağ evine." Diye cevaplıyor. Orada bulacağından çok ümitli. O yüden hala elinden bırakmadığı kolyeye kimsenin görmeyeceği kadar hızlı bir öpücük konduruyor.

 

Ne olur orada ol. Diye fısıldıyor içinden.

 

⛸️

 

"Sen çok tatlısın!" Dedim başını okşadığım kediye bakarak. Simsiyah bir kediydi ve yeşil gözleri vardı. Kısa süredir beraberdik ama alışmıştım hemen.

 

Ömer horul horul uyuyordu yanımda. Ölsem ruhu duymayacaktı beyefendinin.

 

Kedinin mırlamasıyla daha çok gülümsedim. İçeriye girince Ömer'in gelirken markete uğrayıp aldığı sulardan biraz vermiştik. Sandaviçlerin içinden salam verebilirdik ama yavru bir kedi olduğu için yemek vermek istememiştim. "Ne koysak senin adını?" Dedim kendi kendime. Simsiyah tüylerini okşadım. "Bitter olsun mu senin adın?" Dedim. Kafasıyla elime sürtünmeye çalışınca bu ismi sevdiğini anladım. "Sevdin mi!" Dedim hevesle. "Ben de çok sevdim." Diye devam ettim. "Bitter." Dedim onaylatmak ister gibi. Yüzünü anında bana çevirince gülümsedim. Ama dışarıdan çok yüksek bir ses gelince irkildim. Bitter de miyavlayarak yere atlamıştı.

 

Ömer'in gerçekten ölsek ruhu duymayacaktı sanırım. Hala uyanmamıştı çünkü. Birkaç kere dürtükledim ama uyanmayınca üstelemedim.

 

Hemen yanımda duran oduna sarıldım önce. Yavaşça kapıya ilerledim. Bitter de piti piti peşime takıldı. Kapıyı açtım. Yavaşça etrafa bakındım. Görünürde bir şey yoktu. Birkaç kısa adımla aşağıya indim. Etrafa bakındım yine. Hala tetikte bekliyordum. İki elimle sıkı sıkı odunu kavramış havaya kaldırmıştım. Sol taraftaki bodrum gibi şeyin olduğu tarafa da baktım. Orada da bir şey yok gibiydi. Bitter biraz daha ilerleyince peşinden gittim. Tam tekrar sola dönüp evin arkasına dönecektim ki "Ne işin var burada?" Diyen sesle irkilerek arkamı döndüm. Ne dediğini tam okarak anlayamadığım ve sadece bir ses duyduğum için çığlık atarak odunu kafasına vurmaya kalktım. Bu girişim odunun omzuna inmesiyle son buldu ve ben vurduğum an onun kim olduğunu gördüğüm için biraz pişmandım. Çok değil. Birazcık. Beni kaçırmasının cezası olmuştu.

 

"Ömer!" Dedim telaşla. "N'apıyorsun Defne!" Dedi kızarak. "Ya ne bileyim." Dedim. Omzunu ovuşturuyirdu garibim. Çok acımış olmalıydı. "Sessiz sessiz gelmeseydin sen de." Diye azarladım. Sonra yumuşadı sesim. "Çok mu acıyor?" Ufaktan bir sırıtır gibi oldu. "Ne oldu." Dedi. "Merak mı ettin, üzüldün mü, bana vurunca senin de mi canın acıdı?" Olay çok saçma yere gidiyordu. Toparlamak lazımdı. "Yoo." Dedim o yüzden geniş geniş. "Allah muhafa kolsuz kalırsın da Ceren hanım seni beğenmez falan. Başıma kalırsın sonra." Dedim. Yüzü düşer gibi oldu bu sefer de. Ama hemen toparladı. Güldü bu cümleme. Omuzları sarsıldı gülerken. Yüzünü buruşturdu o yüzden. Omzu acımıştı galiba.

 

"Of." Dedi tekrardan ovuştururken. "Hulk musun kızım sen?" Dedi. "Balyozla mı vurdun, ne yaptın?" Diye ekledi. "Çok acıyor." Dedi en sonunda. Güldüm bu isyanına. Bitter de miyavlayarak bacaklarına dolandı. "Eve gir de bir bakalım yarana." Dedim onu iteklerken. Söylene söylene eve girdi. Ben de Bitter'i kucaklayıp arkasından eve girdim.

 

⛸️

 

(İlahi bakış açısı)

 

Arabayı durdurdu Ayaz. Çünkü yolun devamı yoktu. Ve burada olduklarına emindi. Çünkü Ömer'in arabası yüz metre öteden gözüküyordu.

 

Elinde telefonuyla arabadan indi. Bir ormana baktı bir telefonuna. Orman çok karanlıktı. Nereden bildiğini bilmiyordu ama zihni hatırlıyordu.

 

Defne karanlıktan korkardı.

 

Arabaya gidip torpidoya ne olur ne olmaz diye koyduğu iki el fenerini aldı.

 

"Burası mı?" Diyerek arabadan indi Esra. Melih de arabadan inip Ayaz'ın elindeki el fenerlerinden birini aldı. "Biraz yürüyeceğiz." Dedi Ayaz. Yedi yüz metre gösteriyordu konum.

 

El fenerlerini açtılar. Ormana girdiler. Biraz ilerlediler. "Burası çok korkunç." Dedi Esra. Hep Melihe yakın duruyor, bir ses duyduğu an koluna yapışıyordu.

 

Derin bir nefes verdi Ayaz. Farkındaydı. Hiç güvenli olmayan bir yerdeydi. Ve Defne'nin başına bir şey gelmiş olma olasılığı yüksekti. Düşünmek istemiyordu ama korkuyordu da. Ona yaralı bir şekilde bulmaktan. Ya da daha kötüsü...

 

"Esra haklı kardeşim." Dedi Melih Ayaz'a bakarak. "Sabah arayalım." Diye devam etti. Onlar oldukları yerde duruyorlardı ama Ayaz'ın durmaya niyeti yoktu. Bir ağacın kenarında hafif bir ışıltı görür gibi olunca oraya ilerledi.

 

"Siz isterseniz dönün." Diyordu o sırada. "Ben arayacağım." Ağacın kenarında duran şeylerin telefon olduğunu görünce ümidi arttı. Bir tanesini açtı. Bu kesinlikle Ömer'in telefonuydu. Bir arabanın önünde verdiğı saçma sapan bir fotoğraf vardı ekranda. Geri kapattı telefonu.

 

"Ayaz, böyle yaparak yardım etmiyorsun. Daha tam olarak burada olduklarından bile emin değiliz." Diye uzlaşmaya çalışıyordu Melih.

 

Diğer telefonu açtı. Hafifçe gülen ve ekranın sağına bakan bir Defne vardı ekranda. Sapsarı saçları uçuşmuştu. Marmara denizi vardı arkasında. Gözleri kısılmamıştı ama yine de güzeldi gülüşü. Mavi mavi parlıyorlardı. Gülümsedi bu ekrana. İkisini de alıp ayağa kalktı.

 

"Hayır." Dedi. "Eminiz." Melih ve Esra'nın yanına gitti. Telefonları uzattı. İkisi de birer tanesini aldılar. Ekranı açtılar. Esra elindeki telefonda Defne'yi görünce heyecanla Ayaz'a baktı. Melih de Ayaz'a dönüp devam ediyoruz dercesine kafa salladı.

 

Yürümeye devam ettiler. Ta ki Esra bir taşa takılıp da yere düşene kadar. Acıyla inleyerek diz kapağına yapışınca Melih anında yanında yere çöktü. El fenerini hemen yanına bıraktı. "İyi misin?" Dedi. Diz kapağını sıkı sıkı tuttu Esra. "Bacağım." Diye sızlandı. Melih pantolonu paçasından tutup diz kapağına kadar sıyırdı. Dizi parçalanmıştı. Fena halde kanıyordu. Yüzünü buruşturdu Melih. "Yürüyebilir misin?"

 

"Sanırım." Dedi Esra. Melih'in yardımıyla ayağa kalktı ama daha bir adım atmadan inleyerek durması bir oldu. Birkaç snaiye birbirlerine baktılar.

 

"Bırakın beni burada. Defne'yi almaya gidin siz." Dedi Esra. "Ben beklerim." Diye ekledi. İki yana salladı başını Melih. "Seni burada tek bırakmam." Dedi. Esra'nın ellerini tuttu. "Defneyi beraber bulacağız, söz veriyorum." Dedi. Yere koyduğu el fenerini aldı. Esra'nın eline tutuşturdu ve hızlıca Esra'yı kucağına aldı. "Melih!" Diye ufak bir çığlık attı Esra. Melih bu serzenişe cevap vermedi. Ayaz'a devam et uyarısı yaptı. Tekrar yürümeye başladılar.

 

Birkaç dakika sonra "Doğru yere gittiğimize emin misin?" Diye sordu Melih. Çünkü Ayaz bir sağa bir sola dònüyordu.

 

"Bilmiyorum." Dedi Ayaz. "Ne demek bilmiyorum?!" Diyerek azarladı Melih. "Elinde konum var oğlum, ne demek bilmiyorum!" Diye de devam etti.

 

"Telefon çekmiyor." Dedi Ayaz sakince. Pek de sakin değildi oysa. "Konum gitti."

 

Ufak bir bakışma yaşandı aralarında. "Haydi bismillah." Dedi Melih. "Rastgele." Dedi Ayaz. "Allah kurtarsın." Dedi Esra. Kafalarına göre devam ettiler yola.

 

⛸️

 

"Ah!" diye inledi önümde oturan şahıs. "Abartma." Dedim göz devirirken. Abartılacak bir şey yoktu çünkü. Hafifçe morarmıştı omzu.

 

"Abartmıyorum." Dedi Ömer. Tişörtünün eteklerini tuttu. "Sen tam göremiyorsun, bak." Diyerek tişörtünü çıkartacaktı ki "Saçmalama." Diyerek kollarını tuttum. "Gerek var mı sence böyle bir şeye?" Dedim. Hafifçe omzunu sıktım. "Doğru düzgün ağrımıyor bile. Kolun kopmadı ya." Dedim.

 

Yanımda oturan bitterin tüylerini sevdim. "Senin dışarıda ne işin vardı?" Diye sordu. "Aa!" Dedim hatırlayarak. "Bir şey devrilince korktum. Ne var diye bakmaya çıkmıştım." Dedim. Birkaç saniye bakıştık. Ya ayıysa?

 

"Çık, git, bak, ne varmış?" Dedim omzundan iteklerken. Acıyla inledi. "Yarama bastırmasana kızım acıyor!" Diyerek de kızdı. "Sen de biraz centilmen ol da ben demeden bir şeyleri yap o zaman!" Dedim. Bunun centilmenlikle hiçbir ilgisi yoktu ama olsun.

 

"La havle." Diyerek ayaklandı sonra. "Sen burada kal o zaman." Dedi. Hayatta burada tek başıma oturmazdım. Bitter vardı ama o beni koruyamazdı. Gerçi Ömer'in de beni koruyacağı kesin değildi. Güvenmiyordum kendisine. "Bekle!" Diye çığlık atarak elimde Bitterle arkasından koşturdum.

 

Ömer'in omuzuna vurduğumuz yere geldiğimizde Bitter kucağımdan atlayarak o tarafa dolandı. Ömerle bakıştık bir saniyeliğine. Sonra tedirgince Bitter'in peşine takıldım. Döndüğümüzde devrilen şey direkt gözler önündeydi. Sadece demir bir sopa yere düşmüştü. Bundan mı korkmuştum ben cidden?

 

"Bu mu?" Dedi Ömer şokla. Evet Ömer. Maalesef ki bu.

 

Diyemedim bu cümleyi ama. Başımı salladım. Bitter bacaklarıma dolandı. Yavaş yavaş gün doğuyordu. Çok şükür geceyi atlatmıştık. İnşallah eve de varabilirdik.

 

Güldü Ömer. "Ben bu sopa için mi feda ettim omuzumu yani?" Dedi. Tekrar başımı salladım. Ciddileşti bu sefer. "Şaka de." Dedi. Diyemedim. "Değil." Dedim onun yerine. Sinirleri biraz hoplamış gibiydi. Ama o sıra bazı hışırtılar duyunca ikimizde o yöne döndük. Hafifçe arkasına aldı beni Ömer. Göz devirdim bu harekete. Ama bir şey demeden Bitter'i kucağıma aldım.

 

Bazı konuşma sesleri de gelir gibi oluyordu ama ne dedikleri anlaşılmıyordu. Bir ışık görünce direkt çıktım Ömer'in arkasından. Belki de bizi aramaya gelmişlerdi.

 

"Defne!" Diyen bir ses geldi o taraftan. Ayaz'ın sesiydi bu. Gerçekten gelmişlerdi. Allah'ım çok şükür...

 

Kurtulduk!

 

"Ayaz!" Dedim ben de o tarafa doğru. Güneş iyice doğmaya başlamıştı. Ortalık aydınlığa kavuşmuştu iyice. Bitter kucagımdan yere atladı.

 

Ayaz görüş alanıma girdiğinde daha hızlı ilerledim yanına. "Ayaz!" Dedim. Gözleri anında gözlerimi buldu. O da birkaç hızlı adım atarak bana yaklaştı. Benimle karşı karşıya gelir gelmez ise kollarını bedenime sardı. Şaşırdım ama ben de aynı şeyi ona yaptım. Derin bir nefes alıp verdiğini hissettim.

 

"Başına bir şey geldi sandım." Dedi endişeli bir sesle. Benim için korkmuş muydu? Garip bir şekilde korkmuş olmasını istiyordum.

 

"Korktun mu?" Diye sordum istemsizce. Cevap gecikmedi.

 

"Çok..." Dedi dolu dolu. Gülümsedim bu cevaba.

 

"İyiyim." Dedim. "Korkma." Yavaşça ayrıldık birbirimizden. Bitter Ayaz'ın bacaklarında dolanıyordu. Güldüm bu haline.

 

"Tanıştırayım." Dedim yere eğilip Bitter'i kucağıma alırken. "Bitter." Dedim Ayaz'a kedimi göstererek. "Bu da Ayaz." Dedim Bitter'e bakarak. "Senin mi?" Dedi Ayaz şaşkınlıkla. Onun bildiği kadarıyla bir kedim yoktu Çünkü.

 

"Artık öyle." Dedim sırıtırken. Sırıtmam kısa sürdü ama. Çünkü Melih'in kucağında duran Esra'yı görmüştüm.

 

Bitter'i Ayaz'ın kucağına tıkıştırıp koşarak yanına gittim. "Esra!" Dedim endişeyle. "Ne oldu?" Dedim bu sefer Melih'e bakarak. "Düştü." Dedi.

 

Şokla Esra'ya döndüm tekrardan. "Nasıl düştün?" Dedim ama cevap vermesine izin vermeden devam ettim. "Melih şuradaki eve gir. Bir pansuman yapalım." Dedim sonra Ayaz'ı da sürükleyerek eve ilerledim. Ömer de kenardan alık alık bakıyordu bize. "Yürü." Dedim ona da evi gösterirken.

 

Herkes içeriye girince kapattım kapıyı. "Anlat bakayım şimdi." Dedim kenarda gördüğüm pamuk ve sargı eşyalarına uzanırken. Melih tam Esra'yı kucağından indirirken sormuştum bu soruyu. "Nasıl düştün?"

 

"Ormandaydık işte." Dedi Esra. Pamuk ve tentürdiyot alıp ilerledim. Sanırım yeniydi bunlar. Ömer salağı ilk defa zeki bir düşünceyle gelirken almıştı bunları muhtemelen. "Seni ararken bir taşa takıldım." Dedi. "Sonra yüz üstü yeri boyladım tabii." Diye devam etti. "Kollarım da soyulmuş biraz ama acıtmıyorlar."

 

Pamuğu yaradan çekip kollarına uzandım. Hafif hafif soyuklar vardı ama kolunun farklı bölgelerine yayılmışlardı. Pek bir şey yapamazdım o yaralara. "Dikkat etsene Esroşum." Dedim. Kalkıp sargı bezi ve bant alıp geldim. Dizindeki yarayı kapatırken kafama takılan başka bir soruya yönlendirdim konuyu. "Siz bizi nasıl buldunuz?" Dedim.

 

Melih, Esra'nın yattığı koltuğun kolçağına oturmuştu. Ayaz, Esra'nın ayak ucundaydı. Ömer yine sandalyeye oturmuştu. Ben de Esra'nın yattığı koltuğun yanına, yere, bağdaş kurdum.

 

Cevap gelmedi. Melih de Esra da Ayaz'a bakıyorlarfı. Hafif bir oflar gibi oldu Ayaz. Bana da öyle gelmiş olabilirdi. Bana döndü. "Şom ağzından." Dedi. Ben ne alakaydım? Özellikle de şom ağzım ne alakaydı?

 

"Şom ağzımdan mı?" Dedim şaşkınca. "Dün; dağ evi, dağ evi diye lafını yaptın." Dedi. Bulunduğumuz yeri işaret etti. "Bak şu an neredeyiz!" Dedi büyük bir imayla. Maalesef ki haklıydı.

 

Onaylarcasına ama mahcupça baş salladım. "Bir daha ağzımı açar da bir şey dersem vurun ağzıma bir tane." Diye uyarfım ortamdakileri. "Tövbe." Dedim. "Bu kadat hızlı gerçekleşmesi pek hoş olmadı."

 

Sessiz sessiz oturduk bir süre. "Annemler!" Diyerek sessizliği böldüm. "Onlar nasıl?" Diye devam ettim.

 

"Serap teyze başına yazma bağlamış geziyordu en son. Migreni tutmuş herhalde." Dedi Esra.

 

"Suat amca da telaşlıydı ama daha çok annenle ilgileniyordu." Dedi Melih.

 

"Sedef perişandı. Her yerde seni arıyor. Bir oraya bir buraya koşturuyordu." Dedi Ayaz. Ayaklandım hemen. Bu kadar insan beni bekliyordu da niye demiyorlardı. Boş boş oturacağımıza giderdik.

 

"Kalksanıza o zaman. Neden oturuyorsunuz?" Dedim. Ayaz'ın kucağında oturan Bitter'e uzandım. Hala kimse ayaklanmamıştı. "Hadisenize!" Diye azarladım bu sefer. Ömer kalktı önce ayağa. Ayaz Ömer'e tip tip baktı birkaç saniye. Bu süreçte Merih ayaklanıp Esra'yı kucağına almıştı. "Ben yürürdüm." Dedi Esra ama Melih dinlemedi.

 

Ayaz da ayaklanınca sıra sıra dışarıya çıkıp yola koyulduk. Ömer saçma bir liderlik içerisinde önden ilerliyordu. Hani yolu bilmiyordu bu salak?

 

Ömerin hemen çaprazında Melihle Esra ilerliyordu. Onların arkasında Ayaz vardı ve hemen arkalarında ben. Çünkü Bitter huysuzluk yapıyordu.

 

"Bitter." Dedim. Anında huysuzlanmayı kesip bana baktı. Güldüm bu haline. "Rahat dur kızım." Dedim. Dişiydi umarım. Bir adım dsha atıyordum ki "Defne!" Diyerek kolumdan çekti Ayaz. Önümüzdekiler de bize dönmüştü. "Ayı kapanı var." Dedi önümdeki bir noktaya bakarken. Ben de o yöne baktım. Gerçekten vardır. Ayı kapanı mı? AYI MI!

 

"Burada gerçekten ayı mı var?" Dedim şokla. Ömer güldü. Muhabbeti biliyordu çünkü. Sonra tekrar yolda ilerledik. "Defne." Dedi Ayaz bir süre sonra sessizce. "Efendim?" Diyerek ona döndüm. Yumruk yaptığı elini uzattı bana. Bir elimde Bitter varken diğer elimi ona uzattım. Bir şey bıraktı bıraktı elime. Bir kolye. Benim yıldızlı kolyem...

 

"Okulda düşürmüşsün." Dedi. "Aa." Diyerek şaşırdım. Hiç fark etmemiştim yokluğunu çünkü. Tekrar Ayaz'a uzattım kolyeyi. "Takar mısın?" Dedim. Hay hay modunda salladı başını. Kolyeyi alıp arkama geçti saçlarımı toparlayıp önüme koydu nazikçe. Kolyemi taktı. "Teşekkür ederim." Dedim gülümeyip kolyeme dokunurken. "Rica ederim." Dedi saçlarımı tekrar arkaya alırken.

 

Onlar önde Ayazla ben arkada olacak şekilde sessiz bir yolculuk yaptık sonrasında. Herkes yorgundu ve ben saçma bir şekilde hala üşüyordum. Hala elbisem vardı çünkü üzerimde. Elimde Bitterle Ayaz'ın arabasına ilerledim. Şöför koltuğunun yanına kuruldum hemen. Oturduğum an Melihle Ayaz'ın ufak bakışmasını yakaladım. Melih sırıtarak arkaya geçti. Esra da hemen Melih'in yanına kuruldu. Fırsatçı.

 

Ömer zaten direkt kendi arabasına gitmişti. Ayaz da yanıma oturdu.

 

"Ee Defne!" Dedi Esra Ayaz arabayı çalıştırırken. "Neler yaptınız?" Dedi imayla. Saçma bir soruydu. Ne yapmış olabilirdik Allah aşkına!

 

"Düğün alayı kurduk Esra." Dedim gözlerim kapalıyken. Dalga geçiyordum.

 

Güldü Esra bu cevabıma. "Ayrıldım." Dedim yine sakince. Bu sefer ufak bir sessizlik oldu. Yine boğazım sızlamıştı ama ağlamayacaktım.

 

"Sonunda." Diye mırıldandığını duydum Esra'nın. Ama çok kısık bir mırıldanmaydı. "Şom ağzına ne diyoruz peki?" Dedi Ayaz kinayeyle. Olay konuyu değiştirmekti aslında. Takmıştı şom ağzıma. Benim suçum neydi?

 

"Ben anlamadım o olayı ya?" Dedi Esra. Tesbessüm ediyordum o sırada. Ama gözlerim açılmıyordu. Bitter de kucağımda sakince mırlıyordu.

 

"Dün Sedef'e elbise alsınlar diye arabayı verdim Defne'ye." Diyerek açıklamaya başladı Ayaz. Baya gülüştüler ama arkada buğulu bir ses olarak kaldı o gülüşmeler. Bedenim kendini bıraktı. Uykuya daldım.

 

⛸️

 

"Defne." Diyordu Ayaz. Duyuyordum ama hiç gözlerimi açasım yoktu. Devam ettim o yüzden uyumaya. Bir gülüş sesi geldi kulağıma. "Uyanmaz o o kadar sakin bir sesle." Dedi Esra. Hemen arkasına çığlık atar gibi bağırması bir oldu. "Defoş!" Dedi neşeli bir sesle. Anında sıçradım tabii ki.

 

Gözlerimi ovuştururken Ayaz'ın Esra'ya attığı onaylamaz bakışları görebiliyordum. Öyle bir bağırmıştı ki kucağımda mutlulukla uyuyan Bitter bile hırlayarak yere atlamıştı. "Of Esra." Diyerek sızlandım. Hemen arkasına esnedim. Güneş iyice kendini gösteriyordu. "Neredeyiz?" Diye sordum. "Hastane." Cevabını aldım Melih tarafından.

 

Kaşlarımı çattım. Neden hastanedeydik? "Niye buradayız?" Diye sordum. Arabadan inmiştim. Bitter ayaklarıma dolanmıştı hemen. "Benim bacağımı göstermeye geldik." Dedi Esra. "Bizim burada olduğumuzu duyan Sedefler de-" demesina kalmadan "Abla!" Deyip koşarak omzuma atlayan bir Sedef gelmişti yanımıza. Nefes nefeseydi. O bana sarılınca ben de ona sarıldım sıkı sıkı.

 

"İyiyim, sakin ol." Dedim. Ağlayacak gibiydi. Çok korkmuştu anlaşılan. Daha da sıktı kollarını.

 

Birkaç dakika ayrılmadı benden. Sedef koşarak gelmiş olacak ki annemler daha yeni geliyorlardı. Beni görünce adımları hızlandı. Sedef'i bıraktım ben de bu noktada. Ben de obların yanına ilerledim. İlk anneme sarıldım. Babam annemde ayrılmamı bekleyemediği için ikimize birden sarıldı. Başımı öptü.

 

"Annem." Dedi annem içli içli. "İyisin değil mi?" Dedi benden ayrılıp bedenimde hasar tespiti yaparken. Gülümsedim güven vermek ister gibi. "İyiyim anne." Dedim. Bitter koşarak üstüme atlamasaydı iyiydim.

 

Korkmuştu sanırım. Fazla insan vardı ortamda. "Bu ne!" Dedi annem şokla kucağıma atlayan kediye bakarken. Güldüm. Kedi anne. "Bitter." Dedim. "Yeni kedim. Sahiplendim." Dedim. Kaşlarını çattı ama bir şey demedi.

 

Esra hafif topallayarak yanımıza geldi. Bitter'i aldı kucağımdan. "Gidelim hadi." Dedi. "Durmayalım burada daha fazla." Başımı salladım. Annemler önden yürüdüler. Ben de Esra'nın koluna girdim. "Bir şey yokmuş bacağında değil mi?" Dedim. Bana bakmadı. Hafif bir mutsuz gibiydi. "İncinmiş." Dedi Bitter'in başını severken. "Birkaç gün piste inmeyeceğim." Dedi. Yeni gelen çocuklardan birine antrenör olmuştu. Piste inememesi antrenörlüğünün elinden alınabileceği olasılığına dayanıyordu. Mutsuzluğunun sebebi buydu muhtemelen. Umarım alınmazdı. Çünkü en büyük hayaliydi.

 

Benimki artist buz pateni yarışmasına katılmak, onunki buz pateni antrenörü olmak...

 

⛸️

 

Merhabalar canımın içleri.

 

Bir bölümün daha sonuna gelmiş bulunmaktayız.

 

Düzenlemesini yapamadım bu bölümün. Hatalar varsa affola o yüzden:)

 

Açıkçası çok gülerek yazdığım bir bölümdü ve beklediğim bir bölümdü. Bu bölümden sonra beklediğim bir bölüm daha var. O daha keyifli😁

 

Haftaya pazar görüşmek üzere. Keyifli okumalar diliyorum hepinize. Bir yıldızınızı alırım😉

 

Yazar kaçar...

 

 

Loading...
0%