1. Bölüm

1.BÖLÜM: Alışılmışlıklar

Nis
nisquiklisut

Lütfen bölümün sonuna kadar okuyarak hikayeme bir şans verin.

Keyifli okumalar dilerim🤍

______

Her gece gökyüzü daha da çok kararıyordu sanki.

Her gece bir yıldız can veriyor, yavaş yavaş sönüyordu gökte.

Şayet ölen insanların yıldıza dönüştüğüne dair saçmalıklar gerçekse günahkar insanların yıldızlarıydı bu karanlığın suçlusu.

Siyah ışık saçar karartırlardı diğer yıldızları.

Onların karanlığı engellerdi aydınlığı.

Gözlerimi izlediğim gökyüzünden çekerek odamdaki eski pencereden uzaklaştım. Saat gecenin kaçıydı bilmiyordum.

Işığı kapalı oda hala yeterince karanlık değildi, pencereden içeri vuran sokak lambalarının ışığı loş bir ortam oluşturuyordu.

Derin bir nefesi ciğerlerime armağan ederek yatağın üzerindeki telefonumu alıp saate baktım.

02.17

Uyuyabileceğimi sanmıyordum ama vücudum yorgunluktan sızım sızım sızlıyordu. Özellikle de sırtıma sanki balyozlarla vuruluyormuş gibi hissediyordum.

Kemiklerimin her biri ortadan ikiye ayrılıyor ve etime bir ok gibi saplanıyordu adeta.

Uzun süredir uyumadığım için en azından birkaç saat uyumalıydım artık. Bir sabaha daha göz altı morluklarıyla başlamayı asla istemediğim için en güçlüsünden iki tane ağrı kesiciyi mideme yollayıp yatağıma uzandım.

Yaklaşık yarım saat sonra bilincimin yavaş yavaş benden uzaklaştığını hissediyordum. Sırtımdaki ağrı da hissedilmeyecek düzeye geldiğinde kendimi uykunun kollarına teslim ettim.

***

Gözüme nüfuz eden güneş ışınları birkaç saatlik uykumun sonuna geldiğimi bildirirmiş gibi gözlerimi acıttığında yataktan doğrulabilecek gibi hissetmiyordum. Vücudum içtiğim ağrı kesicileri protesto etmeye çalışıyordu sanırım.

Yatakta bir süre debelendikten sonra telefonumu elime aldım.

Okul saati yaklaşmıştı.

Derin bir nefes alarak yataktan doğruldum. Gözlerimi yarım yamalak açabiliyordum, tüm kemiklerim günlük rutinlerine uygun bir şekilde ağrıyordu.

Her uyandığımda dayak yemiş gibi olmak zorunda mıydım?

Yüzüm istemsizce buruştu.

Yataktan kalktığımda ayaklarımın ahşap zeminde çıkardığı sesler eşliğinde lavaboya girdim.

Bu eski püskü lavabo boğuyordu artık beni. Hafifçe kenarı çatlamış aynası, artık camları olmayan duşakabini, eski ama benim sayemde temiz olan klozeti, rutubetlenmiş tavanı... Evin diğer kısımları gibiydi ama daha boğucuydu.

Yüzümü yıkarken çatlamış aynadan baktım kendime.

Yeşil gözlerimin içi kanlanmıştı, belli belirsiz mor halkalar gözümü çevrelemişti. Yüzümde de hafiften yatağın izi çıkmıştı.

Beklediğim bu görüntüye birkaç saniye baktıktan sonra ayaklarımı züncir vurulmuşçasına sürüyerek odama döndüm. Okul için hazırlanmam gerekiyordu.

İsteksiz adımlarım dolabıma yöneldi.

Son sınıf olma avantajımı kullanarak okula formasız gitmeyi alışkanlık haline getirmiştim.

Bol bir sweatshirt ve siyah pantolon bugünlük işimi görürdü.

Hızlıca üzerimi değiştirdim.

Üzerimi değiştirirken bile yoruluyordum bazen. Gözlerim kararıyor, elimden ayağımdan tüm gücüm çekiliyordu. Bu durum da artık alışılmışlıklarım arasındaydı.

Alışılmışlıklarım alışmak zorunda olduklarımdı.

Sürekli kararan gözler, kesilen nefesler, ağrayan kemikler, ufak çaplı bayılmalar...

Bazen sadece neden diye sormak istiyordu insan. Bunca şey neden? Bu yaşanılanlar neden?

Bilmiyordum.

Ben neyi neden yaşadığımı dahi bilmiyordum. Sadece yaşamalıydım işte. Sorgulamadan, yadırgamadan, isyan etmeden...

Üzerimi değiştirdikten sonra göz altlarıma biraz kapatıcı sürerek mor halkaları görünmez kıldım. Sonrasında kirpiklerimi dikkatlice kıvırıp rimel sürdüm.

Kirpiklerimi çok önemserdim. Gözü en çekici kılan şey tartışmasız kirpiklerdi bence. Kıvırırken birkaç teli koptuğunda bile göğsüme hançer yemişe dönüyordum.

Dudağıma da renk veren bir nemlendirici sürdüğümde artık hazırdım.

Aynada son bir kez kendime baktığımda gördüğüm görüntüden memnun bir şekilde dudaklarımın yukarı kıvrılmasına izin verdim.

Artık evden çıkmam gerekiyordu. Düz siyah çantamı da omuzlarıma geçirip olabildiğince sessiz bir şekilde evden çıktım.

Hava soğuktu.

Soğuk havalar vazgeçilmezlerimdendi, çok seviyordum.

Soğuk havanın düşüncelerimi dondurduğuna inanırdım. Benim asla susturamadığım düşüncelerimi tenime işleyen soğuk sustururdu. Ruhuma dolanan tasmaları soğuk hava koparırdı, özgür hissederdim.

Bu tamamen psikolojikti biliyordum, kendime özgür olabileceğüm bir zaman oluşturmuştum kendimce.

Boş sokaklarda yürürken bir şarkı açtım telefonumdan.

Yüzüme bir gülümseme yerleştirip küçük yürüyüşümün tadını çıkarttım.

***

Okula geldiğimde dersin başlamasına neredeyse yarım saat vardı. Neden bu kadar erken geldiğim hakkında ise hiçbir fikrim yoktu.

Söylene söylene sınıfa girdiğimde sadece birkaç kişi vardı. Ortaya bir "Günaydın" atarak sırama geçtim.

Uykum vardı fakat yarım saat benim uykuya dalmama bile yetmezdi.

Tekrar ortaya doğru "İlk ders ne? " diye sordum.

Dün ders programına bakmıştım ama hatırlamıyordum. B12 eksikliği başa belaydı gerçekten.

"Almanca."

Sorumun cevabı önümde oturan Oğuz'dan gelmişti.

Teşekkür maiyetinde gülümsedim ama başı sıraya yaslı durduğundan görmemişti. Bu sefer sesli bir teşekkür ettim.

Başını sıradan kaldırmadı ama hafif oynattı teşekkürüme karşılık.

Bu dönemin başında gelmişti Oğuz. 12. sınıfın başında okul değişikliği yapması biraz garipti.

İlk geldiği zamanlar yanına gidip konuşurdum kendini yalnız hissetmesin, ortamı yadırgamasın diye fakat kısa sürede sosyalleştiği için gerek kalmamıştı bir süre sonra bana.

Hala ara ara konuşuyorduk ama pek bir yakınlığımız yoktu.

Kafamı sıraya koyarak gözlerimi kapattım. Almanca hocası soru çözmemiz için bizi serbest bırakırdı.

Biraz uyuyabilirdim.

 

Kafamı delmek üzere olan parmaklar beni uykumdan çekip koparırken ne olduğunu anlayamıyordum.

"Olgu kalk artık. Kış uykusuna mı yattın lan? Kızım kalksana ders Feryal hocanın! "

Oğuz'un kısık sesle söylediklerinin arasında Feryal hocanın adını duyar duymaz gözlerim faltaşı gibi açıldı.

Birkaç saniye durumu algılamaya çalıştım.

Tüm sınıf - Oğuz da dahil olmak üzere - ayaktaydı. Oğuz'un yüzü bana dönük değildi ama elini arkasına doğru uzatmış kafama bastırıyordu. Parmakları beynimi delecek gibiyken kafam sıraya yapışmıştı.

Gözlerimin odağına bu sefer Feryal hoca girdiğinde kafamın üzerindeki eli nasıl itip ayağa kalktığımı bile hatırlamıyordum.

Kadın dünyadaki en takık insan olabilirdi. Takık olmasının yanında boyum kadar da egosu vardı. Konuşurken sürekli imalar da bulunur, birilerini iğnelerdi.

O birilerinin arasında ben de vardım.

Feryal hoca ayaktaki bizlere yavaş yavaş göz gezdirdi. Bence birkaç kişi çoktan radarına yakalanmıştı. Eliyle oturmamız için bir işaret yaptığında kendimi adeta sıraya attım.

Daha gözlerimi açalı iki dakika olmamıştı ama tüm algılarım açılmıştı.

Kadının üzerimdeki etkisi muazzamdı.

Sesimi olabildiğince kısık tutarak önümdeki Oğuz'a seslendim.

"Oğuz çok teşekkür ederim valla. Uyuduğumu görse bir ton laf ederdi kesin. "

Kafası çok az bana doğru döndü.

"Önemli değil. "

Beni uyandırmaya çalışırken ki sesinden eser yoktu şu an. Hafifçe gülümseyip çantamdan defterimi çıkardım. İşkence gibi geçecek olan dersin hızlı bitmesini umuyordum.

 

Feryal hocanın dersi bittiğinde ben de bitmiştim. Başım resmen çatlıyordu.

Hiç peşimi bırakmayan ağrılardan biriydi baş ağrısı ama bugünlerde daha da artmıştı.

Yüzümü buruşturup başımı ellerimin arasına aldım. O sırada yanımdan geçen sudeyle göz göze gelmiştik. Kaşlarını çatarak baktı bana.

"İyi misin sen? "

Başımı aşğı yukarı salladım.

"İyiyim ya, biraz başım ağrıyor sadece. "

Gözleri ilgiyle gezindi üzerimde. "Ağrı kesicim de yok ki yanımda. "

Birazdan patlayacağını düşündüğüm başıma rağmen ona içten bir gülümseme sundum.

"Benim yanımda var zaten merak etme, içeceğim şimdi. "

Benim gülümsememden daha büyüğü onun dudaklarında belirirken ona seslenen arkadaşları yüzünden uzaklaştı benden.

"Şimdi gitmem lazım. Kötüleşirsen haber ver revire gidelim, tamam mı?"

Başımı tamam anlamında aşağı yukarı salladığımda bana son kez bakıp arkadaşlarının yanına gitti.

Sude'yi seviyordum. Sık sık konuşur, muhabbet ederdik. Sınıfın geneliyle aram oldukça iyiydi ama kimsenin en yakın arkadaşı olduğumu sanmıyordum. Çünkü kimse de benim en yakın arkadaşım değildi.

Çantamın ön gözünden ağrı kesici hapımın kutusunu çıkardım. Her zaman yanımda bir kutu ağrı kesici taşımak artık bir zorunluluk olmuştu benim için.

Üç ağrı kesiciyi kutusunda çıkarıp elime aldım. Çok fazla ağrı kesici içtiğim için vücudum bağışıklık kazanmıştı tek hap asla fayda etmiyordu. Hatta bazen öyle şiddetli ağrılarım oluyordu ki üç hap bile fayda etmiyordu.

Elimdeki hapları ağzıma atacaktım ki bileğimin tutulmasıyla duraksamak zorunda kaldım.

Çatık kaşlarıyla elimdeki haplara bakan bir adet Oğuz tarafından tutulmuştu bileğim.

"O üç hapı şu an içmeyi planlamıyorsun değil mi? " Sesi sen ne halt ediyorsun der gibiydi.

"Tam olarak onu planlıyorum eğer bileğimi bırakırsan. "

Elimdeki bakışları yüzüme tırmandı. Kahve gözleri bir ok misali yeşillerime saplanırken bu sefer sert bir ses tonuyla konuştu.

"Elinde en güçlüsünden üç ağrı kesici var Olgu. Bunlardan birini içtikten sonra ikincisini içmen için bile birkaç saat beklemen lazımken sen üçünü aynı anda içmekten bahsediyorsun farkında mısın? Kızım bir fili bile mışıl mışıl uyutur bunlar! "

Sonlara doğru tekrar haplara düştü kahveleri.

"Ne yaptığımın gayet farkındayım. Beni düşündüğün için teşekkür ederim ama o ağrı kesicileri içeceğim ve bu ilk içişim de değil. "

Konuşmamın ardından zaten çatık olan kaşları daha da çatılırken ağzını açıp bir şey söyleyecekti ki bileğimi elinden kurtarıp hapları ağzıma attım.

Oğuz'un yüzündeki ifade dumura uğrarken ben suyumu içmekle meşguldüm. Bana son bir kez bakıp önüne dönerken "Ne yaparsan yap. " dediğini duymuştum.

"Yapıyorum zaten. " demekle yetindim.

Bu tavrı gereksizdi. Endişelenmesini anlıyordum, sonuçta arkadaşımdı fakat ben ne yaptığımın gayet farkındaydım.

Derin bir nefes alarak başımı sıraya koydum. Ağrı dayanılmazdı.

Okul çıkışı işe gitmem gerekiyordu ve böyle devam ederse gidebileceğimden şüpheliydim.

Cidden oturup deli gibi ağlamak istiyordum halime.

Hayatım için en önemli sınavlardan birine gireceğim sene onlarca zorlukla uğraşıyordum ve bu zorluklardan biri hayatta kalmaktı.

Daha liseye giden birirnin hayatta kalmak için mücadele etmesi normal bir şey miydi?

Beş kuruş için o işten bu işe sürünmesi, kendi kendini büyütmesi, ağrı kesicisiz yaşayamaması normal miydi?

Değildi ama alışmak zorundaydım.

Bu dünyada tek başımaydım ve ne kadar acımasız bir yer olduğunu erken yaşlarda farketmiştim. Tökezlediğin an biterdin.

Zilin çalmasıyla düşünceletim bir su misali duruldu. Gözlerim tahtanın sağındaki saate değdiğinde öğle arasına girdiğimizi anladım.

Öğle aralarında yemek yemiyordum genelde.

Neredeyse herkes sınıftan çıkarken ben gözlerimi zar zor açık tutuyordum. Dersin başında içtiğim ağrı kesiciler etkisini gösteriyordu sanırım.

Kafamı hafif kaldırmaya çalıştım ama imkansız gibiydi. Gözlerimi açık tutmak ise ilk defa bu kadar zordu. Sanki her bir kirpiğimin ucuna kilolarca ağırlık takılmıştı.

"Git bir elini yüzünü yıka, bayılıp kalacaksın şimdi. "

Oğuz'un sesini duyduğumda kafamı ona çevirmek istedim ama yapamadım.

Gece de iki ağrı kesici içmiştim sanırım bu sefer içtiklerim o yüzden bu kadar etkilemişti vücudumu.

Fısıltıdan hallice olan sesimle konuştum.

"İyiyim."

Önümde bir hareketlilik hissettim.

"Bok iyisin. Gözlerini bile açamıyorsun! " Sıranın itilme sesinden sonra üzerime düşen gölgeyle gözlerimi araladım. Oğuz başımda dikiliyordu.

"Kalk hadi, uüzünü yıka da kendine gel biraz. "

Ben kafamı kaldıramıyordum bu kalk yüzünü yıka diyordu. Gözlerimi kapattım. Biraz uyusam geçerdi sanırım.

"Kalkmıyor musun sen şimdi? "

Sinirle soludum. Kalkmıyor değil kalkamıyorum diye bağırmak istedim yüzüne ama bırak bağırmayı konuşacak halim yoktu.

Sorusunu cevapsız bırakırken üzerimdeki gölgenin kalktığını hissettim, sanırım gitmişti.

Kontrol etmek için gözlerimi açtığımda elinde su şişesiyle bana bakan Oğuz'u gördüm.

Gözlerimi tekrar kapatmaya bile vakit bulamadan yüzüme boşalttı elindeki şişeyi.

Yüzüme değen buz gibi su tüm duyularımı uyandırırken daha demin yerinden oynatamadığım kafam büyük bir hızla kalktı sıradan.

Şok olmuş bir şekilde gözlerimi önce Oğuz'a sonra da elindeki boş şişeye çevirdim.

Bu gerizekalı tüm suyu yüzüme boca mı etmişti?

Şoktan açılan ağzımı zar zor kapattım. Bu su neden bu kadar soğuktu?

Dönen başıma rağmen hışımla ayağa kalktım.

"Napıyorsun sen ya? "

Benim bağırmam onu gram etkilemiyormuş gibi umursamaz bir sesle konuştu.

"Yüzünü yıkamana yardım ettim. " En az sesi kadar umursamaz olan yüzüne bakarken sinir katsayılarım artıyordu.

"Buz gibi suyu yüzüme boca ederek mi yardım ettin? "

Ben resmen burnumdan solurken o sakince elindeki şişeye baktı.

"Geçen teneffüs dolaptan almıştım suyu hala ısınmamışsa benim suçum mu? Hem ne diye sinirlendin bu kadar, bak benim sayemde nasıl da kalktın ayağa. İyilik de yaramıyor."

Alay eder gibi konuşmasının sonunda bir de yalandan cık cıklamıştı.

Elimi yüzüme götürüp sweatimin koluyla silmeye çalıştım.

"Başlatma iyiliğine! " Sinirle konuşmama karşılık umursamazca omuz silkti ve elindeki şişeyi büzerek sanki basket atarmış gibi çöpe fırlattı.

Şişenin çöpe girmesiyle yüzünde bir sırıtış belirdi.

"Basket."

Bulunduğumuz konum çöpe uzak olduğu için atabileceğine ihtimal vermemiştim ama atmıştı.

Gram bozuntuya vermeden konuştum.

"Aferin sana, burayı temizlerken de aynı performansı bekliyorum senden. "

Çöpe dönük kafası aniden bana döndü.

"Ben mi temizleyeceğim? " İnanamıyormuş gibi konuşmasına hitaben başımı aşağı yukarı salladım.

"Sen döktün sen temizleyeceksin tabii. "

"Seni kendine getirmek için yapmıştım! "

"Ama bunu senden ben istemedim hem, hem benim başım dönüyor şu an. "

Yüzüme ilgiyle bakmaya başladı, cidden başım dönüyor mu kontrol ediyordu sanırım.

"İçme dedim ben sana o kadar ağrı kesiciyi. Yok daha önceden de içmiş, yok bir şey olmazmış. Gördük ne oluyormuş ne olmuyormuş. " Kızar gibiydi konuşması.

Başım cidden döndüğü için ıslak olmayan bir yere oturma gereği duydum. Ben otururken o da sınıftan çıkmıştı.

Ne yani, burayı böyle bırakıp gidiyor muydu?

içimden Oğuz'a sövmeye hazırlanıyordum ki elinde paspasla sınıfa girdiğini gördüm.

Cidden silecekti burayı.

Kaşlarını bir çocuk gibi çatmış kendi kendine söyleniyordu. Güldüm onun bu haline.

Güldüğümü gördüğünde çatık kaşlarının hedefi artık bendim.

"Komik mi? "

Başımı hızla iki yana salladım.

"Yoo."

Bana kötü kötü bakmayı biraz daha sürdürdükten sonra önüne döndü.

Elindeki paspasa uzaylı görmüş gibi bakması içimde kahkaha atma isteği uyandırsa da kendimi tuttum.

Yavaşça paspası ıslak yere bastırarak gelişi güzel silmeye başladı.

Arada çok yorulmuş gibi ellerini beline koyup derin derin nefesler alıyordu. Kahkahamı tutmak giderek zorlaşırken dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım.

Yaklaşık beş dakika sonra işini bitirmiş derin bir nefes almıştı. Abartılı bir şekilde alkışladım onu.

"Bu zorlu görevin üstesinden geldin. Tebrikler Oğuz. "Sesimde çok bariz bir alay vardı.

Kafasını bana çevirdi.

" Zordu bu arada. "Gözlerimi devirip güldüm bu dediğine.

Gülmem sinirlerini bozmuş gibi elindeki paspası yüzüme yaklaştırdı.

" Bir daha gül bakalım. "

Tehditkar bir şekilde konuşmasıyla gözümün önündeki paspası itmeye çalıştım ama ben itmeye çalıştığım için o da itmeye başladı.

"Ya Oğuz çek şunu yüzümden. " Resmen cırlamıştım.

Daha da yaklaştırdı yüzüme paspası.

" Gülerken iyiydi. " Şu an resmen paspasla boks maçı yapıyordum ama o sırıtıyordu.

Paspasın ucu hafiften yüzüme değdiğinde ufak bir çığlık attım. Paspas cidden pisti çünkü.

Oğuz halime gülerek paspası yüzümden çektiğinde tip tip baktım ona. " Salak."

Elindeki paspası işaret ederek "Yetmedi herhalde? " demesiyle hemen sustum. Sinir bozucu bir sırıtış yerleştirdi yüzüne.

"Aferin."

Göz devirmekle yetindim. Normalde olsa elindeki paspası umursamadan inatlaşırdım onunla ama şu an belli etmesem de hiç halim yoktu. Bayılacak gibi hissediyordum. Vücudum kendini tartamıyordu resmen, oturduğum sıra yerle buluşmamı engelleyen tek şeydi.

Oğuz kendi kendine bir şeyler söyleyerek paspası bırakmaya gittiğinde kendimi iyice saldım. Aldığım nefesten hiçbir fayda görmüyordum. Sanki boğazımda bir delik varmış da nefes ciğerlerime ulaşamadan dışarı çıkıyormuş gibiydi.

Ellerim yakama gidip çekiştirdi. Lavaboya gidip kendime gelmem lazımdı. Sıradan destek alarak zar zor ayağa kalktım.

Birkaç saniye dengemi sağlamak için hareket etmeden durmak zorunda kalmıştım ama sonunda adımlarımı kontrol edebilecek hale geldiğimde yavaş sayılabilecek adımlarla lavaboya yürüdüm.

Lütfen boş olsun.

Lavabonun kapısını açıp içeri girdim ve bingo, tuvalet boştu. Hızlıca kendimi bir kabine atıp ihtiyacımı giderdikten sonra önce ellerimi sonra yüzümü yıkadım.

Yüzüm yetmeyince ıslak ellerimle ensemi ve boynumu sıvazladım.

Biraz daha iyi hissettiğimde bozulan saçımı da düzelterek çıktım lavabodan. Başımın dönmesi neredeyse tamamen geçmişti, sadece biraz midem bulanıyordu.

Sınıfa geri döndüğümde bomboştu, gülümsedim.

Çok hoşuma gidiyordu sınıfta tek olmak, hatta sadece sınıf değil çoğu yerde tek olmayı seviyordum.

Sırama oturdum ve okulun hızlı bitmesi için ne kadar dua biliyorsam okudum.

********

Merhabalarrr!

Öncelikle buraya kadar okuyup hikayeme bir şans verdiyseniz çok teşekkür ederim. Atıp atmamak konusunda kararsız kalmıştım ama en sonunda attım birinci bölümü.

Aslında bu uygulamayı sırf hikayemi yayınlayabilmek için indirdim. Hiç takipçim yok bu yüzden hikayemin okunmamasından endişe duyuyorum ama yine de yazmak istedim. Yazmak ve denemek istedim. Sonradan yayınlamadığım için pişmanlık duymamak istedim.

Umarım siz de okuduğunuz için pişmanlık duymazsınız❤

 

 

 

 

 

Bölüm : 06.09.2024 02:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...