@niss.a
|
“Kod:375 uzun araştırmalar sonucunda yeni bir keşif yolu buldu. Bunun daha önce bulunan 1351 kapı ile aralarında bir bağ olabileceği düşünülüyor.” “Kod:375 başkanı bugün yeni açıklamalar yapılacağını bildirdi." "Kod:375, 1352. Kapıyı buldu.” “Kod:375 bunun son kapı olduğunu söylüyor.” “Kod:375 kapılar arası bağlantıyı çözmeye çok yaklaştıklarını ancak bu bulunan son kapı ile işlerin değiştiğini ve araştırmalara baştan başlayacaklarını bildirdi. Bu çalışmanın tahmin edilenden daha kısa süreceği düşünülüyor.”
Aynı sözler, aynı yalanlar ve sonunda aynı hayal kırıklığı... Gene de insanın içinde bir umut oluyordu. Hayır, artık bunlara inanmıyordum. Ne bir sonuca ulaşılmıştı ne de en ufak bir bağlantı kurulmuştu. Hiçbir şey bulunamayan bir araştırmada nasıl baştan başlanabilirdi ki? Anlayamıyordum. Onca yanıtsız kalan sorulara rağmen insanların onlara hâlâ körü körüne inanmasını anlayamıyordum. Onlara güvenen ve inanan insanlara her seferinde yalan söylemeye devam etmelerine inanmak istemiyordum. Çünkü bu bir süre sonra insanlık dışı bir hâl alıyordu. Ve biliyordum ki aklımdaki sorulara benim bir cevap bulmam gerekti. Bu yapbozu ben çözmeliydim. Sonuçta kendi başımın çaresine bakmalıydım bu konuda da aynı normal hayatta da her şeyi tek başıma halletmek zorunda olduğum gibi. Çıkış yolunu bulmak ve buradan kurtulmak zorundaydım...
Cadde de televizyonlardan ve haber dronelarından gelen haberlere bakmak için duran iğrenç kalabalığın arasından geçmeye çalışıyordum. Bu haberlere kim inanırdı ki? Bunca bilinmezlikte hâlâ kimin içinde bir umut olabilirdi? Hayatta hiçbir gayesi olmayan insanlar inanırdı...
Saçma da olsa en ufak umuda tutunan o zayıf kişiler inanırdı... Gerçekleri görmeyecek kadar gözleri kör olmuş o kişiler inanırdı...
Birinin bana çarpmasıyla yerimde sıçrarken aklımdan geçen düşünceler de bir toz bulutu gibi dağılmıştı. Öfkeyle arkama dönerken. “Aaa, bu o sağır kız değil mi?” diyen bir sarhoşu ya da “Önüne baksana, kör müsün? Aa yok pardon sağır kızdın değil mi sen?” deyip arkadaşını destekleyen bu salağın da sözlerine bir tepki vermemek için kendimi zor tutuyordum. Hiçte komik olmayan bu laflarına kendi aralarında gülmeye başlayan bu sarhoş serserileri tabii ki de kale almayacaktım. Tamam sakindim ve sinirlerime hakimdim. Buradan kurtulup hiçbir şeye karışmamış bir vaziyette evime gidebilirdim.
Off Tanrım! Ben ne saçmalıyordum ki? Elbette, sakin değildim ve bir türlü ne kadar uğraşsam da sinirlerime hakim olamıyordum!
Gayet sakin bir şekilde yanlarından uzaklaşmaya çalışırken aslında uzaklaşmak istemiyordum. Tüm hıncımı bunlardan çıkarmak istiyordum. Yanlış bir hareketleri olması için adeta Tanrı’ya yalvarıyordum. Sarhoş çocuk geçmeye çalışırken dengesini sağlayamayıp benim ayağıma basınca elimi üzerimdeki siyah ceketimin cebine sokmam bir oldu. Elime gelen bıçağın soğuk ve keskin yüzeyi hafifçe irkilmeme neden olurken bıçağı aldığım gibi önümdeki çocuğun karnına sapladım. Çocuk bana vurmak için elini havaya kaldırdığında diğer elim ile yumruğunu tutup onu olağan gücümle geriye ittim.
Çocuk yere düşerken arkadaşları kahkahalar eşliğinde gülmeye başladılar. Onlara ters bir bakış attığım an gülmeyi kesip kaçmaya başladılar. Zaten bunların erkekliği de bu kadardı.
Burada herkes bencildi. Yüzlerine güldükleri kişinin arkasından kuyusunu kazarlardı. Ve burada hayatta kalmak istiyorsanız sizin de onlar gibi olmanız gerekirdi. Sadece kendi canınızı korumak ve bu yolda diğerlerinin canını umursamamak...
Bıçağımı tekrar cebime yerleştirdim. Ceketimin şapkasını daha fazla örttüm. Adımlarımı daha da hızlandırdım.
Bugünlük bu kadar bela yeterdi. Artık gerçekten de eve dönmem gerekiyordu. Adımlarım herkesin merakla önünde beklediği Kod:375 araştırma binasının önünde durdu. Gri camlardan yapılmış devasa binanın üzerindeki dev ekrana baktım. Lakin bir şey görebilmek imkansıza yakındı. Bu yüzden kalabalığa biraz daha yaklaştım.
Bu insanlardan da nefret ediyordum. Fakat şu an onlara yaklaşıyordum. Ah, Tanrım! Ne kadar da tutarsızım...
Ne kadar yaklaşsam da önümdeki uzun adamlardan hiçbir şey görünmüyordu. Sanki tüm uzun insanlar benim önüme toplanmış gibiydi.
Bir boşluk bulup aralarına sızmayı denesem de kimse geçmeme müsaade etmiyordu. Hatta çadır kurup kendisi için bir kamp sandalyesi getiren bile vardı. Bir masa atıp yemek yemedikleri kaldı diye düşünürken fasulye yiyen bir grup insanı gördüğümde yüzümü buruşturmadan edememiştim. Fasulyeden nefret ediyorum... O sana bayılıyor ya zaten...
Meydandan uzaklaşarak gizli yerime ilerledim. Aslında pekte gizli bir yer değildi ama oraya gitmek cesaret isterdi. Çünkü; orası Kod:375’in araştırmasını yaptığı bir kapıya çok yakın olan bir tepeydi. Ve çok yakınında volkanik bir yanardağ bulunuyordu. Bu yüzden oraya girmek tehlikeli(!) ve yasaktı. Madem tehlikeli onlar niye giriyorlar? Ayrıca o volkanik dağ 53 yıl önce sönmüştü! Ve kapının oraya uzaklığı 150 metre! Çirkefleşmeye başlayan iç sesimi artık susturmam gerekiyordu yoksa bu dediklerini yanlışlıkla da olsa sesli dile getirirsem işte asıl tehlikeyi o zaman görecektim. Ömür boyu hapis kalmak gibi bir niyetim olmadığı için iç sesime sus emri vererek yaklaşmaya başladığımı anladığım an adımlarımı daha da yavaşlattım. Oraya girmemekte tabi keyiflerine göre koydukları sadece yasaklardan biriydi. Aynı üzerinizde beyaz bir elbise ile dışarı çıkmak veya herhangi bir ortamda bulunmak gibi...
Tepenin altına geldiğimde kimse geçmesin diye koydukları demir parmaklıkların tam önünde durdum.
Başımı kaldırıp tırmansam çıkabilir miyim diye düşünmeye başladım. Evet baya yüksek bir yerdi. Ama kapıyı açacak anahtarımın olmamasını ve kilidi kıramayacağımı, kırsam bile girdiğim belli olacağı için en iyi yol tabi ki de tırmanmaktan geçiyordu. Hem ben zaten küçükken hep komşumuzun kiraz ağacına tırmanırdım. Demir parmaklıklar da neydi? Bebek işiydi bu. Ayrıca bu bana koyar mıydı?
Evet, koyardı... Bunu diyen iç sesime göz devirdim. Ama motivasyonum hâlâ yerindeydi. Ceketimin fermuarını çekebildiğim kadar çektim. Çantamdan halatımı çıkardım. Ben niye çantamda her zaman halat taşıyorsam artık...
Adam boğmak için tatlım...
Bu iç ses beni gerçekten de katil yapmak istiyordu anlaşılan. Ben tabiiki de onu dinlemeyecektim. Çünkü daha gençliğimin baharında hapislerde sürünmek isteyeceğim son şeylerden biriydi. Sırt çantam düşmesin diye iplerini belimde sıkıca bağladım. Derin bir nefes aldım ve işte tırmanmaya hazırdım. Bravo bana... Bravo sana...
Bu iç ses beni terslemek zorunda mıydı? Bir şeyi değiştirme hakkım olsa net iç sesimi değiştirirdim.
Sanki ben sana çok meraklıyım da...
Beni artık rahat bırak iç ses!
Daha fazla iç sesim ile tartışıp kendimi rezil bir duruma sokmak istemediğim için demirlere iyice yaklaştım. Halatı bir kement gibi bağladım. Ve evet şimdi en can sıkıcı yer geliyordu. Halatı demirlerin tepesindeki çıkıntıya atmak...
Bu işin her zaman kolay olduğunu düşünmüştüm ama şimdi yüzüncü denemem de anlıyordum ki bu iş görüldüğü kadar kolay değildi. Ve ben şuan kendimi Thomas Edison gibi hissediyordum. Onun ampulü bininci denemede bulduğu gibi bende bininci denemede halatı oraya soktum.
Elimde kalan ucunu çantamın iplerine dolayarak bağladım. Derin bir nefes aldım. İşte şimdi en gerçek şekliyle tırmanmaya hazırdım.Ellerimi demiri sıkıca tutarken sol ayağımı da demire koydum. Kendimi yukarıya çekerek sağ ayağımı da demire yasladım. Ellerimle daha yukarı tutunup kendimi yukarıya çektim. Ayaklarımı da aynı şekilde yukarıya koydum. Ayağım kayınca sendelemiş de olsam tepeye attığım halat beni yere düşmekten kıl payı kurtarmıştı.
Birkaç dakika sonra nihayet en tepedeydim. İlk önce bir ayağımı demirin diğer tarafına koyarak kendimi sabitlemeye çalıştım. Sonra halatı kurtarıp çantama geri soktum. Artık tek yapmam gereken aşağıya inmekti. Buradan bakılınca daha mı yüksek ne?
Merdivenlerden iner gibi biraz aşağı indikten sonra kendimi dikkatlice aşağıya bıraktım. İnşallah yüzüstü düşmem...
O bir türlü yaver gitmeyen şansım çok şükür şuan yaver gitmişti ki yüzüstü kapaklanmak yerine bir kedi gibi dört ayak üstüne düşmüştüm.
Zaten,benim göbek adım kedi...
Senin göbek adın filan yok iç ses!
Şükrederek doğrulamaya çalıştığım an ayak bileğimdeki acıyla inledim.
Gerçekten harika, biz kırk yılın başı yaver gitti diye şansımızı övelim. Oysa bileğimizi burksun...
Bu sefer sana hak veriyorum iç ses...
Bu benim için bir şereftir, madam..
Kendi iç sesime göz devirerek doğruldum. Bir şeyim var mı diye bir kendimi kontrol ettim. Ellerimin derisinin biraz soyulması ve bileğimin burkulması dışında bir sorun yoktu. Bir dahaki sefere eldiven takmalı ve daha az yükseklikten atlamalıydım.
Bir dakika, biz niye atladık ki ne güzel merdivenden iner gibi iniyorduk...
Ahh, iç ses onu bir bende anlasam...
Her an biri gelebileceği için hemen dağa çıkan patikayı tırmanmaya başladım. Patikayı tırmanmak yukarılara çıktıkça artan rüzgar yüzünden biraz zorlaşıyordu.
Ama olsun bizim göbek adımız zordu. Abartma istersen Sera. Bizim göbek adımız- Sus iç ses.Bu sefer gerçekten sus. Öyle olmadığını bende biliyorum herhalde.
O zaman neden diyorsun?
Sen niye hiç şakaya gelmiyorsun?
İç sesimle kavga etmek beni manyak biri yapar mıydı? Bence hayır. Çünkü beni sürekli tersleyen bir iç sesle başka nasıl bir iletişim şeklim olabilirdi ki?
Çok şükür patika bitmiş ve tepeye varmıştım. Etrafa bir göz gezdirdikten sonra temiz olduğuna karar vererek her zamanki yerime ilerlemeye başladım. Ve evet köşeme varmıştım. Burayı sevmemin tek nedeni kimsenin olmamasıydı ve tabiki de tüm şehrin buradan bir cennet gibi gözükebilmesi...
Çimlerin üzerine oturup dizlerimi karnıma doğru çektim. Kollarımı dizlerime sardım ve çenemi de dizime yasladım. Az önceki insan kalabalığına bakarken baktıkları dev ekran açıldı. Dikkatimi ekrana verdim. Bakalım bu sefer ne yalan söyleyeceklerdi... Ekranda haber ekibi ve Kod:375 araştırma ekibi vardı.“Sırlar gibi saklanan Kod:375 başkanı yine ortalıklarda yok ve bu şaşıralacak bir şey asla değil zaten. O adam ne zaman olmuş ki. Gören olsa ödül verilmeli.” Burası güvenli bölge olduğu için iç sesimi dile getirsem de bir şey olmuyordu. Ve o daha akşam röportaj var deyipte her akşam ortadan kaybolan sözde başkanın burada veya diğer araştırma merkezlerinde olduğunu sanmıyordum.
Derken kadın programı sunmaya başladı. “Hoşgeldiniz, sevgili Yaşam:1375 sakinleri. Ben 1375 TV baş muhabiri Alina Crost ve yanımda yeni bulunan ve hepimizin gizemini öğrenmeyi merakla beklediği yeni kapı hakkında açıklama yapmak üzere Kod:375 başkan yardımcısı Adam Dean var. Evet, Adam bugün bizlere neler anlatacaksın bakalım?” Alina, bunları derken sarı saçlarını geriye savurup duruyordu. Ela gözlerini kocaman açmış bir şekilde kameranın arkasındaki aynaya bakıyor ve rujunun dağılıp dağılmadığını kontrol ediyordu. Eğer dağıldığını düşünmeye başlasaydı program reklama girecekti.
Lakin Adam söze başlayınca böyle bir şey olmayacağını anlamıştım. “Aslın-“ Evet, söylediği şeyler sadece bundan ibaretti. Tam bir kelime bile değil.
“Herkes yeni bulunan kapının gizemini merak ediyor.” Alina Crost her zamanki gibi yeteneklerini konuşturup lafı uzattıkça uzatıyor ve Adam’ın sözünü kesiyordu.
Aslında görevine son verilmesi gerekiyordu ancak ona göre o bu şehrin en güzel kadınıydı ve ondan başka bir sunucu bulsalar bile onun kadar güzel olmayacağı için reytingleri düşürürdü. Adam bu durumu hiçte yargılamış gözükmüyor. Alışmış herhalde garibim. Ehh, sonuçta her seferinde başkanın röportaj var dediği zaman onun yerine o çıkıyordu programa...
Göbek adın haklı olabilir mi iç ses...
Bilmem, yorumlara yazsınlar bii..
Adam hiçte bozuntuya vermeden tekrar söze başlayacaktı ki“Bu bulunan-“ Alina yine Adam’ın sözünü kesip aynı amaçsız, aynı anlamlara gelen sorularını tekrarladı.
Bu kadına gıcık oluyorum...
Tek ortak yönümüz bu galiba iç ses?Sana ilk defa hak veriyorum...
“Diğer kapılar ile 1350-“ diye Alına konuşmaya başlamıştı ki “1352. Kapı” diyerek Adam bu sefer rolleri değiştirerek kadının sözünü kesmişti.
Alina bunun için en ters bakışlarını ona gönderirken onun drama seviyelerine hayran kalmıştım.
Adam acaba bu kadına nasıl katlanıyor. Ben buradan bile katlanamıyorken... Tam da sinir krizi geçirmelik.
“1352. Kapı ile bağlantı sağlandı mı? Yeni bulunan kapı hakkında ne demek istersiniz Bay Dean.” OMG...
Bu yepyeni, kimsenin aklına gelmeyen ve kesinlikle kimsenin daha önce asla aklından bile geçirmediği bu harika olağanüstü soruyu o nasıl beş dakika da bulmuştu?Ben şok...
Ben de A.101...
Komik değilsin iç ses!
“Tabi ki bir bağlantı var ve bizde-“ Evet kadın yine ama yine adamın sözünü kesmişti. Daha fazla dayanamayarak bende oturduğum yerde hiddetlenerek yükseldim..
“Vallahi de billahi de gıcık oluyorum bu kadına yaa gıcık karı. Sırf güzel ve çok konuşuyor diye onu koyuyorlar.” Doğal olarak kimse dediğimi duymadığı için ciddiye almıyordu. Ve bu da ayrı bir şeydi. Bir iç sesimin ve bir de benim olduğu bu sessiz ortam her şeyden iyiydi. Sonuçta düşünme özgürlüğüm vardı ve düşüncelerimi paylaşmakta hiç olmadığım kadar özgürdüm.
“Pislik ve egoisttin teki ya.” Diye söylenirken sinirden güldüm. Derken bir gülme sesi daha geldi. Bu gülen ben miyim diye baktım. Çünkü burada benden başkasının olması imkansızdı. “İç ses sen mi gülüyorsun acaba?” diye mırıldanırken fark ettiğim gerçekle şok olmam bir oldu.
Bu bir erkeğin gülme sesiydi. İç ses sen erkek miydin? Nasıl ya?
Saçmalama Sera. Etrafına baksana kızım. Ben değilim anla işte. Ayrıca benim gibi dünyalar güzeli bir kadına nasıl erkek diyebilirsin...
Var olmadığını iç sesime söyleyip onunla kavga etmek yerine hemen etrafıma bakınmaya başladım. Sol tarafımda bir karaltı görmemle gözlerim kocaman açıldı. Gittikçe bana yaklaşan bir karaltı... Ne gerilim yapıyorsun be kızım. Biri var işte orada. Yok birde hayalet var de. Böö...
“Tövbe estağfurullah...” diye mırıldanırken kaçmam gerekirse diye çantamı sımsıkı tutuyordum. Gözlerim yaklaşan kişinin gözlerinde takılı kaldı.
Evet, kızım yakalandık galiba. Erkekliğin yüzde doksanını yapma vaktimiz geldi. Kaç!..
Biz kızız yalnız?
Eee, bu koşup kaçamacağımız anlamına gelmiyor. Ayrıca o erkek olduğuna göre o bizden kaçmalı biz değil. Hadi korkutalım onu!
Tabi böö yapmak yerine özel olan cee-ee kampanyamızdan da yararlanmak ister miydiniz?
Hemen ayağa kalkarak kaçmam gerekirse diye koşmam gereken mesafeyi hesaplamaya koyuldum. Lakin olmayan matematik bilgim bana pek yardımcı olamayacağı için arkamı dönüp koşmaya çalıştım lakin bir el beni bileğimden yakalayarak durdurdu.
Derhal çirkefleşmemiz ve kendi suçumuz örtbas etmemiz lazım kızım. Hadi göster gücünü... Yapabilirsin ben sana inanıyorum...
İlk defa bana inanıyorsun iç ses gözlerim doldu...
Bu sefer iç sesime hak vererek en kızgın ve ters bakışlarımla yanımdaki kişiye döndüm. Onun konuşmasına fırsat vermeden ben söze başladım. “Sapık mısın sen ya? Oğlum bıraksana kolumu. İmdat, sapık var! Teca-“ yabancı direkt diğer eliyle ağzımı kapatarak daha ben ne olduğunu anlamadan beni kendisine çekti. Sırtımı göğsüne yaslarken diğer eli hâlâ sımsıkı dudaklarımın üzerindeydi.
Biraz fazla mı abarttık. Birazcık. Belki birazcıktan birazcık fazla. Ahh, tamam bir tık abarttık sanki...
Yaptığı bunca şey benim bağırmama engel olamazdı. “İmdat!” diye ben bağırmaya devam ederken adam beni kendine daha çok yaslayarak ağzımı daha sıkı kapattı. “Ne bağırıyorsun kızım kulağımın dibinde. Hem senin ne işin var burada? Yasak buraya girmek farkındaysan.”
Bende biliyorum herhalde yasak olduğunu... Biliyorsak niye giriyoruz Sera...
Hemen elini ısırmaya çalıştım ama öyle sert bastırıyordu ki dudaklarımı aralamak bile imkansıza yakındı. Ben de şuan tek yapabileceğim şeyi yapıp eline tükürmeye başladım. Böylelikle benden tiksinip beni bırakabilirdi.
“Elimi mi yalıyorsun sen?”
Yooo, tükürüyorum. Çünkü şu durumda yapacak başka bir şeyim yok.
Ellerimle çocuğu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım ama herif yerinden bir santim bile kıpırdamamıştı. Bir süre sonra ona vurmaya başlasam da herhangi bir acı belirtisi bile göstermemişti. Sanki bir robot gibi tepkiler veriyordu ve olması gerektiğinden daha güçlüydü! En sonunda ağzımı kapattığı için cevap vermeyeceğimi anlamış olacak ki “Bağırırsan güvenliği çağırırım.” Diye beni tehdit ederek yavaş yavaş elini benden uzaklaştırdı.
Bizi o güvenliklerle korkutabileceğini sanıyor herhalde ne yazık...
Korkarız... Karizmamızı çizdirme istersen iç ses...
Hemen aramıza belli bir mesafe koyarak ona ters ters bakmaya başladım.
Aynı şeyi mi düşünüyoruz kızım..?
Aynı şeyi düşünüyoruz iç ses...
Önce adamın ayakkabısına tip tip bakıp başımı iki yana salladım. Bu bakışlarımı fark etmiş olacak ki “Neye bakıyorsunuz böyle acaba hanımefendi?” diye sordu.
Başımla ayakkabısını işaret ederek “Bağcığın çözülmüş” dedim. O bağcığını bağlamak için refleksle yere eğilmeye başlarken bende hemen arkasına geçerek dizine tekmeyi geçirdim. Dengesi sarşılınca yere düşecek gibi oldu lakin düşüp düşmediğini öğrenmek için yeterince zamanım yoktu. Bu yüzden hızla çıkışa doğru koşmaya başladım.
Benim kaçmaya başlamamdan da bağcığının bağlı olduğunu ve onu kandırmış olduğumu yere düşmeden saniyeler kala anlamış olacak ki hemen tekrar doğrularak hiç vakit kaybetmeden o da benim peşimden koşmaya başladı. Tanrım bu adam neden benim peşimi bırakmıyor ki?
Güzelliğimizdendir o. Maşallah dünyalar güzeliyiz. Bizim gibisini bulmuşta peşimizde koşmayıp başka ne yapsın?
İç ses kendimizi övmeyi bir kenara bırak lütfen peşimizde bir manyak var...
Sen niye adamı kandırdın ki kaçsaydın ya Sera..?
Direkt kaçsam daha hızlı yakalanırdım iç ses. Dikkatini dağıttım ve bende öyle kaçtım.
Sanki şimdi ışınlandın da seni yakalamayacak...
Nefes nefese bir şekilde koşarken arkamdan dur diye bağıran adama kulak asacak filan değildim. “Biliyorum dünyalar güzeli bir kızım ama benden sana hayır gelmez. Bıraksana peşimi manyak adam!” diye bağırmadan da edemedim. İç sesimle sonu gelmeyecek tartışmalar yerine şu adamın neden beni kovaladığını öğrenmek isterdim.
Aynen kızım, sen hiç övmedin kendini...
“Ne saçmalıyorsun sen?!” Yabancı sinirlendi...
“Sen niye beni kovalıyorsun?!” Ben de sinirlendim...
“Sen niye kaçıyorsun?!” Yabancının sinirler tavan...
Şimdi ne diyeceğiz iç ses?
“Sen kovaladığın için olabilir mi?” Ben daha öfkeli olmalıydım lakin o benden de çok bağırıyordu. “Sen kaçmasan seni kovalamayacaktım.”
Bu adamda harbiden anlama güçlüğü olabilirdi. Ben zaten o beni kovalıyor diye kaçıyordum. Yanıma gelmese böyle bir şey olmayacaktı zaten her şeyi de o başlatmıştı. Konuşmamız da bir yere varamayacağımızı anlayarak çenemi kapattım. Bu adam da şuanda gözümde iç sesimle aynı kefedeydi. İkisiyle de kavgada bir sonuca varamıyordum ve bu durumda suç hiç bende değildi kesinlikle onlardaydı.
Çok şükür demir parmaklıklara vardığımı görerek yavaşladım. Bir anda yavaşladığım için tökezlesem de yere düşmekten son anda kurtuldum. Tam elimi demire yaslamış tırmanmaya başlayacaktım ki duyduğum gülme sesiyle arkama dönmem bir oldu.
Yine neye gülüyordu bu salak?
Adam birkaç metre uzağımda güle güle yavaş adımlarla yanıma doğru geliyordu. Ben mala bakar gibi onun yakışıklı yüzüne bakarken o da gülerek bana aynı şekilde bakıyordu. Yalnız onun bilmediği tek bir şey vardı ve o da burada tek bir salak olduğuydu. Ve o da ondan başkası değildi. “Neye gülüyorsun sen salak?”
Sorumu ciddiyete almadan o bana doğru ilerledikçe bende demir parmaklıkları es geçerek geriye doğru adımlar atmaya başladım. “Sen gerçekten de oradan tırmanmayı mı düşünüyordun?”
Kahkahaların arasından söylediği bu saçma cümle ile ona bakakaldım.
Adımlarım olduğum yere çakılırken o benden uçmamı bekliyordu herhalde.
Hey, bu çocuk ne cüretle bize sen diye hitap ediyor? Siz demeli ahmak. Biz burada iki kişiyiz sonuçta...
Takıldığın şey bu mu iç ses? Ben ne diyorum sen ne diyorsun...
Ben “Başka çıkış var da...” diye söylenmeye başlarken tekrar bir kahkaha attı.
Artık benim de sinirlerim gerçekten de bozulmaya başlamıştı. Öyle ki artık ona mala bakar gibi değil de her an boğazına yapışacakmış gibi baktığıma emindim. Ve ben her ne kadar onu kale almadıysam o da benim dediklerimi kale almıyordu.
“Hangi filmin kahramanısın sen? Kapıdan çıkmak varken kim acaba demirlere tırmanır?” Ben şok içinde kapıya bakarken o kapıyı ileri ittirdi. Kapı gıcırdayarak açılırken yüzümü buruşturmadan edemedim.
Elsa, Rapunzel, Pamuk Prenses veya herhangi bir prensesiz biz...
Cevaplamamız gereken soru o değil iç ses. Ayrıca hiçbir soruya da cevap vermek zorunda değiliz.
Avukatımı istiyorum ben.Bakışlarım bir onda bir de kapının üzerindeydi. Kapıyı şimdi açmışlar galiba. Biz geldiğimizde kapalıydı...
Kapının açık olup olmadığına bakmadık bile Sera...
Acaba, dur bir bakayım ben açık olduğuna inanmıyorum diye yanına gitsek kaçabilir miydim?
“Nee!” diye bağırırken bende kapıya yaklaştım. Dahiyane fikrimi hayata geçirmem gerekiyordu çünkü. “Dur bir ben bakayım. Kapı kapalıdır.” O hiç bozuntuya vermeden kenara çekildiğinde bende kapıya doğru ilerlemeye devam ettim. Kapının önüne geldiğimde kapıyı tekrar kapadım ve açtım. Açıktı. Çocuk hâlâ gülerek bana bakarken “Dışarıdan kapalı galiba. Ben bir oradan bakayım...” diyerek dışarıya çıkıyordum ki beni çantamdan tutup içeri geri soktu. C planımız neydi acaba?
“Senin kaçışın yok hayalperest kız.” Diyen etkileyici sesine kulak asmadan kaşlarımı çattım. Çünkü ben diğer kızlar gibi değildim!
2010 cringe ve klişe kitaptaki başrol de değiliz biz...
İroni, iç ses.
Ayrıca ben hayalperest olduğumu da düşünmüyordum. Çünkü Spiderman gibi düz duvara tırmanmaya çalışmıyordum onun yerine demir parmaklıklara tırmanmıştım. Her okuldan kaçmaya çalışan haylaz öğrenciler gibi.
Ohh,ne âlâ memleket. Demirlere tırmanıyoruz diye hayalperest olduk...
Senin yapacağın plana ben iç ses...
Mecbur bende içeri geri girdim demeyi ne kadar istesem de içeri kendi rızamla girmemiştim. Zorla sokulmuştum, sürüklenmiştim. Geri geri tekrar gitmeye başlarken başka bir çıkış yolu arıyordu yeşil gözlerim.
Salak, hâlâ neye gülüyor bu..?
Tek derdin onun gülüşü, mü iç ses?
Ne yapmaya çalıştığımı anlamış olacak ki o da temkinli adımlarla bana doğru gelmeye başladı. Onunda bana doğru hareketlendiğini görünce hemen arkamı dönüp tekrar koşmaya başladım. O da tabiki de arkamdan gelerek beni takip ediyordu. “Ne istiyorsun benden mal?” diye bağırdım tabi bir yandan da koşarken. Sonuçta peşimden koşuşturan adamın sapık,katil veya hırsız olma ihtimali de vardı ve bağırarak birilerinin sesimi duymasını sağlayabilirdim. Böylece ondan kurtulurdum. Mutlu son...
“Senden çok hoşlandım da kaçırmak istiyorum seni.” Diyen sesi ise beni şoke uğratmıştı. Dünyalar güzeli olduğumu biliyordum ancak bu alaycı sesi cümleyi tam tersi şekilde söylemişti.
Terbiyesize bak, bir de bizimle dalga geçiyor...
Birkaç dakikalık bir koşuşturmanın ardından çıkmaz bir sokağa geldiğimde ağzımın içinde bir küfür yuvarlamadan edemedim. “Dağ da çıkmaz yol mu oluyor yaa?” diye söylenmeye başlarken arkama baktım.
Lanet pislik, hâlâ arkamdaydı... Ben geri geri yürümeye devam ederken o da bana doğru geliyordu. Git gelme desem acaba gider miydi? Sanmazdım. Ama denemeye değer bir plan mıydı acaba?
En sonunda sırtım duvara değdiğinde tek düşündüğüm şey bu adamı bıçaklayıp bıçaklayamayacak olmamdı. Çünkü o bana her yaklaşmaya başladığında tırsmadan edemiyordum an itibariyle.“Bu sefer kaçış yolun yok hayalperest kız.”dedi eğlenen ses tonuyla hâlâ bana yaklaşmaya devam ederken.
“Sensin hayalperest.” Diye bağırdım bana her ne kadar yakın olsa da. Tam karşımda dururken daha önce sorduğu soruyu tekrarladı. “Senin burada ne işin var?”
Tabi, daha önce cevap vermedim şimdi vereceğim... “Sanane.”Bu sefer sesim az önceki gibi güçlü çıkmaktansa bir fısıltıyı andırıyordu.
Aramızda bir adım kalmayacak kadar bana yaklaştı. Sanırım bana yaklaşarak korkmamı sağlamaya çalışıyordu. Sanki ben bunlardan korkardım...
Evet, korkardık...
Tüm karizmamı bir kez daha yok ettin iç ses.
“Tekrar ve son kez soruyorum. Senin burada ne var?” Bu sefer öyle gür bir şekilde bağırmıştı ki hafifçe olduğum yerde irkilmedem edemedim. Başka bir kaçış yolum olmadığını anladığım için söyleyecek bir yalan düşündüm. Ve aklıma ilk gelen şeyi söyledim.
“Kod:375 araştırma ekibindeyim.”
Az önce Kod:375 hakkında hiçte hoş olmayan şeyler söylüyordun...
Sus, iç ses lütfen. Ayrıca sen de söylüyordun, sadece ben değil...
Ne ara işe girdin acaba benim niye haberim yok..?
Karşımdaki yabancı gülmemek için alt dudağını ısırırken “Yaa, öyle mi?” dedi “Bende araştırma ekibindeyim sen hangi gruptasın peki?”
İşte şimdi ayvayı yemiştik...
Aferin, işte benim kızım. Harika bir yalan...
“Hıı, gruplarda mı... Ehhh şey yani birinci gruptayım.” Diyerek yine aklımdan geçen ilk şeyi yapmıştım.
Çocuk bu hâllerime daha çok gülerken “Bende birinci gruptayım ama seni hiç görmedim. Yeni mi başladın-“ demesine kalmadan hemen sözünü kesip sert bir ifade takınıp “Asıl ben seni hiç görmedim. Sen yeni başlamışsın.” Dedim.
Niye öyle diyorsun kızım sen? Yeni başladım desene direkt...
Yaptığım mallığın farkına yeni varırken çocuk daha çok güldü. O güldükçe ben daha çok panikliyordum ve paniklerken hayal gücümün de söylediğim saçma yalanların da bir sınırı yoktu. Bu çocuk neden her şeye gülüyorsa artık...
“Yalnız birinci grup bugün çalışmıyor. Birinci grupta olsan şuan burada olmazdın.”
İnkâr etmeye devam kızım. Artık yapacak başka şeyimiz kalmadı...
“Asıl sen yeni başladığın için bilmiyorsun biz bugün çalışıyoruz.” Evet, daha yaratıcı bir yalan beklerdim ben.
“Başka hangi günler çalışıyorsunuz peki siz? Diğer günler de mi buradasınız?” diyen sorusuna başka bir soruyla cevap verdim.“Bugün günlerden ne?” diye sordum aval aval. Tam da bir mal gibi.
Kızım sen bunu neden sordun..?
Gerçekten ben bunu neden sordum?Bu saatten sonra kurtulmam zaten imkansız o yüzden aklına ne geliyorsa söyle boşver.
Çocuk beni hiç bozuntuya vermeden “Pazartesi” dedi. “Haa” dedim. “Biz birinci grup olduğumuz için pazartesi çalışıyoruz. Bunu bilmediğine göre sen birinci gruptan değilsin. Söyle bakalım sen hangi grupsun?"
Biraz az mı sallasan...
“Dördüncü grubum ben aslında.”
“Senin buradane işin var o zaman? Sen Cuma günü çalışıyorsun.”
“Dördüncü gün Perşembe yalnız”
Sana gerçekten koca bir aferin kızım. Günleri bilmiyor musun sen? Bir günleri karıştırıp rezil olmadığın kalmıştı sayende o da oldu...
“Cuma Perşembe aynı zaten. Sen benim soruma cevap ver.”
Gülmesi sırıtışa dönüşürken “Salla kazan oynadın mı hiç? Çok güzel sallıyorsun. Milyoner olursun belki.” Diyince beş karış açılmış ağzımla baka kaldım.
“Ne sallaması be?” dedim kendimi hemen toplayarak son bir umutla. Bu sefer olmadı yemezler der gibi bir baş hareketi yaparak “Dökül!” dedi.
“Önden siz lütfen.” Dedim hemen. Onun dediklerine göre daha kolay bir yalan bulabilirdim.
“Güvenliğim ve aynı zamanda araştırma ekibine üye.”
“Aaa” dedim gerçek bir şaşkınlıkla. “Siz de mi güvenliksiniz? Bende güvenliğim. Geçen yeni güvenlik gelecek işe başlayacak diyorlardı. Demek o sizmişsiniz.” Dedim belki inanır diye.“Bence artık görevimize gidelim. Belki kaçak girmeye çalışanlar vardır.” Diyerek gidiyordum ki beni omzumdan hafifçe iterek geri itti. Evet,son kozumuzu da burada oynadık...
“Gerçekleri dökül” derken yaptığı vurgu gözümden kaçmamıştı.
“Üfff, bu ne sorgu yaa? Manyağım ve buraya gizlice girdim.”
“Kapıda yazan kocaman girmek yasak ve tehlikeli yazısını görmedin mi acaba?”
Artık saklayacak bir şey yoktu. Olsa bile bende artık sinirlenmiştim. “Çünkü burası tehlikeli değil ve o yasakların saçma ve keyfiyen konulduğunu düşünüyorum. Oldu mu? Al gerçekler!”
“Oldu” dedi. Ben ne kadar sinirliysem o, o kadar sakin bir sesle.Ben ters ters ona bakarken “Sen kimsin diye sormayacak mısın?” diye sordu.
“Sormayacağım. Çünkü senin kim olduğun umrumda bile değil benim. Ayrıca ben neden seni merak edeyim ki?”
Aynen kızım hiç umrumuzda değil. İlk gördüğümüz andan beri merak ediyoruz...
Allah rızası için bir sus iç ses..!
“Demek umrunda değil?” Bunu neden soru sorar gibi sormuştu ki?
Sıçtık...
“Hee,tamam söyle kimsin sen?” Bunu öyle meraktan uzak bir tavırla sormuştum ki inşallah merakımı belli etmezdi. “Kesin o sarhoş heriflerden birisin ama neyse...”
Tam kim olduğunu söyleyecekti ki kurduğum cümleyle beraber başka bir soru sordu. “Emin misin?” Cevap vermek için bir an bile düşünmedim.“Hiç olmadığım kadar."
Ben pek emin değilim açıkçası...
Tereddüt etmek yok iç ses...
“Peki o zaman. Ama bilki son pişmanlık işe yaramaz.” Bu niye lafı dolandırıp duruyordu? Tam cevap vermek için ağzımı açıyordum ki ikimize de ait olmayan bir kadın sesi “Başkanım, bulduğumuz şeye bakmak isteyebilirsiniz.” Diyince ağzım şoktan beş karış açıldı.
Bir dakika Kod:375’in başkanı bu muydu?
Kod:375’in başkanı bu kadar yakışıklı mıymış..?
Konumuz o mu iç ses..?
Yakışıklıysa neden kendini gizliyorki..?
Konuya odaklan kızım..
Ama ben başkanı böyle yakışıklı hayal etmemiştim...
Kaçak girdiğimiz yerde gizemli başkana yakalanmak... Tam bir klişe...
Ben ağzım beş karış açık kalmışken başkan olduğu iddia edilen çocuk sırıtmaya başladı. İddia edilen değil kızım başkan olan çocuk...
Ahh, ne güzel de sırıtıyor...
Aşık ol da tam olsun iç ses.
Abartma istersen. Ne dedim ki ben şimdi..?
Ne demedin mi sen şimdi..?
Birkaç adımdan sonra kadın yanımıza geldi. Önce bize baktıktan sonra hemen kafasını yana çevirerek “Rahatsız ettim galiba başkanım. Kusura bakmayın, ben gideyim.” Diyerek uzaklaşmaya başladı.
Dışarıdan nasıl gözüküyorduk ki? Bunu hayal etmesi bile korkunçtu!
Rahatsız etmedin zaten tahmin ettiğin gibi bir durum da yok. Ama bu olmayacağı anlamına da gelmiyor tabii...
İç ses..!!
Ben beş karış ağzım ve aval aval bakan gözlerimle çocuğa bakarken o elini havaya kaldırdı ve çenemi kapattı.Biraz daha öyle kalsak çenemiz düşecekti galiba...
Ben hâlâ şaşkın şaşkın bakmaya devam ettim. Oysa kadına bir el hareketi yaparak gitmeye başladı. Sonra aklına gelmiş olacağım ki beni de kolumdan çekerek “Seni unutmadım küçük hanım. Cezanı çekeceksin.” Dedi.
Beni unutmamış mı?
Ceza diyor iç ses.
Fena hâlde sıçmıştık...
İnşallah en başta onun hakkında dediklerimizi duymamıştır... |
0% |