@noktali._virgul
|
"Gencin manyak olduğunu düşünmem..." kısmına kadar no.1 dinleyebilirsiniz. 🎶Bu Benim Hayatım 🎶 dinlemeniz önerilir. İyi okumalar.✨ ... "Ne biliyor musun baba?" dedim gözyaşlarımı ellerimle bile durduramazken. "Hepinizden nefret ediyorum!" diye bağırdım. "Senden nefret ediyorum! Senin babandan nefret ediyorum! Bu hayattan nefret ediyorum! Yaşamaktan nefret ediyorum! Yapamadığınız ebeveynlikten nefret ediyorum!" Son ses bağırıyordum. Boğazım acıyordu, gözyaşlarım dinmiyordu. Babam karşımda renkten renge girerken dudaklarımdan bir hıçkırık daha kaçtı. Bunlara rağmen sözlerimi babamın yüzüne doğru bağırmak ve sessiz sessiz ağlamak yerine hıçkırıklara boğulmak biraz olsun içime su serpmişti. Fakat o su da yüzüme yediğim tokatla birlikte buhar olup uçtu. Duygularımı kontrol edemiyordum. Aslında bağıra çağıra saydıklarımdan nefret bile etmiyordum. Onlar benim nefretime bile layık değildi. Göğsümün ortasına oturan ağırlık aslında hep oradaydı, ben yeni fark ediyordum. Deprem mi oluyordu? Hayır, nefes alamıyordum, başım dönüyordu. Omzuma doğru düşen başımı yavaşça kaldırdım. Yaşlı gözlerimle bakışlarımı tam karşımda kıpkırmızı olmuş bir suratla ve öfkeyle bana bakan babama çıkardım. Yüzüne tükürebilirdim. Hayır, tükürüğüm ondan daha değerliydi. O yüzden gözlerinin içine bakarak bir adım gerilemeyi tercih ettim. Bir adım daha ve bir adım daha. Kahretsin, bu yaşlar da neydi? Bu kalp neden hâlâ atıyordu? Keşke bir mucize olsa ve dursaydı. Odama gittim ve kulaklığımı aldım. Telefonum zaten cebimdeydi. İçeriden annemin ağlama sesi geliyordu. Neye yarardı? Koridoru hızla yürüdüm ve kapıya ulaştım. O sırada arkamdan gelen babamın sesi beni güldürdü. "Eğer o kapıdan çıkarsan bir daha geri giremezsin!" Şaka değildi, cidden kahkaha atıyordum. Ne? Acaba kulakları kendi söylediklerini duyuyor muydu? Sanırım bunu hiçbir zaman öğrenemeyecektim. Kapının kolundaki elimi çektim ve gülerek arkamı döndüm. Muhtemelen güldüğüm için şaşkın ama öfkeli ve kırmızı bir suratla bana bakıyordu. Tekrar güldüm, aynaya bakıp bunu görmesi gerekiyordu. "Sen benim bu cehennemde kendi isteğimle kaldığımı mı sanıyorsun?" Yine güldüm çünkü gerçekten komikti. Mecburen kalmak zorunda olduğum eve geri dönemeyeceğimi söylemesi komikti. Onlara son bir bakış atarak kapıyı açtım ve çıktım o lanet evden. Kapattığım kapının ardından tekrar sesini duyduğumda gözlerim dolmuştu. "Senin gibi kızım yok benim!" Acıtmıştı. Senin gibi... Eskiden altı değil gözlerim karaydı. Şimdiyse gözlerim kararmıştı. Bir etkisi olmayacağını bilsem de midem bulandığı için elimi kısa bir süreliğine karnıma attım. Gözyaşlarımı silmeye yeltenmedim bile. Zaten durmayacaktı, silmenin ne önemi vardı? Hızla çömelip ayakkabılarımı giydim. Ellerimin titremesini göz ardı edebileceğimi düşünüyordum. Hızla doğrulup apartmandan koşarak çıktım. Gittiğim yere bakmaya gerek duymadım. Sadece koştum, ağrıyan başımı esir alan düşüncelerden kaçmaya çalıştım. Lanet olsun ki hiçbir işe yaramadığını biliyordum ve buna rağmen koştum. Kahrolası güçsüz bacaklarım pes edene kadar ilerledim. En sonunda karşıma çıkan bir parkta, bir banka çöktüm yorgunlukla. Arkama yaslandım ve başımı geriye yatırdım. Derin bir nefes aldım fakat işe yaramıyordu. Gözyaşlarım akmaya devam ederken kahrolası sesim kulaklarıma varmıyordu. Az önce yaşadıklarımı düşündüm sonra. Daha çok ağladım, daha çok güldüm. Sigara içmezdim ama o an çok istedim. Yaşlı gözlerimle etrafıma baktım, tek bir insanoğlu yoktu. Hasta bir köpek kadar yalnızdım. Cebimdeki telefona gitti elim ve bu beni düşündürdü. Arayacak kimim vardı ki? Çektim elimi geri. Gözyaşlarım akıyor muydu? Hissetmedim, hava soğuktu, hırkama biraz daha sarıldım. O an kulaklığım aklıma geldi. No.1, Bu benim hayatım. Ben de kendi hayatımı sorguladım. Sonra durdum, hayat mı? Burnumdan güldüm kısık bir sesle. Sadece 17 yaşımdayken bana kendisini sorgulatan hayattan mı söz ediyordum? Evet, ta kendisiydi. Şarkı ilerledi, gözyaşlarım akmaya devam etti. Müziği kapattım sonra. No.1'i ne kadar sevsem de sanırım biraz sessizliğe ihtiyacım vardı. O sessizliğin içinde dakikalar geçti. Dakikalar saatlere dönüşürken yaptığım tek şeyin o bankta öylece oturmak olması beni yine düşüncelere itti. Benim yaşama amacım neydi? O gece, o soğukta, o bankta sabahlarken kime ne katkım vardı? ... Hafif hafif doğmaya başlamıştı güneş. Kurumuş ve şişmişti gözlerim. Etrafı taradım boş bakışlarla. Kimsecikler yoktu, hâlâ. Nerede, hangi mahallede olduğumu bilmiyordum. Saatlerdir oturduğum banktan kalktım ve kapüşonumu kapatarak rastgele yürümeye başladım. Düşündüğüm mucize gerçekleşmediği için hâlâ atan kalbim beni nereye götürüyorsa uyuşmuş bacaklarım o tarafa doğru hareket ediyordu. No.1'in de dediği gibi mutluluk için o kalbi durdurmam gerekirdi ama neye yarardı? Bu saatten sonra mutluluk bana ne katardı? Adımlarım sakin, yürüyüşüm yavaştı. Yolumun ilerisinde gördüğüm gri kediyle durdum. Kedilerden hoşlanmazdım ama o an ona sarılasım gelmişti, ondan hoşlanmıştım. Yaklaşsam o da benden hoşlanır mıydı? Hayır, ben bile hoşlanmıyordum kendimden. Fakat düşündüm, denemenin vereceği zararın bir önemi yoktu. Yavaşça ilerledim, adım attım ve gözleri bana döndü. Tekrar durdum, o da hareket etmedi. Göz temasını kesmeden yavaşça yanına ilerledim. O an ne düşünüyordum? Önemi yoktu, okyanusun ortasında batan bir kayıktım, hiçbir şeyin önemi yoktu. Ellerimi uzattım ve benden kaçmaması beni şaşırttı. Sanırım beni seven tek canlı. Temizdi, garipti. Kir içinde yüzen şu dünyada temiz kalmak yetenek isterdi. Onu kucağıma almaya çalıştım. Başta başaramadım, üzülmedim, önemi yoktu. Tekrar denedim. Zararsız olduğumu anlamış olacak ki zorluk çıkarmadı. Ben de kucağımda onunla yürümeye başladım. Bu bilmediğim yollarda ilerlerken düşündüm. Ne diye kavga etmiştim ben şimdi? Babam bana inanmadı diye mi? Evet, babam bana inanmadığı için sinirlenmiştim. Peki ben babamla mı kavga etmiştim? Hayır, benim kavgam hayatlaydı. Benim kavgam bu dünyadan çaldığım nefeslerleydi. Harbi, ben hâlâ neden nefes alıyordum? Zorluk çıkarmadan kollarımın arasında benimle gelen kedi kadar temiz tutamamıştım kendimi. Neden hâlâ yaşıyordum? Bunları düşünürken kedi kollarımda kıpırdandı. Eğilip onu yere bıraktım ve yürümeye devam ettim. Ben ilerledikçe kedi de benimle geliyordu. Sanırım sonunda bir arkadaşım olmuştu. Acaba ona bir isim vermeli miydim? Sanırım evet, ona nasıl seslenmem gerektiğini bilmiyordum, konuşup da bana ismini söyleyemezdi. Konuşamamak güzel miydi acaba? Bence kesinlikle evet. Kedilerden hoşlanmazdım, ondan hoşlanmıştım, garipti. Tüyleri temizdi, dünya ise yeterince kirli, garipti. Evet, onun adı Garip'ti Garip peşimden gelirken yürümeye devam ettim. Saat daha çok erken olduğu için hiçbir dükkan açık değildi. Olduğum mahallenin karanlık bir havası vardı. Biri şu ara sokaktan çıkıp beni bıçaklasa kimse sorgulamazmış gibiydi. Birinin beni öldürmesinin, ölmemin bir önemi yoktu. Yürümeye devam ettim. Bu yürüyüşün sonu nereye varacaktı bilmiyordum. Önemi var mıydı? Devam ettim. Garip'e baktım, hâlâ benimleydi. Peki ya ben? Artık ellerimi hissedemez durumdaydım. Yürürken karşıma çıkan başka bir parka oturdum. Bacaklarım titriyordu. Garip de banka çıktı ve bacaklarımın üstüne uzandı. Acaba titremeyi önlemek için miydi? Peki bacaklarımın titremesinin önemi var mıydı? Evet, sanırım artık vardı. Hissizleşen ellerimi yanaklarıma attım, buz gibiydi. Yanaklarımdan indirdim ellerimi ve baktım onlara. Islaklık mı hissetmiştim? Ama önemli olmaması gerekmez miydi? Duyduğum hıçkırık sesi benim miydi? Evetti, tüm sorularımın cevabı evetti. Ama nedendi? Yine ağladım, hıçkıra hıçkıra ağladım. Titreyen ellerim Garip'in tüylerini buldu. Acaba babam bana niye inanmadı diye düşündüm. Çok mu yalancı bir insandım? Belki inanmıştı ama inanmak istememişti, olamaz mıydı? Peki ben neden kendimi kandırmaya uğraşıyordum? İnanmamıştı, inanmayacaktı. Bulunduğum parkın çaprazında bir bakkal açıldı. Elimi Garip'ten çektim ve kalkmaya yeltendim. Garip yere indi, ben de bakkala doğru ilerledim. Peşimden gelmişti, onu gerçekten sevmiştim. Bakkala girdiğimde paramı düşündüm, etrafı inceledim. 200 TL param vardı, küçük bir dükkandı. Rafların birinden bir bisküvi aldım. O sırada adam "Günaydın, hoş geldiniz." dedi. Kıpkırmızı olmuş ve şişmiş gözlerle ona baktığımda gözleri bir anda şaşkınlıkla parladı. Fakat karşımdaki yaşlı ve ponçik biri olduğu her hâlinden anlaşılan yaşlı amca kendini hemen toparladı. Aldırmadım. "Günaydın." dedim soğuk bir sesle, yaşlı amcaları sevmezdim. Arkamı dönerek Garip'e baktım. Tekrar önüme döndüğümde "Küçük bir kutu süt ve onu koyabileceğim bir şey var mı acaba?" diye sordum. Adam önce bana sonra Garip'e baktı. Gülümsedi ve arkasında bulunduğu masanın çekmecesinden karton kâse gibi bir şey çıkarıp bana uzattı. Ben de gülümsedim ve yanımdaki dolaptan küçük bir kutu süt aldım. Bunları masaya bıraktıktan sonra cebimdeki paramı alırken gözüm adamın arkasındaki sigaralara kaydı. Ben kendimi umursamıyordum. Artık hayatımda beni umursayacak başka kimse de kalmamıştı. Sanırım bir kerelikten bir şey olmazdı. "Bir çakmak ve iyisinden bir de sigara alabilir miyim?" Bir süre beni inceledi. Sonra istediklerimi verdi. Parayı ona uzattım, üstünü ve malzemelerimi bir poşetle birlikte aldım. Bakkaldan çıkınca derin bir nefes daha çaldım bu kirli dünyadan. Garip ile birlikte parka geri döndük. Poşeti banka bıraktım, içinden kabı ve sütü alıp çömeldim. Garip'in sütünü hazırladıktan sonra bir süre onu içmesini izledim. Ardından ben de banka oturdum ve bisküviyi çıkarıp atıştırdım. İkimiz de karnımızı doyurduğumuzda Garip benim kucağımda yatıyordu. Onun tüylerini okşarken gözüm poşetin içindeki sigaraya kaydı. Son bir defa düşündüm, önemli mi? Sigarayı paketinden çıkarırken boş bakışlarla etrafı bir kez daha taradım. Yine etrafta kimse yoktu. Ne kadar boş bir mahalle diye düşünmekten kendimi alamadım ve sigaranın dudaklarımı bulmasına izin verdim. Çakmağın ateşini sigaraya yaklaştırırken Garip'in hiç de boş olmayan bakışlarıyla karşılaşmak beni bir anlık durdurdu. Hayır, kafamda kuruyordum. Yine de "Bana öyle bakmayı kes Garip!" dedim. Devam etti. Sigaradan bir nefes almaya çalıştığımda öksürük krizi beklemediğim anda yakaladı beni. Su almadığım için küçük bir küfür savurdum dudaklarımdan. Kriz geçtiğinde Garip de kucağımdan kalkmıştı ve aynı bakışlarla bana bakıyordu. Kediler bu kadar duygulu bakabilir miydi? Kedileri bilmiyordum ama Garip'in baktığı kesindi. Elimdeki sigarayı tekrar dudaklarıma yaklaştırdım. Bir nefes daha aldığımda bu sefer iki üç öksürükten başka bir şey çıkmadı dudaklarımdan. Bir iki nefesten sonra artık alışmıştım. Dudaklarımdan kaçan dumanı izlerken Garip tekrar kucağıma uzanmıştı. Sigaram bittiğinde ise yenisini yaktım. Sonra bir yenisi daha... Orada hem sigara içerek hem de Garip ile sohbet ederek saatlerimi geçirmiştim. Kaçık ben değildim, uykumdu. Bu süre zarfında gördüğüm insan sayısı iki elin parmaklarını geçmezdi. Arayan soran olmamıştı. Oturmaya devam ettim. Gökyüzünün koyu siyahını görene kadar yerimden kalkmak aklımdan bile geçmedi. Paketin içinde sigaraya dair hiçbir şey kalmamıştı. Ne yapacağımı düşündüm. İşe girmeliydim sanırım, bulabilir miydim? Ev kiraları bahsedildiği gibi çok mu yüksekti, uygun bir yer bulamaz mıydım? Okuluma devam edebilir miydim, yapabilir miydim? Yeni bir hayat kurabilir miydim? Elim her zamanki gibi Garip'in tüylerini okşarken karşıdaki banka bir genç oturdu. Yaş tahminim asla tutmazdı, sadece gençti, belki benim yaşlarımda. Elinde bir kitap tutuyordu; Kürk Mantolu Madonna. Etrafa baktım, gence ve sonra da elindeki kitaba. Bu mahallede oturacak bir insana asla benzemiyordu. Bu gibi yalnız ve karanlık bir mahallede oturuyor olamazdı herhalde ama neden başka bir mahalleden ta buraya, bu yıkık dökük parka gelsindi ki? Ben bu düşüncelerle ona bakarken o da bakışlarını elindeki kitaptan kaldırıp bana baktı. Bakışlarımı kaçırmadım, onu izlediğimi fark etmesi beni utandırmadı. Kaşlarını çatmasını beklerken o da bakışlarını kaçırmadı, gözlerimin içine baktı ve gülümsedi. Kendimi garip hissetmiştim, ne diye gülümsedi şimdi bu? Ondan beklerken ben çattım kaşlarımı. Bana aldırmadı ve gülümseyerek kitabına geri döndü. Ben de aldırmamaya çalışarak Garip'in tüylerini okşamaya devam ettim. O geceyi de o parkta geçirmek gibi planlarım vardı, yarın iş bulma umuduyla biraz dolaşacaktım. Bakışlarım çaprazdaki bakkala döndü, açıktı. Garip'e baktım, uyumamıştı. Kalkmaya yeltendim ve o da kalktı. Bakkala doğru ilerledim ve bir şişe su alıp geri parka döndüm. Garip, bankta kıvrılmıştı ve gözleri kapalıydı. Genç, hâlâ oturduğu bankta kitap okuyordu. Nasıl yani, gitmeyecek miydi? Önemli miydi? O gece orada sabahladık. Garip, ben ve tanımadığım genç. ... Gencin manyak olduğunu düşünmem beynimin suçuydu, benim değil. Ciddi ciddi sabaha kadar o bankta oturmuştu. Acaba o da mı evden kaçmıştı? Evet, yine saçmalama işinde bir numaraydım. Uslu uslu kitabını okudu sabaha kadar, niye kaçsındı? Hayır saçmalamıyordum, manyak herif gidip yatsındı! Kendi kendimi aptalca düşüncelerle sinirlendirmeyi bırakıp yine kucağıma uzanmış Garip'e baktım. Yarım saat önce uyanmıştı ve aç olduğunu biliyordum. Neyse ki hâlâ sütüm vardı. Kalktım ve sütün kalanını kaba boşalttım. Yine biraz Garip'i izledikten sonra banka geri oturdum. Genç de bakışlarını Garip'e çevirmişti, gülümseyerek onu izliyordu. Sonra bana baktı, yine bakışlarımı kaçırmadım. O da gülümsedi ve duymam için sesli bir şekilde "Uyumadın ama yine de günaydın." dedi. Kaşlarımı olabildiğince çatmaya çalıştım. Evet, çalıştım çünkü birazdan şaşkınlıktan küçük dilimi yutabilirdim. Etrafıma baktım, kimse yoktu. Yine baktım, yine hiçbir insanoğlu yoktu. Bana mı diyordu, ne alakaydı? Uykusuzluktan hayal gördüğüme kanaat getirdim ve ona aldırmadan önüme döndüm. Sonuçta niye benle konuşsundu ki? O da bana aldırmamış olacak ki başını iki yana sallayarak güldü ve kitabına geri döndü. Ne bitmez kitapmış bu da?! O kadar uzun değildi, ne kadar yavaş okuyordu. Bunları düşünürken Garip karnını doyurmuş ve çaprazdaki bakkal da açılmıştı. Banktan kalktım ve adımlarımı oraya yönlendirdim. Bakkala girdiğimde yine bir bisküvi aldım raftan, Garip ise yine beni bekliyordu kapıda. Adam beni görünce oturduğu yerden kalkmış ve yine aynı ponçikliğiyle "Günaydın kızım, hoş geldin." dedi. Şaşkın bakışlarım adama döndü. Ama ben dün ona soğuk bir şekilde cevap verdim diye benden nefret eder gibi bir vibe almıştım. Aksine o bana kızım diye seslenmişti. Acaba her karanlık mahalle aynı serseri ve gıcık insanlarla dolu değil miydi? İnsanların bu samimiyeti nereden geliyordu? Dışarıdan ben de mi bu kadar ponçik gözüküyordum, ondan mıydı? Bisküviyi masaya bıraktım, aynı bakışlarla adama bakmaya devam ediyordum. O ise bana gülümsüyordu usanmadan. "Günaydın." dedim şaşkınlıkla ve kekelememeye çalışarak. Kimsenin bana ilk gördüğü anda bu kadar sıcak davranmasına alışık olmamak benim suçum değildi. Bisküviyi alarak bakkaldan çıktığımda Garip ile kısa çaplı bir bakışma yaşadık ve parka geri döndük. Genç gitmişti, asıl oturması gereken saatte gitmesi garibime gitti. Aldırış etmeden banka oturdum ve bisküvimi yedim. Ve en sonunda Garip ile birlikte iş bulmak umuduyla yola koyuldum. ... Girmediğim restoran, kuaför, kafe kalmadı. Ayaklarım daha fazla yürüyüş kaldırabilecek gibi değildi. En sonunda tam pes edecektim ki karşıma küçük bir kafe çıktı. Camında garson aranıyor yazısını gördüğümde önce bir durdum, Garip'e baktım. "Sormanın verebileceği zararın önemi var mı?" der gibi bakıyordu bana. Doğruydu, yoktu. İçeri girdiğimde burnuma dolan güzel kahve kokusuyla mest olmuş bir şekilde kasaya doğru ilerledim. Kasada ki kumral kız sevecen bakışlarla bana döndüğünde bakışlarındaki sevecenliğini sesine de yansıtarak "Hoş geldiniz, ne alırdınız?" diye sordu. Siz hiç insanların sempatisinden korkan birini görmüş müydünüz? Görmediniz mi? Ayıp ediyorsunuz, tam karşınızda duruyor! Kız resmen yerimden sıçramamı sağlayacak bir sesle konuşmuştu. Bu kadar neşeye ne gerek vardı ki? "Şey, ben iş ilanı için gelmiştim." dedim kekelememeye dikkat ederek. Sosyal anksiyete, bir sen kalmıştın zaten sağol kardeşim. Ayrıca ben böyle bir sevinç görmedim hayatımda, kız resmen kasanın arkasından çıkıp geldi koluma girdi. Ben şaşkınlıkla ona bakarken de Ateş diye birine seslendi ve benimle birlikte yürümeye başladı. Sanırım yetkili biriyle konuşmaya gidiyorduk o yüzden şikayet etmedim. Ama korkmadım da değil. Tam da tahmin ettiğim gibi kız beni müdürünün yanına getirmişti. Beni kapıda bıraktı ve gülümseyerek işinin başına geri döndü. Kapıyı çalarak içeri girdiğimde masasında oturan müdür amca bana gülümsedi. Müdür amca dedim çünkü tontikliği bana bakkalcı amcayı hatırlatmıştı. Hatta belki de o bakkalcı amcaydı ve bütün bunların hepsi bir rüyadan ibaretti, olamaz mıydı? Kesinlikle olamazdı ve ben daha fazla abartamazdım. Küçük adımlarla içeri girdim ve bir baş hareketiyle selam verdim. O da gülümsedi ve aynı baş hareketiyle selam verdi. Eliyle masanın karşısındaki deri koltuğu göstererek "Hoş geldin kızım, geç, otur." dedi. Bakkalcı amca çıkar mısın kafamdan rica etsem?! Babacan tavırları hoşuma gitmişti müdürün. Gösterdiği yere oturdum ve konuşma başladı. "İş ilanı için geldin değil mi?" Ona kafamı sallayarak cevap vermekle yetindim. Fazla konuşmayı seven biri değildim. "Kaç yaşındasın bakalım sen?" "17" dedim duyacağı şekilde kısık bir sesle. Anladığını göstermek için başını salladı ama çatık kaşları çok da anlamlandıramadığını gösteriyordu. "Çalışmak için biraz küçük değil misin?" diye sordu bu sefer de. Evet, çalışmak için biraz küçüktüm ama mecburdum. Gözlerimi kaçırdım anlayış göstermesini dileyerek. Dileğim anında gerçekleşmiş olacak ki bu konu hakkında başka bir şey sormadı. "İsmin neydi bu arada sormayı unuttum?" "Efnan." "Okuyor musun peki?" Bu soruyu biraz düşündüm. Okumak için imkanım yoktu, kitaplarımın hepsi evde kalmıştı ve ben o eve geri dönmeyecektim. Ayrıca son sınıftım ve bu kafayla sınava filan hazırlanamazdım. Hazırlanmadığım sınavı da batırıp daha fazla canımı sıkmak da istemiyordum. Bu sene hayatımı tekrar inşa edip seneye girerdim. Yine kafamı sallayarak 'hayır' anlamında bir cevap verdim. O da başka bir şey sormadı. Önündeki birkaç kağıda baktı ve tekrar bana döndü. "Cevaplarından çalışmaya ihtiyacın olduğunu çıkarıp daha fazla bu konu hakkında bir şey sormayacağım. Günlük para alarak çalışacaksın. 600 TL." Sevinçten oturup ağlayabilirdim. O an müdür bey amcaya sarılma isteği ile yanıp tutuştum. Ama o kadar da değildi! "Size sarılabilir miyim?" O kadarmış. Adam gülerek kafasını iki yana salladı ve kollarını açarak gel işareti yaptı. Ciddi ciddi ben de kalkıp sarıldım ona. Garip, nedenini bilmediğim şekilde bakkal amca ve kasiyer kız gibi onu da sevmiştim. Parktaki genç hakkındaki düşüncelerim tartışılırdı. O kadar gezip dolaştıktan sonra ise burayı bulmak gerçekten gözlerimin dolmasına neden olmuştu. Artık akşam olduğu ve bir iki saat sonra kapatacakları için yarın gelmemi söyledi müdür bey amca. Ben de Garip'i alıp biraz seke seke biraz da normal bir şekilde parka geri döndüm. Çaprazdaki bakkal açıktı ve hemen oraya gittim kalan son paramla bir bisküvi, bir süt ve bir de su aldım. Sigara almaya param yoktu o yüzden onu sonraya bıraktım. Bakkal amcaya "İyi akşamlar." dedim gülümseyerek ve o da bana aynı şekilde cevap verdi. Ardından parka döndük. Yine Garip'in sütünü hazırladım, içmesini izledim ve kendi bisküvimi yedim. İkimizin de karnı doyunca Garip kucağıma uzandı. Kucağımı seviyordu ve ben de onu seviyordum. Onu severken ailemi düşündüm. Ne yapıyorlardı acaba? Bana neydi? Onları düşünmemeye çalıştım ama olmuyordu. Babamın attığı tokadın sesi ve söylediği sözler kulaklarımda yankılanıyordu. Annemin ağlayış sesleri sanki tam yanı başımdan geliyordu. Hayır, olamaz. Yine ağlıyor muydum? Önemli değillerdi artık benim için. Olmamaları gerekiyordu. Bir yandan Garip'in tüylerini okşarken bir yandan gözyaşlarımı silmeye çalışıyordum. Tam o sırada bir el tarafından birden uzatılan peçeteyle irkilerek geriye doğru çekildim. Başımı kaldırarak elin sahibine baktığımda onun karşı banktaki genç olduğunu gördüm. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken o bana gülümseyerek bakıyordu. Uzanıp peçeteyi aldığımda bakışlarımda ya da bakışlarında bir farklılık olmadı. Ben peçeteyi aldığımda o da elini uzatarak Garip'i sevdi. Ben ise hâlâ şoktaydım ve bir süre bu şoktan çıkabileceğimi sanmıyordum. Sonra elini Garip'ten çekti ve tekrar bana uzattı. "Can ben." dedi. Elin sıkıp "Efnan." dedim. Elinde yeni bir kitap vardı; Kuyucaklı Yusuf. Sanırım Sabahattin Ali'ye sarmıştı bu aralar. Koyu kahve saçları dağınıktı ve bir kısmı anlına dökülmüştü. Bal rengi gözlerinin saçıyla uyumu küçük dili yutturacak cinstendi. Normalde yaş tahmini yapmam ama sanırım benden iki ya da üç yaş büyüktü. Biçimli, tabiri caizse kaydırak gibi olan burnu kaşlarımı çatmama neden oldu. Niye bu kadar yakışıklıydı bu? Eliyle bankı göstererek "Oturabilir miyim?" diye sordu. Başımı evet anlamında salladım ve bakışlarımla hareketlerini takip ettim. Oturdu ve Garip'i sevmeye devam etti. "İsmi ne?" diye sordu bu sefer de Garip'e bakarak. Duman grisi tüyleri ve yemyeşil de gözleri olan Garip, alık alık Can'a bakıyordu. "Garip." dedim kısık bir sesle. Güneş batıyordu ve o da tam önüne geçmişti. Arkasından yansıyan turuncu ışıklar onu karanlıkta bıraksa da yakışıklılığından bir şey kaybetmemişti. Ne saçmalıyordum ben?! Kaşlarımı çatarak önüme döndüm. O ise hâlâ Garip ile ilgileniyordu. Garip de mayışmış bir şekilde kendini bu ilginin sıcak kollarına bırakmıştı. Bu bir süre böyle devam etti; Can Garip'i sevdi, kimse konuşmadı. En sonunda sessizliği bozarak "Eğer izin verirsen ve özeline girmek gibi olmazsa bir şey sorabilir miyim?" dedi. Yaptığım gözlemlere göre kibar biriydi. Sorusunun özel hayatımla ne ilgisi olabileceğini merak etmiştim. Kafamı evet anlamında salladım. Bir süre sustu, nasıl başlayacağını bilemiyordu ya da sorusundan dolayı çekiniyordu. En sonunda "Dün neden bütün gece boyunca burada oturdun? Lütfen yanlış anlama. Ben sadece merak ettim." dedi. Yanlış anlamamdan cidden korkuyormuş gibi konuşurken bana bakmamıştı ve hâlâ bakmıyordu. Ona evden kaçtığımı söylemeli miyim düşüncesi kafamda yankılandı. Sanırım bunun cevabı hayırdı. Ne kadar samimi ve kibar davranmış olsa da onu tanımıyordum, o bir yabancıydı. Cevaplamak için bana bakmasını bekledim. Konuşmadığımdan dolayı bakışları yavaşça bana kalktığında gözlerinin içine bakarak "Hava almak istedim." dedim. Gözlerinin içine bakmamdan ve ses tonumdan dolayı ona kızmadığımı ama konuyu deşmemesi gerektiğini anlamasını umdum. Sakince nefesini vererek "Anladım." diye cevaplamasından ben de rahat bir nefes aldım. O an bana kırılmasını istememiştim ve ses tonunda da kırgınlıktan eser yoktu. Aksine beni gerçekten anladığını hissetmiştim. Bana kırılmamasını istemem de kibarlığından ve sevecenliğinden dolayı ona beslediğim sempatidendi. Yani, umarım öyleydi. ... |
0% |