Yeni Üyelik
2.
Bölüm

BİRİNCİ BÖLÜM

@nrkca

Sare KORKMAZ

Gökyüzüne çevirdim yorgun bakan bakışlarımı... Yorulmuştum. Çok yorgundum. Hiçbir şey yapmak istemiyordum. Eskiden zevk alarak yaptığım hobiler artık zevk vermiyordu. Resim yapmak piyano çalmak istemiyordum artık. Kendim mutlu olunca suçlu hissediyordum. Mutlu olmak bana yasaklanmıştı. Sadece mutsuz olmak bana yakışıyordu.

Derin bir nefes çektim, ay ışığında parlayan güzel denize baktım son kez. Bunların düşünmemenin bir manası yoktu artık. Eğer yorgunluğum böyle son bulacaksa ölmeye razıydım.

Küçücük olaylara bile katlanamıyordum. Bu durumdan rahatsız oluyordum. Gözlerim sıkıca yumdum. Bakarsam atlayamazdım. Bir adım atmamla bitecekti her şey.

Evet sen de bunu istiyorsun zaten. Düşünme, atla artık

Başımı salladım. Evet artık dinlenmek istiyordum. Düşünmeden adımımı attım. Her şey çok hızlıydı. Önce hissettiğim boşluk, sonraysa vücudumda ki dayanılmaz acı...

 

İstemsiz bir şekilde acıyla haykırdım. Ömrüm boyunca nefes almak hiç bu kadar zor olmamıştı. Şu an ne yapmam lazımdı? Ne zaman biterdi bu acı? Daha ne kadar katlanmam lazımdı bu işkenceye?

Put gibi duruyordum. Hareket edemiyordum. Sabit bir şekilde durmaya devam ettim. İstesemde hareket edemiyordum zaten. Kıpırdanmamla hissettiğim acı o kadar fazlaydı ki her kıpırdamamla istemsizce acıyla bağırıyordum. Bulanık görünen gökyüzüne baktım. Ağlamamdan dolayı mı bulanık görüyordum, yoksa bu dayanılmaz iskence sona mı geliyordu? Bilmiyordum.

Artık kulaklarımda işlevini kaybetmişti, duymuyordum. Sesler kesilmişti. Ne kıyıya vuran dalgayı duyuyordum, ne de herhangi bir sesi...

Ölüme yakın olmak böyle bir his miydi?

...

Ne kadar zaman geçmişti, bilmiyordum. Tek bildiğim ölmediğimdi. Ambulans gelmişti.

Vücuduma dokunmalarını, bir yerden bir yere taşındığımı hissediyordum. Bana bir şeyler söylüyorlardı, anlamıyordum. Kulağımda ki uğultu duymamı engelliyordu. Bakışlarım puslu. Bulanık görünüyor, kimseyi seçemiyordum.

Hastaneye gelmiş, ambulanstan indiriliyordum. Ne zaman gelmiştik, bilmiyorum. Yanımda bir sürü insanın varlığını, taşınmamı ve vücuduma dokunduğunu hissediyordum.

Neden hala ölmemiştim? Neden yaşıyordum? Benim istediğim bu değildi. Ben ölmek istiyordum, kurtulmak değil. Çığlık atmak istedim.

'Hayır kurtarmayın, bırakın öleyim' diye yalvarmak, haykırmak istedim. İstemekle kaldım. Hiçbir şey yapamadım . Çıkmadı sesim. Çaresiz hissediyordum. Hayır böyle olmaması lazımdı. İstemiyorum. Böyle olmak istemiyorum.

Daha neler olduğunu anlamadan kendimi boşlukta hissettim, sonraysa odamın tavanıyla karşılaştım.

Gözlerimi yumdum, tekrar açtım. Aşina olduğum tavanı görmemle derin bir nefes aldım. Rüyaydı. Her şey rüyaydı.

Gördüğüm rüya o kadar gerçekçiydi ki bir süre yerimde hareket edemedim. Bu kadar gerçekçi bir rüya görmeyeli uzun zaman olmuştu.

Biraz olsun kendime geldiğimde yattığım yerden doğrulup, oturur pozisyona geldim. Derin bir nefes alıp verdikten sonra sırtımı yatak başlığına yasladım.

Gördüğüm rüyayı düşünmek istemiyordum çünkü çok gerçekçiydi. Ne kadar düşünmek istemesem de çoktan zihnimde yerini almıştı.

Ölmek istiyordum. Bu düşünce hep aklımdaydı ama ya rüyamda ki gibi ölmezsem, ölmekten beter hale gelip sürünürsem...

Böyle bir şey istemiyordum. En büyük korkum buydu. Ölmek isteyip de ölememek. Ellerimde hissettiğim sızıyla bakışlarım ellerime kaydı. İstemsizce ellerimi yumruk yapmış, sıkıyordum.

Ellerimi serbest bırakırken kapı çaldı. Odamın kapısını tıklayan tek bir kişi vardı. O da evimizde çalışan, her gün beni uyandıran Hale idi.

Daha fazla bekletmek istemediğim için seslendim.

"Gel!" Yeni uyandığım için sesim kısık çıkmıştı.

Komutumla kapı açıldı. Hale birkaç adım atarak önümde belirdi, ellerini önünde birleştirip konuştu.

"Efendim kahvaltı hazır." Demesiyle kafamı olumlu anlamda salladım.

"Tamam geliyorum şimdi." Hale kafasını olumlu anlamda sallayıp kapıyı ardından kapatarak çıktı.

Sıkıntıyla ofladım. Yataktan kalkıp odamda ki banyoya gittim. Soğuk suyla yüzümü yıkadım, ardından havluyla yüzümü kurulayarak banyodan çıktım.

Gündelik giydiğim kıyafetlerden birini giyip makyaj aynamın önüne geçtim. Saç köpüğüyle dalgalı saçlarımı şekillendirdim. Makyaj yapmayı sevmediğim için makyaj yapmayı es geçtim. Son kez aynada kendime baktığımda düzgün olduğuma kanaat getirip odamdan çıktım.

Merdivenlerden inerken isteksizce iniyordum. Biliyordum çünkü neye maruz kalacağımı. İstenmiyordum bu evde. Bu aile de yerim yoktu benim.

Merdivenleri inmeyi bitirdiğimde bahçeye doğru yürümeye devam ettim. Birkaç adımdan sonra bahçede ki masada oturan aileme baktım. Babam yanında oturan kızının, kardeşimin saçlarını okşuyor, kardeşim de heyecanlı bir şekilde bir şeyler anlatıyordu. Daha fazla bu görüntüye maruz kalmamak için bakışlarımı onlardan çekip yere indirdim.

Göğsüm sıkışıyor, nefes almakta zorlanıyordum. Yer bulanıklaştı. Gözlerim dolmuştu. Ağlamamak için gökyüzüne doğru baktım.

Alıştım sanmıştım. Sadece kendimi kandırıyordum. Hayır, alışamamıştım. Hiçbir zaman da alışamayacaktım.

Ne kadar süre ayakta durmaya devam ettim, bilmiyorum. Kendimi toparladığımda çoktan masada ki yerime geçip, oturmuştum. Bakışlarım tekrar onları buldu. Hiç istiflerini bozmadan sohbet etmeye devam ediyorlardı.

Geldiğimi fark etseler de bir kere olsun bakışlarını çevirip bakmamışlardı bana. Böyleydi işte. Görünmezdim ben.

Bu evde görünmezdim. Ne çalışanlar, ne ailem hiçbiri görmüyordu beni. Kucağımda tuttuğum elimle baş parmağımda ki eti koparmaya çalıştım.

Tırnağımın kenarında ki eti koparmam ile önüme konan tabak aynı zamanla gerçekleşti. Dikkatimi baş parmağımdan çekip, önümde ki masada duran tabağıma odaklandım. Bakışlarım masada gezindi. Klasik Türk kahvaltısı vardı. Bir boş tabağıma bir de masada ki kahvaltılara baktım.

İç çektim. İştahım yoktu. Yine yemeyecektim. Her sabah kahvaltıya gelmek zorunlu olduğu için geliyor, hiçbir şey yemeden kalkıyordum.

Arkama doğru yaslanıp gözlerimi yumdum. Karşımda konuşan babamla, kardeşimi duymamak için dikkatimi şakıyan kuşlara verdim. Yorulmuştum. Yaşamaktan, insanlardan ve bu hayattan her şeyden yoruldum.

Hayat beni yormuştu. Daha on yedi yaşındayım ben. Çok büyük bir şey istemiyordum. Sadece yaşıtlarım gibi özgürce hareket etmek, mutlu bir aile de yaşamak istiyordum. İstediğim büyük bir şey değildi. Neden sahip olamıyordum?

Sandalyenin çekilme sesini duymamla yumduğum gözlerimi açtım. Babam doymuş olmalı ki kalkıyordu. Kardeşim Bade' de onunla birlikte kalkmıştı. Babam Bade'yi kendine doğru çekmiş, sol koluyla Bade'ye sarılmıştı. Bana bir kere olsun bakmadan içeriye doğru geçtiler. İçim giderek arkada kalan görüntüye baktım.

Bende babamın bana sarılmasını, saçlarımdan öpmesini ve onunla gülerek sohbet etmek istiyordum. Ama bu benim için imkansızdı artık. Çünkü onların gözünde annemin katiliydim. Annemin ölümüne sebep olan kişiydim. Gözlerimi yumdum sıkıca. Daha fazla düşünmemeye çalıştım. Düşünürsem kendimi üzmekten başka hiçbir şey elde edemeyecektim.

Ne kadar gözlerimi yumsam da, düşünmemeye çalışsam da olmuyordu. Tozlu rafa kaldırdığım anılar çoktan zihnimde yerini almıştı.

Sare yedi yaşında

Sare her zamanki gibi okula gitmişti. Sınıfta sırasında oturmuş, sessiz bir şekilde resim çizmeye çalışıyordu.

Minik eliyle boyama kalemini sıkıca kavramış annesini çiziyordu. Midesi bulandığı için çizdiği resime odağını verememişti. Hem mide bulantısının hem de resim çizmesinin sebebi annesiydi.

Bade doğduğundan beri ailenin Sare'ye olan davranışları değişmişti.

KORKMAZ ailesinin çocukları olmadığı için en son çare olarak yetimhaneye gitmiş, Sare'yi evlat edinmişlerdi. İlk başta Sare'yi çok sevmişler, kendi evladı olarak benimsemişlerdi.

Ta ki Gülşah KORKMAZ, Bade'ye hamile kalana kadar. Bade'ye hamileyken Sare'yi kendinden uzaklaştırmış, Bade doğduğu zamansa artık Sare'yi tamamen görmezden gelmişti.

Ne zaman Sare annesin yanına gitse, ya da kardeşinin yanına gitse annesi sinirlenip Sare'nin minik kollarını sıkarak yanından, kendinden uzaklaştırıyordu.

Annesi Bade doğduğundan beri Sare'nin varlığından rahatsız oluyordu. Bu yüzden bazı zamanlar Sare'yi odasına kitler, rahatlamaya çalışırdı.

Sare ne kadar ağlasa da bağırsa da etkili olmazdı. Annesi Gülşah umursamazca rahat bir şekilde bahçede kahvesini içerdi.

Sare'nin midesi çok fazla bulandığı için resim çizmeyi bırakıp, ayağa kalkarak nefes almaya çalıştı. Daha fazla dayanamamış olacak ki ellerini sıkıca yumruk yapıp, olduğu yerde öne doğru eğilip kustu.

Ağzında ki acı tatla birlikte gözleri dolmuş, ağlamaya başlamıştı. Koridorda gezen öğretmenlerden biri durumu fark edip hızlı bir şekilde Sare'nin yanına doğru gitti. Sare'nin yanına geldiğinde öne doğru eğilerek Sare'nin boyuna gelip Sare'nin saçlarını kulağının arkasına doğru sıkıştırdı.

"İyi misin Sare?" Öğretmen hafif telaşla sordu.

Sare öğretmeninin sorusuna cevap vermedi. Sadece ağlıyordu.

Bugün annesi Sare'yi Bade'nin yanında görünce çılgına dönmüş, Sare'yi sertçe kolundan çekince, Sare dengesini kaybetmiş yere düşmüştü.

Sare'nin canı çok yansa da annesinden korktuğu için gözleri dolmuş, ağlayamamıştı. Şimdiyse korkudan ve üzüntüden midesi bulanmış kusmuştu.

Öğretmen Sare'nin titremesini görünce kötü olduğuna karar vermiş velisi Gülşah'ı aramıştı. Gülşah haberi alınca sinirlenmişti. Sare'nin yanına gitmek istemese de mecburdu.

 

Başka bir zaman aynı sınıftan olan arkadaşları şakalaşıp birbirlerini itmiş, dengesini koruyamayan minik arkadaşı da Sare'ye çarpmıştı. Sare'de anlık gelişen olayla dengesini kaybedip düşmüş, sıraya başını çarpınca kaşını yarmıştı.

Öğretmen Gülşah'a haber verse de Gülşah'ın umrunda değildi. Bu yüzden haberi aldığında gelmemişti. Öğretmene işi olduğunu, gelemeyeceği söyledi. Öğretmen bunun yanlış olduğunu söylemiş, Gülşah'ı kınamıştı.

Diğer velilerde bu durumu öğrenip kendi aralarında konuşmuş, Gülşah'ı ayıplamış,kınamışlardı. Gülşah'sa bu durumu fark ettiğinde yaptığının yanlış olduğunu anlamıştı. Bu yüzden Sare ile ilgili bir durum yaşansa iyi anne rolünü oynuyordu.

Şimdi de her ne kadar bu durum canını sıksa da aceleyle okula gitti. Okula geldiğinde arabasını park edip Sare'nin sınıfına çıktı. Sare'yi gördüğü an endişeyle yanına gitti.

Sare dizlerinin üzerine oturmuş ağlıyordu.

"Anneciğim iyi misin?" Gülşah'ın endişeyle çıkan sesi o kadar gerçekçiydi ki, Sare, annesinin onun için gerçekten endişelendiğine inanmıştı.

Bu yüzden ağlamasını durdurdu. Annesinin daha fazla endişenmesini istemiyordu. Midesi bulanmaya devam etsede usulca başını aşağı yukarı doğru salladı.

"Olmaz öyle anneciğim, biz gene de hastaneye gidelim olur mu?" Her ne kadar nefret etse de sağ eliyle Sare'nin yüzünü avuçlayıp, baş parmağıyla yanağını okşadı.

Sare yerden bakışlarını kaldırıp annesine baktı. Annesi ona gülümsüyordu. Sare annesinin gülümseyerek bakmasına mutlu oldu. Sabah ona çok kızmıştı ama artık ona sinirli değildi. Sare'ye şefkatle bakıyor, gülümsüyordu. Sare'de annesine gülümsedi.

Gülşah, Sare'nin gülümsemesinden rahatsız olup aceleyle ayağa kalktı. Sınıf öğretmenine bakıp konuştu.

"Sare'yi hastaneye götürsem iyi olur. Müsadenizle biz gidelim." Sınıf öğretmeni olumlu bir şekilde başını salladı.

"Sıkıntı yok, zaten okulun bitmesine bir saat kaldı. "

Sınıf öğretmeni Sare'nin doğrulmasına yardımcı oldu. Gülümseyerek Sare'ye baktı.

"Sare geçmiş olsun canım. Çabucak iyileş tamam mı?" Öğretmenin sorusuyla Sare başını hızlıca aşağı yukarı doğru salladı. Bu tatlı görüntü karşısında öğretmeni dayanamayıp Sare'nin saçlarını okşadı.

"Öyleyse biz gidelim öğretmenim," Gülşah sahte bir şekilde gülümsedi.

"Görürşürüz, geçmiş olsun tekrardan." Sınıf öğretmenin konuşmasıyla Gülşah Sare'nin elinden tutup sınıftan dışarı çıkardı. Sare arkasına dönüp öğretmenine baktığında öğretmeni gülümseyip el salladı.

 

Sare de gülümsedi. Öğretmenine el sallayıp önüne döndü. Hızla yürüyerek okuldan çıktıklarında park halinde duran arabalarına bindiler. Gülşah arabayı çalıştırıp okuldan çıktığında daha fazla dayanamadı.

 

"Ben seninle mi uğraşacağım hep böyle?!" Gülşah'ın kızgın çıkan ses tonu Sare'yi korkutmuştu.

Sare annesinin böyle olmasına hala alışamamıştı. Bade doğduktan sonra annesin ona olan tutumu fazlasıyla değişmişti.

Sare'nin cevap vermemesi üzerine Gülşah daha da sinirlenmiş, oturduğu şöför koltuğundan arkasına dönerek Sare'ye bağırmaya başlamıştı.

"Cevap versene, neden cevap vermiyorsun?!" Diye bağırdığı sırada çok yakından gelen korna sesiyle irkildi. Gülşah telaşla önüne döndüğünde ise herşey için çok geçti. Karşılarından gelen tır çoktan arabaya çarpmıştı. Çarpışmanın etkisiyle araba savruldu.

Gülşah ve Sare ağır yaralanmış, ikisi de çoktan bilincini kaybetmişti.

Kazaya şahit olan vatandaşlar hemen yüz on ikiyi aramıştı. Ambulans olay yerine gelip görevliler ilk müdahaleyi yapmış, ikisini de hastaneye götürmüştü.

Sare ameliyata alınmıştı. Annesi Gülşah'sa yolda hastaneye gittikleri sırada kalbi durmuş, ambulans görevlisinden birisi kalp masajına başlamıştı. Hastaneye gelene kadar devam etseler de Gülşah'ın nabzı tekrar atmamıştı. Gülşah ölmüştü.

O sırada Sare'nin ameliyatı devam ediyordu. Gülşah'ın kocası Cengiz haberi aldığında ise yıkılmıştı.

...

Sare bir hafta boyunca komada kalmıştı. Gözlerini açtığında ise hemşireler hemen doktora haber vermişlerdi. Doktor, Cengiz'e Sare'nin uyandığını söylediğinde bir hışımla hastaneye gitti. Sare'de bu sırada yoğun bakımdan çıkartılıp servise alınmıştı.

 

Cengiz hangi serviste kaldığını öğrenip Sare'nin kaldığı yere gitti.

Geldiğinde sert bir şekilde kapıyı açtı. Kapı gürültülüyle duvara çarpmasıyla Sare irkildi.

Cengiz, Sare'yi kanlı canlı bir şekilde karşısında görmesiyle kendini tutamadı.

"Senin yüzünden!" Babasının öfkeli çıkan ses tonu Sare'yi korkuttu. Geriye doğru kaçtı. Yanan canının derdini unutmuş, korkudan titriyordu. Sare'nin konuşmaması üzerine Cengiz daha da sinirlenip Sare'nin kolunu sıkmaya başladı. Bir yandan da bağırmaya devam ediyordu.

"Senin yüzünden oldu. Senin yüzünden öldü benim karım!" Cengiz tiksintiyle yüzünü buruşturdu.

Sen yaşıyorsun." Duraksadı. Acıyla yutkundu. "Ama benim karım öldü!" Söylerken sesi titredi. Sare duyduklarıyla daha fazla direnemedi. Göz yaşları birer birer akmaya başladı. Sare de kendini suçlamaya başlamıştı.

Oysa Cengiz'in söyledikleri, hasta düşüncelere sahip bir bireyin söylediği sözlerdi.

Sare yaralı olsada acısını unutmuştu. Şu an sadece babasının söyledikleri canını yakıyordu.

Sare perişan görünse de Cengiz durmadı. Sarsmaya, bağırmaya devam etti.

"Allah belanı versin senin! Seni evlat aldığımız güne lanet olsun!" Cengiz o kadar bağırıyordu ki sesi dışarıdan duyuluyordu.

Bazı hasta ve hasta yakınları çoktan kapının önüne gelmiş, kulaklarını kabartarak dinliyor, meraklı bakışlarını çekmiyorlardı.

En sonunda bağırma seslerini duyan iki hemşire meraklı insanları kapıdan çekerek içeriye girdiler.

Sare söylenenleri kaldıramamış krize girmişti. Hemşirelerden biri hızlıca dışarı çıkıp güvenlik görevlisini çağırdı. Diğer hemşireyse odadan çıkıp hızlı adımlarla sakinleştirici ilacı almaya gitti.

Güvenlik görevlisiyle, hemşire koşar adımlarla yanlarına gitmiş, Sare'yi Cengiz'in elinden kurtarmışlardı.

Cengiz olayın şaşkınlığından tepki veremezken güvelik görevlisi bunu fırsat bilerek Cengiz'i odadan çıkarmıştı.

Olayın şokunu atlatan hemşireler Sare'ye üzülmüş, meraklı grupta çoktan dağılmıştı.

...

Şimdiki zaman

Sare geçmişini hatırlamasıyla nefes alamadığını hissetti. Üstüne giydiği bluzu sertçe çekip nefes almaya çalıştı. İstemsizce öne doğru eğilmişti. Dolan gözleriyle bakışlarını etrafında gezdirdi.

Birkaç görevli Sare'ye acıyarak baksa da yardım etmeye cesaret edemiyorlardı.

Sare ise yardım etmeyeceklerini bildiği için, yardım istemek için çabalamadı. İlk yaşadığı bir durum değildi. Kendini sakinleştirmek için aklını başka yere vermeye çalıştı.

Bir süre sonra ise sakinleşmiş, bedeni daha fazla dayanamamış, dizlerinin üstüne çökmüştü. Kendini çok yorgun hissediyordu. Odasına gidecek gücü kendisinde bulamamış, olduğu yere çimenlerin üzerine sırt üstü yatmıştı.

Gözlerinin anın yorgunluğuyla kapattı. Bir süre sonraysa çoktan uykuya dalmıştı.

 

 

 

 

Loading...
0%