@nuperi
|
Bölüm 4: “Yakaladım Seni”
Zor duruma düşecek olsanız dahi dürüstlükten,
hakikatten ve doğrudan vazgeçmeyin.
Diğer türlüsü sizi daha zor durumda bırakacaktır.
(Eflatun)
*** Karanlıkta yönümü bulamazken nasıl ilerleyecektim ki? Karanlıkta saklandığım yerden beni görmemelerini umdum. Gözlerim beni yanılttığını düşündüm çok kısa bir an, kafamı salladım lakin hayır yanıltmıyordu. Tam karşımda o gece kafede kavga ettiğimiz ancak şikayetçi olmayan ardından beraber cinayete tanık olduğumuz fakat yine hiçbir şekilde ifade vermeyen o gizemli adam vardı. O gün neden şikayetçi olmadığını da anlamadım karakola gelip ifade dahi vermemiş olması beni derin düşünce çukuruna çekiyordu.
Yanında iki adam kamyondan kocaman üzeri pahalı kumaşlarla kapalı sandıkları depoya taşıyorlardı, yabancı adam ise yağmurun gelmemesi için kendini gizlemiş elindeki sigarasının dumanı onu ele veriyordu. Birşeyi fark ettim o gece ki gibi sportif giyinmek yerine üzerinde buradan bile fark edilebilecek derecede pahalı takım elbisesi vardı, öyle ki tek bir yerinde bile kırışıklık yoktu, saçları yağmurdan ıslanmış lakin o kadar da umrunda değil gibiydi. Dumanı içine her çektiğinde sanki dünya kısa bir an onu bekliyordu.
Taşıdıkları her ne ise çok dikkatli davranıyorlardı zira o iki adam, kendilerine emir veren yabancının ‘dikkatli olun’ emirlerini dikkate alıyor, kamyona her bindiklerinde büyük sandıkları özenle depoya taşıyorlardı. Sandıklar o kadar büyük duruyordu ki onu taşımak için çok doğru seçim yapılmıştı, resmen karşımda iki tane dev gibi adam uğraşıyordu. Nefes nefese kalmış, üzerlerindeki tişört terden midir yoksa az önce yağmayı durduran yağmurdan dolayı mıdır bilinmez ıslak gözüküyordu.
Sindiğim duvara biraz daha yaklaştım. Sanki birazdan bana dönüp yakaladım seni diyecek diye korkuyordum. Ellerimin titremesini sırtımdaki çantamı önüme alıp sıkı sıkı sarılıp bastırmaya çalıştım. Kendime verdiğim telkinlere ben bile inanmıyordum, zihnimin içindeki kaostan kurtulmam ve benim bu adamın kim olduğunu öğrenmem gerekiyordu.
Yere çöküp daha az yer kaplamayı bu sayede daha az dikkat çekmeyi umdum. Yabancının beyaz gömleğinin açık düğmelerinden parlayan teni dikkatimi çekti, oldukça az olan ve sokağı dahi zar zor aydınlatan ışık tenine değmiş mükemmel bir ahenk oluşturmuştu. İlk sigarası bitmeden ikinciyi yaktı, iri adamların kamyondan taşıdığı eşyalara dikkatle bakıyor gözlerini bir an olsun oradan ayırmıyordu.
Bakışlarım çöp konteynerindaydı, sokakta bulunan bütün kafenin çöpleri sanırım buraya atılıyordu çünkü çöpten taşan bira siseleri dikkatimi dağıtmaya yetmişti, konteynerdan akan pis çöp suları yağmura karışıyordu. Uzun süredir sandıkları bir bir indirip depoya taşıdılar. Dikkatim dağılmış çöp konteynerindan damlayan suyu izliyordum. Yabancı, ceketinin cebinden telefonunu çıkarıp bir numara tuşlayıp kulağına götürdü. Dudaklarını okumaya çalıştım, “Evet… Tamam.” Arkasını döndü elini pantolonunun cebine soktu. Bu kadar hararetli ne konuştuğunu merak ettim lakin saklandığım yerden bir milim bile kıpırdayamadım. Yabancı tekrar yüzünü görebileceğim şekilde döndü, cebindeki elini kaldırıp düğmesi açık gömleğinden içeri götürdü ardından boynunu sıktı, sanırım yolunda gitmeyen şeyler vardı.
Gözüm belinde parlayan silaha kaydı, bu adamlar normal değildi. Artık emin olmuştum cinayete dair birşeyler bildiği aşikardı. Bakışlarımı beline yerleştirdiği silahtan çekip korkumun sebebi, yüreğimin ağzımda olmasının sebebine baktım.
“Sayımı yapılmadı, birazdan yapılacak,” diyip iri adamlara kafasıyla depoyu gösterdi. Yağmur yağdıktan sonra etrafa yayılan mis kokusu şimdi içinde bulunduğum konumdan dolayı midemi bulandırdı, yüzüm istemsizce buruştu.
İri yarı adamlar, yabancının işaretini bekler gibi hemen depoya girdi. Yabancı etrafa kısa bakış attı öyle ki bu kısa sürede sanki keskin nişancı edasıyla her yeri görmüş gibi tavır takındı, dudağının kenarı havaya kalkmış ve bunu neden yaptığını düşünmeme dahi fırsat vermeden o da depoya girip kapıyı kapatmıştı.
Karanlık sokakta bir başıma kalakalmıştım. Demir kapının sesi benimle beraber bütün sokağa rahatsızlık vermişti bile.
Eğer şimdi korkmadan ne yaptıklarını öğrenebilirsem belki de o gece korkudan titreyen o adama yardımcı olabilirdim. İçimde ki yarım kalan, pislik tutan o duyguyu biraz olsun içimden söküp atabilirdim. Cesaretimi toplamak adına ciğerlerimi temiz havayla doldurdum, sıkı sıkıya sarıldığım çantamı tekrar sırtıma taktım. Gizlendiğim yerden kalkıp üstümü düzelttim. Her adım attığımda ayaklarımın altındaki yer hareket ediyor sanki gitmemi engellemek isteyip beni durdurmaya çalışıyordu. Kafamı salladım. Herşey psikolojik benim kafamda uydurduğum şeylerdi tamamen.
Deponun önüne gelip duvara yapıştım adeta, kapının yanında bulunun küçük camlara baktım ama kapalıydı, kapıyı açmayı denedim ancak anahtar olmadan dışarıdan açılmıyordu. Deponun diğer sokağa bakan tarafına ilerledim gözlerim havalandırma deliğine kaydı, oradan ne yaptıklarını görebilirdim ama büyük bir sorunum vardı. ‘Benim oraya kadar boyum nasıl yetecekti?’ aklıma gelen fikirle aniden ortaya baktım. Tabi ya!
Çöp konteynerının oradaki bira kutularından faydalanabilirdim. Geldiğim gibi parmak uçlarımda ses çıkarmamaya gayret ederek iki tane bira şişesini elime aldım. Yağmur yağdığı halde çöpün kokusu burnumun direklerini sızlatmıştı. Çok fazla içki birleşimi sanırım ancak bu kadar kötü kokabilir, ellerimi dolu olmasaydı burnumu tutacak kadar kötüydü. Nefes almamaya özen gösterdim çünkü nefes alırsam eğer gerçekten buraya pat diye bayılırdım. Bir tane bira kutusunu koltuk altıma sıkıştırmıştım, su akan yolda ayaklarıma yağmur suları dolsa da umursamadım. Havalandırma deliğinin hemen altına kutuları yerleştirdim. Hava rüzgarlı bedenimi üşütüyordu ama nedense içimde terlerin aktığını hissediyordum, sicim sicim akan terler gömleğime değip tenimi yakıyordu. Yakalanma korkusu çok ağır basıyordu. Eğer bu konumda yakalanırsam içerdeki eli silahlı adamlara ne diyecektim?
‘Şey ben sizi görmüştüm de taşıdığınız büyük sandıkları bu gizemli depoda ne yaptığınızı çok merak ettim.’ Mi diyeceğim? Aptal kafam… Kesin beni öldürürlerdi.
Kafamı salladım, öyle birşey olmayacak sakin olmam lazım yoksa burada ne döndüğünü anlamayacağım. Havalandırmadan içeri baktım, içerisi de dışarısı gibi karanlıktı lakin nereden geldiğini anlamadığım bir ışık bütün depoyu zaten aydınlatıyordu.
Gördüklerim karşısında ağzım açık kaldı, elim şaşkınlıkla dudaklarıma kapandı, taşıdıkları sandıkların her birini yere koyulmuş ve bütün depoyu kocaman sandıklar doldurmuştu. Polisi aramak konusunda kararsız kaldım. İki iri adam sandıkların kapaklarını teker teker açıp bakıyordu yabancı ise bütün sandıkların en ortasına ilerleyip durdu. Gözleri bir noktada takılı kaldı bir süre kısa süreli kontrolün ardından iri adam birbirine işaret vermek adına kafalarını sallayıp yabancı adamın yanına ilerledi.
Yabancının dikkatini çekmek için iri adamlardan birisi boğazında gıcık var gibi temizledi. Yabancı kafasını kaldırıp ikisine baktı,
“Patron söylenildiği gibi herşey tamam,” elini kaldırıp bitti anlamında işaret yaptı. “Eksiksiz.” Yabancı ellerini kurnaz insan gibi birbirine sürtüp tek bir alkış sesi çıkardı, bütün depoda yankı yapan alkış sesi kulağımı çınlattı. ‘Annem… Babam… Eve giymeyi unuttum… Kahretsin. Biraz daha oyalanırsam eğer kelimenin tam anlamıyla geç kalacaktım, bu da demek oluyor ki onlarca sorgu beni bekliyor.’
Yabancı kafasını salladı, cebinden çıkardığı telefonundan birine mesaj gönderdi. Gözlerinin parlamasını buradan bile fark etmiştim. Onun bakışları içimdeki sineye çekilen korkuyu her defasında uyandırıyordu. Karanlık bakışları sanki ona bakan kimse eğer hapsetmek istiyor gibi; çürümüş, kokuşmuş o hapishanede sonsuza kadar eziyet çekerek ölmesini hatta geberip gitsin istiyordu. Kim olsa o bakışların altında ezilip, kuytu köşe kaçardı.
Korkak bakışlarımı ondan çekip diğerlerine baktım. Adamlar, yabancının karşında ondan gelecek emirleri bekler gibi dikilmiş ellerini göbeklerinin üzerinde bağlamış aç kurt köpekleri gibi etrafa saldırmayı bekliyorlardı. O ikisinin de yabancıdan farkları yoktu, çok korkunçtu. Yakalanırsam eğer bana ne yapacaklarını düşünmek bile istemiyorum, ailemi bir daha görebilir mıydım acaba? Depoda telefon sesi yankılandı, iri adamlardan biri elini pantolonunun içine sokup telefonunu çıkardı. Arayana bakıp yabancıya döndü,
“Patron, büyük patron arıyor.” Dedi. Kafasıyla işaret verdi, “Aç, ne diyormuş sor bakalım. Hoparlöre al.” Adam kafasını sallayıp telefon aramasını açtı ve ardından dediği gibi hoparlöre aldı.
Büyük patron kimdi? Bunlar yoksa sadece maşa mıydı? Kirli işleri yapan ardından kenara atılan adamlardan birileri miydi?
“Hallettiniz mi?” Yaşlı cızırtılı bir ses dikkatimi çekti.
“Hallettik patron, biz depoya koyduk malları. Satıcılar, anlaşılan günde gelip alabilirler.” Keyifli gülme sesi geldi karşı taraftan, yabancı bu sese tepki vermemişti bile.
“Yanında mı o?” Dedi merakla. İri adam kafasını telefondan kaldırıp yabancı adama baktı. Yabancı kafasını iki kere yana salladı ‘Hayır’ anlamında.
“Biz depoda son kontrolleri yapıyorduk, patron da dışarı çıkmıştı şimdi. Eğer isters-” lafını bitirmeden, yaşlı ses iri adamı bölmüştü. “Lüzumu yok, kalsın. Oraları halledin sonra buraya, çiftliğe gelin.” Dedi konuşan yaşlı ses.
‘Çiftlik mi?’
“Bir sorun yok inşallah patron?” Dedi meraklı sesle iri adam, kısa bir an yabancıyla bakıştılar. “Siz gelin, bekliyorum.” Ardından telefon kapandı. Demek ele başına gidilecekti, yılanın kaldığı yer neresiyse eğer belki işime yarayacak birşey bulabilirdim. Yabancı adam elini yüzüne götürüp sıkıntı nefes alıp sıvazladı. Kafasıyla deponun çıkışını işaret etti.
“Çıkalım.” İri adamlar onu onaylamak adına kafalarını salladı. Önden yabancı ilerlerken arkadan iri adamlar yürüyordu. Deponun kapısının demir sesi duyuldu, duvara iyice sindim. Karanlıkta görünmemeyi umarak olduğum yere mıhlanmış gibi durdum. Yakalanmamak için nefes dahi almıyordum, kalbim ağzımda atıyordu. Bu kadar korkmak zorunda mıyım? Tabi ki zorundayım çünkü eli silahlı adamları takip edip resmen beni öldürün diye uğraşıyordum. Zihnimde tehlike çanları çoktan çalmaya başlamıştı. Üstelik bir kişi değil, üç kişiydiler onların karşısında hiç şansım yoktu ama gözümü karartmıştım iyice, sokağın karanlığı gibi…
Gizlendiğim yerden çıktım onlara doğru ilerleyip gittikleri yöne baktım. Etrafta tehlikeli olabilecek herhangi birşey varmı diye bakınıp duruyorları, yabancı ara sokaktan çıkmadan önce ceketini düzelmişti. Saklandığım yerden tekrar çıkıp ilerledim. Onlar ilerledikçe kendime gizlenecek başka bir yer bulup gizleniyordum. Kafelerin olduğu sokağa geldiler, yabancı cebimden araba anahtarını çıkarıp düğmesine bastı. Solda kalan arabalardan ‘ben çok pahalıyım, ömrümüz boyunca çalışsanız da alamazsınız’ birisinin ışıkları yanıp söndü.
Onlar arabaya daha binmeden şansıma akan trafikli yoldan taksi çevirip bindim. Yabancı anahtarı iri adama fırlattı, iri adam da anahtarı havada kapıp avcuna hapsetti. Yabancı arkaya binerken diğerleri ön koltuğa çoktan kurulmuştu. Sırt çantamı yanıma koydum, derim bir nefes aldım.
“Abi şu öndeki lüks arabayı görüyorsun değil mi? Heh işte onu takip edeceğiz.” Dedim bu hem korku hem heyecanla.
“Kızım gidecegin yer uzunsa alamam, değişim saatim.” Hay sıçayım bir de bu çıktı, gideceğim yerin ne kadar süreceğini bilmiyorum hatta nereye gideceğimi de bilmiyordum ki neyse artık yalan söyleyeceğim.
“Yok çok uzun sürmez abi, bak… bak… gidiyorlar… Kaybetmeyelim lütfen.” Taksici abi sabır çekercesine kafasını salladı, arabayı çalıştırıp onların peşine düştük. Gazam mübarek olsun!
Aramızda iki tane araba vardı, bu taksici abi işini iyi biliyordu. “Abi bak, bak dönüyorlar.” Dedim heyecanla.
Kırmızı ışığa yakalandığımızda neredeyse ön koltuğa hatta şoför koltuğuna girecek gibi oturmuş ön camdan arabanın nereye gittiğini takip ediyordum, taksici abi gözünden kaçırırsa eğer benim gözümden kaçırmamam lazımdı çünkü o adam cinayet hakkında bilgi sahibiydi. O gün bizi şikayet etmemesinin sebebi belli ki karakola gelip başının yanacağından endişelenmişti, yoksa neden gelmesin ki? Sonuçta gözümüzün önünde bir insan vuruldu.
“Kızım biz bu arabayı neden takip ediyoruz? Aldattı desem yaşın küçük, hırsızlık desem olacak iş değil.” Dedi, ne cevap vereceksin şimdi aslı ha söylesene?
“Abi oldu işte bişeyler, senden rica ediyorum sen bütün dikkatini vererek takip et.” Diye geçiştirdim. Aklıma gelen düşünceyle duraksadım. Kahretsin eve geç kalacağım! Ne yapacağım şimdi? Telefonumu çıkarıp Cansu'ya mesaj gönderdim. ‘Beni biraz idare etmen lazım!’ yazıp gönderdim. Çok geçmeden aktif olup geri dönüş yaptı.
‘Sorun ne?’ yazmıştı.
‘Eve biraz geç kalacağım sen ben gelene kadar kapıda bekler misin? Eve beraber girelim, kimseye görünme! Geldiğimde sana herşeyi detaylı anlatırım. Çok acil.’ yazıp gönderdim.
Araba yön değiştirdikçe bedenim arabanın hareketlerine ayak uyduruyor sürekli sallanıyordum.
“Abi… abi…” taksici abi sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibi beni hiç bozmuyor o arabaya fazla yaklaşmadan takip etmeye çalışıyordu.
“Daha fazla basmam kardeşim beni de anla, değişim saatim geldi dedim şu uğraştığım işlere bak.” Süratli gidiyorduk.
Takip ettiğimiz araba kim bilir kaçla gidiyordu bizse kaç yıllık emektar bir külüstür de onu takip etmeye çalışıyorduk. Fark gözle görülür derecede açılıyordu artık. Şoför camları açtı, içerisi rüzgarla doldu. Saçlarım yüzümü kapattığında elimle geri aldım bozulan yerleri. Sıkıntıdan ofladım, adamlar bastı gaza gidiyordu biz onları bu şartlar altında nasıl yakalayacaktık?
***
Zaten ne bekliyorum ki? Onları yakalayıp ne yapacaktım sanki? Omzumu silktim, taksici abinin parasını ödeyip taksiden indim.
“Pişt!”
Arkamı döndüm baktım ama kimse yoktu. Hayallendim diye düşünürken tekrar, “pişt!” duydum. Etrafa bakındım ama yine kimseyi göremedim, kafayı yiyordum iyice. Evin girişine ilerleyip merdivenlerden çıkacaktım ki bir kafa gördüm. İrkildim.
Cansu!
Tabi ya, Cansu'yu çağırmıştım.
Merdivenin altından saklandığı yerden çıkıp yanıma geldi, yanıma gelene kadar yıllık gülme kotasını doldurmuştu resmen. Ne vardı gülecek!
“Korktum.” Bünyem korkmaya bu kadar alışık değildi. Sırıttı. “Sen kimseye görünme diyince bende buraya saklandım. Birileri geldi ama görmediler neyse ki.” Dedi gururla. Yakalanmamanın gururunu taşıyordu üzerine, demek ki bu akşam benzer olayları korku düzeyler farklı şekilde yaşamıştık.
Yüzü ciddileşti, aklına birşey gelmiş gibiydi. “Hayırdır neler oluyor?” Sıkıntılı bir nefes aldım. Koluna girdim, dış kapının şifresini girip kapıyı açtım. İkimizde aynı anda geçtik kapıdan. Asansöre binmek yerine merdivenle çıkmayı tercih etmiştik, genelde beraber zaman geçirmeyi hatta konuşmayı sevdiğimiz için yol uzasın diye merdivenleri yada bize uzun gelecek neresi varsa orayı tercih ediyorduk.
“Karakoldaydım.” Diyebildim sadece çünkü eğer o adamı gördüğümü söylersem Cansu'nun sürekli olarak garip sorular soracağına emindim. Şaşırdı ancak merdivenlerde çıktığımız için fazla ses yapmamaya özen gösteriyordu.
“Ne! Nasıl?”
“Bayağı bildiğin, karakola gittim.” Dedim.
“Karakolda ne işin var kızım senin, başına birşey mi geldi yoksa?” Dedi kaşları çatık, merakla.
“Merak edilecek birşey yok sakin ol.” Dedim onu rahatlatmak amacıyla. “Anlat o zaman neden gittin?”
“Cinayet hakkında gelişme varmı diye sormaya gitmiştim. Bizimkiler benden saklıyorlar, anlamıyorum sanıyorlar ama iki haftadır ben ne zaman cinayetin konuşun açsam ya lafı değiştiriyorlar ya da benden kaçıyorlar. Sadece. Bu da değil çocukmuşum gibi davranıyorlar, sanki bir bebek gibi. O olaydan sonra çok değiştiler.” Dedim duraksadık.
Cansu gözlerini merdivenlere dikti sonra bana döndü, “Senin iyiliğini düşünüyorlar inan bana. Gördüklerim kolay değil, ben olsam şuan kafayı yerdim.” Güldüm, komik gelmişti çünkü şuan sanırım yakında ben de kafayı yiyecektim. Kafamı salladım sanki suçlu bir çocuk suçunu kabul ederi gibi.
“Ailenle konuş,” Diyip beni bileklerimden tuttu. Anlamayıp kaşlarım çatıldı. Neden konuşacaktım? Yüzüne öylece bakıyordum.
“Belki onlara iyi olduğunu kanıtlarsan bu kadar üzerine gelmezler.”
Yutkundum. “Söylüyorum zaten ama bana inanmıyorlar, yarın ilk defa psikoloğa gideceğim.” Diyip kafamı eğdim. Birden şakıdı, “E süper gidip konuş kızım işte ne güzel iyileşirsin.” Elimi çektim bu lafından sonra.
“Saçmalama Cansu hasta değilim ki neden iyileşeceğim!” Dedim bir anlık kızgınlıkla. Onu geride bıraktım ve merdivenleri çıkıp zile bastım. Kapıyı açanın bir çift sinirli göz olduğunu tahmin edememiştim tabiki.
“Nerede kaldınız?” Öfkeyle sarmalanmış bakışlarım Cansu'ya döndü, o ise bana ‘sıçtık’ bakışı atıyordu, sertçe yutkundum zira şuan bu sorgulamadan kaçabilecek gibi değildik. İçeri girip ayakkabılarımı rafa koydum, Cansu üstündeki yağmurluğu çıkarıp vestiyere astı.
“Bugün soru çözüm kursumuz vardı, zamanın nasıl geçtiğini anlamadık bile. Kafamızı bir kaldırdık yağmur yağıyor etraf kararmaya başlamış, ee dedik biz kalkalım artık.” Cansu durumu kurtarmaya çalışıyordu, altta beni dürttü. Kafamı salladım, “Evet… aynen… soru çözümü vardı ondan geciktik.”
Her zaman yaptığımız şeydi bu, genellikle soru çözmek için kalırdık zamanın nasıl geçtiğini de anlamaz birbirimize anlamadığımız alanlarda yardım ederdik. Sebebini bilmiyoruz ama soruyu hocaya sormak yerine birbirimize sorduğumuzda daha iyi kavrıyorduk. Sırtımdaki yükten rahatsız olmaya başlamıştım artık, üzerimdeki herşey beni bunaltıyordu lakin dile getirmedim.
Burnuma buram buram yemek kokuları geldi.Geçiştirmek hep işe yarardı, şuan olduğu gibi. Babamın çatık kaşları düzeldi, yanımda Cansu olmasaydı en detayına kadar soru soracaktı zaten onu bu yüzden çağırmıştım. Babam kafasını yana yatırdı. Gözlerini kısmış ikimizin arasında mekik döküyordu. Anıl'ın odasının kapısı açılıp dışarı çıktı. Karşısında bizi görünce şaşırmamıştı bile, artık yaşadığımız durum oldukça olağandı.
Gözlerimi kaçırdım babamdan çünkü sanki sakladığım şeyi görebiliyordu. Hayır çok dikkat çekiyorum!
Kafamı kaldırdım, dik bir pozisyon aldım. “Yemek hazırdı?” dedi sorar gibi, eli havaya kalktı. Anıl durmuştu çünkü mutfağa gidebilmesi için bizi geçmesi gerekiyordu.
“Ellerinizi yıkayın sonra da sofraya gelin. Bakalım neler çalışmışsınız bugün bu kadar geç saatlere kadar.” Dedi biz gibi sesiyle. İkimizde kafamızı salladık, başka çaremiz yoktu…
Yemekler yendi, çaylar içildi, konuşacaklar çoktan konuşulup mesele kapandı. Hayatın sahteliği bir kez daha suratıma çarpıp beton etkisi yarattı. Kalbim paramparça duygularımın Karman çorman olduğu gibi. Bacaklarım kırık bedenim yerde kollarımda yaşam enerjisi kalmamış yalnızlık bedenime en içten en gizli şekilde nüfuz ediyordu. Yok sayamayacağım derecede ağrıyor sızısını ben hariç kimse anlamıyordu yoksa… anlaşılmak mı istemiyordu? Açık yaraya basılan tuz misali yanıyor ama boğazımdan tek bir kelime dahi çıkmıyordu sanki… sanki artık zevk veriyordu.
Gözümü diktiğim halının deseninden kaldırdım. Bakışlarım odanın içinde dolandı, masadan biraz önce kalkan tabaklarla beraber kalkmış çoktan kendi yolumu bulabilmek için yürümeye başlamıştım bile. Sanki O insanın geride bıraktığı dostları, çocuğu eşiyle birlikte bende onların acılarında yer edinmeye gidiyordum.
Yemek yerken kimse masada konuşamazdı, babamın çiğnenemez kurallarından biriydi. Sakince herkes yemeğini yiyip olacakları bekliyordu, iki ihtimal vardı ya Cansu burada diye ses çıkarılmayıp unutulacaktı ya da… Neyse.
“Çok çalışmışsınız bugün belli oluyor halinizden.” Dedi babam. Annem gülümsedi, “Üniversite sınavı yaklaştı tâbi, artık çok çalışmaları gerekiyor. O tempoda giderse olmazdı zaten.” Zoraki gülümsedim.
“Öyle.” Dedim.
“Neler çalıştınız?” Babam hala sorguluyordu, mesleğinin getirdiği bazı alışkanlıklardı, artık alışmıştım. Cansu bana baktı ben Cansu'ya.
“Normal soru çözdük işte Baba,” nefes aldım, açık vermemem gerekiyordu. Ardından “Matematik, fizik.” dedim. ‘Anladım’ der gibi kafasını salladı.
“Senin okul forman nerede?”
Gözlerim şokla açıldı. Hass*** Cansu alttan kaçamak ‘sıçtık biz’ bakışlarını gönderiyordu. Bizim nasıl aklımıza gelmedi, Cansu'nun üzerinde okul forması yoktu. O direkt eve geçmiş çıkarmıştı bense eve gitmeden önce karakola gitmiştim. Duruma hemen el attım,
“Onun son dersi bedendi o yüzden böyle.” Cansu bendim dediklerimi onayladı. “Evet… Bedendi…”
“Geldiğinde çantan da yoktu.” Duraksamdan aklına gelen ilk yalanı ortaya attı.
“Okul dolabımda.” Dedi.
Sanki sesi biraz fazla çıkmıştı. Okulda herkesin kendine ait dolapları bulunur kilitleri de sahiplerine zimmetlenirdi. Yıl sonu geldiğinde verilen dolapların hepsi geri alınırdı.
“Peki.” Diyip kollarını bağladı. “Sabah erkenden randevun var Aslı. Tam zamanında hazır olmanı istiyorum saat,” kolundaki saatine baktı.
“Saat sabah 10.30’da”
Duvardaki saate kaydı gözlerim. Çok erkendi nasıl kalacağımı şimdiden kara kara düşünmeye başladım.
“Tamam.” Demekle yetindim.
Eğer o adamları yakalayabilseydim belki de şimdi katilin kim olduğu hakkında teorilerimi genişletip daraltabilirdim. Birçok ihtimalim vardı; aranan adamlar bunlar olabilirdi ama başkası da olabilirdi. Belki yurt dışına hiç çıkmamış bu adamlar onu saklıyordu nereden bilebilirdim ki? Belki ki elleri güçlü…
***
Babamın sabah acil bir hastası çıkmış bu yüzden randevuya annemle beraber gelmiştik. İlk gün anlatacak pek birşey bulamamıştım. Hayatım hakkında küçüklüğümden kısa gereksiz anıları paylaşmıştım terapistle. Güler yüzlü tatlı bir hanımefendiydi. Yüzünde küçük kırışıklıklar onun yıllara meydan okuduğunu ortaya seriyordu yada benim tahminim yaptığı mesleğin ağırlığından dolayı yaş almıştı. Düşününce kolay bir meslek olmadığını anladım, kesinlikle terapist olmak istemezdim. Listemde onlarca meslek arasından psikolojiye çoktan kırmızı bir çizik attım. Anıl muhtelen evden çıkmış hafta sonu olduğu için arkadaşlarıyla eğlenmeye gitmişti.
Masanın üzerine koyduğum telefonumdan saate baktım. 12.20’ yi gösteriyordu. Sipariş verdiğimiz yemek biraz gecikmişti, ofladım. Terapiden çıkalı tam tamına 20 dakika olmuştu. Annemle beraber karnımızı doyurmak için kafeler sokağına gelmiş yemek sipariş etmiştik. Annem oturduğumdan hatta gerapiden çıktığımdan beridir pür dikkat beni seyrediyordu. Ağzımdan çıkacakları tüm dikkatiyle bekliyordu.
“Anne bakma bana öyle iyiyim diyorum neden anlamıyorsunuz?” Dedim sitemle.
Annemin meraklı bakışları yumuşayıp tebessüm etti. “Sen kendini iyi hissedebilirsin ama biz seni daha iyi görmek istiyoruz. Babam da ben de. Önünde kocaman bir hayatın var, biz senin bunu düşünerek geçirmeni istemiyoruz. Sen de biliyorsun ki her insan cinayet görmeye dayanamaz.” Her kelimesi zihnimi bir ok gibi delip geçti. ‘Haklı’ diye düşündüm. Her dakikamı o adamın cinayeti hakkında düşünemezdim ki.
Bir süre sessiz kaldım. Annemin yaptığı kısa ama öz olan konuşmayı en detayına kadar düşündüm. Çocukluk yapmayı bırakmam gerekiyordu sanırım, ailem benim için endişelenirken benim böyle asabi davranmamam gerekiyordu ama elimde değildi.
Kafenin ücra köşesindeki masada tanıdık bir sima fark ettim. Unutmamın imkansız olduğu bir yüz… Gizlenmiş bana mı bakıyordu yoksa etrafa mı? Kafasına geçirdiği siyah kapşonlu sweatini yine giymişti. Sweat giyerken bile nasıl bu kadar fit görünebiliyordu. Bu kez yanına gitmek istedim ama annem buradayken bunu yapamazdım, midemde yine o his peyda oldu. Kafamı başka yöne çevirdim zira yine zihnimin saçma oyunlarından biriydi bu. Tahmin ettiğim gibi kafamı çevirdiğimde yok olmuştu!
Başım döndü. Camdan dışarısını seyretmek istedim. Yoldan geçen insanların kim bilir ne gibi bir uğraşları vardı? Her insanın kendine göre ağır yükleri vardı. Yaşlı- genç insanlar oradan oraya aceleyle ilerliyorlardı. Sessiz sakin caddenin Karman çorman insanları… Eski yıkık dökük binaların altında bulunan kafeler sokağa nostalji katıyor insanın ruhunun derinliklerine yolculuk edişini sağlıyordu. insanoğlunun yıllardır içinde yaşamını sürdürdüğü yapılar, soğuk bir o kadar buz tutmuştu. Bedenim üşüdü, dudaklarımın titrediğini ama hareket de edemediğimi anladım annem anlamadan çıkmalıyım bu durumdan. Bana ne oluyor!
Derin derin nefes aldım, yemekleri garson önümüze servis edip gitti. Dün akşam saat çok geç olduğu için Cansu'yu babam eve bırakmıştı. Biz -Anıl’la- bırakırız desek de başımızı belaya sokabileceğimizden endişe etmişti. Babam Cansu'yu bıraktıktan sonra eve gelip bize bugün karşılaştığı hastalarını anlattı. Annem her defasında babamın hastalarına ilgiyle yaklaşıp onların hayatları hakkında ilginç bulduğu anları, ‘bakın ne hayatlar var!’ edasıyla adeta kafamıza sokmaya çalıştı. Sokmaya çalıştı diyorum çünkü Anıl da ben de sıkıntıdan batlamamak adına dinlemeyi tercih etmiştik.
Omuzlarımı kaldırdım, kendime doğru çektim. Yalancı tebessümümü etrafa yayıyordum ki gerçekler anlaşılmasın. Çatalı alıp yemek için salataya batırdığımda dışarıda gürültü koptu. Gökyüzü kapkara bulutlara teslim oluyordu, dışarıdan bağıran genç adamın sesi buraya kadar gelmişti. “Yangın var!’ endişeli şekilde annem döndüm. Az önce sessiz sakin sokak şimdi kargaşa alanına dönmüştü. Annem de aynı benim gibi şaşırmıştı, bir an göz göze geldik. Ne yapacağımızı şaşırdık, annem çantasından telefonunu aceleyle çıkarıp itfaiyeyi arıyorken ben cama doğru gidip az önce camın önünden geçen ve yaklaşık yarım saat önce gözden kaybolan yabancıyı gördüm. Kafamı salladım, yine hayal görmüş olamazdım herhalde. Arkamı dönüp annem baktım, annemin tüm dikkati telefondaydı, hararetli şekilde bulunduğumuz konumu tarif ediyordu.
Öyle bir yanıyordu ki bütün dumanlar gökyüzünü kaplamıştı, etraf karanlık, geceye döndü. Restaurantta bulunan insanlar ayaklanmış camlardan dışarısını izliyordu. Öyle ki alevle buradan dahi görülüyordu, sokakta ki insanlar telefonlarına sarılmış alevlerin gökyüzünüyle dansını çekmekle meşkul bazılarıysa annem gibi hararetli, ne konuştuklarını tahmin ettiğim gibi itfaiyeyi aramış alevlerin çıkış noktasını tarif ediyordu.
Sokakta ki kargaşa giderek artarken hareketlendim. Benim o adamı bulmam lazımdı. Belki ki bu işte de parmağı vardı ama bunu neden yaptığını öğrenmem gerekiyordu. Koştum. Koşuyorum çünkü o adamı bulmam gerekiyor, korkunun ecele faydası hiçbir zaman olmaz. Eğer cinayet hakkında bildikleri varsa bedeli ödenmesi gerekiyordu. Kararlıyım, sokağın sonuna geldim adımlarım hızla birbirini takip ediyordu. Gürültülü kalabalıktan uzaklaşmaya başladım. Açık saçlarım koştuğum için sürekli dalgalanıyordu, umursamadım. Sağıma soluma baktım. İki yön vardı; sağ çok yokuştu, sol ise tam tersi yokuş aşağı kalıyordu. Biraz ilerde hareketlenme görünce düşünmeden ben de harekete geçtim.
Az önce burnuma dolan ateş kokusu ben uzaklaştıkça azalıyordu, biraz sonra kulağıma siren sesleri geldi. Sonunda. Kollarım soğuktan buz tutmuştu âdete. Yabancı ile aramızda fazla mesafe yoktu onu net görebiliyordum. Onu takip ettiğimi anlamış mıydı acaba? Arkama baktım, kimse gelmiyordu peşimizden. Yokuş bittip düz yola çıktı, yolun karşışında bulunan G Kasanın kapısını açıp duraksadı. Hızımı arttırıp sonunda yanına ulaştım, açtığı kapıya hızla elimi koyup kapının kapanmasını sağladım.
Hırçın bakışları elimi ordan söküp atmak ister gibiydi, kaşları çatıldı. Hala yüzüme bakmıyor sebebini ise sabırlı kalmaya çalıştığından anlıyordum. Nefes alışlarım hızlandı da ona belli etmedim. Rüzgarda bozulan saçlarım yüzüme döküldü.
Bakışlarımı elimden çekip göz göze gelmemizi sağladım. Kaşları çatık,ne yaptığımı anlamaya çalışıyor gibiydi. Tek bir söz çıktı ağzımda, “Senin yaptığını biliyorum!”
|
0% |