Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Bölüm 6

@nuperi

 

BÖLÜM 5: HERKES ÖLDÜRDÜ DİYE ÖLMEZ

 

 

 

Mal kaybeden, bir şey kaybetmistir,

 

onurunu kaybeden birçok şey kaybetmiştir.

 

Fakat cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmistir.

 

(Goethe)

 

***

 

Bakışlarımı elimden çekip göz göze gelmemizi sağladım. Kaşları çatık; ne yaptığımı, kim olduğumu anlamaya çalışıyor gibiydi. Tek bir söz çıktı ağzımda, “Senin yaptığını biliyorum!”

 

“Para yok üzerimde.” Dedi. Bu kez benim kaşlarım çatıldı. Ordan bakınca dilenciye mi benziyordum? “Sen…” kendimi sıktım.

 

“O depoyu senin yaktığını biliyorum.” Dedim hırsla.

 

“Gördüm seni, biliyorum.” Kafamı salladım onu ikna itmek ister gibi. “O gece de şimdi de gördüm.”

 

Gözlerindeki karanlık beni korkunç bir girdaba çekmeye çalışıyordu. Derin bir nefes çekti, gözlerinin genişlediğini gördüm, çok iyi oyuncuydu tavırları çok sakin sanki az önce onların sandıkları taşıdığı depo yanmıyormuş ve görmemiş gibi davranıyordu.

 

“Hangi depo, kimsin sen?” ses tonundaki sertlik ve tehditkarlığı çok net fark ettim. Gözümü kısıp hatırlatmak amacıyla biraz daha yaklaştım.

 

“Bak bakalım kime benziyorum?” Onun taklidini yapmaya çalışarak ancak pek başarılı olduğum söylenemezdi. Eli çenesinde kirli sakallarında gezindi, belli hinlik planlıyordu. Cevap vermedi?

 

“Ne gördün orada?” Dedi. Sanki istediği cevabı almaktan korkuyor gibi kafasını yatırdı.

 

“Seni gördüm, yanan depodan çıkıyordun sonra arabaya binip gittin. Şimdi de buraya gelmiş hırsız gibi saklanıyorsun.” Dedim.

 

Gördüğüm sandıkları söylersem bana zarar verebilirdi. İçimde ne varsa benim gibi bir yabancının bunu öğrenmesini istemiyor gibiydi. Verdiğim cevaptan rahatlamış gibi gözünü sıkı sıkı yumdu, derin nefes alıp üstüme yürüdü. Yüz hatları gevşemişti.

 

Beni belimden yakalayıp arabaya yapıştırdı. Elini ağzıma kapatıp konuşmamı engelledi. Bedenim onunla araba arasında sıkışıp kalmıştı, elinden kurtulmak için çırpındıkça beni daha da bastırdı. Ellerimi havaya birbiri üzerine koymuş onu üzerimden ittiremiyordum. Resmen kaya gibi üzerime yapışıp kalmıştı, yine çırpınmaya çalıştım lakin kıpırdamadı bile. Çevreden dönen bakışlar vardı ama bu onun pek umrunda görünmüyordu. Elini dudaklarımın üzerinden yavaşça çekti.

 

“Neye dayanarak böyle özgüvenli konuşuyorsun,kanıt varmı elinde? Varsa eğer hemen git polise,

 

‘nasıl?’

 

 

“Ama kapıdan içeri girmeden kafanın,” elini dağılan saçlarıma götürüp kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Dağılışını istemezsin… değil mi?” Dedi sanki çocuk kandırmak ister gibi, karşları beni ikna etmek için havalandı.

 

Bakışları çok değişik, güven verici bir o kadar tehditkar ve kolay kolay manipüle edilebilecek biri olmadığını kanıtlar derecede keskindi. Onu tanımadan bu hisse kapılmanın nedeni neydi?

 

Bakışlarından hipnoz olmuş gibi hissettim, bu halimi farkındaydı. Korkuyordum, dilim tutulmuş bir aptal gibi onun hareketlerini izliyordum. Elimde kanıt falan yoktu ama biliyorum o depoyu bu adam yaktı sebebini bilmiyorum ama bu adamdı… Polise anlatsam bana değil ona inanması daha olağandı çünkü kim varlıklı birine inanamak istemezdi?

 

 

“Pekâlâ,” diyip dilini damağına vurdu.

 

“Gitmem lazım.” Arabayı gösterdi, sırıtış peyda oldu yüzünde, rahat ve kendinden emin tavrı sinir bozucuydu.

 

Belli ki bu iş sandığımdan daha zor olacaktı, beni küçük bir kız olarak düşünüyordu ama gösterektim ona o küçük kızı. Arabaya binmesine engel olmam lazım, giderse onu bir daha bulmam çok zor olurdu.

 

Arabanın kapısını açtı, içine binmeden ben hemen yan koltuğuna oturmak için koşturup kapıyı açıp oturdum. Bana bakıp ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu, hareketlerime kilitlenmişti.

 

“İstersem seni hapse attırabilirim dediğin gibi elimd-” lafımı bitirmeme izin vermedi. Derin nefes çektim ciğerlerime, kokusu burnuma doldu.

 

“İn.” Ne kadar da kaba, terbiyesiz birisiydi. Ciddi tavrına meydan okudum, kollarımı bağlayıp duymamazlıktan geldim. İnemem. İnemezdim o cineyet hakkında bildiği ne varsa anlatmadan inmeyecektim. Doğrusu yanan depo umrumda bile değildi, benim umursadığım ne suçu olduğunu bilmediğim bir insanın gözlerimin önünde öldürülmesiydi. Bir insanın bu kadar kolay hayattan koparılabileceği oldukça korkunç geliyordu.

 

İnememek için kafamı salladım, “Hayır inmeyeceğim.” O kadan kısık söylemiştim ki sanki sadece kendimin duymasını istiyordum. İnmeyip ne yapacaktım ki bu adam ya beni de öldürürse? Kendi ayaklarımla ölüme mi gidiyorum ben şimdi?

 

“Tekrar söylemeyceğim, in!” Sessizlik oldu.

 

‘peki sen bilirsin’ der gibi omuzlarını kaldırıp indirdi. Kafasındaki kapşonlusunu çıkardı, eliyle dağılan saçlarını rastgele daha fazla dağıttı ve soğuk naneli ferah şampuanının kokusu burnuma doldu.

 

Arabanın ön camından dışarısını seyrettim. Araba da araba yani remen kamyon kadar yüksek ve konforluydu. Biraz sonra inerim nasil olsa. Butun camları kapkaraydı, dışarıdan içerisini görmek imkansızdı hatta ön cam bile kaplamalıydı daha fazla incelemedim. Çünkü kolumdan tutup beni aşağı çekebilirdi ama yapmadı. Şaşırdım. Onun yerine kontağı çevirip park yerinden arabayı çıkardı, kalbim ağzımda attı. Tanımadığım adamın arabasında ben ne yapıyorum? Şapşal gibi ona baktım. Oturduğunda bile belli olan dik bir duruşu modeller taş çıkaracak fiziği vardı. Yan bakışlarımı üstünde hissedince bana döndü, gerildim.

 

“O yanan depoyu senin yaktığını biliyorum, diyorum. Neden ciddiye almıyorsun?” Dedim.

 

“Öyle birşey olmadı çünkü,” konuşmasına izin vermedim.

 

“Öyle mi?”

 

“Nasıl bu kadar eminsin, gördün mü?” sorgulayıcı bakışları arasında kısılıp kaldım. Kafamı ön cama çevirdim susmamam ona cevap vermem gerkiyordu. Kollarımı tekrar bağladım, katilin arabasında fazla üzerine gitmemem gerekiyor çünkü adı üstünde katil. Onu öldüren yada öldürten beni de öldürürdü, yok yapmaz desem ‘neden?’ vicdanlı katil mi vardı?

 

Tısladı. “ Elinde kanıtlar varmış.” Alayla güldü.

 

“Bu söylediğine sen inanıyor musun?”

 

“İnanıyorum işte.” buna son vermek istedim ve aklıma gelen düşünceyi hemen söyledim.

 

“Peki neden arabayı buraya park ettin?” Eğer orada olan şeyden sorumlu değilse neden buraya kadar saklanarak yada sanki birinden, birşeyden kaçıyor gibi gelmişti? Bir sebebi vardı o da buydu…

 

“Sana hesap mı vereceğim?” Dedi ukalaca. Sinsi, ukala, kundaklayıcı.

 

“Hem depoyu kundaklıyorsun hemde kaçıyorsun ama bekle sen ben seni polise şikayet edeceğim o kanıtlarla, sen kurtulamayacaksın.” Dedim. Yalan. Kanıt falan yoktu elimde ama uğraşırsam illaki bulurum. Burun kemerine dokunup sabır dilendi.

 

***

 

 

Ezbere bildiğim yolları kilometrelerce arkada bıraktıktan sonra aklıma annem geldi. Anneme mesaj attım beni merak etmemesini, kalabalıkta onu bulamayınca Cansuyla beraber dışarı çıktığımı yazıp gönderdim. Annem hep çok meraklıdır, yangın sönmeden o bölgeden ayrılacağı pek mümkün görünmüyor. Benim yanından ayrıldığımı bile fark ettiğini sanmıyorum.

 

Cansu'ya da onunla olduğumu, annem ararsa onunla olduğumu söylemesi gerektiğine dair kısa mesaj atıp arkama yaslandım.

 

İkimizde de uzunca bir süre ses çıkmayınca konuşmaya çalıştım lakin kelimeler boğazıma dizildi.

 

“Ne… nereye?” sesim titredi, kekeledim. Gözümü sıkıca kapatıp açtım. Böyle yaparsam nasıl onun suçu itiraf etmesini sağlayabilirdim? Sakin kalmam lazım ama beynimde kapatma tuşu olmayan alarmlar çoktan devreye girmişti. Ezbere bildiğim yolları hızla geride bırakıp benim tedirgin olmama neden oldu.

 

Buraya neden geldik?

 

Biliyorum çünkü daha önce buraya gelmiştim, tek başıma.

 

Polis karakolunun önünde durdu, birkaç göz arabaya döndü muhtemelen hepsi bu kadar lüks bir arabanın burada ne işi olabileceğini düşünüyordu. Kaşlarım çatık ona döndüm, ne yapmaya çalışıyordu.

 

“Gidebilirsin ver o kanıtları onlara.” Benimle kafa mı buluyor? Tek kaşını kaldırmış kollarını belinden silahını çıkarmak için kaldırdı, silahı çıkarıp adeta gözüme sokar gibi ittirdi önüme. Parlak şey ilgimi çekse de korkum ağır bastı.

 

“Şaka yapıyorsun?” Karakolun önünde yapamazdı değil mi? Öldüremezdi. Silahın içinde kurşun varmı diye kontrol etti, gördüğüm şey karşısında dona kaldım. SİLAH DOLU.

 

Şimdi büyük sıçtım.

 

Beni vurmazdı degil mi?

 

Kapıya yanaştım, “beni onunla korkutamazsın.” Dedim, kafamla silahı gösterip

 

“Bundan herkes korkar.” Dedi bilmiş bilmiş. Silahı dikkatle inceliyor bazen karakolun girişini nişan alıyor korkumu harlıyordu.

 

“Seçim senin.” Deyip tekrar bana döndü. Konuşmadım ne cevap verilebilirdi ki zaten…

 

“Bunca polisin içinde yapamazsın bunu.” Dedim red edercesine kafamı sallayıp.

 

“Bu kadar emin olma, hayatın ne getireceği belli mi olur?” Dedi. Elini bana uzattı bense geri çekilmekle yetindim. “Hı güzel kız.”

 

Ya bana zarar vermeye kalkarsa?

 

Öylece bakakaldım. Yine o konuştu, “Bugün buradayız yarın bir bakımışız,” elinin parmaklarını birbirine sürttü. “Puff, yok olmuşuz.” Dedi.

 

“Beni bunlarla tehdit edemezsin, tamam mı? Ben çok gördüm sizler gibi ama siz bir hiçsiniz, alev topu gibi bir anda parlar ve bir anda sönersiniz. Sen bu dediklerinin hiçbirini bana yapamazsın.” Benim bu güvenim nereden geliyordu? Ağzımı kapatmam gerekiyordu fakat kendimi durduramadım.

 

“Bunca insanın hayatını alamazsınız, onların bir aileleri var. Belki çocukları belki anneleri yada eşleri var. Onunla aynı sofrada yemek yemek için bekleyen, evin kirasının yada ne bileyim işte faturaların ödenip ödenmediğini merak eden anneleri babaları var.” Diye ekledim. Beni bölmeden dinledi lakin her lafıma gülmesi sinirime dokunuyordu.

 

“Nesin sen, iyilik bekçisi falan mı?” Dedi ukalaca. Gözümü devirdim, sinir bozucu mafya bozuntusu.

 

“Dünyada iyiler kadar kötüler de vardır, asıl sizin gibiler tabi bunu bilmez. Seni ilgilendirmeyen şeylere karışma yoksa çok canın yanar benden söylemesi.” Dedi, üstü kapalı bir şey söylemeye çalışmış gibiydi.

 

“Eğer bildiklerini anlatmak konusunda bu kadar ısrarcıysan buyur kapı orda,” eliyle arabanın kapısının kulpunu gösterdi. “Ama elinde hiçbir kanıt yok ve eğer oraya gidip kendini öldürtmek istersen seçim senin.” Dedi.

 

“Madem eminsin elimde kanıt olmadığına o zaman bırak gideyim.”

 

“İşimi garantiye alıyorum diyelim.” Deyip kesip attı.

 

“Bak sen ve senin gibiler bilmez ama ben o adamın bir ailesi gelecek planları olduğuna eminim ki bu cinayetin seninle bir ilgisi olduğunu biliyorum,” elimle geldiğimiz yolu işaret ederek, “depoyu yakanın da sen olduğunu bildiğim gibi.” Dedim. “Lütfen buraya kadar gelmişken bildiklerini anlat ve bu konu burada kapansın.”

 

Gözlerini kapatıp arkasına yaslandı ellerini arkada kafasının üstünde birleştirdi.

 

Arabada koca sessizlik oldu, sanırım benim arabadan inip polis merkezine gitmememi bekliyordu. İnmedim, canımı yolda bulmadım, elimde koca bir hiçlik varken bunu yapmazdım zaten, aptal değilim.

 

Gözlerini uzun süre açmayınca uyuduğunu düşündüm istemsizce yüzünü inceledim, ‘bu kadar genç katil mi olur?’ diye geçirdim içimden ama katilliğin yaşı mı olurdu ki, eline silah alıp etrafa pervasızca savuran ve bu kadar kolayken böyle şeylere erişimler. Doğrusu şuan gerçekten ölesiye merak ediyorum bu konu hakkında fikri olup olmadığını.

 

“Sen böyle konuşunca ben düşündüm, etkilendim yani,” dudaklarını yaladı. Gözlerini aniden açıp bana bakınca utanıp kafamı çevirdim. Yakalanmanın aptallığını yaşıyordum, durdum.

 

“Teslim olacağım.” Diyip ellerini havaya kaldırdı. Gülümsedim, işte böyle benden kimse kaçamaz. Benim adım Aslı bugüne kadar kimse elimden kurtulamadı bir mafya bozuntusu mu kaçabilecek?

 

Gülümsememe karşılık verdi. Ben güldükçe o daha da güldü. Yerimde hareketlendim elimde sıkı sıkıya tuttuğum telefonum gevşedi, korkmaya gerek yokmuş demek ki. Kapıya elimi attım, açtım içeriye dışardan hava doldu lakin kapıyı kapatmam bir oldu çünkü yanımda oturan yabancı hala öylece oturuyordu.

 

“Sen…”

 

Kahkaha attı, “küçük kız kimsin sen?” ortada gülecek birşey mi vardı hayır yani varsa ben de güleyim.

 

Sinirle soludum. Bana küçük kız dedi bu ne samimiyet, küçük kız ne? Bu küçük, aptal oyununa nasıl kandım, gerizekalı kafam.

 

Başka yol olmalıydı, onun haberi olmadan yakalamam benim yaptığımı da anlamdan onu ele vermem gerekiyor yoksa bana da zarar verirdi bunlar. Sorusuna cevap vermemi bekledi ama ağzımı dahi açmadım. Hala karakolun önünde öylece arabada oturuyorduk, sadece nefes sesleri duyuluyordu. Zil sesi doldurdu arabayı. Arabanın ekranına kaydı ikimizin de bakışları

 

Hoparlörden arama geliyordu, aramada ‘Suat’ yazıyordu. “Sesin çıkmayacak.” diye uyardı beni kabaca. Göz devirdim, elimi şöyle bir ağzına geçirmek istesem de onun kim olduğu ve bana ne yapabileceği geldi aklıma.

 

Aramayı açtı, arabaya yayılan ilk ses karşı taraftan geldi. “Abicim nerelerdesin sen? Baban çıldırdı, ortalık yangın yeri.” Kıkırdadım duyduklarıma. Gerçekten de yangın yeriydi. Sert bakışları beni uyarmak için bana döndü. Kolumu indirip kaldırdım ‘banane’ anlamında.

 

“Ne oluyor abi.” Dedi.

 

Bilmemezlikten geliyor bir de, yüzümü ekşittim bu tavrına. “Çiftliğe gel Toprak, baban ortalığı yıktı geçirdi, herkes onun sinirinden nasibini aldı. Bizi salona topladı bir sen eksiksin bir de şu Türüncülerin oğlu Serhat.” Dedi.

 

“Abi halletmem gereken işler vardı, yoldayım yarım saate oradayım.”

 

“Arıyorum arıyorum açmıyorsun da, ne işi bu?” Dedi isminin toprak olduğunu öğrendiğim yabancı, cevap vermek için ağzını açtı ama onu konuşturmadı.

 

“Neyse çiftlikte detaylı konuşuruz ne olduğunu, burdan olmaz.” dedi gizli sır verir gibi. Demek ismi Toprak… hakkında daha fazla bilgi edinebilirim diye düşündüm.

 

Toprak kadar acımasız, soğuk ve kindar…

 

O depoda ne varsa bu aile için belli ki çok önem arz ediyor lakin bu Toprağın pek umrunda değil gibiydi.

 

“İn aşağı.” Tepkisiz kaldım, sabırlı olmaya kendini tutmaya çalışıyordu.

 

“İnmiyor musun?” Tepki vermedim. “Sen bilirsin.” Deyip gaza bastı, yerimden geriye doğru kelimenin tam anlamıyla uçtum resmen. Bu kadar hızlı gitmek zorunda mıydı acaba?

 

“Yavaş.” Diye uyardım. Hayır kaza yaparsak aileme ne derdim. Bir yabancının arabasında ne yaptığımı sorduklarında onlara ne diyecektim Bana döndü, “yavaş olmayı pek sevmem.” Deyip gülümsedi. Önüne döndüğünde yandan gülümsemesini gördüm.

 

Yanaklarım kızardığını hissettim, kafamı görmemesi için sağıma çevirdim. Kim olsa etkilenirdi… Yani… ondan… lakin ben etkilenmemeliydim. Suç işleyen ve belki de işlettiren insandan etkilenmek zaten absürt kaçardı. Ayrıca babası depoyu yaktığını öğrendi bu hala saçma sapan tavırlar sergiliyordu.

 

“Nasıl bu kadar rahatsın?” Dedim kendimi tutamayarak.

 

“Çünkü ben yapmadım.” Deyip bana döndü, o dönünce bende dönmek zorunda kalmıştım.

 

“Daha fazla seni inandırmaya çalışmayacağım nasıl olsa inanmayacaksın.”

 

“Doğru.” Demekle yetindim.

 

Olabilir miydi? Onu o gece öldürenin kim olduğunu gerçekten de bilmiyor olabilir miydi? Çok hızlı gidiyor yolda sırasıyla dikilen ağaçlar arabanın hızından karaltı olarak gözüküyordu. Sürekli öndeki arabaları sağlı sollu geçiyor, bedenimin sarsılmasına neden oluyordu. Gerçekten bu kadar hızlı gitmek zorunda mıydı? Kemerime sımsıkı tutundum.

 

Yalan. Ancak neden gözleri tam tersini söylüyor? Hem yalancı hem iş bitiren bir caniydi. Araba yavaşladı fakat tam olarak durmadı Bana edildiğini hissettiğimde geriye kaçtım, sırtımı cama çarptım.

 

Güldü. “Korkma bu kadar.” Tabi canım gözümle görmesem inanırdım da, işte gözlerimle gördüm. En azından depoyu.

 

Tamam, depoyu da görmedim ama ondan başka kim yapabilirdi ki? Dün akşam deponun önünde o vardı, şimdiyse saklana saklana olay yerinden kaçıyor.

 

 

“Korkmuyorum zaten, senden niye korkayım? Zaten öldüreceğin de yok.” Dedim az önce verdiğim frikiki saklamak adına. Ben sadece elindeki küçük zararsız aletten korkuyorum. Cevap vermedi bunun üzerine ona dönüp tekrar sordum, “Değil mi öldürmezsin?” Bana döndü yüzüme bakıp kahkaha attı, yüzüm bu tavrına değişti.

 

“Bilmem,” kollarını kaldırıp indirdi. “zaman gösterir eğer gideceğimiz yerde akıllı akıllı oturursan bu ihtimali düşünebilirim.”

 

Aslı, bu hallere düşecek insan mıydın sen kızım? Adam resmen benimle alay ediyordu ama sen dur o nezarethaneye girdiğinde bakalım kim kiminle alay ediyor göreceğiz.

 

Torpidoyu açtı, içinde sarı ışık yandı. Küçük gözede bir tane kağıt vardı, onu oradan çıkarıp dik konuma geldi. Elinde direksiyon tutarken kağıdı açıp baktı, benim gözüm kağıdın içinde yazanlara bakmak için döndüğünde kağıdı ikiye katlayıp ortadan ikiye böldü, tekrar tekrar ve tekrar kağıtta ne yazıyorsa parçalara böldüğü için sanırım artık okunmaz haldeydi.

 

Camı açıp elindeki tüm kağıt parçalarını yola savurdu. İçinde yazılanları merak etsemde sormadım zaten kesin cevapta vermezdi.

 

“Bir insan öldü.” Dedim.

 

“Geldiğim yerde daha fazlası ölüyor.” Dedi ağız içinden, duymadığımız düşündü ama duydum. Bakışlarından bakışlarımı kaçırdım. İçim garip bir hisle doldu taştı, güven. Kendi ağzıyla itiraf ettiği şey için kendime güven hissettim. O gece yaşanan cinayetin sorumlularını yakalatmadan ben bu davadan vazgeçmeyeceğim. Başıma gelebilecek her türlü belaya gerekirse katlanır yine de yanımda oturan bu pisliğin ağzıdan cinayet hakkında bildiklerini öğrenmeden ölmem.

 

Sebebini merak ettim.

 

“Neden?”

 

“Ne neden? Anlamadım.” Afalladı.

 

“Hiç merak etmiyor musun? O gece bir adam öldü hemde gözlerinin, gözlerimin önünde.”

 

“Eğer o gece bana sülük gibi yapışmasaydın ikimiz de o cinayeti görmek zorunda kalmadık. Ben de halimden memnun değilim.”

 

“Konuyu değiştiriyorsun yabancı.” Dedim.

 

“Küçük, bana bak haddini aşıyorsun. Sana tanımadığın birinin arabasına binmemen gerektiğini onun damarına basıp herşeye burnunu sokmaman gerektiği öğretilmedi mi?” Dedi öfkeyle.

 

“Bir ismim var. Aslı.” Niye küçük diyip diyip duruyor? Aramızda çok fazla yaş farkı yok gibi olsa olsa 4-5.

 

“Pekâlâ, tanıştığıma memnun oldum Aslı. Ben de Toprak, lakin seni aldığım yere bırakana kadar lütfen işlerime burnunu sokma.” Beni geri bırakacaktı? Beni? Güldüm. Tabi ki de o bırakacak. Başka kim yapabilirdi ki zaten.?

 

“İş mi?” Tısladım. Daha fazla ağzımı açarsam kötü olurdu sanırım çünkü filmlerde öyle olur hep. Çocuk cinayeti işler, kız konuşur, konuşur, konuşur sonra çocuk dayanamaz tetiği çeker. Düşüncesi dâhi içimi ürpertti.

 

“İnmek istiyorum.”

 

“Burada mı ineceksin?” Parmağını kaldırıp salladı, çevreyi göstererek. Yolda taşlar olduğu için arabaya zarar vermesin diye yavaş gidiyordu. Sağımda ve solumda yok boyunca uzanan kocaman bir orman vardı.

 

“Seni burda ne yaparlar biliyor musun?” Ne olabilir ki sanki hiç ormanfa yürüyüş yapmadım mı? Yaptım, Cansu'yla birçok kez yapmıştık, onun evinde kaldığım geceler akşamdan plan yapar -sabah yürüyüşe çıkacağız diye- ve geçte olsa diğer insanlarla beraber sporumuzu yapıp geri dönerdik.

 

“Ne, yerler mi?” Dedim alayla.

 

“Öyle olsa yine iyi.”

 

“Saçmalama en fazla ne olabilir ki?” Dedim. Camdan dışarı baktım, sık ağaçlar aralarında çeşitli kaya parçaları müthiş bir bitki örtüsü bulunuyordu. Kocaman otlar uzamış ormanla bir ahenk içinde buluşuyordu.

 

“Denemek ister misin?” Dedi alaylı tavrıma karşılık olarak. Az ilerdeki tabelayı gösterdi, oraya döndüm. Ayı resmi vardı. Ayı. Kocaman kentte ayı ne arıyor? Bu da yalan olamazdı herhalde. O tabelayı belediye dikiyorsa eğer gerçekte doğru söylüyordu. Giderek hissini daha da düşürdü. Yolun kenarında durdu, bana baktı.

 

“İnmek istiyor musun hala?”

 

“Hayır.” Sahte gülümsedim. Şu kısa hayatımda vahşi bir hayvan tarafından öldürülmek istemem. Önüne döndü, arabayı tekrar çalıştırmadan önce saatine baktı. Ben de telefonuma baktım iki saattir yoldaydık, taşlı yolda sola döndü uzun düz yol karşımıza çıktığında çiftlik denilen yerin burası olduğunu anladım. Sert yüz hatlarını inceledim, gözleri dikkatle yolda ancak vücudu tetikteydi de… Kasılmıştı. Korkuyor muydu yoksa?

 

Ona zarar verebileceğim düşüncesine mi kapılmıştı acaba? Küçük kız dediği, bir lise öğrencisi. Belki de yaşımdan büyük sanmıştı beni, bilemezdim.

 

“Özür dilerim.” Bana döndü merakla. Arada yola bakıyordu.

 

“Yani o gece adına,” deyip kafamı eğdim.

 

“Kardeşim de sana saldırmış yani sebebi çok saçmaydı senle ben ne alaka değil mi?” Ona döndüm ‘sen ne anlatıyorsun der gibi’ydi bakışları.

 

“Bir yanlış anlaşılma olmuş o yüzden yoksa böyle biri değildi. Sonra da bayağı bir karışmış tabi ortalık ama en azından fazla darbe almamışsın.” dedim kafamı sallayarak.

 

“Ben senin yerinde olsam kesin döverdim.” Kaşını çattı.

 

“Ben kendimden küçüğe el sürmem.” Dedi ve devam etti, “Zaten küçücük birşey dövdüğünü sandı işte ama anladım arada sayıklıyordu birşeyler ‘sen nasıl ablamla çıkarsın.’ gibi zırvalar işte.”

“Ya, değil mi?” Dedim onu onaylamak adına.

 

“Yine de bu konu hakkında üzgün olduğumu bil.” Dedim. O gece böyle olsun istemezdim, Anıl da gercevi bilseydi zaten böyle de yapmazdı. Biraz fazla gereksiz tepki vermişti, ki o da çevresinden nasıl gorduye öyle davraniyordu kısaca koruma iç güdüsüyle. Şuan burada olsaydı eminim üzgün olduğunu ve özür dilemek istediğini söylerdi hiç çekinmeden.

 

Bu yabancının yanında zaman geçmek bilmiyordu, sürekli her ne zaman saate baksam hep aynı saatim farklı dakikalarını görüyor sonra yeniden oflaya poflaya telefonumu kilitleyip dizlerimin üzerine geri bırakıyordum.

 

Şehre çok yakın, göbeğinde fakat yerleşim yerinden çok uzakta bulunan bu bölgede gördüklerime inanamadım.

 

Bir insanın bu kadar zengin olabilmesi için ne kadar çalışması gerekirdi acaba? Sanırım ömrünü çalışmaya adasa da olamazdı çünkü resmen karşımda saray yavrusu yatıyordu. Yolun ortasında altı tane takım elbiseli adam arabayı karşıladı, arabayı gördüklerinden direkt geçmesine izin verdiler. Korumalardan biri elini kulağıma götürüp bir şeyler konuştu. Muhtemelen yanımda oturan yabancının geldiğine dair başka korumalara haber vermişti.

 

Bu adamlar kocaman saray yavrusunu koruyorlardı sanırım, bu daha başlangıç diye geçirdim içimden.

 

Yol sonunda asfalt yola dönmüştü illerledikçe her iki tarfta da küçük kulübe gibi evleri gördüm. İlerdeki köprüye baktım, altından çok güzel bir akar su akıyordu biraz ilerde atların bulunduğu alanı gördüm. Saymadım ama oldukça fazla olduğu belliydi. İnanamıyorum sol tarafta çoban inekleri otlarıyordu sağımda ise yani at çiftliğinde bir kişi at biniyor çitin içerisinde kocaman daireler çizip tozu dumana katıyordu. Hayran kalmamak elde değildi gerçekten. Burası gerçekten çiftlik gibi her şeyi kendine ait, doğaldı. Tarif edemeyeceğim güzellikte çeşitli meyve ağaçlarının renkleri beni bu uzaklıktan büyülemişti.

 

Yoldaki taşlar çok düzenliydi adeta örgü misali kıvrılmış birbirine kilit misali kilitlenmişti. Arabanın taşlarda çıkardığı ses içimi çok garip hissettirmişti. Kim bilir kaç yıllık olan kapı girişine baktım, ben kaç yılından kaldığını tahmin ederken araba biraz daha yavaşlamış sonunda park yeri bulup durmuştu.

 

Yanılmamışım gerçekten de saray yavrusuydu. Kimin evinin bahçesinden akar su akıyordu ki? Güldüm. Toprak neye güldüğümü anlamak için bana baktığında kendimi toparladım.

 

“Burası resmen cennet hayatımda ilk defa bu kadar güzel bir ev görüyorum,” güldüm. “Tabi ev denebilirse.” Bu tepkimi oldukça olağan karşılayıp üstüne o da güldü.

 

“Aslında seni buraya getirmemem gerekiyordu.” Dedi.

 

Gözlerim gözlerinden ayrılmadı, ne demek istediğini çok net anlamıştım. Bana baş belası olduğumu söylemişti, zaten ne diye peşine takılıp geldiysem? Aptal kafam. Lakin ona kendimi ezdirmemeye karar verdim, kafamı diktim ona bakmayı sürdürdüm.

 

“Getirmeseydin o zaman.” Cevap vermedi.

 

Kısa bir an utandım, öyle bir bakıyordu ki sanki içimi görüyordu yada ben anlamsız bakışlarında anlam arıyordum. Acaba kafasında ‘beni öldürme planları mı yapıyor?’ diye geçirdim içimden. Bakışlarını kaçıran ilk ben oldum çünkü onun kadar arsız birisi değildim. Kafasından üzerindeki sweatini çıkardı, elinde top şeklini verip arabanın kapısını açtı. Ön kapıyı kapamadan arka kapıyı açıp, şimdiye kadar fark etmediğim koltuktan beyaz gömleğinin aldı kapıyı kapatıp gömleği üzerine geçirdi. Göz göze adamın resmen düğmelerini iliklemesini izliyorum, Yuh artık ama ya bu kadar da olmaz. Aniden üstünü gözümün önünde çıkardığı için utanmış ve garip bir tepki vermiştim.

 

“Evde değiştirsene üstünü, burada ben varım.” Kafamı başka tarafa çevirdim, oraya bakmamaya kararlıydım.

 

Bilmiyorum Aslı farkında mısın ama adamın arabasına zorla binen sensin şimdi de gelmiş söylemiyorsun.

 

“Evde değiştiremem, çok kalabalıktır şimdi içerisi.” Dedi, son düğmesini de iliklerken, ön camdan görmüştüm.

 

Gözüm kaydığı için.

 

“Kamp kurmayı düşünüyorsun herhalde.” Dedi.

 

“Ha, ne?”

 

“Diyorum ki, arabadan inmeyecek misin?”

 

“Yok inmeyeyim, hem çok kalabalık dedin.” Ben fazla kalabalık sevmezdim hatta hiç sevmem minimum insan benim için çok önemli. Hem ses yok hem karışan yok yani kafan rahat. Kim hakkımda ne diyor ne düşünüyor diye düşünmeye gerek kalmıyor.

 

“Buluruz sana bir yer, in.” Dedi emir verir gibi. Gerçekten hiç onunla gitmek istemiyorum belki o gittikten sonra inip biraz buralarda dolanırım diye düşünüyorum.

 

“Yok ya gerçekten, burda uslu uslu otururum.” Ağzında birşeyler geveledi. “İyi, fazla beklemem o zaman.” Kafamı salladım.

 

“Başını belaya sokma, güzelce arabada otur hemen döneceğim.” Kapı açık kolunu kapıya dayanmış benimle konuşmaya devam etti.

 

“Bir sorun olduğunda,” etrafta heryere yayılan korumaları gösterdi. “Onlara söylersen onlar sana yardımcı olur.” Dedi. Bu cennet onun içindeki cehennemin bir ilizyonuydu sadece, çünkü kötüler her zaman böyledir, yaptıkları suçlarla kendileri örtbas edecek şatafatlı hayatlara sahip olmaya çalışırlar diğerlerinin onlara inanmasını ancak bu şekilde sağlanırdı.

 

Ruhsuz bakışlarımı usulca yabancının giden bedenine diktim. Girişte onu karşılayan hizmetli o içeri girdiği anda kapıyı kapattı. O kapının arkasında olup bitenleri öğrenmem gerekiyordu çünkü orda her ne oluyorsa bu cinayetle de ilgisi vardı hatta dahası bile olabilirdi. Gözümün önüne gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp arabanın kapısını açtım. Soğuk ve sert rüzgar yüzümü yalayıp geçti. Üşüdüğümü hissettim çok kısa bir an fakat bu umrumda olmadı.

 

Korumaların bakışları bana dönse de hiçbir şey diyemediler çünkü beni buraya kadar zaten kendi patronlar sokmuştu. Her adım attığımda bir başkası dönüp bakıyordu. Nereye gittiğimi bilmeden evin arkasına doğru yürümeye başladım, bu yaptığım ne kadar doğruydu bilmiyorum ama aceleci olmam gerektiği kesindi. Elimdeki telefonumu göğsüme bastırıp sıkı sıkı tuttum.

 

Planım eğer varsa arka kapı, oradan içeri girmek sonrası ise içerdeki duruma göre belli olurdu. Hızlı adımlarla ilerleyip önüme çıkan ilk kapıyı açmaya çalıştım. İttirmeyi denedim fakat açılmadı bütün kuvvetimi verip denedikten sonra nihayet açıldı. İçeri girip kapiyi arkamda hafifçe kapattım. Nereye geldiğimi anlamak için etrafa bakındım, burası teras gibi bir yerdi. Sohbet edebilmek için dörtlü koltukları kare şeklinde dizilmiş ortasındaysa cam sehpa vardı.

 

Asıl eve girebilmek için bir kapı daha vardı, oraya ilerledim. Etrafı kolaçan etmem ve kendimi korumaya almam gerekiyordu. Etrafta hiç ses yoktu, koskoca çiftlikte çıt çıkmıyordu. Hep böyle mi acaba diye geçirdim içimden eğer öyleyse burada zaman hiç geçmek bilmezdi. Yalnızca dışarda esen rüzgarın uğuldaması duyuluyordu. Salona gelene kadar hiç ses duymadım, olduğum yerde durup e n iyi şeyi yaptım. Saklanıp konuşulanları duymaya çalıştım.

 

Birden fazla ses vardı, ne konuştukları hakkında tek bir fikrim bile yoktu çünkü herkes kendi arasında konuşuyor gibiydi. Saklandığım bu duvarın hemen ardında birden fazla adamın olması fikri zihnimin yerinden çıkacak kadar beni korkutuyordu lakin kıpırdamadım. İnsan ölüme hep bu kadar yakın mı olurdu?

 

Bir kadın sesi duyuldu. Bu kadar adamın içinde kadının da olması doğrusu beni çok şaşırttı. “Eğer sükunet içinde olursak bu konuyu çok kolay çözeriz.” Dedi otorite kokan sesi.

 

“Ortalık karıştı karışacağı kadar zaten böyle yapmamalıyız.” Dedi yine mekanik sesiyle. Yıllanmış sesi onun 40’ lı yaşlarında olduğunu ele veriyordu. Anladığım kadarıyla bu kalabalığı susturabildiğine göre burada büyük bir görevi vardı.

 

“Haklısın.” Dedi bir ses. Bu sesi hatırladım, geliyorken toprağı arayan adamdı bu. İsmi Suat’tı sanırım.

 

“Öyleyse hemen harekete geçelim.” İçlerinden biri onu onaylanmadı. “Olmaz!” Diye yükseldi.

 

“Senin bir bildiğin var gibi Demirbaş.” Dedi hırs ve merak karışık, bariton sesiyle. Demirbaş onun lakabı mı yoksa gerçek ismi miydi?

 

“Ne demek istiyorsun? Açık açık söyle herkes bilsin Alagöz!” Diye karşılık verdi hiddetle. Elini bir yere çarptı, sanırım masaya vurmuştu. Ortama yine sessizlik hakim oldu.

 

“Sen ne demek istediğimi anladın.” Dedi.

 

“Aranızda kavga etmeniz ne fayda edecek? Kendinize gelin, sirkelenin bu iş çocuk oyuncağı değil.” Dedi başka biri. Anında sesi oldukça yaşlı geliyordu, bu grupta hiç genç yok muydu? Toprak, O burada mıydı? Şimdiye kadar hiç sesi çıkmamıştı. Doğrusu onun ne yaptığını merak ediyordum, onlarla beraber miydi yoksa başa bir yerde miydi?

 

“Benim yapmadığımı burada oturan herkes bilir, bilmeyenlerin de atası bilir.” Dedi. Ben bile o adamı tanımadığım halde inanasım gelmişti, adamın konuşması kılıç misali bütün konuşmaları böldü.

 

“O halde bize bunu yapanın kim olduğunu bulmak düşüyor. Değil mi?” Salondan onaylayan mırıltılar kulağıma geldi. “Sizler merak etmeyin er yada geç bunu size yapanı bulacak cezasını en ağır şekilde çekmesini sağlayacağız, öyle mi Suat?” Onay almak için Suat denilen adama sormuştu. Aslında soru değil de kesin bir bilgiyi sunmuş gibiydi.

 

“Kesinlikle,” bu adamın diğerlerinden ayıran bir şey vardı; konuşması.

 

“Artık size nasıl güvenelim?” Başkası konuşmuştu. “Bu kadar büyük güvenlik açığı veriyorken sizlere neden işlerimizi yeniden emanet edelim?” Kıpırtı duydum, reflekse geri çekildim.

 

“Sen çok olmaya başladın…” derken yine Suat denilen adamın sesini duydum. “Sakin olalım, bunca yılın dostluğunu bozmaya lüzumu yok. Daha önce nasıl çözüldüyse şimdi de öyle çözülür.”

 

Gergin hava Suat denilen adam ne zaman konuşmaya başlasa yatışıyor lakin her seferinde de yeniden alevleniyordu.

 

“Güvenlikten biz sorumluyduk, hata ettik. Gözden kaçırdığımız küçük bir sorun olduğu için böyle oldu eğer düzeltmemize izin verirseniz yani sizden hatamızı düzeltmek için telafi istiyorum huzurlarınızda.” Şuanda burada ne bok dönüyordu? Bu adam niçin bu salak saçma gruba açıklama yapıp neredeyse ağlamaklı sesle özür diliyordu, zihnim bunları almakta güçlük çekiyordu.

 

“Gerek yok biz hallettik bile.” Yeniden başladı uğultulu, karışık sesler.

 

“Toprak?” Dedi sanki onu sahneye davet edermişcesine.

 

Ayakkabının tabanının yere çarpma sesini işittim, hızlandı hızlandı ve giderek yavaşlayıp durdu sonra yeniden yavaşça ritim tuttu. “Kimse bilemezdi böylesi korkunç kaza yaşanacağını.”

 

“Hemde kimse. O yüzden kendimizi toparlayıp bunu yapanlara yaptıklarının cezasını herkes,” soluklandı yada ben öyle anladım. “Teker teker istediği cezayı versin.”

 

“Bir planın var mı Toprak?”

 

“Elbette,” içeride resmen dünya toplantısı yapılırmışcasına ciddiyet yüksekti. “söyle ki, o gece teslimatı yaparken biz zaten izleniyorduk.” Nasıl izleniyorduk? Ben izliyordum. Beni fark mı etmişti. Duyduklarım kalbimin hızlanmasına sebep oldu birden dudaklarım soğumaya ellerim titremeye başladı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%