Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Bölüm 8

@nuperi

 

 

 

 

 

BÖLÜM 7: Umudun Yokuşundaki Kararsız Bekleyiş

 

 

 

 

 

 

Ay doğmuyorsa yüzüne,

 

 

 

 

 

güneş vurmuyorsa pencerene,

 

 

 

 

 

kabahati ne güneşte ne de ay da ara!

 

 

 

 

 

Gözlerindeki perdeyi arala!

 

 

 

 

 

 

(MEVLANA)

 

 

“Ama istersen zekama sahip olabilirsin.”

 

Sırıttı. “İlgilenmiyorum.” Dedi. Yine, yine ve yine. Omzumu silktim. Bunu sen seçtin, madem kaçak dövüşeceğiz, peki buyur Toprak bey!

 

“Küçük bir kızısın, nasıl bir zekaya sahip olabilirsin?” Deyip Gürkan’la birlikte alayla sırıttılar. Peki düellonuz kabul edildi. Kavgada rakibini küçümsersen yenilginin sana gelmesi çok hızlı olur derlerdi, işte bu sözü sana yedireceğim!

 

“Deden…” deyip biblonun içindeki kalemi aldım, masaya vurup ritim tuttum.

 

Tık. Tık.

 

Deden dediğim anda bana baktı. “Depoyu senin yaktığını gerçekten bilmiyor mu?” Deyip dudaklarımı büzdüm.

 

Tık. 

 

“Söylesene?” Anladığım ve hatta gördüklerim karşısında dedesine çok önem veriyordu, üzülmesini de istemezdi. Zafer gülümsememi yüzüme takındım.

 

Tık. Tık.

 

“Kime güveniyorsun da benimle böyle konuşuyorsun?” Dedi.

 

Masaya yaslandı ve bana iyice yaklaştı. Arabada bütün düğmeleri kapalı olan gömleğinin üstten iki düğmesi açılmıştı. Sanırım ben baygın yatarken çiftlikte işler kızışmıştı.

 

“Kendime.” Deyip kalemi, şımarık bir kız edasıyla fırlatırcasına masaya attım. Arkama yaslanıp kollarımı bağladım, bakışlarım kararlılıkla ikisinin üstünde gezindi. Karşımda oturan adam, kalkıp Toprağın yanına ilerledi ve ayakta masaya yaslandı. Kolları bağlı ve bir eli çenesinde bana bakıyordu lakin ben ona değil de Toprağın bana söyleyeceklerine odaklanmıştım.

 

“Hm” diye mırıldandı. Sırıtıp kafasını iki yana eğlenir gibi salladı. “Çok işim var,” beni ikna etmek istercesine gözlerini açıp bana yaklaştı. “Bir kız çocuğuyla oynayamayacak kadar fazla hemde…”

 

Öylece kalakaldım, yüzüm düştü çünkü bana cevap vermesi gereken yerde sürekli beni geçiştirip duruyordu. “Gürkan, hanımefendiyi evine kadar bırakalım.” Dedi, Gürkan’a emri vaki eder gibi. Eliyle bana kapıyı gösterdi.

 

“Ha bu arada, gitmeden önce iyice temizlen bu şekilde seni bu evden çıkarmam.” Bakışları Gürkan’a kaydı. “Misafir odasında…” dedi. Devamını getirmedi fakat Gürkan anlamıştı ne demek istediğini.

 

Gürkan bağlı kollarını çözüp, “Hemen abi.” Yanıma geldi. O da bana aynı şekilde işaret edip eliyle ben kalkana kadar beni destekledi. Bu adam da ‘hemen’, ‘tamam’ dan başka kelime bilmez miydi be? Neden hizmetçisi gibi her istediğini yapıyordu?

 

“İstemez! Senden sadece kim olduğunu bulmanı istiyorum, o kadar daha fazlasına ihtiyacım yok.” Dedim.

 

Kafasını salladı, “Elimden bu kadarı gelir.”

 

Korkak!

 

Bir hışım oturduğum deri koltuktan ayağa kalktım. Koluma dokundu sarı kafa. Hızla çektim kolumu ve ona döndüm. ”Dokunma.” Dediğimde elini havaya kaldırıp ‘tamam bir şey yapmıyorum’ der gibi havaya kaldırdı ardından Toprak’a döndüm,

 

“Alt tarafı yardım edeceksin, bunun neyi seni zorlayabilir aşağılık herif!” Deyip biraz önce korumalar girmeden kilitli olan, zorla açmaya çalıştığım kapıya saçımı savura savura savura yürüdüm. Her ne kadar dolaşık olsalar da parmaklarımla uyandığımda düzeltmeye çalışmıştım, yani umarım düzelmiştir çünkü bakabileceğim bir ayna yoktu etrafımda.

 

Oh be! Üstümde hafiflik hissettim, hemde gerçek bir hafiflik. Sanırım biraz da olsa egomu tatmin edebilirdi bu gâf ama sorun ego tatmini değildi, sorun bu zenginlerin işine gelene iyilik meleği kesilip işine gelmeyene de beni ilgilendirmez. “Kendim giderim bana bir taksi çağırsanız yeterli.” Dedim arkamdan gelen sarışına. Beni odadan çıktıktan sonra uzun bir koridor karşıladı, bacaklarım acımasa yada burada ben yasasaydım kesinlikle koşup bir yerlerimi kırardım. Neyse ki ben yaşamıyorum!

 

Koridorda onunden ilerledim. “Olmaz, patron ne dediyse öyle.” Diye vurguladı. Önüme geçip beni merdivenlerden aşağı inmem için yol gösterdi.

 

Ne kadar da kibarlardı!

 

Merdivenlerden indim, o önümden giderken ben de yaşadıkları ev demeye bin şahit, onların deyimiyle çiftliği inceledim. Evdeki her eşya bej ve kahve tonuyla dizayn edilmişti, evin bazı yerlerinde rustik tarz hakimken bazı alanlar sadelikten yanaydı. Çeşitli antika mobilyalar rustik tarzın imzasını taşıyordu.

 

Bu katta üst kata nazaran çeşitli odalar mevcuttu. Hepsinin kapısı kahverengi eski ağaçtan yapılmış kalitesi uzaktan bakanın anlayabileceği türdendi. Kapılardan birini açıp eliyle geçmem için yanda durdu. İçeri girdiğimde kapıdan girmedi, olduğu yerde kaldı.

 

“Odada ihtiyacın olabilecek herşey var, fazla oyalanma.” Dedi. Gözümü devirdim, ihtiyacım olan herşey varmışmış, bak sen!

 

“Gerek yok dedim bunlara, istemiyorum.”

 

“Uğraştırma işte, temizlen de seni bir an önce evine bırakayım.” Dedi ukalaca. Topraktan küçük olduğu anlaşılıyordu ayrıca Toprak bu adama güvendiği belliydi.

 

“İstemiyorum diyorum, laftan anlamıyor musunuz kardeşim siz? Bu ne ısrar?” Dedim.

 

“İlla patronla aramda sorun çıkartacaksın yani?”

 

“Öyle bir niyetim yok.”

 

“O zaman sana söyleneni yap.” Deyip kapıyı yüzüme kapattı. Aman iyi be, zaten annem beni bu halde görse onlarca sorguya tutar ağzımdan laf almadan bırakmaz ve ortalık iyice karışırdı sonra günün sonu evde değilde muhtemelen karakolda olurdu.

 

***

 

Merdiven basamaklarını inerken aşağıdan sesler yükseliyordu, burası resmen şeytanın in’i gibi garip olaylar oluyordu. Olduğum yerde durdum ve ardından arkamda duran sarı kafaya döndüm, doğrusu inip inmemek konusunda kararsız kalmıştım.

 

“Kim dedim cevap verin bana?” Deyip yere bir şeyler fırlatıldı, sıçradım çünkü bunu beklemiyordum. “Hepinizden bir adam olmuyor ulan! Cevap versenize! Gürkan yanımdan geçmek için hareketlendiğinde gözleri beni buldu, kollarımdan tutup beni ırgaladı. “Buradan kıpırdama, tamam mı? Bir yere ayrılmadan dur!” Dedi.

 

Yanımdan superman edasıyla ayrılırken ben de merdiven korkuluklarına tutunup ne olduğuna bakmaya çalıştım. Az önce odaya gelen yaşlı adamdı, esip gürlemişti sonfa da Toprak odasına göndermişti lakin o neden odasına değilde toplantı yaptıkları salonu tercih etmişti? Anladığım kadarıyla adamın hastalığı vardı ve yatması gerekiyordu.

 

Gürkan salona girdiğinde yaşlı adamın karşısında bulunan korumalar derin nefes aldı. Hepsi adeta Gürkan’ın gözlerinin içinde bakıyordu ve fark ettigim diğer bir şeyse korumalar bu yaşlı adamdan çok korkuyordu, hepsi adamın karşısında iki büklüm kalkmışlardı. Yaşlı hatta hasta bir adam ne yapabilirdi size ey korumalar!! Topraktan da hatta sarıdan da korkuyorlardı ancak yaşlı adam daha başka korkuyor gibilerdi.

 

Salonun ortasındaki antika masanın yanina ileledi ve ardından sordu, “Patron?” Dedi sonra yeniden devam etti, “Bir sorun mu oldu?” Yaşlı adam alev saçan gözlerle ona bakıyordu fakat diğerlerine göre korkak davranmıyordu.

 

Yaşlı adam, “Ulan…” deyip bastonuyla Gürkan’a yaklaştı. Gürkan olacakları sezmiş gibi yerinde öylece dikildi yada ben öyle sandım.

 

“Nadir amc-“ Daha lafını bitirmeden Yaşlı adam Gürkan’ın suratına okkalı bir tokat yapıştırdı. Gördüklerim karşısında elim ağzıma kapandı. Tokadın sesi kocaman çiftlikte yankılandı, o tokada benim canım acımıştı. Gürkan’ın kafası tokadın etkisiyle yana düştü, Gürkan eliyle yaşlı adamın elinin çıkan izine bastırdı. Kafasını kaldırıp yeniden göz göze geldiler.

 

“Şimdi anlat bakalım, o yukardaki kız Toprağın neyi oluyor?” Bir kere daha şaşırdım. Zira bu ev… pardon, cehennemdeki olayları kavramak biraz zaman alıyordu. Ben? Yabancı? Bir tarafımla gülüyorum buna.

 

“Amca dedim ya yukarıda, odandan çıkmadan önce anlattım sana sorun yok diye,” Gürkan korumalara baktı göz ucuyla, anlattığı her neyse diğerlerinin anlamamasını ister gibiydi. “Aralarında hiçbir şey yok.” Gürkan, yaşlı adamın koluna girmek istedi ama yeniden onu reddetti.

 

“İyi,” dedi, ketum sesiyle. Kafasını başka tarafa çevirdi.

 

Gürkan derin nefes aldı. Adamın koluna girebilmek için yeniden hareketlendi ancak yaşlı adam çok inatçı davranıyordu. Bu tavırları bana çok tanıdık gelmişti! Toprağın inatçılık konusunda kime çektiği belli oldu.

 

“Ben kendim gidip sorarım.” Deyip bastonunu yere vura vura yürümeye başladı. Yerimde geri hareketlendim.

 

Beni görmesini istemiyorum çünkü beni görürse o baston yerde değil de kafam da olacak gibi hissediyorum, bu yüzden adımlarım geri geri gitti. En sonunda durmak zorunda kaldım çünkü sıcak bir bedene çarptım. Eli belimi düşmemi engellemek için kavradı, kafam omzuna çaprmıştı, dönüp çarptığım kişiye baktım. Özür dilemek istedim lakin yapamadım, dilim tutulmuşcasına suratına bakıyordum. Buradan ona böyle bakmak kim bilir ne kadar garip görünüyordu?

 

Boyu uzun olduğu için aranızda hayli mesafe olsa da nefesini hissettiğim gibi kendimi geri çektim. Belimi tutan elleri boşluğa düştü, kafasını cevirdi ve beni umursamadan baston sesinin geldiği yere yani dedesinin yanına salona girdi.

 

Sanırım gürültüyü duymuştu yahut tokat sesi gerçekten bütün çiftlikte yankılanmıştı. Dedsinin baston sesi kesilmişti ben de merdivenlerden inip olanları daha net gördüm. Ketum yüz ifadesi silinmiş aksine sanki az önce bütün korumalara yargı dağıtmıyormuş gibiydi. Hayret ettim doğrusu daha ne kadar şaşıracaktım bilmiyorum.

 

Daha kaç saat oldu buraya geleli şaşırmaya alışmış hissediyordum. Gürkan sanki az önce osmanlı yokadı yememiş gibi Toprak ve dedesini, duvara yaslanmış şekilde dinliyordu. İçerdeki herkes benim de burada olduğumu unutmuşlardı zira kimse dönüp suratıma bakmıyor birazdan salonda kopacak kıyameti bekliyorlardı.

 

Sabah salonda oturan çoğu insandan kimse kalmamıştı, hepsi ben baygınken yada Toprak beni kovalarken gitmiş olmalılardı. Toprağa kaydı gözlerim, manyak herif! Bana silah çektiğinde belli etmesem de aklım yerinden oynamıştı daha hayatımda oyuncak silah bile görmemiştim oysa o bana silah çekmişti, geber pislik! Adam beni görür görmez suratı asıldı, daha da korkunç şekilde bana baktı.

 

Bu adamın yüzünde diğerlerinden farklı; ölüm vardı.

 

“Dede?” Kollarını iki yana sorar gibi açtı. “Ne yapıyorsun?” Dedi.

 

“Oğlum, Toprak.” Dedi. Bastonunu kaldırdı ve korumalara işaret etti. “Bu işe yaramaz herifleri kovup yerine başkalarını buluyorsun!” Dedi.

 

“Neden dede?” Göz ucuyla Gürkan’a baktı. Gürkan omzunu silkti.

 

“Bana konuşmuyorlar artık.” Deyip bastonunu yere vurdu. “Ulan bak aklıma geldikçe sinirleniyorum.” Dedi, arkasını dönüp.

 

“Nadir amca sakin ol, sana konuşmuyor değiller sadece senin dinlenmeni istediğimiz için anlatmalarını biz istemiyoruz.” Dedi Gürkan adamı yatıştırmak amacıyla fakat yaşlı adam daha da gürledi. “Heyt sen kime yaşlı diyorsun ulan!” Dedi. Konuşmasında karadeniz aksanı vardı. Kelimeleri yuvarlıyor. tepkisini kelimelerle veriyordu.

 

Ofladım.

 

Benim buradan çıkmam uzayacaktı anlaşılan.

 

Toprak dedesinin koluna elini uzattı, “Tekerlekli sandalye getirin hemen!” Diye emir verdi. Adamlardan biri koşup giderken “Tamam efendim.” Dedi.

 

“İstemez! Sen de bakalım, kız mı kaçırdın?”

 

Bu adam hayatında ilk defa mı kız görüyordu yoksa bana mı öyle geliyordu, hayır yani torununun yanında kız arkadaşı olamaz mıydı? Sabahtan beri kim olduğumu öğrenebilmek için ortalığı ayağa kaldırdı.

 

Yoksa?

 

Allahım!

 

Al canımı.

 

Kendimi tepeden tırnağa süzdüm. Kim torununun yanında böyle pespaye bir kız görmek isterdi ki? Her yanım çamur içinde kalmıştı. İyi de her yanımın çamur olmasının sebebi yaşlı adamın tam olarak yanında duruyordu da neyse şimdi ağzımı açmayayım.

 

Saçmalama istersen Aslı, senin ne işin olur bu mafya bozuntusuyla. Kafamı salladım.

 

“Dede kim sokuyor senin aklına bunları? Yok öyle bir şey.” Dedi.

 

“Bana ne bakıyorsun patron? Ben senin yanındaydım.” Deyip yaslandığı duvardan kalkıp korumalara döndü. “Ulan sizin ben amınıza koyayım it herifler, dedikodu yapmaya utanmıyor musunuz? Yaşınızdan utanın.” Dedi.

 

“Gürkan!” Dedi, Toprak.

 

“Emret abi.” Deyip yerinde dikildi.

 

“Hadi dede, odana çıkıyoruz.” Tekerlekli sandalye geldi.

 

“Toprak,” dedi. Yaşlı adam ama Toprağa gına gelmişti.

 

“İtiraz istemiyorum.” Deyip kestirdi.

 

Korumalara döndü, “herkes dağılsın!” Dedi otoriter sesiyle, resmen koca camlar sallanmıştı. Yerimde sindim, beni görmezden gelmeleri sürüyordu lakin bu benim pekte umrumda değildi. Bu olanlar benim için bir ilkti. İlk defa boyle bir yere, ilk defa boyle bir salononun ortasında boyle adamlarla aynı havayı soluyordum. Düşünmek bile bedenimi yoruyordu.

 

Salonun dizaynında kullanılan çoğu ahşap mobilya antikaya benziyordu. İçerideki atmosfer bir dağ evini andırsa da ondan çok daha moderndi. Şöminenin yanındaki küçük odun sepeti bile bu havaya uyum sağlıyordu. Yerde kullanılan halılar bile lüks ve gösteriş merakliısı olduğunu yansıtıyordu evde yaşayanların.

 

Yağmur damlaları cama hafif hafif bütün yükünü bırakıyor. Oluşan su damlacıkları etrafındakiyle birleşip kendi yolunu çizip sonsuz bir yolculuğa çıkıyordu.

 

“Gürkan, sende küçük hanımı evine bırak artık. Kendisi çok yoruldu bugün.” Dedi. Bakışları bana döndü.

 

“Tamamdır abi.” Gurkan yanima kadar geldi, “Buyrun.” Dedi eliyle bi sefer gerçekten çıkışı gösterip. Acaba teklifimi dedesine söyleseydim kabul eder miydi?

 

Yok canım.

 

Adam benim tipimden nefret etmişti, kabul edeceğini hiç sanmıyorum. Ne kadar da önyargılı bir adamdı, dış görünüşe göre insan yargılamak hiç doğru değildi. Yaşlı olmasaydı eğer iki çift laf ederdim de işte yaşlı ve hasta bir adamdı böyle olunca gönlüm elvermedi. Sahi bu zenginlerin tavırları neden böyleydi ki? Paran var diye bizi ezik göremezsin!

 

Baston tıkırtısı işittim. Yere vurulmaktan çok sanki elden düşmüş gibiydi. Arkamı döndüm. Galiba yaşlı adam bastonunu yere düşürmüştü.

 

“Dede! Gürkan, doktoru ara!” Yaşlı adam yere yığılmış şekilde yatıyordu. Toprak dedesinin başını kolları arasına almıştı. Kafasını yer çarpmamış olması iyiye işaretti aksi takdirde beyin kanaması riski yüksekti, yaşlı olması bu riski arttırıyordu. Babamın doktor olması benim bu bilgileri iyi bilmemin nedeniydi çünkü diğer aileler toplanıp sohbet ederken, biz hep beraber toplandığımızda babamın hastanede hayatlarını kurtardığı hastaları dinlerdik.

 

“Patron!” Gürkan yere yığılan adamın yanına çömeldi, yaşlı adamın başına bir sürü koruma üşüşmüştü. Kafamı iki yana salladım böyle yaparlarsa adamı nefessizlikten öldüreceklerdi. Gürkan telefonda doktorla konuşurken ben olduğum yerden, yaşlı adamın yanına gittim.

 

“Çekil!” Birkaç korumayı ittirmek zorunda kaldım, belki yardımım dokunabilirdi. “Açın etrafı, çık şuradan.” Deyip Toprağı oturduğu yerden kaldırdım. Bana anlamayan gözlerle bakıyordu lakin şuanda adamın hayatı söz konusuydu.

 

Tepemde dikilen korumanın ceketini işaret ettim. “ Çıkar şunu!” Dediğimi hemen yapıp, ceketini elime tutuşturdu. Adamın kalbine ağır geldi tabi bu kadar aksiyon.

 

“Suat nerede?” Dedi, Gürkan.

 

“Misafirlerle birlikte çıkış yaptı abi.” Dedi, korumalardan birisi. Gürkan oflasa da sesi çıkmadı, ikisi de ne yapacağını bilemez haldelerdi.

 

Ceketi buruşturup adamın kafasını kaldırıp yastık misali tıkıştırdım. Toprak kolumu tuttu, ona döndüm. “Ne yapıyorsun?” Yüzümü buruşturdum çünkü canımı yakıyordu. Hızla kolumu hapsettiği elinden çektim.

 

“Hayatını kurtarıyorum,” dedim, ardından devam ettim. “İzin verirsen.” Dedim ukalaca.

 

Doktorun gelmesi ne kadar sürer bilmiyorum ancak ilk müdahaleyi hemen yapmak önemliydi. Eğilip nefes alıp veriyor mu diye kontrol ettim. Önüme gelen saçlarımı geriye aldım, dizlerim yere çömeldiğim için acımıştı. Yüzüm acıdan buruştu.

 

Kolunu parmaklarım arasına alıp nabzını yokladım, her saniye giderek azalıyordu. Gömleğinin düğmelerini çözüp oksijen gitmesi için önünü açtım. “Ambulansı arayın!” Diye bağırdım. Başımdaki kalabalıktan sesler giderek yükseliyordu. Ne yapacağım?

 

“Ambulans olmaz!” Dedi, Gürkan. Sinirle gözümü açıp kapadım. “Acil müdahale lazım. Hastaneye gidip tedavi olması gerekir, doktor da aynısını söyleyecek bu yüzden şu ambulansı arayın!” Diye bağırdım başımdaki kalabalığa. “Ara Gürkan!” Diye bağırdı Toprak’ta.

 

“İlaç kullanıyor muydu?” Dedim.

 

“Kullanıyor, evet, kalp ilacı kullanıyor.” Dedi, Toprak ne yapacağıni bilemeyerek. Elini stresle kafasına atıp kaşıdı, ona döndüm.

 

“Sakin ol.” Diye uyardım.

 

Ona söylüyorsun ama sen ondan farksızsın Aslı. Ellerim titriyordu ve ben bunu hiç sevmiyordum, bana ihtiyaç duyulan anlarda çocuktan farksız davranıyordum.

 

Babam kalp krizi geçiren birine nasıl ilk yardım yapacağımı anlatmıştı ama ya yapamazsam, beceremeyip ellerimin arasında yitip giderse, o zaman ne yapacağım? Nefes aldım.

 

Yaparsın.

 

Hadi Aslı!

 

İki elini birleştirip yaşlı adamın kalbinin üstüne yerleştirdim. Hadi! Bir. İki. Üç.

 

Bir. İki. Üç.

 

hadi! 

 

Hadi! Yapabilirsin.

 

Bir. İki. Üç.

 

Boynumdan, saçımdan hatta sırtımdan terler akıyordu bense kaç dakikadır kalp masajı yapıyor bir yandan da sürekli nabzını kontrol ediyordum. Yeniden masajını bırakıp nabzını kontrol ettim. Derin nefes alıp kafamı kaldırdım. Koca kalabalık gözlerini dikmiş beni seyrediyordu.

 

Gelen sağlık ekiplerine alan tanıyıp ayaklandım. Onlar hastayı sedyeye taşırken ben de işlerine yarayacak gerekli bilgileri veriyordum, ki işlerini daha kolay yapabilsinler. Ambulansın yırtıcı sesi evin içerisinde ihtiyaç hissedilemeyen bir eşya gibi fazlalıktı. Büyük camlardan çiftliği saran, geceyi adeta azılı düşmancasına bölüp yıkan ışıklar gözümü kamaştırdı.

 

“60’ lı yaşlarda, kalp hastası, ilaç kullanımı mevcut, biraz önce kalp masajı uygulayıp kalbini yeniden çalıştırdım.” Dedim, ambulansa binen doktora.

 

“Bundan sonrası bizde, merak etmeyin.” Kafamı salladım.

 

“Abi! Abi!” Arkamı döndüm yaşlı adamın bayıldığı yere döndüm. “Patron! Toprak! Kendine gel!” Dedi Gürkan. Toprak, öylece ambulansa binen dedesini seyrediyordu. Ona ilerledim, iki yandan kolunu tutup sıktım ama bana karşılık vermedi. Dedesini böyle gördüğü için şoka girmişti halbuki böyle mafya bozuntuları dayanıklı olurdu.

 

Şaşırmadan edemedim.

 

Boynumdan akan teri sildim, içerde herkes bir yerlere koşuşturuyordu, adeta karmaşa vardı. Kimse ne yapacağını bilemez haldeydi. Elimi geri çekip dedesinin uyguladığı taktiği başıma gelebilecek olan bütün mesuliyeti alıp onda denedim. Hadi bakalım gazam mübarek olsun!

 

Elimi havaya kaldırıp tam yanağını hizasına getirdim. “Çat!” Sesi yankılandığında geri çekilip ona baktım. Afallayan gözlerle etrafına bakıyordu.

 

Başka yöntemlerle de şoka giren insan çıkarılabilirdi ama Toprakta tokat atmayı seçmiştim, madem bu kadar sert bir adamsın o zaman bu tokat sana ancak sinek ısırığı gibi gelirdi.

 

“Kendine gel!” Dedim. Kaşlarımı çatıp yeniden konuştum, “O iyi olacak, hastaneye götürüyorlar.” Dedim.

 

Gözünü kapatıp açtı. Şuan teselliye ihtiyacı vardı lakin ona bunu ben yapabilecek miyim emin değilim.

 

Hadi ama! Sen onlar gibi çıkarcı değilsin ki Aslı… Senin kalbin onlarınki kadar kir, pas içinde değil, sen ihtiyacı olana yardıma gocunmadan koşarsın, bunun da üstesinden paşalar gibi gelebilirsin.

 

Eliyle yüzünü tuttu. “Bana tokat attın.” Dedi, sorar gibi. Önemli olan sana tokat atmam mı gerizekalı? Deden ölüyor. Gürkan Toprağı kolundan çekiştirdi.

 

“Abi, ambulansa yetişelim.”

 

“Sonra konuşacağız!” Dedi, dişleri arasında.

 

“Herkes arabalara binsin!” Diye bağırdı Gürkan.

 

Bulabilirsen tabii, onlar çıktıktan sonra benimde kenardan sıvışıp defolup gitmem gerekiyordu bu cehennemden ayrıca bu kadar alınacağını bilseydim hiç ellemezdim canım, banane, öyle bakakalsaydı keşke.

 

İyilik de yaramıyor arkadaş bunlara.

 

Gülümsedim.

 

“Hay hay.” Deyip onu ‘tii’ ye aldım. Toprak önden koşar adım çıkışa ilerledi, Gürkan yanıma geldi.

 

“Ne?” Kafamı iki yana salladım.

 

“Yürü.”

 

“Ne?” Bu kez şaşırdım.

 

“Burda kalmayı beklemiyorsun herhalde?” Kolumdan çekiştirdi. Ayı kadar gücü anca bana yetsin bunların. Kolumu elinden kurtarmaya çalıştım lakin beni çuval kaldırır gibi tutup çıkışa kadar getirdi. Arabaya binene kadar kolumu bırakmamıştı, kapıyı açıp beni içine tıkıştırdı.

 

“Suat nerede?” Dedi, sert ses tonuyla.

 

“Gitmiş abi.”

 

“Nereye?” Gürkan dikiz aynasından bana bakınca göz göze geldik, soöeyeceerini duymamı istemiyor gibi hissettim.

 

“Misafirlerle çıkmış.” Diye kısa kesti.

 

“Hay ben bunun ecdadını sikeyim.” Diye bağırdı. Gürkandan ses çıkmadı.

 

Toprak ön koltuğa çoktan kurulmuştu, kollarımı bağladım. Sesimi çıkarmadım çünkü adamın dedesi ölüm döşeğindeyken ‘ben eve gitmek istiyorum.’ diyemezdim ya…

 

Gerçi onlarca adamı vardı beni eve bıraktırabilirdi yahut Gürkan’a yukarıda dediğim gibi bana bir taksi çağırabilirdi.

 

Yine de konuşmadım, en azından hastaneye varana kadar.

 

***

 

“Endişelenmeyin, şimdilik kritik durumu atlattı. Dinlenmesi için odaya aldık herşey yolunda görünüyor. Zamanında müdahale yapılması işimizi oldukça kolaylaştırdı. Geçmiş olsun.” Deyip doktor yanımızdan ayrıldı.

 

Hastaneye geleli çok olmamıştı, öylece koridorda Toprak’ın dedesinden haber gelmesini bekliyorduk. Sonunda haber gelmişti de derin bir nefes almıştık, koridordaki cansızlık can sıkıyordu.

 

“Kusura bakma.” Diye bir ses yükseldi.

 

Şaşkınlıkla sesin sahibine döndüm. “Dedemi yerde öyle görünce ne yapacağımı bilemedim.” Kafamı salladım, ‘önemsiz’ der gibi. Kırılan kalbin yerine yenisi takılmazdı ki çoktan kırıldı.

 

Ellerimi bileştirdim. “Deden de iyi olduğuna göre ben gideyim.” Ne kadar istediğimi yapmasa da bugün ailesinin gizli sırrını duymuştum bana zarar vermemesi doğrusu mucizeydi. Daha fazla üzerine gidersem canımla öderdim karşılığını.

 

Gürkan camdan odada yatan yaşlı adamı izliyordu. O adama patron bazen de amca diye seslendiğini işitmiştim lakin gerçekten kan bağı olup olmadığını merak ettim eger öyleyse Toprakla da bir bağı vardı ancak Toprakla arasında bir çizgi vardı. Bu çizgi biraz da olsa işçi-çalışan ilişkisi gibiydi.

 

Arkamı dönüp yürümeye başladım. “Bunu unuttun.” Dedi. Ona döndüm, elinde camı kırılan telefonumu tutuyordu. “Ah, evet unuttum.” Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım ve ona yürüyüp elimi uzattım. Avucuma telefonumu bıraktıktan sonra yüzüne baktım. Minnettar mı yoksa pişman mı anlayamadım çünkü her ikisi de olabilirdi. Garip sessizlik ortamı kapladı ve uzunca bir süre devam etti.

“Teşekkür ederim.” Dedi. Gülümseyerek baktım ona, “Bir şey değil, kim olsa aynısını yapardı.” Dedim. Benim gibi o da gülümsedi, “Hiç sanmıyorum.” Dedi. Kaşlarımı çattım, şimdi neden böyle söylemişti ki?

 

“Anlamadım.” Cama kaydı gözleri.

 

“Onu… neyse önemli değil.” Dedi, ne söylemek istiyorsa vazgeçmişti.

 

“Senden özür dilememe izin ver.” Gürkan camdan odadaki dedesini izlemeyi bırakıp ani hızla bize döndü. Ne olduğunu anlamadım fakat bizi dinlemeye başladı.

 

Kollarımı göğsümde bağlayıp söyleyeceklerini merakla bekledim. Söyleyeceğini dedim çünkü bana zarf vereceğini bilmiyordum, ben sanmıştım ki benden düzgünce özür dileyecekti. Meğer ne yanılmışım.

 

Gürkan’ın ceketinden çıkardığı, hangi ara oraya koyduğundan emin olamadığım beyaz zarfı parmaklarımın arasına tutuşturuverdi.

 

“Ne bu şimdi?” Dedim öfkeden gözlerim yaşardı. Ben iyilik olsun diye yaptığım yardımdan karşılık beklemiyordum ki, bu yaptığı cidden çok ayıptı.

 

“Eğer daha fazlas-“ lafını kestim. Elimi rastgele savurdum, elim elindeki zarfa çarpıp onu yere düşürdü, dişimi sıktım. “Sen beni ne sanıyorsun, oradan bakınca senden para istemiş biri mi var karşında?” Dedim.

 

“Sakin ol, öyle biri yok karşımda, tamam. Bu sadece iyiliğinin karşılığı.” Dedi. Benim aksime oldukça sakindi.

 

Ağzımdan ‘hah’ diye ses çıktı, resmen şuan türk dizilerini aratmayacak bir an yaşıyordum. O anları izlerken bile inanmakta güçlük çekerken şuan tam o anda gibiydim. Sinirden damarlarım kan pompalamayı bırakacak, o denli sinirimi bozmuştu. Zengin, ukala adam; narin kızımıza yaptığı ve kızın hiçbir karşılık beklemediği iyiliğin karşılığını veriyordu.

 

Hemde para olarak!

 

Dişlerimi sıktım, resmen dilenci muamelesi görüyordum. Daha fazla aşağılanmaya maruz kalmak istemediğimden arkamı döndüm,kolumdan yakalayıp kendine döndürdü. Kolumu daha fazla sıkmadan çektim ama geri çekilmeme izin vermedi, belimden tuttu. Gözlerimi kaçırdım, böyle yapması utanmama sebep olurken bakışlarımı kaçırıp etrafa bakındı.

 

“Senin dediğin olsun.”

 

“Hıı?” Diyerek anlamadığımı belirten bir mırıltı çıkardım.

 

“İstediğin olsun,” Deyip kulağıma eğildi. “İyiliğinin bedeli.” Dedi. Geri çekildiğinde her ikimizde onun tarafından yapılan ve bu kez daha adil olan o sözleşmeyi imzalamıştık.

 

O geri çekildi ama ben… ben onun bıraktığı yerde donup kaldım. “Uyanıyor Patron.” Kafamı cama çevirdim, Toprak hızla Gürkan’ın yanına gidip camdan dedesine baktı. “Doktor!” Diye koridoru inletti. Gürkan hızlı adımlarla, kimsenin olmadığı sanki hastanede yalnızca biz varmışcasına bağıra çağıra gitti. “Doktor diyorum! Duymuyor musunuz?” Bu ne saygısızlık, nasıl bu kadar rahat olabiliyorlardı?

 

Toprak odanın kapısına ilerledi, gireceği sırada kolundan tuttum. Kafamı iki yana salladım ‘bunun iyi bir fikir olmadığını’ belirtircesine.

 

“Giremezsin,” Odanın üstündeki yazıyı işaret ettim. “Görmüyor musun?” Kolunu çekmeye çalışsa da bırakmadım çünkü içeri adımını atarsa odanın sterilizasyonunu bozacak ve hastanın mikrop kapmasına neden olacaktı.

 

“Bırak, uyandı işte.” Dedi.

 

Baştan aşağı onu süzdüm. “Olmaz dedim. O oda özel bir oda, böyle birini alamaz.” Dedim, kararlılıkla ardından devam ettim. “Özel kıyafetler gerekli, böyle girersen dedenin iyileşmesi söz konusu bile olmayacak.” Dedim. Bu sefer sanki ben çocuk ikna ediyordum, kafasını sallayıp cama yaklaştı. Hah şöyle yola gel, biraz uğraştırıyorsun Toprak, ama en sonunda söz dinliyorsun.

 

Yatan dedesini dikkatle süzdü, sabah arabasına bindiğimdeki sert, herşeyi ben bilirim ifadesi yuzunden silinip gitmişti. Onun için üzülüyordu. “İyileşecek mi?” Dedi. Ona döndüm, bakışlarını bir an olsun dedesinden ayırmadı. Ne desem bilemedim? En iyi teşhisi doktoru koyacak, benim cevabım ona yalnızca umut verecekti. Yine de bildiğimi yaptım, “Elbette.” Dedim.

 

Bir doktor, iki hemşire ellerinde çeşitli malzemelerle odaya girip kapıyı kapatmadan önce Toprak, doktoru durdurdu. Gözleriyle ne anlattıysa adam kafasını sallayıp kapıyı kapattı.

 

On dakika boyunca gerekli kontrolleri yapıp sonunda çıktıklarında doktor bey yanımıza geldi. “Odaya girebilir miyiz?” Dedi, Gürkan. “Maalesef, hala gözetim altında tutmamız gerekiyor.”

 

“Bir kaç dakika nasıl olduğunu görsem yeter.” Dedi, Toprak. “Toprak bey…” Dedi, Doktor mahcubiyetini belli edercesine. “Bir dakika bile olur.” Dedi, doktorun üzerine gidip.

 

“Peki ama lütfen fazla oyalanmayın.” Doktor hemşirelere döndü, “ Toprak Bey’e yardımcı olalım arkadaşlar.” Dedi.

 

“Teşekkür ederiz.” Dedi Gürkan.

 

“Geçmiş olsun tekrardan, iyi günler.” Deyip yanımızdan ayrıldı.

 

“Oh! İçim rahatladı.” Dedi, Gürkan elini göğsüne bastırarak. “Benim de Gürkan, benim de.” Deyip, elini Gürkan’ın omzuma yerleştirdi.

 

“Abi ne kadar korktum bilemezsin, yerde yatarken öyle gördüm ya.” Deyip, yere çömeldi. Toprak camdan dedesine baktı ardından Gürkan’a, “İçeri gireceğim.”

 

“Tamam abi.” Toprak içeri girdikten sonra Gürkan ayağa kalkıp camdan onları izledi. Toprak’ın ağzında maske olduğu için ne konuştuğunu anlamıyordum ama dedesine bir şeyler söylediği hareket eden maskesinden anlaşılıyordu.

 

Hemşire, Toprak’ın yanına yaklaşıp koluna dokundu. Toprak koluna dokunana baktı ardından hemşire olduğunu görünce yeniden maskesi konuşmak için hareket etti. Hemşire kafasını sallayıp Toprak’ın yanından ayrıldı, odanın kapısı açılıp yanımıza geldi. Elinde bir kağıt vardı, bize daha doğrusu yanımda duran adama uzattı.

 

“Ne bu?” Kağıda göz gezdirdi. “Doktor Bey’in reçetesi. Toprak Bey size vermemi rica etti.” Dedi. “Ha!” Diye bir nidâ döküldü dudakları arasından. “Tamamdır, teşekkür ederim.” Dedi. Hemşire yanımızdan ayrılırken Gürkan denilen adam bana döndü.

 

İki adım attıktan sonra dönüp bana baktı, “Düş önüme.” Dedi. Yüzüne bakakaldım. “Ama ben gidecektim, öyle söylemiştiniz.” Dedim. “Gideceksin ama şimdi değil.”

 

“Şimdi gitmek istiyorum.” Dedi.

 

“Sürekli mızmızlanıp duruyorsun.” Dedi, sanki bir gerçeği ortaya çıkarır gibiydi. Sakin kalmak ister gibi nefes alıp verdi. “Anlıyorum gitmek istiyorsun ancak seni patronun haberi olmadan yanımdan ayıramam.”

 

“Onun haberi var.” Dedim onu daha da zorlayarak.

 

“Seninle konuşacakları var.” Dedi bana bakarken.

 

Sıkıntılı bir nefes verdim, ne kadar gitmek istesem de yanımdaki adam, emir aldığı yerden izinsiz hiçbir şey yapamayacağını çoktan göstermişti. Bu adamlar emirle çalışıyordu ve üstlerinden emir gelmedikçe beni bırakacakları da pek mümkün görünmediği için kaderime boyun eğmek zorunda kaldım.

 

Ayrıca onlar hakkında ettiklerim vardı.

 

Nasıl bir ilişkiye sahip oldukları zihnimde alt yazıyla geçti. Akraba olabilirler miydi yada koruma?

 

Sıradan bir koruma neden onlara bu kadar yakın olurdu ki, nasıl izin verebilirlerdi? Bu yüzden koruma olabileceğini şimdilik es geçtim.

 

Ona dönüp baktım, ağzından ne kadar laf alabileceğim şaibeliydi ama yine de denemeyi seçtim.

 

“Deden miydi?” Deyiverdim bir anda.

 

“Efendim?”

 

“O adam, deden mi?”

 

“Değil.” Dedi ve bana baktı. Yürürken bir yandan da onunla konuşuyorduk. Kestirip atacağını düşündüm lakin yeniden konuştu. “Dedem gibidir ama.”

 

“Hmm.” Diye mırıltı döküldü dudaklarımın arasından. “Onunla da mı akraba değilsin?” Dedim.

 

“Kimle? Ha… Toprak’la mı?”

 

Kafamı salladım. “Yok onunla da değilim.” Dedi, sanki ona istemediği şeyleri hatırlatmış gibi kaşları çatılıp yüzünü buruşturdu. “Akrabalarımdan çok yardımları dokunmuştur, o ayrı tabii.” Dedi.

 

“Nasıl yani?” Dedim, fazla ilgimi belli etmeden. Bazen geçtiğimiz koridorlarda bekleyen takım elbiseli, sert bakışlara sahip korumalara gözlerim takılıyordu. Bizi, daha doğrusu yanımdaki adamı gördüklerinde hafif baş selamı verip etrafı gözetliyorlardı.

 

Tebessüm eder gibi gülümsedi, “Hiç evlat edinildin mi?” Dedi. ‘Sen ne diyorsun?’ der gibi baktığımı görünce sorusunu değiştirdi. “Yada evlat eedinen bir aile tanıdın mı?” Dedi. Tanımış mıydım? Zihnimi yokladım.

 

Evet.

 

Lisemde yakın arkadaşım Samet vardı. Küçük çocukken yetimhaneden onu alan ailesini anlatırdı, bazense yetimhanenin müdürünün anlattığı kadarıyla onu bırakan ailesinden bahsederdi.

 

Yetimhanenin ne denli korkutucu bir yer olduğunu her seferinde söylerdi, soğuk kış günlerini ne kadar yalnız geçirdiğini ve oldukça korkunç olduğunu defalarca anlatırdı. Oraya bırakıldığında yaşı küçük olduğu için aklında kalan küçük anıları laf arasında konuşurduk. Kendini hiçbir zaman tam anlamıyla ifade etmezdi lakin yine de biz onu anlar, onun ne hissettiğini de hissetmeye çalışırdık. Çalışırdık diyorum çünkü bizler hiçbir zaman onun kadar derin duygular hissedemezdik.

 

Buna karşılık tebessümle yetindim. O ise kafasını aşağı yukarı yavaşça salladı. “Böyle sert göründüğüne bakma aslında çok yumuşak bir kalbe sahiptir.” Dedi.

 

“Nasıl yani?”

 

“Ben daha çok küçükken sahip çıktı, beni sokaklardan, uçurumun kenarından o kurtardı.” Dedi, sesinden minnettarlık akıyordu.

 

O, yaşlı adam yere yığıldığı da ne yapacağını bilemez haldeydi, Toprak da Gürkan da olabilecek her şeye hazırlıklılardı ancak dedelerini, yada en azından Toprak için öyle, görmeye değillerdi.

 

“Ama sana tokat attı, canın acımış olmalı.”

 

“Biz alışkınız.” Dedi ve ardından sır verirmiş gibi devam etti. Kaşlarım hızla çatıldı bu yüzden ona donuk bakmama sevep oldu.

 

“Bazen şiddet en iyi eğitimdir.” Dedi kafasını sallarken.

 

“Alınmadın yani?” Doğrusu daha ne kadar şaşıracaktım bilmiyorum çünkü ben artık o duyguyu bunların yanında düz dururken bile yaşıyordum. Bunu sormam ne kadar etik bilmiyorum ancak kendimi tutamamıştım.

 

“Alınamazsın, böyle bir yerde kimseye hiçbir şey için alınamazsın.” Dedi sinirle. Kafamı salladım, bu haliyle gözüme oldukça korkutucu gelmişti.

 

“Yalan söylediğimi düşündü,” Kafasını salladı, sanki kendini ikna etmek istiyor gibiydi ardından yeniden konuştu, “Bizim için dayak olmadan akıl yerine gelmez.” Dedi. Daha fazla zorlamadım onu belli ki içinde bir yerlerde yaralar vardı, o yaralara dokunup kanatmak istemezdim.

 

Onun tersi yöne dönüp kendi kendime konuştum, “Siz kafayı yemişsiniz.” Deyip önüme döndüm.

 

“Efendim?”

 

Kurtarıcım olan o sesi duydum. Gürkan’ın telefonu çalıyordu!

 

“Ha! Şey ya…” Dedim kafamı sallarken, anlamamazlıktan geldim. “Telefonuna bak en iyisi.” Dedim durumu kurtarmak adına.

 

Cebinden çıkardığı telefonunun ekranına bakıp ağız dolusu bir küfür savurdu. Ona baktığımı görünce “Afedersin.” Demek zorunda kalmıştı. Beklemeden ekranı kaydırıp aramayı cevapladı.

 

“Efendim.” Dedi, karşıdan konuşma sesi geliyordu lakin anlaşılması çok zordu.

 

“Evet. Hastanedeyiz. Hm hm. Hangi hastane olacak, dedemin hastanesi, Çiftliğe yakın olan.” Dedi. NE! Hastaneleri de mi var? O kadar mı! İNANAMIYORUM! Karşıdan konuşan kişiyi dinle bir süre sonra yeniden konuştu.

 

“Suat, abicim seni nasıl bekleyelim? Adam kalp krizinden ölecekti, kendi ağzınla söylüyorsun.”

 

Ağzımı kapayıp ardından zor da olsa şaşkınlığımı gizleyip yanimdaki adama kulak verdim.

 

Demek arayan Suat denilen adamdı. Bakalım onunla da tanışabilecek kadar uzun sure burada kalabilecek miyim?

 

Hastanenin lüksü gözümü kamaştırdı. Her geçtiğimiz koridorda onlarca hastane kapısı bulunuyor ve üzerlerinde çeşitli oda numaraları yazıyordu.

 

“İlk müdahale yapıldı, evet. Biri yaptı işte, sen ne zaman gelirsin? Tamam abicim kapatıyorum hadi, biz yanındayız zaten sen dikkatli kullan arabanı.” Deyip vedalaşıp telefonu kapattı.

 

“Tamam bekliyoruz.” Deyip telefonu kapattı.

 

Hakikaten ülkenin en zengin insanın hastanesinde miydik? Şu gösterişe şu ihtişama şu avizelere bir bak! Ne kadar büyükmüş. Etrafımda tam tur dönmek istedim fakat bu pek mümkün gözükmüyordu. Bu koridordan ilerideki koridora yanlış saymadıysam 30 adımda anca ulaşabiliyordun.

 

“Kusura bakma açmak zorundaydım.” Hayal dünyamdan çıkıp kafamı Gürkan’a çevirdim. “Önemli değil.” Deyip tebessüm ettim. “Nereye gidiyoruz tam olarak?” Deyiverdim.

 

Eliyle ilerideki kafeteryayı işaret etti. “Şuraya.” Deyip adımları hızlandı, benim de ona ayak uydurmam gerekmişti, peşinden gittim. Kendine bir sandalye çekip oturdu ardından ben de oturacağım saldalyeyi çoktan çekmiş ve karşısına kurulmuştum.

 

Bana elini uzattı, sanırım ilk zeytin dalını en yakın arkadaş tarafından alıyordum. Olsun! Hiç yoktan iyidir! Bir süre bekledim, elini sıkıp sıkmamak arasında kalsam da bunun planlarım için iyi bir fikir olmadığına karar verdim.

 

Geç olsun güç olmasın.

 

Elini sıkmayacağımı düşünmüştü lakin elimi uzattım, şaşırsa da bozuntuya vermedi.

 

“Gökhan.” Diye, kendini tanıttı.

 

“Aslı,” Dedim, onun gibi tebessüm edip.

 

Ellerimiz ayrıldı, “Eee, Anlat bakalım? Kimsin, neysin, necisin?” Bu kafeteryayı genelde doktor ve hemşireler kullanırmış gibi çoğunluğa sahiplerdi ancak tek tük de olsa sivil insanlar ve hasta önlüklü yatılı hastalar da vardı.

 

“Toprak seni neden yanında getirdi?” Diye devam etti. Ağzımdan laf almaya çalıştığını anladım fakat eğer Toprak ile göründüğü kadar yakınsa zaten neden Toprakla birlikte olduğumu, bu kadar şeyin neden yaşandığını bilirdi.

 

Tek kaşımı kaldırıp kollarımı bağladım. Kendimden oldukça emincesine arkama yaslandım. “Bilmem,” Deyip omzumu silktim.

 

“Sana söylemedi mi?” Diye sordum, ciddiyetimi bozmadan. Şaşırmış gibi davrandım, ne dediğimi anlamıyor gibi bakıyordu. Tabi ki de Toprak ben baygınken benim kim olduğumu anlatmıştı ama biraz eğlencesinin kimseye zararı olmaz değil mi?

 

“Biz uzun bir süredir beraberiz, karnımda onun bebeğini taşıyorum.” Sanki gerçekten o duygudaymış gibi gülümsedim. Bir anne ilk hamile olduğu anda nasıl bir gülümseme yüzünde peydaa olursa bende de o gülümseme vardı. Masaya yaklaştım, yüzündeki afallamış ifadeyi daha net görebilmek için.

 

“Yoksa bilmiyor muydun?”

 

Buruk gülümseme bu sefer tüm yüzümde yayıldı, “Bu haberi ilk öğrendiğimde o kadar mutlu oldum ki sana anlatamam.” Elimi karnıma götürüp sanki içinde bir bebek varmışcasına sevdim. Sahi ne garip bir duygu!

 

Dudaklarımı büzdüm. “Ama Toprak mutlu olmadı, biliyorum.” Kafamı yukarı aşağı salladım.

 

Biraz daha kendimi zorlarsam gözümden yaşlar süzülecek, hüngür ağlayacaktım. “Annelik hissi midir bilmiyorum ama hissediyorum.” Dedim, içimden şeytanca gülümsemi atıp, Gökhan’a baktım. Gözlerini masaya dikmiş söylediğim yalana cidden inanmıştı.

 

“Sen iyi bir anne olacaksın.”

 

Güler gibi olsam da hemen kendimi düzelttim, masanın yanında hareketlilik hissedip oraya döndüm. Lan sen niye şimdi geldin? Ben daha şaka yaptığımı söyleyecektim!

 

Toprak sandalyeyi çekip yanımıza oturdu, oturmasan olmaz mı? Aramızda küçük bir meseleyi halletmemiz gerekiyordu da…

 

Gürkan’ı bir an önce durdurmam gerekiyordu yoksa ötebilirdi.

 

Nasıl engelleyeceğim ki kocaman adamı?

 

 

“Sen bu kıza, bu yüzden mi ters davranıyorsun?”

 

Toprak etrafına bakındı. “Kime kötü davranıyorum?” Gökhan’da sabitlendi bakışları. “Ben mi?” Dedi.

 

“Bırak allah aşkına, bilmezlikten gelme. Biliyorum herşeyi,” Kafasıyla beni işaret etti. “Anlattı bana.” Dedi. Konuşmama izin verse açıklama yapacaktım ama bir türlü konuşamaya fırsat bulamadım. Ağzımı açtım sonra kapattım.

 

Toprağın bakışları değişti, “Ne diyorsun oğlum sen?”

 

“Dedem de boşuna demedi demek ki.” Deyip kollarını önündeki masaya yasladı, elleriyle çenesini okşayıp aklındaki düşünceleri yerine oturtmuş adına kafasını salladı.

 

“Dedem ne dedi?” Dedi, Toprak kafasını yana yatırıp. Buraya gelmeden önce benim Gürkan’a söyleyebileceklerimi tahmin ediyor ancak ne dediğimi de tam olarak kestiremiyordu. Bu halinden keyif aldım, niye bilmiyorum ancak bu sorgular hali beni oldukça keyiflendirmeye yetmişti.

 

Gürkan’ın konuşmasına izin vermeden ortaya atladım. Tamam kimsenin herşeye gücü yetmeyebilirdi lakin bu şakanın, ne kadar onun için öyle olmasa da, bitmesi gerekiyordu.

 

“Sadece şakaydı.” Deyip, gözlerimi Gürkan denilen adamın gözlerine sabitleyip dikkatle baktım. “Şaka.” Diyip sevimlice gülümsedim.

 

Bakışlarım Toprak’a kaydı, ikimize birden bakıyor ortada dönenleri anlamaya çalışıyordu.

 

“Şaka mı?” Kafamı salladım. “Evet, şaka. Sen de hemen her şeye inanıyorsun canım, mafya dediğin böyle mi olur?” Diye üste çıkmaya çalıştım. “Biraz sorgular, adamın iflahını keser. Sen böyle giderse oho…” Dedim.

 

“Mafya mı?” Deyip, Toprak’a döndü. “Mafyayız mı dedin bir de kıza.” Dedi sonra aklına bir şey gelmiş gibi aniden bana döndü. “Bu nasıl şaka insan ham-“ sandalyeyi öyle bir ittirerek kalktım ki kafeteryadaki bütün insanların bakışları bize dönmüştü.

 

O kadar saçma bir pozisyondaydım kine yerimden kımıldayaniyor ne de kafeteryada ki bakışları umursayabiyirdum, yalnızca bana bakan iki çift göze rezil olduğumu düşünüyordum ve bu düşüncemde sonuna kadar haklıyım.

 

Elimi Gürkan’ın dudakları üzerine bastırmış ve konuşmasını engellemeye çalışmıştım! Ne yapmaya çalıştığımı anlayamadı. “Sus! Hıhı… hı” Sonda iyice batırmayayım diye gülümsedim.

 

“Sus,” yerime oturdum sakince. Sandalye azıcık arkama kaçmıştı ama sorun yoktu uzanıp alabilirdim. “Konuşma, sonra…” Diyebildim.

 

Bana ikisi de çok garip bakıyordu, sanki karşılarında uzaylı oturuyordu...

 

Yer yarılsa da içine girsem ne kadar iyi olurdu, hatta yer yarılmasın evren yarılsın ben boşlukta kaybolayım ve yeter ki bu anı unutayım.

 

“Peki…” Gözünü bir Toprak’a bir de bana değdirdi, ortamdaki bunaltıcı havayı atmak için ilk ben konuştum.

 

“Deden nasıl?”

 

Kafasını salladı, bize kafa yormayacak kadar dedesini düşünüyordu. “Şimdilik iyi.” Deyip derin nefes verdi.

 

“İnşallah daha iyi olacak.” Dedim. Bani ne kadar kötü hissettirmiş olsa da yaşlı ve hastalığına vererek şimdilik unutmayı denedim.

 

“Umarım.” Dedi, Gürkan.

 

Gürkan ellerini kafasına koyup masaya yaslandı. “İyi olacak kardeşim, merak etme.” Dedi. Toprak, Gürkan’ın omzunu sıkıp destek oldu.

 

“Abi, sen yukarıdayken Suat aradı.” Dedi. Toprak, Suat ismini duyduğu gibi Gürkan’a döndü.

 

“Ne diyormuş?”

 

“Haberi öğrenmiş, hangi hastanede olduğumuzu sordu. Ben de söyledim.” Deyip, omuzlarını silkti.

 

“Hayvan herif! Nerede olduğunu sordun mu?” Dedi çenesini kaşırken.

 

“Yok sormadım. Araba kullanıyordu zaten, geliyorum dedi ben de daha fazla sormadım.” Dedi.

 

Anladım der gibi kafasını salladı yada ‘geldiğinde senin ebeni sikeceğim’ demek oluyordu da ben pek anlayamadım. İçime ürperti doldu, bu hisle uzun zamandır koyun koyuna yatıyor gibi hissediyordum artık, çoğu zaman belli etmesem de bedenim kimi zaman tepki veriyordu bu hisse.

 

“Sana da çok minnetarız, sen olmasaydın orada-“ sözünü kestim. “Böyle şeyler söylersen kötüyü kendine çekersin.” Dikkatimi ona yönelttim. “Teşekkürünü etmiştin zaten.” Deyip mütevazı olmaya çalıştım.

 

“Daha önce eğitim almış olmalısın.” Diye bir tahminde bulundu, Toprak. Kafamı salladım, tam olarak eğitim olmasa da babamın doktor olması çoğu şeyi bilmeyeceğim anlamına gelmezdi.

 

“Benim babam doktor, oradan biliyorum.” Omzumu silktim, “Bilmem doğal yani.”

 

“Yeteneklisin de, başkası olsa bu kadar soğuk kanlı olamazdı.” Deyip dudak büktü. Gürkan’ın bu hareketi ego’mu tatmin etmişti, gülümsemekle yetindim.

 

“Teşekkür ederim.”

 

Toprak ve Gürkan’ın bakışları konuştu, “Ben bir yukarı çıkıp bakayım, abi.” Dedi, ayaklanırken.

 

“Tamam, bir durum olursa ararsın.”

 

“Tamamdır abi.” Gürkan kafasını sallayıp yanımızdan ayrıldı, etrafa göz gezdirdim. Kafeteryanın içinde onlarca koruma vardı, herbiri farklı bölgelerde insanları baştan aşağı tehdit olabilecek unsurlara karşı süzüyordu.

 

Asıl mesele şimdi geliyordu işte!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%