Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Bölüm 9

@nuperi

 

BÖLÜM 8:Tek başına savaşmak da mümkündür

 

 

Öldürmek için silah,

 

hançer mi olmalı?

 

Saçlar bağ, gözler silah,

 

gülüş kurşun olamaz mı?

 

(Victor Hugo)

 

Zihnimdeki sesler bir an olsun susmuyor aksine her düşünceye yenisi ekleniyordu. Yine dakikalarca yürüyüp bilmediğim bir odaya gelmiş bulunmaktaydım. Camlarla kaplı odada duvara asılı, sunum yapıldığını düşündüğum elektronik bir tahta bulunuyordu. Odanın tam ortasında bulunan masanın etrafında yaklaşık 16 kişinin oturabileceği; yedisi karşılıklı, ikisi karşılıklı olmak üzere sandalyeler bulunuyordu.

 

Camla kaplı odanın içi de hastane gibi buz gibiydi, içeri girdiğim andan itibaren üşüdüğümü iliklerime kadar hissediyordum.

 

Belki de içimde ki korku hissi kendini böyle belli ediyordu. Oda soğuk olmayabilir, belki soğuk olan bendim, bedenim soğuyor olabilirdi.

 

Hastanenin havası boğmaya başlamıştı, elim kimi zaman boğazıma gidip tişörtümü çekiştiriyordu, istemeden olduğunu fark ettiğimde anında kollarımı birleştiriyordum. Karanlık çökmeye yüz tutmuştu, eve gecikmemem gerekiyordu. Annem beni arkadaşım da olduğumu biliyordu, gecirkirsem işin içinde başka şeylerin olduğundan şüphelenebirdi.

 

 

“Sana yardım edeceğim.” Dedi ve kollarını bağlayıp arkasına yaslandı. Sanki… sanki, bunu yapıp yapmaması gerektiğinden emin değildi. Kafasında bir şeyleri oturtmaya çalışıyor ama yapamıyor, geldiği noktada sıkışıp kalıyordu.

 

“Peki.” Dedim, kafamı sallayarak. Kendi sesimi dahi zor duymuştum, soğuk bütün bedenimi ele geçiriyordu. Bu sefer sıcak basmıyor soğuk beni hapsetmeye çalışıyordu.

 

Bu kadar korku yersizdi…

 

Korkmamalıydım ancak karşımdaki adamlar beni çok korkutuyordu. Hayatım boyunca böyle biriyle aynı masada oturmayı bile hayal etmemişken nasıl geldiğimi bilmediğim bu masada bedenim hep yaptığı şeyi yapıyordu.

 

Bilmiyorum; neyi, kimi, sebebi, sonucu, varı, yoku… Zaten neyi biliyorum ki?

 

“Anlamıyorum…” Dedi, masaya iyice yaklaştı. “Neden… Neden, bir sebebi olmalı?” Dedi, gömleği yaptığı hareket sonucunda gerilmişti.

 

“Bir sebebi var zaten.” Dedim. Kafamı aşağı yukarı salladım. Toprak’ın gözlerinin içi parladı, konuşmamı bekliyordu ama ben sustum.

 

Bekle-

 

Hayır… yine olmaz!

 

Gözümden bir damla yaş süzüldü. Elimle akan yaşı sildim. Göz göze gelmemeye çalışıp odanın her bir yerinde gözlerim gezindi.

 

“O… o adam- ın bana o gece bakışları gitmiyor gözümün önünden. Koskoca iki hafta geçti, o adam… o adam her gece benim rüyalarıma giriyor.” Dedim, arada ağzımdan kaçan hıkçırıklarımı tutamamıştım.

 

“Yani tüm bunu rüyalarına giren bir adam için yapacaksın?” Onu dikkatle dinledim. “Eminsin?”

 

Ard arda sorularını yineledi. “Peki, benim o admı bulabileceğime neden bu kadar eminsin?” Deyip, tek kaşını havaya kaldırdı.

 

Benden onu tatmin edebilecek bir yanıt bekliyordu ancak bunu yapabilecek kadar kabiliyetli olduğumu düşünmüyorum.

 

Yine de aklıma gelen ilk şeyi söyleyiverdim, “Emin değilim,” Dedim, biraz duraksadıktan sonra yeniden devam ettim. “Biliyorum.”

 

Kaşları çatıldı, geriye yaslandığında gömleğinin kırıştığını fark ettim. Sabah jilet misali ütülü olan gömleğinden eser kalmamıştı.

 

“Nasıl?”

 

“Biliyorum.” Deyip kestirdim. Beni çiftliğe götürmüştü, devasa büyüklükte olan o yerde yaşayan insanların her şeye gücü yeterdi; yeter ki istesinler.

 

“Ülkenin polisi varken adamı bulmak bize mi düştü? Yanlış anlama lütfen, yardım edeceğim elbette, bizde verilen sözden dönülmez. Merak ettiğimden soruyorum.” Dedi.

 

“Bana göre adalet gecikmemeli. Katil söylediğine göre yurt dışına çoktan kaçırılmış eminim ki bunun arkasında biri ya da birileri var. Benim isteğim, yalnızca birinin değil hepsinin yakalanması.” Duraksadım.

 

Kafasını yana yatırıp konuşmamı dikkatle dinledi. “Sıra sende.” Deyip, bana yardım etmesini vurguladım. Ben olmasaydım şuan dedesi meftaydı, mezar için yer bakıyor olacaktı.

 

“Sıra bende.” Dedi, düz bir sesle. Güldü, neden güldüğünü anlamadım. Alay mı ediyordu benimle yoksa başka bir şey mi vardı? Kafasını yana yatırdığında göz göze geldik. İçimi arıyor, en derini görmeye çalışıyordu.

 

Telefon sesi geldiğinde gözlerimi kaçırdım, elini cebine atıp arayan numaray baktı. Beklemeden telefonunu kulağına götürdü. Bakışlarım masanın üzerindeki dosyalarda gezindi.

 

“Efendim?” Diye açtı telefonu. Odanın her bir köşesini gezintiye çıktım. Cam duvarlardan dışarıdaki insanların ne yaptıkları izlenebiliyordu; dışarıdan içerisi, içeriden de dışarısı net belli oluyordu.

 

Burada nasıl toplantı yapıyorlardı acaba? İnsanın dikkati dağılırdı yahu!

 

“Evet, hastanedeyim hala.” Dedi, Toprak. Ona ne diye hitap etmem gerektiğini hala bilmiyordum. Ona sorsam kesinlikle benimle dalga geçerdi bu yüzden en uygun neyse onu söylemeye karar verdim.

 

“Halletmem gereken işler var şuan meşgulüm.” Dedi, karşıdan gelen konuşmayı dinledi. “Sana mı soracağım lan it! Ne işim varsa var, hesap mı vereceğim bir de sana!” Diye, bağırdı. Bağırışı adeta cam duvarları titretmişti.

 

Kiminle konuşuyorsa eline geçmemeliydi yoksa çok kötü şeyler olabilirdi. Aniden bağırmaya başlayınca ona dönmüştüm, o da benim ondan çekindiğimi anlayınca biraz olsun yumuşamaya çalıştı.

 

“Sen orada kal, ben geleceğim yanına. O zaman bakalım kim kime hesap verecek!” Dedi dişleri arasında.

 

Telefonu kapatıp masaya fırlatırcasına koydu. Önüme kadar gelen telefona aldırmadan ona döndüm. Şimdi ne olacaktı? Bütün planı onun yapması gerekiyordu.

 

Oyunun asıl kurucusu O’ydu.

 

“Çiftlikte bana kafa tutan kızdan şimdi eser yok.” Dedi, tespit yaparcasına. Elini havaya kaldırınca geri çekildim.

 

Eli havada asılı kaldığını fark edince geri çekildi. “Kusura bakma.” Deyiverdim. Halbuki onun demesi gerekiyordu, sâhi ben neden dedim.

 

Güldü. “Saçını düzeltecektim, önüne gelmiş.” Dedi.

 

“Ha… şey- sağol.” Deyip saçımı kulağımın arkasına ittirdim. Gözlerimi kırpıştırdım, yutkunarak tavana diktim gözlerimi.

 

“İyi misin, yüzün neden kızardı?” Allah kahretsin! Bir de yüzüm mü kızarmıştı?

 

“Yok- yani. Bilmiyorum… Sıcak bastırdı.” Ne yapacağımı bilemez halde bocaladım. Saçlarımla yüzümü örtmeye çalıştım, yanaklarımın kızarıklığını daha fazla görsün istemedim. Zihnimde binlerce nükleer bomba patlıyordu, ne diyeceğimi bilemedim.

 

Kendini gülmemek için kasıyordu bunu çoktan anlamıştım. Eğer onunla yakın olsaydık şuan çok ciddi kavga halinde olabilirdik, neyse ki durum çok farklıydı.

 

Masadan uzanıp kalem aldı. Sol tarafındaki küçük kağıtlardan birini yerinden çekip çıkardı ve kalemle bir numara yazmaya başladı.

 

İşi bitince iki parmağını birleştirip kağıdı önüne uzattı. Yüzüne baktım, kafasıyla önümdeki kağıdı işaret etti.

 

Elime alıp numaraya baktım, “Bu meselenin peşini belli ki bırakmayacaksın.” Dedi kendi kendine tespit yaparcasına. Kafamı sallayıp onu onayladım.

 

“Bu numaraya ulaşırsan sana bizzat bilgi verecektir.” Dedi. Kaşlarım çatıldı, bu numara kimindi ve bana kendi numarasını vermeyecek miydi? Aklından onlarca plan geçerken ne yapmam gerektiğini planladım, eğer olursa üst seviyeye geçebilecektim

 

Yüzümü inceledi, yüzümün değiştiğini fark ettiğinde tekrar konuştu, “Gürkan’ın numarası, seni bilgilendirecektir.”

 

“O biliyor muydu?” Dedim.

 

“Biliyor, sana bizzat yardımcı olmam isterdim ancak…” kollarını silkti. “Yapmam gereken işlerim var, daha depoyu yakanın kim olduğunu bulmam gerekiyor.” Dedi, sırıtırken.

 

Kafamı salladım, suyuna gitmem gerekliydi. “Haklısın. Umarım en kısa zamanda depoyu yakanı bulabilirsin.” Dedim, onun aksine kendimi kontrol edip.

 

Karşımda oldukça rahat takılıyordu; küçük, zararsız bir kız olduğuma emin olmuştu.

 

Cam kapı tıklatıldı ve içeri Gürkan girdi. İlk önce Toprak’a sonra bana baktı.

 

“Hah, Gel Gürkan gel.” Dedi.

 

Gürkan içeri girip arkasından kapıyı kapattı. Karşımdaki sandalyelerden birini çekip Toprak’ın yanına oturdu. Böylece kendimi gerçek manada toplantıda hissettim.

 

“Ben de yanına gelecektim.” Dedi.

 

“Hayırdır abi?” Dedi, Gürkan.

 

“Hâyır hâyır. Çiftliğin İt’i aradı az önce hastanede miyim diye beni sorguya çekti.” Deyip, elini masaya geçirdi. İt’ten kastı neydi? Ve ona neden bu kadar öfkelilerdi.

 

“Ben de onu söylemek için gelmiştim abi.” Dedi, Gürkan. Telefonum çalınca konuşmaları yarıda kesildi. “Kusura bakmayın açmam lazım, annem arıyor.” Deyip, ayaklandım.

 

“Efendim anne?”

 

“Aslı, ne zaman geliyorsun kızım? Baban yarım saate gelir eve.” Dedi annem.

 

“Arkadaşımdayım hala, biraz ders çalıştık şuan da sohbet ediyoruz. Kalkarım birazdan.” Dedim, sesimi olabildiğince kısmaya çalıştım tabi ne kadar etkili oldu, o muamma. Annemin mırıldanışını işittim, “Tamam annecim, gecikme. Öpüyorum.” Dedi.

 

“Bende öpüyorum çok.” Deyip, öpücük attım. Arkadaşımda olduğuma inandığı için atmosferi bozamazdım. Terlik olduğunu anlamaması için utanarak öpücük atmıştı. Umarım arkamda oturan iki çift göz deli olduğumu düşünmezdi.

 

Telefonu kapatıp oturduğum koltuğa yeniden kuruldum.

 

“Annen miydi?” Dedi, Gürkan.

 

Kafamı salladım. “Evet,” deyip Toprak’a döndüm. “Başka bir şey yoksa ben gitsem?” Dedim, sorarcasına.

 

“Pekala. Gürkan, hanımefendiyle ilgilenelim.” Dedi, bana karşı mesafesini hala koruyordu. İkisi de ayağa kalkınca ben de ayaklandım.

 

Onlar toplantı salonunun çıkışına ilerlerken ben de halletmem gereken işimi halledip duraksadım. “Aslı!” Dedim.

 

Adımı bilmesine rağmen neden adımla hitap etmiyordu? Sebep kibarlık mıydı cidden?

 

İkisi de bana döndü. “İsmim Aslı…” dedim ve ardından devam ettim. “Nasılsa bundan sonra çok sık görüşeceğiz.” Deyiverdim. Kendimden emin konuşmam ikisini de dumura uğratmıştı, birbirlerine baktıklarında onları geçip önden yürümeye başlamıştım.

 

Önden ilerlememe rağmen asansöre gelince duraksadım. Gürkan, asansöre binip ineceğimiz katı tuşladı.

 

Boynumdan akan terin fark edilmemesi için boynumu çıtlatır gibi yaptım. İnsanlardan gizli bir şeyler yapmak benim için çok zordu yani ben kimsenin arkasından iş çeviremezdim. Ben de böyle bir yetenek hiçbir zaman olmadı, ne yazık ki!

 

Toprak, dedesinin kaldığı odanın bulunduğu katta indiğinde asansörde Gürkan’la baş başa kalmıştık.

 

“Zahmet etmene gerek yok, taksiye binip kendim giderim.” Dedim. Asansör durup kapıları açılmaya başladı, eliyle önden ilerlemem için işaret etti.

 

“Zahmet etmiyorum, işimi yapıyorum.” Dedi ve konuşmayı burada sonlandırdı.

 

Çakma Ares Hidalgo, peşimi bırakta ben de işimi yapayım!

 

Bana döndü, yanyana yürürken göz devirdiğimi görmemesi için dua ettim.

 

“Hem şimdi orası karşıktır, onların kavgalarını hiç çekemem.” Deyip, ellerini cebindeyken omuz silkti.

 

“Nasıl yani, hastanede mi?” Dedim. “Evet.” Uzaylı görmüş gibi suratına baktığımı fark edince güldü. “Kafa buluyorum seninle. Toprak kendinden büyüğe de küçüğe de el kaldıracak adam değildir.”

 

Kimsenin; ne zaman, nerede, ne yapacağı kesin olarak bilinemezdi. Hepimiz insanız ve günahkar varlıklarız, bunu unutmamalı kimsenin hakkında bu kadar önyargılı konuşmamalıydık. Yine de ona cevap vermemeyi seçtim.

 

Çıkışa ilerlerken havanın iyice kararmaya yüz tuttuğunu gördüm. Dışarıda ambulans ve polis arabarının ışığı birbirne karışmıştı, dev insan ordusu hastanenin önünü işgal etmişti.

 

Arabaların yanında o arabaların şoförü olduğunu tahmin ettiğim insanlar vardı. Takım elbiseleri resmen patronlarının bütün dünyayla savaşabilecek kadar güçlü olduğunu vurguluyordu.

 

Son model tank misali arabalar otoparkta sırayla dizilmişti.

 

Arabanın arka kapısını açıp binmem için işaret etti. Oyalanmadan binip kapıyı ardımdan kapattım kemerimi bağlayıp geri yaslandım. Gürkan, hızla şöför koltuğuna oturdu ve arabayı çalıştırdı.

 

Evimin tam adresini vermeden ona bir adres söyledim. Bu adres arka sokağımızdaydı eğer evimin sokağına gelirse babam görebilirdi bu yüzden risk almak istemedim.

 

“Radyodan şarkı açsam senin için sorun olur mu? Maksat ses olsun.” Dedi. Kafamı salladım.

 

“Sohbetin sarmıyor diyorsun yani?” Dedim yapay bir tebessümle.

 

“Yok ondan değil de…”

 

“Sorun değil açabilirsiniz.” Dedim. Zaten daha fazla beklersem kafamda kurduğum planı patlatabilirdim.

 

Cebime sakladığim telefonu çıkardım. Şifre koymadığını umarak telefonu açtım, ekranı kaydırdığımda direkt açıldı.

 

Yes! 

 

Bir kere de işim rast gitti ya!!

 

Teşekkür ederim.

 

Numaralara girdim, burada binlerce kişi kayıtlıydı. Geri çıktım. Mesajlara girdim, en son Gürkan mesaj atmıştı altında Suat denilen adamdan mesaj vardı.

 

‘Toprak, burada işlerim uzadı.’ Yazmıştı ama benim aradığım bu değildi daha somut şeyler. Kafamı kaldırıp dikiz aynasından Gürkan’a baktım.

 

Süper, tüm dikkatiyle yola odaklanmıştı. Hızla galeriye girdim, titreyen parmaklarımı görünce derin bir nefes aldım. Sakin ol! Her şey yolunda.

 

Galeride binlerce fotoğraf vardı, hemde… hemde kanlar içinde yatan onlarca adam, deste deste paralar, uyuşturucu paketleri, altın kaplamalı özel tasarım tablolar…

 

Daha bir çok şeyin videosu.

 

Elim istemsiz ağzıma kapandı, bütün bunları o mu yapıyordu. Üstelik uyuşturucu bile vardı. Kim bilir daha görünmeyen neler vardı?

 

Bütün galeriyi seçip kendi numarama gönderdim. Biraz uzun sürse de beklemek zorundaydım. Elimde kanıtlar olmadan bana ve aileme zarar verilebilirdi.

 

Belki bu görseller işime yarayabilirdi.

 

İnanamıyorum bir insan nasıl bu kadar cani olabilirdi?

Bana hastanede o depoyu yakmadığını söyledi ancak görünen o ki böyle insanların tek bir lafına bile inanmamak gerekiyor.

 

Görüntüler telefonuma geldikten sonra Toprak’ın telefonundan kendime gönderdiğim tüm mesajları temizleyip kapattım.

 

Madem kaçak dövüşeceğiz, pekala ben varım. Beni her ne kadar küçük bir kız olarak görse de ona öyle olmadığını kanıtlayacak ayrıca her gece rüyalarıma giren, peşimi gittiğim yerlerde bırakmayan o adamın intikamını alacağım.

 

Telefonu, arabada sola eğilip Gürkan’ın ceketinin cebine koydum. Umarım hissetmemişsindir çakma Ares hidalgo. Gerçi hissetseydi belli ederdi değil mi?

 

 

“En son konuşuyorduk, Toprak gelince yarıda kesildi.” Diye bir açıklamada bulundum. “Evet, neydi o mesele?” Dedi, dikiz aynasından bana ve yola gözleri mekik dokurken.

 

“Şaka yapmıştım,” deyip camdan dışarıya baktım. “Tabi suyu çıktı.”

 

“Sen öyle söyleyince ilk inandım ama o nasıl bir yalandı.” Dedi sahte gülümsemesini yüzünde yer edinip.

 

Ben de aynı şekilde güldüm. “Yaa, değil mi?” Diye geçiştirdim.

 

“Ona söylemezsin değil mi? Aramızda küçük bir sır olarak kalabilir.”

 

“Eğer öyle istiyorsan.” Kafasını salladı. “Kalabilir tabi.”

 

“Süper.” Dedim.

 

Arabayı yavaş kullanması dikkatimi çekmişti. Toprak çok delice kullanırken Gürkan ona baktak oldukça sakin kullanıyordu. Gürkan’ın telefonu çaldı. Arabada telefonu bağlı olduğu için müzik kapanmış onun yerine telefonunun müziği arabayı doldurmuştu.

 

Kıyametin sesi duyuldu…

 

Ekranda kayıtlı isme kaydı bakışlarım, ‘Suat Abi.” Yazıyordu. Beklemeden ekrana dokunup aramayı açtı.

 

“Efendim abi, buyur.” Dedi.

 

“Benim Gürkan.” Dedi, bariton ses tonuyla konuşan kişi.

 

Bir dakika ama bu Topraktı. Sonunda telefonunun kayıp olduğunu anlamıştı. Suat yanında olduğu için ondan aramak zorunda kalmıştı anlaşılan.

 

“Hayırdır, abi?” Dedi, Gürkan da şaşırmıştı. Muhtemelen neden Suat denilen adamdan aradığını anlamamıştı.

 

“Gürkan telefonumu sen mi aldın?” Diye hemen konuya girdi. “Yok abi, ben ne yapayım senin telefonunu.” Dedi.

 

“Hay sikeyim böyle işi! Oğlum cebine mebine bak beni delirtme!” Dedi. Öyle bir bağırmıştı ki kulağımı kapatma isteğiyle dolup taştım.

 

“Abi…” Ceketinin sağ cebini karıştırdı sonra sol cebini… ve sonunda bulduğunda konuşması yarıda kesildi. “Allah allah.” Deyip kafasını yana yatırdı.

 

“Abi ben almışım, kusura bakma. Fark etmedim.” Dedi. Karşıdan başka adama ait konuşma sesleri yankılandı ancak ne dediği anlaşılmıyordu. Toprak ona cevap verdi, ‘Evet.’ Dediğini işittim.

 

“İyi, tamam dikkat et. İşini halletikten sonra gelme, dinlen.” Dedi.

 

“Yok abi olur mu? Seni bırakmam yalnız.” Dedi. Toprak bu dediğini onaylamdı. “Dediğimi yap Gürkan.” Dedi.

 

“Peki abi. Ararsın.” Deyip telefon kapandı. “Ben bunu ne zaman koydum cebime, hiç fark etmedim.” Dediğinde aynada gözlerimiz kesişti.

 

Soğuk terler boynumdan süzülürken konuştum, “Fark etmemişsindir.” Deyip, geçiştirmek istedim ve başararılı oldum da.

 

“Şu sıralar çok dolu kafam, herhalde ondan fark etmedim.”

 

“Neden?” Dedim.

 

“Sır tutabilir misin?” Dedi. Bakışlarım değişti, aynada yeniden bana baktı. Ne demek sır tutabilir misin?

 

“Tut… tutabilirim.” Dedim.

 

Yani herhalde tutabilirdim.

 

“Biz mafyaların işleri zordur.” Dedi, tüm ciddiyetiyle. “Nasıl yani? Ne demek istiyorsun?”

 

Kafasını iki yana salladı, “Demek istediğim, bu hafta çok fazla adama zarar verdim.”

 

“N… ne?”

 

“Anlarsın ya..” Deyip cümlesini tamamlamadı. Gerisini tahmin etmem için ucu açık bırakmıştı. Kafamı çevirip camdan dışarı baktım. Ben şuan bir katille aynı arabadaydım. Annemi arayıp söylesem…

 

Dışarıda hafif trafik vardı, arabaların stop lambalarından yansıyan ışık yüzümü aydınlatıyordu. Gülme sesi işittim.

 

Gülüyordu.

 

Bravo Aslı.

 

Sen bu gidişle çok kandırılırsın. Bir de akıllıyım diye geçiniyorsun.

 

“Yüz… ahah…” elini keyifle direksiyona vurdu. “Yüzünü görmen lazım, ahaha.”

 

“Ne?” Diyebildim.

 

“Şakaydı.” Dedi.

 

“Ne şakası?”

 

“Seninkine karşılık.” Deyip göz kırptı. Fazla mı samimi olmuştuk? “Ahaha… Tabii ya. Şaka.” Dedim. Aptal sırıtışım yüzümde belirdi. Umarım gerçekten şakadır!

 

“İnanmadım zaten.” Dedim.

 

“Yüzün öyle demiyordu ama.”

 

Nasıl güvenecektim? Nasıl güvenecektik? Kime güveneceğiz? Yalan söylediği belliydi belki de ben yanlış anlamaya müsaittim kim bilir? Bu kadar cesaretli olmaya gerek var mıydı? Deli cesareti miydi yoksa aptallık mıydı? Cevap bulamıyorum. Zihnimdeki ses ne söylüyorsa onu yapmam gerekiyor gibi hissediyorum. Belki de asıl yanlış buydu.

Sessim çıktığı kadar bağırmazsam beni kim bulabilirdi? Şimdi değilse ne zaman? Ben değilsem kim? Kimse!

İlk adım atılmazsa görmezden gelinir ve sonsuza kadar, hiç yaşanmamış gibi unutulup giderdi.

Buna vicdan el verir miydi? Hiç sanmıyorum.

Sahi bu kadar insanlığımızı yitirdik mi?

Yine de deli cesaretime güveniyorum, gerekli önlemleri alır, Toprak’ın yanında olursam eminim ki aydınlık sona ulaşabilirdim…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%