Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm 3

@nuperi

 

 

Bölüm 2: “Kader Bağları

 

 

 

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor, Bu şehir o eski, İstanbul mudur Karanlıkta bulutlar parçalanıyor, Sokak lambaları birden yanıyor, Kaldırımlarda yağmur kokusu, Ben sana mecburum sen yoksun.

 

 

(Atilla İlhan)

 

***

Bazen olmaması gereken şeyler olurdu, durduramazsın… zamanın durmasını istersin fakat elinden birşey gelmez gözümü açıp kapayıncaya kadar zaman akıp gidiyordu aynı suyun avuç içimden kayıp gitmesi gibi. Son yoktu, başlangıç düşüncelerimin ufuklarının eteğinde bana el sallıyordu, bekliyorum.. Bekliyorum çünkü ilerisini göremiyorum. Karanlıkta ancak fenerle ilerleyebilirdim ama o da bende şu anlık bulunmuyordu. Nereden ve nasıl bulacağımı da bilmiyorum. Ben kendi yolumu bulamazken ileriyi gösterecek beni karanlıkta aydınlatacak feneri nasıl bulacaktım ki zaten. İçimde verdiğim savaşa kafa tutabilecek güç içimde yoktu. Zihnim bana karmaşık oyun oynuyordu, kuru sıkı kurşununu etrafa rastgele sıkıyordu. Elimi kendime siper ettim, içimdeki korkuyu öylesine hissettim ki iliklerimde sancılar vardı.

Ne demek kardeşimi dövüyorlardı? “Cansu..” dudaklarım düğümlenir gibi oldu. “Ne oldu? Sakin ol.” Dedi. Nasıl? Nasıl sakın olabilirdim ki. Daha fazla duramadım, ayaklandım. “Nereye?” Dedi, kaşları katılmış ağzımdan çıkacakları bekliyordu. “Anıl..” Hayatta ilk defa böyle birşey duyuyordum, koşar adımlarla hatta bazen koşuyordum. “Kavga…” diyebildim. “Ne!” Diye ciyaklama duydum, o da ilk defa böyle birşeyle karşılaşıyordu. Yüzüm sanki her saniye olabilecekmiş gibi daha da geriliyordu. Nefes almakta zorlanıyordum, Cansu da peşimden geliyordu, nefes nefese kalmıştım ama yokuşu hızla çıkmaya devam ettim.

Sonunda vardığımda kafede kargaşa vardı, herkes birbirine girmişti. Koşturarak içeri girdim, Anıl'ı aradı gözlerim.

Uzun boylu adam elindeki sandalyeyi karşısındaki sarışın adama fırlattığını gördüm. Hayli şaşırdım. Yan masada, “Ulan orospu çocuğu gördüm baktığını niye yalan söylüyorsun?” Dendiğini duydum. Ağzım açık kaldı. Kasların arasından geçerken kardeşime birşey olmamasını umuyordum.

‘Anıl seni geberteceğim!’ diye geçirdim içimden. Az ileride onu gördüm, ellerinde kocaman biri duruyordu. Evet şaka yapmıyorum kesinlikle. Çocuk öylece durmuş Anıl'a bakıyordu. Anıl biraz daha hırpaladı, kapşonlu sweatini çekiştirdi. “Lan konuşsana! senin benim ablamla ne işin var!” Ne? Anıl kendine bir mezarlık beğensen çok iyi olur çünkü bu saaten sonra yaşayabileceğini düşünmüyorum. Kafedeki sesler yüzünden çocuğun ne dediğini duyamadım. “Anıl!” Dedim ama beni duymamıştı. Bu çocuk neden böyle yaptı şimdi? Sabır çeke çeke, önümde kırılan bardaklara basmamaya çalışarak yanına vardım.

Arkadaşları kolundan çekse de Anıl’ın çocuğu bırakmaya niyeti yoktu. “Anıl!” Diye yüksek sesle bağırdım bu sefer. Hem ben hemde karşı taraf nefesler içinde kalmıştı. Anıl'ı kolundan tutup çocuktan uzaklaştırdım. “Sen ne yapıyorsun Anıl delirdin mi?” Kafede garsonlar kavgayı ayırmaya çalışıyordu. Garip sessizlik oluştu kısa bir an. “Nerede kaldın abla? Biz de sevgilinle tanışıyorduk.” Dedi iğneleyici şekilde. “Anıl.. Anıl.. sana inanmıyorum.” Dişimi sıkmaktan kırılacak gibi hissettim. Aptal bu çocuk, kısa bir an sabır dilendim.

Kafede sorun çıkaranlar bir bir dışarı çıkarılıyordu. Ben ne yapacaktım şimdi? Duyan herkes kafenin önünde dizilmiş içeride neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Kardeşimin kavga ettiği adama döndüm, bakmaya ancak fırsatım olmuştu. Anıl da hasar olmasa da karşımdaki adam için öyle diyemeyeceğim çünkü üstübaşı dağılmıştı. “Ben çok özür dilerim,” dedim adama mahcubiyetten bakamıyordum bile. “Ne özür diliyorsun abla ya?” Dedi. Hala konuşabiliyordu ya yani gerçekten sabrım azalıyordu. Sabır.

“Kes şu sesini!” Cansu soluk soluğa ancak gelmişti. Ben artık nasıl koştuysam o bana yetişememişti. Adama baktım, yüzünde küçük sıyrık vardı. Adam mı yoksa çocuk mu anlayamadım, gözlerimi kısıp daha dikkatli baktım. “Kusurs bakmayın ne olur, kardeşim normalde yapmaz böyle şeyler,” dönüp Anıl'a baktım. “Ne olduğunu anlamadık.” Dedim.

Kaşları konuşmaya başladığımdan beridir çatıktı. “Avukatıma anlatın derdinizi.” Diyip cebinden telefonunu çıkarıp bir numara tuşladı. Bir yandan da yürüyüp çıkışa ilerliyordu. Gitmesine izin veremezdim. Kardeşim başını yeteri kadar belaya sokmamış gibi daha da belaya bulanacaktı. Cebimi yokladım sadece telefon vardı atarsam telefonum kırılır ayrıca adam daha beter olurdu. Etrafa baktım kırılabilecek eşya varmı diye fakat zaten hepsi kırılmıştı. Koşarsam düşerim bu sefer ben zarar görürdüm ya geri dönüp bakarsa?

Denemeye değerdi. Tam adımlarımı planlamıştım gitmeye hazırlanıyordum ki kolumdan tutuldu dönüp baktığımda, Cansu ‘yapma’ der gibi kafa salladı. Garsonlardan birinin “Polis nerede kaldı?” Dediğini işittim.

Annem ve babam çok kırılacaktı. “Ya bırak gitsin sevgilisinin peşine.” Hala konuşabilir oluşu peki? “Anıl sen anlama özürlüsü müsün ablacığım? Benim adamla aramda öyle birşey yok!” ortalık yangın yeriydi adeta. “Adam seni dava edecek.” Dedi Cansu. Yanımdaki tabureyi düzeltip oturdum, başım çok ağrıyordu. Ellerimi şakaklarıma koyup ovaladım. “Nasıl? Sen o adamı tanımıyor musun?” Dedi.

“Nasıl tabi gerizekalı, nasıl?” Başıma gelmeyen bir bu kalmıştı artık bu da olmadı demem. Kapıya döndüm, adam hala orada garsonla buraya bakıp bakıp konuşuyordu. “Annem ikimizi de gebertecek.” Dedim.

“Abartma abla en fazla hapise girerim.” Dedi. Bir de karşıma geçmiş sırıtıyordu. Tam ona hamle yapmamla araya arkadaşlarının girmesi bir oldu. “Hala laylaylomsun, lan adamı duymadın mı,” sonda sesimi kısyım sanki sır veriyormuş gibi. “Ne dedi?”

“Hapse girermiş en fazla, ulan sen hapsin nasıl bir yer olduğunu biliyormusun ki aptal çocuk.” Aklıma gelen her küfürü söylemek istiyordum. Sakin olmam lazımdı. “Anıl-” dedim. Tekrar konuşmak istedim. “Anıl..” ne diyecektim ki sanki beni ne zaman dinledi ki banane annesi babası ben değilim. Geldiklerinde derdini anlatırdı. Çıkışa yürüdüm bu sefer yavaştım.

Koca çiçek bahçesi vaad etmişsin kimin umrunda, onun aklı bok çuvalındayken.

Adam kafeden çıkmıştı, elim ayağıma dolandı. Masların arasından adama yetişmek için ilerledim. Ayaklarım cam kırıklarına bastıkça ezilip kırılma sesleri çıkarıyordu. Kapıyı ittirdim. “Lütfen bekler misiniz? Bakın yanlış bir karar alıyorsunuz. Küçük bir çocuğun geleceği söz konusu.” Dönüp bakmamıştı bile. Kendini ne sanıyorsun? En azından dinle beni, adam ilerledikçe peşinden gittim. Karanlık bastırmış sokak lambalarının ışığı arkamızda kalmıştı. Sersemledim, hangi ara bu kadar uzaklaşmıştım. “Bakın lütfen avukatı karıştırmayın kendi aramızda çözebiliriz.” Nereye girmişti? Etrafima bakındım.

Kolumdan tutulup arabanın arkasına çekildim. Çığlık atmak istiyorum ancak ağzımdaki el buna izin vermiyordu. Kızgın tencereye el sürmüş gibi irkildim. Sırtıma çarpan göğüs içimdeki korkuyu daha da harlıyordu.

Korku, en son ne zaman bu kadar ölüme yakın olduğumu hissettiğimi düşündüm. Tehlike alarm veriyor olduğum yerden kaçıp gitmek istiyordum. Sesli şekilde nefes verdim, az ilerimizde bağırış ve hırpalama sesleri geliyordu. Beni kendisiyle beraber oraya çevirdi, sanki benimde görmemi istiyor ancak görünmemek için de arabanın arkasına çömelmiş ne olacağını izliyor gibiydik.

Duraksayıp arkamdaki bedenin sahibine döndüm. O kadar yakındım ki yüzünü en ayrıntısına kadar hafızama kazımıştım. Dudağının üstünde küçük ‘beni’ seçebilmiştim. Ben ona bakıyordum o ise az ileriden gelen seslerin sahibini izliyordu, uzun gür kirpikleri bakanın kalbine saplanır cinstendi. Gözleri hala karanlıkta seçilmiyordu. Kavisli burnundaki çıkıntı yüzünde karakteristik durmuş buranın sahibi benim gibi bir edası vardı. Kaşları çatık, aradaki çizgi uzun yolu andırırcasına uzayıp gidiyordu. Yüzüne dokunmak istedim fakat bu isteğim saçmalıktan ötesi değildi.

Kafamı çevirdim, aklım uçup gitti sanki! Önümdeki kavgaya odaklanamıyorum. Yana kaydım uzaklaşmak adına. Derin nefes alıp verdim. İki kişi kavga ediyordu sorun şuydu ki adamın birinin elinde silah vardı, sanki elinde sopa var gibi durmadan sallıyordu. Etrafa ateş açarsa umarım bize gelmezdi, umarım diyorum çünkü başka çarem yoktu. Kafasındaki kar maskesini tanınmamak için takmıştı. Vahşi hayvan gibi duruyordu, sırtı dönük olmasa ve yüzünü görsem korkudan ölebilirdim. Biri çok yapılı kalın omuzları sert bir duruşu vardı diğeri ise karşısındaki adamın tersi çok cılızdı sarı saçlarını ve göz altındaki koyu halkaları aradaki bunca mesafaye rağmen net seçebiliyordum. Adam elindeki silahı diğerinin kafasına dayadı. “Hah!” Elim istemsiz ağzıma kapandı.

“O… onu..” konuşamadım. Yanımdaki adam sessiz olmam için parmağını ağzına götürüp sus işareti yaptı. Kafamı salladım, “Onu… öldürecek mi?” Diye fısıldadım.

Cevap vermedi, “Onu öldürecek! Hey.. Duymuyor musun?” Dedim sesimde korku kırıntıları vardı. “Bişey yap. D-dur dur.” Sabır dilenir gibi güldü.

“Sessiz ol, duyacak.” Geldiğimiz yöne baktım, kafeden çıkan insanlar rastgele dağılıyordu. Çoğu yere oturmuş patlayan yada knayan yerlerini peçeteyle tutuyordu. İki adam kendi arasında konuşuyordu, daha çok iri adam konuşuyor gibiydi diğeri öldürülmemek için yalvarıyordu. Bakışları bir an bizi buldu, içimde tarif edemediğim yumru oluştu.

Şuan ben ne yaşıyorum? Neden kalkıp gidemiyorum? Ayaklarım bana neden şimdi ihanet ediyordu? Kardeşim dava edilmesin diye uğraşırken kendimi cinayetin içinde bulmuştum. Anıl, arkadaşlarım hepsi kafede kalmıştı. Ya beni aramaya diye çıkıp onlarda buraya gelirse ne yapacaktım? Bir insanın hayatı bu kadar kolay alınamazdı…Artık aldığım nefesler yetmedi, elim boğazımda takılı kaldı. Gözlerimi ayırmadan oraya baktım. Sonunda adam silahı kaldırıp diğerinin kafasına doğrulttu. “Gözünü kapat.” Diye fısıldadı kulağıma. İkiletmeden yaptım dediğini, o anda tetiğe bastı, ellerim kulaklarıma kapandı.

Başımı yere eğip geçmesini, gitmesini bu yaşananların rüya olmasını istedim. Öldü.

Hayatımdaki diğer basit saçmalıklar gibi olmasını istedim. Yabancıya minnetimi hissettim, o anları hafızama kazımak istemediğimi farkettim. “Sen?” Dedi. Soru sorar gibi, yabancı ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Silahın patlamasından sonra çığlık sesleri kulağıma geldi. “Aslı?” Tüylerim ürperdi, Cansu'nun içimi yakan çığlığını duydum. Bu zamana kadar kim hayatında cinayet görmüştü. Karşımda tam olarak gözlerimin önünde bedenin yok oluşuna şahit olmuştum. İç çekti yabancı, bütün havayı solumuş gibi bana kalmadığını hissettim. Evet sanırım deliriyorum.

Midem bulandı, kafamı bile kaldırıp bakamadım. Polis siren sesi kulaklarımda uğuldadığını duydum. Sesler kesik kesik, etrafımda karmaşa vardı. Gogsum hızla inip kalkıyordu. Yüreğim ağzımda ellerim tir tır titriyorudu. Ben az önce cinayet görmüştüm.. Gözümün... Önünde…Cinayet…Elimi kaldıracak gücü kendimde bulamayıp olduğum yere çöktüm. Yanımdaki adam ayaklandı, onu durdurmak için koluna tutundum. Ne olduysa o zaman oldu, içimdeki soğukluk hissi giderek arttı gözüm gökyüzüne kaydı. İrislerim korkuyla alevlendi. Hayır şimdi olmaz… Adamın elini kafamın altında hissettim. “Hay sikiyim, yapıştın kene gibi gitsene niye geliyorsun peşimden?” Son duyduğum bunlar olmuştu.

Bu kocaman karanlığın ortasında aydınlığın özlemi beni yakıp kavurdu. Sabah olmasını diledim. Lakin benden nefret ediyordu bir türlü çekemedim onu kendime sanki artık hep buraya hapsolmuşum gibi. Topraklarım artık ne güneş ne de yağmur alıyordu, içimde birşey kırıldı. Paramparça, hepsini toplamak istedim lakin en keskin acı vereni elime çoktan batmıştı. Elimin acısı bütün bedenimi kaplamış su gibi damlayarak çoğalıyordu aynı karanlığım gibi.

***

2 hafta sonra…

Tik…tak…tik…tak…

Küfrettim tüm bu yaşananlara, iki haftadır KOSKOCA İKİ HAFTADIR hayatım maratondan ibaretti. Yaptığım rutinlere artık uymuyordum; Yatağımı toplamıyor, ders çalışmıyor, kimi zaman konuşmuyor kimi zaman yemek bile yiyemiyordum. Geçen her dakika sırtıma tuğla örülüyordu. Haftada üç gün okula gidiyor diğer günler ise hasteneye gidiyordum. O günden sonra benim için her şey daha farklı olmuştu. Gözümü hastanede açmıştım, gün boyu kusmuştum. Kimseyle konuşmamış benimle konuşmak isteyen polislere bile sinir krizi geçirmiş hastane odasındaki eşyaları fırlatmaya başlamışım. Başlamışım diyorum çünkü bunları yaptığımı hatırlamıyorum bile. Neyseki fazla olay çıkmadan sakinleştirici verilip uyumuşum.

Yaşadıklarım basit değildi, kimse bunu iddia da etmiyordu zaten. Hastaneden taburcu olduğum günün akşamınds polis memuru ile evde bunu uzun uzun konuşmuştum.

Şimdi ise yatağımda duvar saatimle bakışıyordum. Elimden hiçbir şey gelmemişti, kahretsin en azından polisi arayıp daha erken gelmelerini sağlayabilirdim yada ne bileyim? önüne dal parçası fırlatıp dikkatini dağıtabilirdim… Gözlerim doldu, pencerden dışarı uzattım kafamı. Gökyüzü içimde yaşanan fırtınayı hissetmiş gibi kendini güneşe küstürmüştü. Babam kapıyı tıklatıp odama geldi, elinde bir bardak su ve sakinleştirici ilaç vardı. Sahi ne çok sakinleştirici kullanmak zorunda kalmıştım.

“İlacını getirdim.” Gökyüzünde yıldırım süzüldü. Kendim gidip içebilirdim ama babam kendisinin doktor olduğunu ileri sürüp kendi getirmeye karar kılmıştı, belki de intihara kalkışacağımdan korkmuştu. Bir keresinde hastalarının böyle durumlarda intihara yatkın olduğunu ağzından kaçırmıştı. Kafamı ağır ağır salladım, aramızda sessizlik giderek derinleşti. “Aslı,”diye soze başlayıp derin nefes alıp verdi.

“Artık hafta sonları dershaneye değil de terapiye gideceksin, gördüğün şeyler bir insanın hayatta karşılaşacağı en nadir olaylardan bu yüzden aksatmanı istemiyorum. Randevu saat 09.00-11.30 arasında.” otoritesi ışıldayan demiri bile pas tutturur cinstendi.

“Olur.” Dedim. Başka ne diyebilirim babam haklıydı böyle devam edersem yakında delirebilirdim. Zihnimin boş olduğu her an ama her an o görüntüler aklıma geliyordu. Adamın o bakışları gözümün önünden bir an olsun gitmiyordu. “Yemek bir saate hazır olur.” Cevap vermedim. Kapıyı kapattıp odadan çıktı.

***

Odanın kapısı tıklatıldı, yaptığım yerden doğruldum. Sakinleştiricinin dozu az da olsa yine de uyku yapıyordu, koluma yastığımın izi çıkmıştı. “Abla?”

“Efendim Anıl?” Yanıma, yatağın ucuna oturdu öyle ki şu sıralar hiç sorun çıkarmıyordu. Üstümde kısa kollu tişörtümü çıkarmadan dolaptan aldığım sweati geçirdim.

“Yemek yiyeceğiz şimdi,” ayaklarına odaklanmıştı. Halinden belliydi ki bununnicin gelmemişti yanımama. “Ağzındaki baklayı çıkar.”

Gözünü daldığı ayağından kaldırdı, bir hafta geçmesine rağmen hala yüzüme bakmıyordu. O adam avukata gitmedi hiç sikayeti olmamıştı bile. Ben o günden sonra onu hiç görmemiştim uyandığımda sormuştum nerede olduğunu fakat orada yoktu. “Özür dilerim, öyle yapmasaydım yani kavga çıkarmasaydım eğer şuan böyle olmazdın. Hepsi benim yüzümden.”

Yanına yaklaştım, kollarımı kafasına dolayıp göğsüme yasladım. “Senin yüzünden değil tabiki. Kendini suçlu hissetme sakın.” Dedim. Herkes kendi yolunu seçerdi ve bende öyle yapıp onun peşinden gitmiştim. Dudaklarım kıvrıldı bu sözlere.

“Ben istediğim için oldu, yani burda bir suçlu varsa o da benim.”

“Sen böyle konuşunca kendimi daha kötü hissediyorum.” Diyip güldü. Kafasına şaplak attım. “Böyle bile dalga geçiyorsun ya pes artık.”

“Şimdi ne dolacak?” Omzumu silktim. “Hiçbir şey.”

Kazağın kollarını avuç içime hapsettim. Anıl ayaklanmıştı peşinden bende. Adımlarımı bilinmezlikler takip ediyor gölge misali peşimdelerdi. Annemle babam sofrada karşılıklı oturuyordu konuşuyorlardı ama ikimiz gelince kelimelerini bıçakla kesmişlerdi. Hayatın anlamı neydi sahiden? Kimine göre para, şan,şöhret, bilgelik hangisiydi sahi… bizlere ne kalır bu anlam arayışında?

“İyi akşamlar” karşılıklı yerlerimizi aldık sofrada. Kimseden ses çıkmadı yalnızca kaşık çatal sesleri vardı. Sanki ölüm sessizliği. “Bugün daha iyi misin?” İyi kafamı salladım.

“Evet.” Babam kaşını kaldırdı. Annem, kendinden emin bir sesle, “Daha iyi olacaksın kızım merak etme.” Umutluyum. Kafamı salladım.

“O gün gitmenize izin vermeseydim eğer bunlar başınıza gelmezdi. ikinize de.” Bakışlarını bana çevirip konuşmaya devam edecekti fakat babam sözünü kesti. “Senin suçun yok, böyle olacağını ikimizde bilemezdik. Hafta sonu randevuları aksatmadan gidersen eğer daha iyi olursun. İnsanlar bundan daha kötüsünü atlatıyor. Bizde sana yardımcı olacağız merak etme senin arkanda ailen var.” Dedi, konuşmasının sonu bana aitti. Cam fanus içindeki deney faresinin ne hissettiğini sanırım böyle zamanlarda anlıyordu insanlar.

“Senlik değildi anne üzerine alınma lütfen.” Dedim. Gözleri dolmuştu ona bakınca benimde zaten akmayı bekleyen birkaç damla yaş süzüldü. “Evet, yemeğimizi yiyelim.” Babam konuyu değiştirmek ister gibi koştu. Anıl konuşulanlara katılmıyordu masadaki herkes gibi kendini suçluyordu. Bize bakmıyordu bile, kafasını tabağına dikmişti, hepimizin yemekleri tabaklarda yarım kalmıştı.

“Sultanım sen yorma kendini, babam ne dedi benden daha kötüleri varmış hepsi iyileşmiş ben mi sorunlu kalacağım.” Güldü.

“Tövbe de ne sorunlusu,” akan yaşlarını sildi. “Ağlamıyorum zaten, hadi yiyelim.”

***

“Sorun olduğunda ararsınız.” Sonunda evden çıkabildik. Annemi ikna çabalarım sonunda sonuç verdi. Hava bugün kapalıydı adeta yağmur alarmları çalıyordu. Okula hep yürüyerek giderdik. Bazen babam arabayla bırakırdı ama bizden önce işe gittiği için çoğu zaman yürüdük. “Susadım.” Kafamı çevirdim. “İç.”

“Yanımda su yok,” sabır dilercesine elimi saçımın arasından geçirdim. “Sende var mı?”

“Ben suyumu kantinden alıyorum ya Anıl. Neden doldurmadın evden!” İlerdeki marketi işaret ettim.

“Açık mıdır?” Gösterdiğim yöne döndü. Çanta zaten ağırdı, omuzlarım iflas etti.

“Açıktır, gidelim.” Neyse ki yolumuzun üstünde. Küçük dükkanda dizilen malzemeler yüzünde daha da küçükmüş gözüküyordu. “Sen al ben bekliyorum seni.” Dedim. Çok fazla uykum vardı, sakinleştirici ilaçlardan dolayı uyku problemi de ortaya çıkmıştı. işe yaraması iyiydi yoksa ayakta bile zor kalırdım. Etrafta nereden geldiği belli olmayan bir duman kokusu vardı. Etrafa bakındım, arabalar gelip geçiyordu. Bu saatler işe gitme saatleriydi o yüzden yoğundu buralar.

İlerde ışık tabelası vardı, kırmızı yanıyordu. Bütün arabalar sırada yeşilin yanmasını bekliyordu. En arkaya yeni gelenle birlikte tam tamına sekiz araba olacaktı, gelen araba gitgide yavaşladı. Önündeki arabanın tamponuna yakındı. Yeşil yandı arkada bekleyen arabalar kornaya bastı fakat birinin kornası kulaklarımı daha çok tırmaladı. Küfretmek adına yüzünü görmek istedim. Baktığımda yolcu koltuğunda aşina olduğum biri vardı. Siması çok tanıdık geliyordu, ilerleyen arabalarla o da gaza yüklendi.

Bakışları içimdeki korkuyu kıvılcımladı. “S-sen..” döküldü dudaklarımdan.

Adımlarımı arabanın arkasından ilerlettmeyi başardım bu sefer. “H…hey bakle…”

“Abla!!” Diye bağırış duydum. Anıl? Anıl’ı unuttum. İki pet şişe vardı elinde, birini knedi çantasına attı diğerini bana verdi. “Nereye gidiyorsun? Birini mi gördün?”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%