Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Bölüm 4

@nuperi

 

Bölüm 3: “Kırılıyorum”

 

 

Birini sevdiğiniz zaman o kişiyi olduğu gibi seversiniz, olmasını istediğiniz kişi olarak değil.

 

(Tolstoy)

 

 

 

***

 

 

 

Açığa çıkarılamayan duygular en sonunda patlar ve etrafı yakıp yıkar. Gizlenen duygu ne kadar büyükse etkisi de o kadar olur ancak küçük duyguyu ne yaparsan yap sonunda kişiye en acı veren o olur. Binlerce küçük duygu zamanla yürekte kocaman dağların yamaçları gibi aşılamaz tümsekler oluşturur,aşılmaya kalkıldığında sonu hüsran, keskin tramvaya neden olur. Yaşanan hayatın anlamsızlığı ve çaresizlik bitip tükenmeyen yeni istekler bizlere göre olması gereken bu muydu yani? Onca potansiyel arasında seçtiğimiz yol ne kadar doğruydu? Halbuki daha kendi yaşantımıza dâhi kontrol sahibi olamıyorken bizlerdeki kontrol çabası neydi? Sahiden kendimizi kime kanıtlamak için bunca eziyete katlanıyorduk? Hayatı daha basit yaşayamaz mıydık? Bütün çözüm yollarını tüketip niçin üretmek için çaba göstermiyorduk? Kalbimizindeki o ışığı gün yüzüne çıkarmak yerine neden hala en derinde saklıyorduk? Hala neyi bekliyorduk?

 

 

Bedenim ürperdi, başımdan aşağıya bütün bedenim titredi. Okula adımımı attığım andan itibaren ürperip duruyordum, ilk dersin bitmesine az kaldı. Zilin çalmasını bekliyordum halletmem gereken işler vardı. Hep yaptığım gibiydim ‘sanki gözümün önünde masum biri öldürülmemiş,’ hayatıma devam ediyorum. Sanki elimden ne gelirdi? Zil çaldığında siniftakiler çoktan ayaklanmıştı çoğu ilk ders olduğu için uyuyordu. Sıradan kalkıp elimdeki kitapları toparladım ve sıranın altına koyduğum ‘hocanın derste fotokopi çektirmem için verdiği' testleri aldı. Fotokopi sınıfı alt katta kütüphane ile yan yana bulunuyordu, sınıfta pek birisi kalmamış nerdeyse herkes çıkmıştı, daha fazla oyalanmak istemedim. Sınıfın çıkışına yürümeye başladım, okulun içi dışarsına tezat oldukça aydınlıktı büyük koridorun duvarlarında öğrencilerin çizmiş olduğu resimler vardı.

 

 

Merdivenlerde ki çiçekler her sabah sulanırdı, bazen koşan çocuklar yüzünden düşseler de çoğu zaman çok sağlıklıydılar. Koridorun her iki köşesinde bulunun sınıflar öğrencilerin daha iyi eğitim görmeleri açısından önemliydi, okulun yeterli sınıfının olması ayrıca sınıfların toplam onbeş kişiyi geçmesi ise benim bu okula gelmemdeki büyük etkenlerdendi. Bütün sınıfların kapısı açıktı böylelikle tüm okul bir biriyle etkileşim kurabiliyordu. Ayrıca dev gibi bir öğretmen kadrosu olması okulu ayrıca cezbettirmişti. Bu okulu seçmemdeki en büyük sebeplerden biri de babamdı, uzun soluklu araştırmalar sonucunda koca listede yalnızca bu okul kalmıştı. Dört tarafı çevrili ortasındaysa kocaman ortak alanı bulunuyordu, ülkenin sayılı okulları arasındaydı.

 

 

Üstündeki cam tavandan gökyüzü muntazam şekilde görünüyordu. Hep hayal ederdim gece okulda kalıp yıldızları izlemeyi, kim bilir ne kadar zevkli olurdu? Dört tarafı da çevriliydi fakat giriş ve çıkışlar çift olarak yapılırdı, ilk merdivenden girişler ikincisinden ise dışarı çıkışlar yapılırdı, kimse yoğunluk olmadığı sürece diğer merdiveni kullanmazdı zaten böyle şeylere izin de verilmezdi. Okulun çok katı kuralları bulunurdu; kimse kendinden büyüğe abi-abla demeden konuşamaz büyük olansa gerekmedikçe kendinden küçük sınıflarla ilgilenmezdi. Okul asla formasız öğrenci göremezsiniz çünkü kimse günlük kıyafetlerle ‘her ne olursa olsun’ alınamıyordu.

 

 

Kurallara uyulmadığı taktirde kimsenin bu okulda ilgisi kalmaz goygoyunu yapabileceği başka bir okul bulabilirdi. Okul çok eski yıllarda İngilizler tarafından yapıldığı için İngiliz mimarisinden çok sayıda esinti vardı. Her yıl okul icinde yaşadığımız yıla ayak uydumaya çalışılıdı, yer yıl yenilemede İngiliz mimarlar bulunduğu için modern İngiliz mimarisi de denebilirdi.

 

Okul formamız mavi takımdan oluşuyordu. Kızlarda erkeklerde gömlek giymek zorunda, üzerinde mavi ceket, pantolon olarak kumaş mavi tercih edilmişti. Kız öğrencilerin kurdele, erkek öğrencilerinse kravat takması zorunluydu. Ceketimi düzelttim, kolumdaki küçük tozu elimle kovdum. “Pişt, nereye gidiyorsun dalgın dalgın?” Öylesine yürüdüğümü düşünmüştüm. Ağzı kulaklarına varıyordu, neye sevindi kim bilir? Geldiğini bile anlamıştım.

 

“Fotokopi odasına gidiyorum, gelsene.” yüzü düştü.

 

“Çok sürer mi?” Dedi. Benimle beraber yürüyordu. Bu merdiveni de tamamladıktan sonra karşımıza çıkaktı. Elimdeki kağıtları gösterdim.

 

“Üç kağıt, on yedi tane çekilecek,” dudaklarımı büzdüm. “Biraz,” iki parmağımın arası açık işaret ettim. “uzun sürebilir.” Dedim.

 

İç çekti. “İyi bende geleyim, sana yardım ederim.” Dedi. Kafamı salladım. Sırtım ona dönüktü, “Birşey mi oldu? Hayırdır.” Dedim.

 

Kağıdın birini fotokopi makinesinin içine yerleştirdim bir yandan. “Sınıfa yeni biri geldi,” diyip cıvıldadı. “Acayip yakışıklı görmen lazım, yeşil yeşil gözleri bir bakıyor görsen dibin düşer.”

 

“Yemin et.”

 

“Yemin ederim boş olsaydın seni de tanıştıracaktım.” Dedi. Aramızda kısa sessizlik oluştu. Ona döndüm “E yalnız bırakmasaydın kurtlar kapmasın sonra.” çatılan kaşları düzeldi şapşal tavır takındı. Eli havada salladı, “yok yalnız bırakmadım Samet var yanında.”

 

Samet bizim yakın arkadaşlarımızdandı, okulun çoğuyla etkileşimi vardı. Kendinden yaşça küçük sınıflara abi muamelesi yapar okulun goygoyu ondan sorulurdu. Anlaşamadıklarıyla göz teması bile kurmaz, zorunda kaldığında küçük deliğe sokar onu sudan çıkmış balığa çevirmesini bilirdi. Bir erkeğe göre fazla kırılgan yapısı vardı ve ayrıca oldukça güvenilir en artı özelliği bu olsa gerek verdiğin sıralar onunla mezara kadar giderdi, neşeli etrafına gülümsemeyi yayardı. Sameti birgün okulda Cansu'yla birlikte sıkıstırıp ‘gey’ olup olmadığını sormuştuk ama değilmiş, biliyorum o zmaar yaptığımız çok kötüydü, çocuktuk düşünmemiş birinin bize karşı bu kadar iyi olmasını çok yadırgamıştım.

 

Gözlerindeki çocuksu parıltı arka sokaktan görülürdü. Ona döndüm,elimde sıcak kağıtları sıraya bırakıp ikinci kağıdı aldım. Cansu son kağıdı çektirip yanına bıraktı, geri geri gidip masanın üstüne çıkıp oturdu. Tekrar arkamı dönmek zorunda kaldım, kağıdı makinenin arasına sıkıştırdım.

 

“Ama Aslı görmen lazım çok kibar birisi,” insanlar göründüğü gibi çıkmayabilir.

 

“Yanına taşımak için gittiğimde bana ne dedi biliyor musun?” Elini diğer elinde göğsüne koydu. Kaşlarımı çattım.

 

“Ne dedi?” Saçını işaret ettim.

 

“Evet,” kıkırdadı. “Saçımın renginin ne kadar güzel olduğunu söyledi.” kahkaha attım.

 

“Bu o mu dersin?” Diye imada bulundum. Ayaklandı, “Sanmıyorum bence kibarlık olsun diye dedi.” Dedi. Kaşlarını çatmış sesinde şüphe hakimdi. İsim bitince masadaki diğer fotokopilerle birlikte bütün kağıtları toparladım.

 

Peki anlamında omzumu silktim. “Ben artık erkeklere güvenmiyorum her zaman sorun çıkarıp ilişkinin güvenini-” ellerimi kaldırıp onu susturdum.

 

“Herkes aynı değildir.” Dedim. Yalandan sistemle.

 

“Ya bırak daha geçen kimseye güven olmaz diyordun.” tehditkar bir şekilde gülümsedi, cebindeki telefonu çıkarıp saate baktı. “Zil çalacak şimdi diğer tenefüste hazır ol tanışıyoruz.” Kafamı ona çevirdim, yüzüm düştü. Kimseyle tanışacak gücü kendimde bulamazdım. Sahte gülümsemelerden de artık sıkılmıştım.

 

“Ben gelmesem?”

 

 

“Olmaz!” Dedi. Adeta haykırışı odada yankılanmıştı.

 

“Ne demek olmaz, gelmeyeyim sınıfta oturur soru çözerim.” Dedim bıkkınca.

 

“Olmaz işte Aslı, iyice inek olduk. İki insan yüzü görelim hadi.” o kadar sevimli görünüyordu ki onun yanaklarını sıkmak istedim. Dudaklarını büzdü, çoktan geldiğimiz gibi yukarı çıkmıştık. Merdivenin son basamağını çıktıktan sonra kendi sınıfını işaret etti, tam bu sırada zil çalmıştı. Şükrettim.

 

“Kısmet değilmiş.” Dedim kollarımı indirip kaldırdım.

 

“Diğer tenefüste kaçış yok geliyorsun.” Dedi. Tenefüse çıkanlar koridoru dolduruyordu. “Çok yorgunum,” diyip dudaklarımı büzdüm. “Siz kaynaşın beni sonra tanıştırırsın.” Dedim. Anlayışlı olmaya çalışıyordu, yüzü düştü. “Peki o zaman.” elimi salladım, artık sınıfa gitmem gerekiyordu. “İyi dersler,”

 

“Sana da.”

 

 

Fotokopileri kollarımın arasında sıkıştırdım. Çok uykum geldi, bıraksalar derse girmek yerine uyurdum ama hayattan beklentim çok yüksekti şimdi uyursam ne yazık ki gelecekteki ben sonsuza kadar koca bir boşlukta yaşardı ve bunu kendime yapamazdım. Bazı sorunlarla yüzyüze savaşmak gerekebilirdi, şuan olduğu gibi. Okuldan çıktığım gibi karakola gidip suçlunun yakalanıp yakalanmadığını sormaya karar verdim.

 

Olanlardan sonra her şeyden kaçtım ama bu yaptığım yanlış değil miydi? Gelecekteki ben’e haksızlık değil miydi bu? sonsuza kadar kaçamayacağıma göre kendime çeki düzen vermek zorundayım. Benim gözümün önünde birisi öldürüldü, tamam kolay değildi ancak bunu ona yapan adam hala elini kolunu sallaya sallaya dışarıda geziyordu. Nasıl bu kadar acımasız olabilirdi aklım almıyordu, birinin canını almak tek bir kurşuna bağlıydı. Onun adama yalvarışlarını kendi kulaklarımla duymuştum, peki o nasıl bu kadar acımasız olabilirdi? Ya adamın bir ailesi varsa ve ona bakması gerekiyorsa, çocukları ve eşi ortada kaldıysa? Bunun cezasını hangi yargı verebilirdi ki? Çocuklar sonsuza kadar babasını göremeyecekti... Elimdeki kağıtları masaya koyup sırama oturdum, kafamı sıraya koydum ellerimi kafamın üzerine masaj yapabilmek için koydum. Esnedim, hayır şimdi uyumamam lazım. Omzumu silktim, dersin hocası gelene kadar gözlerimi dinlendirecektim sadece.

 

 

Hayattan bize gönderecek bir kahraman bekliyorduk fakat ya o kahraman bizsek ve elimizden ne geliyorsa yapmıyorsak elbette ki adamın kimsesi olmayabilir, peki bu onu öldürülebilir yapıyor muydu? Hayır. Ben kendi kahramanım olacağım. Bana sorulan amansız yığınla sorulan soruların beni boğacağına inandığım tüm soruları cevaplamak için karakola gidecektim. Gözümü sıkıca kapattım. Gerekirse sorulan soruları tekrar tekrar anlatacak polisleri bıktırana kadar o merkezin önünde yatıp kalkacağım ama yeter ki katilin yakalandığını göreyim. Son düşündüğüm şey okul bittikten sonra karakola gidecegim olmuştu, zihnim yine içerideki karmaşasında kayıp oldu. Toparlamam uzun sürerdi, içine kimseyi sokmamam lazımdı yoksa o da içindekiler gibi kargaşaya karışıp giderdi.

 

 

***

 

 

Biri koluma çarptı. Nasıl, nerdeyim? Beynim uyuşmuştu. Kısa süreli şok atlattıktan sonra sınıfta olduğumu görünce rahatladım. Sıraya öyle bir yatmışım ki kolum uyuşmuştu. Ellerim kafama gitti, esnedim. Başım çalıyordu sanki çok uzun süre uykusuz kalmış gibi sersem hissediyorum. Acaba beynimi çıkarıp kucağımda taşımak nasıl olurdu? Kesinlikle su sıralar kötü bir fikir değildi. Duvar saatine baktım ardından etrafta gezindi. Gözlerim sonuna kadar açıldı. Bu saate kadar uyuduğuma inanamıyorum, sabah evden çıkmadan önce ilacı içmeseydim uyumazdım. Bütün işlenilen yerleri kaçırmıştım. Doktoruma bu konu hakkında danışmam gerekiyordu, bütün dersler boyunca gerçekten uyumuş muydum? Bütün konuları kaçırdım, şimdi hepsini kendim çalışmak zorundayım. Neden kimse uyandırdı? Ya da denediler uyandırmayı fakat çok derin uyuduğum için ben uyanmadım.

 

 

Sabır dilene dilene çantamı toparladım, oturduğum yerden kalkıp kırışan ceketimi düzelttim. Çantamı da koluma taktım. Saçlarımdan parmaklarımı geçirip taradım en azından şimdi az önceki dağınıklığından iyi duruyordu. Uyuyakaldığım için sınıftan ve hatta koridordan da en son ben çıkıyordum, telefonumu cebimden çıkarıp Anıl'a beni beklememesi hakkında kısa mesaj attım. Neden beni beklememesi gerektiğini sorduğunda ona ‘arkadaşlarımla soru çözümüne kalacağım,’ demiştim. İlk başta ‘seninle kalayım demişti,’ normal şartlarda olsa kabul ederdim ancak şimdi bu pek mümkün görünmüyordu. Ona benimle kalmasının sıkıcı olduğunu söyleyip ikna etmiştim, direkt eve geçmişti.

 

 

Okulun bahçesinde oturan arkadaş gurubuna kaydı gözüm, ne kadar da teleşsızlardı. Konuştukları konu her neyse oldukça komikti galiba çünkü bahçede kahkahaları yankılanıyordu. Okula ilk başladığım yıllarda Cansu'yla bende böyleydik, kendimize gidebileceğimiz şeyler bulurduk. Yüzümde maziye yönelik tebessüm oluştu, şimdi ise okul nerdeyse bitecek asıl hayatım olan üniversite başlayacaktı. Aylardır ‘lisede olduğu gibi’ babamın hazırladığı koca bir liste vardı, ülkedeki en iyi üniversiteleri niteliklerine göre sıralanmıştı. Okulun önündeki taksiye elimle işaret edip bindim.

 

Babam doktor olduğu için benimde benzer mesleklerde bulunmam gerektiğini söylerdi, bense daha kararımı veremediğimi ve bunun için çok erken olduğunu söylerdim bu yüzden babamdan çok kez azar işitmiştim. Daha hayat hakkında tecrübem yokken benden nasıl bir meslek seçmemi isteyebiliyorlardı. Kendime güvenim tamdı ben eninde sonunda bana uygun bir meslek seçeceğimi zaten biliyordum ama şuan bu aceleye gerek yoktu. Sınava aylar vardı şimdi bunları düşünüp Zeren yeteri kadar olan stres seviyemi yükseltmek istemiyorum.

 

 

Ağaçların dalları rüzgardan dolayı birbiriyle dans ediyordu adeta, gökyüzü, hava kararmaya başladıkça kendini çiçek misali kapatıyordu. Yollar, işten çıkan arabalarla doluydu genelde bu saatler okul çıkışıyla çakışırdı, kısa trafiğin ardından korakolun önüne varmıştım, parayı ödeyip taksiden indim, yağmur çiselemeye başlamıştı. Üstümdeki formama sıkı sıkı sarıldım rüzgar estiği için üşütmek istemezdim. Dışarıda olan polislerden birkaçı dönüp bana bakıyordu ardından kendi işlerine geri dönüyordu, sanırım bir lise öğrencisinin buraya ne yapmaya geldiğini merak etmişlerdi. Karakolun önünde dizili onlarca polis arabasından birinden yeni suçlu indi, elinde demir kelepçe kafasinise yere eğikti bu yüzden yüzü net seçilmiyordu. Kollarından giren polislerle hızla yanımdan geçip benden uzaklaştılar. Yanımdan geçmesi bile tüylerimi ürpertmişti.

 

Şimdi yapmam gereken şey gözüme korkutucu gelen bu merdivenlerden çıkıp evime gelen ve benimle konuşan o kadın polisi bulmaktı. Kendime olabildiğince sarıldım, burada bulunmam ne kadar doğruydu? Ya birazdan katili kapıdan içeri sokarlarsa ve ben onunla karşılaşmak zorunda kalırsam. Ömrüm boyunca unutamayacağım çok büyük bir tramva kalırdı. Kafamı salladım. Bulunsaydı şimdiye kadar çoktan bulunurdu.

 

İçeri girdiğimde hemen önümdeki soru sorabileceğim alana ilerledim. Önce sakın olmam lazımdı böyle sanki ben cinayet işlemişim de itiraf etmeye gelmiş gibi halim vardı adeta. Karşımdaki polis olabilirdi ancak o da benim gibi bir insandı. Yaklaştım ellerimi önümde kenetledim.

 

“Merhaba iyi günler ben bir polis memuruna bakmıştım. Böyle kısa siyah saçlı, hafif orta boylu bir kadındı.” İsmini hatırlamaya çalıştım. O gün evime geldiğinde ismini söylemişti ama hafızamdan silinmişti adeta.

 

“İsmi aklıma gelmiyor ama sanki Öykü komser demişti bana.” Bekleyen kadının kaşları çatılı sonra aydınlanmış gibi kaşlarını kaldırıp gözleri açıldı.

 

“Özge komiser mi?” Dedi.

 

“Evet.. evet o.”

 

“Neden arıyorsun onu?” Diye sordu. Sesinde şüphe kırıntıları hissediliyordu.

 

“Bir vaka hakkında bilgi almak için gelmiştim ona, çok kısa sorup gideceğim zaten fazla vaktini almam.” Dedim.

 

“Peki, bekle ben bir arayıp sorayım,” eline kablolu telefonu alıp birkaç tuşa bastı. “İsmin ne?”

 

“Aslı Koçer.” Dedim. Kafasını salladı, “Komserim iyi günler. Aslı Koçer adında genç bir hanımefendi sizinle görüşmek istediğini söyledi… peki… tamam… tamam Komiserim. Size de.” Diyip telefonu kapattı. “Siz isterseniz oturun, hemen geleceğini söyledi.”

 

“Tamam teşekkür ederim, iyi çalışmalar.” Dedim. İşaret ettiği yere oturdum. En azından yukarı çıkmak zorunda kalmadım. Her saniye yeni insanlar gelip yukarılara çıkıyorlardı. Bazıları takım elbiseli bazıları üstü başı çamur içindeydi, gördüğüm hayatlar arasında uçurum kadar fark vardı. Çok fazla polis aşağı inip yukarı çıkıyordu, merkezde genel olarak koşturmaca hakimdi. Bazı polislerin telsizlerinden yeni ihbar bildirimleri geliyor aceleyle polis arabalarına binip gidiyorlardı. Neredeyse tüm polislerin silahı vardı. Acaba içinde kurşun da bulunuyor muydu?

 

 

Telefonum cebimde titredi, elimi cebime sokup aldım. Ekrana baktığımda koskaca ‘ANNEM ARIYOR’ yazısıyla karşılaştım. Ne yapmalıyım? Açsam yalan söyleyeceğim açmasam eve gidince azar işitecektim. Çok bekletmedim çünkü yalan söylediğini anlardı. Gözlerimi kapatıp derin nefes aldım açıp kulağıma götürdüm. Gözlerim oturduğum yerden her yerde gezindi, kasvetli hava tüm karakolu sarmıştı.

 

 

“Alo anne?” dedim sesim telaştan uzak.

 

“Aslı neredesin kızım? Anıl'la gelmemişsin?”

 

“Okuldayım anne, ben Anıl'a söyledim soru çözeceğiz diye. Merak etme isim bitince direkt evs geleceğim.” Dedim. Onu merakta bırakmak istemiyorum çünkü yalan söylediğimi anlayabilirdi.

 

“Keşke eve gelseydin, evde çalışırdın.” Dedi sitemle. Omuzlarım düştü, içim ısındı. “Merak etme anne geç gelmem.” Dedim. “Tamam dikkat et, kimseye güvenme. Çıktığında ara baban alsın.” Dedi.

 

“Anne ben kendim gelirim. Akşam yemeğine yetiştirim hatta erken bile gelirim.” yanımdan geçen polisin telsizinden yeni bir ihbar yankılandı. “O ses ne, biri mi var yanında?” Batırdım herşeyi elim saçlarıma gitti.

 

“Yok anne hoca soruyla ilgili bilgi vermişti kapatmam lazım.”

 

“Tamam hadi bakalım, dikkat-” sözünü kestim.

 

“Dikkat ederim; tamam kapatıyorum, öptüm seni çok çok.” Dedim.

 

“Ben de seni öptüm.” Dedi. Derin nefes aldım. Umarım söylediğim yalan ortaya çıkmaz yoksa…

 

Sonunda diğerleri gibi polis üniformalı aradığım kişi yanıma geldi. Kısa saçları sanki sürekli yeni kesilmiş gibi kısacıktı. “Merhaba.” Diyip elimin tekini kaldırıp indirim.

 

“Selam, kendini daha iyi hissediyor olmalısın.” Kafamı salladım, “Daha iyiyim teşekkür ederim.” Ayağa kalktım formama çeki düzen verdim. Elimi uzatıp kendimi tanıttım. “Aslı.” Elimi sıktı, “Biliyorum Aslı adım Özge, memnun oldum.”

 

Eliyle dışarısını gösterdi ilerlediği yerden onu takip ettim. “Sizi rahatsız etmek istemezdim ama bu belirsizlik beni çok yordu, katil hakkında bir gelişme yaşandı mı?” Dedim. Gözlerindeki karamsarlıkta boğuldum. ‘hayır’ der gibi sanki etrafa bakındı.

 

“Şimdilik araştırıyoruz, hâlâ devam ediyor. Çok fazla bilgi veremem sana ama şunu söyleyebilirim adamın arkası kalabalık duruyor. Yani tek kişinin yapacağı şey değil bu.” Şaşırdım, yüzüm gerildi duyduklarıma.

 

“N- nasıl yani? Cinayeti başka biri yaptırmış olabilir mi diyorsunuz?” Bilemem anlamında omuz silkti.

 

“Dediğim gibi hala araştırıyoruz kesin birşey söylemem doğru olmaz fakat öyle görünüyor.” İnanamıyorum bu adam ne yapmış olabilir de peşine kiralık katil taktırmıştı. Belki de aylardır adam peşindeydi o yüzden bu kadar çökmüş görünüyordu gözlerine baktığımda. Hayali belirdi zihnimde adamın bacağına yapışıp yalvarışları geldi gözümün önüne. Bir damla yaş süzüldü. Uzaklara daldım. Oturduğumuz bankın soğuğu içimi titretti. “Benim yapabileceğim birşey varmı? Bir an önce yakalanıp ait olduğu yere gitsin istiyorum.”

 

“İnan bizler bunun için uğraşıyoruz, sen zaten yapman gerekeni yaptın. İfadende anlattığın çoğu detay bizi elimizdeki bilgilerin çok daha fazlasına yönlendirdi. Sen belkide o gece orada olmasaydın katil ormanda izini kaybettirecekti.” Bir Saniye, Nasıl? Birisi daha vardı. O. Biri daha vardı, o ifade vermedi mi? Başıma ağrı saplandı elim aniden kafamı buldu. “İyi misin tatlım? Yardım çağırayım mı?”

 

“İyiyim, teşekkür ederim,” Bana bakıyordu, kaşlarım çatıldı. “Gerek yok sağolun.” Dedim.

 

“Benden başka kimse olayı görmemiş mi?” Dedim merakla. Kafasını salladı, “Hayır hiç görgü tanığı bulunmadı.” Ama hastaneye gelmişti, neden ifade vermedi? Belki işi vardı zaten kafeden de aceleyle çıkmıştı, ben de peşine takılmıştım. Komisere yanımda birinin daha olduğunu söyleyeceğim sırada telsizinden bildirim gelip yanımdan ayrılmıştı. Gitmeden önce ona kişisel olarak numaramı bırakmıştım ki bir gelişme olduğunda bana haber verecekti, bunun için ona gerçekten çok minnettar oldum.

 

Oturduğum yere bıraktığım çantamı omzuma astım ve ceketimi giydim. Taksiye bindiğimde o geceyi düşündüm. Kaçarcasına kafeden çıkıp gittiğinde bende peşine takılmıştım, ne kadar bağırsam da arkasını dönüp bakmamıştı bile.

 

Ne diye peşinden koştuysam zaten bütün havam bozulmuştu onun yüzünden.

 

Neyse ki en azından şikayette bulunup birde bununla uğraşmamıştım. “Adamda şüpheli bir tavır sezdiğimi hatırlıyor muyum? Hayır hatırlamıyorum.” Kendime sorduğum soruya cevap verdim. Taksici abi aynadan bana baktı. “Duyamadım?” Dedi, sorar gibi.

 

“Size demedim. Pardon.”

 

Sadece biraz aceleci davranıyordu. Sanki, nasıl desem? gitmesi gereken yere geç kalmış yada biriyle buluşacakmış gibi. Hava iyiden iyiye kararıyordu, yağmur artık hafifte yağmıyordu, yağmur ve insanlık arasında yoğun tartışma yaşanıyordu. Geldiğim yollarda şimdi hiç trafik yoktu, sonunda Hersek gideceği yere varmıştı. Aklıma yarın psikolog randevum geldi, ilk defa psikologla konuşacaktım bu yüzden hem heyecanlıyım hemde korkuyorum. Ya deliysem ve hastanede yatmak zorunda kalırsam, o zaman ailem ne kadar hayal kırıklığına uğrardı. Kafamı salladım, kötü düşünceleri fazla artmadan zihnimden silmeye karar verdim böyle giderse gerçekten deli olacaktım.

 

 

Eve yaklaşmıştım sonunda, yollardan geçerken o tanıdık hissiyatla dolup taştım. Ev bazen seni çok kırardı… hakikaten öyle miydi? Yoksa bu söylentiler basit yalanlardan ibaret olabilir miydi? Başım ağrıdı düşünmekten, çantamdan ağrı kesici aldım. İhtiyacım olduğunda hep bunu kullanırdım.

 

Malum günün yaşandığı kafenin önünden geçecektik birazdan. Bakmak istemesem de zihnim orada ve cinayet mahallini merak etmişti, bedenim kasıldı midem çoktan hazırda bekliyordu. Kafenin içi doluydu, arabada olsam bile içerdeki gülüşme sesleri kulağımda canlanıyordu. Cansu'yla çok kez içerde takılmıştık onlarca anı biriktiripmiştik. Kırmızı ışık sebebiyle taksi taksi durmuştu, taksiciye yandan bakış attım. Sarı saçları yıllara meydan okurcasına sağlıklı duruyordu ama cildi için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Yüzünde yaralar döküntü yapmıştı, gözleri bomboş yola odaklanmış yeşıl ışığın yansımasını bekliyordu. Ara ara kaşları çatılıyordu muhtemelen aklında çok fazla şey vardı. Kuru yüzü elmacık kemiklerini öne çıkarıyordu, gözlerinin altındaki koyu halkalar yüzünün en belirgin yeriydi. Kafamı salladım, saçmalama o öldü. Zihnim bana kişisel bir oyun oynuyordu anlaşılan. Gözümü kapatıp açtım, tekrar ona döndüm bu sefer ilk hali gibi normaldi sanırım bir anlık hayallendim. Dikkatimi dikkatimi başka yere çekmeye çalıştım tekrardan kafeye döndü bakışlarım bu sokakta genelde çeşitli mekanlar vardı.

 

 

Kafenin yanında gösterişli restaurantlar yer alıyor ne kadar paran varsa gittikçe o kadar lüks mekanlar giderek artıyordu. Sonunda ışık yanıp ara sokağa girdik buradan sola girip ana caddeye çıktığımızda evim sağda kalıyordu. Sanırım yeni biri taşınıyordu zira önümüzdeki kamyondan eşyalar indiriliyordu. Abi vitesi geriye almıştı ki arkamızdan korna çalındı. Abiyle dikiz aynasında göz göze geldik, “Bekleyeceğiz galiba?” Dedim sorarcasına. Eliyle yolu gösterdi, dudaklarımı büzdüm. Camı açıp kafasını dışarı çıkardı.

 

“Kardeşim arabayı yoldan çeksene.” Ofladım.

 

“Abi ben burada ineyim, geldik zaten.” Parayı ödedikten sonra arabanın kapısını açıp dışarı çıktım.

 

Dışarısının sert rüzgarı bedenimi titretti. Ciğerlerim soğuk havaya meydan okuyordu, ellerimi cekete sardım. Olduğum yerde kaldım, içtiğim ilaçların yan etki yapıp yapmadığını düşündüm ama hayır bu sefer gerçekti. Kalakaldım, rüzgar saçlarımı birbirine doladı. Hayır. Gerçek… Anlamanın tek yolu vardı…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%