Yeni Üyelik
5.
Bölüm

O Gün

@nur_zz

Yeni bölümden hepinize merhaba 🥰İnşallah sizlerin de beğendiği bir bölüm olur diyerekten sizleri bölüme dogru uğurluyorum. 🤭

Bir de size ufak bir hatırlatma satır arası yorumlarınızı heyecanla bekliyorum. 😉

Okuduğunuz tarihi de buraya bıraktıktan sonra artık bölüme geçebilirsiniz. 😗

Keyifli Okumalar...

Instagram: Just.alone7 beni takip etmeyin unutmayın canlarım ❤️

~~~~~

 

​​​​TÜM MUHTEŞEM HİKAYELER İKİ ŞEKİLDE BAŞLAR. YA BİR İNSAN BİR YOLCULUĞA ÇIKAR YA DA ŞEHRE BİR YABANCI GELİR.

 

TOLSTOY

 

Poyraz Ali ile ellerimizi ayırdığımız da, aramızda oluşan kısa ama anlamlı bir sessizlik vardı. Gözlerimiz birbirine kilitlenmiş, bir an için dünyanın geri kalanını unutur gibi olduk. Poyraz Ali’nin bakışları, gözlerimde bir anlam arıyormuş gibi dolaşırken, ben de onun bakışlarından etkilenmiştim. Sonunda Münevver teyzenin seslenmesiyle gerçekliğe dönüp, kendimizi salonun ortasında bulduk. Münevver teyze, gülümseyerek hepimizi sofraya davet etti.

 

Halamla birlikte masanın yanına geldiğimizde herkes yerini aldı; ben de halamın yanındaki boş sandalyeye oturdum. Bir yanımda halam, bir yanımda Ayla teyze oturuyordu. Ayla teyzenin hemen yanında, masanın bir başında Yalçın amca, diğer tarafında ise Münevver teyze vardı. Benim tam karşımda, Poyraz Ali tarafından geri çekilen sandalye, oraya kendisinin oturacağını anlamama neden oldu. Sümeyye ise yemek servislerini yaptıktan sonra halamın karşısına geçerek oturdu.

 

Gözlerim tekrar masaya kaydığında, Ayla teyzenin sofrayı ne kadar özenle hazırladığını anladım. Masada porselen tabaklarda bir dizi Erzurum yemeği yer alıyordu: koyu bir yayla çorbası, çıtır çıtır bir ekmek ve çeşitli salatalar ile yoğurtlu mezeler bulunuyordu. Her ne kadar içli köfteyi ve yayla çorbasını tanıdık bulsam da, diğer yemeklerin adını pek bilmiyordum.

 

Halam durumu anlamış olmalı ki kulağıma doğru hafif eğilerek, “Bu çorba yayla çorbası,” dedi. “Şu ekmek ise kete, böylesine çıtır ve hafif. İçli köfteyi zaten biliyorsun, bu da cağ kebabı, Erzurum'un meşhur et yemeği.” Halamın kısa ve öz açıklamalarıyla yemekleri daha iyi anlamaya başladım ve tatları denemek için sabırsızlandım.

 

Yayla çorbasından bir yudum aldım ve gerçekten beğendim. O sırada Ayla teyze bana bakarak, “İnşallah beğenirsin, yavrum. Ben ne sevdiğini bilmediğim için böyle hazırladım. Eğer yemek istediğin başka bir şey varsa, lütfen söyle, olur mu?” dedi. Yüzünde samimi bir ifade vardı ve gözlerinde bir parıltı gördüm.

 

Ben de gülümseyerek, “Çorba gerçekten çok lezzetli, ellerinize sağlık. Masada yeterince güzel şey var, başka bir şey hazırlamanıza gerek yok. Zaten yeterince zahmet verdik; başka ne isterim ki sizden?” dedim.

 

Ayla hanım bana şefkatle bakarak, “Canım benim, beğendiysen ne güzel,” dedi. Yüzünde içten bir gülümseme vardı ve gözlerinde bana karşı derin bir anlayış ve sıcaklık bulunuyordu. O an, annemi ve babamı kaybetmenin getirdiği üzüntü ile bazı gerçeklerin üzerimde yarattığı ruhsal baskıyı kısa bir süreliğine unuttum. Ayla teyzenin bu şefkatli bakışları, kendimi biraz daha iyi hissetmemi sağladı.

 

Ayla teyzenin şefkatli bakışlarından sonra yemek yemeye geri döndüm. Yalçın Amca, bir süre sonra ortamdaki sessizliği kısa bir süreliğine dağıtmak için bana doğru baktı ve, “Sen nasılsın kızım, kendini toplayabildin mi?” diye sordu.

 

Sorusu üzerine gözlerimi Yalçın amcanın üzerine dikerek kısa bir süre bekledim. Gerçekten ben nasıldım? Annesini ve babasını kaybetmiş biri nasıl olurdu ki? Üstelik onları kanlar içinde bulan yine kendisi ise...

 

Bu acı, aniden gözlerimde belirdi ve derin bir üzüntü dalgası gibi içimi kapladı. Sessizce Yalçın amcaya bakarken, üzerinde hissettiğim yoğun bakışlarla Poyraz Ali’nin de bu anı izlediğini, bakışlarının bende olduğunu hissettim. Bu duygusal yükün ve bakışların farkında olarak, cevap vermek için derin bir nefes aldım.

 

Elindeki çorba kaşığıyla, kasesindeki muhtemelen soğumuş olan çorbayı karıştıran Yalçın amcaya dönüp, “İyi olmaya çalışıyorum tabii; annesini ve babasını bir gecede kaybeden biri ne kadar iyi olabilirse, ama gayret ediyorum,” dedim.

 

Cevabımın ardından masada kısa bir sessizlik oluştu; ortamın üzerinde aniden bir buz kesme hali belirdi. Yalçın amcadan dağınık bir şekilde bakan gözlerimi çektiğimde çorbama geri döndüm. Kimsenin duyamayacağını tahmin ettiğim bir şekilde kendime fısıldadım: “Onları kanlar içinde bulduktan sonra nasıl iyi olayım ki?” Kısık sesimle konuşurken, Poyraz Ali’nin yoğun bakışları altında olduğunu fark ettim. Kafamı kaldırıp ona baktığımda, gözlerinde ağır bir üzüntü gördüm; benim için üzülmüştü, ama ben de şu an kendim için üzülüyordum.

 

O gün dışarı çıkmasaydım, arkadaşlarıma veda etmek istemeseydim, belki ben de şu an ölmüş olacaktım; ama onlarsız olmayacaktım. Bu düşüncelerden sıyrılmaya çalışarak yemeğimi yemeye devam ettim. Masada yemeğimi yerken, Yalçın amca, Ayla teyze ve Münevver yeyze de sessizce çorbalarına döndüler. Konuşmamızın ardından yan masada hiçbir ses çıkmadı ve yemeklerimizi sessizce yedik.

 

Poyraz Ali’nin yoğun bakışları altında yemek sona erdiğinde, kafamı Ayla teyzeye çevirdim ve, “Ellerinize sağlık, Ayla teyze; her şey çok güzel olmuş,” dedim. Benim ardımdan halam da Ayla teyzeye beğenilerini söyledikten sonra Münevver teyzenin sandalyesini geri itip masadan kalkmasıyla birlikte hepimiz ayaklandık.

 

Münevver teyze bana kısa bir bakış atıp halama döndü. “Gel Halime, biz oturalım; çocuklar halleder masayı,” dedikten sonra halam da Münevver teyzeyi kafasını sallayarak onayladı ve yanına doğru adımladı. Halamın Münevver teyze ile birlikte koltuğa oturmasını bekledikten sonra gözlerimi onlardan ayırdım ve Sümeyye’ye bakmak için kafamı çevirdim. Tam kafamı çevirdiğim sırada Poyraz Ali ile yine gözlerimiz birbirine değdi. Bu akşam ilk kez tanıdığım bu adamla ne kadar çok göz göze gelmiştim. Beni yanlış anlamasından korktuğum için gözlerimi Poyraz Ali’den ayırıp Sümeyye’ye döndüm. “Masayı toplayalım mı? Mutfak nerede?” diye sordum.

 

Sümeyye, tatlı bir gülümsemeyle, "Bence sen babannemlerin yanına geç ve dinlen, çünkü bayağı yorgun görünüyorsun," dedi. Ancak masayı tek başına halledeceğini söylediğinde, yardım etmekte ısrar ettim. Sonunda, ısrarım üzerine kabul etti ve hızlıca masayı toparlamaya başladık. Biz Sümeyye ile masayı toparlarken Poyraz Ali’nin bakışlarının üzerimde olduğunu hissettim.

 

Gözlerimizin tesadüfi olarak çakıştığı anlar, içimde bir tür kıpırtı yaratıyordu. Bu rahatsız edici ama bir yandan da çekici bakışlar, konuşmalarımızın arasında bir boşluk oluşturuyordu. Masayı toparlamayı bitirdikten sonra hızlıca Sümeyye ile birlikte bulaşıkları da makineye yerleştirmeye başladık. Sümeyye, tabaklarda kalan yemek artıklarını fırça ile temizledikten sonra bana veriyor, ben de sırasıyla makineye yerleştiriyordum.

 

Sırasıyla tüm bulaşıkları makineye yerleştirdikten sonra makinenin kapağını kapattım ve Sümeyye'nin ellerini yıkamasını bekledim. Sümeyye, ellerini yıkayıp hızla kenara çekildiğinde, ben de ellerimi yıkamak üzere lavaboya yöneldim. O sırada mutfakta geleneksel bir sessizlik hâkimdi; sadece suyun cıvıltısı ve ocağın üstünden yayılan zayıf ateş sesi vardı.

 

Ellerimi yıkarken, Sümeyye’nin çay bardaklarını dikkatlice doldurduğunu görebiliyordum. Bir yandan suyun serinliği ellerimde ferahlık yaratırken, diğer yandan Sümeyye’nin her hareketi titizlikle ve adeta bir ritüel gibi gerçekleşiyordu. Bardakların her biri dolduktan sonra, Sümeyye bana dönüp gülümsedi. “Teşekkür ederim, yardımın için; ama artık sen içeri geç, ben çayları alıp geliyorum,” dedi nazikçe.

 

Sözleri üzerine başımı salladım ve ardından salona geçmek üzere mutfaktan çıktım. Salona geldiğimde hızla halamın yanına oturdum. Odanın huzurlu atmosferi beni sarmalarken, geldiğimden beri bana o gün hakkında ufak bir soru bile yöneltmeyen bu insanların üzerinde minnetle gözlerimi gezdirdim. Derin bir nefes alarak rahatladım ve gözlerimi hafifçe kapatıp açtım.

 

Tam o sırada kapı çaldı; ses, salondaki sessizliği bozarak dikkatimi çekti. Poyraz Ali hızla ayağa kalkarak kapıyı açmak için salondan ayrıldı. Kapı sesi yankılanırken, Poyraz Ali’nin odadan çıkışıyla birlikte, kapının açılması ve kapanması arasındaki kısa boşlukta evin geri kalanında bir merak ve beklenti havası oluştu.

 

Kısa bir süre sonra, salona teker teker giren kişilerle kısa bir an göz göze geldim. Gelenlerin bana bakarken gözlerinde oluşan yabancılaşma duygusunu bariz bir şekilde hissettiğim için hızla önüme döndüm.

 

Yanımda oturan halamın ayağa kalkmasıyla birlikte ben de yerimden kalktım. Gelen kişilerin kim olduğunu bilmiyordum; haliyle içimde belirsizlik vardı. Karşımda, salona önden adım atan orta yaşlı adamı gördüm. Adam, Münevver teyzeye dönüp, “Hayırlı akşamlar, anne,” dediğinde gelenlerin halamın bahsettiği Münevver teyzenin küçük oğlu olduğunu anladım.

 

Münevver teyze oturduğu koltuktan kalkmadan oğluna, “Hayırlı akşamlar oğlum, gelin hoş geldiniz,” dediğinde onları zaten beklediklerini anladım. Adının ne olduğunu bilmediğim adam yavaş adımlarla halamın yanına geldiğinde, birbirlerine sarıldılar; ardından başsağlığı diledi ve halamdan ayrılarak bana doğru döndü. Halam da adamın bana dönmesiyle elini yine bel boşluğuma yerleştirdi ve bizi tanıştırdı. Sadece birkaç saniye önce adını öğrendiğim Sadık bey, hızla beni kollarının altına aldı ve başsağlığı dileyip olanlara üzüldüğünü belirttikten sonra aynı hızla kollarını benden ayırdı. Ben de teşekkür edip geri doğru çekilirken içeri giren kızlardan sarışın olanı, Sadık beye bakarak, “Baba, çekilsen de biz de mi tanışsak misafir kızla?” dedi.

 

Kızın sesindeki şımarıklık tonu tüm düşüncelerimi çevrelemişti ve beni germişti. Halam, belimdeki elini yavaşça hareket ettirerek beni rahatlatmaya çalışıyordu. Sarışın kız, yüzünde kahkaha atmaya yakın bir gülümseme ile tam önüme geldi ve elini uzattı. “Hoş geldin, misafir kız. Ben Hale." dedi. Yüzündeki alaycı gülümseme, onun kibirli ve kustah bir tavır sergilediğini açıkça ortaya koyuyordu. Kaşları hafifçe yukarı kalkmış, derin bakışları ile beni süzmekteydi. Ardından, "senin adın nedir?” diye sordu.

 

İsminin Hale olduğunu öğrendiğim bu kızın, daha beni tanımadan bu şekilde şımarıkça konuşmasına ve bana “misafir kız” demesine biraz sinirlenmiştim. Birkaç saniye sessizce gözlerinin içine baktıktan sonra yavaşça elimi, bana uzattığı eliyle birleştirdim.

 

“Memnun oldum Hale hanım, ben de Deren,” dediğimde gözlerinden beklediği karşılığı alamadığını anlatan o ifadeyi gördüm. Birkaç saniye gözlerime bakmaya devam etti ve ardından elini hızla elimden çekerek halama yöneldi. Halama da kuru bir başsağlığı dileyip hızla babasının yanına oturdu ve bacak bacak üstüne atarak gözlerini bana çevirdi.

 

Sabır dilercesine kafamı sallarken, Poyraz Ali ile tekrar gözlerimiz birbirine değdi. Bu akşam sayamadığım kez birbirine değen gözlerimizi yine hızla ayırdım ve Sadık beyin oğlu Asaf ile tanıştım. Asaf, mesafesini koruyarak halam ile bana aynı anda başsağlığı diledi ve Hale'nin yanına geçip oturdu. Asaf'ın ardından gözlerim hâlâ ayakta duran Sadık beyin diğer kızına yöneldi.

 

İsminin henüz ne olduğunu bilmediğim kız hızla yanıma geldi. Sıcak bir tebessümle isminin Leyla olduğunu söyledikten sonra, konuşmama fırsat vermeden başsağlığı diledi ve sıcakkanlı bir tavırla bana sarıldı. Sarılmasına karşılık verirken Leyla'nın Hale gibi olmadığını anladım. Benden ayrıldıktan sonra aynı sıcakkanlı tavrıyla halama da başsağlığı diledi ve Ayla teyzenin yanına oturdu. En son Sadık beyin eşi Zeliha hanımla da en az Hale kadar soğuk bir şekilde tanıştık ve yerlerimize geçip oturduk. Sümeyye bu sırada çayları getirmiş ve bize servis etmişti. Salonda genel bir muhabbet dönüyordu ama ben bu aileye yabancı olduğum için çok fazla dahil olmuyordum.

 

Kafamı önüme eğdim ve derin bir nefes aldım. İçsel bir huzur arayışıyla kendimi toparlamaya çalıştım. Ardından, mutfağa gitmeden önce halamın yanına bıraktığım telefonumun sesinin geldiğini fark ettim. Telefonun zil sesi, salondaki ses kalabalığını bir anda sonlandırmıştı. Halam, telefonun sesini duyduğunda başını çevirdi ve bana baktı. Gözleri, merak ve soru işaretiyle dolu bir ifade taşıyordu.

 

Hızla telefonumu elime aldım ve arayan kişinin Münir amca olduğunu gördüm. Münir amca, babamın "kardeşim" dediği çok yakın bir dostuydu; sık sık bize gelip gittikleri için ben de çok yakından tanıyordum. Telefon çalmaya devam ederken halam, “Yavrum, açsana telefonunu,” dediğinde gözlerimi ekrandan kısa bir süre ayırdım ve halama kafamı sallayarak onayladım. Ardından salondaki derin sessizliğin beraberinde hızla telefonu açıp, “Alo, Münir amca?” dedim. Münir amca bir an sessiz kaldıktan sonra, “Hayırlı akşamlar kızım, müsait misin?” diye sordu. Etrafıma bakarak, “Misafirlikteyiz amca ama müsaitim, buyur,” dedim. Münir amca, “Kızım, ben yurt dışındaydım, yeni döndüm ve döner dönmez bir şey duydum, doğru mu?” dedi. Bahsettiği şeyin anne ve babamın ölümü olduğunu fark ettim. Gözlerim dolmuştu ama ağlamamak için kendimi zor tuttum. “Evet, Münir amca, doğru; maalesef annem ve babamı kaybettik,” dedim. Münir Amca telefonda üzgün bir sesle, “Başımız sağ olsun kızım. Nasıl oldu bu iş? Herkesin kafasından farklı ses çıkıyor. Adliyedeki tanıdıklarıma sordum ama onların da dosyadan çok haberleri yok. Dosyaya dair bilgi de yokmuş, o yüzden seni aradım,” dedi. Ben de, “Dosyaya gizlilik kararı verildi amca, o yüzden bir şey öğrenememişsinizdir,” dedim. Münir amca, “Gizlilik kararı neden bu kadar hızlı geldi ki?” dedi. Benim cevap vermeme müsaade etmeden kendi sorduğu soruyu yine kendi cevapladı. “Tabi ya, Tahir oğlum da savcı. Kan bağınız da olmadığı için dosyayla o ilgileniyor ve onun sayesinde gizlilik kararı getirildi, değil mi?” diye sordu. Göremeyeceğini bildiğim halde kafamı salladım ve “Dosyanın tek savcısı o değil ama evet, o sağladı gizlilik kararını,” dedim.

 

“Anladım kızım, sen şimdi Kırşehir'de misin yoksa gittin mi Erzurum'a?” diye sorduğunda, gözlerimi yine salonda benim telefon konuşmamı alenen dinleyen ev halkından gezdirdim. “Bugün Erzurum'a geldim Münir amca, cenazeden ötürü iznimi hemen kullanmıştım. Yarın iznimin son günü olduğu için bugün halamla birlikte döndük.” Münir amcaya kısa ve öz bir açıklama yaptıktan sonra gözlerimi yine salonda gezdirdim. “Anladım kızım, ben seni daha fazla tutmayayım. Bir ihtiyacın varsa ya da olursa mutlaka ilk beni ara; ben de senin baban sayılırım, her zaman yardımcı olmaya çalışırım,” dedi. Söylediklerinden sonra yüzümde buruk bir tebessüm oluşurken, cevap vermeyi geciktirmedim.

 

"Teşekkür ederim Münir amca ama bir ihtiyacım yok; olursa da söz, ilk seni aramaya çalışacağım," dedim ve eşi Sevde teyzeye selam söylemesini istedikten sonra iyi akşamlar dileyerek telefonu kapattım. Münir amcanın sesini duymak her ne kadar iyi gelse de, annem ve babamın kaybını tekrardan hatırlatıp hissettirdiği için başımı öne eğip, ağlamamak için kendimi sıktım.

 

Omzumda hissettiğim el ile kendime gelirken elin sahibine bakmak için kafamı kaldırdığımda gözlerim Ayla teyzenin şefkat dolu gözleriyle birleşti.

 

"İyi misin kızım? Seslendik ama duymadın." Hızla kafamı salona çevirdiğimde herkesin gözlerinin benim üstümde olduğunu gördüm.

 

"Şey... Kusura bakmayın, ben dalmışım öyle ama iyiyim," dedim.

 

"Yok kızım, ne kusuru? Sen iyisen gerisi önemli değil." Ayla teyzenin gözleri, ikna olmadığını açıkça belli ediyordu ama daha fazla beni rahatsız etmemek için ikna olmuş gibi davrandı. Gözlerimi yavaşça kapatıp açarak Ayla teyzeye teşekkür ederken, Hale'nin sesini duymamla ona döndüm.

 

"Sahi Deren, bize de bahsetsene, ne oldu o gün? Malum, dediğin gibi dosyaya gizlilik kararı verilmiş, anladığım kadarıyla tanıdık falan sokulmuş araya." Misilleme yapar gibi güldükten sonra aynı ses tonuyla devam etti: "Poyraz Ali bile onlarca telefon görüşmesi yapmasına rağmen bir şey öğrenemedi ama biz merak ediyoruz; ne oldu o gün, kim öldürdü annenle babanı, hem sen neredeydin onlar o evde ölürken?" Hale'nin bir anda böyle konuşmasıyla gözlerim acı ve şaşkınlığımın verdiği duyguyla açıldı. O gün, gözlerimin önünden film şeridi gibi geçerken, tekrar o anı yaşamamak için gözlerimi hızla sıkıca kapattım.

 

"Hale!" Yalçın amcanın yüksek bir sesle Hale'yi uyarmasıyla kendime geldim ve gözlerimi geri açtım. Burada, bu kızın karşısında ağlamayacaktım. Konuşmak için tam dudaklarımı aralamıştım ki Hale'nin tekrar konuşmasıyla dudaklarım geri kapandı.

 

"Ne var, amca? Yalan mı, siz de merak etmiyor musunuz? Hem siz değil miydiniz, araya tanıdık falan girmiş diye? Zaten ismi olan bir aile, öyle kapatılmıştır dosya diyen. Şimdi ben bunları söyleyince niye bana bağırıyorsunuz?" Gözlerini hızla Yalçın amcadan çekip bana geri döndürdü. "Evet, Deren, anlatmayacak mısın artık? Bak, hepimiz aslında çok merak ediyoruz ama onların sormaya cesareti yok; o yüzden ben soruyorum." Münevver teyze hızla Hale'ye dönüp bağırmak üzereyken, konuşmasına izin vermeden ben konuşmaya başladım.

 

“Öncelikle dosyaya gelen gizlilik kararına açıklık getireyim, Hâle,” dedim, Poyraz Ali, gözlerini kısarak bana bakarken. “Kendin söyledin, annem ve babam isim yapmış kişiler; özellikle babam emekli bir emniyet mensubu. Yıllarını devlete hizmet ederek geçirmiş bir başkomiser. Böyle tanınan birinin ölümünün, yani cinayetinin ardından çıkacak dedikodu ve güvenlik açıklarına karşı en başından önlem almaları gerekiyordu. Bu nedenle, gerekli mercilerde olabildiğince hızlı davranarak gizlilik kararı için ellerinden geleni yaptılar.”

 

Kafamı Poyraz Ali’ye çevirdim. “Siz de savcı olduğunuz için bu durumu en iyi sizin anlayabileceğinizi düşünüyorum. Size böyle bir dosya gelse ve ölen kişi yıllarını devletine hizmet etmek için vermiş bir polis ya da asker mensubu olsa, ne yapardınız?” Cevap vermesini beklemeden devam ettim. “Sizi tanımıyorum ama eminim ki, siz de en kısa sürede durumun ciddiyetini kavrar ve işinizin gereğini bu şekilde yapardınız diye düşünüyorum,” dedim.

 

Poyraz Ali, kafasını sallayarak beni onayladı ve ben tekrar Hâle’ye döndüm. “Annem ve babamın dosyası bu şekilde gizlilik kararına kavuştu, Hâle. Umarım bu konudaki merakını giderebilmişimdir.”

 

Hâle, umursamaz bir tavırla gözlerini devirdi. Bu kız gerçekten sinir bozucuydu. “Peki, annenin ve babanın nasıl öldüğünü de merak ediyoruz. Bu konuda merakımızı giderebilecek misiniz?” diye soran ise Hâle'nin annesi Zeliha hanımdı.

 

O gün yaşadıklarımı hatırlamanın verdiği gerginlikle Zeliha hanıma döndüm. “Neden bu konuda kızınızın ve sizin bu kadar meraklı olduğunuzu anlayamadım, Zeliha hanım?” dedim. Zeliha hanım, ona bu şekilde karşılık vermemle birlikte oturduğu yerde biraz kımıldandıktan sonra Münevver teyzeye kısa bir bakış atıp tekrardan bana döndü. “Şu yüzden merak ediyoruz, Deren'ciğim.” Gözlerini biraz kısarak iğneleyici bir üslupla konuşmasına devam etti: “Burası bir aile apartmanı ve siz ailemizden olmamanıza rağmen hâlâ anlayamadığım bir şekilde burada yaşıyorsunuz. Kimlerle yaşadığımızı, neler olduğunu bilmek bu durumda bizim de hakkımız bence,” dedi.

 

Halam, benim cevap vermeme müsaade etmeden, sesine yansıyan sinir ve gerginlikle birlikte Zeliha hanıma dönerek, “Sen ne demek istiyorsunuz, Zeliha hanım?” diye sordu. Zeliha hanım, altta kalmadan, “Söylemek istediğim şeyler gayet açık değil mi, Halime abla? Burada bizimle yaşayacaksınız. Arkanızdan eli kanlı katilleri getirmediğinizi nereden bileceğiz?” Gözlerini halamdan ayırıp benimle tekrardan birleştirdi. “Sizin yüzünüzden başımıza bir şey gelmesini ve hayatımızı riske atmanızı istemiyoruz,” dedi. Bu kadar rahat olmasına şaşırarak gözlerim kocaman açıldı.

 

Münevver teyze, Zeliha hanıma tepki göstererek sesini yükseltti: “Zeliha!” Ancak, ben konuşmasının devamını duymadan söze girdim.

 

“O gün güne annemin ve babamın mutfaktan gelen gülüşmeleriyle gözlerimi açmıştım."

 

Nefes alma ihtiyacıyla birkaç saniye durduğumda, o anlar gözlerimin önünden tekrar geçmeye başladı.

 

FLASHBACK

 

Sabah rutinimi yaptıktan sonra yatağımı düzelttim ve merdivenlere yöneldim ki babamın "Deren, güzel kızım, hadi kahvaltı hazır, uyan artık" diyerek merdivenleri çıktığını gördüm. Tam döndüğünde merdivenlerin başında beni görmesiyle yüzündeki tebessüm biraz daha arttı ve "Aman aman, benim güzel kızım çoktan uyanmış" derken bana kollarını açmayı da ihmal etmemişti.

 

Koşarak ilk merdivenlerden iner inmez hemen babama sarılıp yanaklarını öperken, merdivenin sonunda bizi gülerek izleyen annem konuşmaya başladı. "Baba-kız olarak yaşadığınız aşka hayranım ama biraz daha orada öyle sarılmaya devam ederseniz, masada bizi bekleyen menemen ve çaylar soğuyacak. O zaman ikiniz de söylenmeye başlayacaksınız." Annemin söylediklerine babamla gülerken merdivenleri indik ve merdivenin trabzanına kolunu dayamış anneme aynı anda sarıldık.

 

"Günaydın annelerin en güzeli, en tatlısı, en ponçiği.." derken yanaklarına öpücük kondurmayı da ihmal etmiyordum. Annem belime doğru ellerini koyup önce burnumu, sonra yanaklarımı, en son alnımı öptükten sonra, "Günaydın dünya güzelim," diye karşılık verdi.

 

O sırada babam kulağıma doğru eğilip, "Bak kızım, annen biz sarılıyoruz diye kahvaltıyı bahane etti ama şimdi nasıl da kendi öpüp sarılıyor. Aramızda kalsın ama annen bizi kıskanıyor, prensesim," derken gülmeyi de ihmal etmiyordu. Böyle neşeli geçen günaydın faslından sonra kahvaltı masasındaki yerlerimizi sonunda alabilmiştik.

 

Tatlı tatlı kahvaltımızı yaparken, babamın telefonundan gelen çağrı sesiyle annemle birlikte babama dikkat kesildik. Telefonda kim varsa, babamı sinirlendiren sözler sarf ettiği çok belliydi; babam kaşlarını olabildiğince çatmış, annem ve ben olduğumuz için sesli bir şekilde edemediği küfürleri ağzının içine yuvarlıyordu. Kısa süren telefon konuşmasının ardından, benim yanımda konuşmak istemediğini anladığım için oturduğum sandalyeden kalktım ve babamın arkasından sarılırken konuşmayı da ihmal etmedim: "Babacığım, arayan kimse seni üzmesine izin verme. Hiç kimse senden ve senin yüzündeki tebessümünden önemli değil, bunu unutma. Önce sen..." Yanaklarından öptüm ve devam ettim: "Seni, daha doğrusu sizi çok seviyorum, ve ben gidiyorum. Afiyet olsun." Dedikten sonra annemin de yanaklarından öptüm ve gülerek yanlarından ayrıldım.

 

Odaya çıkmak için merdivenlerin başına geldiğimde mutfaktan anne ve babamın aynı anda sesi yükseldi: "Biz de seni seviyoruz, prensesimiz!" Kafamı hafifçe çevirip mutfağa baktığımda, onları bana gülerek bakarken gördüm. Olacaklardan habersiz bir şekilde onlara öpücük atıp, yüzümdeki tebessümle odama çıktım.

 

Bir süre sonra hazırlanıp aşağı indiğimde, onlar da kahvaltılarını bitirmişlerdi ama hâlâ o masada oturuyorlardı. Evden çıkmadan önce anneme ve babama sıkıca sarıldım ve onları öpüp evden ayrıldım.

 

Saatlerce arkadaşlarımla vakit geçirdikten sonra eve geldim. Arabamı garaja park ettikten sonra ön tarafa doğru yöneldim ve evin giriş kapısına geldim. Işıklarımızın hepsi kapalıydı. Annemin ve babamın bir yere giderken bana haber vermeden gittiklerini bildiğim için biraz endişelenmiştim.

 

Kapıya yaklaşıp zile bastım ve kapının annem tarafından açılmasını bekledim. Kapının hâlâ açılmamış olması üzerine zile art arda defalarca basmaya başladım.

 

Hâlâ kapının açılmasını beklerken çantamdaki telefonumun zil sesi kulaklarımı doldurdu. Çantamın içindeki telefonumu çıkarıp ekrana baktığımda Mihri abla'nın aradığını gördüm. Bir an onların gitmiş olduklarını düşündüm ve hızla telefonu açtım.

 

“Alo, Mihri ab...” Konuşmamı tamamlamama izin vermeden kendisi konuşmaya başladı. “Deren güzelim, sabahtan beri Cihat babamları arıyoruz ama bir türlü telefonlarını açmıyorlar. Bir şey mi oldu diye merak ettik. Yanındalarsa bir telefonla verebilir misin?”

 

Nasıl yani, annemler onlarda değillerdi. Bir an içimdeki kötü his daha da kendini belli eder hale gelmişti. Zili tekrar çaldım ama açan yoktu. Mihri abla telefonda bir şeyler söylemeye devam ediyordu ama ben dediklerini duysam da anlayamıyordum.

 

Telefonu kulağımdan hızla çektim ve çantamdaki anahtarımla kapıyı açıp içeri girdim. Sokak lambasının ışığı az bir miktar evin antre'sini aydınlatsa da gözüm cisimleri ayırt etmede hâlâ güçlük çekiyordu. Antrenin ışığını açmak için yöneldiğim sırada burnuma evin içinden değişik bir koku geldi. Kokunun ne olduğunu anlamam uzun sürmedi; bu koku hiç sevmediğim bir kokuydu. Bizim evimize yakışmayan, annemin ve babamın elleriyle saksılara teker teker diktikleri çiçeklerin kokusunu bastıran bir koku.

 

İçimdeki huzursuzluk daha da artmıştı. Hızla kapının yanındaki sistemden ışığı açtığımda, mutfaktan koridora süzülen kırmızı sıvıyı gördüm. Evimizin mutfağından koridoruna neden kırmızı bir sıvı süzülüyordu ve bu sıvı neyin nesiydi? Korku bedenimi daha da fazla sardığında, gözlerimi sıkıca kapattım ve aklıma gelen şeylerin gerçek olmaması için içimden dualar etmeye başladım.

 

Kısa bir süre bu şekilde durduktan sonra gözlerimi tekrardan açtım. Yavaş adımlarla mutfağın kapısına gelip ışığı açtığımda, karşımda gördüğüm manzarayla elim ayağım boşaldı ve sıkıca tuttuğum telefon kayıp yere düştü. Gördüğüm görüntüye inanmak istemediğim için gözlerimi sıkıca kapattım ve kafamı sallamaya başladım.

 

Düşen telefonumdan Mihri ablanın sesi hâlâ gelmeye devam ediyordu. Ne konuştuğunu anlamıyordum, fakat arada ismimi bağırarak zikrettiğini duyabiliyordum.

 

Sıkıca kapattığım gözlerimi, istemesem de gördüklerimin gerçek olmadığına inanmak için tekrar açtım. Açmaz olaydım. Bu neydi böyle? Annem ve babam yerde öylece kanlar içinde yatıyordu.

 

"Annecim, babacım." Seslendim ama gözlerini açmadılar. Yavaş adımlarla korkarak yanlarına yaklaştım.

 

Annemin bir eli babamın kalbinin üstünde, babamın bir eli ise annemin saçlarındaydı. Annemin dokunmaya bile kıyamadığım saçları hep kan olmuştu. Daha da yaklaştım, yanlarına çöküp ikisinin de yüzüne dokundum. Üşümüşlerdi.

 

"Annecim, babacım, hadi ben geldim, kalkın." İkisi de tepki vermiyordu. Annemin yüzünü okşayarak "Anneee," dedim. Hiçbir tepki vermeden öylece yatıyordu. Annemin yüzünü bırakıp babamın yüzünü ellerimin arasında aldım. Alnına düşmüş birkaç tutam saçını geri ittim ve derin bir öpücük kondurdum. "Babacım, bak annem beni dinlemiyor ama seni dinler, nolur, hadi kalk. Anneme de kalkmasını söyle lütfen." Babam da annem gibi öylece yatıyordu. "Anne, baba, hadi lütfen açın gözlerinizi."

 

Açmadılar.

 

İkisinin de ellerini ellerimin arasına alıp öptüğümde vücutlarının soğukluğu dudaklarımdan sonra hızla vücuduma yayıldı. "Üşümüşsünüz, zaten burada böyle yatılır mı?" Kafamı kaldırıp tekrar yüzlerine baktım. "Neden cevap vermiyorsunuz? Hadi, yeter artık, şaka yapmayı bırakın ve kalkın, artık sinirleniyorum."

 

Cevap vermediler.

 

Eğilerek ikisinin de ellerini öpmeye devam ederken nefesimle de ısıtmaya çalışıyordum. Ne kadar süre bu şekilde onları ısıtmaya çalıştım bilmiyorum ama bir süre sonra dışarıdan gelen seslerle kafamı kaldırdım.

 

Dış kapının duvara çarpma sesini duymamla kafamı mutfağın kapısına çevirdim.

 

"Deren."

 

Tahir abim gelmişti. Birkaç saniye sonra mutfağın kapısında belirdiğinde göz göze geldik. Abim hızla gözlerini benden alıp yerde öylece hareketsiz bir şekilde yatan anneme ve babama çevirdi.

 

"Abi, beni dinlemiyorlar. Lütfen sen de söyle, kalksınlar. Bak, zaten ikisi de üşümüş, buz gibiler."

 

Abim, benim konuşmamla gözlerini annemden ve babamdan çekip tekrardan benimle birleştirdi. Birkaç saniye öylece bekledikten sonra hızlı adımlarla yanıma geldi ve beni omuzlarımdan tutup kendine doğru çevirdi. Gözlerini tüm vücudumda, sanki hasar tespiti yapmak istercesine dolaştırdıktan sonra kafasını tekrardan anneme ve babama çevirdi. Bir süre öylece annemle babama baktıktan sonra omzundaki elini çekerek sırasıyla annemin ve babamın bileğine yerleştirdi. Onunla birlikte ben de ellerimi annemin ve babamın ellerine yerleştirdim.

 

"Bak, annem ne kadar çok üşümüş." Gözlerimizi tekrardan birleştirdim. "Annem soğuğu sevmez ki, hani babam annemin bu kadar üşümesine izin vermezdi." Eğilerek sırasıyla annemin ve babamın ellerini tekrardan öptüm. "Hadi, söyle babama kalksın, ısıtsın annemin ellerini."

 

Kafamı kaldırıp gözlerimi yavaşça yüzüne çevirdiğimde abimin gözlerini sıkıca kapatarak ağladığını gördüm.

 

"Tahir abi." Abim titreyen sesimi duyduktan sonra gözlerini açtı ve benim gözlerimle birleşti.

 

"Deren."

 

Abim, gözlerindeki acı dolu bakışlarla ismini fısıldadığında, içimdeki acı bir çığlığa dönüştü. Sesi titriyordu ve ismimin her harfi adeta bir yara açıyordu. Gözlerimden yaşlar, sessiz bir derinlikte süzülerek yanaklarıma düştü.

 

Her şey o an ağır bir sessizliğe büründü; sadece kalbimizin hızlı atışları ve gözyaşlarımızın sessizce aktığı anı duyabiliyordum. İçimdeki boğulmuş çığlık kalbime acı veriyordu; gözyaşlarım artık bir sel gibi özgürce akıyordu.

 

Gözlerimi abimin gözlerinden ayırdım ve dikkatle, acıyla dolu kalbimle, kanlar içinde yatan anne ve babama yöneldim. Gözlerimdeki yaşlar, boş bir boşluğa düşer gibi hızla aktı.

 

Annemin teni, kanla karışmış ve soğuyarak donmuştu; babamın elleri ise kanlı ve yara içinde, bu trajedinin acımasız işaretleriyle doluydu.

 

İçimi kaplayan bir boşluk hissi, gözlerimden süzülen yaşlarla birleşti. Her şey, derin bir sessizlik ve donmuş bir an gibi görünüyordu; sadece kalbimin derinlerinde yankılanan acının sesi vardı. Annemin soğuyan teni ve babamın sükunetle kapanmış gözleri, içimde kopan fırtınayı daha da kuvvetlendirdi. Bu an, gözlerimde bir daha asla silinmeyecek bir iz bırakarak, yaşadığım acıyı ve kaybı tüm yoğunluğuyla hissettirdi.

 

Anne ve babamın omuzlarından tutarak, onlara kalkmaları için yalvarmaya başladım. “Baba, kalkın, lütfen,” diye seslendim ama yanıt vermediler; vücutları sadece yere yığılmış, hareketsiz bir şekilde kalmıştı. Umutsuzluk içinde dua eder gibi bağırdım: “Allah’ım, lütfen yardım et. Annem, babam, nolur kalkın!” İkisini de sarsmaya başladım ama hiçbir şey değişmedi.

 

Abim, omuzlarımdan tutarak beni sakinleştirmeye çalışıyordu. “Deren, yapma güzelim,” dedi; sesi titriyordu.

 

Gözlerimi abime çevirdim ve bu sefer ona yalvardım: “Abi, kalksınlar, lütfen, söyle açsınlar gözlerini,” dedim, gözyaşlarımın etkisiyle boğuk bir sesle. Her kelime, derin bir umutsuzluğun yansımasıydı.

 

“Deren, lütfen abicim, yapma,” dedi abim; gözlerinde çaresizlik ve acı iç içe geçmişti. Sesi, içindeki kırılganlığı ve yaşadığı derin acıyı açığa çıkarıyordu.

 

Ellerimi hızla bedenlerinden çektim ve saçlarıma daldırdım. Bunların gerçek olmadığını, sadece bir hayal olduğunu düşünmek istedim. Yalnızca birkaç saniye içinde, gerçekliği reddetmeye çalışarak bağırdım: “Anne, baba!” Sesim yankılandı ama cevap yoktu. Çığlıklarım ve yaşlarım, içimdeki boşluğu doldurmaya yetmedi.

 

Abim, hızla saçımda ellerimi sıkıca kavrayarak beni kontrol altına almaya çalıştı. “Deren, yapma!” dedi; sesi titriyor, acıyı ve umutsuzluğu derinden hissettiriyordu. Ardından, kollarını bedenime dolayarak bana sıkıca sarıldı. Ellerinin sert ve koruyucu baskısı, kendime zarar vermemi engellemeye çalışıyordu; onun varlığı, içimdeki fırtınayı biraz olsun yatıştırmak için bir sığınak sunuyordu.

 

Abimin omzunda, titreyen ve boğuk çığlıklarımın eşliğinde ağlamaya devam ettim. Gözlerimdeki yaşlar, her şeyin bulanık bir şekilde geçmesine neden olurken, içeri birinin girmesi dikkatimi dağıttı. “Savcım!” diyen bir ses yankılandı mutfakta. Gözlerimdeki yaşlara rağmen, gelen kişinin bir polis memuru olduğunu anladım. Abim, bedenimdeki kollarını biraz gevşettiğinde, ben de geri çekildim ve abim gibi gelen memura baktım.

 

Polis memuru, gözlerini bizden bir an olsun ayırmadan hızla yanımıza yaklaştı. Yüzündeki endişe, işin ciddiyetini ve aciliyetini açıkça yansıtıyordu. Hızla ve titizlikle annemi ve babamı kontrol etmeye başladı; her hareketi, profesyonel bir kararlılıkla doluydu. Abimin koruyucu kollarından azade kalmanın getirdiği hafif rahatlamayla, polis memurunun işlemlerini izledim. Nabızlarını kontrol ettikten sonra, abime dönüp kafasını olumsuz bir biçimde salladı ve hemen kapıya yönelerek dışarı çıktı.

 

Abim, beni oturduğumuz yerden kaldırmaya çalışırken, birkaç dakika önce dışarı çıkan polis memurunun sağlık görevlileriyle birlikte içeri girdiğini fark ettim. Abim, sağlık görevlilerinin geldiğini görünce beni biraz daha kenara çekti ve mutfaktan dışarı çıkarmaya çalıştı.

 

Kolları arasında, gözlerimi annem ve babamın soğuyan bedenlerinden uzaklaştırarak, onları korumaya ve sağlık ekiplerinin işini yapmasına izin vermeye çalışıyordu. Her adımda sesim daha da kısıldı; gözyaşlarım abimin göğsüne damlıyor, ellerim boşluğa ulaşmaya çalışıyordu. Abim, beni sımsıkı kucaklayarak, her şeyin hâlâ gerçek olduğunu reddediyormuş gibi, beni yavaşça uzaklaştırdı.

 

O an ne olduğunu anlamaya çalışırken, arkamı dönüp baktığımda annem ve babamın üzerine mavi bir örtü örtüldüğünü gördüm. Gözlerim bu manzara karşısında büyüyerek kocaman açıldı.

 

Abime döndüm, gözlerim büyük bir belirsizlik ve korkuyla doluydu. "Ne yapıyorlar bunlar? Neden annemle babamın üstüne örtü örtüyorlar?" diye bağırdım. Abim tepki vermedi, sadece kollarını daha sıkı sardı. Sinirim iyice kabardı; kollarına darbeler indirmeye başladım. "Bırak beni, bırak! Annemle babama ne yapıyorlar? Onlara bakacağım!" diye haykırdım.

 

Abim beni sıkıca tuttu, ama bu durumda daha da sinirlenip bağırmaya devam ettim. Sağlık görevlilerinin örtüyü örtmekle yetindiğini ve orada öylece durduklarını gördüm. "Açın annemle babamın yüzünü! Neden bana bakıyorsunuz? Açın diyorum, anlamıyor musunuz?" dedim, gözlerim iyice dolmuştu. Sağlık görevlileri tepkisiz bir şekilde bana bakmaya devam ederken, abim kulağıma doğru yaklaştı. "Güzelim, yapma. Bırak, görevlerini yapsınlar lütfen," dedi; sesinde bir titreme vardı.

 

"Onların görevi annem ve babamı üstünü örtmek değil!" dedim. Abimin kollarından ayrılmaya çalışırken bir anda elleri bedenimden kaydı. "Güzelim, onların yapacak bir şeyi kalmadı," dedi. Gözlerimiz buluştu ve gözyaşları hızla akmaya başladı.

 

"Ne saçmalıyorsun? Ne demek, yapacakları bir şey kalmadı?" diye tekrar mutfağa doğru yöneldiğimde, abim kollarımdan tuttu ve önüme geçerek bana tekrar sardı. "Niye durduruyorsun, anlamıyorum. Bırak beni, açacağım annem ve babamın yüzünü! Nefes alamazlar ki!" dedim. Abim, konuşmamın ardından benden biraz ayrıldı, ellerini yanaklarıma yerleştirerek gözlerimizi birleştirdi. Gözleri, ağlamanın etkisiyle kıpkırmızıydı.

 

"Deren, benim güzel kardeşim, lütfen yapma. Lütfen," dedi; sesinde derin bir acı vardı. Ne yapıyordum ki? Annem ve babamın orada öyle yatmalarını istemiyordum, kalkmalarını istiyordum.

 

"Abi, ne olur, annem ve babamın kalkmasını istiyorum. Hadi, lütfen söyle, kalksınlar, açsınlar gözlerini. Yalvarırım, bir şey yap!" dediğimde, gözlerimde umudu ve çaresizliği barındırarak abimden yardım istiyordum. Abim, gözlerinde bariz bir şekilde görülen acının yoğunluğuyla, gözyaşlarımı silerken kollarıma ellerini yerleştirdi.

 

Bir süre yalvardım, ağlamanın ve çaresizliğin tüm derinliğini yaşadım. Abim, tepkisiz bir şekilde ağlamaya devam ederken gözyaşlarımı silmeye çalıştı. Kollarımı sıkıca sardı, ama ben tekrar tekrar "Lütfen, bir şey yap!" diyerek yalvardım. Abim, derin bir acı içinde, kollarımı sarsarak kendime gelmemi sağlamak için çabaladı. "Kendine gel artık! Görmüyor musun, onları kaybettik!" diye bağırdı. Birkaç saniye sonra, söylediklerinin etkisini idrak etmiş olmalı ki, ses tonunu yumuşatarak daha sakin bir şekilde konuştu. "Maalesef, onları kaybettik, kardeşim. Artık yoklar. Lütfen kendine gel," dedi.

 

Bu sözler, gerçekliği daha da acı bir şekilde yüzüme çarptı. İçimde bir boşluk oluştu, kalbim hızla çırpındı. Bir anda, "Anne! Baba!" diye bağırarak mutfağa doğru koşmak istedim, ama abim beni sıkıca tuttu. "Anne! Baba!" diye haykırdım; kendimi çaresizlik içinde hissettim. Abim, kollarımı sıkıca kavrayarak beni mutfağa girmeye zorladı, ama ben tüm gücümle direndim. İçimdeki acıyı dışa vurmak, onları bir şekilde geri getirmek istiyordum. İçimdeki boğulmuş çığlıklar, onun kollarında bir yankı olarak kalmıştı. Her şey, derin bir karanlık ve acının sessiz bir yankısı içinde kaybolmuştu.

 

FLASHBACK SON

 

Gözyaşlarım, yaşadığım o acı dolu anı yeniden yaşamamın verdiği etkilerle akarken, halamın "Kızım, Deren'im," dediğini duyuyordum. Ancak, cevap veremiyordum. Gözlerimi yavaşça açtığımda, gözyaşlarından dolayı bulanık bir şekilde halamın yanımda olduğunu ve ellerimi tuttuğunu gördüm. Gözlerimi açtığımı görünce, elini yanağıma getirdi ve nazikçe okşamaya başladı. Birkaç dakikanın ardından kafamı kaldırıp gözlerimi boş bir şekilde etrafta gezdirdim, sonra tekrar halamın gözleriyle buluştum. Halam endişe içinde bana bakıyordu; az önce olanlar ve o gün yeniden beynimde yankılanmaya başladı. Abimin, beni sarsarak "Onları kaybettik," dediği an gözlerimin önünden geçerken, gözlerimi sıkıca kapattım ve hıçkırıklarımı serbest bıraktım. Halam, hıçkırıklarımı duyarken endişeli bir sesle ismimi "Deren" diye zikrederken, arkadan "Deren kızım" diyen başka bir ses de kulaklarıma ulaştı.

 

O günün yeniden gözlerimin önünden geçmeye devam etmesiyle birlikte, yüreğimdeki acı adeta nefes almamı bile kısıtlamaya başladı. Daha fazla burada kalmak istemiyordum. Ellerimi halamın ellerinden çektikten sonra, hızlı bir şekilde önce evden, ardından apartmandan dışarı çıktım.

 

Gözlerim, ağlamamdan dolayı bulanık görünüyor, başım yaşadıklarım yüzünden zonkluyordu. Kendimi apartmanın dışına attığımda, abimin bana söylediği cümleler son birkaç dakikada şiddetini artırarak beynimde yankılanmaya devam etti.

 

"Onları kaybettik..."

 

Bu duruma daha fazla dayanamayarak ellerimi kulaklarıma bastırdım, ama acı ve hıçkırıklar içimi kaplamaya devam etti. Dayanacak gücüm kalmayınca dizlerimin üstüne çöküp hıçkırarak ağlamaya başladım. Saniyeler geçtikçe gözlerimin önü kararırken, son duyduğum şey uzaktan bir erkeğin "Deren" diye seslenişi oldu.

 

Bir an gözlerim tamamen karardı ve ardından kendimi karanlığa bıraktım. Acının ve kargaşanın içinde her şey bir anda sessiz bir boşluğa dönüştü.

 

 

Bölüm Sonu...

 

Umarım bölümü beğenmişsinizdir canlar. 🙈

 

Bölüm için oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın canımın içleri. 😊🥰

 

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... 😗

 

Sevgilerle Nur Zz 😇💕

 

Yayın Tarihi: 18.10.24

Loading...
0%