@nurdogru26
|
BÖLÜM 1 / SAHİCİ SARSINTI Bölüm Şarkısı / Şebnem Ferah - Can kırıkları
Hayat, bilinmeyenlerle dolu bir girdap gibiydi. İlk nefes ve son nefes arasında geçen süreçte; benliğimiz ve beklenilen kişiliğimiz, seçimlerimiz ve bedellerimiz, bildiklerimiz ve bilemediklerimiz, hayallerimiz ve gerçeklerimiz, amaçlarımız ve engellerimiz arasında adeta mekik dokuyorduk. Önümüzü görmeden yolumuzu arıyorduk. Üstelik bulabileceğimizin bile meçhul olduğu yolların sonunda herkesin bir amacı vardı. Kimine göre herkese diz çöktürebilecek güç, kimine göre sayamayacağı kadar para, kimine göre hayatının aşkı, kimine göre saadeti, kimine göre ise sadece belirsizlikte kaybolmamak... Bir labirent gibi, önümüze ne çıkacağı bilinmeyen bu düzlükte herkes kendi yolunu bulma derdindeydi. Kimine göre kaderdi kaybolmak ya da yolunu bulmak. Başkalarının gittiği yollardan giderek kaybolmamayı garantilemeye çalışıyordu. Kimileri ise kendi yolunu kendisi çizmeye hayli hevesliydi. Bu hikaye ise birbirinden tamamen ayrı dünyalarda yaşayan iki farklı insanın birbirine ait olma hikayesiydi. Sadece kaybolmadan yolunu bulmak isteyen genç bir kadın ve ona uygun görülen yolu kendi yöntemleriyle aşan bir adamın aidiyet hikayesiydi. Kimilerine göre aşk, kimilerine göre şehvet, kimilerine göre ihtiras ile... Birbirlerinin kaderi miydiler yoksa kadere bile meydan okuyarak mı yollarını birleştirdiler bilinmez; bağları sarsıcı, yıkıcı ve aşılmaz olacaktı. Onları bir araya getiren gece ise hepsinden farklı bir geceydi. Alışılagelmişe uygundu orası açık ama alışılmışın dışında bitecekti. Gecenin en ücra saatlerinde her şey derinden sarsılacak, taşlar yeniden dağıtılacaktı. Tek bir hayat değil, hayatlar değişecekti. Üstelik geri dönülemez bir şekilde. Verilen büyük partilere alışkın olan bir malikanenin, salonundaki kalabalığı gururla karşılayalı saatler oluyordu. Durmaksızın birbirine çarpan kadeh sesleri, ortamdaki hafif müziğe eşlik eden kahkahalar ve garsonların taşıdığı içki dolu tepsiler... Gece hızla ilerlerken, metal tepsiler rujlu dudakların izleri ile kirlenen kadehlere ev sahipliği yapıyordu... Birbirini süzenler, dost gibi yüz yüze gelenler, bir yerlerde birileri yeni iş fırsatları için birileriyle arasını iyi tutarken, arka odalarda ihanetler gözden uzak gerçekleşiyordu. Kimisi ışıltının tadını çıkarırken, kimisi bu davete katılabilmenin övüntüsü ile birkaç fotoğraf çekiyordu... Yüzlerindeki sahte maskeler ile ne yapacağını bilenler ve bilmeyenler oradan oraya savruluyordu. Tüm bunlar ülkenin sayılı zenginlerinden olan bir adam için yapılıyordu. Verilen bu parti, tahammül edemediği karısının onun yeni başarısını kutlamak için verdiği partilerden sadece biriydi. Sare Katipoğlu, bir türlü ilgisini çekemediği genç eşini memnun etmek arzusuyla yanıp tutuşuyordu ama genç adam ortalarda bile değildi. Ona partiyi haber verdiğinde, "Bir oda dolusu aptal!" demişti partideki insanlar için. Pars Katipoğlu'na göre bu partilere gelen herkes bir avuç aç gözlüden başka bir şey değildi. Ne onlara ne de önlerine atmasını bekledikleri kemiklere tahammül edemiyordu. Elinde bu güç olmasa etrafında göremeyeceğine emin olduğu bir sürü fırsatçı, diye düşünürdü hep. Pars tüm bunlarla uğraşmak istemiyordu. Ne bunlarla ne de kendinden yaşça büyük ve sıkıcı olan bu kadınla uğraşmak istemiyordu. O yüzden çoğu zaman şehrin farklı yerlerindeki evlerinde kalırdı. Büyük etkinlikler ya da zaruri aile yemekleri haricinde ne Sare'ye ne de bu eve tahammül edemiyordu. Genel olarak tahammülsüz ve ketum bir adamdı. Anlaşılmak istemediği açıkça ortadaydı. Hayatına müdahale edilmesine izin vermez, yaptığı ihanetleri insanlardan saklama gereği bile duymazdı. Şeffaftı ama kapkara bir kutu kadar şeffaf... İçeride ne olduğunu görebileceğini düşünen herkes o karanlığa çekilerek kaybolurdu. Onun hayatına giren herkes, bu karanlığı görmezden gelerek ve bir şekilde yanında kalmayı göze alarak gelirdi. Sare de tüm bunları kabul ederek adım atmıştı bu evliliğe. Sadece Pars'ı ve onun soyadını istiyordu ve almıştı. En azından soy adını... Çünkü Pars Katipoğlu, herhangi birinin sahip olabileceği bir adam değildi. Hiç olmamıştı. Birine ait olmak ona göre bir şey değildi. Büyük malikane kalabalığının içinde bir kadın, yukarıya çıkan merdivenlerin bitiminde durmuş etrafı dikkatle süzerken üzerindeki Straplez yakalı elbisenin göğüslerini çekiştirterek yerine oturttu. İki saat önce başlayan bu partide görmek istediği tek bir kişi vardı. Tüm bu gürültüye saatlerdir sadece onun için katlandığı... Aralarında bir tutku oyunu vardı. En azından bu genç kadın buna inanmak istiyordu. Üniversite yıllarından beri takıntı yaptığı Katipoğlu... Kampüsün kapısından girdiği ilk andan beri Pars, Hande için vazgeçilemez bir tutkuya dönüşmüştü. Oldukça yakışıklıydı ve diğerlerinin aksine bir duruşu vardı. Partiler ona göre değildi. Saçma sapan ya da zaman kaybettirecek hiçbir şeyle uğraşmazdı. Babasının şirketlerini devralmadan çok önce bile Pars Katipoğlu, kararlı ve başarı odaklı bir adamdı. Yaydığı aura ile bütün okulun dilindeydi. Yakışıklıydı, bu su götürmez bir gerçekti ama konuşurken de dinlemek istemenize sebep olan kalın sesiyle ve insanı büyüleyen zekasıyla ondan etkilenmeyen tek bir kız bile yoktu. Hande biliyordu ki şu an bu partideki her bir kadın onun hayatında olmayı isteyen türden kadınlardı ama başarılı olamazlardı çünkü Pars üniversite dönemlerinde bile kadınlar konusunda seçici olmuştu. Öyle herkesle beraber olan bir playboy değildi. Karanlık zevkleri vardı, sır tutabilen kadınlarla yaşamayı seçtiği cinsel fantezileri... Hande o şanslı kadınlardan olduğunu düşünüyordu çünkü Pars'ın o yönüyle tanışmıştı. Pars Katipoğlu itaatten zevk alıyordu. Kadınların, yatağında acıyla kıvranırken ona tamamen teslim olmalarından deli gibi zevk alıyordu. Onun bu yönünü gören nadir insanlardan biri de Hande idi. Yıllar geçmişti ve Pars Katipoğlu babasının onun için seçtiği orta yaşlı bir kadınla evlenmişti ama Hande ona ne zaman isterse giderdi. Pars Hande'yi isterse Hande reddedemezdi, ona karşı koyamazdı. Aralarında senelerdir devam eden ihtiras oyunu ikisine de zevk veriyordu ya da Hande öyle olduğuna inanmak istiyordu. İşin aslı, Pars Katipoğlu'na göre bu çok da umursadığı bir şey değildi hatta sıkılmıştı bile bu kadından. Pars Hande'nin ona olan takıntısının farkındaydı ama onu görmezden gelmeye karar vermişti çünkü bir kadının ona sonsuza kadar itaat edeceğini bilmek haz aldığı bir eylemdi. Hande'nin gözleri ana kapıya doğru döndüğünde içeri giren takım elbiseli adamı süzdü. Bu Davut'tu. Parsın sağ kolu ve koruması... Kulağındaki kulaklığa bir şeyler fısıldarken ortamı hızla gözleriyle tarıyordu. Pars muhtemelen eve giriş yapıyordu. Bu sessiz sedasız gözlemin sebebi buydu. Onun gibi bir adamın epey düşmanı vardı. Yaktığı canları hesaba katacak olursak ölmesini dört gözle bekleyen birçok insan olmalıydı. Hande'nin gözleri Davut'un göz kontağı kurduğu Sare 'ye döndü. Sare Katipoğlu sahte bir tebessümle masasında oturduğu konukların yanından izin alarak kalktı. Merdivenlere yönelen Bayan Katipoğlu, sessiz bir panikle basamakları birer birer çıkmaya başladı. Genç kızın gözleri bu kadının üzerinde gezinirken sessiz bir nefes çekti ince dudaklarından içeriye. Kendi için istediği adama sahipti bu kadın. Onun hayal ettiği her şey, bu annesi yaşındaki kadının gerçeğiydi. Gözlerini kıskançlıkla devirirken Sare çoktan merdivenlerde kaybolmuştu. Sare Katipoğlu, attığı adımlar birbirine dolanırken yukarı kattaki yatak odasına doğru ilerledi... Kapının önüne geldiğinde duyduğu tıkırtılar ile Pars'ın içeride olduğunu fark ediyordu. Kapıya doğru havalanan parmakları kıvrılarak sessizce tıklattı kapıyı. Bir süre alacağı komutu bekliyordu. Pars'ın içeri girmesini söyleyen sesi odanın dışında duyuldu. "Gir." Duyduğu kalın tını ile yavaşça bir nefes çekti içine ve parmakları kapı kulpunu sararken sessizce açtı beyaz oymalı kapıyı. Karşısında âşık olduğu adam vardı. Sırtı ona dönüktü, gömleğinin özenle sardığı sırt kaslarında gezindi gözleri... Gördüğü ilk andan beri hoşuna gitmişti bu adam. Onun onayını almak için her şeyi yapmıştı ve çok daha fazlasını da yapardı. Pars Katipoğlu; otuzlu yaşlarında, esmer teni, siyah dalgalı saçları, keskin çene hattı ve kap kara gözleri olan, çok dikkat çekici bir adamdı. Yüzünü Sare'ye döndü. "Kapı?" dedi Sare'nin az önce açık unuttuğu kapıya dönen kara gözleriyle. "P-pardon." Sersemlikle kekeleyen kadın, hızla kapattı kapıyı. Şimdi gözleri Pars'a dönüyordu. Üzerindeki beyaz gömleğin düğmelerini birer birer açıyordu Pars. Gömlekteki kan lekelerinde gezindi Sare'nin gözleri. Kol saatini kaplayan kurumuş kan, sivri yapılı burnunun üzerinde birkaç belirsiz iz bırakmıştı. Sare alışıktı bu görsele. Pars ve onun karanlık tarafının bir bilinmezi de buydu. Pars böyle bir adamdı. Ne o ne de başka biri onu sorgulayamazdı. Sare'nin en büyük korkusu ise bir gün Pars'a bir şey olmasıydı. Eve gelmediği her gece bu korkuyu yaşıyordu ama ona bu konuda şikâyet edemeyeceğinin bilincindeydi. Aksi halde hiç görmeyi istemeyeceği o karanlık tarafı tatmak zorunda kalırdı, olgun kadın. Dikkatini topladı ve yavaş bir yutkunuşun ardından konuştu. "G-gecikince gelmeyeceksin sandım." Gözleri gömleğini yavaşça çıkaran adamın belirgin karın kaslarında gezindi. Kaba bir hesaplama ile altı baklavaya ev sahipliği eden sıkı karın kaslarında... Pars Katipoğlu oldukça fit bir vücuda sahipti. Dikkat çeken bir adamdı. Onunla bir ortama giren herkes istemsizce onu süzerken bulurdu kendini. Sare'nin özgüvenini zedeleyen de bu oluyordu. Herkesin gözü kocasının üzerindeydi ve o yaptığı bütün bakımlar, ışın tedaviler ve botokslara rağmen yanında sırıtıyordu. Sare farkındaydı veya değildi tartışılır ama sosyetede herkes bu evliliğin bir anlaşma ile yapıldığının farkındaydı. Aralarında bir aşk olmadığını bir kör bile anlardı. Pars'ın sesi odayı dolduran bir kalınlıkla yankılandı. "O insanlara tahammül edemediğimi biliyorsun." Kalın ses, yorgun bir nefes eşliğinde odada dolandığında Sare rahatsızca kıpırdandı. "Sadece birkaç dakika görünsen yeter." Titrek sesi ondan ters bir cevap almanın korkusuyla fısıltı eşliğinde yayıldı dudaklarından. "Temizlenmem gerek." Verdiği kısa cevap ile beklemeden pantolonunun kemerini açtı ve üzerindeki pantolonu yere bıraktı. Şimdi üzerinde sadece boxer vardı ve yorgun adımlarla açık olan banyo kapısına doğru ilerledi. Sare'nin gözleri bu heykel denebilecek adamda gezindi. Sessiz bir iç çekiş eşliğinde konuştu. "Ben partiye geri dönüyorum. Kıyafetlerin istediğin gibi hazır, giyinme odasında." Pars'a dönen gözleri ile, genç adamdan hiçbir cevap alamamıştı. Pars'ın, onu görmezden gelmesine öyle alışıktı ki yadırgamıyordu bile bu durumu. Bakışları, altındaki boxerı çıkaran adamın üzerinde sabitlendiğinde aylardır dokunulmamanın verdiği bir özlem bedenini sarıyordu. Bu Sare için bir eziyet gibiydi. O kocasıydı ama ona dokunamıyordu bile. Hasretini çektiği bir arzu gibi dolanıyordu önünde ama uzanıp alamıyordu. Beklemeden, kızaran yanakları ile hızla yatak odasının kapısına yöneldi. Arkasında bıraktığı oda ile merdivenlere yöneliyordu. İndiği basamaklar onu yeniden verdiği partiyle buluştururken bakışları ileride kendini dikkatle izleyen genç kadına dönüyordu. Hande. Hande, büyük bir dikkatle elindeki şampanyayı yudumlarken öldürücü bakışlarını Sare'nin üzerine dikiyordu. Sare Katipoğlu her şeyin farkındaydı. Kocasının oyuncaklarından biriydi Hande. Bunu ilk günden beri biliyordu ama umurunda bile değildi. Kadınlar gelir giderdi ve Pars eninde sonunda eve dönerdi. Günün sonunda onlar sadece yatağından geçen siluetler olarak kalırlar ve Pars Katipoğlu Sare'sine geri dönerdi. Ama isteyerek ama istemeyerek. Sare'nin umurunda olan tek şey yanındaki bu yakışıklı adamdı. Onun güçlü soyadı ve ucu bucağı olmayan mal varlığının tek sahibi, kendisiydi. Birkaç azgın kızı görmezden gelmek ondan pek bir şey götürmüyordu. Tahammül edemediği bir noktaya geldiğinde özel uçağına atlıyor ve tüm bunlardan uzağa gidebiliyordu. Yurt dışında, yedi yıldızlı otellerde, gecelik jigololarıyla rahatlıyor ve evine geri dönüyordu. Yuvasına... Herkesin, kendi için istediği adama geri dönüyordu. İndiği basamakların bitiminden sonra arkadaşlarının masasına doğru ilerlerken yanından geçen bir garsonu durdurdu ve tepsisindeki şaraplardan birini aldı. Gözleri tepsi taşıyan kıza döndüğünde gördüğü güzellik onu en büyük arzusuyla yüz yüze getiriyordu. Bu kız yorgun yüzüne rağmen genişçe gülümsüyor ve bütün gençliği ile Sare'de olmayan tek şeyi onun gözüne sokuyordu. Düşündü Sare. Onun yerinde olmak için her şeyi verirdi. O gençlik ve güzellik kendisinde olsaydı... Üstelik buradaki bakımlı birçok kadının aksine bu kızın gece gibi gözlerinin içi, ışıldarken insanın içine işler türdendi. İşte o zaman Pars'ın ilgisini çekebilir miydi, diye düşündü. Daha genç ve güzel olsaydı... "Afiyet olsun efendim." dedi genç kız elindeki boş tepsiyle beraber yanından ayrılırken. Sare dağılan dikkatini toparlayarak arkadaşlarının masasına doğru ilerledi. ♟ Hande, elindeki şampanyayı aceleyle kafasına diktiğinde beklemeden Sare'nin az önce indiği merdivenlere doğru ilerledi. Çıktığı basamaklarda, gözlerini partideki Sare Katipoğlu'na çevirdiğinde kendini izlediğini gördü. Tereddütle yavaşladı ve bir süre göz göze kaldılar. Ardından Sare, onu görmezden gelerek yüzünü masadakilere çevirdi ve keyifli muhabbetine geri döndü. Hande ise bu izin verişin tadını çıkararak heyecanlı birkaç adımla merdivenlerden çıktı. Bu gece istediğini alacaktı. Koridorun sonundaki yatak odasına doğru attığı titrek birkaç adımla saçlarını özenle düzeltti ve yanaklarını hafifçe sıkarak derin bir nefes aldı. "Sakin ol aptal!" Kendi kendine yaptığı eleştiri ile gülümserken çoktan yatak odasının kapısına varıyordu. Kapının önünde durdu, omuzlarını dikleştirdi ve kendinden emin bir hamleyle kapıyı çaldı. Birkaç saniyelik bekleyişin ardından içeriden bir ses alamadığında, kulağını beyaz oymalı kapıya yasladı ve nefesini tutarak içeriyi dinledi. Duyduğu su sesi ile Pars'ın duşta olduğunu anlıyordu. Kararsızlıkla kapının kulpunu çevirdi. Buna tepki vermesinden korkuyor gibiydi ama ona duyduğu açlık daha ağır basıyordu. Bu gece Pars'ı hissetmeden buradan gitmek istemiyordu. İçeri attığı ilk adımla, beyazlarla döşeli modern yatak odasıyla karşılaştı. Kibirli bir kıskançlıkla içeriyi süzerken kapıyı arkasından kapattı. Sare'nin zevkiyle döşenen bu oda, onu acı bir tebessüme itiyordu. İçeride, Pars'ı tanımlayan tek bir obje bile yoktu. Ne yanılgı, diye geçirdi içinden. Sare, bunca seneye rağmen asla tanıyamamıştı Pars'ı. Bu durum, bir yandan da egosunu okşamıştı Hande'nin. Pars'ı tanıyan, onun seçtiği kadınlardan biriydi Hande. Oysa Sare'nin onu tanıyamamasının nedeni, şüphesiz ki uzaklığıydı. Bakışları yerdeki kanlı gömleğe döndü. Titrek bir nefes eşliğinde onu görmezden geldi ve sivri topukluları ile geçip gitti üstünden. Banyo kapsının önünde durduğunda görmüş olduğu duşa kabinin şeffaf camları, Pars'ı olduğu gibi gözler önüne seriyordu. Bedeninden akan sular mermer banyo zeminine sertçe çarpıyordu. Genç adam büyük ellerini duvara yaslamış, alnını fayanslara dayamış öylece bedenindeki kıvrımlardan süzülen sulara izin veriyordu. Banyosu çoktan bitmişti ama ruhunun yorgunluğunu akan bu sert suyun altında dinginleştirmek istiyor gibiydi. Hande'nin gözleri, geniş omuzlardan aşağıya sağanak gibi akan suları takip ederken kuruyan boğazını ıslatmak istercesine yutkundu ama işe yaramıyordu. Pars ve onun sanat eseri gibi bedeni, birkaç adım ötesinde duruyordu öylece. Aldığı nefeslerle, sürekli kasılan kol kasları eşliğinde Hande kuruyan dudaklarını yalayarak ıslattı. Bu adama karşı hissettiği bu açlık sinirini oldukça bozuyordu. Hayatına bir sürü adam almıştı ama Pars'ın açtığı o boşluk bir türlü dolmuyordu. Ona karşı bağımlı gibiydi. Yasaklı bir maddeye ölümü göze alırcasına vurulmaktı bu, başka bir şey değil... Hayattaki yerini biliyordu Hande. Toplumda kadın hakları savunucusu, önemli derneklerin bağışçısı, erkek egemenliğinin düşmanıydı ama... İşte aması vardı. Pars ve onun kendinde uyandırdığı bu akıl almaz şehvet... Bu adamdaki her neyse, nasıl bir şeytan tüyüyse, uyguladığı eziyet genç kızın çok hoşuna gidiyordu. Elinde olsa daha sık yapardı bu aralarındaki "Sahip- İtaatkâr" fantezisini ama ayda yılda bir bu partilere davet edilirse karşılaşabiliyordu onunla. Ona öyle kolay kolay ulaşamazdı. Pars iş kolik bir adamdı ama aralarındaki bu hiç konuşulmamış karmaşık ilişki Hande'ye yetiyordu. Bir beklentiye girmemesi gerektiğini biliyordu. Pars Hande'yi isterse alırdı istemezse görmezden gelirdi. Beklentiler sadece Pars'ı kaybetmesine neden olurdu ve bunun bilincindeydi genç kız... Kapanan su ile oda sessizliğe gömülüyordu. Pars arkası dönük bir şekilde askıdaki beyaz havluyu aldı ve yönünü kapıya döndü. Gözleri Hande'yi bulduğunda alnı kırışıyordu. Odasına izinsiz mi giriyordu? Ne cüretle? Hande'nin bakışları önünde bütün ihtişamı ile duran erkekliğe kaydığında Pars, elinde tuttuğu havluyu beline sararak Hande'nin görsel zevkini perdeliyordu. "Ne işin var burada?!" dedi hırıltılı öfkesini dişlerinin arasında sıkıştırırken. Hande'nin mavi gözleri, kendisine sorgularcasına bakan siyah gözlere dönüyordu. Uzun kirpiklerinden damlayan suyla beraber onu sabırsızca sorgulayan kara gözlere... "B-ben..." Hande, bakışlarını yere indirdiğinde hızla diz çöküyordu. Topuklularının üzerinden dizlerinin üzerine, elleri ise saygıyla dizlerinin üzerinde yerini aldığında tam da Pars'ın istediği şeyi yaparak itaatkâr pozisyonunu alıyordu. İçerilerde çığlık çığlığa bağıran kadınlık gururunu duymamak için kendini sıkarak titrek bir nefes eşliğinde yeniden konuştu. "Size geldim efendim." dedi. Kendine doğru yaklaşan adım seslerini işitmesiyle gözlerini, yerdeki fayanslardan bir milim bile kaydırmadı. "Odama izinsiz girdin." dedi hırıltılı bir nefesle Pars. "Ü-üzgünüm." Neredeyse ağlamaya dönecek bir sesle konuştuğunda Pars'ın sesi kulaklarında dolandı. "Şşşş..." dedi, Hande'yi susturmaya yetecek bir baskınlıkla. "Çok fazla konuşuyorsun Hande." Şimdi tam dibinde durmuş, gözleri yerde olan kadının çenesini tutmuş, başını yukarıya kaldırmıştı. Hande'nin Pars'ın gözlerinde gördüğü şey, bu partiye almak için geldiği şeyin ta kendisiydi. Delici bakışların içindeki sahip, göz kırpıyordu Hande'ye. Pars ansızın bürünmüştü bu role ve muhtemelen Hande'ye göre istediğini verecekti. İşte oluyordu, istediğini bir kez daha alıyordu. Çıkıntılı çeneyi sertçe kavrayan iri parmaklar usulca genç kızın boğazına doğru kaydı ve nefesini kesme eşliğinde uygulanan baskı ile Pars'ın tek koluyla yerden havalandı. "A-ah..." Hande'nin bıraktığı kesik iniltiler ile Pars, boştaki eliyle Hande'nin sarı saçlarını sertçe kavradı ve boynunu geriye büktü. "Sınırlarımı bilmene rağmen, durman gereken yeri bilmene rağmen ne cüretle-" Hande, yaptığı hatanın bilincindeydi. Arzularına böylesine yaklaştığı bir anda, mahrum kalma tedirginliğiyle yaşadığı panik ise onu yeni bir hataya sürüklüyordu. "Efendim be-" Pars, Hande'nin boğazındaki ellerini biraz daha sıkılaştırarak genç kızın konuşmasını zorlaştırdı. "Bir daha sözümü kesme." Hande cevap veremiyordu. Boğazındaki parmakların sıklığı ve Pars Katipoğlu'nun üstünde kurduğu egemenlik; bir kez daha koşulsuz bir teslimiyet sağlıyordu. "Benim evimde, benim odama benden izinsiz gireceksin ve ben bunu görmezden geleceğim öyle mi? Neyine güveniyorsun Hande, bunu tolere edeceğimi sana düşündüren ne?" Sesini dahi yükseltmiyordu Pars. Ama sıktığı çenesinden, gergin sesiyle öylesine bir güç kurmuştu ki Hande bağırsa daha az korkardı. "Bir daha böyle bir hadsizlik yaparsan, dışarıda haykırmaktan çekinmediğin tüm değerlerini yerle bir ederim Hande. Bunu yaparken de zerre düşünmem, siktiğim itibarını yerle bir ederim. Anladın mı lan beni?" Hande artık tepki vermeye dahi zorlanıyordu. Anladığını belirtircesine gözlerini kapattığında bedeni Pars tarafından serbest bırakıldı. Öksürüklerinin arasında güçlükle nefesini toplamaya çalışan, sıkılan boğazını okşarken kendine gelmeye çalışan Hande'ye gözünün ucuyla bakan Pars arkasını dönerek banyoya ilerledi. "Şimdi çık!!" dedi arkasını bile dönmeden. Hande ise yaşadığı hayal kırıklığını görmezden gelerek kendine kızıyordu. Bir anlık kararsızlığa kapılsa da o, en yanlış olanı seçmişti. Öksürükleri kesilmiş, nefes alışverişi yavaşlamıştı. Yavaş adımlarla odadan çıktığında, ileride gördüğü misafir banyosuna girerek kapıyı kilitledi. Sırtını kapıya yasladı ve ağlamaya başladı. Hissettiği kullanılmışlığı ancak bu kadar görmezden geliyordu o da. Hızla aynaya doğru ilerledi ve kızaran yüzüne, akmış makyajına baktı. ♟ Pars Katipoğlu, son kez aynaya çevirdi gözlerini. Üzerinde kusursuzca duran siyah ceketi uçlarından tutarak yerine oturttuğunda yönünü odanın kapısına doğru çevirdi. Açtığı oymalı beyaz kapı ile koridora isteksiz bir adım attı. Üst katta cılız bir sesle yankılanan müzik, kulağının yamacında dolanırken bıkkın bir nefes çekti içine. Ona göre bu gece sadece eziyetti. Aşağıya inmek bir yana aşağıdaki insanların hepsi birer zavallıydı ona göre. Kutlamaların çetelesini tutan, hayatları sosyetede kendilerini göstermek için çabalamakla geçen birkaç düzine aptal. Attığı isteksiz adımlarla merdivenlere doğru ilerlerken, fark etmeden geçtiği kiler odasının kapısından dışarıya süzülen fısıltılı bir küfür dikkatini çekiyordu. "Siktir! Hadisene be..." Bir kadın sesi aralıklı kapıdan dışarıya sızarak Pars'ı birkaç adım ötesinde durduruyordu. "Kova gibi senin var ya!" Koridorun ortasında duran Pars Katipoğlu, omuzundan geriye çevirdiği bakışı ile kilerin kapısını açarak dışarı çıkan garsonu görüyordu. Üzerindeki siyah mini elbise ve beyaz gömlek. Arkası ona dönük olan bu genç kızın tepede toplanan at kuyruğu, sırtının orta yerine kadar uzanıyordu. "Bir kadehi bile tutamayan budalalar! Bu insanlardan nefret ediyorum." Sabırsızca homurdanan ses, Pars'ın yüzünde alaylı bir gülüş yayıyordu. Bu zamana kadar küfrederken gördüğü ilk kadındı ve öyle güzel hakaret ediyordu ki... Üstelik onun da aynı duyguları beslediği bu insanlara karşı. Kendi haline güldü, bir garsonla aynı duyguları hissetmek trajikomikti. Yüzündeki geniş gülümseme ve derin bir iç çekiş ile bedenini bu arkası dönük kadından terse çevirdi ve merdivenlere ilerledi. İndiği basamaklar onu giderek gererken yüzündeki gülümseme anbean siliniyordu. Bakışları tıklım tıklım dolu masalara döndüğünde kendisine dönen gözleri görüyordu. Kadınların kendine attığı kaçak bakışlardan ve gördüğü bu gereksiz ilgiden öyle bunalmış durumdaydı ki az önce küfreden kız kadar samimi bir insan için sağ kolunu partinin orta yerine bırakırdı ama bunun imkânsız olduğunu biliyordu. Buradaki herkes bir amaç uğruna gelmişti, hep öyle olurdu. Kimi yeni ihalesine bir sponsor arıyor olur, kimisi kampanya duyurusunu kulaktan kulağa yaymak için gelir, kadınların ne istediği zaten fazlasıyla açıktı. Zengindi, yakışıklıydı ve arzu ettikleri her şeyi onlara verebilecek güçte bir adamdı Pars. İstediği her kadını alabilirdi, bunun bilincinde olmak can sıkıcıydı. Uğruna savaşacağı hiçbir şey bırakmayan kadınlar, ağzının içine bakıp köpek gibi komut bekleyen koca koca adamlar... tüm bu çılgınlıkla sadece kendini işe vererek baş edebiliyordu. "Pars..." Son basamakta durdu. Karşısındaki ileri yaşlı adama dönen gözleri son hayat enerjisini de kaybederken konuştu. "Baba." Bakışları omuzlarıyla beraber dikleşiyordu Pars'ın. Adil Katipoğlu, oğluna gözleriyle ilerideki masayı gösteriyordu. "Adnan Beylere 'Merhaba' de." Geri çekilip ona yolu açtığında, Pars aldığı emir ile titreyen şakaklarını bastırdı ve babasının ondan istediğini yaptı. Adil Bey gururla yanından uzaklaşan oğluna çevirdi bakışlarını. Kurduğu bu imparatorluğu kendinden çok öteye taşıyan biricik oğlu Pars, tek oğlu değildi ama o özeldi. Onu kendi gibi yetiştirmişti. Hayatın bütün acımasızlığına karşı eğitmiş, bugün olduğu bu güçlü adam haline gelebilmesi için elinden geleni yapmıştı. Yöntemleri sonucunda ortaya bir canavar çıkarttığının farkında bile değildi Adil Katipoğlu. Elleriyle yonta yonta bir "Azrail" inşa etmişti küllerinden. Öyle ki Pars ismi geçtiği ortamda bile korkuya sebep olurdu. Mafya babası denemezdi ona, o iş adamıydı ama canını sıkan şeyleri çözme şekli oldukça etkili oluyordu. Tanrıyı oynamayı seven bir adamdı o. Yapılan yanlışları affetmez, hataları tolere etmezdi. Onun kendi mahkemesinde bir sonuca varan her suç ölümle cezalandırılırdı. Yazılı olmayan bir kuraldı bu. Pars Katipoğlu bu camiada kendinden yaşça büyük iş adamlarının bile önünde düğme iliklediği bir adam olmuştu. Kendini bildi bileli başarı için çalışmış, babasının kendinden istediği her şeyi yapmış, hayatının iplerini kendisi için en iyisini isteyen babasının ellerine düşünmeden bırakmıştı. "Baba." Adil Katipoğlu duyduğu titrek sesle bakışlarını yanında dikelen diğer oğluna çevirdi. "Ne var?" Terslercesine çıkan sesi ile Paren Katipoğlu bakışlarını yere eğiyordu. "Arkadaşım Fuat ile tanışacaktın. 'Davet et.' demiştin." Bakışları yerdeyken babasından korkan bir ifade ile cevap bekliyordu. "Şu yeni iş için sermaye istiyordu değil mi?" Alaylı ses Paren'i ezercesine üzerinde gezindi. "Evet. Çocuk çok hevesli, ben de düşündüm ki eğer sponsor olursak-" Adil Katipoğlu oğlunun sözünü aşağılarcasına konuşan bir tını ile böldü. "Sen düşünme Paren! Mümkünse bana zarar vermemek adına düşünme. Pars'ı böyle şeylerle meşgul edecek cesaretin varsa git söyle. Bak orada." Başıyla ilerideki masada Adnan denilen adamla sohbet eden Pars'ı gösterdi. "Git de söyle, 'Abi ben senin dişini tırnağına taktığın şirketten bir miktar parayı beş para etmez arkadaşlarıma hibe etmek istiyorum!'" Tükürürcesine çıkan sesle Paren; dolan gözlerini sıkıca yumdu, dişlerini birbirine bastırdı ve fısıltıyla sakince konuştu. "Haklısın. Onu meşgul etmeyeyim." Beklemeden hızla ilerledi babasının yanından. Adil Bey'in bakışları bu kez Paren 'in üzerinde dolandı. Paren onun için tam bir hayal kırıklığıydı. Pars'ın aksine o her şeyi mahvetme konusunda öyle doğal bir başarıya sahipti ki hayatı boyunca Pars onun peşini toplamıştı ama artık ona yetişemeyecek kadar meşguldü ve Paren babasının bu gaddar yönüyle birebir karşı karşıya kalıyordu. "Beyinsiz." Ardından hayıflanıyordu Paren'in. O sırada merdivenlerden apar topar inen genç kız Adil Katipoğlu'na takılarak oracıkta yere yapışıyordu. "Dikkat etsene! Aptal!" Adil Bey'den duyduğu hakaret ile gözlerini sıkıca yumdu. "Ö-özür dilerim..." "Nereden bulurlar bu beceriksizleri! Anlamıyorum ki!" Adil Bey hızla geçip gitmişti genç kızın yanından. Adil Katipoğlu yerini oğlu Pars Katipoğlu'nun yanında aldığında Pars'ın gözleri yere düşen bu kızda geziniyordu. Hayatın bir şakası gibiydi ama bu kız yine arkası ona dönük bir şekilde duruyordu. Hissettiği acıyla orada öylece durmuş, etrafındaki alaylı bakışlar arasında utanıyordu. Bu genç adam her şeyin fazlasıyla farkındaydı. Yetmezmiş gibi bir de babasının gazabına uğramıştı genç kız. Dizlerinin üzerine olduğu gibi düştüğünde etraftaki insanlar bakışlarını yerdeki genç garsona çevirmişlerdi. Nasya'ya. Gecenin içindeki bu bilinmez kadın, acıyan dizlerinin üzerinden gözlerini ilerideki kovaya çevirdi. Yaşadığı utanma duygusu ile sessizleşen ortamda görünmez olmayı diliyordu, yerin dibine girmek istiyordu. Bu aptallara alay konusu olmaktansa şuracıkta ölmeyi yeğlerdi. Gözünün önüne zihninin korkunç anıları perde perde serilirken, gözleri hızla doluyordu. ------ Nasya, yüzde yüz bursla kazandığı Anadolu Kolejinde harçlığını çıkarmak için kantindeki kadına yardım ediyordu. Bu burjuvaların arasında yetimhaneden gelen bir lise öğrencisiydi. Zekası bu okula girmesini sağlamıştı ama bu yılanların arasında hayatta kalmak için daha fazla çabalaması gerektiğini biliyordu. Ders aralarında; kantinde yerleri paspaslar, bulaşıkları yıkar, servisleri yapardı. Karşılığında istediği menüyü yiyebildiği bir anlaşmaydı bu. Yine sınıfta teneffüs zilinin çaldığı dakikalarda beklemeden çıkıp alt kattaki kafeteryaya doğru koşturdu. "Dilek Abla, geldim ben yapılacak bir şey var mı?" gülümseyerek kantinin servis kabinine adım attı. "Masalardaki boşları toparlarsan çok iyi olur Nasyacığım." dedi orta yaşlı kadın. İdarenin izni olmadan yaptığı bu yardım onu gerse de bu kimsesiz kızın herkes bir şeyler yerken bir kenardan bakmasına gönlü el vermiyordu. Ona karşılıksız yiyecek vermeyi teklif etmişti ama Nasya gururlu bir çocuktu. O da çareyi böyle yapmakta buluyordu. Nasya, koşarak ilerideki masaların üzerinde çoktan bitmiş olan karton bardakları toparlamaya başladı. Birer birer kucağına yerleştirdiği bardaklarla aceleyle çöp kutularına doğru ilerlerken kantine henüz gelen burjuva çocukları temizlenen masalarda yerlerini almıştı. Nasya ise elindeki bardaklarla çöp kovasına doğru ilerlerken yanından geçen şımarık bir velet ona çelme takarak yere serilmesine neden oluyordu. Yüz üstü sertçe yere kapaklandığında yüzünün sert zemine çarpmasını elleriyle engellemiş ama bilekleri ve dizleri çarpmanın etkisiyle acı dolu bir nefes çekmesine sebep olmuştu. Ortamda kopan kahkaha ile ona çelme takan kız, elindeki bardağı biraz ilerisinde yere dökerek boş kartonu Nasya'ya doğru ittirdi. "Temizlesene bunu da. Hazır yerdesin ahahah... Ezik." Kantinde kopan kahkahalar ile Nasya, hissettiği bu aşağılanmaya dayanamayarak hızla kalkıp koşarak çıktı kantinden. -------- Bu an bulunduğu bu rezil durum, ona çocukluk travmasını hatırlattığında dolan gözlerini görmezden gelerek toparladı dikkatini. Hızla kalktı kanayan dizlerinin üzerine ve ileride devrilen kovayı alarak yönünü kalabalığa döndü. Alaylı gülüşler eşliğinde aceleyle aralarından geçip arkadaki kırık bardağa doğru ilerledi. Gözleri anbean doluyordu. Ağlamayı seven bir kız değildi hatta bu duygusal yönünden ölesiye kaçar ve onu olabildiğince görmezden gelirdi ama sabahtan beri köle gibi kullanıldığı ve görmezden gelindiği bu yerde ve tüm bu aptalların arasında öylece yere yapışmıştı. Gecenin başından beri görünmezdi ama şimdi görünür oluvermişti. Yaşlı bir adamdan hakaret yiyerek utancını katlamıştı ve o bunağa cevap vermemek için bütün iradesini kullanmıştı. Çünkü buna mecburdu. İki aydır ödenmeyen kirası, buz gibi banyo yapmasına sebep olan doğalgaz faturaları vardı. Bu yüzden tam da doğum gününe denk gelen bugün de bu ahmakların arkasını topluyordu. Bundan gocunmazdı Nasya, çalışarak elde ettiği her şeyle gurur duyardı ama böyle aşağılanmak... İşin ucunda arkadaşı olmasa, pek tabi birikmiş borçları; o yaşlı bunağa haddini seve seve bildirirdi ama gereksiz gururu onu ay sonunda evinden edebilirdi ve Nasya'nın gidecek kimsesi de yoktu. Nasya kırık bardakların yanına geldiğinde yeniden kanayan dizlerinin üzerine çöktü. Elleriyle birer birer topladığı cam kırıkları ince parmaklarını keserken gözünden ansızın bir damla yaş akıyordu. Hatırında canlanan o aşağılanma duygusu bunca yıl sonra böyle bir kokteylde dejavu gibiydi ama bu kez kendi aptallığına kızıyordu. Birini suçlamak kolaydı ama kendi salaklığı onu bu rezil duruma sokmuştu işte. Üstüne üstlük bir de hakaret yemişti. Avucuna topladığı cam parçalarını kovanın içine bıraktığında ıslak paspasla dökülen şampanyayı sildi ve kanayan ellerine aldırış etmeden hızla alt kata inen merdivenlere yöneldi. Salonda herkes çoktan kendi işine dönmüş, klasik müzik yeniden ortamı doldurmaya başlamıştı bile. Nasya ise hissettiği kırgınlık ile baş başa kalmıştı. Beklemeden indi basamakları birer birer. Mutfağa doğru attığı ilk adımla içerideki telaşın yanında beklemeden ilerledi ve bahçeye doğru adımladı. Elindeki kova çimlerde yerini aldığında Nasya, ansızın bedenini yerdeki ıslak çimlerin üzerine bırakıp ağlamaya başlıyordu. Dizleri acıyordu, avuç içleri sızlıyordu ve tüm bunlardan daha çok canını yakansa kulağında dolanan alaylı gülüşlerdi. Dakikalar önce onu hedef alan alaylı gülüşler... "Aptal Nasya!" Kendi kendine hayıflanırken dizlerini kendine doğru çekip alnını diz kapaklarına yasladı. Gözyaşları peşi sıra bacaklarına akarken, bugünün böyle geçmesi kalbini kırıyordu. Yirmi üçüncü yaş günü, böyle bir kabusa dönüşmüştü. Hayatı boyunca unutamayacağı bir kâbusa. Yüzünü gömdüğü dizlerden geri çektiğinde göz yaşları dizlerindeki yaraları sızlatıyordu. Kalçası ıslak çimler tarafından sarılıyor ama umursamıyordu. Gözleri gökyüzüne dönerken titreyen çenesi ile içine soğuk bir nefes çekti. Gökyüzü zifiri karanlıktı. Ortada tek başına duran Ay, bütün parlaklığı ile yalnızlığı simgeler gibiydi. Tıpkı Nasya gibi yapayalnız orada duruyordu, kimseye ihtiyacı yokmuşçasına öyle dik öyle gururlu. ♟ Gecenin diğer ucunda; az önce yaşananları çoktan unutan insanlar kahkahalarına ve kadeh tokuşturmalarına devam ederken içlerinde biri az önce Nasya'nın düştüğü yerdeki kanda gezdiriyordu gözlerini. Alnı kırışırken masada dönen konuşmalar kulaklarında boğukça dolanıyordu. "Sen ne dersin? Gelecek vaat ediyorlar mı?" Adnan Bey'in sesi Pars'ın yerdeki gözlerini ona çevirmesine neden olurken bıkkın bir nefes çekti. "Herkes bir şansı hak eder ama kimseye verecek fazladan bir bütçemiz yok. Hak eden olursa kendini ispatlar diye düşünüyorum." Yaptığı net açıklama ile solunda duran babasından gururlu bir bakış alıyordu. "Tıpkı senin gibi eski dostum." dedi Adnan Bey, Adil Katipoğlu'na bakarak. "Bana senin gençliğini hatırlatıyor." dedi tatminkâr bir gülümseme ile. "Pars, benden çok ileride." dedi Adil Bey haklı bir gururla. "İzninizle." Pars Katipoğlu dakikalardır dönen karşılıklı övgü politikasından sıkılmış bir şekilde kendini ana kapıdan dışarıya atıyordu. "Hayatım..." Sare'nin sesi arkasından duyulduğunda indiği ana kapının merdivenleri ile yönünü bahçeye çevirdi. "Geleceğim." Kestirip attığında, Sare üzerine gitmemesi gerektiğini anlayarak geri dönüyordu. Pars Katipoğlu kumaş pantolonunun ceplerine sokuşturduğu elleri ile bakışlarını gök yüzüne çevirdi. Tam tepede ışıldayan mehtap, bütün bahçeyi aydınlatırken kafasındaki düşüncelerle anlamsız birkaç adım attı bahçenin içine doğru... Taşlı yol onu arka bahçeye doğru ilerletirken içerideki müzik giderek uzaklaşıyor ve onu bu kalabalıktan dışarıya itiyordu. Çoktan kaçıp gitmek istediği bu partiye babasının çenesiyle uğraşmamak için biraz daha tahammül ediyordu. Adil Bey bir şey isterse Pars sadece yapardı. Bunca zaman öyle alışılmış bir durumdu ki bu Parsta sorgulamayı on iki yaşında bırakmıştı. Babasının baskın tavrı ve şiddete meyilli bir adam olmasının cefasını en çok çeken çocuğu olmuştu. Kardeşlerini korumak için kendini hep öne sürerdi ve yolun sonunda böyle kontrol manyağı bir adama dönmesine sebep olmuştu. Babasından ona geçen bu karanlık tarafı geliştirmiş, içindeki karanlığı ruhuyla harmanlamıştı. Birine ya da bir şeye üzülmeyi bırakalı çok olmuştu ama az önceki kız yerde acıyla otururken içinde gereksiz bir sızı hissetmişti. Yüzünü bile görmediği bir kız için. Kafa karışıklığı ile attığı birkaç adımla birlikte gecenin içinde çimlerde oturan bir siluet görüyordu. Mutfak kapısının biraz ilerisinde yerdeki çimlere düşünmeden serilmiş, dizlerini kendine çekmiş ve başını gök yüzüne çevirmişti. Birkaç adım daha atarak yaklaştığı bu uzak siluet onu az önceki kıza yaklaştırıyordu. Gözleri at kuyruğuna döndüğünde, bakışları Nasya'nın yüzünden bile önce diz kapaklarına dönüyordu. Kanayan diz kapaklarına... Pars'ın kırışan alnıyla bakışlarını bu kızın yüzüne çevirmesine neden oluyordu. Gecenin orta yerinde bir ay gibi parlayan beyaz tenine ve yan profilden bir kalemle çizilmiş gibi duran burnuna... Uzun kirpiklerin gölgesi belirgin elmacık kemiklerine yansırken Pars'ın adımları yavaşlıyordu, bedenini saran afallama ile ceplerindeki elleri usulca çıkıverdi yerinden. Karanlığın içinde fark edilmemiş olmanın rahatlığı ile bu genç kızı inceliyordu. Kocaman badem gözlerde takılı kaldı bakışları. Belli belirsiz yutkunurken göğüs kafesinin içindeki heyecan bütün bedeninde sersemliğe neden oluyordu. "Merhaba." dedi fısıltıyla. Sadece kendi duyabiliyordu ama zaten amaçta buydu. "Seni görebiliyorum. Ne yapıyorsun orada?" Alnı kırışırken gözleri Nasya'nın acıyla sızlayan avuçlarına döndü. Genç kız üfleyerek acısını geçirmeye çalışırken Pars buruk bir gülümseme ile bir çocuk gibi çabalayan bu kıza bakıyordu. Yüzündeki gülümseme silinirken, derin bir nefes alarak ona doğru ilerledi. Adımları birbiri peşine giderken Nasya kendine doğru gelen ayak seslerini duyarak yüzünü karanlık bahçeye çevirdi. Giderek netleşen gölge, onda alın kırışıklığına sebep oluyordu. Garip olansa gözleri onunkilere kilitlenmişti ve bir milim bile kaymıyordu. Yanına kadar gelen bu adam, Nasya'yı afallatacak kadar çekici bir görüntüye sahipti. Esmer, 1,90 boylarında, dalgalı saçları özenle taranmış, kırışıksız takım ile kendine doğru yaklaştığı her an başka bir ayrıntı kazandırıyordu ona. Kemikli yüz, keskin çene hattı belirgin kara gözler, ok gibi uzanan kirpiklerin altından ona bakıyordu. Ensesindeki ürpertiye bir anlam veremezken olduğu yerde öylece kalıyordu. Sonunda Pars Katipoğlu attığı adımları sonlandırmış ve genç kızın yanında durmuştu. Ceketinin ön cebindeki siyah saten mendili yavaşça çekip aşağıdan ona bakan bu kıza doğru uzatıyordu. "B-bu ne?" dedi genç kız şaşkınlıkla. "Ellerin için..." dedi Pars baskın sesiyle. "G-gerek yok. Sağ olun." Hızla kalktı Nasya oturduğu çimlerden. Bakışları ona uzatılan gece gibi siyah mendilde gezindi yeniden. Bu genç adamın ısrarlı bir şekilde onu tuttuğunu görüyordu. "Söyledim ya, gerek yok." Şaşkınlıkla kendine bakan bu adama çevirdi yüzünü. Aralarındaki boy farkı nedeni ile boynunu zorlaması gerekiyordu ayrıca bu kadar yakından çok daha yakışıklı olduğunu görüyordu. "Ellerin için..." dedi Pars sakin bir otorite ile. "İstemiyorum dedim ya." yüzünde sinirle yayılan gülümseme Pars'tan sabırsız bir iç çekiş alıyordu. Genç kızın bileğini sertçe kavradı ve kendine doğru kaldırdı. Avuç içine doğru eğildiğinde gözleri kesiklerde gezindi. Herhangi bir cam kırıntısı görmediğinde elindeki Saten mendili usulca yaraların üzerinde gezdirdi. Nasya şaşkınlıkla avuç içinde gezen saten mendile bakarken, Pars fısıltıyla konuştu. "Acı, kontrolü elde tutmanı sağlar." Dudaklarının arasından hafifçe çıkan üfleme ile sildiği, yaraları ferahlatırken diğer eli aldı avuçlarının arasına. "N-ne?" Nasya belli belirsiz duyduğu şeyle şaşkına dönüyordu. "Bu hayatta ikisinden biri olursun küçük kız. Ya acı çekersin ve iradeni geliştirirsin." Şimdi sol elin yaralarında gezen nefesiyle onları ferahlatıyordu. "Ya da..." dedi Nasya gözleri dikkatle avuç içlerine üfleyen bu adamın yüzünde gezinirken. İnsanı kendine çeken bir enerjiye sahip olan bu genç adam, baktıkça bakasını getirecek türden bir profile sahipti. "Ya da acı çektirirsin ve benliğini kontrol altında tutarsın." Şimdi Nasya'nın avuç içinde bıraktığı mendille beraber, ellerini kanayan ellerden geri çekti. Bakışları genç kızın yüzüne döndüğünde, kendini bu kadına bakmaktan alıkoyamadığını fark etmiyordu ve onun için bunu anlamak zor olacaktı. Kör birine gökkuşağını anlatmak zaman alacaktı ve Pars için Nasya rengarenk bir kadındı. O karanlığın içinde açan bir gökkuşağı gibi. İki kara göz birbirlerinde hırçın deniz dalgaları gibi dolanırken farkında olmadan saniyeler boyunca öylece kalıyorlardı. Pars topladığı dikkati ile konuşmasını sonlandırmak için hafifçe temizlediği boğazını ve fısıltılı bir sesle konuştu. "Sen yeterince acı çekmişsin... " "A-anlamadım." Nasya şaşkınlıkla kocaman siyah gözlerini bu adamın iki dipsiz kuyusundan terse kaçırıyordu. "Gözlerin, onlarda çok fazla acı var. Bahsettiğim gerçek acılar. Sahte hayal kırıklıkları değil, sahici sarsıntılar." Pars gözlerini bu kadının gözlerinden zar zor ayırdığında içindeki bu saçma sapan heyecanı bastırarak geriye doğru bir adım attı. "Mendil sende kalsın. İhtiyacım olunca alırım." Arkasını dönerek karanlık bahçenin içinde öylece gözden kayboluyordu. Nasya, şaşkınlıkla avucunda tuttuğu saten mendile çevirdi yüzünü. Dudaklarında yerini alan tebessümle az öce yaşananlara bir anlam vermeye çalışıyordu... Bu adam kimdi ve neden yaralarını böyle umursamıştı? Üstelik söylediği o şeyler... Onlarda neyin nesiydi?
|
0% |