Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Bölüm 10/ Güven Bana

@nurdogru26

NASYA

Uçak sarsılarak inişe geçtiğinde Pars'ın tuttuğu elimi refleksle sıktım. Bakışları bana döndüğünde tedirginliğimi anlamış olacak ki sanki güven vermek istercesine korkudan sıktığım elimi güven verircesine daha çok kavradı.

"Anlaşılan alışman gerekecek."Yüzündeki sıcak gülümseme ile gözlerimi devirerek bıkkın bir gülüş bıraktım.

Bakışlarım saatlerdir Pars'ı süzen ve bulduğu her boşlukta göz hapsine alan Sofia'ya döndüğünde, gözlerini yüzüme çevirdi. Suratında soğuk bir gülümseme yerini aldığında hiçbir karşılık vermeden öylece donuk donuk baktım.

Nihayet uçak durmuş ve iniş kapısı açılmıştı. Bakışlarım Pars'a döndüğünde ne yapacağımı bilmez bir ifade ile bekledim.

"İnelim mi?" Uzanıp kemerimi açtığında gözlerim refleksle yeniden Sofia'ya döndü.

Bakışlarındaki öfkeyi ta buradan sezebiliyordum. Pars'ın bana karşı takındığı hassas tavra oldukça bozulduğunu bir kör bile görebilirdi. Yüzümde sinsi bir gülümseme yayıldığında göz göze geldik. Ona hafifçe göz kırptığımda öfkeyle saçlarını omuzundan geri vererek kalktı oturduğu koltuktan.

"Hadi bakalım."Pars ayağa kalktığında elini bana doğru uzattı ve ona eşlik etmemi bekledi. Uzanıp elini tuttum ve uçağın kapısına doğru ilerledik.

Merdivenlerden peşi sıra inen İdil ve Sofia'nın ardından Pars, beni büyük bir dikkatle indirdi dik basamaklardan. Bakışlarım etrafa döndüğünde küçük bir hava alanının özel uçaklar için ayrılan bölümünde olduğumuzu anlamıştım.

Hayatı böyle yaşayan insanlarla ilk yakın temasımdı. Genelde partilerinde tepsi taşırdım fakat bu kez onların maceralarından birini deneyimleme şansım oluyordu.

Bizim için bekleyen beyaz bir spor araba, Pars'ın yönlendirmesi ile önümüzde durdu.

"Abi biz de sizinleyiz." İdil'in coşkulu sesi ile peşinde Sofia denen yılanı sürüklediğini gördüm.

"Biz öncesinde bir yere uğrayacağız."Huzursuz bir sesle konuştuğunda bu kadından uzak durmak istediğini sezebiliyordum.

'Onda seni rahatsız eden ne? Görmeye bile dayanamıyor musun?'

Takındığı tavır sinirimi bozarken, bu kızdan böyle kaçışı beni geriyordu.

"Sizde gelebilirsiniz." dedim konuşmaya dâhil olarak. Fakat idil abisinden izin çıkmasını bekler gibi bir süre sessiz kaldı.

"Nasıl isterseniz." Pars verdiği cevapla beklemeden araca doğru ilerlediğinde yan kapıyı açarak bana içeriyi gösterdi.

"Gidelim."Hafifçe göz kırptığında karşımdaki bu adama ve hiç görmediğim bu yumuşak tarafına şaşırıyordum.

Ona doğru attığım birkaç adımla benim için açılan kapıdan içeriye bindim. Ardımdan İdil ve Sofia da arabaya binerlerken Pars çoktan şoför koltuğunda yerini alıyordu. Beklemeden çalıştırdığı araba ile bizi hava alanından çıkarttı.

"Nereye gidiyoruz?" İdil arka koltuktan öne eğildiğinde, çenesini abisinin omuzuna yasladı ve gözlerini yola çevirdi.

Sahil boyunca uzun palmiyeler eşliğinde ilerlerken, denizin mavileri arasında gezindi gözlerim. Birçok rengi içinde barındıran berrak okyanus ve açık olan camımdan içeriye dolan deniz kokusu ile yüzümde sıcak bir gülümseme oluşuyordu.

"Sahil evine." Pars'ın huzursuz sesi dikkatimi ona vermeme neden olduğunda, onun dikiz aynasından arkada oturan Sofia'ya öfkeyle baktığını gördüm.

Rahatsız bir hisle oturduğum koltukta kıpırdandığımda 'Burada ne işim var?' diye sorgularken buluyordum kendimi.

"E hani başka bir yere gidecektik?" İdil'in isyankâr homurtusu ile Pars omuzunda çenesi yaslı duran kardeşini alnından öperek yumuşak bir ifadeye büründü.

"Nasya'ya özel bir yer abiciğim, bu kadar kalabalık gitmek mantıklı değil."

"Eğer ben varım diye iptal ettiyseniz, beni Ateş'in arabasına geçirin Pars." Sofia'nın kırgın sesi arabada dolandığında Pars aracı hızla kenara çekti. Duran spor araba, motorunun yavaşlayan sesiyle hararetini atarken İdil de abisinin omuzundan geri çekildi.

"En iyisi öyle yapmak olacak."Pars öfkeli bir hamle ile kapısını açıp aşağıya indiğinde İdil de ben de şaşkın bir ifade ile onu izledik. Arka kapıyı açtığında bakışlarını Sofia'ya çevirdi.

"İn." Tükürür gibi çıkan sert sesiyle Sofia'nın gözleri doluyordu. Beklemeden çantasını alarak arabadan indiğinde arkamızda park eden iki spor araba yavaşladı.

Pars, arka kapıyı sertçe çarptığında arkadaki arabaya el işareti verdi. "Murat, Sofia sizinle." Bağırtılı sesi ile Sofia o tarafa doğru ilerlediğinde Pars da beklemeden arabaya geri dönüyordu.

"Abi..."İdil şaşkın bir sesle konuştuğunda Pars arabayı çalıştırdı.

"Uzatma abiciğim." Sert çıkan sesiyle durup olan biteni izliyordum.

'Bu kız sana ne yaptı...'

"Uzatmıyorum ama kızı kovmaktan beter ettin. Ben sen mutlu olursun diye davet etmiştim."

"Mutlu falan olmadım İdil. Gününü zehretmek istemiyorum, o yüzden uzatma güzelim."

"Ama neden? Dün otoparka beraber gidince ben sandım ki, yeniden eskisi gibi olursunuz."

'Otopark?'

"Siz arkadaştınız."

"İDİL!" Bağırtısı ile İdil de ben de aynı anda sıçradık.

Gözlerim korkuyla yüzüne döndüğünde, ellerinin altındaki direksiyonu öfkeyle sıktığını görebilmiştim. Avuç içi sıktığı direksiyonun etkisi ile beyaza dönerken burundan alınan sert soluklarla desteklendi.

Araba giderek hızlandığında İdil küskün bir ifade ile geri yaslandı. Bakışlarımı omuzumun üzerinden İdil'e çevirdiğimde gözlerinin dolduğunu fark ettim.

"Pars sakin mi olsan biraz? Kız bir şey demedi."

"Karışma yavrum." Uyarıcı sesi ile konuştuğu sırada araba çoktan sahil evinin garaj yoluna girmişti.

Henüz duran araba ile İdil beklemeden aşağıya indi. Pars'ın aldığı derin soluklar aracın içinde dolandığında kafa karışıklığı ile bir süre bekledim. Arkamızdaki arabalar yanımıza hızla park ederken ben inmek için Pars'ın hazır olmasını bekliyordum.

"İyi misin?" Fısıltılı sesimle derin bir soluk çekti içine.

"İyiyim desem inanacak mısın? Harika bir gün geçiriyorum."

"İnanmayacağım çünkü iyi olmadığını görebiliyorum, sebebini anlamıyorum sadece."

"Sebebi yok Nasya. Hadi inelim."

"Pars..." Elimi koluna uzattığımda durdu. Bakışlarımız kesiştiğinde gözlerinin beyazının kırmızıya döndüğünü hatta koyu kahvelerinin kızıllaştığını görüyordum.

"İstersen gidelim. Yani burada olmak zorunda değiliz."

"Emin misin?"

"Tabi ki, altı üstü bir günümüz var. Böyle gergin bir ortamda olmak zorunda değiliz."

"Teşekkür ederim." Kolundaki elimi avuçlarının arasına alıp dudaklarına doğru kaldırdı. Sıcak dudakları avuç içimi ısıtırken kokumu içine çekerek derin bir öpücük bıraktı.

"İdil ile konuşup geleceğim, bekle beni burada." Başımı olumlu anlamda salladığımda beklemeden indi arabadan.

Onun eve doğru gidişini izlerken, Sofia'nın yanımdaki arabadan henüz inip içeri giren Pars'a baktığını fark ediyordum.

Kapım ansızın açıldığında gelenin Hande denen kız olduğunu gördüm. Kapımı açıp yüzündeki geniş gülümseme ile konuştu.

"Gel hadi, daha ne kadar orada duracaksın? Üstelik bu sıcakta."Uzanıp kolumu tuttuğunda şaşkınlıkla aşağıya indim.

"Pars'ı bekliyorum gideceğiz."Yaptığım açıklamayı duymuyor gibiydi, elini omuzuma atıp beni kendine çektiğinde nefesinden içki kokusunu alıyordum.

"Ohoo, onu daha çok beklersin. En azından arabada durma, bu evin kumsalını görmen gerek." Beni ileriye doğru yürüttüğünde gözlerim yanından geçtiğimiz büyük verandalı evde gezindi.

Bakışlarım Pars'ı ararken verandanın salıncağında İdil ile bir şeyler konuştuğunu gördüm. Rahatsız etmemek için Hande ile beraber kumsala doğru ilerledim.

"Hayatın boyunca böyle soft bir ev göremezsin, kendine özel kumsalı ile bana göre cennetten bir parça. Tabi Katipoğlu ailesi için sıradan bir eğlence." Kıkırdadı.

Dili dolanırken attığı çarpık adımlarla ayakkabılarına kum dolarken ilerledi. Beni de peşinden sürükledi.

"Sen kimsin? Daha önce görmedim seni buralarda." Bakışları üzerimdeki cekete döndüğünde yeniden konuştu.

"Deri, Lizbon için biraz sert bir seçim ama tarzını sevdim."Kıkırdayarak beni beyaz kumların üzerinden okyanusun kenarına doğru çekiştirdi.

Başımı omuzumun üzerinden verandaya çevirdiğimde Pars'ın hala İdil ile konuştuğunu görebiliyordum.

Beyaz kumsalın ortasında bütün ihtişamı ile duran ev ve salon kapısından bize doğru gelen arkadaş gurubu ile gözlerimi yeniden Hande'ye çevirdim.

"Hadi otur." Beni elimden tutup kendiyle beraber yere çökerttiğinde isteneni yaparak çöktüm.

Yanımıza doğru gelen Ateş ve Halit ellerindeki biralarla beraber yanımızdaki boşluğa otururken rahatsız bir ifade ile kıpırdandım.

'Neredesin Pars?'

Başım omuzumun üzerinden geriye dönerken Ateş denen çocuk bana doğru yavaşça kaydırdı kendini. "Bira?" diyerek elindeki yeşil şişeyi bana doğru uzattı.

"Kullanmıyorum." Yavaşça Hande'ye doğru kaydırdım kendimi.

"Ayık kafayla Pars'a dayanabilmen çok ilginç." Alayla kıvrıldı dudakları.

"Pek dayanabildiğim söylenemez." Dişlerimi sıkarak öfkeyle arkama döndüğümde Pars'ı aradı gözlerim.

'Gel artık.'

"Nasya'ydı değil mi?" Ateş adımı teyit ettirmek için konuştuğunda başımı usulca salladım.

"Pars ile aranda ne var? Yani evli bir adam olduğu için sevgilisi değilsindir herhâlde. İş arkadaşlığı desem... Pars pek arkadaş canlısı bir adam da değil."

"Bizim aramızda bir şey yok, olamaz da. Sadece tanışıyoruz." Başka ne diyebilirim ki?

"Hahahahha." Hande koca bir kahkaha bıraktı yüzüme doğru. Şaşkınlıkla alnım kırışırken onun neden böyle tuhaf davrandığını anlayamıyordum.

"Sen ona bakma. Pars, Hande'nin yarasıdır." Ateş iğneli bir sesle konuştuğunda Halit sessizce kıkırdadı.

"Yara?" Bir Hande eksikti, tam oldu!

"Yani anlarsın ya, üniversite yıllarında birliktelerdi, sonra Pars annesi yaşındaki kadınla evlenince Hande de..." Alayla gülerek sustuğunda bakışlarım Hande'ye döndü.

"Beraber değildik! Aptal aptal konuşuyor işte, geri zekâlı." Ateş'e doğru bağırdığında sert bir nefes aldım.

"Pars, net bir karaktere sahip. En başında söylemişti. Biz sadece arkadaştık işte."

"Arkadaş?" dedi Halit kinaye ile.

"Halit!" Bu kez ona doğru öfkeyle bağırdı.

"O değil de ben bizim çocukları çağırdım, İdil çıldıracak." Halit'in uçarı tonlaması Ateş'ten bir kahkaha aldı.

"Ne zaman?" dedi gülerken.

"Aslında tam olarak şu an uçakları inmiş bulunmakta." Kol saatine baktığında Ateş bir kahkaha daha atıp hızla kalktı yanımdan.

"O zaman ben parti moduna geçeyim; bu sıcakta kurtulalım şu pantolonlardan, gömleklerden." Hızla Sahil evine doğru yürüdüğünde Hande kolumdan tutup beni ayağa kaldırdı.

"Hadi gel, biz de biraz daha fresh şeyler giyinelim."

"Yok. Ben arabaya geçip Pars'ı beklesem daha iyi."

"İdil abisinin gitmesine izin vermez, inan bana tanıyorum o kızı. O yüzden şu deri ceketi çıkart da sana salaş bir şeyler ayarlayalım." Kıkırdayarak beni kuvvetle sahil evine doğru sürüklemeye başladı.

"Hande bırak."

"Gidemezsinizanlamıyor musun? İdil bu, Pars'ın göz bebeği. Abisinin burada kalmasını isterse buna hiçbir şey mâni olamaz. Biraz inatçı bir tiptir." Kurtardığım koluma yeniden yapıştığında beni sahil evinin açık kapılarından içeriye sürükledi.

Pars, verandada İdil'e sarılmış bir şekilde arkası dönükken biz Hande'nin odasına doğru ilerledik.

"Offf!" Bıkkın bir nefesle odadan içeri girdiğimde Sofia'nın diğer yatakta oturduğunu gördüm.

Bakışları beni bulduğunda Hande odanın solundaki yatağa doğru ilerleyip, yerdeki bavulunu güç bela yatağın üzerine bıraktı.

"İstersen bu yatağı alabilirsin. Ben İdil'le kalacağım zaten." Sofia oturduğu yataktan kalkıp bana orayı gösterdiğinde Hande heyecanla konuştu.

"Evet, hadi oda arkadaşı olalım." Kıkırdayarak elindeki bikinilerle bana doğru geldi.

"Seç birini."Elinde tuttuğu kırmızı ve siyah bikiniyi bana doğru uzattığında bıkkın bir nefesle konuştum.

"Biz gideceğiz ama teşekkür ederim. Yani bu odada kim kalırsa kalsın ben bu gece evimde uyuyacağım."

"Offf, seç hadi!" Hande sabırsızca elindeki bikinileri suratıma doğru salladığında hızla kırmızı olanı çektim elinden.

"Demek kırmızı... O zaman ben de siyah olanı giyeceğim." Hızla arkasını döndüğünde yatağa doğru ilerleyip üzerindeki kıyafetleri hızla çıkarmaya başladı.

Üzerindeki eteği yavaşça aşağıya sıyırdığında kalçasındaki ısırık şeklindeki dövmede gezindi gözlerim.

'Bu ne lan...'

"Dövmen ilginçmiş." Sofia konuştuğunda Hande kıkırdayarak mayoyu üzerine geçirdi.

"Birinden hatıra, sürekli hatırlamak için."

'Yok artık...'

"Pars'tan sanırım." Odanın içinde dolanan sesle Hande ansızın sessizliğe bürünürken bakışları sertçe Sofia'nın yüzüne döndü.

"Senin olayın ne Sofia? Neden senden Pars'la ilgili negatif bir enerji seziyorum."

"Benim bir olayım yok ama sen duyduğum kadarıyla Pars'la fazla ilgiliymişsin." Hande'ye doğru yürüdüğünde geriye doğru bir adım atıp onları izlemeye başladım.

"Anlaşıldı, sen de unutulanlar listesinden isimsiz bir anısın." Hande alayla Sofia'yı süzerken Sofia tiz bir kahkaha attı.

"Unutulanlar? Bak bu komikti." Bir adım daha atıp Hande'nin dibinde durduğunda dişlerinin arasından fısıldadı.

"Ben yeni gelmedim Hande, geri geldim. Senin aksine karısı ile onu paylaşmaya da niyetli değilim. Öyle kuytu köşelerde altına yatarak saygısını asla kazanamayacağımı biliyorum. İsimsizler listesinde en üst sıraya seni oturtacağım zavallı şey."

Gözlerim hayretle açılırken, gözlerimin önündeki bu soğuk savaş tüylerimi ürpertmişti. Bu kadınlar kafayı yemiş olmalıydı.

"Nasya!" Pars'ın sesi kulaklarımda dolandığında şaşkınlıkla o tarafa döndüm.

"E-evet?"

"Konuşalım mı?" Bana dışarıyı gösterirken başımı hızla sallayıp beklemeden peşine takıldım. Verandaya doğru ilerlediğimizde elimde salladığım mayoyu henüz fark etmiştim.

"Siktir ya!"

"Ne oldu?" Çıktığımız verandada bana doğru döndüğünde gözleri elimdeki mayoya döndü.

"Mayo aldığını bilmiyordum." Sırıtırken yanaklarındaki gamzeler kendini belli etti.

"Benim değil, Hande verdi." Hızla elimden çekip aldığı mayoyu ilerdeki salıncağa fırlattı.

"Sana bir şeyler getirtirim. Bunun rengini sevmedim."

"Giyeceğimden değil zaten Pars. Hadi, gitmiyor muyuz?"

"Hayır. İdil'i kırdım, şimdi öylece gidemem."

"Ama gergindin? Yani..." Ne diyorum ben ya? Desene 'O kızlarla aynı yerde kalmak istemiyorum.' diye.

"Akşama dönmüş oluruz, hem burası ikimize de iyi gelebilir. " Bakışları kumsala döndü. "Yıllardır ilk kez bu kadar uzaklaştım her şeyden." Gözlerini bana çevirdiğinde bıkkın bir nefes verdim.

"Nasıl istersen, sonuçta benden bugünü istedin ve bende bugünü sana ayırdım. Onu nasıl değerlendireceğin senin elinde."

"Canın mı sıkkın senin?"

"Hayır, sadece... Ne bileyim, içerde eski sevgililerin ve etrafta tuhaf arkadaşların var."

"Benim eski sevgilim falan yok Nasya. Sofia ile aramda hiçbir şey yok."

"Hande?"

"Hande ne?"

"Dalga mı geçiyorsun, kızı her fırsatta beceriyormuşsun."

"Sen... " Hayretle aralandı dudakları.

"Umurumda değil gerçekten. Ama tüm bunlarla uğraşmak istemiyorum. Deniz, Sofia, Hande... Yorucu, gerçekten düşünmesi bile yorucu." Hızla arkamı dönüp salona geri döndüğümde İdil ile karşı karşıya geliyorduk.

"İyi misin?" Bakışları üzerimde gezinirken sakince sorulmuş bir soruydu.

"Değilim." Hızla yanından geçip sahile doğru ilerledim.

Açık olan salon kapılarından kumsala doğru ilerlediğimde beni gören Ateş, peşimden gelip elindeki şarap bardağını bana doğru uzattı.

"Al."

"Kullanmıyorum dedim ya!" Sert çıkan sesimle yüzü ansızın düşerken kırgın bir sesle konuştu.

"Babamın bağlarından özel bir şarap, o yüzden tadına bak istemiştim." Arkasını döndüğünde uzanıp kolunu tuttum.

"Bekle." Bedeni bana döndüğünde yeşil gözleri yüzümde gezindi.

"Kusura bakma, sadece gerginim. Ver, hadi."

"Emin misin?"

"Evet, pek anlamam ama, benden fikir alacaksan yani." Gülümsediğimde bardağı bana doğru uzattı.

"Al bakalım." Elime aldığım bardakla beraber sahile doğru ilerledik. Ayaklarım kumun içine batarken durup ayağımdaki ayakkabılardan kurtuldum.

"Böyle daha iyi." Gülerek elimdeki şaraptan bir yudum aldığımda, yüzüm ekşiyordu.

"Biraz sert ama en iyilerindendir." O da gülümseyerek benimle beraber denize doğru yürümeye devam etti.

Arkamda bıraktığım ayakkabılar ile attığım adımlar ayaklarımın arasında kayan kumla beni gevşetiyordu.

"Ne iş yapıyorsun?" Bakışlarım bana soruyu soran Ateşe döndüğünde, benden bir cevap beklediğini görmüştüm.

Dalgalı kumral saçları, kemikli yüz hatları ve kemerli burnuyla bana bakarken gülümsüyordu.

"Garsonluk yapıyorum." dedim gülümseyerek

"Saçmalama." dedi kıkırtı ile.

"Ciddiyim, garsonluk yapıyorum yani geçimimi öyle sağlıyorum."

"A, peki. Ben de işte..." Kendi elindeki bardağı gösterdiğinde kıkırdadı.

"Şarap işi?" Başını sallayarak gülümserken bir yudum daha aldı şarabından.

"İyiymiş." Sonunda denizin biraz ilerisinde durduğumuzda hafifçe yere çöktük. Bağdaş kurduğumda oda yanımda aynı rahatlıkla yayıldı.

Üzerindeki kısa kollu salaş gömlek ve altındaki beyaz kapri ile oldukça doğal ve içten duruyordu. Diğerlerinin aksine kelimelerinde kinaye yoktu, küçümser gibi olmadığını da fark ediyordum.

"Pars'la nasıl tanıştınız?" dedi gözleri dalgalarda gezinirken.

"Çalışırken, yani ben onun karısının verdiği bir davete garson olarak katıldım." Güldüğümde oda gülmeye başlamıştı.

Şaraptan bir yudum daha aldım, içinde bulunduğum durumu böyle kolayca anlatmak garip gelmişti. Ama sanırım Ateş insanı germeyen yapısı ile bunun en büyük destekçisiydi.

"Peki, 'Neden buradasın?' desem çok mu meraklı olurum?"

"Hayır, ama buna verecek mantıklı bir cevabım yok."

"Peki, zorlamayacağım."

'Teşekkür ederim.'

"Daha önce Lizbon'a gelmiş miydin?" Güldüm.

Ne Lizbon'u, daha önce İstanbul dışına bile çıkmadım ben. "Hayır, bu ilk seferim."

"Harika bir şehirdir, özellikle Miradouro de Santa Luzia. Bir gün mutlaka gitmelisin. Oradaki kalabalığa aldırış etmezsen manzarası insanın ruhunu yeşertecek türden."

"Belki bir gün." öylesine söylenmiş bir sözdü. Bu geceden sonra hayatım boyuncabir dahaLizbon'a gelemeyeceğimi biliyordum ama şu an bunun açıklamasını yapmak saçma olacaktı.

"Anlatsana biraz kendini, mesela çalışmadığın zamanlarda neler yapıyorsun?" Güneş yüzümüze vururken kısılan yeşil gözleri ile merakla beni izliyordu.

"Aslında pek yaptığım bir şey yok. Fırsat buldukça sahafları gezerim, eski kitapları karıştırmayı seviyorum ya da sahilde akşama kadar oturur saatlerce gelip geçen insanları izlerim."

"Neden?"

"Yani, bilmem... Onları uzaktan izlemek ve hikâyelerini kurgulamak sanırım hoşuma gidiyor."

"Hikâye kurgulamak?" Gülümser bir sesle konuştu.

"Yani birine bakıp 'Bence hayatı böyledir, şunları yaşamıştır.' falan diye düşünmek... Hiç yapmaz mısın?" Kıkırdadığımda başını hayır der gibi salladı.

"Bak mesela, seni dışarıda görsem şöyle düşünürdüm-"

"Ateş!" Konuşmam Pars'ın sesiyle bölündüğünde ikimiz de başımızı o tarafa çevirdik.

"Pars!" dedi baskın bir fısıltı ile.

"Ne yapıyorsunuz burada?" Yanımıza doğru gelirken kıyafetlerini değiştirmiş olduğunu görebiliyordum.

Üzerindeki siyah kısa kollu bir tişört bütün kaslarını özenle sarmış ve bedenini bir sanat eseri gibi sergilemişti. Altındaki asker yeşili kısa kapri ile bize doğru öfkeyle gelişini izledim.

'Bir insana ne giyse yakışır mıydı?'

"Sohbet ediyoruz. Sorun ne?" Ateş'in sakin ama baskın sesi Pars'ın gözlerini bana çevirmesi ile son bulduğunda, şakakları titrerken bıkkın bir nefes verdim.

"Katıl bize sen de?" dedim kinayeli bir sesle kaşlarım havalanırken.

"Ben size bir katılırım, kimse ayıramaz Nasya!"

"Sakin ol Pars, gergindi ben de-"

"Sana mı kaldı Lan! Onun gerginliğini almak sana mı kaldı?"

"Anlaşılan şu an sağlıklı bir iletişim kuramayacağız." Ateş usulca oturduğu kumdan kalktığında bakışlarını bana çevirdi.

"Sakin bir iletişim kurmak istersen bul beni."

"Ateş!" Pars'ın öfkeli sesiyle bir şey demeden hızla uzaklaştı yanımızdan.

"Ne yapıyorsun?" dedim çıkışırcasına.

"Sen ne yapıyorsun? Her yerde seni arıyorum ama sen burada daha birkaç saat önce tanıştığın bir adamla kahkahalı gülmeli sohbetlere dalmışsın!"

"Ne diyorsun sen be? Altı üstü muhabbet ettik! Senin gibi etrafıma siktiğim kadınları toplamadım en azından! "

"Nasya!"

"Pars!"

Öfkeyle yanıma çöktüğünde elimdeki bardağa uzandı. "Bırak şu şarabı! En eski numarasını mı uygulamış? 'Şarabımı tatsana!' İnsan biraz orijinal olur amına koyayım!"

Hızla elimi geri çektim. "Ne yapıyorsun ya? Bırak, içiyorum."

"İçemezsin!"

"Ne yapsaydı, elinde bir sözleşme ile mi gelseydi?"

"Ulan!"

"Bence de ulan! Soktun beni bu saçmalığın içine. Ben bu insanların arasında eğretiyim görmüyor musun? Manyak bunlar, beni tek lokmada yutarlar. Ne işim var benim burada Allah aşkına! Ben bu bokun sineği değilim oğlum, ben bu hayata alışık değilim."

"Farkındayım! Yanımda ol istiyorum! Sikeyim çabalıyorum işte, sana değerli olduğunu göstermek için çabalıyorum! Ben hiçbir kadını bu insanların karşısına çıkartmadım Nasya! Kimseyi İdil ile tanıştırmadım!"

"Ya ne saçmalıyorsun sen?"

"Bilmiyorum." Kafasını ellerinin arasına aldığımda bıkkın bir nefes verdi. "Ben bir kadına nasıl özel hissettirilir bilmiyorum, öğrenmek zorunda kaldığım bir şey değildi. Ama şimdi..."

"Şimdi ne?" Yavaşça yutkundum, duyacağım şeye dair korku hissettiğimde konuştu.

"Nasya yanımda kal istiyorum, benimle kal."

'Yapma.'

"Pars..." Avuçlarımın arasındaki bardağı sıkıca kavradığımda, yüzünü bana doğru çevirdi.

Kendini yavaşça bana yaklaştırırken kalbim giderek hızlandı. Bedenim sıcak ateşler atarken ben sabahki yakınlaşmayı hatırlayarak ruhumu ele geçiren heyecana söz geçiremiyordum. Dudakları benimkileri sardığında bedenini üzerime doğru verdi ve ben daha farkına bile varamadan elimdeki şarap bardağını alıp geri çekildi.

"Sen var ya!"

"İçemezsin dediysem! Siktiğimin şarabını içemezsin!" Hızla elindeki kadehi kumlara doğru savurdu.

"Öküz! Tam bir geri zekâlısın! Bu yüzden mi öptün beni, inadına sıçayım Pars!" Öfkeyle oturduğum yerden kalktığımda beklemeden eve doğru koşar adım ilerlemeye başladım.

"Nasya!" Peşimden gelirken asla taviz vermeden ilerledim içeriye açılan kapılara doğru.

"Nasya diyorum!" Salondan içeriye attığım adımla evin içini ele geçiren kargaşa ile olduğum yerde kalıyordum.

Kulaklarım ortamı dolduran hareketli müzikle çınlarken bakışlarım da orta sehpanın üzerinde mayosu ile çıldırmış gibi dans eden Hande'ye döndü.

İdil ileride tanımadığım bir sürü insanla memnuniyetsiz bir ifade ile merhabalaşırken Ateş ise tekli koltukta elindeki şarabıyla olan biten her şeye koca bir saçmalıkmış gibi bakıyordu.

"Bu ne lan!" Pars'ın şaşkın fısıltısı ensemde yayıldığında refleksle ona döndüm.

"Kafa dinleme mi demiştin, metrekareye iki erkek bir kız düşüyor, emin misin?" dedim iğneleyici sesimle.

Çene kası gerilmişti yine, tam bir şey diyecekken o curcunada biri beni bileğimden tutup dans eden kalabalığın içine çektiğinde bakışlarım yeniden Pars'a döndü.

Hızla peşimden kalabalığa dalıp bileğimi sertçe kavradığında beni kendiyle dans etmeye zorlayan kızdan çekip kurtarıyordu.

"Bir kişi daha seni yanımdan alırsa, bugün burada birilerinin ağzı burnu dağılacak." Öfkeyle hırladığında beni kucağına alarak kalabalığın içinden hızla çıkardı.

"Ne yapıyorsun?" Şaşkın bir gülümseme yüzümde yerini alırken o benim aksime öfkeli gibiydi.

Arkamızda kalan kalabalıkla yatak odasına doğru ilerledik ve açtığı kapıyı hızla kapatması ile gürültüden kurtulduk. Beni yavaşça yatağa bıraktığında bıkkınlıkla geri çekildi.

Kalçamın altında hissettiğim kutularla hafifçe doğruldum yatakta. Bakışlarım gördüğüm siyah kutularda gezinirken alnım kırışıyordu. Ayağa kalktığımda Pars banyoya doğru ilerledi ve gözden kayboldu.

Önümdeki kutulardan büyük olanı açtığımda içindeki siyah saten elbiseyle kafam iyice karışıyordu. Diğer kutuları birer birer açarken Pars'ın banyodan çıkıp odaya dönüşünü duyuyordum.

"Bunlar ne?" Açtığım son kutudan beyaz bir mayo çıktığında bakışlarımı Pars'a çevirdim.

Banyonun kapısına yaslanmış beni dikkatle izlerken yorgun bir nefes verdim. "Bunlar ne? Zaten alışveriş yapmıştık."

"Lizbon için gerekli birkaç ürün, bulabildiklerini getirdiler. Eğer beğenmediysen?"

"Hayır, hepsi çok güzel fakat gereksiz Pars. "

"Rahat etmeni istiyorum."

"Bu şekilde mi?"

"Evet, başka ne yapabilirim söyle. Bu konularda deneyimsizim."

"Benden ne istiyorsun? Açıkça söyle. " Sorduğum soruyu anlamamış gibi kaşlarını çattı.

Bana doğru birkaç adım atıp dibimde durdu.

"Seni istiyorum, başka ne isteyebilirim?" Kalın tınısı dikkatimi dağıtırken, gözlerimin içine direk bakarak konuşması içimi gıdıklıyordu.

Bir adam her istediğini böyle açıkça nasıl söyler? Ben neden buna rağmen hala buradayım? Aklım almıyor.

"Ne oldu?" Yüzümdeki karmaşayı anlamış gibi merakla gözlerini yüzümde gezdirirken alnı kırışmıştı.

"Seninle beraber olmayacağım." Dişlerimin arasından fısıltı ile konuştuğumda dudakları yavaşça kıvrıldı.

"Sadece bedenini değil Nasya, bütününü istiyorum." Yavaşça yutkunduğumda benimle dalga geçtiğini düşünmeye başlıyordum artık.

İçeride ağzının içine bakan kadınlara rağmen bende ki bu ısrarının sebebini anlayamıyordum.

"Pars, benimle dalga mı geçiyorsun?"

"Hayır." Sakin çıkan sesiyle beni giderek sinirlendirdiğinde odanın kapısı tıklatıldı.

"Gir." Pars'ın gözleri benim gözlerimden bir milim bile kaymadan konuştuğunda, kapı açıldı ve İdil beklemeden içeriye girdi.

Kapattığı kapı ile yorgun bir nefes verdi. "Delireceğim, bunları kim çağırdı ya?"

Sitemkâr sesi ile gözlerim İdil'e döndüğünde Pars da geri çekildi ve kardeşine verdi dikkatini.

"Benim canımı sıkan ayrıntıda bu, içerisi bu kadar kalabalıkken burada kalamam. Magazin sayfalarında saçma sapan resimlerimi görmek istemiyorum."

Odanın ortasında durup onları dinlerken içimden 'derdinize tüküreyim ' demeden edemedim.

"Abi ben sadece bizim çocukları çağırdım, ne bileyim bu sevimsizlerin buraya dolacağını!"

"Sana kalacağım dedim ama bu insanlarla kalamam biliyorsun." Pars'ın uyarıcı sesi ile İdil yüzünü asarak başını salladı.

"O zaman siz dedemin çiftliğine geçin, burası çok sıkarsa bakarsın ben de kaçar gelirim." Bıkkın sesi ile Pars ona doğru gidip kolunu omuzuna attı ve kendine çekti.

"Beklemene gerek yok. Eşyalarını al, geçelim beraber.

"Ben, siz baş başa kalmak istersiniz diye..."

"Sen varken de baş başa kalabiliriz." Göz kırparak bana döndüğünde dayanamadım ve iğneleyici bir tınıyla konuştum.

"İdilciğim senin abin evli, baş başa kalmamız gibi bir durum söz konusu değil zaten." İdil içten bir gülümseme bıraktı bana doğru ve kaşları hafifçe havalandı.

"O zaman eşyalarımı toparlayıp geliyorum." Hızla odadan çıktığında Pars da bedenini bana çevirdi.

"Kardeşime hakkımdaki pek önemli bilgileri verdiğin iyi oldu, evli olduğum gerçeği gibi." Sinsice sırıtırken bıkkın bir nefesle yatağa doğru ilerleyip oturdum.

"Sanki çok umurumda, sizin ailecek problemleriniz var. Normal bir insan evli abisi ile tanımadığı bir kadını baş başa bırakmak istemez." Bana doğru geldiğinde tam önümde durdu.

"İdil'i tanıyınca seveceksin. Kabul et sen de pek normal sayılmazsın Nasya." Üzerime doğru eğildiğinde ellerini iki yanıma yasladı ve dudaklarını sus çizgime dayadı.

"Ne yapıyorsun?" Titreyen sesime engel olamadığımda güzel dudakları karanlık bir gülümseme ile kıvrıldı.

"Konuşuyorum, neden?" Burnunu yavaşça burnuma sürttü ve kalın sesi ile sıcak nefesini dudaklarımda gezdirdi. "Yoksa bana bu kadar yakın olmak sana iyi gelmiyor mu güzelim?"

Burnuma çarpan kokusu, dudaklarıma değen sıcak nefesi, yakınımdaki varlığı yüzünden ritmini şaşıran kalbimin sesini görmezden gelerek mantığımın dizginlerini yeniden elime aldım.

"Ben senin güzelin falan değilim, çekil üzerimden."

Ellerimi göğsüne bastırdığım da onu geri itmek için bir hamle yaptım. Ama sırtım yatakla buluştuğunda onun tarafından yatağa yatırıldığımı fark ediyordum. İri bedenini üzerime verdiğinde ağırlığı ile altında ezilmeye başladım.

Dudaklarıma kondurduğu ıslak bir öpücükle usulca boynuma doğru kayarken ben bedenimi daha da ele geçiren duygu karmaşasına teslim oluyor gibiydim.

"Yapma şunu." diyebildim çaresiz bir iniltiyle.

"Sadece öpüyorum Nasya." Dudakları boğazımda usulca kayarken ben sertçe yutkundum.

İri eller bedenimde usulca dolanmaya başladığında aldığı derin soluklar erkeksi hırıltılara dönüyordu.

"Sikiyim, öyle güzelsin ki..." Dişlerinin arasından tenime doğru bıraktığı şehvet dolu iltifat ile bedenimde usulca kayan parmakları bacaklarıma doğru indi.

'Durdursana onu.'

'Yapamıyorum. '

Sert eller bacaklarımı okşarken ben altında artık gizleyemediğim bir arzuyla kıvranıyordum.

"Y-yapma." dedim zorla ama lanet sesim 'Devam et.' der gibi çıkıyordu.

O da sesimin tınısının hissettirdiği duyguya ayak uydurarak bacaklarındaki elini usulca külotuma doğru kaydırdı. Bedenim,tenimde kayan sıcak parmakların esiri olurken altında kesik bir inilti ile kıvranıyordum.

Parmakları külotumun üzerine ulaştığında köprücük kemiklerime bıraktığı sıcak nefeslerini geri çekerek alnını benimkine yasladı. Parmakları usulca külotun üstünden dairesel hareketler yapmaya başladığında kasıklarımdan bedenime yayılan bir alev bütün ruhumu emrine aldı.

Gözlerimin önü bulanıklaşırken bakışlarım Pars'ın gözlerinde istekle dolandı. Dudaklarım bedenimde gezinen şehvetin etkisiyle aralandığında istekli bir inilti bırakıyordum ona doğru. Sırılsıklam olduğumu biliyordum.

Gözleri dudaklarıma kayan bu adam bakışlarında ansızın beliren hayvansı bir iştahla sertçe kavradı dudaklarımı. Isırarak beni içine çekerken hissettiğim acıyla ve bana verdiği zevkle bacaklarım ansızın aralanıyordu.

Kendini iki bacağımın arasına yerleştirdiğinde sert erkekliği kadınlığımın üzerimde sıcaklığı ile varlığını belli etti. Ellerini kollarıma atıp başımın üzerinde birleştirdiğinde kendini kıyafetlerimize rağmen bana doğru bastırdı.

"Pars..." İniltili sesimledudaklarımdan ayrıldı ve hırıltılı sert nefeslerle geri çekildi.

"Gidelim yoksa ben kendimi tutamayacağım ve bu böyle olsun istemiyorum..." Hızla kalktı üzerimden. Kendini toparlamak ister gibi parmaklarını saçlarının arasından geri verdiğinde bakışlarım üzerindeki kapriye döndü.

Gördüğüm şişkinlikle ağırca yutkundum ve hızla elbisemi aşağıya çekiştirerek altımızda ezilen kutuların üzerinden kalktım. Yanaklarım yaşadıklarımın utancıyla yanarken beklemeden banyoya doğru ilerledim.

Kapıyı hızla çarptığımda lavaboya doğru ilerleyip hızla suyu açtım. Ateş gibi yanan yüzüme sertçe vurduğum su ile derinden alıp verdiğim nefesleri ve yüzümdeki kızarıklığı gidermeyi umuyordum.

"Ben ne yaptım, ben ne yaptım..." Islak parmaklarımı dudaklarımda gezdirirken aynadaki aksime baktım.

Aldığım derin soluklar ve kızaran yanaklarımla gördüğüm dağılmış görsel beni güldürüyordu. Dudaklarımın zonklaması hala devam ederken ısırarak nasıl şişirdiğini yeni fark ediyordum.

"Hayvan." Fısıltılı sesimle mırıldanırken banyonun kapısı tıklatıldı.

"Git başımdan Pars." Utangaç sesimle konuştuğumda İdil'in sesini duyuyordum.

"Abim çıktı, hazırsan gidelim." Neşeli sesi ile derin bir nefes aldım ve banyonun kapısına doğru ilerledim.

Açtığım kapı ile İdil'in gözleri yüzüme döndü. Dudakları alayla kıvrıldığında bakışlarını benden kaçırarak yeniden konuştu. "Hadi." Geriye doğru bir adım attığında bana yolu gösterir gibiydi.

Önden ben çıktım ve yatak odasının açık kapısından geçerek salona doğru ilerledim. İçerideki insanların sahilde guruplar halinde oturduğunu görebiliyordum.

"Hadi!" İdil kolumu tutup beni ana kapıya doğru çekiştirirken Sofia'nın sesi kulaklarımızda dolandı.

"Nereye?" bakışları İdil'e döndü.

"Ş-şey, daha sakin bir yere geçiyoruz. Abim burada rahat değil, çocuklara konum attım akşam yemeğinde orada buluşacağız." Kaçak kaçak attığı bakışlarla onu peşine takıp abisini sinirlendirmemek için ne kadar kıvrandığını görüyordum.

"Akşama kadar burada ne yapacağım İdil, ben de sizinle geliyorum." Hızla arkasını dönüp odaya doğru ilerlediğinde İdil bıkkın bir nefes verdi.

"Sakin ol." Elimi koluna attığımda gülen gözleri bana dönüyordu.

"Aptalım ben. Neden taktım ki peşime onu! Sandım ki abim mutlu olur ama-"

"Geldim." Kol çantasını alan Sofia bize doğru gelerek İdil'i benim kolumdan çekti ve ana kapıya doğru sürükledi. Aldığım öfkeli bir nefesle peşlerine takılıp çıktım evden.

Garaj yoluna doğru onlar önde ben arkada ilerlerken Ateş'in sesi ile irkiliyordum.

"Nereye?" Seslenişini İdil ve Sofia duymamıştı fakat ben duydum.

"Çiftlik evine." Aklımda ansızın çalan sinsilik çanları ile devam ettim." Sofia geliyor, sen de gelsene." Gülümserken bana sıcak bir bakış atarak peşime takıldı.

Yan yana arabaya doğru ilerlediğimizde Pars'ın ileride korumalarla konuştuğunu gördüm.

'Burada bile.'

Bir insanın burada korumaya ne gibi bir ihtiyacı olabilir, yakıcı güneşten mi koruyacaklar bizi?

Gözlerim Pars'ın yüzündeyken Ateş fısıltı ile konuştu. "İstersen benim araba ile geçelim. " Teklifi ile durdum, bakışlarım ilerideki üstü açık spor arabaya döndüğünde ısrarlı bir sesle konuştu. "Eğer Pars'tan izin alman gerekecekse..." dedi alaylı bir sesle.

"Tabi ki hayır ama onunla gitsem daha iyi." Başım belaya girsin istemem.

"Hadi ama! Çocuk musun?" İçten bir gülüş bıraktığında bakışlarım korumalar ile hararetle bir şeyler konuşan Pars'a döndü.

"Aslında... Tamam, olur." Yönümü Pars'ın arabasından terse çevirdiğimde Ateş ile beraber onun arabasına doğru ilerledik. Fakat içimdeki heyecanlı fısıltı, Pars'ın öğrendiğinde çıldıracağını söylüyordu.

Ateş önden gidip bana kapıyı açtığında İdil'in sesi ile bakışlarımı o tarafa çevirdim. "Nasya gelsene." dedi şaşkınlıkla bana bakarken.

Ateş konuşmaya dâhil oluyordu. "Siz devam edin, adresi biliyorum zaten. Orada görüşürüz." Elini sırtıma atarak beni arabayadöndürdüğünde İdil'in yanlış anlayabileceğini yeni fark ediyordum.

'Bu hiç iyi olmadı. Amacım Pars'ı delirtmekti.

"Hadi." Ateş'in sesiyle beklemeden arabaya bindim ve kapımı yavaşça kapattı.

Hızla şoför koltuğunageçtiğinde, Pars korumalardan birkaç adım uzaklaşıp bir telefon konuşmasına başlamıştı.

"Kemerini tak." dedi Ateş yumuşak bir sesle. Hızla kemeri arkamdan alıp kilide geçirdiğimde beklemeden çalıştırdı motoru.

Pars'ın gözleri çalışan motor sesi ile garaj yoluna döndüğünde göz göze geliyorduk.

Yüzümde karanlık bir gülümseme oluşurken telefonu şaşkınlıkla kulağından aşağıya indirdiğini gördüm. Öfkeli bir adım attığında Ateş çoktan garaj yolundan çıkıp bizi büyük sahil evinden uzaklaştırmıştı.

Bakışlarım geride kalan Pars'a döndüğünde öfkeyle arabasına doğru ilerlediğini gördüm. Son gördüğüm görsel buyken rüzgâr arabanın hızı ile saçlarımı birbirine dolandırmaya başladı.

Güneş tepemizde öylece asılıyken ben gözlerimi Ateş'e çevirdim. Yüzündeki gülümseme ile Pars'ın ne kadar öfkeli olduğundan habersizce bizi ana yoldan dağ yoluna doğru saptırdı.

"Sana şimdi bir şey soracağım ve bana dürüstçe cevap vermeni istiyorum."

"Tabi." Gülümser bir tonlama ile konuştuğumda arkamızdan gelen araba sesi ile neye uğradığımı şaşırdım.

Pars, hızla üzerimize doğru gelirken Ateş arabayı sol tarafa doğru çekmek zorunda kaldı.

Yanımızdaki şeritte hızını sabitlediğinde bakışları açık olan camdan beni buldu. Gözlerinin içi öfkenin en ilkel aleviyle harmanlanırken yavaşça yutkundum.

"Delirdin mi lan! Solumda uçurum var!" Ateş öfkeyle bağırdığında bakışlarım sol taraftaki denize doğru bakan uçurumda gezindi. Pars öfkeyle gaza yüklendi ve önümüzden hızla devam etti.

'Sıçtık.'

'Sıçtık.'

İç sesimi desteklediğimde Ateş öfkeyle arabayı yolda ortalayarak gaza yüklendi. Öfkeyle gaza yüklendiğinde sırtım ani hız değişimi ile koltuğa yapışıyordu. Araba yukarıya doğru çıkan yolda yağ gibi kayarken Pars ortalarda görünmüyordu.

Nihayet 'Katipoğlu Çiftliği' yazan koca tabelanın yanından geçtiğimizde ilerideki çiftlik evi, bahçesinde park edilmiş araba ve Pars'ın öfkeli bekleyişine ev sahipliği yapıyordu. Bedenini arabaya yaslamış, gözünü kapıya dikmişti.

"Şerefsiz!" Ateş arabayı Pars'a doğru sürdüğünde refleksle bağırdım.

"Çarpacaksın! "Ani bir frenle Pars'ın dibinde durduğunda Pars bir kez bile geri adım atmamıştı. Bir araba benim üzerime böyle hızlı gelse ödüm kopardı.

Duran araba ile Ateş aşağıya indiğinde öfkeyle bağırdı. "Arabada kız var! Ne yapıyorsun lan sen?"

Pars'a doğru ilerlediğinde Pars'ın hala tuttuğu sessiz öfkesi beni korkuturken Pars Ateş'i tek koluyla yerden havalandırıp yeniden yere yapıştırdı. Yakalarını tutup kafasını sertçe yere çarptığında İdil korkuyla bağırdı.

"Abi yapma!"

"Benim yanımdaki kadını arabana alacak kadar mı adam oldun lan sen! Benim yanımdaki kadını arabana alacak kadar mı adam oldun!" Aynı sözle tekrara düşerken yumruklarını sıralıyordu.

İdil koşarak abisine doğru ilerledi. "Bırak, saçmalama." İdil koluna yapıştığı halde Pars altında öfkeyle kıvranan Ateş'e sert bir yumruk daha indirdi.

"Ne var lan bunda? Araban kalabalıktı ben getirdim! Ne var bunda?" Ateş, yerden kalkmak için cebelleşirken Pars'ın baskısıyla başaramıyor gibiydi.

"Memnun musun?"Sofia'nın bağırtısı bana ulaştığında öfkeyle indim arabadan.

"Kes sesini Sofia!" Bağırtım ile üzerime doğru geldiğinde bu kez İdil bize dönüp bağırdı.

"Yaa, siz ne yapıyorsunuz? Kafayı mı yediniz!"

"Bu küçük böcek, ikisini birbirine düşürmek için bilerek yaptı! Arabaya binmeden önce Pars'ı kestiğini gördüm! Bilerek yaptı!" Hızla üzerime gelip omzuma sertçe vurdu.

"Senin var ya!" Öfkeyle saçına doğru kendimi attığımda sarı saçlarını elime doladım.

Bir elimin tırnaklarını yüzüne saplamak istercesine gezdirirken diğer elimle de iyice sardığım saçlarını daha çok çekme derdindeydim.

Belimi sıkıca saran bir kol beni zar zor Sofia'dan ayırmaya çalışırken beni çekenin Pars olduğunu sesinden anlıyordum.

"Nasya!" Bağırırken beni geri çekmeye çalışıyordu ama saçlarına öyle bir yapışmıştım ki, kopan saçlar parmaklarımda kalırken beni yerden havalandırarak geri çekti.

"Bir daha bana dokunursan var ya! Senin elini kırarım! Ben öyle sıkıştırdığın Hande'ye benzemem siktiğimin Rus'u! Sıçarım senin o bozuk Türkçene de sana da!"

"Nasya yapma!" Pars hangi ara yerden kalkmış bana yetişmişti bilmiyorum ama beni kollarında öyle sıkı tutuyordu ki bıraktığı anda yeniden saldıracağımı adı gibi biliyordu.

"Gerizekalı! Saçlarımı mahvettin! Tanrının cezası!"

"Bak seni var ya!" Kendimi Pars'ın bedeninden aldığım destekle ileri atmaya çalışırken beni kucakladığı gibi eve doğru ilerletti.

"Bırak Pars! Bırak geberteceğim!" Kollarında delirmiş gibi çırpınırken beni apar topar eve soktu ve kapıyı kapattı.

"Sakin ol!" Beni yere bıraktığında öfkeyle bağırdı.

"Öldürürüm o kızı! Yemin ederim elimde kalır!"

"Bekle burada! Geleceğim bekle." Arkasını dönüp kapıdan çıkacakken kolunu tutup kendime çektim.

"Nereye! "

"Kızın yüzü kan içinde Nasya! Bakacağ-"

"Geç içeri! Yemin ederim Seni de öldürürüm! Geç!"Eve doğru çekiştirdiğimde şaşkınlıkla bana bakıyordu.

Ben de elime dolanmış sarı saç tellerinden tiksintiyle temizlenmeye çalışıyordum. Bu kadar çok saçı görmek de yüreğimi soğutmuyor değildi. Az bile yapmıştım. Kızaran çiziklerimi acıtmamaya çalışarak, elimi temizledim.

"Neden Ateş'in arabasına bindin Nasya!" Bu kez hesap sorma sırası ondaydı.

" O nataşayla aynı yerde gelmek istemedim!"

"Lan söyleseydin! Gidip niye adamın arabasına biniyorsun?"

"Ya arkadaşın değil mi bu çocuk senin? Ne bu öfke!"

"Değil! Benim arkadaşlıklarım senin Defne'yle olan arkadaşlığına benzemez! Bu dünyada, gördüğün her alanda rekabet denen bok var! Gerçek dost yok! Anlıyor musun? "

"Bundan bana ne! Beni buraya getiren sensin öyle değil mi? Madem korkuyordun ne demeye getirdin?"

"Delirtme lan beni, neyden korkacağım!"

"Bilmem, belki de Ateş'ten." Alayla kıvrıldı dudaklarım.

"Güldürmebeni! Ateş, 'korkacağım adamlar' kategorisinde sonda bile değil!"

"Bence olmalı. Senden daha neşeli, daha kibar olduğu da ortada." Hızla üzerime gelip beni arkamdaki duvara sertçe çarptığımda acıyla inledim.

"Yavaş geri zekâlı!" İniltili sesimle bedenini bana bastırdı.

"Bir daha söyle!" dedi hırıltı ile.

"Ne diyorsun be, çekil şuradan!"

"Ateş'in benden daha eğlenceli ve kibar olduğunu söylüyorsun ya! Hoşuna mı gitti? Yüzüme bakarak söyle! İlgini böyle basit şeyler çekiyordur belki de!"

"Belki de..." dedim alayla kıkırdarken.

"Nasya, damarıma basma!"

"Çekil üzerimden, çekil!"

"Beni bununla sınama! Ne kadar takıntılı bir adam olduğumu bilmiyorsun! Bana bu siktiğimin şeyini bir daha yapma!" Hızla geri çekildiğinde ana kapı İdil tarafından açıldı.

"Gittiler." dedi yılgın bir sesle.

"İsabet olmuş."

"İsabet olmuş."

Pars'la aynı anda konuştuğumuzda birbirimize ters bir bakış atıp yüzümüzü terse çevirdik.

"Delirdiniz mi siz?" İdil isyankâr bir sesle konuştuğunda yılgın bir nefesle cevap verdim.

"Ben sadece Sofia ile aynı arabada olmak istemedim."

"Ben de onu Ateş'in yanında görünce delirdim!"

İkimizin de yaptığı açıklama oldukça mantıklıydı ama İdil ikna olmamış bir homurtu ile yanımızdan gidip ilerideki odalardan birine girdi.

Pars'ın gözleri üzerime döndüğünde bıkkın bir sesle konuştu. "Düş önüme."

"Döş Önömö!"

Bana gösterdiği tarafa doğru hızla ilerlediğimde önünde durduğumuz odanın kapısını açarak içeri girdim.

Odanın ortasında üzerindeki perdelerle ahşap bir yatak dururken, boydan camlar odadan bahçeye açılan manzaraya eşlik ediyordu.

İlerledim ve yatağa doğru bıraktım bedenimi.

"Pislik, tırnak değil toynak sanki!"Ellerimin üzerindeki çiziklerde gezinen parmaklarımla konuştuğumda Pars'ın aldığı sert nefesle odadan çıktığını gördüm.

Gözlerim tavandaki pervaneye döndüğünde odanın içinin dışarıdaki sıcağa rağmen ne kadar serin olduğunu fark ettim.

"Telefonun çalıyor. Arabada da çalmıştı." Pars'ın sesi ile yatakta dikeldim ve bana doğru uzattığı çantayı aldım elinden.

"Ver." Terslercesine konuştuğumda sabır dolu bir nefes çekti içine.

Odadan çıktığında çantanın içine soktuğum elle telefonumu aceleyle aradım. Bulduğum telefonumun ekranında arayanın Defne olduğunu gördüğümde duyduğum söz aklıma geliyordu.

En yakın arkadaşımın Pars'a 'Neden o, neden ben değil?' demesi öyle kolay unutulacak bir şey değildi. Ama o Defne'ydi işte... Hayatta sahip olduğum her şey.

İsteksizce cevapladığım telefonu kulağıma dayadım. "Efendim?"

Kırgın çıkan sesimle bir süre sessiz kalıp çekingen bir sesle konuştu. "Neredesin? Kapının önündeyim ama evde değilsin sanırım."

"Evde değilim."Kırgın sesimle konuştuğumda yorgun bir nefes verdi.

"Nasya, benözür dilerim." Titrek sesi ile ağlamak üzereyken devam etti. "Ben aptalım ya... Çok içmiştim ben. Yapmamam gerekiyordu ama yemin ederim kötü bir niyetim yoktu." Ağlamaya başladığında hissettiği suçluluğun farkındaydım.

"Önemli değil Defne. Zaten bugünden sonra bu adam hayatımızda olmayacak. Bizim aramıza böyle şeylerin girmesini istemiyorum."

Bakışlarım kapıya döndüğünde Pars'ın söylediğim son sözü duyduğunu anlıyordum. Öfkeli gözleri üzerimde dolandığında, hızla arkasını dönüp bir kez daha çıktı odadan.

"Ben şimdi kapatıyorum. Sonra yine konuşuruz."

"T-tamam." Ağlamaklı sesle telefonu kapatırken oturduğum yataktan kalktım.

Üzerimdeki ceketi çıkarıp yatağın üzerine bıraktığımda beklemeden odadan çıktım. Pars'ın bahçeye açılan kapıdan çıktığını gördüğümde sıkkın bir nefesle peşine takılıyordum.

Varlığımı fark edemeyecek kadar öfkeliyken adımlarımı sessizce attım. İlerleyip çitlere doğru yaklaştığında kendine doğru gelen siyah ata doğru açtı kollarını.

"Rüzgâr!" dedi çoşkulu bir sesle. "Kızım..." Pars'ın dibinde duran uzun yeleli at, usulca kafasını eğdi ve kendini sevdirdi.

Pars'ın elleri uzun yelelerde gezinirken ben çoktan yanlarına doğru ilerlemiştim bile.

"Senin mi?" Seslenişimle bakışlarını bana çevirdi ve sorduğum soruya başını sallayarak cevap verdi.

"Çok güzelmiş, sevebilir miyim?" Gülümseyerek Rüzgâr'a doğru bir adım artığımda Pars, elini yelelerden aşağıya doğru çekti. Bana atı sevebilmem için alan açıyordu.

Sessiz bir nefes eşliğinde elimi Rüzgar'ın saçlarına doğru kaldırdım, parmaklarım yelelerinde gezinirken çıkarttığı kişneme ile korkarak elimi geri çektim.

"Korkma, bir şey yapmaz. Sadece selam veriyor." Pars'ın ses tonundaki kırgınlık kendini belli ederken ben yeniden elimi kaçırdığım yelelere doğru kaldırdım.

"Merhaba Rüzgâr, benim Adım Nasya. Tanıştığıma memnun oldum." Gülümserken bir kez daha kişnedi, bu kez gülerek Pars'a çevirdim bakışlarımı.

"Çok güzel." Fısıltılı sesimle yüzünde buruk bir gülümseme oluştu.

"Öyle, iki senedir yoktum, küsmüştür diye düşünüyordum ama..."

"Kıyamıyor sana demek ki..." Kıkırtıyla sessizliğe büründüğümde Pars'ta da sessiz birgülümseme alıyordum.

"Nasıl hissediyorsun? Lizbon'u sevdin mi?" Yorgun çıkan sesiyle derin bir nefes aldım.

"Sevdim. Yani biraz kaotik bir ortam oluştu ama Lizbon kendi başına güzel bir şehir." Uzanıp Rüzgâr'ın burnunun üzerine bir öpücük kondurduğunda bakışlarını bana çevirdi.

"Ufak bir gezintiye çıkalım mı?" Elini bana doğru uzattığında tereddütle birkaç saniye bekledim.

"Rüzgar'la mı? Ama ben, daha önce hiç ata binmedim."

"Bana güvenirsen hiçbir sıkıntı olmaz. Gel hadi." Bana doğru havalanan eliyle öylece beklediğinde uzanıp elini tuttum.

"Teşekkür ederim." Kaşları havalanırken kendini düzeltti. "Teşekkür ederiz." dedi Rüzgâr'a bakıp.

"Ne için?" Şaşkın bir gülümseme ile onlara baktım.

"Bize güvendiğin için." Henüz tuttuğum elini geri çektiğinde bana doğru bir adım attı ve ellerini belime sardı.

"Hazır mısın?" Dip dibe geldiğimizde fısıltı ile sorduğu soruya sessiz bir tebessümle cevap verdim.

Ayaklarım yerden havalanırken beni kolayca kaldırdı ve Rüzgâr'ın üzerine bıraktı. İçimde ansızın oluşan heyecan ile sıkıca tutundum önümdeki yelelere. Elimi rüzgârın sırtına bastırdığım da sıcak derisi ile bana güven veriyordu.

Pars, uzun boyu ile kolayca arkama oturduğunda arkamdan uzattığı elleriyle önümdeki dizginleri ellerimden aldı.

"Bana bırak." Kulağıma doğru fısıldadığında avuçlarımın içinde sıkıca tuttuğum deriyi ona bıraktım.

Sırtım sert göğsüne yaslandığında tuttuğu dizginleri yavaşça geri çekerek Rüzgâr'ın yönünü terse çeviriyordu.

"İyisin değil mi?" Nefesi kulağımda sıcakça dolandığında hissettiğim heyecanla başımı usulca salladım.

"Güzel, hadi ufak bir geziye çıkalım." Yuları hafifçe salladığında Rüzgâr önce yürümeye ardından koşar adım hızlanmaya başlıyordu.

Ellerimi Pars'ın beni kavrayan bacaklarına korkuyla sardığımda giderek hızlanan Rüzgar'la ormanın içine doğru ilerliyorduk.

"Pars..." dedim titrek bir korkuyla.

Dudaklarını kulağıma doğru bastırdığında yüzümüze sertçe vuran hava ile sıcak bir nefes bıraktı bana doğru.

"Korkmana gerek yok Nasya, sana bir şey olmasına izin vermem..." Sözleri ile gözlerim usulca kapandığında kendimi güvenle arkamdaki sert göğse bastırdım.

Giderek hızlanan atla birlikte dalgalanan saçlarım uçuşurken ben sıkıca tuttuğum bacaklardan geri çektim ellerimi.

"Kaldır kollarını..." dedi fısıltıyla.

"Ne?" Gözlerimi önümde hızla akan ormanda şaşkınlıkla gezdirirken yeniden konuştu.

"Aç kollarını iki yana, rüzgârı hisset. Hani özgürlükten bahsetmiştin ya, özgürlüğü hisset... "

Kalın sesi ruhumda gezintiye çıkarken ben ellerimi yavaşça iki yanıma doğru kaldırdım. Yüzüme vuran rüzgâr nefesimi keserken Pars, yuları tek elinde sıkıca tutup sağ kolunu usulca göbeğime sardı ve bedenimi kendininki ile bütünleştirdi.

"Hisset. Rüzgârın güzel saçlarının arasından nasıl geçip gittiğini hisset, akıp giden zamanın içinde durmaksızın ilerlediğini hisset..."

Yüzümde sıcak bir gülümseme oluşurken başımı geriye doğru yatırıp Pars'ın omuzuna yaslandım. Gözlerim kapanırken tepemizdeki güneşin etkisi ile tenimde esen sıcak rüzgârı hissettim. Önce yüzümde gezindi, ardından saçlarımı savurarak içimi ürpertti.

Pars'ın neyden bahsettiğini anlıyordum. Özgürlük bu değilse neydi? Yavaşça akan zaman diliminde böyle hızla ilerlemek ve kendini zamansız bir anda bulmak.

"Çok güzel." dedim fısıltı ile.

Göbeğimdeki el usulca beni okşarken Pars'ın dudakları alnıma doğru kaydı ve usulca bir öpücük eşliğinde mırıldandı.

"Tıpkı senin gibi Nasya, en az senin kadar güzel."Kapattığım gözlerimi araladığımda dudaklarını alnımdan geri çekerek bakışlarını harelerimde sabitledi.

"Bugünden sonra bir günümüz daha olmayacaksa eğer seninle yaşadığım ve yaşayacağım her anı zihnime kazımama izin ver." Titrek sesi ile konuştuğunda ona doğru gülümsedim.

"İzin mi istiyorsun?"

"İzin istiyorum."Başımı omuzundan geri çektiğimde kafa karışıklığı ile başımı omuzumun üzerinden geriye çevirdim.

Dizginleri yavaşça çekip Rüzgâr'ı durdurduğunda, beklemeden aşağıya indi. Belimi sıkıca kavrayıp beni aşağıya çektiğinde dip dibe geliyorduk.

"Bugün senden izin istiyorum, ben kimseden izin istemem ama senden istiyorum."

"Ne için?" Kafam giderek karışırken bedenimi kendine çekti ve dudaklarıma doğru yaklaştı.

"Beni tanıman için, seni tanımak için. Her şeyi unutup yeniden tanışmak için." Sesindeki erkeksi tını ile içim ürperirken yavaşça yutkundum.

"Neye yarar? Günün sonunda yeniden iki yabancı olmayacak mıyız?" Bakışlarımı yüzünden kaçırdığımda çenemi usulca saran iri parmaklar yüzümü yeniden kendine çevirdi.

"İzin ver. Bana izin ver ama öncesinde söz vermeni istiyorum. Ön yargılarından sıyrılıp içinden geldiği gibi davranacaksın."

"Pars..."

"İzin ver..." Israrlı sesle alnı benimkine usulca dayandı.

"Tamam." dedim sessiz bir fısıltı ile.

Kokumu sertçe içine çektiğinde geriye çekildi ve kapattığı kara gözlerini yüzüme doğru araladı.

"Pars Katipoğlu." Elini bana doğru uzattığında şaşkınlıkla alnım kırışıyordu.

"Ne?"

"Ben Pars Katipoğlu, siz kimsiniz? Daha önce buralarda hiç görmedim sizi."

"Hahahaha sen ciddi misin?"

"Neye gülüyorsunuz?" Alnı kırışırken role oldukça sıkı girdiğini fark ettim.

"Nasya." Uzanıp gülerek elini sıktım. "Buralarda yeniyim, bir arkadaşımın ısrarı ile geldim ama kayboldum sanırım." İçinde bulunduğumuz duruma bastırdığım gülüşlerle eşlik ediyordum.

"Öyle mi? Sizi gideceğiniz yere götürebilirim." Bana doğru bir adım atıp yeniden dibimde durdu. "Hem atım da var." dedi yumuşak bir sesle.

"Ne hoş, adı ne?" Alaylı kıkırtımla gülüşünü bastırarak cevap verdi.

"Rüzgâr, kendisi Friesian atıdır. Uslu bir kızdır, ürkmenize gerek yok." Pars'ın rüzgârı tanıtması ile alıngan bir kişneme sesi kulaklarımıza çarptı.

Uzanıp Rüzgar'ın uzun dalgalı saçlarını okşadım ve fısıldadım. "Güzel kızım."

"Gidelim mi? Buralarda çok seveceğinize emin olduğum bir yer var."

"Sizi daha yeni tanıdım beyefendi, nasıl güvenmemi beklersiniz? Kabul edersiniz ki dünya çok kötü bir yer." Kinayeli sesimle yüzü ansızın düşerken bıkkın bir nefes verdi.

"Tamam tamam bozmuyorum, gidelim bakalım."

"İzninizle o zaman." Beni belimden tutup yeniden Rüzgar'ın üzerine bıraktı.

"Tekrar merhaba kızım." Uzanıp kulağına doğru fısıldadığındaPars hızla arkama geçip yuların iplerini eline aldı.

"Korkarsanız bana söylemeniz yeter." Kulağıma doğru konuştuğumda bedenimdeki bütün tüyler hareketlendi ve içimde hoş bir his yayıldı yeniden.

Rüzgâr hızla hareketlendiğinde Pars'ın yönlendirmesi ile hızlanmaya başladığında bakışlarım ormandan çıkıp uçuruma doğru giden manzarada gezindi.

Rüzgâr hızla Lizbon'un manzarasını ayaklar altına seren uçuruma doğru ilerlerken tedirginlikle bakışlarımı Pars'a çevirdim.

"Düşeceğiz."

"Sakin ol." Atın yularını sertçe sola çektiğinde uçurumdan sola doğru dönen Rüzgâr, dörtnala hızlanarak aşağıda küçük bir tablo gibi görünen kumsala doğru ilerliyordu.

İndiğimiz bozuk yol sarsılmamıza neden olurken Pars beni yeniden belimden sararak kendine sabitledi. Korkuyla açılan gözlerim nihayet sahile indiğimizde rahatlarken, Rüzgâr bizi okyanusun kenarına doğru ilerletti.

Suyun dibinde durduğumuzda belimde sıkıca sarılı olan kol gevşedi ve Pars arkamdan inerek bakışlarını bana çevirdi.

"İyi misin?" Güneş yüzüne vururken kısılan kara gözleri sık kirpikleri ile perdeleniyordu.

"Biraz tırstım ama iyiyim." Ellerimi ona doğru kıkırdayarak uzattığımda o da gülerek beni belimden tutup Rüzgar'ın üzerinden indirdi.

Bakışlarım okyanusun renklerinde dolanırken derin bir nefes alarak denizin kokusunu içime çektim. Gözlerim etrafta dolanırken böyle bir kumsal nasıl boş olur diye sorgulamadan edemedim.

"Kimse yok." Bakışlarım Pars'a dönerken şaşkınlıkla konuşmuştum.

"Çünkü özel bir koy." Yüzümde gezinen kısık gözler ile kendimi bu adamı izlemekten alamadığımı fark ediyordum.

Defne'ye kızamıyordum. Çünkü içten içe bu adamın kafa karıştıracak türde bir çekiciliğe sahip olduğunu biliyorum.

"Özel?" Bakışlarımı yüzünden terse çevirdiğimde yavaşça eğilip ayakkabılarıma doğru uzattı ellerini.

"Ne yapıyorsun?" dedim gülerken.

"Uzat." dedi ince bileğimi tutup kendine doğru çektiği ayağımla.

"Pars..." Utanarak ayakkabılarımın çıkmasına izin verirken önce sol ayağımı ardından sağ ayağımı sıcak kumların üzerine bıraktı.

Ayağa kalktığında uzanıp elimi tuttu. "Ne yapıyorsun?" Şaşkınlıkla bakışlarımı yüzüne çevirdim.

"Çocukluğumun en güzel zamanları bu kumsalda geçti." Avucunun içinde tuttuğu elimle beraber beni denize doğru ilerletti.

Ayaklarım suya girdiğinde hissettiğim soğukluk ile geriye doğru kaçtım. "Buz gibi!"

Titrek bir kahkaha ile konuştuğumuz da kendi ayağındaki ayakkabıları topuklarının yardımı ile çıkardı ve ileriye bir adım attı.

"Gerçekten soğuk." Bastıramadığı bir gülüşle konuşurken yanağındaki gamzeler kendini yine belli etti.

'Gerçek olamayacak kadar yakışıklı.'

İç sesimin ağzının suları akarken ben dağılan dikkatimi toparlayıp sahte bir tebessümle geri çekildim sudan.

"Nereye?" Elimi sıkıca tuttuğunda gitmeme izin vermiyor gibiydi.

"Çok soğuk, yapamam." Kıkırdayarak kendimi geri verdiğimde beni hızla bacaklarımdan geçirdiği kolu ile kucağına alıyordu.

"Ay! Ne yapıyorsun?" Korkulu bir kıkırtı ile dudaklarım aralandı.

"Kaçmak yok. Sadece soğuk diye bu güzelliğe arkanı dönemezsin." İleriye doğru adım attığında kollarımı korkuyla sardım boynuna.

"Pars, sakın!" Çığlığa yakın bir kahkaha attığımda beline kadar girdi suya.

Alt dudağı soğuktan titrerken sırıtarak ona iyice sarılmamın verdiği mutlulukla ilerliyordu.

"Pars gebertirim, sakın! Ayy, hayır!" Tırmana bildiğim kadar yukarı tırmanıyordum ama en son kafasına sarılıp denize değmeye başlayan elbisemle kıl payı kurtuldum.

"Yaa, 'Bana güven.' dedin. Pislik yapma!" Bağırtımlakulağımda titrek bir fısıltı yayıldı.

"Bana güven." İkimizi beraber suya hızla daldırdığında çığlık atmama bile fırsatım olmuyordu.

Buz gibi su önce elbisemi sonra bedenimi sararken sıkıca sarıldım kollarımdaki sıcak bedene. Yavaşça suyum yüzüne çıktığımızda deli gibi titriyordum.

"Hayvan, dondum!" Omzuna hızla bir yumruk indirdiğimde ıslanan dalgalı saçları alnına yapışmış, uzun kirpikler okyanus sularını kusursuz suratından aşağıya akıtıyordu.

'Her haliyle kusursuz.'

Sinsice sırıttığında dudaklarıma yapışıp beni yeniden suyun altına batırdı, kendiyle beraber. Nefes alışımı dudaklarımın arasından verdiği hava ile sağlarken alt dudağımı ısırarak sudan geri çıkardı bedenlerimizi.

"Aptal!" Sinirle gülmeye başladığımda tek gözüne giren deniz suyu ile gözlerini kırpıştırıp gülmeye başladı.

"Şimdi söyle, hala üşüyor musun?" Beni kucağından indirip suyun içine bıraktığında ayaklarım dipteki kuma kavuştu.

"Üşüyorum tabi ki!" Uzanıp gövdesine güçsüz bir darbe vurduğumda beni suyun altında belimden yakaladı ve bedenine yasladı.

Soğuk suya rağmen sıcacık olan bedenine...

"Hasta olacağız." Gözlerimi yüzünden terse kaçırırken ona bakmamaya çalışıyordum.

"İzin vermem, anlamıyor musun hala!" Kendinden emin fısıltısı ile sorgulayıcı bakışlarım yüzüne döndü.

"Neyi, neyi anlamıyor muyum?"

"Sana bir şey olmasına izin vermem, benim yanımda kimse sana zarar veremez. Ben bile, hatta sen bile..." Alnını benimkine yasladığında yavaşça boynunu eğerek yüz hizama eğildi ve alt dudağımı usulca sıcak dudaklarının arasına aldı.

Ellerimi gövdesine bastırdığımda dudağımı geri çektim. "Lütfen dur." Fısıltılı sesimin neden yalvarıcıbir inilti gibi çıktığını anlayamasam da devam etti.

"Durdur." dedi bir kez daha hamle yaptığında. "Durdur beni Nasya." Yeniden dudaklarıma yapıştığında beni kalçalarımdan tutarak kucağına alıyordu.

Bacaklarımı hızla beline sardığında sol elini belimde sabitledi ve suyun havalandırması ile kolayca kavradı bedenimi.

Kalçalarımın altında hissettiğim sertlikle neye uğradığımı şaşırırken dili usulca dişlerimin arasından ağzımın ücra köşelerine doğru uzadı.

Nefeslerimiz hızlanırken kasıklarımdaki sızı ile bedenimde yayılan bu isteğe karşı koyamıyordum. Ellerimi hızla boynuna atıp bedenimi onunkine asılı bıraktım.

'Durmam gerek. Lanet olsun durmam gerek!'

Hızla kendimi geriye ittiğimde ellerinden kayıp suyun içine düştüm.

"Siktir, iyi misin?" Beni elbisemin yakasından tutup havaya kaldırdığında önüme düşen saçları nefes nefese geri attım.

"İyiyim." Sırıtmaya başladığında bende içinde bulunduğum duruma gülüyordum.

"Az kalsın boğulacaktım." Bastıramadığım bir gülüşle yüzümü ona çevirdim.

"Hadi çıkalım, hasta olmadan eve gitmemiz gerekiyor." Beni yeniden kucağına aldığındakumsala doğru yürümeye başladı.

Giderek sudan çıkıyor oluşumuz tenime çarpan rüzgârla beni üşütürken Pars'a sıkıca sarıldım. Yüzümü göğsüne gömdüğümde kalbinin deli gibi attığını duyabiliyordum. Sıcacık teni soğuk havaya rağmen beni üşümekten kurtarırken kollarımı iri bedeninden sırtına doğru sardım.

Çenem titremeye başladığında, sudan tamamen çıkıp bizi kumların üzerinde öylece bekleyen Rüzgâr'a doğru ilerledik.

"İyi misin?" dedi. Güven dolu sesi başımı usulca sallamama neden olduğunda beni Rüzgar'ın üzerine yan bir şekilde oturttu.

"Kal orada." dedi geri çekilip ayakkabılara doğru ilerlerken. Titrerken olduğum yerde kalıyordum.

Elindeki ayakkabılar ile bana doğru geldiğinde uzanıp ayağımın altındakikumları silkeledi ve ayakkabılarımı hızla giydirdi.

Kendi ayakkabılarını da giyindiğinde beklemeden arkama geçti Üzerime doğru eğilip serbest olan yuları ellerine aldığında geri çekildi ve fısıldadı. "Sarıl bana."

Gövdesini göstererek konuştuğunda söylediğini yaparak ona doğru sokuldum ve ellerimi bedenine sıkıca sardım.

Dudaklarını ıslak saçlarıma bastırdığında sıcak nefesi saç diplerimi ısıtarak ensemi ürpertiyordu.

"Hadi kızım!" Yuları çekiştirerek Rüzgâr'ı yönlendirdiğinde geldiğimiz yokuş aşağı yoldan bu kez yukarıya doğru ilerlemeye başladı.

Göğsü sıcacık olan bu adam saçlarıma kondurduğu sıcak nefeslerle beni ısıtmaya çalışırken boşa çıkardığı sol koluyla beni kendine doğru çekti ve sıkıca tuttu.

Hissettiğim sarsıntıdan beni saran kol sayesinde bir saniye bile korkmazken nihayet ormana açılan yola çıkabilmiştik.

Rüzgâr dörtnala koşmaya başladığında ben daha da sıkı sarıldım Pars'a, biraz da fırsattan istifade miydi bilmiyorum ama iyi hissettiriyordu.

Bu adam kafamdaki bütün o karmaşaya rağmen bana iyi hissettiriyordu. Başıma açtığı bütün dertlere rağmen koruyucum da yine kendisiydi.

Rüzgâr, evin önünde durduğunda gözlerim ilerideki kalabalığa döndü. Bahçedeki büyük çınar ağacının altında masanın etrafında toparlanan arkadaş gurubu ile derin bir nefes aldım.

Bakışlarım Ateş'i bulduğun da İdil'in onun kaşına pansuman yaptığını görebiliyordum.

"Pars." Bakışlarım yüzüne döndüğünde gözlerinin öfkeyle Ateş'in üzerinde sabitlendiğini görüyordum. Öfkeyle aldığı soluklarla bakışlarını Ateş'te kilitledi.

"İnelim mi?" Üşüyen sesimle konuştuğumda gözleri yavaşça bana döndü.

"Nasya, sakın damarıma basacak şeyler yapma. "

"Off, indir beni!" Göğsünden geri çekildiğimde hızla indi aşağıya.

Beni belimden sıkıca kavrayıp yere bıraktığında hızla ilerideki çardağa doğru ilerledi veomuz şallarından birini çekip aldı. Ne yaptığını anlamaya çalışırken bana doğru geldi ve omuzlarımdan aşağıya bıraktı.

"Üstümü değiştireceğim zaten, boşuna ıslatma şalı."

"Kalsın." Baskın sesiyle bakışlarım bize bakan insanlara döndü.

"Abi! Geldiniz mi?"

İdil gülümseyerek bize doğru geldiğinde bakışlarım Ateş'e dönüyordu. Göz göze geldiğimizde sıcak bir gülümseme ile göz kırptı.

Derin bir nefes alarak yönümü eve çevirdiğimde omuzlarımdaki şalı hızla geri attım ve beklemeden salona açılan sürgülü kapılardan geçtim.

Arkamdan duyduğum adım sesleri ile yönümü yatak odasına çevirdiğimde hızla içeri girdim. Pars da peşimden gelip kapıyı kapattı.

"Banyo yapman gerek. Kıyafetlerini getiriyorlar, sen çıkmadan hazır olur." Bana doğru gelip dibimde durduğunda, gözleri ıslak kıyafetimde gezindi.

Sessiz bir iç çekiş eşliğinde mırıltıyla konuştu. "İnadın konusunda seninle ne yapacağımı bilmiyorum."

Bıkkın bir nefes vererek hızla banyoya doğru ilerledim ve içeriye girdim. Arkamdan kapanan yatak odası kapısı ile Pars'ın da çıktığını anlayabiliyordum.

Üzerimdeki ıslak elbise ile duşa kabine doğru ilerledim ve suyu açtım. Yükselen buharla beraber hızla üzerimdeki kıyafetlerden kurtuluyordum.

PARS

Bahçeye geri döndüğümde masanın etrafında oturan Murat, Halit, Hande ve Ateş'te gezindi gözlerim.

"Konuşalım." Ateşe doğru öfkeli bir fısıltı ile konuştuğumda İdil tedirgin bir sesle konuşmaya dâhil oldu.

"Abi, lütfen."

"Sorun yok." İdil'e doğru dönüp hafifçe göz kırptım. Fakat gergin olan sinirlerim gerçeğin bu olmadığını biliyordu.

"Sorun değil İdil." Ateş sakin bir fısıltı ile oturduğu sandalyeden kalktı.

Önden ilerlediğimde peşimden geldiğini biliyordum, beni adım adım takip ediyordu. Evin arkasına doğru ilerledim ve ilerideki ağaçlardan birinin dibinde durdum.

Bakışlarım İdil'e döndüğünde gözlerinin üzerimizde olduğunu gördüm. Sahte bir gülümseme ile ona göz kırparken Ateş çoktan yanıma kadar gelmişti.

"Pars, birbirimizi yanlış anladık." Bakışlarım hala suratımdaki zoraki gülüşle kardeşimin yüzündeyken sıktığım dişlerimle sessizce fısıldadım. "Seni bir daha uyarmam."

Yüzümdeki soğuk gülümseme Ateş'e döndüğümde dişlerimin arasından baskın bir hırıltıyla konuştum.

"Sahilde uyardım anlamadın!" Elimi sertçe omzuna çarptığımda gülüşümü genişleterek sıktım.

Yüzü acıyla buruşurken, bakışlarım yarılmış olan kaşına döndü ve devam ettim.

"Az öncekini de uyarı say! Ama üçüncüsü olmayacak! Üçüncü kez bir uyarı almayacaksın benden!" Avuçlarımın arasında sıktığım omzu ile yavaşça sağ tarafı aşağıya çöktü.

"İlgini çekti farkındayım! Dikkat çekmeyecek bir kadın değil zaten! Ama..." Bir adım atıp dibinde durduğumda alnımı sertçe alnına çarptım. "Ama benim! Anlıyor musun?"

Elimi ensesine attığımda gülerek fısıldadım. "Nasya benim!" Hızla geri ittiğimde öfkeli gözlerle bakıyordu.

"Senin." dedi öfkeyle aldığı soluklarla beni onaylarken. Başımı ağırca salladım. "Aynen öyle."

Hızla eve doğru ilerlediğimde onu arkamda bırakıyordum. Bedenimde boşalmayı bekleyen bir adrenalin vardı ve ben İdil bizi izlediği için bu öfkeyi içime gömüyordum.

Ben öfkemi gömmeyi sevmem! Gömdüğüm her öfke büyüyerek patlak verir!

"Pars!" Salona girdiğimde mutfaktan çıkan Sofia ile yüz yüze geldim.

"Sofia bak işine." Hızla yatak odasına girdiğimde Nasya'nın hâlâ banyoda olduğunu duyuyordum.

Kıyafetlerimin olduğu bavulu açtığımda yatak odasının kapısı açıldı ve Sofia içeri girdi.

"Ne yapıyorsun lan sen!" Öfkeli bağırışım ile banyodan gelen su sesi kesiliyordu.

"Konuşmak istiyorum." Kapıyı sertçe kapatıp bana doğru geldiğinde onu kolundan tutup kapıya doğru sürükledim.

"Sofia, bak bütün sinirimi senden çıkarırım! Siktir git!"Fısıltılı bir öfkeyle konuştuğumda banyonum kapısı açıldı.

Nasya banyodan çıktığında gözlerim üzerindeki havluya döndü.

'Siktir... çok güzelsin!'

'Odaklan Pars! Odaklan!'

Hızla Sofia'nın kolundan geri çekildiğimde yavaşça yutkundum.

"Ne oluyor?" Nasya'nın öfkeli bağırtısı Sofia'ya döndüğünde yavaşça geriye doğru adım attım.

Her an tetikte olmalıydım çünkü benim küçük psikopatımın hiç şakası yoktu.

"Sen karışma." Sofia iğrenici bir tonlama ile süzdü Nasya'yı.

"Bana bak! Yediğin dayak yetmedi galiba!" Sofia'ya doğru büyük bir adım attığında hızla araya girip onu belinden kavradım.

"Nasya, sakın." Uyarıcı sesimle Sofia bakışlarını bana çevirdi.

"Bu vahşide ne buluyor olabilirsin Pars, yanında böyle birini görmek çok üzücü."

"Senin ben var ya!" Nasya kendini hızla ileri attığında dağılan dikkatimle ellerimden kayıyordu.

'Siktir!'

Sofia'nın üzerine doğru gidip onu sertçe geri ittiğinde kız geriye doğru sendeledi ve yere düştü. Kafasını çalışma masasına çarptığında acıyla inlemeye başladı.

"Başım!" Ağlamaklı sesi ile hızla ona doğru ilerledim. Kafasına bastırdığı elini geri çekmek istesem de acıyla inliyordu.

"İzin ver bakayım." Elini yavaşça geri çektiğimde sarı saçlarının arasından hafifçe açıldığını görüyordum.

Kan hızla saçlarına bulaşırken bakışlarım Nasya'ya döndü. Öfkesinden hiçbir şey kaybetmemiş bir şekilde bizi izliyordu.

"Kalk şuradan numara yapma!"

"Nasya, kafası kanıyor! Bana bir havlu ver."

Elimi ona doğru uzattığımda bıkkın bir nefesle banyoya döndü ve birkaç saniye içinde elindeki havluyla odaya geri geldi.

"Al!" Öfkeyle üzerime fırlattığı havluyla beklemeden açık olan yaraya baskı uygulamaya başladım.

"Çok yanıyor Pars." Ağlamaya başladığında sıkkın bir nefesle elimi koluna attım.

"Kalkabilir misin? Bir hastaneye gitmemiz gerekiyor." Kanlı ellerini yere yasladığında bedeninde güç olmadığını fark ediyordum.

"Yapamıyorum." dedi hıçkırırken.

"Tamam, ellerini boynuma sar." Söylediğim sözle Nasya bağırarak bize doğru geldi.

"Kafanı çarptın kafanı! Felç değilsin, bir zahmet kalk ayağa! Bir de kendini mi taşıttıracaksın!"

"Nasya!" Öfkeyle tısladığımda bu kez siniri bana dönüyordu.

"Doktor çağır! Ne demeye hastaneye koşuyorsun! İstediğinde gayet de yapabildiğini biliyorum!"

"Röntgen lazım! Darbenin etkisini bilmiyoruz! Şu an bunu mu tartışmak istiyorsun?"

"Pars!" Sofia ellerini boynuma sararken kendini göğsüme doğru yasladı.

Yavaşça ayağa kalktığımda Nasya öfkeyle kollarımda tuttuğum kadına bakıyordu. "Ne bok yersen ye! Sikeceğim Sofia'sını şimdi!"

Hızla arkasını dönüp banyoya döndüğünde beklemeden odanın kapısını açıp dışarıya çıktım.

"Ne oldu?" İdil koşarak bahçeden içeriye girdiğinde diğerleri de salona giriyordu.

"Ne olacak, vahşi kafamı yardı!" Sofia'nın ağlamaklı sesi ile Murat hızla önümden geçti ve ana kapıya doğru ilerledi.

Açtığı kapı ile beklemeden dışarıya doğru ilerledim. Arabanın arka kapısını açtığındabakışları bana döndü. "Siz arkaya geçin, ben kullanırım."

Avuçlarımda tuttuğum havlu kanla ıslanırken hızla arka koltuğa doğru oturdum.

"Pars, korkuyorum."

Bakışlarım eve döndüğünde aklım Nasya'da kalıyordu.

"Pars!" Seslenişi ile hareket eden arabada gözlerimi yüzüne çevirdim.

"Korkmana gerek yok, yetişeceğiz." Gözleri yavaşça kayarken Murat hızla şehir hastanesine doğru sürüyordu.

"Özür dilerim." dedi fısıltılı bir sesle.

"Sana isteyerek zarar vermezdim ben." Bakışları kayarken açıklama yapmaya çalışıyordu.

"Konuşma Sofia, gücünü kendine sakla."

"Bak bana." Elini yüzüme kaldırdığında bakışlarımı kendine çevirdi. "Seni seviyorum, seni her yaşımda sevdim. Pars bana inanmak zorundasın."

Araba acilin girişinde durduğunda açılan kapı eşliğinde hızla kucağımda kendinden geçen Sofia ile içeriye doğru ilerledim. Sedyeyle bize doğru gelen hemşireler, ne olduğunu soruyordu.

"Başını çarptı." Dedim hızla kucağımdan sedyenin üzerine bırakırken.

Üzerimdeki ıslak tişört ve ellerimdeki kanla öylece acilin ortasında kalıyordum.

"Bir şey olmaz korkma." Murat arkamdan gelip elini omuzuma koyduğunda hızla çektim kolumu.

"Pardon, unutmuşum." Buruk bir tebessümle teması kestiğinde yorgun bir nefes verdim.

"Eve dönmem lazım. Nasya iyi değildi." Saçlarımın arasından geçirdiğim ellerimle bakışları gözden çoktan kaybolan tarafa döndü.

"Sen kal burada istersen, kendine geldiğinde yanında ol. Ben gidip bakarım, bir şey olursa ararım."

"Telefonum yanımda değil." Geriye doğru bir adım atıp sırtımı duvara yasladım.

"Al." Cebinden kendi telefonunu çıkarttı. "Sende kalsın, duruma göre haberleşelim. Ben bakıp gelirim, hem üzerine bir şeyler getiririm."

"Burada ne işim var oğlum benim!" Dedim sitemkâr bir sesle.

"Yapma kardeşim, maziniz var. Kız kollarında kendinden geçerken bile seni sevdiğini sayıkladı. Yapma Pars, sana 'affet' demem beni bilirsin. Karışmam ben senin işine ama bu kadar acımasız olma abi. Yaşadıklarını unut demiyorum, istesen de unutamazsın biliyorum ama daha fazla kırıp dökme."

"Benim hayatımı sikti." dedim dalgın bir sesle.

"Biliyorum ama üstünden çok sular aktı. Kendini affet artık Pars, olan hiçbir şey senin suçun değildi. Kendini Affet." Hızla arkasını dönüp uzaklaştığında ağlamamak için gittiğini biliyordum.

Murat bana kıyamazdı, Murat anneme de hiç kıyamazdı. Murat benim yanımda kendi annesine bile sarılmazdı.

 

Loading...
0%