@nurdogru26
|
PARS Musluktan cılızca akan su ile yüzümdeki ve kollarımdaki kan lekelerini dikkatle duruluyordum. Temizlendiğinden emin olduğumda musluğu kapattım. Kurulama zahmetine bile girmeden önce tezgâha dayadığım ellerimden güç alarak bakışlarımı aynadaki aksime çevirdim. Bakışlarım, çeneme doğru yol çizen su damlalarını takip ederken göğsümdeki noktalara kaydı. Bedenime ve ruhuma verdiği büyük acılarının aksine şimdi öylece duran dokuz küçük iz... Yine geçmişimle, geçmişimdekilerle sınanmanın verdiği sinirin etkisiyle çenemden akmakta olan noktaları elimin tersiyle sildim. Islak parmaklarımı saçlarımın arasından geçirirken sabır dilercesine bir nefes çektim içime. Kendimle verdiğim savaşı beklediğim ses bölüyordu. İçeriden gelen seslerle, uzanıp banyonun kapısını araladım. Hastane odasının açılan geniş kapısından Sofia'yı sedyeyle içeri getirdiklerini görebiliyordum. Bakışlarım yeniden aynadaki çıplak aksime döndü. Gözlerim yara izlerinde gezindiğinde sıkkın bir nefes alarak yönümü açık olan kapıya çevirdim. Üzerimdeki kanlardan arınmıştım fakat ıslak tişörtümü Murat'ın hemen geleceğine olan inancımla çöp kovasına basmış olmam sinirimi bozmuştu. Derin bir nefes daha çekerek odanın içine attığım adımın ardından serum kontrolü yapan hemşire gözüme çarptı. "Durumu nasıl?" Soğuk sesim odada dolandığında hemşire irkilerek bakışlarını bana çevirdi. "B-burada birinin olduğunu bilmiyordum, korktum bir an." Gözleri bedenimde gezindiğinde dikkatini toplayarak elindeki serumu bağladı, geri çekildi. "Kan kaybı yaşamış fakat herhangi bir beyin hasarı görünmüyor. Dikiş atıldı, dinlenmesi gerek. Doktor bey de birazdan gelecektir, serum bittiğinde çıkabilirsiniz." Bakışları yüzümde usulca dolandığında başımı sallayarak anladığımı belli eden bir onaylama verdim ona. Odanın kapısı açıldığında bakışlarım omuzumun üzerinden geriye döndü. "Geldim kardeşim." Murat, elindeki karton kutu ile bize doğru yaklaştığında hemşire müsaade isteyerek ayrıldı odadan. Arkasından kapattığı kapı ile Murat ve ben odada yalnız kalıyorduk. "Üzerimi değiştirip geliyorum." Uzanıp elinden aldığım kutuyla banyoya doğru ilerledim ve açık olan kapıdan geçip üstüne kapattım. Kutunun içinden çıkarttığım beyaz kısa kollu gömleği üzerime geçirdiğimde altımda çoktan kurumuş olan kapriyi de çekip çıkarttım. Kutudaki boxer ve bej rengi pantolonu hızla üzerime geçirdiğimde çıkardığım kıyafetleri çöp kovasına bastım. "Nasıl hissediyorsun?" Murat'ın kulaklarıma çalan boğukça sesi ile Sofia ile konuştuğunu anlıyordum. Derin bir nefes alarak banyodan çıktım ve yanlarına doğru ilerledim. Sofia'nın beni bulan bakışları yüzünde tebessüme neden olurken ben, çene kasımı bütün gücümle sıkıyordum. "Pars..." Titreyen sesiyle bana bakarken gözlerim saçlarında kuruyan kanlarda gezindi. "Kendine geldiğine göre bana müsaade. Murat da yanında zaten." Bakışlarım beni onaylaması için Murat'a döndüğünde sıkkın bir nefes aldı. "Kalsan daha iyi Pars." Sesindeki rahatsız tonlama ile tadını kaçıran bir şey olduğunu anlamam zor olmamıştı. "Nasya evde, yanımda olmam gerek. Zaten çok kalamam, bu gece İstanbul'a geri dönmeliyim." "Hala Nasya diyorsun, bana ne yaptığını göre göre Nasya diyorsun ya!" Sofia'nın ağlamaklı sesi ile gözlerim hissiz bir ifade ile yüzüne döndü. "Haddini aştın. Kullandığın kelimeler ağırdı. Bunu yapmakta haklıydı demeyeceğim fakat hak ettiğini düşünmediğimi de söyleyemem." "Pars, ölüyordum." Titreyen çenesi ile konuştuğunda alayla kıvrıldı dudaklarım. "Abartma Sofia, canın bu kadar tatlıysa belki de kurduğun kelimelere dikkat etmeliydin." "Gerçek dışında hiçbir şey söylemedim. O kız vahşi! Değil yanında öyle bir kadın, evindeki hizmetçilerinden biri bile olamaz. Anlamıyor musun? " Çene kasım gerilirken, ona doğru attığım büyük adımlarla yanında durdum. Yatağın tutacaklarını sertçe kavradığımda öfkeyle üzerine eğilip dişlerimin arasından hırladım. "Siktiğimin kulaklarını aç ve beni iyi dinle! O boktan ağzından bir hakaret, herhangi bir küçümseyici tını daha duyarsam tadını kaçırırım! Duydun mu? Siktir git, benden önceki hayatına geri dön! Yakamdan düş! Etrafımda senin gibi kaç tanesi olduğuna dair bir fikrin var mı? Senden kaç tane var Sofia! Yüzünüzü gördüğüm anda midem bulanıyor artık!" Gözleri dolarken mavilerini karalarımda sabitledi ve titreyen çenesinin etkisi ile fısıldadı. "Seni seviyorum." Gözünden akan yaşla burnumdan sert bir nefes aldım. "Gözyaşların umurumda mı olur sanıyorsun! Sen beni hala o merhametli küçük çocuk sanıyorsun!" Karanlık bir gülüş yüzümde yayıldığında geri çekilip bakışlarımı Murat'a çevirdim. "Sor ona! Nasıl bir adama dönüştüm, sor da ona anlatsın sana! Geberip gitsen umurumda olmaz, söyle ona anlatsın!" "Yalan söylüyorsun." İtiraz edercesine çıkan sesiyle yeniden konuştu. "Bana bir şey olacak diye ne kadar korktuğunu görmüyorsun. Öfkelisin bana, anlıyorum ama beni hala seviyorsun Pars. Beni kollarında buraya getirirken buna bir kez daha emin oldum." Sinirli bir gülüşle bakışlarımı Murat'a çevirdim. "Hastaneden çıktığında gönder gitsin! Onu etrafımda istemiyorum. Duydun mu Murat, siktirip gidecek!" "Abi..." "Gidecek!" Bağırtım odada dolandığında Murat başını usulca salladı. "Tamam kardeşim, ben ilgilenirim." Sessiz bir fısıltı ile konuşurken acıyan bakışlarını Sofia'ya çevirdi. Arkamı dönüp hızla odadan çıktığımda Murat da kapattığım kapıyı açarak peşime takıldı. "Pars..." Attığı büyük adımlarla yanıma yetiştiğinde benimle beraber hastanenin çıkışına doğru ilerledi. "Bir sorun mu var?" Acilin kapısından çıktığımızda arabaya doğru ilerledim. "Nasya, Türkiye'ye dönmüş." Bir yükten kurtulur gibi tek nefeste konuştuğunda arabanın yanında durdum. Kafam karışırken gözlerimi yüzüne çevirdim. "Nasıl Türkiye'ye döndü? Ne saçmalıyorsun oğlum?" "Ben gittiğimde Ateş'le beraber çıktıklarını öğrendim. Peşimizden çıkmışlar. Nasya durmak istememiş sanırım, İdil öyle dedi." "Ne demek lan Türkiye'ye dönmüş! Ateşle nasıl gidiyor oğlum!" Hızla arabanın kapısını açtığımda beklemeden şoför koltuğuna oturdum ve motoru hızla çalıştırdım. "Bekle!" Kapım açıldığında Murat elinde tuttuğu telefonumu bana doğru uzattı. Uzanıp aldığım telefonu hızla cebime sokuştururken onun telefonunu göğsüne doğru fırlattım ve kapıyı sertçe kapattım. Gaza yüklendiğimde hiç zaman kaybetmeden yönümü hava alanına çevirdim. Cebimdeki telefon çaldığında, duymazdan gelerek bütün öfkemle yola veriyordum dikkatimi. "Nasya!" İçimde durmaksızın yükselen ve bedenimin kontrolünü ellerine alan öfkemle direksiyona sert bir yumruk indirdim. "Sana dedim ki, bir daha uyarmam! Bir daha uyarmam, dedim Ateş!" Vitesi arttırdığımda adadaki hız sınırını çoktan geçtiğimi biliyordum. İşlek ana yolda araçları ve yayaları sollayarak ilerlerken ısrarla yeniden çalmaya başlayan telefonu görmezden gelmeye devam ediyordum. Araç hava alanının içine girdiğinde güvenliği es geçip uçakların olduğu yöne doğru sürdüm arabayı. Duran aracın kapısını açarak indiğimde hala park halindeki uçağa doğru ilerledim. "Pars Bey sizi aradık, fakat bakmayınca..." Pilot bana doğru gelirken uçağın yakıtının tazelendiğini görüyordum. "Kim var içeride?" Açık olan uçak merdivenlerinde gezen gözlerimle pilot şaşkın bir sesle konuştu. "Ateş Bey ve bir hanımefendi. Önceden kalkış bilgisi verilmediği için çocuklar son hazırlıkları yapıyorlar." "Siz devam edin hazırlıklara." Yönümü uçağın merdivenlerine çevirdiğimde basamakları ikişer ikişer atlayarak çıktım. Kapıdan girdiğimde etrafta kimseyi göremiyordum. Uçağın arkasındaki odadan gelen gülme sesleri ile dikkatimi oraya verirken sakin kıkırtıların sahibinin Nasya olduğunu anladım. "Biraz garip, yani kim tahmin edebilir ki uçakta bir yatak odası olduğunu?" Şakaklarıma saplanan keskin ağrı ve seğiren dudağımla adımlarım ağırca onlara doğru ilerlediğinde yatak odasının aralıklı kapısının dışında durup gözlerimi içeriye çevirdim. "Havada bir odaya anca Katipoğlu ailesinin ihtiyacı olur zaten." Ateş, gözleri Nasya'nın üzerinde usulca gezerken ağzının içinde alayla mırıldandı. "Bu kadar para, ucu bucağı yok gibi." Nasya odanın içinde adımlarken uçağın camına doğru ilerleyip merakla aşağıya baktı. Üzerindeki siyah saten elbise ince bedeninde bir sanat eseri gibi dururken eğilmesi ile yukarı toplandığını gördüm. Gözlerim anında Ateş'e döndü. Bakışlarını iştahla Nasya'nın bacaklarında gezdirdiğinde avuç içlerimi morartma pahasına sıktım yumruklarımı. "Ne anlamı var ki, hayatlarında huzur namına hiçbir şey yok." Bakışları Nasya'nın geri çekilmesiyle hızla odanın içinde dolandı. "Nasıl yani?" "Uzun hikâye ama aile kavramı yok bunlarda. Ne babaları baba, ne kardeşler kardeş." Kinayeli sesi ile Nasya'ya çevirdim gözlerimi. "Sahiden babaları ilginç bir adam ama annelerini görmedim hiç." Ateş'e doğru attığı birkaç adımla önünde durup merakla gözlerini üzerinde gezdirdi. "Anneleri ölmüş. Herkese hastalık olduğunu söylüyorlar ama intihar." Ağırca yutkundum. "Ne!" Adımlarım yavaşça geriye doğru giderken duyduğum hatırlatma ile öfkem içimdeki çocuğun kırgınlığıyla harmanlanıyordu. İdil söylemiş olmalıydı, başka kim söyleyebilirdi ki! "Ciddi misin sen!" Nasya'nın sesi kulaklarımda dolanırken öfkeyle uçağın servis bölümüne ilerledim ve personel tuvaletini açarak beklemeden içeriye girdim. Kapıyı arkamdan kilitlediğimde yumruklarımın betonlaştırdığı ellerimi küçük lavabonun aynasına sertçe indirdim. Tuzla buz olan plaka ile yumruklarım kana bulanırken çıkan kırılma sesiyle kapım usulca tıklatıldı. Öfkeyle açtığım kilitle hostes kızla karşı karşıya geliyorduk. "Ne var lan!" Öfkeyle hırladığımda korkuyla bir adım geri attı. "Ben servis tarafındaydım, bir ses duydum." Gözleri ellerime döndü. "İ-iyi misiniz?" Telaşlı sesiyle bıkkın bir nefes çektim içime. "Bana bir votka getir." Hızla üzerine yürüyüp yanından geçtiğimde beklemeden ön tarafa doğru ilerledim. Ellerimden ince ince sızan kanla krem rengi koltuklardan birine bıraktım bedenimi. Nasya ve Ateş hala gelmemişti. Ben de öylece içeriye dalıp 'Ne yapıyorsunuz burada' diye sormamıştım. Oturduğum krem rengi deri koltuk bedenimin ağırlığıyla arkaya doğru kayarken ellerimi koltuğun kulplarına ağırca sardım. "Böyle yaşamak zor olmalı, neredeyse yürümeyi unutacaklar. Gerçi kime neyi anlatıyorum, sen de onlardan birisin." Nasya'nın uçağın ön tarafına doğru gelen sesi ile odadan çıktıklarını anlamıştım. "Değilim Nasya, ben onların içlerinde sıkışıp kalmış biriyim ama onlardan değilim." "Farklısın, onu görebiliyorum." Yumuşak tınısı ile öfkeden dolan sol gözümden bir damla yaş aktı. Üzgün değildim! Öfkeliydim! Öyle ki bu; hırsımın, öfkemin, ete kemiğe bürünmüş hali gibiydi! Onunla flörtleşmesi mi ya da Ateş ile beni böyle çekiştirmesi mi ağrıma giden? Bilmiyordum ama öfkeliydim! Hızla silip uzaklaştırdığım yaştan sonra merdivenlerden çıkan pilotun sesini duyuyordum. "Hazırız Pars Bey." dedi bana bakarak. "Kaldır." Dişlerimin arasından hırıltılı bir öfkeyle konuştuğumda beklemeden pilot kabinine doğru ilerledi. Bense orada durmuş, aralıklı kapıdan dışarıya sızan her şeyi dinlemiş, hayatımın kimlerin ağzına sakız olduğunu gözlerimle görmüştüm. İçeri girip Ateş'in ağzını burnunu kırabilirdim! Ona 'Seni uyarmıştım, siktiğimin şerefsizi.' diyebilirdim ama yapmadım! Burada böylece durup Nasya'nın haricimde zengin bir adama vereceği tepkiyi görmek istiyordum. Ben etrafta yokken de diğerlerine takındığı tavrı görmek istiyordum! Bu flört müydü yoksa sadece Ateş'in sikik oyunlarına mı kanıyordu bilmem gerekiyordu! Ne kadar can yakarsa yaksın güvenimi test ediyordum. Kendi güvenimi... Bu kadına ne kadar güvenebilirdim ki? Beni bir kez sattı! Sebepler ya da sonuçları umurumda değil, beni bir kez sattı! İkinci bir satışa müsaade edemeyeceğimi biliyordum. O yüzden avuçlarımın arasında çıtırdayan koltuk kolları ile bütün öfkemi içime hapsettim. Avuçlarımın altındaki kollar iyice sıkılırken çenem kasılmanın etkisi ile sızlamaya başlıyordu. Nasya'nın yaklaşan adımları ile gözlerimi ilerideki plazma ekranında kilitledim. Öfkeden şakaklarım titriyor, nefesim göğüs kafesime fazla geliyor gibiydi. "P-pars!" Şaşkın sesi sol tarafımda fısıltıyla dolandığında öfkeyle dolan gözlerimi yüzüne çevirdim. "Ne oldu?" Ateş arkadan gelip Nasya'yı ilerletmek için yavaşça beline dokunduğunda varlığımın yeni farkına varıyor gibiydi. 'Elini kıracağım! Ona dokunan o parmaklarını teker teker kıracağım! ' "P-pars!" Elini hızla geri çektiğinde bakışlarım saten elbisenin üzerinde dokunduğu yerde kilitlendi. Hostes hızla yanımıza geldiğinde uyarıcı bir sesle konuştu. "Kalkıyoruz efendim, lütfen koltuklarınıza oturun." Uyarıcı sesi ile Nasya karşımdaki koltuğa bıraktı kendini. Ateş yavaşça yanındaki koltuğa oturduğunda gözlerini benden kaçırmaya yemin etmiş gibiydi. 'Korkak!' Nasya önündeki kemeri telaşla bağlamaya çalışırken uçak çoktan kalkışa geçiyordu. "Siktir!" Bir türlü takamadığı kemerle bakışları önce bana sonra Ateş'e döndü. "Yardım eder misin?" dedi ona fısıltıyla. Hala onu kendine yakın görüyordu belli ki. Avuçlarımın altındaki kol dayanakları biraz daha sıkıldığında Ateş tedirginlikle bana baktı. İzin ister gibi bıraktığı titrek bakışlarla hiçbir tepki vermeden öylece gözlerinin içine baktım. "Ateş." Nasya çaresizce ona seslenirken Ateş ağırca yutkundu. Uçak sarsılmaya başladığında Nasya korkuyla koltuğun kulplarına sarıldı. Gözlerini sıkıca yumdu. Hızla öne doğru eğildiğimde emniyet kemerini kanayan ellerimle sıkıca bağladım ve ince belini koltuğa kilitledim. Korkuyla kapanan gözleri yüzüme doğru aralandığında gözlerinin içi gülüyordu. Üzerine doğru yalpaladığımda burun buruna geldik. Gözlerinin içi gülerken bakışlarını yüzümde gezdirdi. "Hastanede kalırsın sanmıştım." dedi fısıltı ile. "Ve sen de Ateş ile eve dönmeye karar verdin!" Dişlerimin arasından öfkeyle konuştuğumda yüzünde sert bir ifade yerini aldı. "Senin Sofia'yla eve gelmeni beklemeliydim, sen de haklısın! Aptallık bende çok pardon!" "Kısas yaptın! Onunla konuşmanı bile istemezken hatta seni uyarmışken sen kısas yaptın!" "Saçmalama." Gözlerini kaçırırken tahminimde doğru olduğumu anlıyordum. "Belki de siktiğimin hastanesinde kalmalıydım Nasya! Söylesene kısas için ne kadar ileri giderdin! Beni delirtmek için ne kadar ileri giderdin onunla!" Beni gövdemden tutup öfkeyle geri ittiğinde bir milim bile kaymadım olduğum yerden. "Siktiğimin dört saati daha sık dişini! Sonra Ateş ya da başka biri... Umurumda bile olmazsın! Ama bu uçak aşağıya inene kadar buradasın!" Hızla geri çekildiğimde Ateş oturduğu koltuktan aceleyle kalkıp önümden geçerken beklemeden peşinden kalkıp onu tek kolumla tişörtünden tutup kendime çektim. "Nereye Ateş!" "Pars ne yapıyorsun?" Nasya'nın tedirgin sesi bana ulaştığında Ateş'i sağ elinden yakalayıp kolunu geriye doğru büktüm. Nefesimi ensesinden sessiz bir fısıltı ile verdiğimde Nasya'nın duyamayacağı bir sakinlik ile konuştum. "Hayatını sikeceğim senin! Senin o değersiz hayatını sikip atacağım Ateş! Hazırla kendini!" İleriye doğru ittiğimde uçağın zemininde yere kapaklanıyordu. Hızla kendini toparladı ve tedirgin bakışlarını yüzüme çevirdi. Yerden kalktığında kendini ifade etmek istercesine konuştu. "Gitmek istediği için. Uçaktan korkuyorum deyince..." Kendini açıklamaya çalışırken üzerine doğru ilerledim ve onu yakasından tutup kendime çarptım. "Git dindir korkusunu! Belli ki onun hakkı senin gibi adamlar!" Nasya'nın ayaklarının ucuna fırlattığımda bakışları bende olan kadına döndü yüzüm. "Bana öyle bakmayacaksın! Duydun mu, bitti! Senden yirmi dört saat istedim ama vazgeçiyorum! Siktiğimin saatlerini onunla geçir! Sana 'Bu konuda beni sınama' demiştim! 'Bu konuda beni sınama, bu konuda olmaz.' dedim!" "Pars beni neyle suçladığının farkında mısın? Kafayı mı yedin!" Öfkesine rağmen kendini açıklarken titreyen sesiyle olmaması gereken bir şey oluyordu. Öfkemi yumuşatıyor, zihnimi kendine inandırıyordu. "Senden siktiğimin yirmi dört saatini bana vermeni istedim! Gözümün içine baka baka bana kazık atmana rağmen hala etrafındayım lan görmüyor musun? Beni tanımıyorsun Nasya! Sana gösterdiğim toleransı bilmiyorsun! Karşılığında hak ettiğim bu mu? Beni bu siktiğimin ucubesi ile kıskandırmak mı? O kim lan, bak ona! Karşıma geçip kekeleyerek açıklama yapan korkağın teki! İstediğin bu mu? Belki de hak ettiğin budur!" "Sen kimsin ya! Kimsin sen! Neyimsin benim! Geri zekâlı herif! Salak salak triplere giriyorsun! Sana ne benden Pars! Sana ne!" "İşte bu." dedim öfkeli bir hayal kırıklığı ile. "Evet bu! Sen sapık pisliğin tekisin! Beni böyle salak salak paranla pulunla kandırmaya çalışan, bununla büyüleneceğimi düşünen zavallının tekisin! Onunla yan yana gelmeme dayanamıyorsun çünkü o gerçek! Sen değilsin." Öfkeli gözlerim yerini hayal kırıklığına bırakırken ağırca yutkundum. "Senden de maskelerinden de etrafında yatağına girmek için uğraşan kadınlardan da gına geldi! Birkaç saatte kaç kişiyle karşılaştım farkında mısın? Sen şimdi karşıma geçmiş bana neyin hesabını soruyorsun! İster Ateş ile giderim ister başkası ile, sana ne!" "Öyle mi?" Hızla ona doğru ilerlediğimde yavaşça eğildim üzerine. Parlayan gözleri ile bana öfkeli bir çaresizlikle bakıyordu. "Öyle." dedi titreyen sesine rağmen dik bir ifade ile. Bize doğru gelen hostes elindeki tepsi ile dibimde durduğunda tedirginlikle bizi izlediğini hissediyordum. "V-votkanız Pars Bey." "Öyle mi?" dedim gözlerinin içine bakarak. "Öyle. Umurumda değilsin! Seni kıskandırmak için yapmıyorum, onunla olmak seninle olmaktan çok daha kolay diye buradayım! Eve dönmek istediğim için ve bunu bir ruh hastası ile yapmak istemediğim için buradayım! Sen neden buradasın söylesene. Neden Sofia'nın yanında değilsin de buradasın?" Acımasız bir silah gibi kullandığı dili ile beni birkaç dakikada defalarca kez vurmuştu ve bunu yaparken asla üzülmediğini görüyordum. "Ben sonra gelsem daha iyi." Hostes tedirginlikle geri dönerken Nasya'nın üzerinden geri çekildim. "Yatak odasına geç." dedim dişlerimin arasından hırladığımda. Gözlerim Nasya'nın gözlerindeyken ona söylediğimi düşünerek korkuyla baktı yüzüme. "A-anlamadım." Titreyen sesi ile duraksamıştı. "Tepsiyi de al ve yatak odasına geç." Bakışlarım hostese döndüğünde ondan isteneni hızla yaprak elindeki tepsiyle uçağın arkasına yöneldi. "Ne yapıyorsun?" Nasya'nın tedirgin sesi ile fısıltıyla konuştum. "Her zaman yaptığım şeyi." Geriye doğru bir adım adım atıp bedenimi uçağın arkasına doğru çevirdim. Attığım adımlarla açtığım kapıdan içeri girip arkama bile bakmadan kapattım kapıyı. Hostes elinde tuttuğu tepsi ile beni beklerken ona doğru ilerleyip tepsideki votka bardağını hızla dudaklarıma diktim. Gözlerimle tepsiyi bırakmasını gösterdiğimde elimdeki bardağı da alarak tepsiden kurtuldu. "Diz çök!" dedim hırıltılı bir sesle. Hızla halıda dizlerinin üzerine çöktü. Şakaklarım titrerken saçlarını sertçe kavrayıp yüzünü pantolonumun önünde durdurup gözlerimi sıkıca yumdum. Zihnimin önüne gelen suretle Nasya öylece dizlerinin üzerine çökmüş benden emir bekliyordu. O dik başlılığı kaybolmuş, itaatkâr oturuşu ile gözlerimin içine bakıyordu. 'Sikiyim kızım seni istiyorum! Başka birini değil!' Dişlerimi bütün gücümle sıktığımda geriye doğru çekilip ellerimi doladığım saçlardan geri çektim. "Çık-" Konuşmam yarıda kesilirken uçağın içini inleten bağırış sesi kulaklarımı doldurdu. "Bırak!" Nasya'nın olduğuna emin olduğum bağırışlar devam ediyordu. "Bırak dedim lan bırak! " Bağırtısı ile yönümü uçağın içine açılan kapıya çevirdim. Açtığım kapıyla birlikte attığım birkaç adım beni pilotun kapısına dayanan Nasya'ya ulaştırıyordu. "Nasya dur!" Ateş'in kolu Nasya'nın belinde sıkıca dolanmış, üzerindeki saten elbiseyi diz kapaklarından yukarı toplamıştı. "Sıçtığımın uçağını indir! " Ateş'in kollarında öfkeyle kapıyı tekmelerken pilot kapıyı açtı. "Ne oluyor?" Şaşkınlıkla Nasya'ya bakıyordu. "Uçağı geri döndür ya da beni hava alanına bir yere bırak!" "Bu öyle bir şey değil efendim, öylece indiremem uçağı." "Siz ona bakmayın, sinir krizi geçiriyor şu an." Ateş'in yapmaya çalıştığı açıklama ile onlara doğru ilerledim. Beni fark edip Nasya'nın belini hızla bırakıp geri çekildiğinde, Nasya ile yüz yüze geliyorduk. Öfke saçan bakışları ve her an ağlayacak gibi bir ifade ile duruyordu karşımda. "Ne oluyor?" dedim öfkeyle. "İnmek istediğini söylüyor Pars Bey." Pilotun yaptığı şaşkın açıklama ile bakışlarım Nasya'nın bilye gibi parlayan gözlerinde kilitlendi. "Sorun ne Nasya? Ateş korkunu dindiremedi mi?" Soğuk sesim onu sardığında öfkeyle üzerime gelip beni gövdemden sertçe geri itti. "Siktir git! Siktir git, hostesini becer! Siktir git, görmek bile istemiyorum seni! Seninle aynı uçakta gitmeyeceğim iğrenç herif!" Alayla kıvrıldı dudaklarım. "Umurunda olmadığımı söylemiştin? Nedir seni bu kadar çıldırtan? Ben yokmuşum gibi davranıp Ateş'le yolculuğuna devam etsene! Ne bu şimdi uçağı indirmek istemeler falan! Merak ettiğin karşılaşmamız konusuysa merak etme, benim işim anca dört saate biter." Söylediğim sözle kirpiklerinden bir damla yaş ansızın süzülüyordu. Yüzümdeki alay silindiğinde ileri gittiğimi anlıyordum. Yüzüm can sıkıcı bir hale büründüğünde fısıltıyla konuştum. "Ağlama..." "Siktir git. Bir daha seni görmeyeceğim için öyle mutluyum ki... Mutluluktan ağlamak nedir bilir misin? Mutluluk gözyaşları bunlar..." "Gel benimle." Uzanıp elini tuttuğumda hızla kendini geri çekti. "Asla! Dokunmayacaksın bana! Asla Pars!" "Gel dedim." Yumuşak sesimle uzanıp zorla tuttum bileğini. "Bırak!" Bağırırken onu arka tarafa doğru sürükledim. Açık olan kapıdan girdiğimde hostesin yatağın üzerinde oturduğunu görebiliyordum. "Çık." Verdiğim emirle beklemeden odadan çıkıp kapıyı kapattı. "Bırak Pars, bana dokunma." "Sakin ol." Bileğini serbest bıraktığımda bedenimi ona döndüm. Alev gibi yanan gözleri ve kızaran burnu ile bana bakıyordu. "Neden ağlıyorsun Nasya, söyle bana." "Mutluluktan pislik! Mutluluktan!" Burnunu sertçe çekti. "Bana demediğini bırakmadın içerde, üstelik o şerefsizin yanında. Şimdi neden ağlıyorsun?" "Ulan mutluluk diyorum anlamıyor musun?" "O kızı odaya çektim diye değil yani." Gözlerim kısıldığında imalı bakışımla süzdüm onu. "Sen kimsin! Kimsin ki sen, bir kızı becermek istiyorsun diye ağlayacağım?" Güldüm. Söylediğinin aksine titreyen sesine, kızarık burnuna ve bana her an yeniden ağlayacak gibi bakan gözlerine güldüm. "Komik değil! Gerizekalı!" Üzerine doğru büyük bir adım attığımda tam dibinde durup öfkeyle fısıldadım. "Sana ne komik değil söyleyeyim mi? Seni açıkça uyarmama rağmen o adamla çekip gitmen hiç komik değil, hissettiğin çekime rağmen bana köpek gibi davranman komik değil, bana git dediğin halde kal diye yalvaran gözlerine bakmak da hiç komik değil!" "Ben mi sana karşı çekim hissediyorum! Daha komik çok az şey duydum Pars." Attığım büyük bir adımla burun buruna geldiğimizde durdum. Belini usulca sardım ve bedenini kendiminkine sakince çektim. "Dokunma!" Dişlerinin arasından öfkeyle fısıldarken ellerini gövdeme atıp beni geri ittirmeye çalıştı. "Sakin ol artık. Yorulmuyor musun bu hırçınlıktan?" Yerden kestiğim ayakları ile belindeki kolumla onu yerden kaldırıp ileriye doğru bir adım atıp odanın kapısına yasladım. "Bırak." dedi fısıltı ile. Giderek sakinleşirken gözlerini yüzümden terse çeviriyordu. Kapıyla aramda ezdiğim bedeni içimdeki hırçın duyguları tetiklese de sakin kalarak benden kaçırdığı yüzünü boştaki elimle kendime çevirdim. "Kaçırma bakışlarını." Alnımı alnına yasladığımda iri gözleri yüzüme döndü. "Bana avaz avaz gitmemi söyleyen diline rağmen onlar tek dayanağım. O yüzden kaçırma gözlerini Nasya." Gördüğüm ilk gün beni bu ateşin içine atan gözleri... "Midemi bulandırıyorsun." Kirpikleri titrerken gözlerimi usulca yumup kokusunu içime çektim. Daha önce hiçbir kadında alamadığım bu koku, çiçek bahçelerinin esintili rüzgârı gibi ruhumu sarmalıyordu. İçinde bulunduğum bu kaostan uzaklaştırıp dingin bir limanda dinlendirip benliğime teslim ediyordu. "Nasya." Dudaklarımdan susamışçasına dökülen bu tek kelime ile gözlerim yüzüne aralandı. Her bir detayı özenle yaratılmış, kusur nedir bilmeyen yüz hatlarında gezindirdim bakışlarımı. Ok gibi kalbime saplanan uzun siyah kirpiklerinde ve bütün geceyi içine hapsettiği gözlerinde. "Nefret ediyorum senden." Gözleri dudaklarıma kayarken sesi giderek cılız bir fısıltıya bürünüyordu. "Hayır etmiyorsun. Öyle olsun diye çabalıyorsun ama etmiyorsun." Bakışları hala dudaklarımdayken yüzümü yavaşça onun hizasına indirdim ve dolgun dudaklarını usulca kavradım. Islak dudaklar beni küskünce karşılıksız bırakırken alt dudağını hafifçe ısırıp onu kendime çektim. "Sshhh!" Acıyla inlediğinde perdelenen gözleri yüzüme aralandı. "Seni herhangi biriyle gülerken görmeye tahammül edemiyorum, anlamıyorsun. Nasya gözlerin benden başkasına değmesin, sesin kimseye ulaşmasın istiyorum." Yeniden dudaklarına yapıştığımda bedenlerimizi birbirine iyice bastırdım ve alt dudağını bu kez sertçe kavrayıp içimdeki açlıkla emmeye başladım. Göğsümde çaresizce dolanan ince parmakları ile gömleğimin yakalarını kavrayarak beni kendine çekti. Bu çekiş sanki kaçmak isteyip de kaçamayışının çaresizliği ile doluydu. İradesini dudaklarımın arasına bırakıp mantığıyla verdiği savaşa bir mola verir gibiydi. Öyle ki kalbi zihninin kontrolünü eline almış ve artık direnmemesini söyleyerek onu ikna etmiş gibi... Nefeslerimiz birbirine karışırken belindeki elimi yavaşça serbest bıraktım ve kapıdan aldığım destekle onu ağırlığımla tamamlıyordum kendime. İçimde yükselen şehvet ateşi ile ona böyle dokunabilmek, onun tarafından öpülmek ruhumun karanlık odalarına tutulmuş bir ışıktı. Canını acıtıp inciteceğim diye ödümün koptuğu bir kelebek gibi... Avuçlarımın içinde biraz sıksam ölecek uzaklaşsam bir daha fırsatını bulamazmışım gibi... O gece gördüğüm ilk andan beri bana karşı duvarlarını indirdiği ilk an buydu. Üstelik böyle büyük bir tartışmanın ardından kollarımdaki narin bedeni inanılması zor bir rüya gibi geliyordu. Gerçeğe dönüşen bir rüya... Her an uyanacakmışım ve o kayıp gidecekmiş gibi, kokusu genzimden kaybolacakmış gibi, sıcaklığı kollarımın arasından silinecek... Bir kadını öperken aklımı yitirecek gibi hissettiğim ilk an bu andı. Lizbon'dan İstanbul'a uçan bu demir parçası beni yepyeni duygularla tanıştırıyordu. Sebebini benim bile çözemediğim nedenini bir türlü bulamadığım bu karmaşık duygular... "Pars!" Duyduğum isim yirmi sekiz senelik hayatımda böyle güzel telaffuz edilmemişti. Korkarım ki adımı da sadece ondan duymak beni bu denli sertleştirebilirdi. O çaresiz tonlaması, titrek nefesi ile iniltili ses kulaklarıma çarptığında sadece erkekliğimi sızlatmakla kalmıyordu. Adımı güzel dudaklarında acı dolu iniltiyle duyma isteğimi arttırıyordu. İçimdeki vahşi tarafı bastırmakta zorlansam da onu ürkütmek isteyeceğim son şey bile değildi. O dupduru bir su kadar berrak, hiç dokunulmamış bir bahçe gibi yemyeşildi. Çiçekleri vardı, rengârenk çiçekler... Keşfedilmeyi bekleyen güzelliklerle doluydu ve bu güzelliklerin yanı sıra gelen ürkekliği de cabası. Tanıdığım hiçbir kadına benzemiyordu, tanıyabileceklerimi de eletecek türden bir güzellikti. "Söyle güzelim." Belinden kavrayıp onu yeniden yerden havalandırırken beklemeden attığım adımlarla yatağa doğru ilerleyip hızla üzerine düşürdüm. Saten elbise düşerken yukarı sıyrıldığında gözleri tedirgin bir istekle üzerimde gezindi. "Yapamam." Kalkmak için yaptığı hamleyi bedenimle üzerine uzanarak durdurduğumda dudaklarına yapıştım yeniden. Dudaklarına yapışıp nefesini sertçe içime çektiğimde kendimi zar zor ayırdığım sıcak dudaklardan geri çekildim ve dudaklarımı sus çizgisine dayadım. "Biliyorum, korktuğunun farkındayım. Öyle bir şey olmayacak, ileri gitmeyeceğim. Sadece bana bırak kendini." Bunu söylerken bütün irademi kullanıyordum. Bu kadına dokunup nasıl durabileceğimi ben bile bilmezken ona bunu garanti ediyordum. İçini kendimle doldurma arzusu bütün bedenimde arsızca dolansa da durmam gereken yeri çok iyi biliyordum. Bunu ilk kez yapıyor olmanın verdiği bir telaş zihnimi saran heyecana beni gebe kılarken ustaca sakladım telaşımı. 'İlk kez bir kadına sadece dokunmakla yetinecektim...' "Pars!" Tatlı tınısı kulaklarımda dolandığında beni ne kadar tahrik ettiğinin farkında bile değildi. Gözlerimin içine 'Bana güven ver.' der gibi bakarken sıcak bir fısıltı ile konuştum. "Canını yakacak hiçbir şey yapmayacağım. Güzelim bak bana..." Elimi saçlarının arasında usulca dolandırdığımda yeniden fısıldadım. "Sana deli oluyorum, deli oluyorum inan bana. Buna engel olmak çok zor, tenin beni kendine çeken bir mıknatıs gibi ama yapmayacağım. İleri gitmeyeceğiz, güven bana. Bu, burada böyle olmayacak. Buna izin vermem." Yeniden kavradığım dudakları ile ellerim kıvrımlı bedeninde gezintiye çıkıyordu. Altımda kıvranmaya başladığında dudaklarından zar zor ayrılarak boynuna doğru ilerledim. Pürüzsüz boynunda nefesim dolandıkça altımda zevkle minik iniltiler bırakıyordu. Küçük bedeni ağırlığıma rağmen bütün kıvraklığı ile beni çıldırtırken ben teninin tadına varıyordum. .................. Pars'ın sıcak dudakları Nasya'nın beyaz teninde iz bırakarak kayarken genç kızın içinde durmaksızın yükselen bir volkanı körüklüyordu. Göğüslerini arsızca ezen iri ellerle bastıramadığı iniltiler odanın içinde yankılanmaya başladığında Pars'ın eli Nasya'nın dolgun dudaklarını usulca perdeledi. "Şşşş, sessiz ol! Sesini kimsenin duymasını istemiyorum. O bana ait Nasya, bu iniltilerini sadece ben duyacağım." Uyarıcı tonlama ile elini alev gibi yanan dudaklardan geri çekti. Aldığı bu otorite dolu uyarı Nasya'nın kasıklarında karıncalanmalara neden olurken Pars'ın ustaca kullandığı dili genç kızın bedeninde kendine bir rota oluşturdu. Askılı siyah saten elbisenin göğüs dekoltesine doğru sürükledi ısırıklarını. "Ahh.." Nasya'nın bastıramadığı iniltisi Pars'ın sertleşen göğüs ucunu dişlerinin arasında ezmesine neden olurken bunun ikinci bir uyarı olduğunu anlıyordu Nasya. Ellerini sertçe altındaki çarşafa attığında alt dudağını ısırıp bedenindeki şehvetin melodisi olan iniltilerini ağzının içine hapsetti. Saten elbisenin üzerinden belirginleşen göğüs uçları Pars tarafından dişlerinin arasında yeniden sıkıştırıldığında yatak çarşaflarını avuçlarının altında sıkarak kıvranmaya başladı. Külotunun ıslandığını hisseden genç kız, içinde uyanan bu körpe duygulara öyle yabancıydı ki bedeninin bütün hâkimiyetini üzerinde ustaca kıvrılan bu adama bırakmaktan başka bir şey yapamazmış gibi hissediyordu. Bu adamı istiyordu, ona hissettiği çekimin farkındaydı. Karşı koymaya çalıştıkça içine çeken dipsiz bir bataklık gibiydi bu çekim. Bedeninde gezinen iri parmaklar baldırlarında dolanarak iç bacağına yöneldiğinde ısırdığı dudağını serbest bıraktı. "Yapma." dedi çaresiz bir iniltiyle. Gözleri devam et diye yalvarırken o direnmek için elinden geleni yapıyordu. "Bana güven." Pars'ın sevgi dolu şehvetli hırıltısı Nasya'yı rahatlatırken külotuna doğru kayan parmaklarla elini hızla Pars'ın koluna doğru attı. "Ne yapıyorsun!" Şehvet dolu bir hırıltı ile konuştuğunda dudaklarını saran sıcak bir öpüşle rahatlatılıyordu. "İzin ver." Kulaklarında dolanan yumuşak tını ile kuruyan boğazını ıslatmak için sertçe yutkundu. "Delilik bu." dedi fısıltı bir çaresizlikle. "Sana akıllı bir adam olduğumu hiç söylemedim güzelim." Yüzündeki gülümseme ile dudaklarından ayrılarak bedenini aşağıya verdi ve bacaklarından kavradığı genç kızı kalçalarından tutarak yatağın ucuna doğru çekti. Pars dizlerinin üzerine yere çöktüğünde Nasya daha ne olduğunu bile anlamadan bacakları Pars'ın sert elleri ile iki yana ayrılıyordu. "N-ne yapıyorsun!" Nasya'nın utangaç sesi ile Pars hızlı bir hamle yaparak gözlerinin önündeki kırmızı dantel külottan kurtuluyordu. "Siktir!" Nasya, canının acısı ile inlediğinde yatakta dikelmek istercesine kıpırdandı. "Olmayacak demiştin." Korkulu sesi şehvetini perdeliyordu. Pars, gözlerini gördüğü pembelikten zar zor ayırıp ağırca yutkundu. Derin nefeslerle aşağıdan yukarıya bakışlarını Nasya'ya çevirdi. "Olmayacak güzelim." Son bir hamle ile önündeki kadınlığı hızla dudaklarına bastırdığında Nasya dirseklerinin üzerinden yatağa geri düşüyordu. Kadınlığında dolanan sıcak nefeslerle içinde hissettiği gıdıklanma, bedenindeki en ücra duyguyu bile gün yüzüne çıkartırken dudaklarının arasından bastıramadığı bir inilti bıraktı. Pars'ın ıslak dili Nasya'nın pürüzsüz kadınlığında gezintiye çıktığında kendini kaybediyordu. Dilini kıvrakça kullanarak araladığı dudakların içinden kadınlığının girişine ulaştığında saçları sertçe kavranıyordu. Nasya derin iniltilerini artık tutmakta zorlanırken kadınlığında hissettiği sıcak dil ustaca kıvrılmaya başladı. Titrek hareketlerle klitorisine aldığı darbeler bedeninin şehvetle sarsılmasına neden olurken artık kendini tutamıyordu. Gözleri zevkle tavana dönerken avuçlarının arasındaki saçlardan aldığı destekle yatakta belinin kıvrımını havalandırarak dolu bir inilti bıraktı uçağın içine. Pars'ın dudakları klitorisi sertçe kavradığında uzattığı eliyle Nasya'nın boğazını sıkıca sarıp onun nefesini kesiyordu. Boğazı ansızın sıkılan genç kız neye uğradığını şaşırırken aldığı zevkin iki katına çıktığını fark ederek kendini Pars'ın kollarına ve kontrolüne geri bıraktı. Sivri dil, kadınlığın etrafında hızlanırken sıcak nefeslerini bırakarak erkeksi hırıltılarla kendini kaybediyordu. Bu şehvet dolu açlık bedenine değen ilk adamın ustaca hamleleri ile genç kızı acıyla titretmeye başladı. Bedeninde keşfettiği ilk orgazm buyken durmaksızın titreyen küçük beden dudaklarını kadınlığına mıhlayan adamın ağzına doğru veriyordu zevk sularını. Boğazındaki el yavaşça gevşediğinde utanarak nefes nefese bakışlarını Pars'a çevirdi. Kasıklarımdaki ferahlama bir yana bacaklarındaki anlamsız titremeye de söz geçiremiyordu. Kadınlığından yüzünü geri çeken Pars Katipoğlu, gözlerindeki şehvetle bedenini hızla bu kadının üzerine verdi. Dudaklarını sertçe kavradığında aldığı tadı, sakladığı ağzının içinden Nasya'nın dudaklarından içeriye bıraktı. Genç kız araladığı dudaklardan içeriye aldığı birkaç damla zevk suyunu dilinin üzerinde tutarken kulaklarında emir verici bir tonlama dolandı. "Onu benim için yutmanı istiyorum." Pars'ın Gözleri hala sert olan erkekliğinin etkisi ile alev alev yanarken bakışları verdiği emir komutunu dinleyen Nasya'da gezindi. Genç kız ilk kez tadına baktığı bu sıvıyı yuttuğunda alışık olmadığı bu yabancı tada öğürerek bir tepki verdiğinde Pars hızla belinden kavrayıp onu yatakta dikti. Nefes nefese ve çenesi ıslakken sinsi bir gülüşle gözlerini bu utangaç kadının kızaran yüzünde gezdirdi. Göğüs kafesi çıldırmış gibi çarparken kollarında yorgun düşen bu kadına baktı bir süre. "Alışacaksın, merak etme." Dudaklarını alnına bastırdığında beklemeden geri çekiliyordu. Yavaşça yataktan kalkan Katipoğlu, gömleğindeki ve yüzündeki zevk sularından arınmak için hareketlendi. Nasya, yanakları şehvetten ve utançtan alev alev yanarken az önce yaşanan şeyin gerçekliğine dönüyordu. Hızla yerdeki külotunu uzanıp aldığında beklemeden geçirdi bacaklarından. "İyi misin?" Pars'ın yumuşak sesi banyoya girmeden hemen önce Nasya'ya ulaştığında hızla oturduğu yataktan kalktı. Bacakları titrerken içinde bir şeyler çekiliyor gibiydi. "Nasya?" Pars'ın sesi yüzünü yıkayıp çıktığı banyonun kapısında duyulduğunda yavaşça elindeki havluyla kurulanırken bakışlarını Nasya'da gezdirdi. Üzerindeki gömlekten çoktan kurtulmuş ve ıslak çenesiyle elindeki koyu gri havluya kurulanıyordu. "İyi misin sen, ne oldu?" Alnı kırışırken Nasya'daki tuhaflığa bir anlam veremiyordu. "Yapmamam gerekiyordu." Nasya hızla kapıya döndüğünde Pars koşup ona yetişti. "Hey, hey..." Bedenini kendine çevirdiğinde gözlerinin dolduğunu görüyordu. "Yapma, neden ağlıyorsun? Canını mı yaktım, bak eğer boğazını sıktığım içinse-" "Yapamam. Ben yapamam." Hızla geri çekildiğinde Pars belini usulca sardığı kadını kendine çevirdi. "Neyi yapamazsın Nasya, seni hiçbir şeye zorlamam. Korkunu yenen kadar bek-" "Delilik bu!" Gözleri dolarken kendini bu adamın kollarından çelimsiz bir hamleyle kurtarmaya çalıştı. "Delilik değil. Birbirimizi istiyoruz, en az seni istediğim kadar sende beni ist-" "Deniz'e kızıyordum. Sofia'ya, Hande'ye..." Gözünden akan yaşı hızla silip kendini iri kollardan geri çekti. Pars'ın boşta kalan kolları iki yanına düşerken çaresizce fısıldadı. "Ne saçmalıyorsun, sen onlar gibi değilsin!" "Öyleyim. Ben onlarda da beterim. O kadınlar en azından ne istediğini biliyor. Peki ben? Bir yanım senden kaçarken diğer yanım..." Gözleri dağılan yatağa döndü. "Az önce olan şey, ben nasıl yaptım? Nasıl!" Hızla arkasını dönüp açtığı kapı ile odadan öylece çıkıyordu. "Siktir!" Pars öfkeyle açık olan kapıyı sertçe tekmeledi. "Ne bu lan şimdi!" Öfkeyle saçlarının arasından geçirdiği elleriyle olan bitene bir anlam vermeye çalışıyordu. NASYA 'Aptalım ben aptal, geri zekâlıyım!' Yaklaşık yirmi dakikadır uçağın en ön koltuğuna oturmuş, az önce yaptığım şeyi düşünüyordum. İçimde durmaksızın yükselen ağlama isteği ve hiç susmadan benimle tartışan iç sesim vardı. Pars ortalarda yoktu ve ben şimdi ne olacak diye kendi kendimi yiyip bitirmeye başlamıştım. 'Sakin mi olsan. Sadece içinden geldiği gibi davranıyorsun." 'Kes sesini geri zekâlı! Hepsi senin suçun. Bize her yaklaştığında yelkenleri suya indiren sensin!' 'Adama abayı yaktın işte kabul et. Az önce yaşanan şey çok özeldi bunu mahvetme.' 'Evli.' 'Karısı umurumda bile değil.' 'Benim umurumda ama! Sikiyim benim umurumda. Sare, Deniz, Hande, Sofia... Hepsi umurumda." 'Konuş onunla, açıkça söylesene.' 'Delirtirsin gerçekten. Sen insanı delirtirsin.' "Nasya." Ateş'in fısıltılı sesi arkamdaki koltuktan beni bulduğunda irkilerek bakışlarımı ona çevirdim. "E-efendim?" Kafamın içindeki sesleri susturup dikkatimi gerçekliğe çevirmek istediğimde Pars'ın yatak odasından çıkıp bize doğru geldiğini gördüm. Bakışlarım üzerinde gezindiğinde giydiği açık gri takım elbise ile duş aldığını ve kıyafetlerini değiştirdiğini görebiliyordum. 'Az önce bu adam bizimle sevişti.' İç sesimin fütursuzca ağız suları akarken dağılan dikkatimi toparladım ve bakışlarımı Ateş'e çevirdim. "Sen iyisin değil mi?" Ateşin sorgulayıcı sesi ile Pars attığı adımları yanımda sonlandırıp elini sertçe omzuna bastırdı. "Gayet iyi Ateş, gayet iyi." Dişlerinin arasından tısladığımda hızla önüme döndüm. Zihnimde yankılanan ses az önce odada bana söylediği kelimelerle yanaklarımı kızartıyordu. "Seni herhangi biriyle gülerken görmeye bile tahammül edemiyorum, anlamıyorsun. Nasya gözlerin benden başkasına değmesin, sesin kimseye ulaşmasın istiyorum." Kulaklarımda uzak bir hatıra gibi dolanan tını beni sıcacık hissettirse de bu adamın benim olmadığını durmaksızın kendime hatırlatıyordum. 'O evli.' Yanımdaki koltuğa yavaşça oturduğunda bedenini usulca bana çevirdi. "Konuşacağız. Belki bir akşam yemeğinde ya da iner inmez eve geçince... Ama konuşacağız. Seni bırakmıyorum, seni istesem de bırakamam artık." Saçlarımın arasından kulaklarımda dolanan fısıltı ile gözlerimi sıkıca yumdum. "Nasya seni bırakmam. Konuşacağız. Aklındaki her bir sorunu seve seve çözüme ulaştırırım." Geri çekildiğinde yanımıza doğru gelen hostes elinde tuttuğu viski bardağını Pars'a doğru getirdi. Ansızın zihnimde dolanan düşünce ile bu kadını neredeyse az önce becereceğini hatırlıyordum. Bu kız benim uçağa ilk bindiğimde ters davranılıyor diye üzüldüğüm kızın ta kendisiydi. Meğerse her türlü hizmeti veren tam donanımlı bir kaltaktan fazlası değilmiş! "Viskiniz." Eğildiğinde üzerindeki gömleğin açık olan iki düğmesi ile verdiği frikikte gezindi gözlerim. Bakışlarım Pars'a döndüğünde uzanıp bardağı eline aldı ve açık olan göğüslere bakışlarını bile çevirmedi. "Bana da bir viski getir! Elini de çabuk tut!" Terslercesine çıkan sesimle kız şaşkınlıkla bana baktı. "T-tabi efendim." Hızla dikeldi ve elindeki tepsi ile servis bölümüne ilerledi. "Kıskaçlık sana çok yakışıyor Nasya." İri avuçlarının arasında çevirdiği buzlu bardağı gevşek bir gülüşle dudaklarına dayadı. "Bunun adı kıskançlık değil! Bu mide bulantısı! Az önce benimle seviştiğin odada, o kızla kaç kez seviştin bilmiyorum! Ve bu kesinlikle kıskançlık olamaz. Olsa olsa kusma isteği." Dudaklarındaki bardaktan büyük bir yudum alıp geri çekti. "Bu uçak aile uçağım. Yani..." Gözleri bana döndüğünde bütün ciddiyeti ile konuştu. "Daha önce o odada herhangi bir kadını becermedim. " Alayla kıvrıldı dudakları. "Ama sana inat olsun diye hiç istemediğim halde o kızı becerecektim. Her şeyin bir ilki varmış." Dirseğimi sertçe göğsüne geçirdiğimde, sessizce kıkırdadı. "Belki bende sana inat Ateş-" Kafası sertçe bana dönerken yüzündeki gülüş ansızın siliniyordu. Kızıl kahverengiyi alan göz bebekleri öfkeyle büyürken söylediğim kelimenin devamını getirmeye korkarak yutkundum. "Belki sen de ne!" Dişlerinin uyguladığı baskı ile gıcırdadığını yan koltuktan duyarken gerginlikle bakışlarımı ileriye çevirdim. "Bu tartışmalar da çekişmeler de çok gereksiz. Bugünden sonrası yok Pars." Burnundan aldığı sert nefes sessiz bir ıslık gibi duyulduğunda beni duymazdan gelerek elindeki bardaktan bir yudum daha aldı. Yüzümün yanını kapatan saçımdan destek alarak yan yan bakmak istedim. Bir elinde viski bardağını tutarken diğer eliyle de hiç çıkarmadığı ona has yüzüğünü ovuşturuyordu. Bakışlarım yüzünü bulduğunda birbirine bastırdığı dudaklarını gördüm. Onu izlediğimi anlamış olmalıydı, yeniden önüme döndüm. Aklım ve kalbim, doğrularım ve yanlışlarım, aşkımla gururum arasında çok çetin bir savaş arasında kalmıştım. Bir yanım ne yapmam gerektiğini, doğrularımı haykırırken diğer yanım varlığını hissetmenin dahi verdiği dinginlik içindeydi. ADİL KATİPOĞLU Gözlerim Sare'nin elindeki yıpranmış peçetede gezindiğinde oturduğu koltukta sessiz hıçkırıklarla ağlıyordu. "Ağlama artık." Sıkkın bir nefesle konuştuğumda kızaran gözlerini yüzüme çevirdi. "Söylediğiniz her şeyi yaptım ben. Onu sıkmadım ne derse ne yaparsa kabul edip kenara çekildim ama artık yapamıyorum Adil Bey. Bana bir düşmana bakar gibi bakıyor, eziyeti canımdan çok ruhumu acıtıyor. O beni sevmiyor ve bunu bir an olsun unutmamam için elinden geleni yapıyor." Oturduğum deri koltuktan yavaşça kalktığımda yüksek camların çevrelediği manzaraya doğru ilerledim. Bakışlarım yüksek gökdelenden aşağıya döndüğünde öfkemi dişlerimin arasında sıkıp baskın bir fısıltı ile konuştum. "Ne istiyorsun Sare? Oğlumu zorla sana doğru ittim zaten! Şimdi de zorla kalbine mi sokayım! Sana dedim ki biraz geri dur. Yapışma o kadar! Sevmez dedim! " "Daha ne kadar geri duracağım bana söyleyin." İsyankâr sesi ile ağlamaya başladı. "Şu an nerede biliyor musunuz? Şu anda yanında bir garsonla beraber Lizbon uçağında. İstediği zaman istediği yerde istediği kadınla oluyor! Ben üzerine gitmiyorum. Sadakatsiz bir adamla evliyim ve bunu bilen ne yazık ki bir tek ben değilim. Herkesin dilindeyim. Arkamdan nasıl konuştuklarını bilmiyorsunuz. Yüzüme gülerken arkamdan bana nasıl acıdıklarını ben biliyorum ama." "Bana ne istediğini söyle." Artık bu mızmız hallerinden sıkılmış ve sürekli şikâyet edişlerinden yorulmuştum. "Bir çocuk istiyorum, size söyledim. Ben bir çocuk istiyorum. Herkese aslında ne kadar mutlu olduğumuzu göstermenin en kolay yolu bu. Ve bana o çocuğu Pars verecek Adil Bey." Sesi sertleşirken oturduğu koltuktan kalktı ve güneş gözlüğünü kızaran gözlerinin üzerine geçirdi. "Ben bu evlilik için birçok fedakârlık yaptım. Ben Pars için nelerden geçtim çok iyi biliyorsunuz. En başında bana bu evlilik ile ilgili verdiğin güvenceyi yerine getireceksin. O adam benim! Hayatına girip çıkanlar umurumda değil! Çocuğunu ben doğuracağım." Dişlerinin arasından fısıldarken bakışlarım bedenimle beraber yüzüne döndü. "Bir torun istediğimi biliyorsun! Beni tehdit edemeyeceğini de biliyor olmalısın Sare! Senin sikik baban sana benimle böyle hadsizce konuşma hakkı veriyorsa yanılırsın! Eğer benim bam telime basarsan ne seni ne de aileni barındırmam burada!" "Benim güvendiğim şeyin babam olmadığını çok iyi biliyorsun Adil Bey! Benim güvendiğim şey Pars'ın öfkesi. Annesinin başına gelenleri öğrendiğinde sana yapacaklarına olan güvenimle böyle konuşuyorum! Beni tehdit etme! Sizin içinizde kala kala sizlerle nasıl savaşılacağını öğreneli çok oldu!" Hızla çantasını aldığında sivri topuklarının üzerinde beklemeden çıktı odadan ve kapıyı ardından sertçe kapattı. Beni tehdit ettiği şey, bu kadının huyuna gitmemin tek nedeniydi ve unutmak bir yana her an onun histerik hallerine kurban gitmenin gerginliğiyle kıvranıyordum. Ben ki dünya üzerinde hiçbir şeyden korkmayan Adil Katipoğlu, kendi oğlumun uçsuz bucaksız öfkesinden ve bana olan nefretinden içten içe korkuyordum. Odanın kapısı telaşla tıklatıldığında, dalgın düşüncelerimden sıyrılıp "Gir!" Diye seslendim. Mehmet içeriye tedirgin bir ifade ile girdiğinde gözlerindeki korkuyla bir süre beni süzdü. "Konuşsana lan!" "P-pars Bey." dedi titrek bir sesle. "Ne? Ne olmuş Pars'a?" Hızla ona doğru bir adım attığımda. Gözlerini yere çevirdi. "Uçağı havadayken kaybolmuş efendim. Kuleden gelen bilgi ile uçakla yarım saat önce irtibatın kesildiğini öğrendik." "Ne diyorsun lan sen! Ne demek uçakla irtibat kesilmiş! Pars nerede!" Hızla odanın kapısına yöneldiğimde şirketin içinde attığım büyük adımlarla güvenlik amiri ile karşı karşıya geliyordum. "Oğlum nerede lan! " Ellerimi yakalarına sardığımda öfkeyle kendime çarptım. "Araştırıyorlar efendim fakat Lizbon'dan kalktıktan iki saat sonra iletişim kesilmiş." Tedirgin bir sesle konuştuğunda Mehmet beni kolumdan tutup geri çekti. "Kontrol odasına geçelim. Son olarak bildirilen yer üzerinden konum arıyorlar." Sakin bir sesle konuşurken ben bedenimde yükselen öfkeyle adımlarımı kontrol odasına doğru yönelttim. Mehmet önden gidip bana kapıyı açtığında bir oda dolusu adamın önlerindeki büyük ekranlarda telaşla incelemeler yaptığını görebiliyordum. "Durum ne?" Bağırtım odada dolandığında ekibin başındaki çocuk bana doğru geldi. "Muhtemelen sistemi hacklediler, uçak şu an nerede ve hangi konumda bilmiyoruz. Pilot sabit rotadan şaşmayacaktır fakat hala uçak havadaysa en iyi ihtimal bu." "Ne demek lan hala havadaysa! Bana oğlumu bulacaksınız! Bana Pars'ı sapa sağlam bulacaksınız!" "Adil Bey, kötüyü düşünmek istemiyorum fakat en kuvvetli olasılık uçağın düştüğü." "Bana bak!" Yakalarından tutup alnına çarptığım yüzümle hırladım. "O çocuk ölemez! Duydun mu? Bana bir daha oğlumun öldüğünü söylersen hayatını karartırım senin! Şimdi dön işinin başına! Bana oğlumu en hızlı şekilde bul! Sapa sağlam! Anladın mı?" Bağırtım ile kafasını sallayarak hızla geri çekildi. "Pars, neredesin!" "Efendim, İdil Hanım'la iletişime geçtik. Uçakta değil çiftlik evinde olduğunu söyledi. Uçakta sadece Pars Bey ve Ateş Bey yanlarında bir kadınla beraberlermiş." "İdil umurumda bile değil! Bana Pars'ı sapa sağlam getireceksin! Hepinizi mahvederim! Benim güvenlik önlemim oğlumu koruyamayacaksa sizi kurduğunuz o sistemin içine gömerim!" NASYA Sarsılmaya başlayan uçakla uykuya teslim olan gözlerim uçağın içine panikle aralandı. "P-pars..." Bakışlarım hızla yan koltuğuma döndüğünde onun yerinde olmadığını görüyordum. Hızla oturduğum koltuktan kalktığımda sarsılan uçağın içinde ileriye doğru bir adım attım. Sol tarafa doğru yamulan uçakla sendeleyerek zemine yapışıyordum. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken uçağın içi tiz bir alarmla ötmeye başlıyordu. Korkuyla ellerimi kulaklarıma yasladım. "Pars!" Bağırtım bir çığlık gibi uçakta dolandığında gözlerimi sıkıca yumup uçağın her an parçalara ayrılacağına olan inancımla ölümümü bekliyordum. Sola yatan kanat beni ileri kaydırırken kollarım iri eller tarafından tutuldu ve bedenim güvenli kollar tarafından sarıldı. "Şşş! Yok bir şey, yok bir şey." Pars'ın tedirgin sesi titrekçe kulaklarımda dolandığında alarm susuyordu. "N-ne oluyor?" Ağlamaya dönen gözlerimle kendimi onun gövdesine bastırdım. "Düşüyoruz." Hızla beni kollarında taşırken uçağın kapısına doğru ilerledi. Adımları geri çekilirken o istikrarla ileriye doğru büyük adımlarla bizi kapıya yaklaştırıyordu. "Efendim, atlamaları gerek." Pilotun telaşlı sesi ile beni sıkıca sol koluyla kendine yapıştırdı ve ayaklarımı yere bıraktı. "Bak bana!" Alnını benimkine yasladığında giderek sarsılan uçakla bedenlerimiz titriyordu. "Ölmek istemiyorum." Gözümden akan yaşlarla konuşmaya çalışırken sağ eliyle ilerdeki çantalardan birini çekip aldı. Ağır sırt çantasını arkama geçirdiğimde kollarımı tutup kulplardan geçirdi. "Ne yapıyorsun?" dedim titrek sesimle. "Korkma. Hız treninde yüksekten inişe geçmek gibi. Panik yapma." Yüzünde telaşlı bir gülümseme oluşurken belimdeki kilidi sıkıca bağladı. "Ateş!" Bağırtısı ile koltukların arasına kapaklanan Ateş korkuyla bize doğru sürünmeye başladı. "Sıkı tutacaksın!" Bakışları Ateş'e döndüğünde emir verir bir tonlama ile konuştu. Uzanıp gömleğini kavradım. "Ne yapıyorsun?" dedim titreyen çenemle. "Korkma güzelim. Gözlerini yum ve paraşütü yönlendirmesine izin ver. Yamaç paraşütünde ikinci oldu, yani güvendesin." "Pars Bey, acele etmezsek kurtaramayacağız." "Ateş." Verdiği komutla Ateş yanımda ayağa kalktığında önüme geçti. Pars bir adım geri attığında titreyen şakakları ile öfkeli gözlerle Ateş'in beni belindeki kemere bağlamasına müsaade ediyordu. "Korkma." Ateş'in telaşlı sesi beni sararken ben gözlerimi Pars'a çevirdim. "Sende gel, lütfen." Ağlayan gözlerim buğulanırken uzanıp uçağın kapısını açtı. "Geleceğim. Sana söyledim, seni bırakmam." Uzanıp Ateşle aramızdan uzattığı başıyla dudaklarıma sıcak bir öpücük bıraktı. "Pars." Fısıltılı hıçkırığımla geri çekilip alnıma sıkı bir öpücük bıraktı. "Geleceğim." Geri çekilip gözlerimin içine bakarken beni göğsümden geriye doğru itti. "Aaa!" Çığlık çığlığa kalıyordum. Uçağın kapısından sendeleyen bedenim hava boşluğuna karışırken içimden düştüğümüz uçak giderek ufacık kalıyordu gözümde. Ateş beni bedenine sıkıca sardığında bacaklarını benimkilere sardı ve hızla sırtımdaki paraşütü açtı. Gözlerimi sıkıca yumdum ve bütün gücümle gövdesine sarıldım. Rüzgâr o kadar hızlı yalayıp geçiyordu ki yüzümü, saçlarımı sertçe çekiştiren bir el gibi beni üşüten soğuk hava içimde oluşan boşluk hissiyle beni korkulu bir sessizliğe itiyordu. Aklımda sadece Pars vardı. Neden gelmemişti, lanet olsun neden! Kendimi hiç güvende hissetmiyordum, birazdan yere çakılıp bin parçaya ayrılacaktım ve bu öyle ansızın oluyordu ki... Gözlerimi gökyüzüne kaldırdığımda gözden kaybolan uçaktan geriye sadece kara bir duman kaldığını gördüm. "Düştüler mi?" Titrek sesimle kendi kendime tekrarlarken sesim yoğun hava ile yutuluyordur. "İyi misin?" Ateşin bağırtısı ile tiz bir bağırış bıraktım. "Değilim, lanet olsun değilim!" Ayaklarım yere değdiğinde çığlık attım ve Ateş paraşütün iplerini hızla çekerek bizi yavaşça ormanın içine indiriyordu. Yalpalayarak düştüğümüzde üzerine doğru kapaklanıyordum. Kalbim deli gibi çarparken Ateş sevinçle korku arası bir kahkaha attı. "Evet be! Evet, hahahah..." Altımda nefes nefese gülerken üzerinden kalkmak için bir hamle yaptım. Fakat belimizdeki kemer bizi birbirimize mıhladığında yeniden üzerine çekiliyordum. "Bekle, kemeri açmam lazım." Hızla elini gövdemizin arasına sokup kemeri kilitten geri çekti. Beklemeden üzerinden kalktığımda elbisemi bacaklarımdan aşağıya çektim ve yerden kalktım. Gözlerim gök yüzüne döndüğünde boğazımdaki ağırlık ile ağırca yutkundum. "Gözükmüyorlar." dedi Ateş karamsar bir sesle. "Düştüler mi, yani o...." "Denize indirmeye çalışacaktı ama..." Bakışlarım hızla mavi gökyüzünden ona doğru döndü. "Ama ne?" dedim öfkeyle "Ona dedim, indiremezsin dedim. Kanadı hasar almıştı uçağın." "Ne demek bu şimdi! Ne demek indiremez. Bile bile orada neden kalsın, geleceğini bilmese neden atlamasın?" "Uçağı bırakamadı." "Ne diyorsun be sen! Ne diyorsun!" "Sakin ol Nasya, uçak annesinin uçağı. Onu bırakıp atlayamazdı. Anlamıyor musun?" "O zaman indirmiştir uçağı. İndirmiştir değil mi?" Dolan gözlerim yeniden gök yüzüne döndüğünde genzimin sızısı sol gözümden süzülen yaşlara dönüştü. "Yani." Yine aynı karamsar tını. "Nerede?" dedim bakışlarım yüzünde sabitlendiğinde. "Ne nerede?" "Uçağı indireceği deniz işte! Nerede?" Omuzlarımdaki çantayı hızla çıkardım ve yere fırlattım. "Bilmiyorum. Nereye inecek bilmiyorum. Bizim eve dönmemiz gerek, birileri çoktan yola çıkmıştır merak etme. O Pars Katipoğlu, uçağına bir şey olduğu ilk an haberleri olacaktır." "Delirdin mi sen! Bak etrafına nereye gideceğiz!" Cebinden çıkarttığı telefonla hızla birkaç hamle yaptı ve kulağına yasladı. Yaptığı konuşma ile öylece ilerledi yanımdan... "Sakın Pars. Sakın öleyim deme." Bakışlarım gökyüzüne dönüyordu. PARS "Efendim, olmayacak. Atlamanız gerek!" Pilotun çaresiz sesi kulaklarında dolandığında ellerinde sıkıca kavradığı lövye ile sola doğru çekilen uçağı dengede tutmaya çalışıyordu. "Pars Bey, inmeniz gerek." Pilot bir kez daha uyardığında uçak çoktan okyanusun üzerinde süzülmeye başlamıştı. "Soldaki motorları kapat!" "Efendim?" Tedirgin sesi ile pilot kendinden istenileni yapsa da bir işe yaramayacağını düşünüyordu. "Kapat lan! Soldaki motorların faaliyetini kes!" Uzanıp kumanda panelinde hızla sol motorun güç düğmesine basarak ateşlemeyi kapattı. "Olmuyor, öleceğiz." Pilot hızla kalktı oturduğu koltuktan ve çıktı kokpitten. "Yapamam! Bırakamam! Bırakamam!" Pars elinden geleni yaparken giderek denize hızla yaklaşan uçak yapılan hiçbir eyleme karşılık vermiyordu. "Paraşütünüz." Pilot hızla elindeki çantayı Pars'ın ayaklarının dibine bıraktı. "Ben atlamak zorundayım efendim, beni anlayın." Ürkek bir sesle hızla çıktı kokpitten ve açık olan kapıdan beklemeden atladı. "Anne! Yapamam! Yapamam Anne!" Pars'ın gözleri dolarken öfkeyle uçağı sağ tarafa çekiyordu ama hiçbir işe yaramadığını biliyordu. "Yapamam, gidemem!" Gözlerinden akıp yanaklarını yakan yaşlarla ellerini lövyeden geri çekti. Bakışları ayaklarının ucundaki paraşüte döndüğünde gözlerini sıkıca yumdu ve annesinin hayalini gözlerinin önüne getirdi. Bu uçakta onunla yaptığı uzun yolculukları, burada ne kadar özgür ve sakin bir kadın olduğunu anımsadı. Babasından uzakta, burada onunla ve kardeşleriyleyken içinden çıkan o cıvıl cıvıl kadını anımsadı. "Pars, in o koltukların üzerinden düşeceksin." Sanrılı hayallerinin şen şakrak cıvıltıları kulaklarına ulaşırken yüzünde acı bir gülümsemeye neden oluyordu. "Abim zıplıyor, ben neden zıplayamıyorum yatakta." İdil'in mızmız tınısı ve uçağın içinde bir o tarafa bir bu tarafa koşturan çocuk sesleri, şimdi okyanusun dibine batacak olan bu demir parçasında öylece dolanıyordu. Hayat gerçekten de bilinmezliklerle doluydu. Yaşadığı her acı, çekildiği her yalnızlık onu dipsiz karanlıklara iterken adam, sonunda ona ışık olacak kadını bulmuştu. Kendi karanlığı ve kadının ışığı arasında sıkışan adam, şimdi de geçmişi ve geleceği arasında bir seçim yapacaktı. Yolumuz zaten seçimlerden ibaret değil miydi? Ya her şeyi o demir parçası ile sonlandıracak ya da her şeye yeniden yön verecekti.
|
0% |