Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Bölüm 13/ Gitmiş...

@nurdogru26

PARS

Sahilde usulca esen rüzgâr, kıyıya giderek yaklaşan motor sesini kulaklarıma kadar taşırken güneş de çoktan bulutların arasından batmaya başlamıştı bile.

Gökyüzü turuncunun bin bir çeşidine boyalıyken kulaklarımda dolanan ses Begüm'ün neşeli fısıltısıydı.

"Hapishaneye aile ziyareti."

Yanımda durduğunda gözlerini bize yaklaşan motora çevirdi.

"Sana yük oluyorum fakat bunun altında kalmam. Öncelikle hayatımı sana borçluyum, bunu unutmam."

Bakışlarım aşağıya döndüğünde gözlerimi yüzünde sabitledim.

Bu kadın ona her bakışımda içimdeki özlemi körüklüyordu.
Nasya'dan bu kadar uzak kalamadığımı fark etmek beni korkuturken neden aklımdan bir saniye bile çıkmıyor anlamıyorum.

"Ödeşiriz bir ara deniz çocuğu."

İri gözleri yüzüme döndüğünde zihnim bana oyunlar oynuyordu.

Şimdi burada Nasya ile tıkılıp kalmak ve kıyamet kopana kadar da burada böylece yaşamak isterdim.

Bir adada, daha da cesur bir hayatı onunla yaşamak...

"Ödeşiriz Begüm."

Yüzümde alaylı bir gülümseme yayıldığında bu birkaç günde afacan bir kız çocuğu gibi sıcacık tavrı ile beni gevşetmişti.

Arada sınırlarımda gezintiye çıksa da iyi bir kalbi olduğunu anlıyordum.

Bana görüntü olarak zihnimi esir alan kadını hatırlatsa da hal ve hareketleri ile İdil'in samimiyetini anımsatıyordu.

Malta'da, küçük bir adada isimsiz bir kız kardeş gibi.

"Abi!"

Paren, suyun içine atladığında sırtındaki çanta ile bize doğru yürümeye başladı.

"Hoş geldin."

Yüzümde yayılan gülümseme eşliğinde ona yaklaşırken beklemeden üzerime doğru koşuyordu.

Alnım şaşkınlıkla kırışırken hızla boynuma sarıldığında sendeleyerek geriye doğru birkaç adım attım.

"Sakin ol oğlum."

Gördüğüm sevgi gösterisi içten içe hoşuma giderken o bütün gücü ile beni kucakladı.

"Buradasın, gerçekten buradasın." 

Çocuksu sesi titrerken sırtımı içtenlikle sıvazladı ve geri çekildi.

Bakışları inanamaz bir ifade ile yüzümde gezinirken , ağlamaklı gözleri acılı tebessümle birleşerek gözlerimde sabitlendi.

"Alnına ne oldu?"

Tedirgin ses beni gülümsetirken Begüm konuşmamıza katılmaya karar veriyordu.

"Ben yaptım, nasıl güzel mi?"

Varlığını alaylı sesiyle belli ederken , Paren'in gözleri henüz fark ettiği Begüm'ün yüzüne döndü.

"Sen kimsin?"

Doğal olarak, içten gelen düşünülmemiş bir soru ile Begüm bir adım atıp dibimizde durdu.

"Begüm ben, sen kimsin?" 

Yüzündeki geniş gülümseme yerini Paren'e uzatılan ele bıraktığında, kardeşimin şaşkın bakışları bana döndü.

"Abi?"

Kaşları havalanırken 'Kim bu?' der gibi bir bakış bıraktı.

"Begüm, hayatımı ona borçluyum. "

Alayla gülerken bakışlarımı eli hala havada olan Begüm'e çevirdim.

"Merhaba yabancı, hala buradayım." dedi kıkırtı ile.

"Paren." Uzanıp sıktığı elle Begüm'ü süzüşünü gördüm.

'Demek hoşuna gitti...'

İç sesim beni güldürdüğünde, kardeşimin karşısındaki kadından zar zor ayırdığı gözleri yeniden bana döndü.

"Buna gerçekten inanamıyorum Pars, gerçekten inanamıyorum. Yaşıyorsun." 

Yüzündeki geniş gülümseme ile yeniden boynuma sardı kollarını.

"Yeter ama."

Kendimi geri çekerken bıkkın bir nefes verdi.

"Tamam, yaklaşmıyorum."
Serzeniş gibi çıkan sesi ile elimi omuzuna atıp onu kendime çektim.

Yönümüzü eve döndüğümüzde attığımız adımlarla içeriye doğru ilerledik.

Begüm, arkamızdan koşarak bize yetişti ve beklemeden önümüzden ilerleyip verandanın merdivenlerinden çıkarak evin içine doğru kayboldu.

"Burada keyif yapıyorsun yani."

Kinayeli bir gülüşle konuşan Paren, benden alaylı bir göz devirme aldı.

"Bizde öldün sanıyoruz abi, burada gününü gün ediyormuşsun ama iyi biri gibi."

Ağzımı yokluyordu, benim kardeşim bunu pek sık yapmazdı. Begüm gerçekten hoşuna gitmiş olmalıydı.

"Öyle bir şey değil, sadece yardımcı oldu." 

İçini rahatlatmak istercesine yeniden konuştum.

"Yani kıza nasıl baktığını gördüm, aklında soru işareti kalmasın." 

Onunla eskisi gibi böyle kız muhabbeti yapıyor olmak , beni lise zamanlarına götürürken garip hissetmiştim.

"Yok abi ya." dedi utangaç bir sesle. "Ama güzel kız, gözleri falan..."

"Bak sen." Omuzunu sıktığımda çoktan verandaya ulaşmıştık bile.

Geri çekildiğimde ilerideki hasır sandalyeye yavaşça çöktüm.

Bacağımdaki ağrı günler içinde hafiflese de hala aksatıyordu beni.

Uzun süre ayakta durmak bu durumu sancılı hale getirirken elimden geldiğince dinlendiriyordum bedenimi.

"Bu arada, Davut sana bir şeyler gönderdi."

Sırtındaki çantayı çıkarıp bana doğru yaklaştığında yavaşça bıraktı ayaklarımın dibine.

Zihnim, titreyen görsellerle bana uçakta ayaklarımın dibine bırakılan paraşütü hatırlatırken ben o ana geri dönüyordum.

Tetiklenen zihnim beni gerginliğe iterken bilincim o ana geri döndü.

.........

Sarsılan uçak hızla okyanusa düşerken Pars, oturduğu pilot koltuğundan zar zor kalkıp buğulu gözleri ile aşağıya doğru çakılan uçakta ileriye doğru debeleniyordu.

"Gidemem ki anne, seni bırakamam ki."

Bir çocuk gibi hıçkırırken uçağın içi bağırtısı ile doluyordu.

"Seni bir kez bıraktım, bir daha yapamam. Yapamam!"

Yeniden bir hıçkırıkla ileriye doğru güç bir adım atıp elini kapı sövesine yasladı ve bedenini yukarıya çekti.

" Bunu kaybedersem ne kalacak, senden bana ne kalacak?" 

Dokuz yaşındaki bir çocuğun çaresizliği ile olduğu yerde dizlerinin üzerine bıraktı kendini.

"Dayanamıyorum artık, savaşmaktan yoruldum! Hani ben bilmezdim kötülüğü, hani kaldıramazdım anne! Ben çok yorgunum, duyuyor musun beni? Duy! Ölmek istiyorum! Senin yaptığın gibi kaçmak istiyorum, her şeyden kaçmak! En azından burada böyle, anılarımızla olsun. En azından senin kollarında, burada anne!"

Bedenini yere sererken sırtı zeminle buluştu.

Sarsılan uçak birkaç saniye içinde okyanusun dibini boylayacak ve onu da yanında götürecekti.

Gözleri tavanda yanıp sönen ışıklara dönerken üzerine yuvarlanan bir kol çantası gövdesine çarparak dikkatini üzerine çekti.

Başını hafifçe kaldırdığında Nasya'nın çantasını avuçlarının arasına aldı.

"Siktir!" 

Gözünden akan bir damla yaş ile çaresiz bir nefes verdi dudaklarının arasından.

"Siktir, Nasya!"

Bağırtısı uçakta yankılandığında bakışları uçağın açık kapısına döndü.

Görünen tek şey okyanusun mavi sularıyken ve içeriye dolan hava etraftaki her şeyi uçururken Pars, Nasya'nın korkuyla bakan yaşlı gözlerini ve çaresiz sesini anımsadı.

"Geleceğim." demişti ona. "Seni bırakmam, geleceğim."

Şimdi burada; dokuz yaşındaki çocuk annesinin anıları ile suların dibine gömülmek isterken yirmi sekiz yaşındaki bu adam, o kadınla geçireceği her bir saniyeye muhtaç gibiydi. O gözlere bakarak geçireceği her bir ana...

"Lanet olsun!"

Bedenini ileriye verdiğinde uçak ve su neredeyse birleşmek üzereydi ve Pars'ın bedeni son bir güçle kendini boşluğa bırakırken , aklında sadece Nasya vardı.

Bedeni sert düşüşle onu dibe çekerken ,yukarı çıkmak için yaptığı hamleler, saniyeler içinde ileride patlayan uçakla birlikte alabora olarak onu çıkılmaz bir girdaba çekiyordu.

Gözleri suyun içinde açıldığında, bakışları gördüğü ateş topu ile kamaşıyor ve nefesi yuttuğu sularla onu başarısız çabalamalara itiyordu.

Yüzeye çıkmak için yaptığı her hamle uçaktan fırlayan parçalarla bedenine darbe indirirken kafasını sıyırıp geçen bir demir parçası verdiği darbe ile Pars'ın bilincini kapatıyordu.

İri beden, okyanusun dibine doğru çekilirken bilinçsizce sürüklenmeye başladı.

..........

"Abi?" 

Paren'in sesi uzak bir sanrı gibi kulaklarımda dolandığında, sıçramamla bilincimi bu ana çekiyordum.

"Efendim."

Gözlerim bana şaşkınca bakan yüzüne döndü.

"Burnun kanıyor." Aralanan dudakları ile kafası karışmış bir şekilde bana bakıyordu.

"Ne?"

Elimi burnuma götürürken üzerimdeki beyaz gömlek birkaç damla kanla çoktan lekelenmişti bile.

"Sıcaktandır." 

Oturduğum sandalyeden kalktığımda yerdeki çantayı alıp tek kolumdan geçirip sırtıma doğru verdim.

İçeriye açılan sürgülü kapılara doğru ilerlediğimde burnuma siper ettiğim elimle benim için ayrılan odaya doğru adımladım.

"Sen iyi misin?" 

Begüm'ün sesi salondaki köşe koltuktan bana ulaşırken tıkalı burnumla boğuk bir cevap verdim.

"Burnum... Sıkıntı yok."

Hızla odamın kapısını açıp içeri girdiğimde arkamdan geldiğini duyuyordum.
Kolumdaki çantayı yatağın üzerine bıraktığımda, beklemeden banyoya doğru ilerledim.

"Yine mi? Bu, bir haftada kaçıncı?"
Meraklı sesi ile peşimden banyo kapısına kadar geldiğinde ben de lavaboya doğru ilerleyip musluğu açtım.

Avucumun içine aldığım su ile akan kanı durularken Begüm yeniden konuştu.
"Daha öncede oluyor muydu bu? Yani güneş alerjisi falan mı acaba?"

Duran kanama ile avuçlarımın içine doldurduğum suyu yüzüme çarpıp lavabodan geri çekildim.

Bakışlarımı aynaya çevirdiğimde bir süre çöken yüzümü izledim.

"Sana diyorum Pars? Daha önce de oluyor muydu?" Israrlı sesi ile bakışlarım yüzüne döndü.

"Hayır, ciddi bir şey olduğunu sanmıyorum." 

Begüm'ü geçiştirirken onu beklemeden çıktım banyodan ve odaya bıraktığım çantaya doğru ilerledim.

Açtığım fermuar ile içinden çıkarttığım dizüstü bilgisayarımı dikkatle yatağın üzerine bıraktım.

"Bunu bir doktora göstermelisin. Ciddi bir şey olabilir."

"Müsaade et bana." Bakışlarım yüzüne döndüğünde yüzü huysuzca asıldı.

"Aman iyi be. Uyuz sende." Söylenerek odadan çıkıp kapıyı kapattı.

Bakışlarımı üzerime çevirdim.
Kan lekelerine ev sahipliği yapan gömleğimi çıkardığımda yere atarken hemen yatağın üzerine bıraktım kendimi.

Açtığım bilgisayar ile güç düğmesine dokundum ve çantadaki diğer şeylere çevirdim dikkatimi.

İstediğim dosyalar ve ihtiyacım olan her şeyi göndermişti.
Açılan bilgisayarın ekranı ile çekip aldığım dosyayı yatağın üzerinde açtım.

Taşıyıcı interneti aktif hale getirdiğimde bir süre laptopla eşleşmesini bekledim.
Bağlanan internet ve gelen bildirimler ile günlerdir uzak durduğum şeye geri dönüyordum.

Açılan ekranda şirket kâr marjına tıklayarak sırtımı yatak başına yasladım.

Kucağıma aldığım bilgisayar ile bahsettikleri değer kaybı ne durumda gözümle görmem gerekiyordu. Ölümüm ne kadar güç kaybettirmişti bilmem gerekiyordu.

Kan kaybı önemli değil fakat iş kangrene döndüyse durumu nasıl toparlarım önceden bilmeliyim.

Ekranda beliren hisse fiyatları ile ansızın yüzüm şekil değiştiriyordu.

"Siktir!"

Sesim ansızın yükselirken şirket anlaşmalarının güncel tablosunu görüntüledim.

Yüzde altmış beşe yakın bir kayıp vermiştik ve bu, şu anda her şeyi terse çevirebilir demekti.

Babamın neden bu kadar kötü olduğunu anlamış oluyordum.

Şirket bu zamana kadar gördüğü en büyük çöküşteydi.

Şirket hesabı bir haftada yüz milyar kaybetmişti ve bu kangren demekti.

Bu neredeyse kolu kesmek demekti ve ben buna müsaade edemezdim.

Odamın kapısı tıklatıldığında omuzlarıma binen yükle yorgun bir nefes verdim.

"Gir Paren." 

Yılgın sesim ile kapı açılırken gülümseyerek içeri girmiş ve şaşkın bir sesle konuşmuştu.

"Nereden anladın benim olduğumu."

"Çünkü Begüm pek kapı çalan bir tip değil." 

Konuyu hızla kapatırken ona yanıma gelmesi için işaret verdim.

"Ne oldu? Neden suratın asık?" 

Meraklı sesi ile bana doğru geldiğinde ekrandaki tabloyu gördü.

"Sadece dört saatte elli milyar daha!" dedi şaşkın sesi ile.

"Ölümüm resmileşti mi?" 

"Evet!  Sare basın açıklamasında bunu tüm dünyaya duyurdu ve birkaç saatte bize verdiği zarar bu!" 

Öfkeli hırıltısı ile konuştuğunda, çenemi bütün gücümle sıktım.

"Düzelteceğim. Sorun yok."

Kendimden emin tuttuğum tonlamam ile derin bir nefes aldım ve üzerimdeki eşofmanın cebinden çıkarttığım telefonla Davut'un numarasını çevirdim. Açılan telefon ile Davut'un sesi kulaklarımda dolandı.

"Efendim Serdar." dedi donuk bir sesle.

Anlıyordum ki yanında her kim varsa rahat konuşamıyordu.

"Kim?"

"Şu an Adil Bey'i eve bırakıyorum, pek müsait değilim." dedi duygusuz bir tonlama ile.

"Sen neden bırakıyorsun, hayırdır? Bir şey mi oldu?"

"Yok, kendisi biraz rahatsızlandı. Eşlik ediyorum. Seni birkaç dakika sonra arayacağım ben Serdar."

"Neyi var, yaz bana. Bırakır bırakmaz da ara."

Kapattığım telefon ile bakışlarım çaresizce bilgisayar ekranına döndü.

Durmaksızın satılan hisseler ile ülke çapında değer kaybediyorduk. Tırnaklarımla kurduğum her şey öylece dibe batıyordu.

"Abi aklından neler geçiyor söyle bana..."

Paren yavaşça yatağın ucuna oturduğunda şaşkınca beni izliyordu.

"En başında yapılması gerekeni yapacağım. Hisse satışlarını kapatmanız gerekirdi! Siz açık yarayı öylece kendi haline bırakmışsınız ve durum şimdi bu."

"Nasıl yani? Ama bu daha fazla tepki çeker."

"Hayır Paren. Bu gücün hala bizim elimizde olduğu mesajını verirdi. Böyle hisse kaybı yaşamak yerine birkaç can sıkıcı telefon alırdınız ama ortaklar arasında halledilir ve ufak tefek eziklerle konu kapatılırdı! Sare'ye kim basın toplantısı yapmasını söyledi?"

"Hiç kimse. Kafayı yemiş gibi kendini kaybetti. Her yere saldırıyor, babama demediğini bırakmadı. Az kalsın Adil Bey'in elinde kalacaktı. Zor ayırdım onları birbirinden."

"Ciddi misin sen?"

Kafam karışırken avuçlarımdaki telefon titredi. Davut'tan gelen mesajda gezinen gözlerimle boğazımda bir düğüm oluşuyordu.

Davut: Babanız şirkette fenalaştı, odasında öylece yerde yatarken bulmuşlar, şirket doktoru kontrol etti fakat hastaneye gitmeyi kabul etmedi, bende eve kadar eşlik etmek istedim. Size haber veremedim üzgünüm. Birazdan arayacağım.

"Ne oldu?" 

Paren'in sorgulayıcı sesi ile bakışlarımı ekrandan terse çevirdim.

"Dinle beni." Bakışlarım yüzüne döndü. "Biliyorum yeni geldin fakat sana ihtiyacım var Paren, söylediklerimi yapman gerek."

"T-tabi, ne istersen abi."

"Geri gideceksin, ilk uçakla dön eve."

"Abi!" İsyankâr sesi gergin olan sinirimi iyice gererken susturdum onu.

"Dinle lan beni! Geri döneceksin ve büyük bir kokteyl hazırlayacaksın. İki gün sonrası için."

"Ne diyorsun sen! Babam beni öldürür, farkında mısın herkes öldüğünü düşünüyor!"

"Paren! Sen söylediğim şeyi yap, iki gün sonra orada buluşuruz. Benim öncesinde görmem gereken biri var. Sonra her şeyi düzelteceğim."

Telefonum çaldığında hızla cevapladım ve Paren'in itirazlarının önüne set çektim.

"Pars Bey?"

"Neyi var?" Soğuk sesim bastırdığım merakla ahizede yankılandı.

"Bilmiyoruz fakat sanırım küçük bir spazm geçirmiş. Doktora görünmesi gerek fakat pek konuşmuyor. Aslına bakarsanız pek umursuyor gibi değil sağlığını."

Aldığım soluk genzimi yakarak içime dolarken bakışlarımı Paren'e çevirdim.

Çaresiz bir şekilde bana bakarken hala az önceki söylediklerimi düşündüğünü anlıyordum.

"Dinle beni Davut. Bütün hisselerin satışını durduracaksınız. Şirkette hissesi olan herkesin satış haklarını durdur! Hemen şimdi! "

"Fakat efendim..."

"Dediğimi yap! İki gün sonra geleceğim, o zamana kadar tek kuruş daha kaybedemem!  Kimse hisse satamayacak ve alamayacak. Anlaşıldı mı?!"

"Evet Pars Bey, nasıl isterseniz."

"Sare ile ilgili söylediğim şey ne oldu?"

"Güncel haber sitelerine bakarsanız görebilirsiniz efendim. Serdar, evinizin önüne bir sürü habercinin yığıldığını söylüyor."

"Güzel, çok güzel. Bırak, bu bokun içinde boğazına kadar batsın! "

Öfkeli sesim içime dolan sert hava ile yumuşarken her şeyden önce yanına gitmek istediğim kadın hakkında aralandı dudaklarım.

"Nasya hala evde değil mi?" 

Sorgulayıcı sesimle sessiz kalan telefon ısrarlı sesimle yankılandı. "Davut?"

"Bugün annesi ile gelinlik provasındaydı Pars Bey."

Yüzümde oluşan gülümseme ile kendinde bu gücü bulması beni gururlandırmıştı.

"Kötü bir olay yaşanmadı değil mi?"

"Hayır efendim, prova yapmışlar. İki saate yakın içeride kaldığını söyledi çocuklar."

"Bak sen küçük şeytana. Demek annesi ile ilk iki saatini geçirdi." 

Gülümserken Paren'in yüzümdeki gülümsemeye şaşkınca baktığını gördüm ve hızla topladım kendimi.

"Şimdi peki?"

"Defne hanımla beraber sapanca tarafında bir bungalova geçtiler, sanırım küçük bir tatil."

"Ö-öyle mi? Ölüm haberimin resmileştiği gün beklemeden eski hayatına öylece geri döndü." 

Buruk gülümsemem ile buna içerlediğimi fark ediyordum.

"Bilemiyorum efendim fakat dilerseniz adresi size ulaştırabilirim ya da mekânın anlık kamera kayıtlarına ulaşabilirim."

"Mail olarak işletmenin güvenlik kameralarının giriş bilgilerini ulaştır bana. Onu görmek iyi gelebilir."

"Bir saate elinizde olur efendim."

"Paren bugün geri dönüyor. Sabah ilk uçakla ben de ülkeye gireceğim. Pasaport ve kimlik sisteme girildi mi? Hava alanında bir kargaşa yaşamak istemiyorum."

"İstediğiniz yere girip çıkabilirsiniz Pars Bey. Maske takıp tanınmadığınız sürece sorun olmayacaktır."

"Güzel. Her şeyden önce Nasya'ya gitmek istiyorum. Ona söz verdim, geleceğimi söyledim, havaalanının çıkışına bir araba bıraktır."

"Nasıl isterseniz efendim, başka bir şey yoksa?"

"Yok. Kameraların erişimini bekliyorum."

"Hemen halledeceğim Pars Bey." Kapattığım telefon ile Paren kafası karışık bir şekilde beni süzdü.

"Nasya kim? Ne yapıyorsun? Ne kimliği? Ne havalimanı? Ne arabası? Bir sürü sorum var ama tek bir cevap bile vermeyeceksin değil mi?" Bıkkın bir sitemle konuştuğunda güldüm.

"En azından beni tanıyorsun." 
Hafifçe göz kırptığımda yılgın bir ifade ile yataktan kalktı ve odadan çıktı.

 

 

♟️

Sare Katipoğlu , yatak odasındaki penceresinin ardından aşağıdaki kalabalığı içindeki büyük korku ile izlerken gözlerinden akan yakıcı ateşler çaresizliğinin en büyük kanıtıydı.

Odanın kapısı ansızın açıldığında yardımcısı olan Şeref Hanım telaşla içeriye daldı.

"Babanız arıyor efendim."

Elindeki telefonu hızlı adımlarla ona doğru getirdiğinde , Sare korkuyla başını iki yana salladı.

"Yapamam, konuşamam."

Yeniden hıçkırıklara teslim olurken ona acıyarak bakan Şeref, telefonu kulağına yasladı ve korkulu bir sesle konuştu.

"E-Efendim, Hanımefendi şu anda müsait değiller."

Ahizeden öfkeyle taşan ses odanın içinde yankılandığında Sare kulaklarını kapatarak ağlamaya devam etti.

"Rezil etti lan beni, rezil etti! Adil bunu affeder mi! Söyle ona, sakın kapıma gelmesin! Onun gibi bir kızım yok benim! Duydun mu?! Söyle o kancığa, öyle bir kızım yok!"

Telefon ansızın kapanırken Sare çaresizlikle olduğu yere çöküyordu.

Şeref Hanım elindeki telefonu yatağın üzerine bıraktığında beklemeden Sare'ye doğru ilerledi ve yanına çöktü.

Eli şefkatle omuzuna uzanırken onu böyle görmeye dayanamıyordu.
Sare'yi yıllardır tanıyordu ve aslında kötü bir kadın olmadığını düşünüyordu.

"Sare Hanım toplayın kendinizi. Siz böyle biri değilsiniz, neleri atlattınız siz, şimdi böyle kabuğunuza çekilemezsiniz."

Ağlamaklı sesi ile Sare duyduğu sözlerle ağlamasının önüne geçemiyordu.

"Bittim ben. Tüm hayatım bitti. Şeref, şu anda tüm sosyete bunu konuşuyor. Benimle ilgili atılan haber başlıklarını gördün mü? Bu unutulacak bir şey değil, değil işte."

Çaresizce Şeref'in boynuna sarıldığında yaşlı kadın ilk kez böyle yakın olduklarını hissediyordu. Sıkıca sarıldı patronuna ve telkin edici bir sesle konuştu.

"Adil Bey ile konuşun, o hepsini halleder. Bu haberleri tek bir sözü ile kaldıracaktır."

"Adil bana asla yardım etmez, asla."

Çaresizce hıçkırırken kendini her daim yalnız hisseden bu kadın, şimdi tüm sosyete tarafından hor görüleceğini bilerek iyice dibe batıyordu.

Kocasını aldatmış ve genç çocuklarla para karşılığı girdiği ilişki ayyuka çıkmıştı.
Bu sıradan bir aldatma olayı bile değildi, delilleri ve sapkınlığı ortadaydı.

Bunu insanların zihninden asla silemezdi. Haberleri yalanlasa bile buna kimse inanmazdı, o görüntülerdekinin Sare olduğunu herkes duymuş ve görmüştü.
Ve bir de şu röportaj veren çocuk, bütün ayrıntıları rahatça itiraf etmekten bir saniye geri durmamıştı.

Sanki görünmeyen bir el onu dibe çektiğinden emin olana kadar tüm bu pislikleri ortaya çıkarmış ve Sare'yi kolsuz kanatsız bırakmıştı.

 

 

♟️

NASYA

Avuçlarımın arasında tuttuğum telefon ile okuduğum şeyler nefesimi kesiyordu.

 

- GENÇ MİLYARDERİN ÖLÜMÜNÜN ARDINDAN GELEN SKANDAL! -

 

Sare Katipoğlu sosyal medyada yayılan görüntülerinin ardından şiledeki evinde sessizliğe gömüldü. Hiçbir telefona bakmadığı yakın arkadaşları aracılığı ile öğrenilirken zavallı kadın yaptığı sapkınlığın utancı ile kendini eve kapattı.

 

Görüntüleri izlemek için tıklayınız.

 

Htpsnsk/Skandal-67819/&"

 

Genç jigolonun anlattıklarına inanamayacaksınız.

 

ADIMI DEĞİŞTİRİYORDU!
"Benimle beraber geçirdiği hafta sonu boyunca adımın Pars olmasını istedi. Ücretini ödeyen her müşteriye kaliteli hizmet sunmak isterim. O bana ne dediyse kabul ettim fakat kendisinin istekleri cidden ilginçti."

 

Genç adamın Pars Katipoğlu'na benzerliği kafa karıştırdı.

 

Görsel için tıklayın.

📷

Dudaklarım hayretler içinde açık kalırken ben bakışlarımı ileride ateşi yakmaya çalışan Defne'ye çevirdim.

Geldiğimiz Bungalovun geniş bahçesinde, bahçe koltuklarının ortasında büyük bir ateş çukuru vardı.

İlk andan beri bunu yakmaya çalışan Defne, kararan hava ile hala becerebilmiş değildi.

"Uğraşmasan mı artık? İçerideki sobayı yakarız, zaten hava buz gibi Defne."

Alaylı gülüşümle sitemkâr bakışları yüzüme döndü.

"Yapacağım, sabahı da bulsa yakacağım bu ateşi. Hayalini kurdum ya, şurada ateş başında seninle oturmanın hayalini kurdum resmen buraya gelirken."

Yeniden elindeki tutuşturucuyu ıslak odunların üzerine boca etti ve bütün dikkatini ateş çukuruna çevirdi.

Telefonuma gelen bildirim ile Ateş'ten gelen mesaja çevirdim gözlerimi.

Ateş: Seni merak ediyorum Nasya. Telefonlarıma günlerdir bakmıyorsun. İyi misin?

Yorgun bir nefes verdiğimde zihnim beni o güne geri götürüyordu.

 

——

Ormanın içinde ilerleyen Ateş ve Nasya ana yola çıkmak için büyük çalılıkların arasından geçip zar zor ilerlemeye başlayalı yarım saat oluyordu.

"Az kaldı, yolda bizi bekleyen bir araba var. Sen iyisin değil mi?"

Ormanın ortasında durduklarında Ateş'in bakışları Nasya'nın buğulu gözlerine döndü. Dakikalardır içine kapandığı sessizlikle her an ağlamak üzere duran bir kız çocuğu gibiydi.

"Nasya?" Uzanıp omuzlarına uzattığı eliyle bedenini kendine çevirdi.

İri gözler Ateş'in yeşil gözlerine döndüğünde Nasya daha fazla dayanamıyordu.
"Öldü değil mi, öldü."
Gözyaşları birbirinin peşi sıra akarken Nasya dizlerinin kırılması ile toprağın üzerine çöküyordu.

Çaresiz bir hıçkırıkla konuşmaya çalışırken sesi kesildi.
"Benim yüzümden! Ben eğer-"
Derin bir hıçkırıkla yeniden konuştu.
"Onu bekleseydim..." Küçük beden deli gibi titrerken Ateş çaresizce karşısındaki kadını izliyordu.

"Nasya yapma."

Geniş kollar Nasya'nın ince bileklerine doğru kaydığında onu hızla göğüs kafesine bastırmasına neden oluyordu.

Çaresiz bir kız çocuğu gibi hıçkıran bu kadın Ateş'in göğsünde avuntusuz bir perişanlık ile kendini salıyordu.

"Onu beklemem gerekirdi Ateş, beklemem gerekirdi!" 

Nasya üzüntü ile kendini salarken Ateş küçük bedeni bacaklarından kavrayarak oturdukları topraktan kaldırdı ve kucağına aldı ve yönlerini önlerinde uzanan patikaya çevirdiğinde beklemeden ilerledi.

Şu an konuşmanın hiçbir faydası olmadığını biliyordu.

Kollarındaki kadının Pars'a olan ilgisini anladığı bu gerçeklik canını sıksa da önceliği bir an önce buradan kurtulmak olan bu adam beklemeden yürüdü.

Ana yola ulaştıklarında şoför arabadan inip kendine bir sigara yakmıştı.
Planlanandan geç vardıkları buluşma yerinde sıkılan adam sigarasını yakıp gelecek olanları bekliyordu.

"Ateş Bey!" Koşarak yanlarına gelen görevli elindeki sigaradan kurtulup Ateş'e doğru ilerledi.

Kollarında çaresizce ağlayan kadına doğru yaklaştığında onu almak istercesine uzattı kollarını.

"Hanımefendi iyi mi?" Son adımla yanlarında durduğunda ellerini Nasya'nın sırtına doğru uzatıp almak için bir hamle yaptı.

"Kapıyı aç. Ben Hallederim." Ateş, kollarındaki kadını bir an bile bırakmak istemiyordu.

Şoför koşup arka kapıyı açtığında Ateş, Nasya ile arka koltuğa doğru ilerledi ve taşıdığı küçük bedeni yavaşça deri koltuğa bıraktı.
Ateş de Nasya'nın yanına oturduğunda şoför, uzanıp kapısını kapattı.

Beklemeden arabanın ön tarafına doğru ilerleyerek açık olan kapıdan şoför koltuğuna bindi ve kapısını acele ile kapattı. Çalıştırdığı motor ile bakışlarını dikiz aynasından arkadaki Ateş'e çevirdi.

"Uçak işini hallettik efendim..."  Kurduğu göz kontağı ile durum bilgilendirmesi verirken Ateş huzursuz bir sesle konuştu.

"Uçak olmaz." Nasya'ya bakarken devam etti. "Korkuyor. Kara yolundan ilerleyeceğiz."

"Nasıl isterseniz Ateş Bey." Şoför beklemeden aracı asfalttan kaldırdığında Ateş hala ağlayan Nasya'ya çevirdi gözlerini.

"Ona bir şey olmaz. İnan bana hep dört ayağı üzerine düşer, kendine böyle yüklenme Nasya."

"Benim suçumdu." Genç kızın fısıltılı sesi arabanın içinde dolandığında Ateş'e sırtını dönerek bakışlarını az önce içinden çıktıkları ormana çevirdi.

Olup biten her şey kötü bir rüya olmalıydı, bu sadece bir kâbustu. Gözleri gökyüzüne döndüğünde yeniden ağlaması hızlanırken her şeyin gerçekliğine bir kez daha emin oluyordu.

Dakikalar önce yakınlaştığı adam şu anda bir yerlerde alevler içinde yanıyor olabilirdi ya da okyanusun dibini boylayarak boğulmuştu. Düşünceleri canını yakarken o da hissettiği suçlulukla cayır cayır yanıyordu.

————

Ateş'in beni apar topar ülkeye getirmesi ve sessiz sedasız geçen saatlerin ardından eve bırakmasıyla bu yalnızlığın içinde kaybolmuştum.

Defalarca kez mesaj atmış durmaksızın aramıştı fakat cevap verebilecek bir psikolojide değildim.

Bugün annemi gördükten sonra kendimi çok daha güçlü hissediyordum.

Defne'nin moralimi düzeltmek için yaptığı tatil planı ile de bir anda kendimi burada bulmuştum.

Hava değişikliği iyiydi ama zihnimin oyunları Defne'nin gerçekçi konuşmaları ile canımı yakıyordu.

Gelinlikçiden çıktıktan sonra yol boyunca bana Lizbon'u, sahil düğününü ve at merakımı sorup durdu.

Bense geçiştirircesine verdiğim cevaplarla kendimi maruz kaldığım sorgulamadan kurtardım.

Avuçlarımdaki telefon titremeye başladığında daldığım düşünceleri bir kenara bırakarak artık kaçmaya bir ara veriyordum.

Ateşten bir kötülük görmemiştim aksine yardımcı olmaya çalışıyordu.

Cevapladığım telefon ile kulaklarımda dolanan sesle gözlerimi Defne'ye çevirdim.
Hala ateş çukuru ile uğraşıyordu.

"Sonunda!"
Ateş'in sitemli sesi beni sessiz bir tebessüme iterken yeniden konuştu.

"Kaç gündür aklım sende. Bugün ölüm haberi resmileşince çıkıp eve gelmek istedim ama seni sıkboğaz etmekte istemiyorum."

Üst üste telaşlı sesi ile konuştuğunda ben Pars'ın öldüğü gerçeği ile bir kez daha yüz yüze geliyordum.

'O öldü. Bana geleceğim demişti fakat gelmedi. Gelemedi.'

Ateş'in sesi bir kez daha dolandı ahizede. "Nasya iyi misin ?"

"İyi miyim? Bilmem."
Fısıltılı sesimle sızlayan genzimle yeniden konuştum.
"Bilmiyorum Ateş, değilim sanırım."

"İzin ver yanına geleyim, inan bana yalnız kalmak en kötüsüdür."

"Yalnız değilim, Defne yanımda. Zaten istanbulda değilim, biraz uzaklaşmak iyi gelir diye düşündük." Yorgun sesimle fısıltılı bir çaresizlikle sessizliğe gömüldüm.

"Neredesiniz ki?" Meraklı sesi ile bakışlarımı ateş çukuruna öfkeyle tekme atan Defne'ye çevirdim.

Bastıramadığım kıkırtım ile onun bu şirin öfkesi hoşuma gitmişti.

"Sapanca'da. İnanır mısın, tam dört saattir bir ateşi yakmak için uğraşan bir deli ile burada durmuş kafa dağıtmaya çalışıyorum.

Defne bıkkınlıkla yerdeki çimlere bıraktı kendini. "YAPAMIYORUM!"

Bağırtısı ile yeniden gülmeye başladım. "Pes et artık, hasta olacağız içeri girelim."

Ona doğru seslendiğimde çaresizce bana döndü yüzünü. "Ama ya!"

Bir çocuk gibi mızmızlanırken Ateş yeniden konuştu. "Bana konum atabilir misin? Biraz uzaklaşmak bana da iyi gelebilir." Güleç sesi ile beni şaşırtıyordu.

"Nasıl yani buraya mı geleceksin?" Kaşlarım şaşkınlıkla havalandığında, beni onaylayan bir mırıltı ile konuştu.

"Evet, hem ateşinizi de yakarım. Üstelik çok da güzel mangal yaparım. Eminim aç uyumak istemezsiniz." Gülmeye başladığında yorgun bir gülümseme ile cevap verdim.

"Defne'ye sormam gerek. Yani bu kız kıza bir şey."

"Sor öyleyse ama 'Yakamadığın ateşi yakmaya geliyor.' Deme. Bir kaçak daha var, yer var mı; diye sor." 

Söylediği beni yeniden güldürürken Defne'ye doğru seslendim.

"Bir kişilik daha yer var mı? Ateş de gelmek istediğini söylüyor." 

Bakışları uzandığı çimlerden bana dönerken alnı kırıştı ve bir süre 'Ateş kim?' diye zihnini sorguladı.

Ardından hatırladığında heyecanla bağırdı. "Ateş, tabi ya! Gelsin gelsin, belki tükürdüğümün çukurunu da yakabilir." Oturduğu çimlerden kalkarken bana doğru adımlamaya başladı.

"Gelebilirsin." dedim fısıltılı bir sesle

"Harika, konumu bekliyorum."

Heyecanlı sesi ile telefon öylece kapandığında Defne de salıncakta yanıma yavaşça çöktü ve elini omuzuma atıp beni kendine çekti.

"Demek Ateş he?" Kıkırdayarak omuzumu sıktığında gözlerimi devirdim.

"Sadece arkadaş." Nedenini bilmediğim bir şekilde yaptığı ima sinirimi bozarken ben bu yanlış anlaşılmanın önünü kesiyordum.

"Şu Ateş, seni uçaktan kurtaran sonra da güvenle eve ulaşmanı sağlayan kahraman Ateş; değil mi?" Ateş güzellemesi ile benden histerik bir nefes aldı.

"Uçakta korkuyla yerde sürünürken görseydin bir de." Alaycı sesimle yaptığım yorum beni bile rahatsız etmişti.

'Neden yaptım ki şimdi bunu?'

"Nankörlük yapma, adam seni güvenle evine kadar ulaştırdı be."

"Çünkü Pars böyle yapmasını istedi. O uçakta bir kahraman varsa o da deli gibi sarsılan uçakta korkusuz bir şekilde beni kollarının arasına alan Pars'tı."

"Yeter ama ya!" Öfkeyle geri çekildiğinde anlam veremediğim bir şekilde sesini yükseltiyordu.

"Adam seni nasıl bir tehlikeye attı farkında mısın? Ya düşerken bir şey olsaydı sana? Seninle atlamak yerine geride kaldı! Buna düpedüz korkaklık denir Nasya!"

"Uçağı bırakamadı! Anlamıyor musun? Annesinin uçağıydı Defne! Ayrıca Ateş'in yanında güvende olacağımı biliyordu." Söylediğim sözle onu doğrulamış olurken susup başımı yere eğdim.

"Bak gördün mü? Doğru adamın kim olduğunu en az benim kadar iyi biliyordu. Ateş, her şeye rağmen yanında kaldı ve her şeye rağmen hala yanında olmak için çabalıyor."

Bıkkın bir nefesle oturduğum yerden kalkıp yönümü bungalova doğru çevirdim.

"Beni anlamıyorsun Defne. Anlatmaya çalışmaktan da yoruldum, yeter!" Yılgın bir fısıltı ile konuşup onu öylece arkamda bırakıyordum.

 

 

♟️

PARS

Paren'i alacak motor kıyıya doğru yaklaşırken kolumu omuzuna atıp onu kendime çektim.

"Söylediklerimi unutma, bütün basın orada olacak." 

Başını yavaşça salladığında beni onaylayarak yüzünü kıyıya yaklaşan motorda sabitledi.

Cebimdeki telefon çalmaya başladığında yavaşça çekip aldım ellerime. Cevaplayarak kulağıma yasladığım telefon ile telaşlı ses ahizede yankılandı.

"Efendim! Çıkmanız, çıkmanız gerek!"

Koşar gibi gelen sesi ile beni paniğe sürüklüyordu.

"Ne oldu?"

Bağırtım kumsalda yankılandığında Paren'in  omuzundaki kolumu hızla geri çektim.

"Abi ne oldu?" Panikle bana çevirdi bedenini.

"Pars Bey! Adayı hemen terk etmeniz gerek! Melikşah! Siktir!" 

Telefon ansızın kapanırken şakaklarıma saplanan ağrı ile yönümü Paren'e çevirdim.

"Bir şey oluyor, siktir, bir şey oluyor!"

Yeniden çalan telefon ile beklemeden cevapladım. Adımlarımı çoktan eve çevirdiğimde Davut bu kez daha tane tane konuşuyordu

"Saatlerdir size ulaşmaya çalışıyorum, cep telefonlarınız sinyal kesiciler ile engellenmiş! Ne size ne de Paren Bey'e ulaşamadım! Hemen çıkmanız gerek oradan! Melikşah ölmemiş abi! Melih denen şerefsiz nerede olduğunu biliyor! Siktiğimin bilgisayarını izliyormuş!"

"Ne diyorsun lan sen? Hani bilgisayar temizdi!"

"Bilmiyorum Pars Bey ama sizi bir şekilde izliyor! Bilgisayar elinize ulaştığı anda burada işler karışmaya başladı!"

"Siktir! Burada olduğumu biliyor-"

Gözlerim sahile döndüğünde bize yaklaşan motorlu tekne ardındaki hızlı jetlerle takip edilirken Davut yeniden konuştu.

"Adanın arka tarafında bir helikopter iniş alanı var Pars Bey. Oraya ulaşın, bir uçak oraya inmek üzere! Ama kaçmanız gerek! Amaçları öldürmek! Başka bir şey değil! Zaten ölü olan bir adamı öldürmekten daha kolay ne olabilir ki!"

Telefonu hızla kapattığımda evin içine doğru koşmaya başladım.

"Begüm!" Evin içi sesimle dolduğunda panikle mutfaktan çıktı.

"Ne oluyor?" Şaşkınlıkla bana bakarken gözlerim arkamdan gelen Paren'e döndü.

"Gitmemiz gerek, hemen!"

Yüzüm yeniden Begüm'e döndüğünde şaşkınlıkla bana baktığını görebiliyordum.

"Ne saçmalıyorsun?" Alayla gülerken bir kez daha bağırdım.

"Birazdan burası-"

Sözlerim yarıda kesilirken evin camları taranmaya başlıyordu.

Begüm korkuyla kendini yere atarken Ticket de koşarak yanıma doğru geldi.

"Abi!" Paren korkuyla yüzüme bakarken ben Begüm'ü kolundan tutup yanımıza çektim.

"Dinle beni, burada bir helikopter pisti varmış. Nerede?"

Korkuyla gözleri evi tarayan kurşunlarda gezerken beni duymuyor gibiydi.

"BEGÜM! Topla kendini! Pist nerede!"

"A-arkada..." dedi kekelerken.

"Ne kadar uzak? Araçla gidebilir miyiz?" Başını hızla salladığında onu kolundan tutup önüme çektim. "Beni dinle! Korktuğunun farkındayım ama benimle gelmen gerek, burada kalamazsın. Üzgünüm tamam mı, bulaştığım her hayatı boka sürüklüyorum ama bunu telafi edeceğim!"

"Saçmalama! A-arkadan çıkalım, benimle gelin."

Soğukkanlılıkla beni şaşkına çevirirken Paren, sırtımda yere eğilmiş bir şekilde fısıldadı.

"Abi ne oluyor!"

"Takip et beni Paren!"

Dizlerimizin üzerinde arka kapıya doğru ilerlerken evin içi delik deşik ediliyordu.
Duvardaki çerçeveler kurşunlarla param parça olurken Begüm arka kapıyı açıp dizlerinin üzerinde dışarıya çıktı.
Peşinden çıktığımızda ayağa kalkıp koşmaya başladık.

"Pars anahtar, anahtar girişteki askıda kaldı!"

Koşarken ansızın durduğunda ikimizde peşinde ani bir fren yaptık.

"Siktir!"

Bakışlarım eve döndüğünde Begüm koşarak eve doğru ilerledi.

"Ne yapıyorsun!"

"Arabanın yanında bekleyin! Geleceğim."

Beklemeden arka kapıdan içeriye girdiğinde Paren söyleneni yaparak hızlı adımlarla garajdan içeri girdi.

Bense arada kalmış uzaklaşan kurşun sesleri ile içer girmek ile girmemek arasında kalıyordum.

"Ulan!"

Yönümü eve çevirdiğimde Paren arkamdan çaresizce bağırdı.

"Delirdin mi Pars! Nereye."

Onu duymazdan gelerek az önce çıktığım kapıdan içeriye girdim.

Yere eğilerek bakışlarımı evin içinde gezdirdim. Begüm koltuğun yanında yerde kapaklanmış kurşunların arasında çaresizce bekliyordu.

"Geldim!"

Bağırışımla kafasına siper ettiği kollarını geri çekti ve bana 'Hayır' der gibi başını iki yana salladı.

Olduğum yerde kaldığımda elindeki anahtarı bana göstererek dışarı çıkmamı işaret ediyordu.

"Sana doğru koşacağım Begüm, aynı anda gel bana doğru duydun mu?"

Söylediğim şeyi ciddiye almazken başını öfkeyle iki yana salladı.

"Siktirip çıkar mısın şu evden, ikimizi de öldüreceksin! Geleceğim diyorum Pars, çık!" Öfkeli sesi ile şaşkına dönerken geriye doğru çekildim.

"O zaman acele et! İçeri girmek üzereler!"

Arkamı dönüp beklemeden arka kapıdan çıktığımda ayağa kalkarak garaja doğru koştum.

Paren tedirginlikle aracın yanında yere çöktüğünde beni görerek ayağa kalktı.

"Delirdin mi! Nereye gittin sen!"

"Kız benim yüzümden ölebilir Paren! Öylece kalamazdım!"

Koşma sesi ile Begüm'ün bize doğru depar atışını görüyordum.
Uzaktan bastığı kumanda ile aracın kapıları açıldığında Paren beklemeden bindi yan koltuğa.

"Yakala."
Anahtarı koşarken bana doğru fırlattığında havada yakalayarak şoför koltuğuna geçtim.

Bize yetişip arka kapıyı açtığında Ticket'le beraber içeri girdi.

"Bas, bas!"

Ardından aracın arka camı kurşun sesi ile tuzla buz olurken yere yatıyordu.

Hızla arabayı çalıştırdığımda beklemeden gaza yüklendim. Yönümü taşlı yola çevirdiğimde beklemeden sahil evinden uzaklaşmaya başladım.

"Ne tarafa!"

Bağırtım aracın içinde yankılandığında Begüm arka koltukta dikeldi.

"S-sağ taraftan."

Sesi acıyla titrerken bana söylediğini yapıyordum. Hızla adanın içinden ilerleyip ilerideki beton yapıya doğru sürdüm.

"Siktiğimin Melikşah'ı! Yemin ederim bu kez ellerimle öldüreceğim seni! Öldüğünden emin olana kadar da elik deşik edeceğim o boktan bedenini!"

Öfkeyle direksiyonu yumruklarken ileride hazırda bekleyen helikopter ile gaza iyice yüklendim.

Aracı bizi bekleyen korumalara doğru sürdüğümde hızla frene yüklendim.

"İnin!"

Kapımı açıp aşağıya indiğimde beklemeden helikoptere doğru koştuk.

Paren peşimden koşarken hızla helikopterin açık kapısından içeri bıraktım kendimi. Paren de içeri girdiğinde bakışlarım açık olan kapıya döndü.

"Begüm nerede!" Kapıdan dışarıya uzattığım başımda peşimizden geldiğini görüyordum.

"Begüm?"

Gözlerim kanayan koluna döndüğünde Ticket'le beraber helikoptere yaklaşıyorlardı.

"Allah kahretsin!"

İçeri girdiklerinde korumalar da bize katıldı.

"İyi misiniz Pars bey?"

Güvenlik amiri ruh görmüş gibi şaşkınlıkla beni süzerken helikopter hızla kalkışa geçiyordu.

"Begüm, kolun..."

Paren panikle ona doğru uzandığında acılı bir gülümseme ile elini kanayan yarasına bastırdı.

"Öldürmez. Sıyırdı sadece."

Gözleri bana döndüğünde hafifçe göz kırptı.

Kendimi daha kötü hissedemezdim! Kızın hayatının ortasına bomba gibi düştüm bu da yetmezmiş gibi benim yüzümden vurulmuştu.

"Sıkıntı yok deniz çocuğu. İki can borcu olarak yazdım bunu deftere."

Acısına rağmen alaylı çıkan sesi ile ona doğru yaklaştım.

"Özür dilerim. Siktiğimin denizinden hiç çıkmamam gerekirdi."

Dişlerimin arasından öfkeyle hırladığımda uzanıp kanlı elini omuzuma uzattı.

"Bana bak, bu senin bana yaptığın bir şey değil! Anladın mı? Bu deliği bedenime sen açmadın. O yüzden kendini suçlama işine bir ara ver ve şu ana odaklan. Ne yapacaksınız onu düşünün, ben başımın çaresine bakarım." 

Acılı gülümseme ile elini geri çekerken beklemeden üzerimdeki gömleği çıkardım ve kanayan yarasına sıkıca sarmaya başladım.

Gözleri gövdemdeki yaralarda gezindiğinde odağını değiştirmek için araladım dudaklarımı.

"Planlanandan erken olacak ama İstanbul'a dönüyoruz. Anlaşılan o ki sende benimle geliyorsun." 

Bakışlarım yüzüne döndüğünde gözlerimin içine tedirginlikle baktı.

"Beni inzivamdan uyandırdığın yetmezmiş gibi şimdi de güvenli limanımdan ayırıyorsun yani."

Yüzündeki buruk gülümseme ile sıkkın bir nefes verdim.

"Sadece Bir süreliğine, söz. Veriyorum her şeyi düzelteceğim."

"Her zaman düzeltirsin." dedi gülümserken.

Neden bahsettiğini anlayamıyordum ama geri çekilip koltuğuma oturdum.

"Abi ne yapacağız?" 

Paren tedirginlikle bana bakarken sıkkın bir nefesle yüzümü avuçlarımın arasına aldım.

"Düşünüyorum Paren! İzin ver bana!"

Ters çıkan sesimle bakışlarım uzaklaştığımız küçük adanın üzerinde gezindi.

Buraya ansızın gelmiştim ve ansızın gidiyordum.

 

 

♟️

"Hayır ben zaten anlamıyorum ki! Küçükken de böyle olurdu, ben ne zaman bir şeyi çok istesem inat etsem o hep başarısız sonuçlanırdı."

Defne'nin kıkırtılı sesi ile Nasya sessiz bir gülümseme eşliğinde konuştu.

"Hatta bir keresinde yurdun müdürü bunu yakaladı. Defne, ellerinde küçük üzümlü ekmeklerle öylece kadının karşısında durmuş 'Ben bir şey yapmadım.' diye inkâr etmeye başlamıştı, hatırlıyor musun senin yüzünden ikimiz de bir hafta akşam yemeklerine indirilmemiştik." 

İki genç kadın gülmeye başladığında Ateş, elindeki bira şişesinden bir yudum daha aldı.

Gözleri Nasya'nın hafif çakır keyif halinde hayranlıkla gezindiğinde buraya geleli saatler olmuş, ateş çukurunu yakmış, yemeklerini yemiş ve koyu bir sohbete dalmışlardı.

Serin havaya rağmen ısınan bacakları onları üşütmezken içtikleri alkolün etkisi ile üşüdüklerini de zaten hissetmiyorlardı.

Geniş bahçe şen kahkahalar yankılandığında Defne mızmız bir tonlama ile oturduğu sedirden kalktı.

"Benim tuvalete gitmem gerekiyor." 

Alkol aldığında Nasya'ya göre aklı daha başında gözükse de usturupsuz olup diline sahip olamıyordu.

"Çabuk gel." dedi Nasya kıkırtıyla ona bakarken.

Defne yönünü evin içine döndüğünde bakışları ağaçların içindeki gölgede gezindi.

Gördüğü suret ile gözleri fal taşı gibi açıldığında Pars'ın öfkeli gözlerle Nasya ve Ateşe baktığını görüyordu.

"Nasıl ya!"

Korkulu bir sersemlikle hızla gizlendi ve Pars'ı daha net görebileceği bir yerde durdu.

 

 

♟️
10 DAKİKA ÖNCE

PARS

"Efendim dikkatli olun. Bu gece olmak zorunda mıydı?"

Davut'un tedirgin sesi üzerimde dolandığında ben bastırdığım heyecanımla ve korkularımla araladım dudaklarımı.

"Eğer bilgisayara sızdıysa Nasya'nın burada olduğunu biliyor demektir. Onu öylece yalnız bırakmayacağım Davut!" Hızla açtığım aracın kapısı ile aşağıya bir adım attım.

Bedenimdeki heyecan nefesimin titremesine neden olurken ben, sanki yıllardır onu görmüyor gibi hissediyordum.

Beni görünce ne yapacaktı? Sevinecek miydi? Belki de kızardı?

Uçaktan atlarken ne kadar korktuğunu biliyordum ama bunu yapmasam ölebilirdi. Kendi bencilliğime kurban edemezdim onu, öfkesi bu yüzden diri olursa bu konuyu konuşmak işime yarayabilir.

Bungalovların arasında sessiz adımlarla ilerlerken önünden geçtiğim bahçelerin sık ağaçlarının arasından Nasya'nın kapı numarasını görene kadar ilerledim.

Sonunda '371' numaralı bungalovun bahçe kapısından içeriye doğru bir adım attığımda kalbimin hızlanışı beni saçma sapan bir telaşa itiyordu. 

Ağaçların arasından ışıkları yanan evin büyük camlarını görüyordum. Kulaklarıma gelen kahkaha sesleri ile Nasya'nın sesi kendisinden önce kulaklarıma ulaşmış ve beni gergin bir sırıtışa itmişti.

Attığım son adımla ağaçları ellerimle araladım.

Gözlerimin önündeki manzara bedenimi olduğum yerde mıhlarken ben, kaskatı kesilen vücudumla bakışlarımı ileride Ateş'le gülerek muhabbet eden Nasya'da sabitledim.

'Ne oluyor lan!'

Zihnim bana bir şaka yapıyor olmalıydı.

Ateş'in burada ne işi olabilirdi! Siktiğimin tatiline arkadaşınla kafa dağıtmaya gelmedin mi lan sen! Onunla oturup, içip, kahkahalı sohbet edecek kadar yakın mısın?

Belki de yakınlaştınız. Sadece bir hafta, siktiğimin bir haftasında belki de yakınlaştınız! 

Avuç içlerim uyguladığım baskı ile zonklarken ben, Ateş'in Nasya'nın yanındaki sandalyeye oturuşunu izliyordum.

Elleri Nasya'nın saçlarına doğru kalktığında öfke bütün bedenimi ele geçiriyordu.

'İzin verme! Sana böyle dokunmasına izin verme, yalvarırım!'

İçimden avaz avaz bağırırken uzun siyah saçları Ateş'in parmaklarının arasından kayıp kulağının arkasına veriliyordu.

Sızlayan genzim ile hızla yumdum gözlerimi. Şakaklarım öfkenin alevlerinde kavruluşa geçmiş, zihnim bana olasılıkları işkence eder gibi fısıldıyordu.

'Sana söylemişti, onunla olmak seninle olmaktan daha kolay demişti. Ne sanıyordun? Sana âşık olduğunu mu? Uyan artık, onun gözünde sadece bir sapıksın.'

Aralanan gözlerim yeniden üstlerinde kilitlendiğinde ne konuştuklarını duymuyordum ama Nasya'nın kulağına bırakılan fısıltılar ile kıkırdadığını görebiliyordum.

Ateş hızlı bir hamle ile Nasya'nın burnundan bir makas aldığında sol gözümden yakıcı bir damla öylece yanağımdan aşağıya aktı.

Geriye doğru çekilirken kulağıma çalan sesle bakışlarımı evin içine çevirdim.

Defne'nin bir telefon konuşması yaptığını duyabiliyordum.

"Yok ya, ben başka bir bungalova geçeceğim. Baş başa kalmak istediler, kumru gibiler vallahi! Nasya'yı ilk kez böyle görüyorum."

Duyduğum sözler boğazımı yakıp kavururken ben kırışan alnımla ağırca yutkundum. Ama tükürük bezlerim faaliyetini kaybetmiş ve beni çaresiz bir kuruluğa hapsetmişti.

Gözlerimden peşi sıra akan gözyaşları hayal kırıklığının kapı süsleri gibiydi.

 Defne sırtı bana dönük bir şekilde verandaya doğru çıktı.

Görünmemek adına bir adım geri attığımda sesi yeniden kulaklarımı dolduruyordu.

"Ay yok kız, öldü gitti ruh hastası... Bela olmuştu kızın başına, inan öldüğünden emin olur olmaz kutlamak için buraya kaçtık, hahahaha!" 

Beynimin içi uğultularla dolarken ben bakışlarımı Nasya'ya çevirdim.

'Kutlama mı?' Gerçekten benden kurtulduğuna emin olduğun için mi buradasın?'

Nasya, gülüşlerini Ateş'e armağan ederken heyecanla bir şeyler anlatmaya devam ediyordu.

Göğüs kafesimdeki ağrı, bu zamana kadar tattığım hiçbir acıyla yarışamazdı.

Avaz avaz bağırıp ortalığı ayağa kaldırmak istiyordum ama yapmadım.

Benden kurtulmayı ancak ölüm haberimi bekleyerek kesinleştiren bir kadını, günlerdir bana bir şey oldu diye evden çıkmadığını düşünecek kadar sevmiştim!

Salak bir adam mıydım? Belli ki öyleymişim Hayatımda görüp görebileceğim en salak adam benmişim!

Hızla arkamı dönüp geldiğim yoldan geri yürümeye başladım.

Fakat bu kez adımlarım yavaş, içimdeki heyecan enkaz yeri ve omuzlarım yeri süpürüyordu. Yerdeki çakıl taşları ayaklarımın altında cılızca ezilirken ben ileride ışıkları yanan arabaya doğru ilerledim.

Davut şoför koltuğunda oturup gözlerini bana çevirmişken ben yüzümü ıslatan yaşları hızlı bir hamle ile uzaklaştırdım kendimden.

Burada olmamam gerekiyordu, en başından beri beni istemediğini söyleyen bir kadının hayatında kalmak için böylesine çabalamamam gerekiyordu.

Güzel geçen birkaç gündü ama bitti.

Bana içimdeki merhameti yeşertecek bir kadın, birkaç günlüğüne misafir oldu ve gitti.

Mutlak karanlığıma geri dönmek üzere arabaya doğru ilerledim ve arka kapıyı açarak içeri bıraktım zar zor taşıdığım bedenimi.

"Nasya Hanım nerede Pars Bey?"

Davut'un meraklı sesi arabada dolandığında yüzümde buruk bir gülümseme oluştu.

"Gitmiş..." 

Fısıltılı sesim ile arabayı çalıştırdı ve başka hiçbir soru sormadan ikimizi de buradan uzaklaştırdı.

"Çocuklar izlemeye devam edecektir merak etmeyin ama en iyisi bu olacaktı zaten."

Telkin edercesine çıkan sesi ile kızaran gözlerim dikiz aynasından yüzüne döndü.

"Çek korumaları geri. Bırakalım, onu Ateş korusun Davut. Kimsenin sevgilisine korumalık yapamam. Üstelik Melikşah gelecek olsaydı şimdiye burada olurdu. Bunu ikimiz de biliyoruz. O Nasya'dan istediğini aldı, bilgisayar... Ve sözünde durup çıktı hayatından."

Şaşkınlıkla gözleri bana dönerken tedirgin bir sesle konuştu.

"Y-yani, öylece yalnız bırakacağız."

"Benden önce nasılsa öyle, anlıyor musun?" Şakaklarım titrerken başını usulca salladı.

"Nasıl isterseniz efendim." Bakışları yola döndüğünde bedenimi arka koltukta yavaşça saldım.

Yorgundum. Fakat yorgunluğumun bedenen yapılan hiçbir aktivite ile bir ilgisi yoktu. Ruhum yorgundu Zihnim yorgundu.

Her şeyin iyi olacağına inanan aptal umudum yorgundu.

İçimdeki çocuk yorgundu ve yetişkin Pars'ın bu durumda yapacak hiçbir şeyi yoktu.

 

 

_______

Araba güvenlik kapılarından geçtiğinde ben, gözlerimi çocukluğumun en boktan anılarıyla süslü eve çevirdim. Babamın odasının ışığı yanıyor ve diğer bütün odalar karanlıkta boğuluyordu.

Bense ilk karşılaşmam gereken kişinin o olması gerektiğini düşünüyordum. İçimden gelmese de şirketinin batmak üzere olduğunu düşünen bir adama 'Çıkış biletin hala hayatta.' demek için buraya gelmiştim.

Duran araba ile Davut hızla inip arka kapıyı açtı. Tedirgin gözleri üzerime döndüğünde huzursuz bir sesle konuştu.

"Dilerseniz yarın sabahta gelebiliriz efendim, pek de iyi görünmüyorsunuz."

Söylediği şeyi duymazdan gelerek açılan kapıdan aşağıya doğru bir adım attım.

Kapının önündeki korumalar şokla açılan gözlerini üzerimde gezdirdiklerinde beni karşılarında görmenin onları kafa karışıklığına ittiğini görüyordum.

"Hadi yapalım şunu."

Attığım adımlar birbirini takip ederken, ben ince çakılları eze eze ana kapıya doğru ilerledim. Kapıdaki koruma titreyen elleri ile bana kapıyı açtığında tedirginlik ile geri çekildi.

"B-buyurun Pars Bey." Titreyen sesini duymazdan gelerek içeriye doğru bir adım attım.

Gözlerim loş ışıklarla aydınlatılan girişte gezindiğinde burada geçen çocukluğumun sessiz çığlıkları kulaklarımda uzak bir anı gidi dolanıyordu.

"Babanız odasında."

Arkamdaki koruma beni yönlendirdiğinde Davut evin içine doğru girip attığı sessiz adımlarla yanımda duruyordu.

"Sizinle gelmemi ister misiniz?"

"Gerek yok."

Aldığım derin soluk beni yukarıya çıkan merdivenlere kavuşturacak ilk adımı attırırken aksatan bacağımın ağrısına aldırış etmeden sıkkın bir ifade ile yöneldim mermer merdivenlere.

Attığım her adım, çıktığım her basamak, geçen her saniye; ruhuma çöken karamsarlıkla giderek ağırlaşırken bugün Adil Katipoğlu'nu görecek olmak beni geriyordu.

Söyleyecekleri, 'Bunca zamandır neredesin!' diye çekeceği azar ve yapacağım açıklamayı düşünmek beni boğarken nihayet merdivenler bitmiş ve beni babamın odasına uzanan koridora ulaştırmıştı.

Sol bacağımdaki ağrıyı düşünerek sağ tarafıma verdiğim ağırlıkla beklemeden ilerledim odasına doğru.

'Ne olacaksa olacak.'

Bu gece bir an önce bitsin istiyorum, bu yüzleşme bir an önce bir bitişe ulaşsın istiyorum.

Şimdi düşüncelerimin arasında nihayet bedenim koyu kahverengi kapının önünde durmuş, anahtar deliğinden dışarıya sızan ince ışık beni içerideki adamın hala uyumadığına ikna ediyordu.

Parmaklarım kapıya doğru kalktığında aldığım yorgun nefesle hafifçe vurdum oymalı tahta parçasına.

"Ne var! Rahatsız etmeyin demedim mi?"

Azarlarcasına çıkan sesi ile beni hizmetçilerden biri sanıyordu. Yeniden tıklattım kapıyı.

Bu kez yüksek sesi koridora yayılırcasına bağırdı. "GİR!"

Kapının kulpuna uzanan elimle yavaşça araladım ağır kapıyı.

Koridor odanın ışığı ile karanlığını bir bıçak gibi keserken ben kapıyı geriye kadar ittirdim ve camın önünde elindeki viski bardağı ile oturan babamı gördüm.

Gözleri elindeki kristal bardakta kilitlenmiş ve omuzları çökmüş bir şekilde dururken ben yüzümdeki şaşkınlığı saklayamıyordum.

Onu ilk kez böyle bitik bir halde görüyor olmak içten içe hoşuma gitse de içeride bir yerlerde bu çaresiz duruşu canımı yakıyordu.

"Baba."

Seslenişim ile bakışları açtığım kapıya döndü.

Birkaç saniye öylece bana baktığında yüzündeki üzgün ifade yerini anlamsız bir şaşkınlığa bıraktı.

Göz bebekleri kocaman olduğunda, önce omuzları dikeldi ardından elindeki kristal bardak yerdeki parkelere çarparak ileriye doğru yuvarlandı.

Oturduğu koltuktan kalkarken iri bedenini bana doğru çeviriyordu.

Gözleri cam gibi parlarken yüzünde sıcak bir gülümseme oluşuyordu. İnanamaz bir mırıltı ile kafasını iki yana salladı.

"Bu gerçek değil, değil mi? Sen gerçek değilsin."

Titreyen çenesi ile bana doğru attığı adımlar beni şaşkına çevirirken içeriye doğru bir adım attım ve odanın içine girdim.

"Ben, sadece iyi olduğumu haber vermek için gel-"

Sözlerim bana doğru hızlı adımlarla gelen Adil Bey'le yarıda kesilirken o beni kafamdan tutup sertçe kendine çekti.

Kolları bedenimi sararken ben olduğum yerde dona kalıyordum.

Beni sıkıca saran kollar ağlamalı nefeslerle birleştiğinde bakışlarım, ilerideki camın yansımasından bize döndü.

Babamın bana sarıldığı ilk an buydu.
Ben bizi hiç sarılırken görmemiş olmanın şaşkınlığı ile öylece gördüğüm resme bakarken o beni bütün gücü ile göğsüne bastırıyordu.

"Oğlum." 

Acı çeker gibi çıkan sesi ile onu ilk kez ağlarken gördüğümü yeni fark ediyordum.
Bana ilk kez böyle içten oğlum deyişini ilk kez duyduğumu.

"N-nefes alamıyorum."

Yeni fark ettiğim bir başka şey ise beni o kadar sıkı sarıyordu ki nefesimin artık aralıklı boşluktan giremediğini hissediyordum.

Hızla geri çekildiğinde yüzümü ellerinin arasına aldı. Dudakları kıvrılırken gözyaşları yüzündeki çizgilerinde gezinerek çenesine doğru akıyordu.

"Öldün sandım. Beni bıraktın, beni bırakıp gittin sandım. Oğlum, oğlum..."

Yeniden sıkıca sarıldığında ben gözlerimi kapatıp çenemi olağan gücümle sıktım.

Göğsüm onun göğsüne temas ederken ben yaralarımı açan adamın ansızın gösterdiği şefkatin altında ne hissedeceğimi bilemez bir şekilde kalıyordum.

"Baba yeter!"

Kendimi zar zor geri çektiğimde kafası karışmış bir şekilde kendini sorgularken buldum onu.

Yaptığı şeyin normal olmadığını, bizim normalimizin bu olmadığını oda anlamıştı. Bizim normalimiz bu değildi. Olamazdı.

Biz çalışan ve işçi mantığı ile ilerleyen iki kişiydik. Bir anda böyle baba oğul olamazdık.

Bana böyle sarılamazdı!
Buna hakkı yoktu!
Buna iznim yoktu!
Yirmi sekiz yıl sonra öylece karşıma geçip bana 'oğlum' diyemezdi!

Kafasını topladığında yüzünde asılı kalan yaşları hızla sildi ve boğazını temizlercesine öksürdü.

"Nasıl oldu bu? Günlerdir seni arıyorlar. Nasıl bulamazlar?" Alnı kırışırken yüzündeki heyecanı gizlemeye çalışıyordu.

"Bir adaya sürüklendim. Kendime geldiğimde ulaşmak istedim fakat iletişim aracı bulamadım."

Attığım ağır adımlarla odanın içine doğru ilerledim ve pencere kenarına yaklaştım.

Gözlerim perdelerin ardından loş ışıklarla aydınlanan arka bahçede gezindiğinde arkamdan bana yaklaştığını hissediyordum.

Bakışlarım camdaki suretine döndüğünde dudakları yeniden aralandı.

"Şirket batıyor. Senden sonra büyük kayıplar verdik."

"Biliyorum, bilgim var. Yapılması gereken basitti ama geç kalmışsınız. Ama merak etme. Sorun olmayacaktır, birazdan bir basın toplantısı vereceğim. Şu an muhabirleri topluyorlar. Yaşadığımı duyurmam gerek, Melikşah peşimde."

"Ölmedi mi o şerefsiz!" Dişlerinin arasından bıraktığı tıslama ile başımı iki yana salladım.

"Ölmemiş. Ama sorun yok. Bizzat ilgileneceğim onunla fakat şu an önceliğim şirket. Hisselerde büyük kayıplar vermişiz, önce onu düzeltmem gerek. "

Bedenimi ağırca ona döndüğümde bakışları yüzümde şefkatle dolanıyor ve beni rahatsız edecek bir sevgi gösterisi sunuyordu.

"Sare konusuna gelince... O kadını bir daha hayatımda görmek istemiyorum. Hakkında çıkan haberlerden sonra aksi mümkün değil."

Bakışlarım gözlerinde sabitlendiğinde burnundan sert bir nefes verip başını onaylarcasına salladı.

"Bu skandalı unutturmamız gerekecek. Biliyorsun."

Tatsız sesi ile yüzümde alaylı bir gülüş oluştu.

"Buluruz bir yolunu. Zaten o kadını hiçbir zaman istemedim biliyorsun. Ben sadece sözünü çiğnemedim baba, şimdi aynını senden bekliyorum. "

"Anlamadım?" Sesi ciddileşirken kaşları çatıldı bir kez daha.

"Evlilik hakkındaki fikirlerini biliyorum. Sana göre iş dünyasında evli bir adam güçlü görünür. Torun istediğini de biliyorum fakat bana biraz müsade et. Ardından yine istediğin biri ile ayarlarız bir evlilik."

"Uzatmamamız gerek, yeterince güç kaybettik. Şimdi birde bu Sare olayı... Senin de hakkında dedikodular başlayacaktır. Bu zamana kadar hiçbir kadın görmediler yanında, beni anlıyor musun? Sorunu sende aramaya kalkacak birileri olacaktır."

Bastıramadığım gülüşle aklı karışık bir şekilde bana bakışını izledim.

"Gösteririz o zaman. Hayatımda ki kadınları gözlerine sokarız. Hallederim baba, hep hallettim."

"Biliyorum. Senden hiç şüphe duymadım. Sen benim oğlumsun Pars. Zekan da tekniğin de benden sana verilmiş bir armağan. O yüzden tüm bu imparatorluğun tek varisi sensin."

"Biz birbirimize benzemiyoruz!"

Terslercesine çıkan sesimle yönümü odanın kapısına çevirdiğimde seslenişi ile adımlarım eşikte durdu

"Sen benim oğlumsun. Hoşuna gitse de gitmese de benim bir kopyamsın."

"Olmamak için elimden geleni yapıyorum! Duydun mu beni? Sana benzemektense okyanusun dibinde can çekişmeyi yeğlerim!"

Beklemeden ilerlediğimde arkamdan seslenişini duyuyordum fakat durmadım.

Merdivenleri büyük adımlarla indiğimde açık olan kapı ve dışarıda bekleyen Davut beni karşıladı.

"Hazır mı?" Sert çıkan sesim ile yanından geçip arabaya doğru ilerledim.

Peşimden koşturarak gelirken nefes nefese koşup kapımı açtı. "Hazır Pars Bey, sizi bekliyorlar."

"Güzel. Gidip 'Geri geldim.' deme vakti."

Arka koltuğa bindiğimde kapı üzerime kapandı ve Davut, attığı hızlı adımlarla şoför koştuğuna geçti. Arkamızda hareket eden koruma arabaları eşliğinde yönümüzü ana yola çevirdik.

 

 

♟️

NASYA

Defne'nin kahkahası kulaklarıma dolarken ben kendimi zümrüt yeşili kadife koltuğa bıraktım. Dizlerimi yukarıya topladığımda bakışlarım açık olan televizyondan bahçeye dönüyordu.

Ateş ve Defne bahçedeki kalabalığı toparlarken ben üşüyerek içeri girmiştim.

Öyle ki geçen soğuk saatler beni ayıltmaya yetmişti. Alkolün etkisi sert rüzgarla birdenbire ortadan kaybolurken ben kemiklerimin sızısı ile kendimi içeriye attım.

Ateş'in yardımsever bir tavırla Defne'ye yardımcı olması hoşuma gitmişti. Aslında bakarsak birbirlerine yakışıyorlardı, umarım bunu fark ederler.

Düşüncelerim beni güldürdüğünde kulaklarımda dolanan fısıltılı sesle dikkatim açık olan televizyona dönüyordu.

"Bir son dakika haberi ile yayınımıza ara veriyoruz. Geçen hafta Atlantik Okyanusu'nda kaybolan genç milyarder ile ilgili yeni gelişme ile karşınızdayız."

Kaşlarım çatılırken bir hastane kapısının önünde giriş kapısını çeken kameralar ile ne olduğunu anlayamıyordum.

"Ne bu şimdi?" Dizlerim usulca koltuktan aşağıya sarkarken kafam karışmaya başlıyordu.

Flaşların tutulduğu kapı önüne yaklaşan siyah bir Range Rover Davut'un şoför koltuğundan inip arka kapıya ilerlemesi ile beni kafa karışıklığına itiyordu.

"Yine Sare mi? Ne anlatacak ki?"

Açtığı arka kapı ile flaşlar ve kameralar siyah aracın açık kapısında kilitlendiğinde olduğum yerde dona kalıyordum.

"Pars Bey! Hoş geldiniz."

Bedenimde ansızın beliren titreme ve göğüs kafesimin ortasında hissettiğim telaşla gözlerim kocaman oldu.

Bakışlarım ekranda kilitlendiğinde muhabirin sesi ile Pars yüzündeki sıcak gülümseme eşliğinde öylece karşımda duruyordu.

Hafifçe uzayan sakalları ve yorgun görüntüsü ile arabadan indiğinde beklemeden kapının önüne doğru ilerledi.

Her bir salise, attığı her adım, saniye saniye ekranda görünürken ben 'Bir rüyanın içinde olabilir miyim?' diye sorgularken buluyordum kendimi.

Mantığım şuurunu kaybetmiş ve gerçeklik algım göz açıp kapayana kadar yerle bir olmuştu.

Orada öylece durup hafifçe aksayan bacağında ve yorgun olmasına rağmen dik tuttuğu bedeninde gezdirdim puslanan gözlerimi.

Bakışlarım ekranın solunda kalan canlı bağlantı yazısında birkaç salise dolandığında ben yeniden gözlerimi gördüğüm güzel yüzde sabitledim. Alnındaki yara izi ve çökmüş gözaltları ile öylece duruyordu.

Karşımda öylece duruyordu.

Kameralar kendine döndüğünde gözünü alan ışıklara birkaç saniye kara gözlerini örterek tepki verse de saniyeler içinde duruma ayak uydurdu ve bakışlarını kameraya çevirdi.

Koyu kahveler sanki bana bakıyor gibi içime işlerken ben oturduğum koltuktan kalktım ve televizyona doğru ilerledim.

Attığım adımlar titreyen diz kapaklarımı dik durmaya ikna ettiğinde yanaklarımı ıslatan sıcaklıkla ekrana yaklaştım. Parmaklarım, karşımda duran kusursuz yüzün ekrandaki silüetinde dolanırken kalbim sanki yeniden atmaya karar vermişçesine hızlanmaya başladı.

Benim zamanım bir hafta önce durmuştu. Kalbim sadece kan pompalayan basit bir makineydi ve ben Pars'ı bir daha göremeyecek ve bir daha duyamayacak olmanın kasvetine gömülmüştüm.

Fakat şimdi, şimdi öylece orada durup sadece bir lense bakarken ruhumu yeniden yeşertip kalbimi çılgıncasına coşturuyordu.

Bu bir şaka olmalıydı, bu nasıl gerçek olabilirdi ki? Ben yine aptal rüyalardan birini görüyordum, belki de alkolü fazla kaçırdım ve işte olan bu... Halüsinasyon görüyorum.

Muhabirin sorduğu soru ile gerçekliğini kavradığım şu anın içinde kıvrandım. "Efendim ölüm haberiniz bugün resmileşmişti, şimdi sizleri karşımızda görmek bizi şaşırtıyor."

Sorulan soru ile boğazını hafifçe öksürerek temizledi ve dolgun dudaklarını sesiyle kulaklarımı şenlendirmek için araladı.

"Öncelikle bu saatte buraya kadar geldiğiniz için teşekkür ederim. Fakat bu haberin daha fazla yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermesini istemedim. Gördüğünüz üzere buradayım, sapa sağlam ve oldukça canlı."

Gülümsediğinde kirli sakallarının arasından beliren gamzeleri ile yüzümde saçma sapan bir gülümseme oluşuyordu.

"Bu gerçek, sen gerçeksin. Yaşıyorsun. Sen buradasın, geri geldin, Pars geri geldin!"

Titreyen sesim buğulu gözlerimden aşağıya bırakılan sıcak yaşlarla boğazımda bir yumru oluştururken yeniden konuştu.

"Bir yanlış anlaşılma oldu demek yerinde olur. Aileme yaşadığımı haber vermek zaman aldı ve beni seven herkesi istemeden de olsa korkuttum fakat artık buradayım ve kaldığımız yerden devam edeceğiz. Ülkemizin gelecekte uluslararası firmalar arasında isminden söz ettirmeye devam edeceğiz. "

Yeniden gülümsediğinde kalbimin ortasında durmaksızın yükselen adrenalin ile ne yapacağımı bilmez bir halde öylece kaldım.

"Sare hanımla ilgili haberler hakkında bir şey söyleyecek misiniz?"

"Kendisi ile yollarımızı ayırdık." 

Titreyen şakakları ile ondan duyduğum bu söz beni şaşkına çevirirken Pars kameranın içine bakarak keskin bir tını ile devam etti konuşmaya.

"Gelecekteki hayatında mutluluklar diliyorum. Müsaadenizle biraz dinlenmem gerek. Öncesinde kontrollerimi yaptırmak için buradayım. Hepinize geldiğiniz için yeniden teşekkür ederim. İyi akşamlar."

Beklemeden yönünü hastanenin kapılarına çevirdiğinde öylece kayboldu gözden.

Yüzümü ıslatan yaşları ellerimin tersi ile kurularken kızaran burnumu sertçe çektim içime. Yaşadığım bu şoku henüz atlatabildiğim söylenemezdi.

Bedenim heyecandan deli gibi titriyor ve olasılıklar beynimin odacıklarında açık kalmış bir pencerede savrulan perde gibi debeleniyordu.

"DEFNE!"
Bağırtım evin içinde dolandığında, koşarak içeri girdiler.

"Ne oldu Nasya? İyi misin?"

Ateş panikle yanıma geldiğinde dilim tutulmuş bir şekilde ona televizyonu gösterdim.

Ekrandaki kırmızı bandın üzerinde yazan beyaz yazı ile şaşkınlıkla olduğu yerde kalıyordu.

"Ne oldu?"
Defne içeri girdiğinde bakışları televizyona döndü.

'PARS KATİPOĞLU YAPTIĞI BASIN AÇIKLAMASI İLE EKRANLARDA'

"Yaşıyor." dedim titrerken.

"Nasya." Defne yanıma geldiğinde elini koluma uzattı.

"Yaşıyorsa yaşıyor, ne yapacaksın? Boş versene."

"De-defne yaşıyor. O yaşıyor, eve geçmem gerek, gelecektir. Geleceğim demişti, gelecektir."

Ansızın girdiğim ruh hali ile hızla etraftaki eşyalarımı toparlamaya başladım.

"Nasya, saçmalama! Ne diye gelsin! Sen neyisin ki sana gelsin! Kafayı yedin iyice!"

"Anlamıyorsun! Gelir diyorum, gelir. Gitmem gerek."

"Ben bırakayım seni eve."

Ateşin donuk sesi ile başımı heyecanla salladım ve kol çantamı omuzuma takarak defneye döndüm.

"Delirmişsin sen! Nerede senin mantığın! Ne yaptın benim realist arkadaşıma! Bu sen değilsin, süs köpeği gibi öylece ipini ellerine mi vereceksin!"

"Defne saçmalama, ağır konuşuyorsun." Şaşkınlık ile açılan dudaklarım onun sitemkâr sesi ile yeniden kapandı.

"Bu, baş başa yaptığımız ilk tatilimizdi. Sense bir sapık için mahvedeceksin. Sana gelmeyecek, gelmeyecek Nasya. Çoktan gerçek hayatına dönmüştür bile, sadece bir hafta sonu kaçamağıydın."

Duyduğum sözler sert bir tokat gibi yüzüme inerken sert bir nefes çektim burnumdan içeriye.

"Gitmem gerek. Üzgünüm tamam mı? Görmem gerek onu, anla beni."

Beklemeden ana kapıya yöneldiğimde Ateş de peşimden geliyordu.

 

 

_________

Arabadaki sessizlikle karanlık yolda ilerlerken ben içimdeki heyecanı bastıramıyordum.

'Acaba bu akşam gelir miydi? Bu akşam onu görmek istiyorum, onu hemen bu gece görmek istiyorum, lanet olsun!'

Ölmemişti. Ölmemiş ve geri gelmişti.

Buna inanamayan bir yanımla içten içe 'biliyordum' diyen öbür yanım kıyasıya bir yarış halindeydi. Ama hiçbirinin bir önemi yoktu artık, Pars yaşıyordu.

O yaşıyordu ve hatta Sare'yi hayatından tamamen çıkarmak üzereydi.

Kulaklarıma çalan telefon ile bakışlarım şoför koltuğunda oturan Ateş'e döndü. Beklemeden cevapladığı telefonu kulağına yasladığında bir süre konuşmadan bekledi.

"Biliyorum İdil, haberlerde gördüm ve çok sevimdim."

Sesi sıkkın bir fısıltı ile arabada dolandığında benim genzim sızlıyordu.

Bunun hala bir rüya olabileceğine olan korkumdan sıyrılırken İdil'in araması beni sevinçle akan birkaç sessiz yaşa itiyordu.

"Oraya mı? Yani, şimdi bu saatte?"

Gözlerim fal taşı gibi açılırken hızla Ateş'in koluna dokunup dikkatini üzerime çektim.

"Sesi dışarıya ver." dedim titreyen fısıltımla. İstediğim şeyi yaparken telefonu dizinin üzerine bıraktı.

"Murat, Sofia, Hande, herkes burada. Abim de birazdan burada olacak. Sen de gel işte. Ateş ben hala inanamıyorum ya, sanki biri bana şaka yapıyor gibi. Burada olmana ihtiyacım var!"

Ateş sıkkın bir nefes verdiğinde ben ansızın içimde doğan ihtimalle uzanıp Ateş'in dizini tuttum.

"Gidelim." Fısıltılı sesimle sıktığı çene kası eşliğinde sıkkın bir nefes verdi.

"Bir saate orada olurum, şehir dışındaydım. Uygun mu senin için?"

"O-olur. Zaten hastanede kontrollerini yapıyorlar, o gelmeden gelirsin belki. Teşekkür ederim Ateş, iyi ki varsın."

Titreyen sesi ile Ateş'ten soğuk bir cevap alıyordu. "Görüşürüz o halde, sakin ol sen de. Bak geri geldi."

"Tamam, haklısın evet. Tamam."

Ardından kapanan telefonla bakışlarım Ateş'e döndü.

"Ben, arabada beklerim. Yani kim olur orada bilmiyorum ama uzaktan da olsa görsem yeter."

Yanaklarım sırıtmaktan sızlarken gözlerimdeki yaşlar öylece çeneme doğru akıyordu.

"Kimse olmayacak. İdil, Murat, Paren, Sofia, Hande, sen, ben, bir de Pars."

Dişlerinin arasında yuvarladığı kelimeler ile başımı heyecanla salladım. "Ta-tamam..."

Ruhumda durmaksızın çırpınan bir özlem nihayet sonuca ulaşacaktı.
Ben, onu böyle özlemiş olmanın bende yarattığı korkuyu görmezden gelirken 'Onu bir kez göreyim de ne olacaksa olsun.' mantığına bürünmüştüm.

Defne beni anlamıyordu. Belki de anlamak istemiyordu.
Ama o benim en yakınım, kardeşim.

Benim mutlu olmamı istediğini biliyorum fakat bazen şüpheye düşürecek şeyler söylüyor.

Onun Pars'a olan ilgisinin farkındayım. Pars'ın karanlık tarafına çekiliyor ya da parasına, bilmiyorum. Ama bunu saklamaya çalışırken hırçınlaşıp beni kırmaya başlıyor.

Pars söz konusu olduğunda Defne ve diğerleri için güç, yakışıklılık ya da çapkınlık çekici geliyor olabilir fakat benim için bu durum biraz farklı.

Onun hayattaki konumu ya da görüntüsündeki baş döndürücü kusursuzluğu umurumda değil.

Yanımdayken bana verdiği güven duygusu ve içimde oluşan o sakinlik hissini seviyorum.

Bakışları üzerime döndüğünde ruhumun içimde çırpınan küçük bir kız çocuğunun bana hissettirdiği heyecanı seviyorum.

Ses tonundaki karanlığı ve çizdiği resmin kasvetine rağmen karalarında gördüğüm o masum çocuğu.

 

Loading...
0%