Yeni Üyelik
14.
Bölüm

Bölüm 14/ İstenmeme Hissi.

@nurdogru26

NASYA

Araç, önünde durduğumuz büyük malikânenin güvenlik kapısında yavaşlarken Ateş ise camını açarak bize doğru gelen korumalara çevirdi bakışlarını.

"Ateş Bey." Donuk çıkan sesle konuşan soğuk suratlı adam, Ateş'in başıyla selam verişinin ardından geriye çekildi.

Büyük demir kapı ağırca kayarak açılırken bahçenin içinde gezdirdim gözlerimi. Evin dışı korumalar ile etten bir barikatla çevrilmiş, birkaç düzine adam dışarıya bakan duvar diplerinde sırasıyla dizilmişti. Sanırım ancak bir devlet adamı ya da bir dünya starının böyle çok koruması olabilir diye düşündüm.

Bunca adama gerek var mıydı? Belli ki öyle. Pars'ın kim olduğunu ve nasıl bir hayat yaşadığını yeniden idrak ediyor gibiydim.

Ateş arabasını garaj yoluna doğru sürdüğünde sırası ile dizili spor arabalarda gezdirdim gözlerimi. Her biri özenle park edilmiş, sanki hiç kullanılmamış kadar yeni ve her biri neredeyse bir miras değerinde olan pahalı araçlar.

"İnelim mi?" Kapattığı kontakla beraber bakışları bana dönerken ben ansızım unuttuğum gerçekliğe geri dönüyordum.

Pars şu an içeride olabilirdi. Onu görecek olmak yutağımda bir düğüm oluşturup karnımda sancılara neden oluyordu. Öyle ya; ölmüş olduğuna emin olduğum bir adam bir gece ansızın çıkıp gelmişti ve ben henüz içinde bulunduğum durumu idrak edememiştim.

"Olur." Yüzümdeki geniş gülümseme sızlayan genzimin yalancısı gibi dik tutuyordu kendini.

"Öyleyse hadi." Açtığı kapı ve attığı isteksiz bir adımla indi aşağıya.

Yol boyunca tek bir kelime etmemiş, huzursuz bir sessizliğe gömülmüştü. Nedenini anlamıyordum fakat sanki Pars'ın dönüşü Ateş'i rahatsız ediyor gibiydi.

Elim kapı kulpuna uzanırken, arkamızdan gelen aracın farları geceyi ışığıyla böldü ve açtığım kapıdan dikkatimi arkaya çevirmeme neden oldu.

Siyah bir Volvo, ardındaki iki araçla bahçeye hızla giriş yapmış ve koruma olduklarını anladığım adamlar hızla arkadaki araçlardan inip öndeki cipe yaklaşmıştı.

Bedenim tamamen aşağıya indiğinde Ateş'in de heyecanla araca doğru yaklaştığını gördüm.

Açılan arka kapının bir adım gerisine saygıyla çekildiğinde içeriden çıkan adamın önce ayakları sonra en az gece gibi siyah takımı göze çarpıyordu.

"Kenan Amca." Ateş saygılı bir tonlama ile bakışlarını bedeninin tamamını arabadan henüz indiren adamda sabitledi.

"Ateş." Sert tını ve uzun boy nihayet kendini perdeleyen kapının ardından çıktığında karşımda gördüğüm ellili yaşlarda, oldukça genç ve son derece sert bir mizaca ev sahipliği yapan adamla süslendi.

"Hoş geldin amca, senin burada ne işin var?" Sesindeki şaşkınlık büründüğü saygı çizgisini geçmezken ben beklemeden yanlarına doğru sessizce ilerledim.

"Begüm aradı. Buraya geleceğini söyledi. Henüz gelmediler mi?" Azarlarcasına çıkan sıkkın sesle gözleri Ateş'te yargılarcasına gezindi.

"Begüm mü? Begüm'ün burada ne işi olacak? O Malta'da değil miydi?"

"Anlaşılan hala gelmemişler."

Kestirip atan orta yaşlı adam, Ateş'e cevap verme tenezzülünde bile bulunmadan ve gözlerini 'Solumdaki karartı kim?' diye düşünüp üzerime çevirmeden adımlarını büyük yalının ana kapısına çevirdi.

Ateş peşinden şaşkınca bakarken ben ağırca yanına yaklaştım ve kulağına doğru uzandım. "Kim bu adam?"

Meraklı sesim, dalıp gitmiş Ateş'in sıçrayarak dikkatini bana çevirmesine neden olurken şaşkın bir ifade ile birkaç saniye beni süzdü.

"Amcam yani öz değil fakat amcam gibi severim. Ama ne olduğunu ben de anlamıyorum." Alnı kırıştığında bakışlarını Kenan Bey için açılan ana kapıda gezdirdi.

"Begüm ne alaka?" Ses tonu kendi kendine konuşulan bir mırıltı gibi yutuldu dudaklarının arasında. Ardından bana yolu gösterircesine başıyla açık kapıyı işaret etti. "Gel hadi. Bu gece burada garip şeyler olacak gibi."

Sözleri kafamı karıştırmışken ve o 'Neden bahsediyorsun?' diye sormama fırsat bile vermemişken açık olan giriş kapısına doğru ilerledi. Adımlarım spor ayakkabılarımın altında ezilen çimlerde ilerlerken Ateş beklemeden önden girdi içeriye.

Belki de hata yapıyordum. Burada olmamam gerekiyordu, daha şimdiden bir şeyler olmaya başladı bile. Üstelik ben 'Neden geldin?' deseler verecek cevabı bile olmayan o kızdım.

'Neden buradayım?'

Pars'ı özledim hem de her hücremle... Onun iyi olduğunu ve o ukala tavrı ile karşımda sapa sağlam durduğunu görmek istiyorum. Israrlı mırıltısı, terslediğim ilgisi ve yakışıklı suratıyla benimle konuşsun istiyorum.

Ateş gözden kaybolduğunda ben de ana kapıdan içeriye doğru bir adım attım. Yerdeki beyaz mermerler geniş girişte ferah bir hava yaratmış, yüksek tavan kendimi dingin hissetmeme neden olmuştu.

Bakışlarım ileride yukarıya kıvrılan merdivenlere döndüğünde yukarıdan aşağıya inen bir görevlinin bana doğru gülümseyerek geldiğini görüyordum. "Hoş geldiniz efendim, İdil Hanımlar çatı katındaki oturma alanındalar. Dilerseniz üzerinizdeki kabanı alabilirim."

Bana doğru attığı heyecanlı birkaç adımla dibimde durduğunda üzerimde ağırlık yapan eski kabanı çıkarıp ona doğru uzattım. Ayakkabılarımı çıkarmak için eğildiğimde yumuşak bir sesle yapılmış bir uyarı alıyordum. "Buna gerek yok hanımefendi, lütfen öyle gelin."

Utanmış bir ifade ile ellerimi ayakkabılardan geri çektim ve gergin bir tebessümle konuştum. "Pars geldi mi?"

Etrafta merakımı dindirecek tek kişi karşımdaki kadınmış gibi hissederek ondan durumu öğrenmek istiyordum.

Ne bileyim, eğer geldiyse belki üzerime bir çeki düzen verir öyle çıkardım yanına.

"Pars Beyler yolda olduklarını bildirdiler, İdil Hanımlar da yukarıda isterseniz onlara katılabilirsiniz."

Yüzündeki sıcak gülümseme ile başımı usulca salladım. "Teşekkür ederim."

Ellerim ilerideki merdivenlere döndü. "Bu taraftan değil mi?" Kaşlarım sorgularcasına havalandığında yeniden gülümsedi ve başını salladı.

"Dilerseniz asansör ile de çıkabilirsiniz. Merdivenler bazen yorucu olabiliyor."

"Evde asansör mü var?"

Engel olamadığım şaşkınlığım ve patavatsız merakımla verdiğim tepki karşımdaki kadını içten bir kıkırtıya itti. "Evet, hemen merdivenlerin sağında kalan koridorda bir asansör var. Genelde çalışanlar kullanıyor fakat dilerseniz onu kullanabilirsiniz."

"Aslında yürüyerek çıksam daha iyi, hem ne olacak ki?" Alayla kıvrılan dudaklarım kadından kinayeli bir kaş kaldırma aldı.

"Altı kat var efendim ve sizin çıkacağınız kat altıncı kat."

Şimdi bana bıraktığı kinayeli bakışın nedenini anlıyordum. Bir ev neden altı kat olur ki, sebep ne? Bildiğin bina bu! Benim binam bile dört katlı!

"Yapma be!" Yılgın bir nefes verdim.

"Gelin size yolu göstereyim." Beni utandırmamak için konuyu hızla kapattı. Geriye çekildiğinde elindeki kabanla beraber beni merdivenlerin sağındaki koridora doğru ilerletti.

"Şirin Abla acil bakman gerek." Arkamızda, burnuma gelen kokulardan da anladığım kadarıyla mutfak olduğuna emin olduğum taraftan telaşlı bir ses yükseldi. "Abla acil bak! Bu börek yandı! İdil Hanım beni mahvedecek."

Nihayet asansörlerin önünde durduğumuz da kadın bakışlarını bana çevirdi ve mahcup bir sesle konuştu. "İznimizle efendim, buradan sonrasını yalnız gidebilir misiniz?"

"Tabi ki, git hadi. Lütfen." Gülümser bir ifade ile elinde tuttuğu kabanımla telaşla geldiğimiz yolu geri dönüp mutfağa doğru ilerledi.

Uzanıp asansörün düğmesine bastığımda kulaklarımda dolanan ses ile olduğum yerde buz kesiyordum.

"Dikkatli ol."

Bu ses! Bu ses günlerdir kulaklarımda dolanmayan, içimdeki heyecanı tınısıyla yeşertmeyen sesin ta kendisiydi.

Yaptığım bütün planlar, onu görmeden önce kendime çeki düzen vermeyi düşünmem, hepsi birden buhar olup uçmuştu.

Hızla yönümü koridordan ana girişe yönelttiğimde bir kadın kıkırtısı duydum. "Yani senin de şu vicdanın yok mu? Altı üstü bir sıyrık, ölmedim Pars. Hem bence gayet temiz iş çıkardılar, sanıyorum ki eskisinden de sağlam olur."

Merdivenlerin bitiminde durmuş, varlığımı fark etmeyen kadına ve ona parlayan gözlerle bakan Parsa bakıyordum. Bedenim ansızın buz keserken, yutkunmak istedim. Şu zavallı boğazımın acısını dindirmek, bir tokat gibi yüzüme çarpan şu anı sindirmek.

"Begüm her şeyi alaya alamazsın. Beni anlıyor musun?"

Pars'ın sesi genzimi sızlatırken evhamlı bir şekilde yanındaki kadını süzüşünü izledim. Bu, bu ana dek gördüğüm en can sıkıcı şeydi. Onun birine böyle baktığını görmek, mideme yediğim sert bir yumruk kadar acı vericiydi.

"Sakin ol, ölmedik. Hem ben gecenin kahramanıyım, hayatını kurtardım."

Kızın sesindeki neşe, hareketlerindeki cilve ve tonlamasındaki cıvıl cıvıllık sinirimi bozarken gördüğüm şeyle artık sabrım taştı.

Pars'a karışmaya hakkım var mıydı? Buna hakkım var mıydı bilmiyorum ama şu an bunu düşünecek durumda değildim. Öfkem gözümü sivri uçlu bir fırça ile acıta acıta boyarken Pars elini kızın sırtına attı ve onu merdivenlere doğru yönlendirdi.

'Elin kırılsın! Pislik! O elin kırılsın!'

Dişlerimin arasından öfkeyle aldığım sert soluklarla ileriye doğru bir adım attım ve tam önlerinde durdum.

Bakışlarım bana şaşkınlıkla bakan kadına döndüğünde aramızdaki benzerlik beni kısa süreliğine afallatıyordu.

"Merhaba?" En az benim kadar şaşkın olan kız, alnı kırışık bir şekilde bir süre beni süzdü.

Pars öylece karşımda durmuş hafifçe kısılan gözleri ve hayretle aralanan dudakları ile beni gördüğüne inanamıyor gibiydi.

"Nasya?" Donuk sesi şaşkınlıktan bir ibare barındırmazken, duygusuz bir tonlama ile konuşmadan hemen önce şaşkın yüzünü hissiz bir ifadeye buladı. "Ne arıyorsun burada?"

Tek düze çıkan tonlama ve umursamaz tavırla beni istemsizce kırsa da bakışlarım hala yanındaki kızın sırtında olan destekleyici elindeydi. Hafifçe öksürdüğünde elini kızın beline doğru kaydırdı ve uzun parmaklarını ince bele sıkıca sarıp minik bedeni usulca kendine yapıştırdı.

Kızın gözleri benden Pars'a döndüğünde yüzünde alaylı bir gülümseme oluştu ve yeniden bakışlarını bana çevirdi. "Merhaba, Begüm ben."

Belini saran elden rahatsızlık duymazken beyaz sargı beziyle sarılı olan boştaki elini bana doğru uzattı ve kendimi tanıtmamı bekledi.

"Gerçekten mi?" dedim dişlerimi sıkarken. Gözlerim Pars'ın karalarına döndüğünde öfkeden genzim sızlıyor ve göz pınarlarım doluyordu. "Gerçekten mi Pars!" Öfkeden titreyen sesim ve cam gibi parlayan gözlerimle yüzünde kısa süreliğine alayla bir dudak kıvırma belirdi ve ardından silindi.

"Ne işin var evimde? Ne işin var burada Nasya! " Kaşları havalandı ve küçümseyici bir tonlama ile tısladı.

"Ha! Dur tahmin edeyim. İdil öğrenir öğrenmez Ateş'i aradı ve bingo! Sende yanındaydın. Sonra, sonrasını çözmek kolay. Şimdi buradasın yani muhtemelen beraber geldiniz."

Sıktığı çenesi belirgin kemiklerinin hareketlenmesi ile kendini belli etti. Karaları keskin bakışlara bürünürken hareleri neredeyse simsiyahtı.

Sessiz kaldım. Neyden bahsettiğini bilmiyorum ama şu an ona Ateş'le geldim dersem işler karışırdı. Her şeyden önce yanlış anlardı. Hakkımda kötü düşünürdü.

'Gerçekten mi Nasya? Kızın belini nasıl tutuyor görmüyor musun? Sense bunumu düşünüyorsun!'

Ne saçmalıyorum ben! O yanında bir kızla kucak kucağa karşımda duruyor fakat ben Ateş ile geldiğimi söyleyemiyorum. Yok ya!

"Evet, nasıl anladın?"

Ona doğru büyük bir adım attığımda içimdeki özlem kendini karanlık perdelerin ardından belli etti. Kokusu genzime dolarken ona böyle yaklaşmak dengemi bozuyordu. Ta ki yanında tuttuğu kızı hatırlayana kadar...

"Bilmem, içime doğdu." Şakakları titrerken ezici gözlerle beni acıyarak süzdü. "Tam birbirinize göresiniz Nasya! Senin için ondan daha iyi bir partner hayal edemezdim."

"Ne?" Ne saçmalıyorsun sen! Ne partneri!

"Çıkalım mı?" Begüm'e çevirdiği yüzü ile gamzelerini öylece karşısındaki kadına armağan ederek sıcacık gülümsedi. "Sen de yorgunsun, ben de. Kavuşma faslı bir an önce bitsin istiyorum."

Begüm denen kız bakışlarını bana çevirdiğinde sessiz bir nefes çekti içine. "Beni aranızdaki bu şeye alet etmeyin. "

Söylediği söz kafamı karıştırırken 'Bu ne demek şimdi?' diye düşünmeden edemedim.

"Begüm..." Pars'ın şaşkın sesi üçümüzün duyabileceği bir fısıltı ile kulaklarımızda dolandığında Begüm kendini belindeki iri parmaklardan kurtardı.

"Pars, sana ikimiz arasında bir şey var gibi gösteriyor ama yok." Elini omuzuma uzattığında samimi bir tonlama ile yeniden konuştu.

"Ateş her kimse, o konu bu büyük adamı biraz germiş gibi. Beden diline iyi bakarsan anlarsın. Bence ona Ateş'le aranda bir şey olmadığını söyle çünkü belli ki o da senin beden diline baktığında şu an onunla karşı karşıya olmanın sana verdiği sevinci göremiyor. Erkekler böyledir Nasya, bazen sadece bakarlar fakat bakmak ve görmek aynı şeyler değil. Bana müsaade, size gerçek sohbetler."

Hızla omuzumu patpatladı ve beklemeden merdivenlere yöneldi. "Kaçıncı kat?" dedi birer birer basamakları çıkarken.

"Bilmiyorum." Pars'ın sert sesi ile Begüm'ün sorusuna ben cevap verdim.

"En üst kat, yani altıncı." Sesim girişte dolandığında Begüm'ün sesi uzaklaşırken kulaklarıma çarptı.

"Teşekkürler kayıp ikiz." Kıkırtısı ile gözden kayboldu.

"Pars..." Az önce yaşadığım şey beni şaşkına çevirse de içime su döküyordu.

Sanırım Pars'ın etrafında olup ona abayı yakmamış tek kız az önce karşıma dikilip 'Bu salak sana kızgın, konuşun anlaşın.' diyerek öylece ortadan kayboldu.

'Ama neden kızgınsın ki?'

"Çıkmam gerek." Kestirip attığında yönünü merdivenlere çevirdi fakat uzanıp kolunu sıkıca tuttum.

"Bana bak!" Sert çıkan sesimle bedenini yavaşça bana döndü ve kolunu usulca çekti ellerimin arasından.

"Bakıyorum Nasya, sana bakıyorum." Sesindeki yorgunluk ve tınısındaki acımasız tavır moralimi bozarken attığım birkaç adımla önüne doğru yaklaştım.

"Ateşle aramda bir şey-"

"Abi!"

İdil'in çığlığı ile bakışlarımız merdivenlere döndüğünde İdil, gözleri ağlamaktan kızarmış bir şekilde koşar adımlarla basamakları atlayarak indi ve hızla Pars'ın boynuna atladı. Pars sendeleyerek geri düşecekken uzanıp ellerimle sırtını destekledim ve dengesini kazanmasına yardım ettim.

Ellerim sert sırtta usulca gezindiğinde yüzüm, üzerindeki tişörte temas etti ve sıcak teni ince penyeden tenime çarptı. Kokusu genzime dolarken gözlerim istemsizce kapanıyor ve beni özlediğim bu adamın girdabına çekiyordu.

Ona şu an İdil gibi sarılmak için neler vermezdim. 'Neredeydin aptal herif, madem ölmemiştin o zaman neredeydin?' diye sızlanmak isterdim.

İdil kendini geri çektiğinde Pars'ın bakışları omuzunun üzerinden bana döndü, gözleri içlerinde birkaç saniyeliğine görmeme izin verdiği acıyla parladı.

Bana bir hayal kırıklığıymışım gibi bakıyordu. O kısacık saniyeler ile ellerimi sırtından çekecek kadar kötü hissettim kendimi.

Öyle bir his ki bu, istenmiyormuşum gibi, hiç özlenmemişim gibi bir his. O öyle bir bakış ki gelmeseydin der gibi. Ne gereğin vardı şimdi, der gibi.

Yüzünü kardeşine döndüğünde ben, geriye doğru attığım sessiz adımlarla ana kapıya doğru çevirdim bedenimi. Merdivenden peş peşe inen insanlar girişi heyecanla doldururken ben ana kapıya doğru ilerledim ve usulca çevirdim kapının kulpunu.

Bakışlarım ağlamaya dönen gözlerimin ardından kapıya dönerken Sofia'nın çığlığa yakın attığı sevinç nidasını önce duydum, sonra da gördüm.

Ve o an, bir yaş sağ yanağımdaki boşluğu ıslak bir kalabalıkla doldurdu. Ruhumda hissettiğim his göğüs kafesimde yakıcı bir alev gibi dolandı. Yirmi üç yaşında hissettiğim bu çaresizlik hissi ve bu ne yapacağını bilemeyiş, elimi kolumu bağladı.

Dışarıya doğru bir adım attım ve kapıyı usulca kapattım ardımdan.

Pars gittiğimi bile fark edememişti, ben de geldiğini fark edememiştim. Gelmiş miydi yoksa harabeye dönen uçakla beraber oda uçup gitmiş miydi ellerimden? Bilmiyordum.

Yaşadıklarım gerçek olamayacak kadar güzeldi, hak etmediğim kadar masalsı şeylerdi ve bitti.

Defne haklıydı, bana mı gelecekti? Ben kimdim ki bana gelsin? Ben neyiydim? Bir kâğıda imza attırıp bir gece geçirmek için deli olduğu bir kızdan başkası değildim.

Aptal bir kız! Aptal kalbine söz geçiremeyen, aptal ruhunu dizginleyemeyen, âşık aptal bir kız!

Asla kendine ait olmayacak bir adama ruhunun bekaretini vermiş, bedeninde izini günlerdir saklamış, içindeki boşluğu avuntusu ile doldurmuş aptal bir kız.

 

Begüm ana kapıyı açıp dışarıya doğru ilerlediğinde Nasya'nın bahçedeki taş banka çöktüğünü görmüştü. Aldığı sıkkın bir nefesle aralarında her ne olduysa çözemediklerini anlıyordu.

Nasya'nın Pars'ın karısı olmadığından emindi çünkü Sare'yi gazete haberlerinde en net hali ile görmüştü.

Pars'ın geçirdikleri günler içerisinde ara sıra kendisine dalıp gitmesinin sebebinin bu kız olduğunu az önce içerideki gergin karşılaşma ile de anlamıştı.

Aralarında bir çekim vardı ve Pars geçen günler boyunca kendine en az ikizi kadar benzeyen bu kadını özlemişti. Fakat anlamadığı, neden ona böyle ters davrandığıydı. Oysa bu genç kadın, Pars'ın gözlerinin içine özlem ve aşkla bakıyordu.

Begümün aklını karıştıran birçok şey vardı ama üzerine çok düşünmedi. Genel olarak sıkıcı olaylar üzerine çok düşünmezdi.

Attığı sessiz adımlarla Nasya'nın yanına doğru ilerledi. Yüzünde yorgun bir gülümseme yayılırken bedenini az önce tanıştığı bu genç kadının yanına bıraktı.

"Kaçmışsın ikiz?" Sorgulayıcı sesi ile Nasya dolan gözlerini yanındaki kıza çevirdi. Yüzündeki gülümseme sinirini bozarken yüzü yeniden bahçeye ve etraftaki korumalara döndü. "Ben konuşup çözersiniz demiştim ama görünen o ki öyle olamamış."

Ayakkabıları yerdeki çakıllarda sürtünürken sessiz bir nefes alıp yeniden konuştu. "Sen iyi misin? Yani buradan bakınca biraz dağılmış gibi görünüyorsun."

Gözleri sağında oturan Nasya'ya döndüğünde Nasya, sitemkâr bir sesle konuştu. "Sana ne!"

Begüm'ün kaşları usulca çatıldı ve ardından yeniden düzeldi. Dudakları hafifçe kıvrıldığında gördüğü tavır hoşuna gidiyordu. "Birbirinize benziyorsunuz, iki huysuz karakter."

Alaylı sesi ile Nasya bedenini başıyla beraber Begüm'e döndü. "Derdin ne bilmiyorum ama seninle oturup duygularım hakkında konuşacak değilim! Benimle sohbet etme girişimin çok tatlı ama sen benim arkadaşım değilsin!"

Nasya'nın araya çektiği sınır oldukça netken takındığı tavrın karşısındaki kadının onu rahat bırakacağına olan inancı ile devam etti. "Bana yardım etmeye falan çalışıyorsan deneme bile. Benim yardıma ihtiyacım yok."

Begüm omuzlarını hafifçe dikerken yüzündeki gülümsemeyi sildi ve usulca oturduğu banktan kalktı.

Nasya'nın tam karşısında doğru bir adım attığında gözleri oturan genç kadına döndü. "Tanışalım. Begüm ben." Elini usulca ileriye uzattı

Yumuşak tonlama ve tanışma isteğindeki ciddiyeti Nasya'yı öfkeli bir şaşkınlığa itiyordu. "Dalga mı geçiyorsun?"

"Hayır, gerçekten adım Begüm yani annem koymuş bu ismi. Bana sorarsan daha havalı bir şeylerde bulabilirmiş fakat ne önemi var, yıllardır bu isimle yaşıyorum işte."

Nasya karşısındaki kadının umursamaz ve birazda arsız tavrı ile engel olamadığı bir gülümsemeyi tam yayılacakken dudaklarına hapsetti.

"Git başımdan Begüm." Bakışlarını yere indirirken içinde bulunduğu durumun saçmalığına gülmemek için kendini zor tutuyordu.

"Gidemem. İçerisi çok sıkıcı, kimseyi tanımıyorum yani kısmen. Burada olmak daha eğlenceli."

Uzattığı andan beri boşlukta duran elini yavaşça aşağıya indirdi ve bakışlarını bahçenin içinde gezdirdi. "Amma çok koruma." dedi alaylı bir fısıltıyla, ardından bakışları Nasya'ya döndü.

"Burada böyle bekleyecek misin? Yoksa içeri girip ona gerçeği mi söyleyeceksin?" Nasya şaşkınlıkla bakışlarını karşısında ayakta duran genç kıza çevirdi.

"Ne saçmalıyorsun?" Şaşkınlıkla havalanan kaşları ile bir süre begümü süzdü.

"Parsı diyorum Nasya, karşısına geçip 'Özledim seni.' demek bu kadar zor olmamalı." Nasya aniden bakışlarını diktiği koyu kahvelerden kaçırdı.

"Bak bana." Begüm uzanıp Nasya'nın çenesini tuttu ve yere eğdiği yüzünü kendine çevirdi.

"Senin onu özlediğin kadar o da seni özledi, emin ol. O yüzden şu an burada durmanın ikinize de bir faydası olmadığını anlaman gerek. "

Nasya ağırca yutkunarak çenesini ince parmaklardan geri çekti. "Senin derdin ne? Benden ne istiyorsun? " Fısıltılı şaşkınlığı ile sert sesi yumuşuyordu.

"Yardım etmek. Başka ne isteyebilirim ki, seni az önce tanıdım."

"Ve şimdi karşıma gelmiş git ona diyorsun öyle mi?" Bilye gibi parlayan gözler gördüğü bu yardımsever tavrın bünyesinde uyandırdığı duygusallıktı.

"Aynen öyle diyorum. "

"Niye bana yardım ediyorsun? İçerde de aynını yaptın, neden bana böyle davranıyorsun?" Titreyen sesine engel olamadığımda begümün yüzünde iç ısıtıcı bir gülümseme oluştu.

"Bilmiyorum, sadece üzgün olmanı istemiyorum. Pars'ın da üzgün olmasını istemiyorum."

"O üzgün falan değil, beni burada istemediği gün gibi ortada."

Begüm sıkkın bir nefesle başını göğe kaldırıp yeniden indirdi. "Sizin birbirinize bakınca göremediklerinizi görebiliyor olmak biraz sinir bozucu. Bazen müdahale etmemek gerekir ama bu kez dayanamadım."

Nasya burnunu içine çektiğinde küsmüş bir çocuk gibi ellerini göğüslerinin önünde birleştirdi.

Begüm alaylı bir kahkaha atarak uzanıp omuzuna dokundu ve kıkırtıyla konuştu. "Çocuk gibisin yahu, hadi kalk içeri girelim."

Kolunu tutup Nasya'yı ayağa kaldırdığında Nasya bıkkınlık dolu bir nefesle oturduğu soğuk banktan kalktı.

"Sadece kabanımı alacağım. Sonrasında Ateş'i bulmam gerek. Bir dakika daha kalamam içeride." İstemeden de olsa Begüm'e karşı buzdan olan duvarları dakikalar içinde erimiş ve şimdi yumuşak çıkan sesinin sebebi olmuştu.

"Bu Ateş, bizim Ateş mi?" Begüm, alnı kırışırken şüphe ile süzdü Nasya'yı.

"İçerde bir tane Ateş var sanıyordum." İğneleyici tonlama Begüm'ü geniş bir sırıtışa iterken sessiz bir fısıltı ile konuştu.

"Ben bırakırım seni. En azından buradan Ateşle ayrılmamış olursun." Kolundan çekiştirerek ana kapıya doğru sürükledi Nasya'yı.

Açılan kapı ile içeriye doğru bir adım attılar fakat etrafta ne Pars ne İdil ne de diğerleri vardı.

"Bakar mısınız?" Begüm'ün sesi ana girişte yankılandığında hizmetçilerden biri hızla arka odadan çıkıp yanlarına doğru yaklaşmaya başladı.

"Buyurun hanımefendi?"

"Arkadaşımın kabanını alabilir miyiz?" Begüm'ün sahiplenici tavrı ile Nasya alayla devirdi gözlerini.

"Biz arkadaş değiliz." Sesindeki alaycılık Begüm'ü güldürdüğünde hizmetçi çoktan kabanı getirmek için uzaklaşmıştı oradan.

"Ama olduk." Göz kırparak Nasya'nın koluna girdiğinde Nasya karşılık olarak göz devirdi.

O sırada ilerideki merdivenlerden inen Kenan, attığı ağır adımlar ve kırışıksız takım elbisesi ile bakışlarını ana kapıya çevirdi.

"Buyurun efendim."

Hizmetçinin eş zamanlı attığı adımlarla Nasya'nın önünde durması Kenan'ın onu görüşünü engellerken o sadece Begüm'ün yüzünü net bir şekilde görebiliyordu.

"Demek buradasın. Artık çıkalım, yarın yoğun bir gün olacak Begüm."

Kenan'ın soğuk sesi ile Begüm, yapay bir gülümseme oluşturdu yüzünde. "Benim arabamı getirsinler demiştim baba, seninle dönmek nereden çıktı şimdi?"

Bıkkın bir nefesle adımlarını Begümün yanında bitirdiğinde Nasya çoktan kabanını alıp üzerine geçirmiş ve yönünü kendilerine gelen Kenan Sipahi'ye dönmüştü.

Kenan'ın gözleri Begüm'ün yüzünden refleksle Nasya'ya döndüğünde bedeni aniden yoğun bir sıcağın içine çekildi. Göz bebekleri istemsizce büyürken o, karşısındaki bu genç kızım yüzünde sabitledi bakışlarını. Alnı kırışırken etrafındaki sesler ve Begüm'ün mızmızlığı kulaklarında boğukça dolandı.

Nasya kendine böyle şaşkınca bakan adamın yüzünde sabitledi gözlerini. Bu adamın ona neden böyle baktığını anlayamamanın verdiği gerginlikle hafifçe tebessüm etti.

Kenan'ın diz kapakları hafifçe titrerken zihni onu yıllar öncesine kadar sürükledi. Şimdi karşısında gördüğü bu yüz, seneler önce deliller gibi âşık olduğu kadına böylesine benzeyemezdi. Böyle bir benzerlik söz konusu bile olamazdı.

Bu; şimdi ellili yaşlarında olan bu adamın zihnini ve ruhunu alıp yirmi üç yıl öncesine çekmesine neden olurken Begüm'ün ısrarlı sesi ile bilincini çekip aldı iradesinin kontrolüne.

"Baba sana diyorum!"

Bakışları Nasya'dan Begüm'e dönerken hafifçe temizlediği boğazı ile öksürdü.

"Haberi alır almaz geldim Begüm, arabanı hazırlatacak vaktim de yoktu. Uzatma. Zaten aynı yere gidiyoruz." Keskin çıkan sesi ile bilincini korurken kaçak bakışlar ile Nasya'yı süzüyordu.

"Aman ne harika!"

Begüm'ün söylenmesi üzerinde onu görmezden gelerek yüzünü Nasya'ya döndü. "Sen kimsin?"

Titrek sesi belli belirsiz Nasya'nın üzerinde dolandığında Begüm araya giriyordu. "Arkadaşım." Hızla Nasya'nın koluna girdi ve onu kendine çekti.

Nasya bıkkın bir nefesle bakışlarını Begüm'e çevirdiğinde Kenan Bey'in dudakları bir kez daha aralandı. "Okuldan mı? Daha önce hiç görmedim seni."

Kısılan gözleri ile Nasya'nın üzerindeki eski kabanı ve ayağındaki ucuz spor ayakkabıları süzdü.

"Biz aslında arkadaş-"

"Okuldan değil baba, sorguya mı çekeceksin kızı?"

Nasya'nın kolundan tutarak ana kapıya çevirdi ve beklemeden kendiyle beraber onu da evden dışarıya çekiştirdi.

"Begüm cidden mi?" Nasya'nın alaylı sesi ile kıkırtısı Begüm'den göz devirme alıyordu.

"Ne cidden mi? Arkadaşımsın işte, ben de arkadaşımı eve bırakıyorum. Gerçi babamın aracıyla fakat olsun."

İleride korumaların kapıları açık duran siyah Volvo'nun başında beklediklerini görerek yönlerini o tarafa çevirdi.

"Ben taksi de çağırabilirdim." Nasya'nın huzursuz sesi Begüm'ün ısrarlı tavrından kurtulamazken arabanın içine doğru ilerleyip arka koltuğa yerleştiler.

Kenan Sipahi, büyük yalının ana kapısında durup şaşkınlıkla dolu surat ifadesini silerek ileriye doğru bir adım attı. Ağır beden ayaklarının altında can çekişen çakılları ezerken korumalar ona doğru hızla ilerledi.

Her adımda refakatçilik yapmak onların görevleriydi çünkü Kenan Sipahi en az Adil Katipoğlu kadar tehlikeli ve can yakmış bir adamdı. Ölmesini isteyen çoktu, bunu deneyen bir sürü iş adamı olmuştu fakat bu orta yaşlı adam her seferinde dört ayağının üzerine düşüyordu.

Adil'in en yakın arkadaşı, birlikte bütün pislikleri ört bas ettiği can dostuydu. Gençlik yıllarına dayanan dostlukları ile onlar sosyetede aralarından su sızmayan en sağlam dostluk olarak bahsedilirdi.

"Sıtkı." Kalın tını arkasından onu adım adım takip eden sağ kolunun ismiyle duyulduğunda Sıtkı hızla adımlarını sıklaştırdı ve patronunun yanında durdu.

"Emredin Kenan Bey." Bakışları komut bekleyen bir köpek gibi Kenan'ın yüzünde gezindiğinde istediğini alıyordu.

"Şu kız, Begüm'ün arkadaşı olduğunu söyledi. Bana hakkında bir araştırma yapmanı istiyorum. Ailesini, eğitimini, işini ve aklına gelecek her konuyu araştır."

Emir kipi Sıtkı'dan sadakat dolu bir baş sallama alırken Kenan bedenini birkaç adım ilerideki siyah cipe çevirdi. Kendi için açılan kapıdan içeriye girdiğinde ağır bedenini Begüm'ün soluna bıraktı.

"Daha önce hiç yurt dışına çıkmadın yani?" Sorgulayıcı tını arabada dolanırken Kenan kızının bu yeni arkadaşını merakla sorguladığını duyuyordu.

Nihayet şoför araçtaki yerini aldığında ve arka araçlar Kenan'ın hususi korumaları ile dolduğunda açılan demir kapı eşliğinde yönlerini dışarıya çevirdiler.

 

 

............

Araba nihayet eski gecekondunun önünde durmuş, Nasya'yı Begüm'ün uçsuz bucaksız merakından kurtarmıştı.

"Ben, bıraktığınız için teşekkür ederim." Açtığı yan kapı ile bakışları kendini izleyen Kenan Bey'e kayarken orta yaşlı adam gözlerini bu kızdan zar zor ayırdı.

"Baksana, bana telefon numaranı ver. Seni ararım." Begüm'ün sıcak tonlaması Nasya'dan gülümseme ile karşılık alırken başını usulca salladı.

"Tamam, numaramı söyleyeyim yaz."

"Ama henüz bir telefonum yok." Durdu, çözüm arıyor gibi anlık bir düşünceye kapıldı Begüm. "Ama bir dakika." Begüm bakışlarını babasına çevirdiğinde elini ona doğru uzattı.

"Telefonunu ödünç alabilir miyim?" Kaşları usulca havalanırken Kenan Bey, ceketinin iç cebindeki telefonu kızına doğru uzattı.

"Evet." Begüm'ün gözleri Nasya'dan elindeki telefona dönerken Nasya kendini dikkatle izleyen adamdan kaçırdığı gözleri ile konuştu.

"Yazayım." Uzanıp Begüm'ün telefonunu eline aldığında beklemeden numarasını tuşladı ve telefonu yeniden Begüm'e uzattı.

"Oldu o halde, hadi iyi geceler kayıp ikiz." Begüm kıkırdayarak uzanıp açık olan arka kapıyı kapattığında Kenan Bey alnı kırışık bir şekilde Begüm'e baktı.

" Bu ne demek şimdi?" Hareket eden araba beklemeden uzaklaştı bu gecekondu mahallesinden.

"Birbirimize çok benziyoruz." Begüm'ün alaycı sesi ile Kenan sessiz bir nefes çekti içine.

 

NASYA

Avuçlarımın içindeki siyah saten mendille yatağın ortasında öylece çökmüş, yanaklarımı ıslatan yaşlara izin veriyordum.

Artık evimdeydim, güvendeydim. Burada bana kimse ulaşamaz ve bu zavallı halimi göremezdi.

Günler önce defol git dediğim adam tarafından şimdi görmezden geliniyordum. Bunun beni mutlu etmesini isterdim, istediğim bu değil miydi? Öyleyse neden canım yanıyor? Neden ruhum dışardan bile hissedebildiğim bu karanlığın içine hapsolmuş durumda.

Gözlerim usulca kapandığında, yanaklarımda tuzlu yaşlar istekli kaşınmalara sebep olurken ben Pars'ın suretini gözlerimin önüne getiriyordum. Bana parlayan gözlerle bakan adamın saniye saniye sertleşen bakışları, umursamadan karşımda öylece duruşunu görüyordum.

Bunu hak etmemiştim, bunu hak etmediğimi biliyordum.

Ama sebebini de anlayabiliyordum, Defne haklıydı.

Pars için sadece bir oyuncaktım, sıkıldığı anda kurtulmak istediği değersiz bir objeydim. Bunu bile bile canımın bu kadar yanmasına izin veremem, beni istemeyen bir adam için bu kadar acı çekemem, delirdim mi ben?

'Aşık oldun.'

İç sesim kendini belli ettiğinde gözlerim hızla açıldı yatak odasının içine. Avuçlarımdaki mendili yavaşça yüzüme kaldırdığımda bunuma bastırarak sessiz bir nefes çektim içime.

Gözlerimden birkaç damla yaş daha aktığında kendime engel olamayarak yatağın içine bıraktım bedenimi. Bacaklarımı karnıma doğru çekerken pencereden içeriye esen soğuk rüzgâr ürpermeme neden oluyordu.

Bakışlarım buğulu camın ardından dışarıya döndüğünde tan yerinin ağardığını ve odamın içini yavaş yavaş aydınlattığını görüyordum.

Kaç saattir bu karmaşa ile burada kalmıştım böyle, kaç saattir Pars'ı görmüş olmanın sevinci ve kederi ile tıkılıp kalmıştım bu dört duvarın içine bilmiyorum. Zaman algım ellerimden kayıp gittiğinden dolayı bu ana kadar ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum.

Tek bildiğim şımarık bir çocuk gibi bağıra bağıra ağlamak istiyorum. Sıkıca tuttuğum mendili göğüs kafesime bastırırken avaz avaz bağırmak.

Seni istiyorum, seni Pars. Seni neden bu kadar istiyorum? Delireceğim şu an burada olmana ihtiyacım var. Sana geçen bir haftayı bütün ayrıntıları ile anlatmak, seni ne kadar özlediğimden bahsetmek, güven veren kokunu yeniden içime çekmek, bana bakarken çocuksu bir neşeyle parlayan gözlerini doyasıya izlemek, varlığını hissetmek...

Alay et benimle umurumda değil. 'Hani istemiyordun" diye dalga geç ama sonra sarıl. Söylediğim tüm o büyük sözleri yutmaya hazırım, bana birkaç dakika kokunla uyumak yeter.

'Git ona.'

"Gittim, orada olmamam gerektiğini iliklerime kadar hissettirdi. Lanet olsun bunu konuşmadan tüm benliğime haykırdı."

Hıçkırıklarım odanın içinde yankılanırken ben ruhumun en dibe çekilmesine izin veriyordum. Duvarlar yankılarla bana çaresizliğimi dalga dalga geri taşırken ben yüzümü yastığa bastırarak sesimi kısıyordum.

"Ne sandın? Ne sandın aptal!"

Boğuk sesim kulaklarıma baskı yaparken ben kendime acımamaya karar veriyordum. Bu ateşi yalnızca ben söndürebilirdim ve öyle de yapmaya kararlıydım.

"O kim sen kim budala! Ne sanıyordun! Dön artık gerçek dünyaya! Senin o adamla aranda hiçbir şey olamazdı! Sen sadece Deniz gibi bir köşede duran bir kapatmadan başkası olamazdın! Çık artık hayaller âleminden! Hayat sana öyle bir adamı altın tepside sunacak kadar sevmiyor seni! Seni ne hayat seviyor ne de Pars!"

Son kelime boğazımı sıkan bir el gibi nefesimi keserken ben yatakta hasta bir çocuk gibi kıvranıyordum.

 

PARS

Bakışlarım karşımdaki Ateş'in üzerinde gezindiğinde neredeyse dört saattir ona kilitlenmiş bir şekilde duruyordum.

İdil'in sağ koluma sarılı bir şekilde uyuyuşu ve Paren'in yarın akşam verilecek davetle ilgili detayları anlatışını dinlemiyordum.

"Düşünüyorum ki elimizden geldiğince çok insanı davet etmeliyiz Pars. Bu senin geri dönüşün, anlıyor musun?"

Sesi boğukça kulaklarımda dolanırken ben Ateşin üzerinde tutuğum gözlerimle onun benden kaçırdığı zavallı bakışlarını izliyordum.

'O kadar zavallısın ki! Benim olanı kendine alacak kadar cesur ama gözlerime bakamayacak kadar korkak! Ona dokunabilecek kadar adam ama karşımda kendinden emin bir şekilde oturamayacak kadar acınası!'

"Abi?" Paren'in ısrarlı sesi ile derin bir nefes çektim burnumdan içeriye ve bakışlarımı yüzüne çevirdim.

"Nasıl biliyorsan öyle yap işte Paren. Sabah oldu artık, biraz dinlenmek istiyorum."

Başını usulca sallarken yüzünde sıcak bir gülümseme oluşuyordu. "Nasıl istersen, odanı hazırladılar dilediğin zaman geçebilirsin."

Bakışlarım sağ omuzumda uyuya kalan İdil'e döndüğünde uzanıp saçlarını yavaşça okşadım. Kulağına doğru yaklaşarak sessiz bir fısıltı ile mırıldandım. "Güzelim."

Fısıltılı sesimle onu uyandırmaya çalışırken Ateş oturduğu koltuktan kalkıp yanımıza doğru geldi. "Ben alayım, uyandırmayalım şimdi."

Ellerini kardeşime doğru uzattığında hızla uzanıp bileğini tuttum. Parmaklarım ince bileğini sertçe sıkarken acıyla yutkunarak bakışlarını yerde sabitledi. "Ellerini kardeşimden uzak tut! Seni öldürmemi istemiyorsan Ateş, ondan uzak dur!"

Geriye doğru ittirdiğimde sendeleyerek bir adım arkaya gitti. "Ben sadece, uyanmasın diye-"

"Kes sesini! O yavru köpek mızmızlığını da al siktir git buradan! Bu gece başına bir şey gelmesini istemiyorsan siktir git Ateş!"

"Bana neden kızgınsın Pars?" Bakışları bana döndüğünde bok yeşili gözlerini korkuyla yüzümde gezdirdi.

"Siktir git lan!" Bağırtımla İdil de sıçrayarak uyandı.

"N-ne oluyor?" Korkuyla kolumu sardığında gözlerimi sıkıp kendime sakinleşmem için birkaç saniye veriyordum.

"Bir şey yok güzelim. Hadi odana geç, ben de dinlenmeye çekileceğim zaten."

İdil'in gözleri Ateş'e döndüğünde hafifçe tebessüm ederek yanımdan kalktı ve odanın kapısına doğru ilerledi.

Birkaç saniye içinde gözden kaybolduğunda Paren de oturduğu koltuktan kalktı. "Sofia, sana da odanı göstereyim."

Bakışları Sofia'ya döndüğünde varlığını yeni hatırladığım kadına çevirdim gözlerimi.

'Sen hala burada mısın?'

"O-olur. Teşekkür ederim." Usulca oturduğu tekli koltuktan kalkarken gözleri bana döndü. "İyi olduğun için çok mutluyum Pars. Bize geri geldiğin için..."

Gözleri dolarken beklemeden odadan çıkışını izledim. Boş gözlerle öylece ikisinin odadan çıkışına izin verdiğimde Ateş arkasını dönerek odadan çıkmak için bir hamle yaptı.

"Bekle!" Seslenişim ile adımları yavaşladı ve arkası bana dönük bir şekilde olduğu yerde kaldı.

"Abi!" Murat'ın uyarıcı tonlamasını duymazdan gelirken oturduğum koltuktan kalkıp Ateş'e doğru yaklaştım.

"Dön lan bana o siktiğimin yüzünü!" Öfkeli hırıltımla ağırca bedenini bana döndü.

Burun buruna geldiğimizi gördüğünde geriye çekilmek için bir hamle yapacakken boğazına yapışarak onu attığım adımlarla odanın duvarına sertçe geçirdim.

"Ah!" Acılı iniltisi ile Murat koşarak yanımıza geldi.

"Pars dur!" Uzanıp Ateş'in boğazını sıkan elimi geri çekmeye çalışıyordu ama saçma bir hamleydi.

"Sana onu güvenle aşağıya indir dedim! Sadece aşağıya indir!" Parmaklarım sıkılaşırken Ateş beni geri ittirmeye çalışıyordu ama anlamsız başka bir hamle daha.

"Sana dedim ki 'O benim, benim!' Anlaşılamayacak gibi değildi uyarım! Sana, o benim dedim!" Suratının ortasına indirdiğim yumrukla burnundan siyaha yakın bir bordolukta kan boşalmaya başlıyordu.

Alnımı boktan alnına çarptığımda öfkeyle tısladım. "Bundan sonra Ateş, attığın her adıma dikkat et! Çünkü ensende olacağım! Kendine yaptığın kötülüğün farkında bile değilsin!" Geri çekildiğimde kesilen nefesi ile öksürmeye başlıyordu.

Murat beni hızla geri çekerken sinirle bağırdı. "Derdin ne lan! Ne yapıyorsunuz siz!"

Bakışlarını Ateşe çevirdi. "Ne oluyor Ateş! Ne yaptın onu bu kadar delirtecek!" Şimdi öfkesi karşımdaki zavallıya dönüyordu.

"Bilmiyorum."

Bakışları yüzüme döndüğünde hala salağa yatışı beni delirtirken hızlı bir adımla ona doğru ilerleyip diz kapağına bir tekme savurdum.

Kırılan bacaklarının üzerine düştüğünde uzun saçlarını parmaklarımın arasına alıp boynunu geri büktüm. "Seni neden öldürmüyorum biliyor musun? Bunu merak ediyor musun?"

Üzerine doğru eğilip kafamı sertçe onunkine çarptım. Burnundan ağzının içine dolan kanla zar zor nefes alıyordu.

"Çünkü o seni istiyorsa yapacak hiçbir bok yok! Ona kıyamam! Ona zarar veremem ama sen Ateş; yaptığın her şeyin bir karşılığının olduğunu bilmeliydin!"

Yeniden kafamı alnına çarptığımda nefretle mırıldandım. "Bütün kariyerini çöp edeceğim! Elinde tek bir kuruş kalmadığında da hala yanında olacak mı göreceğiz!" Onu hızla geri ittiğimde sendeleyerek yere yapışıyordu.

Beklemeden odadan çıkarken Murat'ın arkamdan seslenişini duydum fakat durmadım.

Attığım adımlar beni yukarı kıvrılan merdivenlere ulaştırırken bacağımdaki sızıya aldırış etmeden hızlı adımlarla çıktım basamakları. Nihayet odamın önünde uzanan koridora ulaştığımda öfkem bütün bedenimde hayal kırıklığı ile gezintiye çıkıyordu.

Ateş umurumda bile değildi. Nasya'nın biraz olsun bana karşı bir şeyler hissettiğini düşünen zihnime kızgındım.

O kadına daha önce kimseye göstermediğim yönümü gösterip, sınırlarımdaki keskinliği sadece onun onayı için bulanıklaştırmıştım. Onun için haberinin bile olmadığı ne çok şey yapmıştım.

Attığım adımlar odanın kapısında durduğunda, uzanıp kulpu çevirdim. İçeriye girdiğimde kapıyı yorgun bedenimle ittirerek kapattım.

Bakışlarım odanın içinde gezindiğinde çocukluğumun bu evde geçişini ve anılarımın korkunçluğunu görmezden gelmeye karar veriyordum.

Attığım adımlarla ortada duran büyük yatağa sertçe bıraktım bedenimi. Odanın içi gün ışığı ile dolarken ben yorgunca gözlerimi tavana diktim.

Bu gece onu görmek canımı böylesine yakmamalıydı, benim canımı hiçbir şey böyle yakmamalı. Bir kadının bana bakışları ile delice şeyler yaptırabilecek olmasını bilmek bile güçsüz hissettiriyordu.

O aptal kızın kara gözlerini yüzümde gezdirerek kulağıma fısıldadığı her şeyi yaptırabilecek bir gücü var üzerimde.

Bunu bilmek damağımda yayılan bir muhtaçlık hissi gibi geliyor. Ben Pars Katipoğlu'yum, hayatım boyunca hiç kimseye karşı muhtaçlık duymadım ya da hiçbir şeye böylesine bağımlı da olmadım.

Ben hiçbir zaman zihnimin ve irademin kontrolünü bırakmadım.

Şimdi bir garson kız, elinde sallaya sallaya taşıdığı bir tepsi gibi savuruyor ruhumu. Habersizce savurduğu her bir saç teli ruhuma saplanan keskin bıçaklar gibi. Elleri tenime temas ettikçe kırbaçlıyor bedenimi.

Bu yaşadığım sikik şeyin arzu ile bir alakası olmadığını fark ediyorum. Ben bunu o kadını yatağımda istediğim için hissedemem. Bu kadarı mümkün değil.

Öyleyse ne bu? Neden bulduğu ilk fırsatta başka bir adamın kollarına sokulan bir kadın için böyle bir kıvranışın içinde ruhum. Dışarıdan hiçbir şey görünmeyen buzdan suratım, senin bakışlarınla beni kor alevlere atıyor neden?

Küçük kız, farkında bile değilsin fakat beni mahvediyorsun.

Sigara dumanının kasveti tüm odayı sarmışken Kenan parmaklarının arasındaki puroyu büyük kristal küllüğe sertçe bastırarak söndürdü. Önündeki koyu kahve ceviz masanın tam ortasında duran bilgisayar ile kan çanağına dönen gözleri, Nasya'nın hayatı ile ilgili bilgileri saatelerdir inceliyordu.

"Efendim, ne yapmamızı istersiniz?" Sıtkı'nın meraklı sesi aralıksız iki saattir beklediği odanın köşesinden Kenan Sipahiye ulaştığında orta yaşlı adamın kan çanağı gibi gözleri sağ koluna döndü.

"Gülsüm'ün haberi yok." dedi fısıltılı bir şaşkınlıkla.

"Hayır Kenan Bey, sanırım Nasya Hanım kendisiyle gelinlik randevusu için bir araya gelmiş fakat söylememiş kızı olduğunu."

"Nasıl anlamaz? Onun küçük bir kopyası bu kız, bunu nasıl anlamaz Sıtkı! Ben görür görmez anlamışken o nasıl anlamaz!"

"Bilemiyorum efendim fakat bu kızla neden bu kadar ilgileniyoruz?"

Kenan'ın bakışları Nasya'nın doğum tarihine döndüğünde sıkkın bir nefes verdi. Zihninde yankılanan anılar, bozuk bir sanrı gibi kesik kesik gözlerinin önünde canlanmaya başladı.

 

---

"Bak yeniden oldu, tekme atıyor." Gülsüm'ün kıkırtısı yanındaki Kenan'ın elini alıp karnına koyması ile birleşirken Kenan heyecanla kulağını sevdiği kadının karnına yasladı.

"Kızım!" Sevgi dolu çıkan ses, saçlarında gezen Gülsüm'ün güzel elleri ile birleştiğinde kulaklarındaki boğuk tınıya çevirdi dikkatini.

"Çok hareketli, sanki sürekli debelenip duruyor gibi." Genç kadın sevdiği adamın bebeğini dünyaya getirecek olmanın heyecanı ile doluyken yaklaşan doğumun stresini içine gömmeye kararlı gibiydi.

"Benim kızım o, elbette ki hırçın olacak." Kenan gururla başını Gülsüm'ün karnından geri çekerken uzanıp dudaklarına sıcak bir öpücük bıraktı ve alnını gördüğü ilk andan beri deliler gibi sevdiği bu kadının alnına yasladı. "Senden bir parça, senden ve benden... Dünyada bu çocuktan daha fazla istediğim hiçbir şey yok."

Gözlerini usulca yumduğunda Gülsüm sıkkın bir nefesle konuştu. "Ona soyadını veremeyeceksin. Seni tıpkı benim gibi gizli saklı görebilecek Kenan. Bu durum bana berbat hissettiriyor."

Sıkılganca mırıldanırken Kenan'ın gözleri Gülsüm'ün parlayan bakışlarına döndü. Neredeyse ağlamak üzere olduğunu görüyordu. Bunun hamilelik duygusallığı ile ilgisinin olmadığını da biliyordu.

Kenan evliydi ve bir karısı ve aylar önce doğmuş bir kızı vardı. Babasının mecbur kıldığı bir evlilikte sıkışıp kalmış, boktan hayatında nefes alabildiği tek yer Gülsüm'ün kollarıyken onu içine çektiği çaresizliği düşünememişti.

Fakat şimdi anlıyordu. Gülsüm'e ve bebeğine ne denli bir kötülük yaptığını anlıyordu.

"Bir yolunu bulacağım sevgilim. Sizi gizli saklı tutmak istemiyorum fakat babamın gazabına da teslim edemem. Anla beni."

"Anlıyorum tabi ki, ben sadece... Benim neyim var bilmiyorum. Sanırım stresten böyle saçma sapan konuştum özür dilerim."

"Saçmalama, benim için yaptığın fedakârlıkları bilmediğimi sanıyorsan yanılırsın. Gülsüm'üm hayatını benimle yeniden oluşturduğunu biliyorum. Bunu hak edecek ne yaptım bilmiyorum ama sen bana tanrının bir hediyesi gibisin; sen ve küçük kızım."

Odanın içinde çalan telefon sesi, aralarındaki bu samimiyeti bıçak gibi keserken Kenan ceketinin iç cebindeki telefonu çekip aldı ellerine. Arayanın karısı Çiğdem olduğunu gördüğünde bıkkın bir nefesle telefonu meşgule atıyordu.

"Ne oldu?" Kenan'daki ani ruh değişiminin farkına varan Gülsüm oturduğu koltuktan kalkarak âşık olduğu adama doğru birkaç adım attı.

"Çiğdem."

Duyduğu isimle Gülsüm'ün yüzü aniden düşerken Kenan'dan geriye çekildi ve mutfağa doğru ilerledi.

Kenan'ın avuçlarındaki telefon titrediğinde bakışlarını ekrana çevirdi.

Çiğdem: O orospunun yanında olduğunu biliyorum. Bana bunu neden yapıyorsun, Begüm'e bunu neden yapıyorsun Kenan! Sana neden yetemiyoruz biz?

Sıkkın bir nefesle telefonu iç cebine sıkıştırıp Gülsüm'ün peşinden mutfağa yöneldi.

 

----------------

"Efendim iyi misin?" Sıtkı dalıp giden patronunu şaşkınlıkla izlerken Kenan kendini toparlayarak içinde bulunduğu şu ana geri dönüyordu.

"Bu kız, benim kızım mı öğreneceksin."

Dişlerinin arasından boğuk bir gıcırtı gibi konuşurken Sıtkı'nın alnı kafa karışıklığı ile buruştu. "Nasıl yani, anlamadım."

"Ben de anlamıyorum Sıtkı! Bana bebeğin öldüğünü söyledikleri o günden beri içimdeki yangınla yirmi üç sene yaşadım fakat şimdi, bir ihtimal bile olsa öğrenmem gerek. Anlıyor musun? Eğer o kız benim..." Sustu, kelimeler boğazından takılı kaldığında sıkkın bir nefesle sırtını deri koltukta geri verdi.

"Benim kızımın o siktiğimin yetimhanelerinde ne işi vardı öğrenmem gerek! Eğer benim kızımsa ona ve bana bunu yaşatan herkesin hayatını karartacağım!"

 

Loading...
0%