Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Bölüm 15 /Geçmişin Sanrıları

@nurdogru26

Uzun bir aradan sonra herkese yeniden merhabalar :)

Biraz ara verdik fakat yeniden buradayız, bu süreçte neden ara verdiğimizi bilmeyenler, kitapla ilgili duyurular için ( İnstagram : Aidiyetofficial ) hesabını takibe alırsa, en son haberlere hızlıca ulaşım sağlayabilirler.

Keyifli okumalar diliyorum şimdiden <3

Sizi çok özlemiştim gerçekten, umarım sizlerde beni özlemişsinizdir :)

 

 

♟♟♟♟♟♟♟

 

NASYA

Buhar, banyomun duvarlarını kaplamış buğulu bir ıslaklık bırakmışken kulağıma çarpan telefon sesi ile ısrarla çalan melodiyi duymazdan geliyordum. Avuçlarıma dolan sıcak su, tepemden aşağıya akan başlıktan hırçınca boşalıyor ve ben , sızlayan gözlerimi açmış düşen her bir damlayı saymaya çalışıyordum.

Bir tür trans hali gibi fakat bilincim gayet yerindeydi. Kaybetmek isterdim fakat kontrolü elimden bırakmamaya yeminli gibi bir iradeye sahiptim. Dibe batmak istiyordum ama hayatta kalmak için gelişen reflekslerim buna izin vermedi.

Eski demir kapının sabırsızca çalmaya başladığını duymamla gözlerimi banyonun kapısına çevirdim. Telefonu duymazdan gelebilirdim ama kapımı kırmak istercesine çalan kişiyi görmezden gelmem imkansızdı.

Derin bir nefes alarak uzanıp suyu kapattım ve oturduğum sıcak fayansların üzerinden kalkarak duşa kabinden dışarıya ıslak bir adım attım. Askıdaki havluyu hızla üzerime sardığımda isteksiz atılan yorgun adımlarla banyodan çıktım ve dağınık yatak odasını geçerek salona doğru ilerledim.

Cep telefonum yeniden çalmaya başladığında adımlarımı hızlandırıp ısrarla çalan kapıyı beklemeden açtım.

Defne, karşımda gergince dudaklarını yerken sabrı taşmış bir şekilde kulağındaki telefonu geri çekti ve öfkeli bir mırıltı ile beni iterek içeri girdi.

"Sonunda!"

Sitemkâr sesi salonu doldurduğunda içime yorgun bir nefes çekerken daire kapısını kapattım, yönümü salona çevirdim.

Çantasını koltuğa bırakırken ellerini beline yaslayarak hesap sorucu bir ifadeye büründü. "Ne oluyor? Telefonlara neden bakmıyorsun?"

Kendini agresif bir homurtu ile koltuğa bıraktığında ona doğru ilerleyip ota sehpanın üzerine yavaşça çöktüm.

"Bu kadar ısrar neden, onu anlasam bir de..." Bakışlarım yüzüne döndüğünde söylediğim şey sanki onu daha da öfkelendirmiş gibi gözlerini devirdi.

"Dalgamı geçiyorsun? Seni merak ettim! Dün gece öylece çekip gittin, aramalarıma cevap vermiyorsun, merak etmem çok normal değil mi?"

Dün gece bana yaptığı konuşmanın etkisi hala tazeliğini korurken ben, onu kıracak bir kelime etmemek adına kendimi olağan gücümle sıktım.

"Eminim, beni merak etmişsindir." Dudaklarımın arasından çıkan mırıltıyı duyduğunda kaşları çatıldı.

"Ne demek bu şimdi? Tabi ki seni merak ettim. Ne oluyor sana?"

Azarlarcasına çıkan sesi artık sabrımı zorlarken bakışlarımı yüzünde sabitledim. "Merak ettiğin Pars, değil yani? Bana geldi mi? Ne oldu? Bu değil!"

"Nasya ne saçmalıyorsun? O geri zekâlıdan bana ne!"

"Dün gece gayet umurundaydı ama! Pars'ın benimle ilgili düşüncelerine kendine göre bir kılıf uydurup Ateş'in yanında suratıma çarparken pek beni düşünüyor gibi değildin!"

Çenemi öfkeyle sıkarken yüzünün ansızın kızardığını görüyordum. Beni salak sanıyordu ama değilim. Sadece Defne'yi çok seviyorum ve onu kırmaktansa sağ kolumu keserim fakat bana karşı dürüst olmasını istiyorum.

"Delirmişsin sen! O adamı istediğimi mi düşünüyorsun?" Öfkeyle ayağa kalktığında alnım kırıştı.

"Ben böyle bir şey demedim, bunu sen söylüyorsun!"

'Köşeye sıkıştın ve aklından ilk geçen şeyi söyledin değil mi? Onu istiyor musun? Onu elbette istiyorsun. O; hayal ettiğin her şey. Neden istemeyesin ki? Peki onu benim de istediğimi bile bile hala ister miydin? Önemli soru bu Defne.'

"İma ediyorsun! O dağ ayısıyla ne işim olur benim Nasya! Parası ile kendini bir bok sanan zavallının teki, seni etkilemek için yaptığı şeylere bakınca ona sadece acıyorum."

Yavaşça oturduğum sehpadan kalkarak üzerimdeki havluyu hafifçe düzelttim.

"Defne bence gitsen iyi olur. Pek sohbet havamda değilim." Gözlerim yüzüne döndüğünde kırıldığını görüyordum.

"Gelmedi değil mi? Sana söylemiştim, gelmeyecek. Onun için sadece bir hevestin. Fakat görüyorum ki gelmemesine olan öfkeni benden çıkarıyorsun. Peki, önemli değil. Bana saldır, biz kardeşiz. İyi hissedeceksen bana istediğini yapabilirsin ama o adamı geride bırak."

"Neden?"

Sorduğum soru aklını karıştırırken bir cevap arar gibi yokladı zihnini. "Çünkü, yani çünkü seni üzerdi."

Gülümsedim ama bu gülüş, duyduğum şeyin doğruluğuna ya da saçmalığına değildi. Bu, Defne'nin gözümün içine baka baka beni kıskanışını gördüğüm ilk andı.

İlk an.

Kardeşimin her zaman iyiliğimi isteyeceğine inanan benim için büyük bir hayal kırıklığıydı.

"Hoşça kal Defne, çıkarken kapıyı kapat." Arkamı döndüğümde beklemeden yatak odasına doğru ilerledim.

Bedenimdeki öfke; yediğimin içtiğimin ayrı gitmediği hatta ailem dediğim insandan gördüğüm bu aşağılık tavraydı. Fakat sakin kalmam gerekiyordu. Defne benim için önemliydi, onu bencilliğimin kurbanı edemezdim. Pars hayatımıza girene kadar böyle bir yönünü hiç görmemiştim.

Görmemiş miydim gerçekten?

 

------------

"Saçmala Nasya! O çocuk ve sen olur mu sence? Hahahaha..!"

Bakışlarım okulun bahçesinde basketbol oynayan Alphan'a döndüğünde ağırca yutkundum.

Bu zamana kadar gördüğüm en güzel gözlere sahipti ve bazen bana bakışlarını yakalıyordum. Fakat en yakın arkadaşım kolejli bir çocuğun bir yetimle ne işi olur diye uyarıda bulunmaktan çekinmiyordu.

Alphan molaya geçip bakışlarını potanın dibinden bana döndürürken yüzünde yumuşak bir gülümse oluştu. Bana hafifçe göz kırptığında şaşkınlıkla olduğum yerde kalıyordum.

"Kalk Nasya!" Defne kolumu tutup beni bahçeden çıkarırken ben ne olduğunu anlamıyordum bile.

"Ne yapıyorsun canım yanıyor..."

"Seninle alay ediyor görmüyorsun! Buna izin vermem."

Sürükleyerek beni okulun içine çekiştirirken ben arkamda kalan Alphan'a bakmak bile istemedim.

Duygularımla alay mı ediyordu, hakkımda ne düşünüyordu? Yoksa bir zavallı olduğumu mu?

Aptal Nasya!

 

---------------

Anılardan sıyrılıp şu ana çekildiğimde derin bir nefes alarak kendimi toparladım.

"Yapma bunu! Pars, herkesin aklını karıştıracak türden biri. Defne'yi suçlayamazsın. Artık önüne bakman gerek. Senin ailen Defne, hayatta sahip olduğun tek gerçek dostun Defne, seni asla yalnız bırakmayan kişi Defne!"

Düşüncelerim Defne'nin öfkeli bağırtısı ile bölündüğünde kapı sertçe çarptı ve evden çıktığını anlamama neden oldu.

"Misafirin var!" Söylediği son söz bu olmuştu.

Alnım kırışırken şaşkınlıkla söylediği şeyin heyecanına kapılıyordum. "Misafirim mi var?" Yoksa...

'Saçmala...'

Düşüncelerimle verdiğim savaşı durdurmanın tek yolu yatak odasının kapısını açmaktı ve ben de öyle yaptım.

Saklayamadığım heyecanım ile dışarıya attığım ilk adımla karşımda Begüm'ü buluyordum. Bakışları evin içinde gezinirken beni görmesi ile yüzüme dönmüştü.

"İlginç bir dekorasyon ikiz." Sıcacık gülümserken benim içimdeki heyecan sönmüş bir şekilde öylece kaldım karşısında.

"Sen? Ne işin var burada?"

Şaşkınlıkla etrafı süzdüğümde Defne'nin çoktan gittiğini görebiliyordum.

"Aradım seni ama cevap vermedin, ben de en iyisi gelmek diye düşündüm."

Elinde tuttuğu büyük alışveriş poşetlerini, zar zor taşıdığı ince bileklerinden yere bıraktığında yorgun bir nefes çekti ve attığı adımlarla ilerideki tekli koltuğa yavaşça oturdu.

"Yani; pek telefonlara bakacak havamda değildim, buraya gelecek kadar önemli olan ne?"

Henüz oturduğu koltuktan kalkıp bana doğru birkaç adım attı ve tam dibimde durdu. Uzun parmakları ıslak saçlarıma doğru uzandığında omuzlarımdaki bir parçayı hayranlıkla parmaklarının arasında sıkıştırdı ve sevecen bir tınıyla mırıldandı.

"Saçlarını kurutman gerek, sonra da hazırlanmalıyız. Sadece birkaç saatimiz var."

"Ne?" Geriye doğru çekildiğimde saçlarım da ellerinden öylece omuzlarıma geri düştü.

"Bir şey sormam gerek Nasya, emin olmak için soruyorum."

"Begüm ne oluyor? Ne hazırlanması? Senin burada ne işin var Allah aşkına?"

Beni duymazdan gelirken sorduğu sorunun devamını getirmeye niyetli gibiydi. "Ateşe sordum fakat tatmin edici bir cevap alamadım. O yüzden önce soruma cevap ver, ben de senin sorularını cevaplarım."

Kaşları alayla havalandığında bu saçmalık beni daha fazla bunaltamazdı. "Ne var?"

Çıkışırcasına çıkan sesimle yorgunca bedenini koltuğa bıraktı. "Ateş ve sen? Aranızda bir şey var mı? Bana karşı dürüst olmana ihtiyacım var."

"Ne?" Duyduğum şeyle birkaç saniyeliğine, saçma sapan bir suçlama ile mi karşı karşıya olduğumu sorguladım.

"Anladığım kadarı ile sanırım Pars sana öfkeli."

"Sanırım ne? Ben ona hiçbir şey yapmadım! O sadece sıkıldı. Zaten olacak bir şey de yoktu ortada." Titreyen sesime engel olamamak sinirimi bozarken genzim sızlayarak öylece Begüm'e bakıyordum.

"Ateş ve sen?"

Gizemli çıkan fısıltısı ile sabrım artık taşıyordu, salonu doldurup taşıracak bir öfkeyle bağırdım. "Ne Ateş'i ya ne Ateş'i? Biz diye bir şey yok, ne saçmalıyorsun sen?"

"Güzel. Emin olmam gerekiyordu." Neşeyle ellerini birbirine vurarak hızlı bir alkış eşliğinde yerdeki paketleri aldı ve yatak odasına doğru ilerledi.

"Ne oluyor lan! Şaka mı yapıyorsun?"

Hızla akasından girdiğimde paketlerden çıkardığı kıyafetleri özenle yatağa serişini izliyordum.

"Begüm!" Öfkeli bağırtım ile kulaklarını hafifçe ovuşturdu.

Eğildiği yataktan dikeldi ve yönünü bana çevirdi. "Bağırma ya! Çok yüksel bir tonlaman var." Alayla kıkırdarken sinirli bir oflama bıraktım odaya.

"Pars, seni ve Ateş'i bungalovda görmüş. Yani..."

"Ne?" Söylediği sözler onun ağzından basitçe dökülürken beni anlık bir tutulmaya itiyordu.

"Davut'u sıkıştırmam gerekti. Sanırım sizi beraber görünce gerisin geri dönmüş. Yani aranızda bir şey var sanıyor, dün de Ateş'i kaşla göz arası benzetmiş." Kıkırdadığında bir adım geri atarak sırtımı soğuk yatak odasının duvarına yasladım.

"İyi misin?" Şaşkınlıkla bana bakarken bir yandan da ayakkabı kutularını yatağın üzerine bıraktı.

"O-o yüzden mi, bana o yüzden..."

"Hı hı... Biraz ketum bir herif. Ben olsam açıkça sorardım ama adam kara kutu gibi." Yeniden sırıtırken yüzümde salak bir gülümse yerini buluyordu,

Nereden geldiğini bile anlamadığım yaşlar yanaklarımı ıslatırken ben, aklımdaki her bir soruya cevap buluyordum.

Göğüs kafesimdeki yükten bir anda kurtulmak duyduğum sözlerle mümkün olurken kendi kendime tekrara düştüm.

"Önce bana gelmiş." Fısıltılı sesimle Begüm'den bir onay mırıltısı daha aldım.

"Hıhıı, iner inmez Davut'la ayrıldılar yanımızdan. Ben hastaneye geçtim, o sonra katıldı bize. O sırada ilk sana gelmiş ama işte Ateş, aptal Ateş olmaması gereken yerlerde olmayı sever, kendine yazık etti. Pars kafayı takar ona."

"Sen emin misin Begüm? Yani Davut'a inanıyor musun?"

"Tabi ki. Bugünkü kutlama için kapıma bir davetiye getirdi. Onu sıkıştırmam sonucunda bazı ufak bilgileri öğrenmiş olabilirim ve inan bana yüzde yüz dürüsttü. Zaten bana yalan söylemek için bir nedeni de yoktu. Hem söyleseydi bile anlardım emin ol."

Göz kırptığında poşetinden çıkarttığı siyah gece elbisesini askısından tutarak bana doğru yaklaştı.

"Ne kutlaması?"

Yaşadığım karmaşa, ruhumun telaşı ve kalbimin deli gibi çırpınışının yanı sıra olan biten şeyleri sindirmeye çalışıyordum.

Acaba banyoda uyuya mı kaldım? Yani belki de dün sabaha karşı uyudum ve bir daha uyanmadım, şu anda da hala yatağımın içinde derin bir rüyada hapsolmuşumdur.

Bu, şu an olan şeylerden daha mantıklı gelirdi.

"Pars'ın geri döndüm kutlaması Çırağan'da olacak. O saraya her zaman bir hayranlık duymuşumdur. Tarihle ilgilenir misin? Ben bayılırım." Kıkırdayarak söylediği her kelime önemsizce dökülüyordu dudaklarından.

Gözlerini; saten, payetli, siyah gece elbisesinde kısarak gezdirdiğinde eline aldı, birkaç saniye sessiz kaldı ve bakışları elbiseden bana döndü.

"Bedenin konusunda bir fikir yürütmem gerekti, umarım görsel ölçüm iyidir." Genişçe gülümserken bana doğru geldi ve ellerindeki elbiseyi üzerime doğru tuttu." Eğer uyarsa, bu geceki en güzel kız olacaksın, tabi benden sonra." Yeniden kesik bir kahkaha ile konuşmasını bitirdi.

"Ben partiye falan davet edilmedim ki." Titreyen sesime engel olmam şu saatten sonra mümkün olabilir miydi? Bilmiyorum.

"Seni ben davet ediyorum, hem aslında Kenan Bey kontenjanından masan bile ayrıldı."

"Ne?"

"Babam senin için bir masa ayırttı bile. Normalde ketum herifin tekidir fakat seni sevmiş olmalı. Bu konuda pek diretmedi bana. Her neyse işte bu gece bizimle, ailemizle olacaksın. Aile dediğime bakma, bir babam bir de ben ve bir de sen."

Sıcacık bakışları ile elbiseyi ellerime tutturdu ve fısıldadı. "Hadi, denesene."

Yaşadığım şoku henüz atamamışken bana uzattığı elbisede gezindi gözlerim. Bastıramadığım bir gülme isteği, içinde bulunduğum durumun absürtlüğüneydi. Yüzümdeki yaşları silerken saçlarımın arasından geçirdiğim ellerimle derin bir nefes verdim dudaklarımdan dışarıya.

"Toparlanman gerek, kızarık bir burunla Pars'ın karşına çıkmak istemezsin." Kıkırdarken uzanıp burnuma dokundu ve geri çekildi.

"Sen ciddisin." Yüzümdeki aptal gülümseme ile sorguluyordum onu.

"Hem de nasıl. Bence ona açıkça Ateş ile aranda bir şey olmadığını anlatmanın en hızlı yolu bu olur. Kimsenin hayatı kaymadan."

"Hayatı kaymadan?"

"Ateş'in geleceği pek parlak değil. Bu yanlış anlaşılmayı düzeltmen gerek. O aptal kendini Pars'ın karışışında ifade edemez, etse bile Pars'ın ona inanacağını sanmam." Gözlerini yere indirirken bu saçmalığa biraz ara vermem gerektiğini anlıyordum.

"Bak sindirmem için bana birkaç saniye vermen gerek. Tamam mı? Sonra ne olup bittiğini anlatacaksın bana."

"Peki, ama acele etmen gerek." Birkaç adım atarak geri çekildiğinde beklemeden yönümü banyoya çevirdim.

 

 

♟♟♟

 

PARS

Bakışlarım önümdeki boy aynasına döndüğünde gözlerim, üzerimdeki siyah takımda usulca gezindi.

Davut, sol tarafımda bekleyip bakışlarını tedirginlikle üzerimde sabitlerken sıkkın bir nefes aldım burnumdan içeriye.

Alnımın ortasındaki keskin ağrı ile birkaç saniye kapalı tuttuğum gözlerimi yeniden suretime doğru araladım.

"Pars Bey, beni korkutuyorsunuz."

Davut'un tedirgin sesi ile düşük omuzlarımı yeniden diktim ve yüzümü emin bir ifadeye bürüdüm. "Sorun yok Davut, her şey kontrolümün altında. Hepsini sırası ile halledeceğim."

"İlk sıraya sağlığınızı koymanız gerekmez mi? Efendim bu çocuk oyuncağı değil. Adil Bey'e söylememiz gerek, o bir yolunu bulacaktır. Feridun'u duydunuz, acilen ameliyata alınmanız gerek, bunun ertelemesi olmaz." Çaresizlikle beni ikna etmeye çalışırken odanın kapısı tıklatıldı.

"Beni dinle Davut, sana ne diyorsam onu yapacaksın. Bu hastalıktan sadece üçümüzün haberi olacak. Şu an sarsılan itibarımı toparlamaya çalışıyorum, bütün geceyi bunun için planladım ben. Şimdi saçma sapan bir hastalıkla vakit harcayacak halim yok. Bunca zaman orada bana bir sıkıntı çıkarmadan durdu, eminim biraz daha kalabilir."

Davut'un gözleri yere indiğinde otel odasının kapısı bir kez daha çalındı.

"Gir."

Yüksek sesim odada dolandığında açılan kapı ile Selim içeriye girdi ve bakışlarını açık olan kapıya çevirdi.

"Deniz hanımı getirdim Pars Bey." Sesindeki telaşla bakışlarını Davut'a çevirdi.

Benim de bakışlarım Davut'a döndüğünde sakin bir tonlama ile konuştum. "Deniz ile ilgilen."

"Nasıl isterseniz efendim." Aldığı komutla yönünü kapıya çevirdi ve Deniz'e doğru birkaç adım attı. "Odanıza kadar eşlik edeceğim size, vaktimiz kısıtlı olduğu için hemen hazırlanmaya başlamanız gerek."

"Buradasınız." Deniz'in titreyen sesi ve dolan gözleri ile bana bakışını görüyordum. Bu ölüm haberimi aldıktan sonra beni karşısında gördüğü ilk andı.

Ondan gördüğüm şu sevginin birazını Nasya'dan görmek için neler vermezdim. Gözlerimin içine hasretle bakması, beni ne kadar merak ettiğini konuşmasına bile gerek olmadan bakışları ile anlatması için.

Uzakta geçen lanet günleri, onu özleyerek geçirdiğimi ne çok söylemek isterdim. Eğer onun beni bir şekilde beklediğine inansaydım, ilk fırsatta Ateş ile bir bahçede dip dibe olmasaydı ya da dokunmaya kıyamadığım o güzel saçlarını, onun o iğrenç ellerine öylece bırakmasaydı.

Daldığım kıyaslar girdabından, içinde bulunduğum şu ana geri dönerken sevgisini hiç hak etmediğim kadına çevirdim bakışlarımı.

Bana, gözleri dolu dolu bakıyordu. Her fırsatta bir canavar gibi hayat enerjisini emen bana, böyle aşkla nasıl bakabilirdi ki? Tek bir güzel söz duymamıştı benden oysaki. Bir kez olsun ona gerçekten bakmamıştım bile. Onu sadece kullandım, zevklerim ve çıkarlarım için. Gösterdiği ilgiyi görmezden geldim, yaptığı fedakarlıkları basite indirgedim.

Ben, Deniz dahil hiçbir kadına Nasya'ya gösterdiğim hassasiyeti göstermedim. Fakat şimdi bugün, verilen değerin nankörlüğü nasıl hissettiriyormuş anlıyordum.

Seni istemediğini ve sevmediğini bildiğin birine, hiç durmadan kendinden ödün vermek nasıl hissettiriyor; artık biliyorum. Bu da benim karmamdı.

"Gel buraya." Verdiğim komutla beklemeden içeriye girdi ve hızlı adımlarla tam karşımda durdu.

"Buradasınız." dedi yeniden. Titreyen çenesi ile yüzümde sakin bir gülümseme oluştu.

"Buradayım, kötüye bir şey olmaz." Alaylı sesimle sağ gözünden bir damla yaş aktı yanaklarına doğru.

Uzanıp yaşını hafifçe sildiğimde çenesini tutarak yüzünü kendime çevirdim. "Ağlama, bu gece benimle çok önemli bir etkinliğe katılacaksın, gözlerinin kızarmasını istemeyiz." Yüzünde buruk bir gülümse oluştuğunda usulca uzanıp dudaklarına hissiz bir öpücük bıraktım.

Kapanan gözlerimin önü, zihnimde canlanan kadının silueti ile süslendiğinde dudaklarımın sızladığını hissediyordum. Onu öpmek için deliren dudaklarım şu an başka bir kadına değerken, bu en çok benim canımı yakıyordu.

Dikkatimi şu ana çektiğimde sızısıyla canımı sıkan genzimi görmezden geldim ve dudaklarımız birbirinin üzerindeyken sessizce fısıldadım. "Hadi, git ve olabileceğin en güzel haline bürün ve ağlama. Ağlanmasını hiç sevmem bilirsin."

Sıktığım çenesi ile acıyla kesik bir inilti bıraktı bana doğru. "Nasıl isterseniz efendim."

"Güzel, şimdi çekilebilirsin." Geri çekildiğimde beklemeden Davut'la beraber çıktı odadan.

Selim de peşlerinden çekip gittiğinde dudaklarımdaki ıslaklığı elimin tersi ile sildim.

İçimdeki iğrenme duygusu ilk kez kendini belli ederken ben, bunca zaman arzuladığım bu kadına karşı içimde oluşan bu hissi anlayamıyordum.

 

 

♟♟♟

İstanbul Boğazı'nın hırçın suları; karanlığın ortasında bütün ihtişamı ile parlayan ve açık teras kapılarından mehtabın aydınlattığı gökyüzüne doğru yükselen müzikle, varlığını melodilerle süsleyen Çırağan Sarayı'nın rıhtımına vuruyordu. İçeriden dışarıya sızan belli belirsiz konuşma sesleri ve şen kahkahaları taşıyordu.

Bütün gece Katipoğlu ailesine ve sevdiklerine ayrılan bu sarayın balo salonu olarak anılan bölümü, saatler önce başlayan kokteyle ev sahipliği yapıyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde jet sosyete geniş salonu doldurmuş, gazeteciler ve magazin görevlileri için ana girişte bir bölüm ayarlanmıştı.

İstanbul boğazının kalbi olan Çırağan Sarayı'nın büyük kapısının önü, kırmızı bariyerlerle magazinciler için ayrılmış ve bu gecede gelecek olan her kişi ve yapılacak olan her açıklamanın manşetleri oluşturacağından emin olunmuştu.

Pars Katipoğlu gibi bir adamın, ölümden dönmesi bu camiada yeniden dirilecek Mesih gibi ilgi uyandırıyordu.

Katipoğlularının en güçlü varisi; geri dönüşünü ve hiç güç kaybetmeden olduğu yerde duruşunu kanıtlamak istemişti. Ve bu gece bunun su götürmez gerçeği olarak hafızlarda ve gazete manşetlerinde yıllar boyu kalacaktı.

Yapılan hiçbir şey öylesine yapılmamış, sarayın dış aydınlatmaları bile gücün en belirgin rengi olan kırmızı ile aydınlatılmıştı. Tarihte ilk kez Çırağan Sarayı kırmızı ışıklarla boğazın ortasında bir vampir şatosunu andırırcasına bir ürkütücülük ve iç gıcıklayıcı bir korkutuculukla duruyordu.

Gelen bütün konuklar kendileri için ayrılan masalarda yerlerini saatler öncesinde almıştı fakat Pars Katipoğlu henüz geceye giriş yapmamıştı. Bu da kasıtlı bir hamleydi; gelecek olan herkes gelirdi, tüm magazin ve sosyete camiasının ilgisi beklenen adamda toplanırdı.

İhtimallere mahal veremezdi. Ölüm haberinin yaydığı güvensizlik ve itibar sarsıntısını, en iyi bildiği yolla geri alacaktı.

Gizem ve Ketumluk.

Açılmak bile istemeyen bir kara kutu, genç yaşına rağmen tüm ortaklarına ve ortağı olmak isteyen herkese güven aşılıyordu. Heyecanlı bir adam değildi, emin ve sağlam adımlar atmayı seven yapısı ile yaşça kendinden büyük olan birçok iş adamından yahut milyarderden daha fazla güven veriyordu.

Adil Katipoğlu, kendisi için ayrılan masada elindeki kristal bardaktan aldığı bir yudumla sabırsızca oğlunun geceye teşrif etmesini bekliyordu.

Solunda kalan masada oturan İdil ve Paren Katipoğlu, aralarında gülüşerek bir şeyler fısıldarken birkaç saniyeliğine gözlerini onlara çevirdi ve bıkkın bir nefes verdi.

Adil Bey'e göre onlar sadece baş ağrısıydı ama Pars öyle değildi. Pars, onun bu hayata bırakacağı en büyük mirastı. Soyadını yıllarca unutturmadan, başarıları ile Adil Bey öldükten çok sonra bile Pars onu gururlandırmaya devam edecekti.

Fakat İdil'in şımarıklıkları ve Paren'in hayatı ciddiye almayışı onun için utanç kaynağından başka bir şey değildi. Paren, onun oğlu değildi fakat onun soyadını taşıyordu. Yaptığı her rezil şey doğrudan Adil Katipoğlu'nu da etkiliyordu.

Ama bu geceyi bunları düşünerek geçirmeyeceğini biliyordu. Oğlu geri gelmiş ve gidişiyle sarsılan krallığını kurtarmaya başlamıştı bile.

Bir baba, bir evlatta başka ne isteyebilir diye düşündü.

"Sen iyi misin?"

Kenan Sipahi, attığı ağır adımlarını Adil Bey'in yanında sonlandırdığında elindeki viski bardağını en yakın dostunun masasına bıraktı ve yanındaki sandalyeye usulca çöktü.

"Sen söyle Kenan, iyi gibi gözüküyor muyum?"

"Pek değil." Alayla kıvrılan dudaklar Adil'den de alaycı bir kıvrılma aldı.

"Şu son birkaç gün hiç bitmeyecek bir kâbus gibiydi."

Burundan alınan sıkkın bir nefes eşliğinde Kenan Bey araladı dudaklarını. "Sanırım bazı şeylerin kontrolümüz dışında gelişmesine engel olamıyoruz. Pars'ın ölüm haberi sana böyle bir zarar verebilirdi ve görünen o ki görünmez bir el seni koruyor."

"Korumak?" Alaylı çıkan sesi ile Adil Bey devam etti konuşmaya "Ne korumasından bahsediyorsun, kendimi bildim bileli beni koruyan tek kişi bendim. Kendimi hep yine kendim korudum." Kibirli ses masada dolandı.

Kenan'ın uzanıp eline aldığı kristale bıraktığı alaycı gülüş eşliğinde içilen bir yudum viski masadaki konuşmayı havada asılı bırakıyordu.

"Bir kızım var." dedi dudaklarından ayırdığı kristal bardağı masaya bırakan Kenan Sipahi.

Adil'in keskin bakışları minnetle Kenan'a döndü. "Begüm. Onu en son çocukken görmüştüm fakat bir gün oğlumun hayatını kurtaracağını kim bilebilirdi?"

"Begüm'den bahsetmiyorum Adil."

Kenan'ın yüzündeki ciddiyet Adil'in alnını kırıştırırken dostunu belki de yıllar sonra ilk kez böyle gergin görüyordu.

"Neden bahsediyorsun?" Bütün bedenini can dostuna dönen Adil Bey, Kenan'ın huzursuzca kıpırdanması ile bir şeyler olduğunu daha net görebiliyordu.

"Gülsüm..." Dudaklarının arasından dökülen bu isim Kenan'ın boğazında bir kuruluk, yorgun kalbinde ince bir sızı ile karşılık buluyordu.

"Gülsüm? " dedi Adil zihnini yoklamak için, birkaç saniye bekledi ve ardından gözleri gerginlikle aralandı ve ağırca yutkundu. "Gülsüm Sarıca? Hani şu Ayhan Sarıcanın kızı?" Kaşları havalandığında Kenan, yüzündeki acıyı zar zor gülümseyerek sildi ve sessiz bir nefesle konuştu.

"Hatırlıyorsun demek?"

"Unutmam ne mümkün, kıza kafayı takmıştın. Senin yüzünden babası mirasından reddetmişti. İyi de anlamıyorum, 'Kızım var.' ne demek? Gülsüm ne alaka bunca yıl sonra Kenan?" Sesindeki telaş ve duygularındaki karmaşa ile arkadaşından bir cevap bekliyordu.

"Hamileydi." Kenan'ın ağzından bir sırrı yıllar sonra ortaya atarcasına çıkan fısıltı, bir yükten kurutur gibi omuzlarını çökertmişti.

"Ne?!" Adil'in bütün bilinci allak bullak olurken sandalyesini hızla geri çekti. "Ne diyorsun sen? Ne hamilesi Kenan?"

"Sakladım, herkesten sakladık ama beraberdik. Babası o yüzden Gülsüm'ü tüm aileden ve cemiyetten uzaklaştırdı zaten. O beni seçmişti, herkesi bırakıp beni seçti."

"Bir dakika." Adil afallamış bir şekilde gömleğinin yaka düğmesini açtı ve derin bir nefes çekti. "Gülsüm ve sen? Siz..." Kelimeleri toparlamakta zorlanıyordu fakat Gülsüm ile ilgili anımsadığı son şey o kadınla geçirdiği o geceydi.

"Biz beraberdik işte, hamile olduğunu öğrendikten sonra ona sahip olmak istedim. Bir ev açtım. Herkesten uzakta ve baş başa, doğumu beklediği bir ev."

"Bebeğe ne oldu?"

Adil'in 'Ne evi ne gizli saklısı ya da ne beraberliği?' demeden sorduğu tek şey bebekti. Bu durum Kenan'ın garibine gitse de üzerinde çok durmadı. Sadece konuşabildiği tek adama içindekileri anlatmak ve ondan bir fikir almak istiyordu.

"Yaşıyor, bir kız." Sesi titrerken gözlerinin dolmasına engel olmak adına bakışlarını masada sabitledi.

"Senin kızın, öyle mi? Bunca zaman sakladın mı?" Adil'in bir şeyleri çözmeye çalıştığını fark edemeyen Kenan başını iki yana salladı ve sıkkın bir nefes verdi burnundan dışarıya.

"Henüz emin değilim, bu gece olacağım."

Söylediği son kelime ile Adilin alnı kırıştı ve Kenan'ın neden bahsettiğini anlamaya çalıştı. "Bu gece neyden emin olacaksın?"

"Kız benim mi değil mi? Öğreneceğim fakat benim olduğunu hissediyorum. Bunun mantıklı bir açıklamasını yapamam fakat o kızı gördüğüm ilk anda bir şey oldu, onu yıllardır tanıdığımı hissettiren bir his, hiç yabancı gibi değildi sanki. O sanki bunca zaman karşıma çıkmayı bekliyor gibiydi."

Kenan'ın sesindeki şefkat Adil'i oturduğu sandalyede geri yaslanmaya iterken sıkkın bir nefesle konuştu. "Gülsüm de mi gelecek? Buraya yani."

"Hayır. Kız Begüm'ün arkadaşı. İşin ilginç yanıysa Begüm'e baya benziyor. Bilirsin Begüm bana benzer, ama bu kız daha çok Gülsüm ve benim karmama gibi... Fakat daha çok annesi."

"Kenan, anlattıkların şu an içinde bulunduğum durumdan beni çekip alsa da bahsettiğin şeyin farkında mısın? Bu kız Gülsüm'ün kızı ve senden bunca zaman saklamış. Bunun bir sebebi olmalı, belki kız senden değildir ya da başka bir şey."

"Hayır sandığın gibi değil, Gülsüm'ün kızdan haberi yok. İkimiz de bebeğin öldüğünü düşünüyorduk, yani bize resmen ölü dediler. Zaten o haberden sonra benim için hayatın akışı değişti."

"Değişti?

"Ben ve Gülsüm, bir daha eskisi gibi olamadık. Biz, yapamadık. Ben o çocuğu çok istemiştim sanırım, Gülsüm'den de çok. Ve içten içe bu bebeğin ölmesi; ikimizi de özgürleştirdi, birbirimize bir mecburiyetimiz kalmamıştı. Onu görmek bana, beni görmekse ona acı vermeye başladığında ben de daha fazla duramadım orada. Ne orada ne de onunla."

"O yüzden babası kabul etti geri, çünkü seni hayatından çıkartmıştı. Şimdi anlıyorum. Ayhan gibi inatçı bir adam muhtemelen kızının kendi isteği ile kendini seçtiğine inandığı için yeniden kanatlarının altına aldı Gülsüm'ü. Fakat gerçek ikinizin de vazgeçmesi olmuş."

"Ben vazgeçtim. Begüm vardı, Çiğdem umurumda değildi ama kızım için bu aşktan vazgeçmem gerektiğini o bebek öldüğünde anladım."

"Fakat ölmemiş. "

"Ölmemiş, yani sanırım. Dedim ya DNA testi olmadan bir şey demeyeceğim fakat eminim işte, biliyorum."

"Bunca yıl sonra bir kız daha, öyle mi̇?" dedi̇ Adil alaylı bir gülümseme ile.

"Kaybolan her yılın telafisini ona vermek istiyorum, onun eğer benimle büyüseydi nasıl bir hayat yaşayacağını bilmesini istiyorum."

"Tabi kızınsa."

"Tabi kızımsa... Ve eğer kızımsa bu bebeği bizden çalanı öyle ya da böyle bulacağım."

Adil'in eli can dostunun omuzuna kalktığında emin bir sertlikle sıktı. "Ben her koşulda buradayım Kenan."

"Biliyorum Adil."

 

 

♟♟♟

Begüm'ün aracı otelin ana kapısında durdurduğunda kendilerine doğru gelen valeyi görmezden gelerek bakışlarını yan koltukta tedirginlikle dudaklarını kemiren Nasya'ya çevirdi.

Dakikalardır tek bir kelime etmemiş ve bu gece Pars'la karşı karşıya gelecek olmanın heyecanı ile bulunduğu koltuğa mıh gibi yapışmıştı.

Duran araba motoru ile Begüm heyecanlı bir nefes aldı ve elini Nasya'nın bacağına doğru uzattı ve şefkat dolu bir sesle mırıldandı. "Hadi, burada böyle bekleyemeyiz. Muhtemelen her şey çoktan başlamıştır."

"Yapamam." Titrek ses arabada dolandığında Nasya, gözlerinin önünde bütün ihtişamı ile duran saraya bakıyordu.

Kapının önündeki magazinciler arabanın fotoğraflarını çekerken patlayan flaşlar onu sadece daha da geriyordu.

"Yapabilirsin, tabi ki yapabilirsin. Hadi ama, sen tanıdığım en cesur insanlardan birisin."

Uzanıp emniyet kemerini açtığında Nasya da isteksizce açtı kemerini. Begüm'ün kapısı vale tarafından açıldığında beklemeden aşağıya indi ve üzerindeki kırmızı saten elbiseyi özenle düzeltti.

Çıktığı arabaya geçen vale ile bakışları araca döndü.

Nasya indiği yan koltuktan şaşkınlıkla dolu bir korku ile etrafı izlerken Begüm onun bu halini oldukça komik buluyordu. Bunca kamera yüzüne patlarken Nasya far görmüş tavşan gibi duruyordu orada öylece.

Magazincilerin sorduğu saçma sapan sorular ile alnı kırıştığında Begüm beklemeden Nasya'ya doğru ilerledi ve usulca koluna girdi.

"Beni takip et ikiz." Kıkırdarken onu kırmızı hali ile süslenmiş yüksek basamaklara doğru ilerletti.

"Begüm Hanım arkadaşınız kim?"

"Begüm Hanım bunca yıl sonra yeniden burada olmak nasıl hissettiriyor?"

"İnzivada olduğunuz doğru mu?"

Sorulan soruları kibirli bir alayla görmezden gelen begüm Nasya'yla beraber birer birer çıktı sarayın basamaklarını.

İçeriden gelen hafif müzik Nasya'nın içindeki gerginliği arttırırken bunca zaman bu partilere hep garson olarak geldiği gerçeği ile baş etmeye çalışıyordu. Şimdi ise üzerinde tasarım bir elbise ve kusursuz makyajı ile uzun dalgalı saçları omuzlarından aşağıya akıyor, kendini en az buradaki kadınlar gibi bu hayata ait hissediyordu.

Birkaç hafta önce bu partilerden birinde hayatına giren bir adam için, önce nefret sonra tutku ve şimdi en kuvvetli hali ile özlem duygusunu yaşıyordu. Yaşadığı duygu onu buraya sürüklerken önünde uzanan merdivenlerde yüzünde heyecanlı bir şaşkınlıkla gülüş yerini aldı.

Adımları Begüm'le beraber ana girişe ulaştığında beklemeden geçtiler büyük kapılardan. Gelenler seyrekleşmiş, garsonlar boşalan tepsileri ile salon kapısından girip çıkıyorlardı.

Ana girişte toplanan kız grupları içerideki kalabalıktan kaçmış ve kendilerini balo salonunun dışına atmışken Nasya, Begüm'ün kendini içeriye çekiştirmesine sert bir duruşla engel olduğunda Begüm şaşkınlıkla bakışlarını Nasya'ya çevirdi ve adımlarını yavaşlatarak durdurdu.

"Ne oldu?" Meraklı sesi, gerginlikten göz bebekleri kocaman olan Nasya'ya döndüğünde alnı kırışıyordu.

"La- lavaboya gitmem gerek."

Kekeleyen sesi Begüm'den alaylı bir fısıltı alıyordu. "Sakin mi olsan acaba? Korkuyorum bayılıp kalacaksın diye."

"Lütfen. Sen içeri gir ve bana birkaç dakika yalnız kalmam için izin ver."

Titreyen sesi ile Begüm'den izin ister gibiydi. Pars'ın karşısına çıkmadan önce kendi ile baş başa kalmalıydı.

"Seni burada bekliyorum o halde." Begüm'ün sıcak sesi ile Nasya elini yanındaki bu genç kızın omzuna doğru kaldırdı ve minnettar bir sesle fısıldadı.

"İçeri gir, ben seni bulurum." Gözlerinin içi gördüğü bu yardımsever tavra karşı ışıltı ile parlarken bu kıza karşı içinde oluşan sevginin gayet farkındaydı.

"Telefonum yanımda. Eğer bulamazsan araman yeter."

Begüm'ün evhamlı sesi ile gülümseyerek başını salladı ve ona arkasını dönerek girdikleri koridora geri dönerek yönünü lavabolara çevirdi. Takip ettiği bilgilendirici tabelalar ile beklemeden ince topuklularının üzerinde koşar adımlarla o tarafa doğru ilerledi.

Attığı büyük adımlar elbisesindeki derin yırtmacı ortaya çıkarırken bunu dert etme gereği bile duymadan beklemeden kendini kadınlar tuvaletinden içeriye sürükledi.

Attığı ilk adımla, büyük aynaların önünde makyajını tazeleyen birçok genç kadın görüyordu. Dönüp bir kez bile bakmamışlardı Nasya'ya, oysa bunca zaman bu kadınlar ona hep yargılarcasına bakardı fakat şimdi bir şeyler farklıydı.

Gözleri aynadaki suretine döndüğünde derin göğüs dekolteli siyah elbise teninde parlıyor, kuaförün özenle belirginleştirdiği su dalgaları omuzlarında yerini alıyordu. Yüzündeki makyaj iri gözlerini ön plana çıkarmış, dudaklarındaki hafif pembe ruj bütün doğallığı ile büyüleyiciliğini tamamlıyordu.

Begüm baştan aşağıya her şeyi ile ilgilenmiş ve onu bu geceye olabilecek en kusursuz şekilde hazırlamıştı.

Aynadaki suretine bakarken kızlardan biri ile göz göze geldiğinde karşısındaki kızdan sıcak bir gülümseme aldı.

"Elbisene bayıldım, Louis Vuitton. Değil mi? Bu sezon daha yeni vitrinlere geldi diye biliyorum, yani birilerinin acelesi varmış. Ama çok yakışmış söylemeden edemeyeceğim, giyinmek bir sanattır."

Ardından sevimlice kıkırdadığında Nasya da gülümsedi ve yanlarına doğru ilerledi. Çantasını önündeki mermer tezgâha bıraktığında aynadaki aksine çevirdi gözlerini.

Pars beğenecek miydi acaba? Onu daha önce hiç böyle görmemişti.

Düşündü Nasya, kendisi bile kendini daha önce böyle görmemişti.

"Duydun mu Sare olayını?" Yanındaki kızlardan biri kıkırtı ile bir diğeri ile fısıldaşıyordu.

"Sapığın teki çıktı kadın iyi mi? Hahahaha..."

Alaylı sesleri ile Nasya gözlerini el çantasında sabit tuttu ve derin bir nefes çekti içine.

"Benim ilgilendiğim o değil, ilgilendiğim Pars'ın artık bekar bir adam oluşu." Sessiz bir iç çekişle devam eden genç kadın hayranlıkla konuşmaya devam etti. "Sence bir şansım olabilir mi? Yani onu daha önce hiçbir kadınla görmedim, tipi ne onu bile bilmiyorum."

"Sen çok güzelsin Seçil ama o sanki farklı kadınlardan hoşlanıyor gibi. Anlarsın ya sessiz sakin, uysal tipler..." Kıkırdadığında, adının Seçil olduğu henüz öğrenilen kız sıkkın bir nefes verdi burnundan dışarıya.

"Onun için light feminen de olurum. Aslında bir şey diyeyim mi, o ne isterse o olabilirim hahaha..."

Duyduğu sözler Nasya'yı ansızın öfkelendirdiğinde çantasını sertçe kavradı ve geldiği kapıya doğru attığı sert adımlarla mermer zeminde tiz tıkırtılar bırakarak çıktı içeriden.

Duyduğu şeylerin öfkesi bedeninde elektrik akımı gibi dolanırken bu adamın aynı anda kaç kadın tarafından arzulandığını düşünmek bile istemiyordu.

Oysa kendi, içeride onunla bir şansı olabileceğine bile inanmayan bu kızların arzuladığı ilgiyi elinin tersi ile itmişti. Günler önce o adamın yüzüne karşı onu istemediğini açık yüreklilikle haykırmıştı.

Elinin tersi ile ittiği ilgiyi bugün geri kazanmak için mi buradaydı?

Düşünceleri mantığının düşmanı gibiyken duyguları içindeki özlemi şahlandırdığı için buradaydı.

Pars yanlış anlamıştı ve Nasya bu yanlış anlaşılmayı düzeltmek için buradaydı. Ateş ile arasında herhangi bir şey olmadığını açıkça söylemek için gelmişti. Düşündüğü kadar ayran gönüllü olmadığını göstermek için.

"Nasya!"

Ateşin sesi kulaklarına çalınırken başını omuzlarının üzerinden geri çevirdi.

"A-ateş..." Onun bu gece geleceğini düşünmemenin verdiği afallama ile ona doğru birkaç adım attı.

"Çok güzel görünüyorsun. Yani kim bilebilirdi ki böyle bir salon hanımefendisine dönüşeceğini."

Yüzündeki gülümseme ile öylece gözleri Nasya'nın üzerinde gezindi.

"İltifat mıydı bu?" Kinayeli sesi ile gülümseyen genç kadın attığı adımlarla yönünü balo salonuna döndüğünde Ateş de onunla beraber adımlar atıyordu.

"İltifat tabi ki." Yumuşak ses Nasya'dan devrik bir bakış aldığında ikisinin de adımları nihayet balo salonunun kapısına yaklaşıyordu.

Kapının önündeki kalabalıkla olduğu yerde kalan Nasya, dışarıdaki fotoğrafçılar ve magazincilerin balo salonunun kapısına üşüşmesine bir anlam veremezken heyecanla kameralarını ayarlayan habercilerin bir anda fısıltılarını kesip otelin merdivenlerinde duyulan adım sesleri ile kameralarını o tarafa döndürdüğünü gördü.

Nasya'nın gözleri basamakları inen Pars'ın üzerinde sabitlendiğinde nefes almayı bıraktığını fark etmiyordu.

Aynı anda birçok şey düşündüğünü fark edemeyecek kadar heyecanlanmıştı. Pars'ın görüntüsündeki kusursuzluk bir yana onunla karşı karşıya gelecekleri an için binlerce kez prova yapmıştı kafasında fakat şimdi öylece karşısında gördüğünde hepsi birer birer uçup gidiyordu.

Ateşin nefesi kulağına doğru yayıldığında minnet dolu bir sesle konuşuşunu duydu.

"Her şey için teşekkür ederim. Hayatımı kurtardığın bile söylenebilir."

Nasya'nın kafası refleksle dibine bu kadar giren adama döndüğünde burun buruna geliyorlardı.

Anın şaşkınlığı ile bir süre öylece kalıp neden bahsettiğini düşündüğünde Begüm'ün Ateş için Pars'la konuş dediğini anımsadı ve gözleri Pars'ın üzerine döndüğünde basamaklardan inen Katipoğlu'nun son basamakta durduğunu fark ediyordu.

Delici gözleri Nasya'nın birkaç santim yanında sabitlendiğinde onun Ateş'e baktığını fark etmesi ile hızla Ateş'ten uzaklaştı.

Pars'ın bakışları bu kez Nasya'nın yüzüne dönüyordu.

Gazetecilerin fısıltılı sesleri, Pars'ın neden olduğu yerde kaldığına dair teorilerle yayılırken Pars, bakışlarını büyük bir hayal kırıklığı ile Nasya'nın gözlerinde sabitledi.

Koca salon, onlarca insan ve bütün ışıklar bir anda soluklaşmış ve ikisinin birbiri arasında kurdukları iletişim en belirgin hali ile kendini belli ediyordu.

Pars'ın yüzünde tiksintiye yakın bir gülümseme yerini aldığında, Nasya bunun sebebinin kendine bu kadar yakın olan Ateş olduğunu biliyordu. Hissettiği çaresizlikle dolan gözleri eşliğinde, başını 'hayır' der gibi iki yana salladı fakat Pars, gözlerini çoktan kaçırmıştı canını yakan bu küçük kızdan.

Nasya'nın sol gözünden bir damla yaş ansızın akarken, Pars'ın bakışları arkasına döndü ve verdiği baş işareti ile merdivenlerde görünen kadın, Nasya'nın kalbinin ortasında bir kurşun deliği açıyordu.

Deniz, attığı adımlarla büyük merdivenleri yavaşça inerek Pars'ı beklediği merdivenle yakalayıp yanında durmuştu. Pars'ın Deniz'e havalanan kolu, onu içeri girmeye davet ederken genç kız saklayamadığı heyecanla uzanıp Pars'ın koluna usulca girdi.

Nasya, boğazını yakan kurulukla zar zor bir yutkunuşu gönderdi boğazından aşağıya. Bakışları Pars'ın üzerinde gezindiğinde yüzündeki sert ifade ile altın yaldızlı merdivenleri inişini izledi. Etrafı deli gibi dönüyor, göğüs kafesi çaresizce çırpınıyordu.

Sert bir tokat yemiş gibi bir adım geri attığında, Pars son basamağı indi ve üzerine patlayan flaşlara aldırış etmeden yönünü balo salonuna çevirdi. Beraber attıkları adımlar, yerde sarılı kan kırmızı kadife halıda eş zamanlı atılırken, beklemeden balo salonuna doğru adımladılar.

Pars; gözlerini gördüğü o ilk an haricinde bir daha Nasya'ya çevirmemiş, kendine parlayan gözlerle bakan kadının yüzündeki acıyı ve ruhundaki hayal kırıklığını görememişti.

Nasya ise tam aksine; her anı yavaşlatılmış kareler halinde izledi. Deniz'in onunla beraber o basamaklardan inişini ve gururla koluna girişini izledi. Pars'ın o kızı bunca kameranın karşısına korkusuzca çıkardığını gördü.

Duygu karmaşası, magazincilerin yüksek bir bağırışla sorduğu sorularla toparlanırken, aralarından sadece bir tanesine cevap verildiğini duyuyordu.

"Hanımefendi kim Pars Bey?"

"Bir arkadaşım, geldiğiniz için teşekkürler arkadaşlar."

Emin tınısı duyulan son kelime ile yönünü içeriye çevirmesine neden olduğunda ,öylece ikisinin de gözden kayboluşunu izledi.

Sol gözünden bir damla daha yaş aktığında boğazında oluşan bir düğümle yutkunamadığını hissetti.

Buraya açıklama yapmak için geldiği adam, kolunda metresi ile gelmiş ve açıkça kameralar karşısına geçip açıklamasını yapmıştı.

Nasya gözünden akan yaşı yavaşça silerken burnunu sertçe çekti ve derin bir nefes alarak kendini toparlamaya çalıştı. Omuzlarını dikerek yönünü Çırağan Sarayı'nın ana girişine çevirdiğinde, burada bir dakika daha kalmak istemediğini biliyordu.

Bu adama değmezdi. Ona açıklama yapmaya değmezdi.

"Nasya." Ateş'in titrek sesini duymazdan geldi ve yönünü arkaya çevirdi.

Attığı hızlı adımlar ana kapıya yöneldiğinde ,kulaklarında kalın bir tını usulca dolandı.

"Nasya?" Duyduğu sesleniş durup bakışlarını geri çevirmesine neden olmuştu.

Gözlerinin önündeki adam elindeki viski bardağı ile kendine doğru attığı emin adımlarla tam dibinde durmuştu.

"Kenan Bey?" Titrek sesi ve dolan gözleri kendini belli ederken Kenan'ın bakışları gördüğü kızarık gözlerde sorgularcasına dolandı.

"Senin neyin var?" Saklamaya çalıştığı telaşı ile elini Nasya'nın omzuna doğru uzattı ve sevecen bir ifade ile başını eğerek yüzüyle aynı hizaya geldi.

"Sadece, eve gitmek istiyorum."

Nasya'nın cam gibi parlayan gözleri her an yeni bir ağlamayı başlatacak gibiyken Kenan sıkkın bir nefes verdi. "Biri bir şey mi dedi?!"

Sert çıkan sesi ile Nasya usulca bakışlarını yere indirdi ve başını hayır der gibi iki yana salladı. "Hayır, sadece burada olmak istemiyorum. Benim için bir davetiye ayarladığınızı biliyorum ama üzgünüm. Burada kalamam." Hızla yönünü ana kapıya çevirdiğinde beklemeden çıktı dışarıya.

Arkasından gelen Kenan Bey, elindeki viski bardağını kafasına dikerek girişteki karşılama masalarından birine bıraktı ve Nasya'nın peşinden hızla çıktı. Basamakları koşarak inen genç kızın peşinden hızla devam etti ve ona yetişerek ince bileğini kavrayarak dikkatini kendine çevirdi.

"Bekle bir dakika, nereye gidiyorsun böyle?"

Magazincilerin dikkati kapının önündeki hareketliliğe döndüğünde Kenan Sipahi Nasya'yı sırtından destekleyerek aracına doğru ilerletti. Aracın etrafında bekleyen korumalar hızla kapıları açtıklarında ikisi birden beklemeden bindiler aracın içine.

Nasya yüzündeki yaşları silerken, akan makyajından habersizdi. Kenan, kızını böyle görmenin gerginliğini yaşarken onun neden böyle ağladığını anlamaya çalışıyordu.

Yakasındaki saten mendili yerinden çekip çıkarıp Nasya'ya uzattığında, Nasya'nın koyu kahveleri Kenan Bey'in elindeki mendilde gezindi ve bastıramadığı bir hıçkırıkla yüzünü ellerinin arasına aldı.

Bu kez durduramıyordu kendini, kimin yanında olduğunu düşünecek durumda da değildi. Bildiği tek bir şey vardı. Pars, bu gece buraya o kızın elinden tutup gelmişti. Öncesinde de onun yanındaydı ve sonrasında da onun yanında olacaktı.

Gördüğü günden beri aklında çıkmayan o fantezi odası zihninde canlanıyordu. Pars'ın ondan sakındırdığı ilgisini bu kadına verdiğini, ilgisini ona yönlendirdiğini, tenine dokunduğunu, gözlerine baktığını...

"Buraya gel." Kenan Bey duyduğu acılı ağıtlara dayanamayarak kollarını Nasya'ya sardı ve onu göğsüne bastırdı.

Nasya ise bu durumdan hiçbir rahatsızlık hissetmediği için geri çekilmedi bile. Aksine giderek daha da salıyordu kendini.

 

 

♟♟♟

Pars, gelen davetliler ile göz teması ile selamlaştıktan sonra ilgisini babasına çevirdi.
Adil Bey, gururla elindeki kadehten bir yudum aldı ve tüm salonu kibri ile süzdü.

"Düşündüğümden de kalabalık." Tatminkâr mırıltısı Pars'tan acıyıcı bir bakış alırken burnundan içeriye sert bir nefes çekti.

Bu gece Nasya'yı Ateş'in dibinde görmek, isteyeceği son şey bile değildi ama olmuştu.

O kadına yaklaşırken sürekli hakarete uğrayan kendinin aksine, kafasını her çevirişinde Nasya'nın o adama böyle sınırsız bir izin vermesi öfkeden çok canını yakıyordu.

Sevilmeyişini iliklerine kadar hissettiği her an, Nasya'nın ona kapı duvar olduğu anlarla özdeşleşiyordu.

Bu gece, hiç bitmeyecek bir kâbus gibi geçecek korkusu onu salonun içine gözlerini çevirmekten alıkoyuyordu. Onları bir masada yeniden dip dibe görecek olmaktan deli gibi korkuyordu. Ölümden bile korkmayan bu adam, Nasya'yı başka bir adamla beraber görmekten deliler gibi korkuyordu.

Bakışları babasına döndüğünde yüzünde yayılan mutluluk midesinde tiksinti duygusunu oluştururken düşündü; bu adama tahammül edemiyordu, onu tatmin etmekten duyduğu mide bulantısına katlanamıyordu.

Ama bu şirket, bu soyadı onundu. Bu başarı öyle ya da böyle ona aitti, onu kurtarmak kendi için yaptığı bir şeydi. Hayatta bildiği en iyi şey; çalışmak, yükselmek, yönetmek, hep hep hep daha fazlasını katmak.

Kendilerine doğru gelen Begüm ile Adil'in gözleri bu genç kıza döndü ve yüzünde sahte bir tebessüm yerini aldı.

"Adil amca." Begüm'ün sıcacık sesi masada dolandığında Adil dirseklerini yasladığı masadan geri çekti ve Begüm'e çevirdi tüm dikkatini.

"Sana bir can borcum var Begüm." dedi minnettar bir tını ile.

"Beni tanımana şaşırdım. Çok küçükken birkaç kere görmüştüm seni, şimdi böyle karşılaşmak oldukça garip." İğneleyici sesi ile Pars burnundan histerik bir nefes verdi.

Begüm'ün bakışları Deniz'e döndüğünde şaşkınlıkla süzdü onu birkaç saniye ve ardından aralandı dudakları.

"Babamı arıyorum fakat bulamıyorum, haberiniz var mı?" Bakışları, sorduğu soru ile Adil'e döndü.

"Buralardadır, o gelene kadar bize eşlik et." Adil'in babacan sesi ile Begüm sessiz bir tebessüm eşliğinde yeniden konuştu.

"Aslında bir arkadaşımı bekliyorum, onu kaybettim de." Gözleri Pars'a döndü. Pars gözlerini anlamsızca kıstığında kelimesini tamamladı. "Nasya. Bana 'Sen gir, ben de gelirim.' demişti fakat ortalarda yok."

Pars kadehinden aldığı yudumu zar zor yuttuğunda bakışları Begüm'ün gözlerinde sabitlendi. "Etrafına iyi bakarsan bulacağına eminim."

Öfkeli bir hırıltıyla aralanan dudakları Begüm'ün üzerine doğru yayıldı. Aklı karışan Begüm, onların karşılaşıp karşılaşmama olasılığını düşünürken buluyordu kendini.

"Kapıda ayrıldık, makyajını tazelemesi gerektiği için ama-"

"Makyajını dağıtmakla meşgul görünüyordu."

Pars'ın öfkeli sesi, Adil'in patavatsızlığı ile bölündü. "Tabi ya şu kız, adı Nasya mıymış?"

Begüm Pars'ın öfkesini sorgulamak istese de Adil'in söylediği şey ile merakına yenik düşüyordu.

"Şu kız?" Sorgulayıcı sesi ile Adil farkında bile olmadan bombayı patlatıyordu.

"Kenan bahsetti, bugün DNA testinin sonucunu öğrenecekmiş. Senin cici kardeşinle anlaşabilmen ne güzel. İnsanlar bunu öyle kolay kabullenmez normalde."

"Cici kardeş?" Pars'ın sesi orantısız bir yükseklikle çıktığında Begüm olduğu yerde öylece kalıyordu.

Duyduğu şeylerin afallaması ile hiçbir şey demeden bakışlarını Adil Bey'in yüzünde sabitledi.

"Sen bilmiyor muydun yoksa? Ben baban söylemiştir diye düşündüm."

"Nasya, babamın kızı olabilir mi?" Fısıltılı sorgu ile titreyen sesine engel olamıyordu.

"Baba ne saçmalıyorsun, Kenan ne alaka?" Pars'ın sesi azarlarcasına çıkarken böyle bir gerçeğe ansızın yakalanmanın verdiği kargaşayı yaşıyordu.

"Kenan'ın gençlik hatalarından biri işte."

"Lan ne hatasından bahsediyorsun sen! Nereden çıktı bu bir anda!" Pars'ın öfkesi ,masaya sertçe bıraktığı bardakla kendini belli ediyordu.

Begüm ağırca yutkundu ve masaya eğreti bıraktığı çantasını alarak, dolan gözlerini sakinleştirdi, müsaade alarak ayrıldı yanlarından.

"İzninizle."

Beklemeden yanlarından ayrılırken Pars öne doğru eğildi ve babasının gözlerine sabitledi bakışlarını.

"Kenan ve Nasya ne alaka baba? Ne saçmalıyorsun sen?"

"Düzgün konuş benimle. Kenan gençliğinde Gülsüm diye bir kadına takmıştı. Ne bileyim, çocuk öldü demişler o da öyle bilmiş ama kızı görünce araştırma yapıyor. Meğer kız Gülsüm'ün kızıymış, bu da 'DNA istiyorum.' diye tutturdu."

"Gülsüm Sarıca." Pars'ın dudaklarından dökülen kelimeler Adil'de onaylayıcı bir mırıltı aldı.

"Evet, dua ediyorum bu iş benim başıma patlamasın." Adil'in homurtulu bir sessizlikle konuştuğu şey ile Pars'ın alnı kırıştı ve bakışları sertleşti.

"Ne demek bu?" Dişlerinin arasından fısıldadığında Adil gözlerini oğlundan kaçırdı ve sıkkın bir nefes verdi. "Baba!"

Pars'ın öfkesi Adil'in üzerinde dolandığında Adil Bey, gördüğü tavra sinirlenerek keskin bakışlarını oğlunun yüzüne çevirdi. "Gülsüm'le geçmişte bir şeyler yaşadık! Kız başıma kalırsa boku yerim! Bununla da kalmam Kenan'la aram bozulur!"

Pars duyduğu şeyle sert bir tokat yemiş gibi nefesini tuttu. Etrafı dönerken ensesinden aşağıya soğuk bir damla yaş aktı.

"Nasya..." dedi kekeleyerek. "S-senin kızın olabilir mi yani?" Kelimeler boğazından zar zor sıkıştığında ses tellerine eziyet edercesine çıkıverdi dudaklarından.

"Umalım ki öyle olmasın."

"O-o be-benim..." Kaybolan dengesi ile ellerini masaya yasladı ve bakışlarını beyaz masada sabitledi. Gözlerini birkaç saniyeliğine sıkıca yumdu.

"Bana bir kız yeter Pars. İnan bana."

Duyduğu sözlerle gözlerini yeniden araladığında ellerini usulca geri çekti ve oturduğu sandalyede geri yaslandı. "Ne yaptın lan sen?"

Bakışları babasına döndüğünde Adil, gördüğü bu alakasız tavrın karşısında öfkelenemeyecek kadar şaşkına dönüyordu.

"Ne yaptın lan sen! Ne demek benim kızım olabilir! İnsan dünya üzerinde kaç evladı var bilmez mi lan!"

Elini sertçe masaya geçirdiğinde Adil, hızla etrafı süzdü ve gerginlikle kıpırdandı. "Kırarım o elini senin it! Bunca insanın içinde haline tavrına dikkat et! Sikmeyeyim seni burada!"

"O kız benim kardeşimse var ya!" Bir kez daha geçirdi elini masaya ve babasına doğru eğilip kulağına doğru fısıldadı. "Hayatını sikerim senin! Bana bunu da yaşatırsan, yaşattığın onca şeyden sonra bunu da yaşatırsan sikerim senin o değersiz hayatını Adil Katipoğlu!"

Hızla oturduğu masadan kalktığında Deniz de peşinden kalktı ve Pars'ın attığı büyük adımlara yetişmek için var gücüyle koşturmaya başladı.

 

Loading...
0%