@nurdogru26
|
Bölüm 16 / Kalabilirsem bu hikâyede
Bölüm şarkısı - Anıl Emre Daldal - B.
Araba eski gecekonduların sokağına girdiğinde Kenan Bey; gözlerini ağlaması henüz biten ve yorgun bedenini yan koltuğa salan genç kıza çevirdi. Nasya avuçlarında tuttuğu saten mendili parmaklarının arasında sıkıştırarak zar zor yutkundu. Maskarası yanaklarına doğru akmış, yüzünde koyu lekeler bırakmıştı. Burnunu usulca içine çektiğinde araba apartmanın kapısında durdu. Bakışları avuçlarındaki mendilden cama döndüğünde sessiz bir nefes alarak elini kapı kulpuna uzattı ve bakışlarını Kenan Bey'e çevirdi. "Ben, her şey için teşekkür ederim." Fısıltılı sesi ve yorgun gözleri ile buruk bir tebessüm yerini aldı dudaklarında. "İyi olduğuna inanmak istiyorum Nasya." Kenan Sipahi, bu küçük kızı bırakıp öylece gitmek istemese de şu durumda onunla kalmanın bir dayanağı olmayacağını biliyordu. Kendi kızı olup olmadığını henüz bilmezken onun yanında hangi sıfatla kalabilirdi? Karşısına geçip 'Seni çok istedim Nasya, dünyaya gelmeni çok istedim ama seni benden aldılar. Şimdi izin ver, baban biraz seninle kalsın.' demek istiyordu ama emin olamamak ve içindeki o can sıkıcı şüphe tüm bunları engelledi. "İyi olacağım, merak etmeyin. Begüm'e özür dilediğimi söyleyin lütfen." Yeniden buruk bir gülüş yüzünde yerini aldığında beklemeden açtığı kapıdan aşağıya indi ve araçtan uzaklaşarak kaldırıma doğru sessiz birkaç adım attı. Arabaya döndüğü bedeni ile bakışları Kenan sipahinin sert yüz ifadesinde takılı kaldı. Bu adama karşı içinde oluşan minnet ve anlamlandıramadığı sevgiye bir açıklama bulamıyordu. Sadece; bu gece yaşadığı hayal kırıklığını onun yanında sakinleştirmiş olmak, dingin hissettiriyordu. "İyi akşamlar." Kenan'ın gözleri 'gitmek istemiyorum ' der gibi bakarken Nasya usulca başını salladı ve fısıltı ile karşılık verdi. "İyi akşamlar Kenan Bey." Ardından motoru çalışan araba, birkaç saniye içinde arkasındaki koruma araçları ile beraber hızla gözden kayboldu. Nasya'nın bakışları ellerinde tuttuğu mendile döndüğünde yüzünde hüzünlü bir gülümseme oluşmuş, durumun komikliğine ve absürtlüğüne silik bir tebessüm bırakmıştı. Yönünü apartmanın girişine çevirdiğinde çantasındaki anahtarı çıkardı ve demir apartman kapısının anahtar deliğine uzandı. "Nasya abla!" Efla'nın fısıltılı sesi ile bakışlarını omuzunun üzerinden geriye çevirdi. Küçük kızı, odasının camından ona seslenirken gördüğünde yorgun bir nefes aldı ve yüzüne özlem dolu bir gülümseme yerleştirdi. Ardından elini kaldırarak ona selam verdi. "Efla, nasılsın?" Sesindeki çatal ve tınısındaki tıkanıklıkla konuştuğunda Efla ağladığını anlayabilmişti. "Bekle, hemen geliyorum." Geri çekilip pencereyi kapattığında Nasya yönünü apartmanın kapısına çevirerek beklemeden açtı apartman kapısını. Geriye ittirdiği kapı ile sırtını söveye yasladı ve Efla'yı beklemeye başladı. Teni zaten ürperirken sırtındaki demir söve daha da üşümesine neden olmuştu. Sessiz sokakta duyulan terlik sesleri ile Efla, sırtına aldığı kışlık bir hırka eşliğinde Nasya'ya doğru koşar adım geldi. Adımları nihayet abla dediği genç kızın yanında durduğunda alnı kırıştı ve bakışları güzel yüzünde akan makyaja döndü. "Abla?" Telaşlı sesi ile korkuyla açtı gözlerini. "İyiyim merak etme, zor bir geceydi." Gülümseyerek bitirdiği konuşma ile ellerini omuzlarında gezdirerek üşümesini dindirmek istedi. "Bize gel, bir kahve içelim." Efla'nın yumuşak sesi ile başını iki yana salladı ve mırıltıyla konuştu. "Dağılmış durumdayım. Banyo yapıp derin bir uykuya bırakacağım kendimi. Yarın müsait olursan sen gel bana, anlatırsın hayatında neler olup bitiyor." "Abla ben de geleyim o zaman. Böyle bırakmak istemiyorum seni. Söz veriyorum hiç sesimi çıkarmam. Yoksa aklım sende kalacak." Nasya ellerini Efla'nın omuzlarına doğru kaldırdığında sevecen bir tavırla onu tutup kendine çekti ve sıkıca sarıldı. Efla'nın kolları ablasının sırtında birleştiğinde teninin buz gibi olduğunu hissetti. "Çok üşümüşsün. Bu kıyafet, bu havada giyilir mi?" Azarlarcasına çıkan sesi ile Nasya'dan histerik bir gülümseme aldı. "Bu elbise, insanı bu mahallede üşütür. İnan bana bunun gibi giyinen kadınlar ve onların bulundukları mekanlar sıcacık. Ama haklısın, bu elbise de o sıcak mekanlar da bana göre değil." Bıraktığı fısıltı ile geri çekildi ve yönünü apartmana çevirdi. "Hadi iyi geceler ablacığım, sen de üşümeden eve gir." Ardından beklemeden merdivenlere ilerledi ve Efla'yı ardından bıraktı. Gözlerindeki yaşları gizlemek için daha fazla kalamayacağını biliyordu. Basamakları ayağındaki topuklularla zar zor çıkarken yanaklarından kayıp düşen yaşları silmeye bile çalışmadı. Nihayet buğulu gözleri ve acıyan bilekleri ile daire kapısının önünde durduğunda anahtarı beklemeden kapı deliğine geçirdi ve açılan eski kapı ile içeriye bir adım atıp kapıyı hızla kapattı. Uzanıp duvarda gezdirdiği elleri ile salonun ışığını yaktı. Bakışları, sırtını henüz yasladığı kapıdan evin içine ve sessizliğe döndüğünde acı bir gülümseme ile fısıldadı. "Yine kaldın bir başına, bak yine yapayalnızsın." Eğilip bileklerindeki ince deri bağcığı açtığında birer birer çıkardı sivri topuklu ayakkabılarını ve kapının yanına doğru savurdu. Kısalan boyu ile uzun etekler yeri süpürürken straplezinden tuttuğu elbiseyi sertçe yerine oturttu ve beklemeden adımlarını yatak odasına çevirdi. Attığı adımlar yatak odasına ulaşırken elindeki anahtarı içeri girdiği odada yatağın üzerine fırlattı ve peşinden çantadan da kurtuldu. Yatağının ucuna usulca çöktüğünde bakışları çaprazındaki aynaya dönüyordu, yüzünün halini ilk kez gördü. Göz altları kararmış, uzun kirikleri birbirine yapışmış, gözünün akı kırmızıya dönmüştü. Burnunun ucu kızarıp hafifçe şişmiş, yanaklarındaki göz yaşı izleri fondöteninde hayalet izler bırakmıştı. Kelimenin tam anlamı ile mahvolmuş gibiydi. Bunu kendine yaptığı için Pars'a kızgındı, ona bu hakkı verdiği için kendine de. Birçok şeyi aynı zaman diliminde düşünüyor, o adama karşı hissettiği bu duygular için kendinden nefret ediyordu. Bu kadar aciz olmadığını biliyordu ama bilmediği bir yönü onu bu çaresizliğe itmişti. Bunu, onu ilk gördüğü gece yitirdiğini biliyordu. O partide, yaralarını saran ve onunla ilgilenen gizemli adamı yeniden görecek olmanın heyecanı ile kendine çeki düzen vermeyi denemesinin asıl nedeni buydu. Şimdi bulunduğu noktaya bakılacak olursa işler hiç de onun planladığı gibi gitmiyordu. Tüm bunlar onda ani bir frene yol açarken kendini bu adamdan olabildiğince uzak tutmaya çalışmıştı fakat kaderinin işleyişi buna müsaade etmeyip bir hamster çarkı gibi ne kadar hızla kaçarsa o kadar hızla geri çarpıyordu onu bu adama. Şimdi durup baktığında bütün sorunlar ortadan birer birer kalkmış, Pars ile arasında Sare de dahil olmak üzere hiçbir engel kalmamışken sert bir betona çarptığını hissetmişti. Pars'ı o kızla onca insanın içine çıkacak kadar gözü kara görmek; içindeki öfkeyi, kırgınlığı ve nefreti harlıyordu. Bu gece bütün saçmalıklara onunla konuşabilmek için katlanmış fakat onu metresi ile el ele görerek aradığı cevabı bulmuştu. Pars'ın ne Nasya umurundaydı ne de Ateş ile onu yan yana görmek. İlk fırsatta koluna bir başkasını takabilecek kadar umursamamıştı bu konuyu. Zengin bir adamın her şeyi almaya alıştığını ve onu da alınacak bir eşya olarak gördüğüne inandı. Sonunda sıkılan playboy, genç kızı görmezden gelmekte pek de zorlanmamıştı. Bedenini yatakta geri serdiğinde gözleri tavana dönüyordu. Yamalı tavanına, başından beri ona yuva olan bu eski eve. Gözlerinden şakaklarına doğru akan yaşlar sıcaklığı ile tenini yakarken o hıçkırmadan sessizce zavallı haline ağlıyordu. Kendi zavallılığına ve bu gece çaresizce onunla karşılaşacak olmanın heyecanına öfkeleniyordu. Bu gece aynı anda birçok duyguyu yaşamışken şimdi yamalı tavanına bakarak bazı kararlar alıyordu. Bazı keskin kararlar.
♟ Karanlık gecede atılan sert adımlar, Çırağan Sarayı'nın arka kapısından otoparka doğru uzarken Pars, içinde tuttuğu öfke ile bir an önce buradan uzaklaşması gerektiğini biliyordu. Koruma araçları otoparkta sırası ile dizilmişken Davut, elinde tuttuğu sigaradan derin bir nefes daha çekti. Patronunun kendine doğru geldiğini göremeyecek kadar meşguldü. Aynı anda bu gecenin bütün güvenliğini sağlıyor ve patronunun istediği her şeyin eksiksiz yerine getirildiğinden emin oluyor, bir yandan da kısa bir sigara molası vermeye çalışıyordu. "DAVUT!" Keskin tını boş alanda yankılandığında, Davut olduğu yerde sıçramış ve korkuluyla sigarasını parmaklarının arasından düşürmüştü. Telaşla yüzünü kendine doğru öfke ile gelen Pars Katipoğlu'na çevirdiğinde üzerindeki takım elbiseye hızla çeki düzen verip ona doğru seri adımlarla yaklaştı. "Neredesin lan sen? Neden içeride değilsin? Sana ihtiyacım olduğunda neden ortalarda olmuyorsun?" İri eller Davut'un yakasını sardığında Davut, neye uğradığını şaşırmış bir şekilde tepkisiz kaldı. Patronunun alnı sertçe kendi kafasına çarptığında arkadaki korumalar korku ile sıra sıra dizildi ve bakışlarını yere indirdiler. Pars gibi bir adam bu kadar öfkeliyken onun göz kontağına kapılmaktan deli gibi korkuyorlardı. "Ne boka yararsın sen! Gölgem gibi arkamda gezmeyeceksen ne boka yararsın Davut!" Hakaret dolu bağırtılar ile Davut gözlerini yerde sabit tutmaya devam ediyordu. Çünkü direkt gözlerine bakamazdı, böyle bir anda Pars'ın gözlerine meydan okurcasına bakmak sadece can sıkıcı sonuçlara sebep olurdu. "Deniz'i eve gönder! Sonra da beni bul! Şimdi siktirip gideceğim ve sen olabilecek en hızlı şekilde yanımda olacaksın! DUYDUN MU?" Davut'un başı usulca bir kez aşağıya ve bir kez yukarıya sallandığında anladığını en itaatkâr şekilde gösterdi. Sıkıca tutulan yakaları sertçe geri ittirildiğinde, sendeleyerek geriye doğru birkaç adım attı ve kendi arabasına doğru ilerleyen patronunu izledi. Ne kadar öfkeli olduğunu görebiliyordu ve bu durum, Davut'un boğazında bir kuruluk hissi oluşturdu. Ne olup bittiğini bile anlamadan her şey birdenbire olmuştu, fakat düşünmeye vakti yoktu. "Serhat, iki araç Pars Bey'i takip etsin! Serdar, Deniz Hanım'ı evine bırakın! Biri benim arabamı getirsin! ÇABUK!" Bağırtısı otoparkta yayıldığında emrindeki adamlar hızla onun kendinden istediklerini yaptılar. Pars çoktan aracına bindi ve otoparkı bağırtısı ile dolduran bir motor sesi ile hızla geçip gitti yanlarından. Peşinden çıkan koruma araçları ile Deniz beklemeden kendi için açılan araç kapısına doğru ilerledi ve yüzündeki çaresiz üzüntü ile hevesi kursağında kalmış bir şekilde içeriye girdi. Davut her birinin birer birer ayrılışını izlerken nihayet kendi aracı da hızla önünde durdu. Pars'ın aracı arkadaki korumaları zorlayacak bir hızla asfalt yolda akarken, araç şehir içine kırıldı ve büyük plazanın güvenliğinden yerdeki tozları uçuştururcasına geçti. Otoparkın ortasında durdurduğu aracın direksiyonunu avuçlarının içinde sıkarken, gözleri dolmuş ve görüşünü bulanıklaştırmıştı. Boğazındaki yumru tükürüğünü yutmakta zorlandırırken , zihni ona boktan oyunlar oynuyordu. Kapattığı gözleri ile Nasya'nın sureti karanlığını aydınlatıyor, iri gözleri şu an ona karşı beslediği hislerden deli gibi korkan bu adamın karalarında sabitleniyordu. O kadına dokunuşu ve aldığı zevki düşünmek midesinde sert bir yumru gibi belirdiğinde, kusacak gibi olduğunu hissetti. Sol elindeki titreme ansızın kendini belli ederken kapanan gözler otoparkın içine aralandı. Koruma araçları arkasında yerini aldığında, dudaklarına dolan demir tadını alması ile titreyen elini dudaklarına doğru kaldırdı. Kanayan burnu ile bakışlarını geri çektiği elindeki koyu kırmızı kanda gezdirdi. Alnının ortasına saplanan acı eşliğinde sert bir nefes çekti içine. Uzanıp yakasındaki mendili aldığında beklemeden burnuna bastırdığı mendille aracın kapısını açtı ve aşağıya bir adım attı. Davut'un arabası nihayet otoparka girdiğinde park etme gereği bile duymadan hızla araçtan inip patronuna doğru koştu. "Pars Bey!" Telaşlı ses boş alanda yankılandığında Pars, elini kaldırarak 'sorun yok' der gibi bir işaret verdi, ardından asansöre doğru ilerledi. "Takip et beni." Peçeteden dışarı yayılan boğuk ses ile Davut beklemeden adım adım Pars Katipoğlu'nu takip etti ve açılan asansör kapıları ile içeriye bir adım atıp kapıların kapanmasını beklediler. "Efendim, Feridun'u çağırmamı ister misiniz?" Davut'un korkulu sesi, Pars'ın beyaz gömleğine akan kanla beraber stres dolu bakışlara neden oluyordu. "Gerek yok dedim!" Nihayet katları hızla çıkan asansör sonunda en üst katta durmuş ve kabin kapıları büyük salona açılmıştı. Bütün İstanbul manzarasını, ayaklar altına seren panoramik camları ile içerideki yüksek tavanlar ortama ferahlık katıyordu. Pars beklemeden içeriye doğru birkaç adım attı ve kabinden çıktı. Davut bir adım arkasından ilerlerken Pars, kanlı mendilini avuçlarının arasında sıkıştırarak koyu kahve deri koltuklara doğru ilerledi ve bedenini soğuk deriye sertçe serdi. "Canınızı sıkacak bir şey mi oldu efendim? " Pars'ın üzerindeki gerginliği bir kör bile fark edebilirdi ve Davut, bu durum karşısında ne yapacağı konusunda oldukça stresliydi. "Kenan'ın aile doktorunu bul, muhtemelen bu gece bir DNA testi yaptıracak ve sen bana sonucu söyleyeceksin! Kenan'dan bile önce ben öğreneceğim! Duydun mu?!" "A-anlamadım?" "Anlamana gerek var mı? Sana ne diyorsam onu yap! Bana, o sonucu bu gece öğreneceksin! Kafamı siktiğimin duvarlarına vurmama şu kadar kaldı! Aklımdan geçenler ruhumu sikiyor Davut! Öğrenmem gerek, benim öğrenmem gerek!" "Efendim, neyi öğrenmeniz gerek?" "Dediğimi yap lan!" "Emredersiniz." Hızla arkasını dönerek evin arka odalarına doğru ilerledi ve gözden kayboldu. Pars, o salonda bir başına kaldığında kafasını patlatmak istercesine kendini belli eden ağrı; başına attığı sert yumruklara neden oluyordu. "Baba! BABA!" Atılan sert yumrukların arasında sayıkladığı tek kelime buydu. Ardından görüşünün bulanıklaştığını fark etmeye başlıyordu. Bilinci ellerinden kaymak için deli gibi bir savaş verirken elleri ile oturduğu koltuktan destek alarak ayağa kalktı. Yüzünü yıkarsa kendini toparlayabileceğine olan inancı ile ayağa kaldırdığı ağır beden, etrafın ansızın kararması eşliğinde ortadaki koyu kahve halının üzerine serildi. Bir kuklanın içinden çekilen bir el gibi ansızın boşalan bedeni, kapanan bilinci ile sertçe bedenini yere serdiğinde öylece hareketsiz kalıyordu. Çarpmanın etkisi ile kafasından sızan ince kan yavaşça yerdeki mermere yayılırken , o farkında bile değildi. Onun gibi dik duran güçlü bir adamın ansızın böyle kopup gideceğini kimse de bilemezdi. Hafife aldığı hastalığının ne kadar ciddi sonuçlara yol açabileceğini görememişti. Her şeyi, herkesi kontrol eden ve kollayan bu adam; kendindeki acizliğin ve sıkıntının farkında bile değildi. Çok yakında, bedeninin onun komutlarını dinlemeyecek olacağının da öyle. Davut, telefon konuşmasını henüz bitirmişken aceleci adımları çatı katındaki bu dairenin büyük salonuna döndü. Bakışları ilerideki koltukta Pars'ı ararken onu orada bulamamış olmanın şaşkınlığı ile gözlerini arkasında kalan mutfağa çevirdi. "Efendim, neredesiniz?" Yegâne attığı adımlar ile salonun içine ilerlediğinde gözlerinin önündeki manzara ile bütün bedenini korkulu bir alev sarıyordu. Yerde öylece yatan Pars ve kafasının altından zemine yayılan koyu kanla beraber , hızla patronuna doğru ilerledi ve yanına varınca dizlerinin üzerine çöktü. Başını ellerinin arasına aldığında, yüz üstü yatan bedeni kendine doğru çevirip yüzünü görebileceği bir pozisyona soktu. "Pars Bey!" Titreyen çenesi ile yüzündeki kanların çıkış noktasını anlamaya çalışıyordu ama haddinden fazla akan kan ile nereye bakacağını bile bilmediğini fark etti. "Efendim, yalvarırım bir şey söyleyin!" Gözleri dolarken böylece hareketsiz yatışı ona korkunç şeyler hissettiriyordu. Ceketinin cebindeki telefonu çıkarmadan önce özenle tuttuğu başı yavaşça dizlerinin üzerine bıraktı ve telefonun ekranında son aramalarda olan Feridun'un numarasına tıkladı. Çalan telefon, gecenin bir yarısı da olsa açılmak zorundaydı, çünkü Pars'ın hastalığı Feridun'u da paranoyak bir hale sürüklemekten geri durmamıştı. "Efendim Davut?" Orta yaşlı adamın evhamlı sesi ahizede yayıldı. "Kanıyor." dedi Davut, bakışları dizlerinde yatan patronuna dönerken. "Çok kanıyor." Feridun'un birkaç saniyeliğine kesilen sesi telaşlı bir bağırışa döndü. "Ne kanıyor Davut? Ne kanıyor neyden bahsediyorsun?" "Başı, başı kanıyor Feridun. Nereden geldiğini göremiyorum, yüzü kan içinde. Sadece beş dakika, onu sadece bu kadar süre yalnız bıraktım. Yerde öylece yatıyor, hareketsizce öyle..." "Ambulansı ara! Hemen ambulansı ara hastaneye geçiyorum." "Y-yapamam, beni mahveder. Anlıyor musun? Ambulansı falan arayamam, buraya gel! Hemen gel!" "Lan ölecek! Kan kaybediyor diyorsun! Hastaneye getir! Ambulansı arayamazsan kucakla getir! Orada hiçbir bok yapamam! O çocuğu ihmalim öldürürse ne olur biliyor musun? Adil beni bitirir! Beni anlıyor musun? Ölmeme bile izin vermez! Şimdi girdiğin şu şoktan çık ve onu bana getir! Gizli kalmasını sağlarım ama hemen bana getir!" Telefon ansızın kapandığında , Davut korku ile dolan gözlerini telefondan kucağındaki Pars'a çevirdi. "Efendim, açın gözünüzü! Yalvarırım açın gözünüzü." Omuzlarından tutup onu kendine çekmeye çalışsa da ağır beden onun tek başına kaldıramayacağı kadar büyüktü. Yeniden sarıldığı telefon ile bu kez aşağıdaki adamlara yukarı çıkmaları için bir arama yapıyordu. "Davut abi?" Serdar'ın şaşkın sesi ahizede yayıldığında boğuk bir sesle konuştu. "Hemen yukarı çıkın, birkaç kişi arabayı hazırlasın! Pars Bey'i hastaneye götürmemiz gerek. Çabuk olun Serdar! ÇABUK!" Kapanan telefon ile ellerindeki telefonu yeniden cebine sokuşturdu. Parmakları kanla kaplı yüzde çaresizce dolanırken, nihayet kanamanın kaynağını görüyordu. Bakışlarını odanın içinde gezdirdiğinde yaraya baskı yapmak için bir şeyler aradı ama yoktu. Avuçlarının içine ince ince sızan kanla beraber asansörün kapıları açıldı ve bir oda dolusu adam içeriye doluştu. "Çabuk!" "Abi ne oldu? Pars Bey'e ne oldu?" Serdar'ın sesi salonda telaşla yayıldığında diğer korumalar da korku ile Pars'a doğru koştular. Korkulu gözleri ile ona dokunmaktan bile çekinen bu adamlar Davut'un bağırışı ile kendini toparladı. "Neye bakıyorsunuz lan! Tutun hadi kollarından, tutsanıza ayaklarından!" "T-tamam abi." Korumaların titrek sesleri yerini Pars'ı saran sağlam tutuşlara bırakırken Davut, başını destekleyerek oturduğu yerden kalktığında Pars'ın başını bir an bile bırakmıyordu. Asansöre dönen yönleri eşliğinde Pars, sekiz adamın yardımı ile zar zor asansöre sokulmuştu. ♟ Aradan geçen saatlerin sonunda; verilen davet, davetin asıl sahibi tarafından terk edilse de kimse Pars'ın bu durumunu yadırgamamıştı bile. Adil Katipoğlu nihayet biten kutlamanın ardından, bütün gece içini yiyip bitiren kuşkunun bir nihayete ermesi için olması gerektiği yerdeydi. Gülsüm'ün kapısında. Bu kadınla geçirdiği tek bir gece başına böyle bir şey açmış olabilir miydi sahiden? Böyle bir şey Adil'in yalnızca felaketi olurdu. Kenan bunu affeder miydi? O kızın babası o çıkmazsa kim olacaktı ki başka? Adil Katipoğlu'nun yavaşlayan arabası Gülsüm Sarıca'nın müstakil evinin bahçe kapısında durduğunda şoför bakışlarını dikiz aynasından Adil'e çevirdi. "Geldik efendim." Adil Bey kol saatine gözlerini çevirdiğinde saatin çoktan gece yarısını geçtiğini fark ediyordu. Gülsüm'ün evinin ışıkları sönük, kim bilir kaçıncı uykusundaydı. Fakat bilmesi gerekiyordu. Bu çocuğun kendinin olma ihtimalini görmezden gelemezdi, yeni bir çocuk demek yeni bir baş belası demekti. Üstelik böyle kültürsüz bir kızı hayatında istemediğini de biliyordu. Onu insan içine çıkarması itibarı için bir sarsıntı daha demekti ve bunu yapmaya hiç niyeti yoktu. Kapısı arkasındaki koruma araçlarından inen adamlarından biri tarafından açıldığında sıkkın bir nefes alarak aşağıya doğru bir adım attı. Bahçe kapısına doğru attığı hızlı adımlarla arkasından gelen korumalardan biri demir kapının kilidini hızla açıp yolu geçebilmesi için patronuna hazırlıyordu. Adil Bey beklemeden demir kapıdan geçip karanlık bahçeye doğru ilerlediğinde birbiri peşi sıra attığı adımlar nihayet Gülsüm'ün kapısında durmuş ve onu geri dönülemez bir ikileme sokmuştu. Bu kadının keskin karakteri ve fevri tarafından gençken de çekindiğini anımsadı. Gülsüm pek alıştığı kadınlara benzemezdi. Ne Serpil gibi sürekli ağlayıp mızmızlanırdı ne de hafif meşrepti. İstediğini alacak kadar güzel ve her istediğini yaptıracak kadar zekiydi. Kenan'ın onu neden sevdiğini o zaman da biliyordu. Fakat beraber olduklarını Adil'den bile saklaması, böyle bir yanlış anlaşılmaya sebep olmuştu işte. Şimdi kapısında durduğu bu kadın, can dostunun âşık olduğu kadındı ve gizledikleri ilişki onları böyle bir durumun içine sokmuştu. Kapıya doğru havalanan parmaklar istikrarlı bir şekilde ahşap kapıyı çalmaya başladığında birkaç saniye sertçe çaldığı kapıdan geri çekti elini. İçerideki ışıklar yavaş yavaş yandığında uyandığını anlayarak geriye doğru bir adım attı ve kapının açılmasını bekledi. Ana kapı evin görevlisi tarafından açıldığında uykulu gözlerle karşısındaki sert mizaçlı adamı izleyen bakıcı kız, şaşkınlıkla arkasındaki korumalarda gezdirdi gözlerini. Adilin bakışları içeri döndüğünde sıkkın sesi ile konuştu. "Gülsüm evde mi?" Sorduğu soru ile kız alnını kırıştırdı ve boğuk bir merakla konuştu. "Siz kimsiniz?" Sorgulayıcı ses ile üst katın ışıkları yandı ve Gülsüm Sarıca, üzerine aldığı sabahlıkla beraber merdivenlerden birer birer aşağıya uzanan basamakları indi. Güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş, yaydığı aura yıllar içinde katlanarak çoğalmıştı. İndiği basamaklardan bakışlarını açık olan ana kapıya çevirdiğinde karşısında gördüğü adam ile kaşları çatılsa da hızından hiçbir şey kaybetmeden açık olan kapıya yaklaştı ve görevliye attığı bakış ile onun geri çekilmesini işaret etti. Aradan çekilen genç kız ile bir adım atarak açık olan kapının kulpuna elini attı. Her an kapatacak bir eda ile Adil'i kirpiklerinin altından attığı ezici bakışlarla süzdü. Dünya üzerinde Adil'i ciddiye almayan tek bir kadın varsa o da Gülsüm'dü. Ne onun gücünden korkuyordu ne de karanlığından. Çünkü en az onun kadar güçlü ve en az onun kadar kötü olabildiğini bildiği birçok zaman yaşamıştı. Dişlerinin arasından tükürürcesine konuşmadan hemen önce yüzündeki küçümseyici bakışı sildi. "Eski bir arkadaş." Dedi. "Rahatsız etmiyorum ya?" Adil'in bakışları gözlerinin önündeki güzel kadının yüzünde saklı bir hayranlıkla dolanırken ağırca yutkundu. 'Yıllar bir insandan hiç mi bir şey götürmez?' diye düşünürken buluyordu kendini. "Bir düşünelim Adil. Gecenin köründe kapıma alacaklı gibi dayanıyorsun. Sence bu beni rahatsız etmez mi?" Kinayeli ses Adil'in yüzünde fısıltı ile dolandı. "Acil olmasaydı bu saatte gelmezdim." Bakışlarını Gülsüm'ün yüzünden evin içine döndüğünde içeri girmek istediğini belli ediyordu. Sesi ansızın içine kaçarken Gülsüm'ün yüzünde alaylı bir ifade belirdi ve bakışları arkasındaki korumalara döndü. "Köpeklerini bahçemden de arazimden de çıkar. Ben bu tip adamları arkamda bırakalı çok oldu Adil. Ama onlardan nasıl kurtulacağımı iyi bilirim, o yüzden birkaçının leşini bahçemdeki çiçeklere gübre yapmadan çek şunları geri." Sesi alayla çıksa da Adil onun ne denli manyak olduğunu az çok biliyordu. O Ayhan Sarıca'nın kızıydı. Eski kurdun o zamanlar kestiği raconlarını iyi bilirdi. Kızının da en az kendi gibi bir manyak olduğuna çoğu kez şahit olmuştu. Gülsüm, Karadeniz'in hırçın suları gibiydi. Doğduğu yerin bütün hallerini bünyesinde barındıran bu kadın yeri geldiğinde merhamet deryası olsa da alabora edecek kadar büyük fırtınaları da saklıyordu içinde bir yerlerde. Adil, onun söylediği şeyi yapacağından bir an bile şüphe etmediği için bakışları ardındaki adamlara döndü ve onlara başı ile uzaklaşmalarını söyledi. Bahçe içini dolduran korumalardan birer birer arınırken Adil'in gözleri güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen Gülsüm'e döndü. "Hava soğuk, üşümeni istemem. İçeri geçelim mi?" Gözleri parlarken Gülsüm memnuniyetsiz bir tavırla arkasını döndü ve adımlarını salona döndü. Sesi evde yankılandığında yardımcısından kahve yapmasını istiyordu. "İki kahve, biri sade olsun." Ardından salona girerek büyük odanın ışıklarını açtı ve arkasından gelen Adil'i umursamadan hafifçe yanan şöminenin yanındaki tekli koltuklardan birine yavaşça bıraktı kendini. Adil'in adımları karşısındaki koltukta yerini aldığında Gülsüm, ellerini oturduğu koltuğun kollarına yasladı ve kısılan gözlerini bunca zamandır karşı karşıya gelmediği bu yaşlı kurtta gezdirdi. "Derdin ne bilmiyorum ama kızım evde olmadığı için şanslısın. Eğer gecenin bir vakti kapıya dayandığında yatağında uyuyor olsaydı, oldukça korkardı." "Acelesi olmasa bu saatte gelmezdim." "Sadece bilmeni istedim. Bunca yıl sonra gecenin bir vakti kapıma dayanıyorsun ya hani, bir daha yaparsan farklı bir karşılama göreceksin. Bil diye." "Hala aynısın." Adil'in gülümser sesi ile Gülsüm gözlerini bıkkınlıkla devirdi histerik bir nefes verdi burnundan dışarıya. "Beni tanımıyorsun Adil. Sadece bir gece geçirdim seninle, bir anda hakkımdaki bütün konuya hâkim olabileceğini düşünmedin değil mi?" Gülsüm'ün ezici bu tavrı karşısında Adil Katipoğlu'nun düşen yüzü, canının sıkıldığının en büyük kanıtıydı. Bir kadından böylesine aşağılanma görmeye alışık değildi. Ama Gülsüm gençken de böyleydi, sadece artık daha sakindi. Eskisi gibi fevri gözükmüyordu. "Buraya gelme sebebim de o gece Gülsüm." Sıkkın çıkan sesi ile Gülsüm'ün kaşları usulca çatıldı. Salona giren yardımcı, elindeki gümüş tepside tuttuğu iki Türk kahvesini hızlı adımlarla onlara doğru getirmiş ve birer birer servis ederek hızla ayrılmıştı yanlarından. "O gece sadece bir hataydı Adil. Sen benim için hatırlamak bile istemeyeceğim bir hatasın. Kenan'ı unutmaya çalışmak için yaptığım saçmalıklardan sadece biriydin." "Bir hata. " Dişlerinin arasında sıkıştırdığı sesi ile Gülsüm'den onaylayıcı bir baş sallama alıyordu. "Bir hata. O, karısının ve kızının yanında olmayı seçtiğinde çok düşünmeden yaptığım saçmalıklardan biriydin." "Bende tam olarak bundan bahsediyorum. O süreçte en yakın arkadaşımla sevgili olduğunu bana söyleseydin sana elimi bile sürmezdim ama sen, bile bile beni parmağında oynattın." Dişlerinin arasından kinaye ile fısıldarken Gülsüm'ün yüzünde sinsi bir gülüş yerini aldı. Elindeki kahveden bir yudum aldığında koyu kahvelerini Adil'in gözlerinde sabitledi. Dudaklarından geri çektiği fincan ile hafifçe öksürerek toparladı kendini. "Yapmasaydın Adil. Onunla birlikte olduğumu bilmene gerek var mıydı? Bana aşık olduğunu biliyordun. Ama olmadı değil mi? Onun elde edemediğini sen elde edecektin. Aptal!" Alaylı sesi ile Gülsüm Sarıca, içindeki öfkeyi kinayeli dişiliğinin arasına sıkıştırdı. "Bu yüzden değildi." Adil'in sesi istemsizce titrek çıkarken bakışları yerdeki ayı postuna döndü ve yorgun bir nefes eşliğinde konuştu. "Ona asla kazık atmazdım. Ama sen, sen insanın aklını karıştıracak kadar güzeldin." Gözleri Gülsüm'ün yüzüne döndüğünde, onun gibi bir adamın eziyet çekerek itiraf ettiği bu sözler Gülsüm'ün umurunda bile olmadığını görüyordu. "Yapma." dedi alaylı bir sinsilikle. "Sen Serpil'i de çok beğeniyordun sözde. O da aklını başından alacak kadar güzeldi değil mi? Sen böyle bir adamsın işte, değişmezsin. Bunu Kenan'a defalarca kez söyledim, 'Bitir şu zavallı ile arkadaşlığını.' dedim ama sana karşı bitmek bilmeyen bir minnetle doluydu. Sebebini hiç anlamadım. Onun gibi dürüst bir adamı kendi pisliğine çekmeyi her seferinde başarıyordun." "Kenan, benim hiç sahip olmadığım kardeşim gibiydi." Adil'in öfke ile sıktığı dişlerinin arasından bir ıslık gibi dökülen sözler Gülsüm'den tahammülsüz bir homurtu aldı. "Sen de âşık olduğu kadını siktin." Kışkırtıcı umursamazlık Adil'i öfkeye sürüklerken Gülsüm, onun bu sessiz öfkesini büyük bir zevkle izledi. Gülsüm, Adil'e bir an bile bir sempati beslememiş, hayatının o döneminde babasının boyunduruğu ve sevdiği adamın korkaklığı arasında sıkışan bir genç kızdan fazlası değildi. Yaptığı her hatayı kasıtlı yapmış, boş arayışını yaptığı yanlışlarla doldurmuştu. "Bilmiyordum diyorum lan! Söylemediniz bana!" Yükselen ses Gülsüm'ü tahammülsüzleştirdiğinde dişlerinin arasından tısladı. "Bana sesini yükseltmek gibi bir hadsizliğe gireyim deme Adil. Duydun mu beni? Senin karşında dayaktan manyağa çevirdiğin Serpil yok! Canını alırım burada senin! Canını alırım ve dışarıdaki köpeklerin kılıma bile dokunamadan cesedinden kurtulurum!" Gözleri ateşler saçarken Adil, gerginlikle oturduğu koltukta kıpırdandı. "Yapmadığın şey değil, doğru söylüyorsun." Adil'in gerginlikle konuşsa da tehditkâr bir tınıya bürünmekten geri duramayışı, Gülsüm'ü bıkkın bir homurtuya itiyordu. "Derdin ne ise konuş! Dök eteğindeki taşları, sonra defol git hayatımdan!" Bu adama diğerlerinin aksine bir saygı ya da bir korku beslemeyişi onu sıradan bir adamla konuşur gibi bir sakinliğe itiyordu. Camiada ölüm korkusunun karşılığı olan Adil Katipoğlu Gülsüm için eziğin tekiydi. "Hamile kalmışsın." Acele ile dökülen sözler ile bakışları Gülsüm'ün yüzüne döndü. "Demek biliyorsun." Kısılan gözleri Adil'in üzerinde sorgulayarak gezindi. "Benden miydi? Kenan'dan mı?" Sorduğu soru ile Gülsüm, öfkeyle elindeki sıcak kahve fincanını karşısında oturan Adil'in üzerine doğru fırlattı. "Siktir! Yandım lan!" "Seni öldürürüm! Duydun mu! Öldürürüm seni! Sen kimsin ki senin piçini onca ay taşıyayım karnımda! Senden bir bebeğim olsaydı onu ellerimle öldürürdüm Adil! Beni anlıyor musun, ellerimle öldürürdüm!" Ortamdaki otoritesinden hiçbir şey kaybetmeden öylece kurulduğu koltukta, Adil'in kahvenin sıcağı ile kıvranışını izliyordu. "Sakin ol!" Adil'in bağırtısı ile Gülsüm oturduğu koltuktan kalktı ve elini kapıya doğru çevirdi ve avazı çıktığı kadar bağırdı. "Evimden defol ve bir daha sakın karşıma çıkma! Benim ölmüş bebeğimi de bana ulaşmak için sikik bir bahane olarak kullanma! Duydun mu beni? Sizden kurtulmak yıllarımı aldı! Senden de o korkak arkadaşından da! Hepiniz geride kaldınız! Benim çocuğumu dilinize bir daha alırsanız sizi mahvederim!" Öfkeli bağırtı salonu inletirken Adil, ansızın bağırdı. "Bebek yaşıyor! Siktiğimin kızı yaşıyor!" Adilin söylediği sözle Gülsüm Sarıca olduğu yerde öylece kalıyordu. Beyni birkaç saniye duyduğu kelimeleri mantığının süzgecinde oyalarken Adil yeniden konuştu. "Kenan kızı bulmuş, ben de o gelmeden gelip direkt sana sormak istedim. Bir çocukla daha uğraşamam. Ama sen eminsen Kenan'dan olduğuna..." Adil'in umursamaz tavrı Gülsüm'ün yüzünde yaşanan karmaşadan zevk alırken, güzel kadının aralanan dudakları fısıltı ile birkaç kelime bıraktı dışarıya. "Ne saçmalıyorsun sen? Benim bebeğim öldü. Ölüsünü gördüm ben onun." Dolan gözleri Adil'in yüzüne döndüğünde onun blöf yapmadığını görebiliyordu. Bu adamın sadece korku ile kendini buraya attığını görebilecek kadar çok korkak tanımıştı hayatında. Ama gerçeklik algısı bu durumu tüm benliğine inkâr eder gibiydi. O küçük beden soğuk ameliyat odasında kollarına bırakılmıştı. Gözlerinin önündeydi, ölmüş bir bebek öylece gözlerinin önünde duruyordu. Gerçeklik algısı gözlerinin önünde yerle bir olurken Adil yeniden konuştu. "Sanırım birileri bir şeyler çevirmiş. Kenan, kızdan çok emim. Bilemiyorum Gülsüm. Bu iş benim başıma patlamadığı sürece sıkıntı yok, arkadaşıma yaptığım bir hata zaten yıllardır beni kıvrandırıyor. Bu ihanet bir tohumla taçlanırsa Kenan'la karşı karşıya geliriz." Adil'in tek derdi kendini ifade etmekken Gülsüm, bebeğin yaşadığı gerçeği ile zihninde bir savaşa tutuşuyordu. "Nerede?" Zar zor kurulan bir cümle kuruyan boğazından dışarıya kendini fısıltıyla attığında kendinde bulduğu güçle yeniden konuştu. "Nerede Adil?" Sol gözünden bir damla yaş yanaklarındaki çizgilerden süzülerek çenesine akarken Adil anın şaşkınlığı ile sorguladı. "Ne nerde?" Adil üzerindeki kahveyi yere silkelerken yanan gömleğini göğsünden uzaklaştırmaya çalışarak ferahlatıyordu. "Kızım nerede? Beyinsiz!" Ansızın oluşan öfke ve salonu inleten bağırış, Adil'i yeni bir korkuya itiyordu. Buraya gelmek belki de hataydı. Gülsüm, Kenan'a gidip bu gerçekleri ondan öğrendiğini söylerse ne olurdu? "Bilmiyorum. Sen benim buraya geldiğimi unut, bak Kenan'a tek bir kelime bile etmemen gerek. Beni anlıyor musun? O bizim aramızda geçenleri asla bilmeyecek. Beni anlıyor musun?" Gülsüm kalktığı koltuğa geri çökerken Adil, duyduğundan emin olmak için yineledi sözlerini. "DNA testi onaylanınca sana gelecektir ama benden duyduğunu öğrenemez! Beni anlıyor musun?" "Çık evimden Adil." "Gülsüm anlaştığımızdan emin olmam gerek." "Çık evimden! Defol! "Manyak kadın! Ruh hastasısın kadın sen! Gençken de böyleydin! Güzeldin ama delinin tekiydin! Sağın solun yok senin, siktiğimin orospusu!" Sözleri evin içinde dolandığında Gülsüm öfkeyle ayağa kalktı. Bu kalkış Adil'i hızla evden çıkmaya iterken beklemeden ve arkasına bile bakmadan üzerindeki kahve lekesi ile hızla kendini ana kapıdan dışarıya attı. Adımları hızla bahçenin dışına çıkarken kendine şaşkınlıkla bakan korumaları görmezden gelerek açık olan arka kapıdan aracın içine bıraktı kendini. Bu kadın onu her zaman geren bir manyaklığa sahipken buradan bir an önce uzaklaşması gerektiğini biliyordu. "Sür!" Şoföre verdiği komutla aracı hızla hareket etti ve arkasındaki araçlar ile geldiği gibi uzaklaştı Gülsüm'ün evinin önünden.
♟ Begüm, ince parmaklarının arasında tuttuğu sigaradan sert bir nefes çektiğinde bakışlarını oturduğu havuz şezlongundan ışıklarla aydınlatılan havuza çevirdi. Parmaklarının arasındaki izmaritte izini bırakan kırmızı ruj ile öylece soğuk gecenin ortasında otururken üzerindeki gece elbisesinden henüz kurtulmamış, eve gelirken aldığı paketi neredeyse yarıya indirmişti. Soğuk havaya aldırış etmeden oturduğu şezlongda saatlerdir, rüzgârın etkisiyle hafifçe hareket eden havuzu izliyordu. Bu gece öğrendiği şeylerin ağırlığı bir yana, zamanında annesinin ona anlattıklarını zihni birer birer ona hatırlatıyordu. "Baban seni asla sevmedi, asla da sevmeyecek. İstediği sen değildin. O, o orospunun bebeğini kollarına almak istiyordu ama elinde sadece sen kalmıştın." "Begüm, baban sana her baktığında ne hatırlıyor biliyor musun? Onu istemediği bir evliliğe hapseden bir mecburiyeti. Ne seni ne de beni sevdi. Bizi hiç sevmedi. Hiç sevmeyecek." "Bu resmi babana mı yaptın? Hangi baban? Onu görebiliyor musun etrafında! Seni de beni de o kadar umursamıyor ki burada bile değil! Önümüzdeki ay boyunca da gelmeyecek! Yine şehir dışında! Yani lanet evde senin gibi bir mızmızla tıkılıp kaldım." Gözlerinden akan birkaç damla yaş, üzerindeki elbiseyi lekelerken o sürekli annesinin elindeki şarap bardağı ile evde dolanıp küçük zihnini böyle şeylerle dolduruşunu dinliyordu. Babasını uzun aralıklarla gören küçük bir kız ve acımasız bir annenin sevilmeyişinin acısını üzerinde çıkardığı zavallı bir çocuktu. Çocukluğuna dair hatırladığı anılar sadece bunlar değildi elbette. Babası ona hiç kötü davranan bir adam olmamıştı, fakat sevmemişti de. Diğer baba kızlara yıllarca imrenerek baksa da sürekli iş için şehir dışında olan bir baba ile yaşıyordu. Yatağının baş ucunda bir resmi olan, ara sıra o uyurken yanağına bırakılan sıcak öpücüklerle eve gelip habersizce gidişini anımsıyordu. Babasının annesini sevmeyişinin acısını en derinden hisseden ve bunun bedelini ödeyen tek kişi değildi ama en masumları oydu. Şimdi babasının sevdiği bir kadından olan kızı vardı ve onu bunca yıl sonra bulmuştu. Nasya'yı seviyordu ama babasının göremediği sevgisini onunla paylaşacak olmanın korkusu onu çocukluğuna geri çekiyordu. Bir tarafı bu hayatta yalnız olmadığını bilmenin heyecanı ile doluyordu fakat diğer tarafı o benim babam demekten geri koyamıyordu kendini. Bu iki duygudan birini seçip net bir karar vermesi gerektiğini biliyordu. Nasya'yı düşündü. Bunca zaman her şeyden habersiz yaşadığı şeyleri düşündü. Güvensiz bir kızdı, bu güvensizliğini tetikleyecek neler yaşamıştı kim bilir... Yetimhanelerde geçen bir çocukluk elbette Begüm'ün çocukluğumdan çok daha berbattı. Yaşadığı ev, çektiği sıkıntılar, o kıza karşı içinde oluşan kardeşlik sevgisi ile birleşiyordu. Bencillik ediyordu, oysa o bu hayatı hak edecek hiçbir şey yapmamıştı diye düşündü. Tıpkı kendi gibi. İki küçük çocuk büyüklerin yanlış kararları ve karmaşık duygularının kurbanı olmuştu. "Şimdi ona arkamı dönemem. Bu hep hayalini kurduğum şey. Bir kardeş-" Gözlerinden akan yaşlar dudaklarındaki buruk bir gülümseme ile birleştiğinde elindeki sigarayı hızla havuza doğru savurdu ve oturduğu şezlongdan kalkarak yönünü eve döndü. Adımları yatak odasına doğru dönerken beklemeden giyinme odasına doğru ilerledi. Üzerindeki elbisenin fermuarını hızla açıp yere bıraktığında raftan çektiği bir pijamayı hızla üzerine geçirdi ve yapılı saçlarını hızlı bir hamle ile tepesinde toparlayarak ilerleyip çalışma masasından aldığı bir kalemi gür saçlarının arasından geçirdi. Çantasını yatağın üzerinden alarak telefonunu ve aracının anahtarını içine attı ve hızla yatak odasından çıkıp ana kapıya doğru ilerledi. Kapı kulpuna uzanan eli ile kapının aniden açılması karşısında irkilerek geri çekildi. Kenan Sipahi kızının akan makyajını ve üzerindeki pijamaları şaşkınlıkla birkaç saniye süzdü. "Ağladın mı sen?" Tedirgin çıkan sesi ile kızına doğru bir adım atıp yanağındaki ıslaklığı yavaşça sildi. "Kadınsal dönem zırvaları falan, benim çıkmam gerek." Yüzünü babasının ellerinden geri çekti ve kapıya doğru yöneldiğinde Kenan Bey, kızını eliyle önüne set çekerek durdurdu. "Bu evde öyle hesapsız kitapsız gecenin bir vakti dışarı çıkmayız biz Begüm, unuttun sanırım?" Yumuşak çıkan sesi ile Begüm, şımarık bir göz devirme eşliğinde bakışlarını babasına çevirdi. "Nasya'ya gideceğim, bütün gece bekledim ama gelmedi. Bir şey mi oldu diye merak ettim işte." Begüm öğrendiği şeyi gizlemek istercesine gözlerini babasının gözlerinden kaçırdığında Kenan'ın yüzünde sıcak bir gülümseme oluştu ve Begüm'ün önüne set çeken eli babacan bir tavırla omuzuna yükseldi. "Arkadaşını evine bıraktım. Sanırım bu gece ona biraz ağır geldi. Belki de bu hayattın içine öylece girmek zorlamıştır." Düşünceli çıkan sesi ile Kenan bir nevi kendini de sorguluyordu. Nasya'yı sokmak istediği bu hayat ona ağır gelebilirdi. Tüm bu imkanlar gözünü korkutabilirdi. "Sen mi bıraktın evine?" Begüm'ün titreyen çenesi ve kıskanç bir çocuk gibi babasının yüzünde gezen gözleri ile Kenan'ın alnı kırıştı. "Evet, ağlıyordu ve öyle bırakmak istemedim. Sonuçta o senin arkadaşın değil mi? Hem bak ne diyeceğim, az kalsın unutacaktım. Sana selam gönderdi, bu gece kalamadığı için özür dilediğini söyledi." Kenan'ın geçiştirircesine verdiği cevap Begüm'ü içten içe sinir ederken daha fazla dayanamayacağını biliyordu. Babası gerçeği bilmediğini düşünerek ona blöf yaptığında takındığı tavır Begüm'ü germek dışında bir işe yaramıyordu. "Yapma baba, bana oynamanı istemiyorum." Begüm omuzunu sertçe babasının ellerinden geri çekerken Kenan'ın kafası karışıyordu. "Ne oynaması?" Sesi ciddileşen Kenan Sipahi Begüm'ün düşen omuzları eşliğinde konuşuşunu dinledi. "Nasya'nın kızın olduğundan şüphelenmiyor musun? DNA testi yaptırıyormuşsun, benden neden saklıyorsun ki? Kızacağımı falan mı sandın? Ben, annem değilim baba." Büründüğü savunma iç güdüsü, çocukken annesinin babasının yüzüne haykırdığı kelimelerin tetiklemesiydi. Çiğdem her fırsatta Kenan'ı seçimlerinden dolayı azarlıyor ve mecburiyetlerini hatırlatmaktan geri durmuyordu. "Senin ailen biziz! İstesen de istemesen de gerçek bu! Seni asla bırakmam! Meydanı size bırakacağımı sanıyorsan yanılırsın! Benimle öleceksin Kenan! Benim kocam olarak gebereceksin! Senden bir çocuğum var! Kolay mı sanıyorsun?" Ve daha bir sürü şey... "Begüm..." Kenan'ın şaşkın sesi ile Begüm devam etti konuşmaya. "O kızı seviyorum. Yaşadığı hayatı yakından gözlemleme şansım oldu ve kardeşim olsa da olmasa da onun yanında olmak istiyorum. Ayrıca sizden hep bir kardeş istediğimi biliyordun. Tek çocuk olmaktan sıkıldığımda size yalvarırdım." Buruk gülümsemesi ile Kenan'ı rahatlatıyordu. Aynı zamanda konunun ciddiyetini de dağıtıyordu. Begüm ciddi konuları konuşmak konusunda hep isteksiz bir kız olmuştu, şimdi de öyle yapıyordu. Ona göre, bir şeyi ne kadar büyütmezsen o kadar basit bir konuya dönüşürdü. Basitleşir ve acı vermekten çıkardı. Kenan'ın gözleri dolu dolu gülümseyerek Begüm'ü izleyişi, Begümü de duygusallaştırıyordu. Normalde böyle duygularını belli eden bir kız değildi ama babasını bu şekilde görmek ve bu konuşma sanki aradaki buzlara birkaç darbe indirmişti. "Ne diyeceğimi bilmiyorum. Böyle planlamamıştım. Sen nereden öğrendin bunu?" "Adil amca, ağzından kaçırdı ama ne önemi var? Bana senin söylemen gerekirdi." "Haklısın ama emin olmak istedim. Ben kendime bile itiraf ederken zorlandım, sana bunu söylemek kolay değildi." "Yapma baba, ben her zaman sizden daha olgun bir karakterdim; senden de annemden de." Yanaklarındaki yaşları silerken gülerek babasıyla kıkırdamaya başlamıştı. "Biliyorum. Biliyorum güzel kızım, sadece böyle kolay olacağını düşünmemiştim." "Kolay değil, inan bana. Ama anlıyorum, bunca zaman onun sensiz geçen hayatında neler yaşadığını bilmiyorum ve aramız biraz uzak olsa da sen iyi bir babaydın." Yönünü kapıya çevirmesi ile Kenan kendi gözlerinden süzülen yaşları hızla sildi ve tıkanan boğazını temizleyerek konuştu. "Gerçekten gidecek misin?" dedi "Evet, ağladığını söyledin. Artık sadece arkadaşım değil, kardeşim olma ihtimali de var ve bu gece onu yalnız bırakmayacağım." Açtığı kapı ile beklemeden çıktı evden. "Ona söylemedim, henüz bilmiyor. Ben sonuçları almadım daha." Kenan'ın kekeleyen sesi ile Begüm umursamaz adımlarla aracına doğru ilerledi. "Beni çocuk falan sanıyorsun ama değilim. Gidip kıza 'Sen benim kardeşim olabilirsin.' diyecek değilim ama sonucu öğrenince yaz bana." Kenan kızının arkasından gurur dolu bakışlarla aracına binişini ve sessiz bir iç çekişle garaj yolundan çıkışını izledi. Bakışları korumalara döndüğünde onların da kızının peşinden sessizce çıkışını bekledi. Aldığı derin nefes ve ruhunun bedenine yansıyan yorgunluğu ile çökmüş omuzlarını evin içine döndü. Ana kapıyı ardından kapatırken bahçenin içine giren araba sesini duyması ile dikkatini o tarafa çevirdiğinde, beyaz bir Mercedes cipin korumaları ezercesine garaj yoluna girdiğini görüyordu. Yanan farlar, karanlık gecede aracın içindekini görmesini engellerken Kenan; belindeki silahı hızla çekti ve kapının önüne doğru bir adım attı. Korumalar bahçeye hızla dalan aracın etrafını sardığında büyük aracın farları söndü ve Kenan'ı ani bir tutulmamın içine çekti. Bu yıllar sonra dirilen bir ölü ile karşı karşıya gelişiydi. İçinde gömdüğü ve görmezden geldiği duyguların ete kemiğe bürünmüş haliydi. Bu Kenan Sipahinin hayatına yıllar öncesinden sızan bir hayaletti. Bu Gülsüm'dü. Onun Gülsüm'ü... Yüzünü ilk gördüğünde, gözlerine ilk baktığında bütün iradesini elinden alan kadındı. Şimdi yıllar sonra, onu bir gece ansızın evinin kapısında buluyordu. Birkaç adım uzağında, kan çanağına dönen gözleri ile öylece ona bakarken. Avuçlarının arasındaki direksiyonu saran parmakları, ıslak yanakları ve kızaran burnu ile öylece ona bakıyordu. Aracın etrafındaki silahlarını çeken adamlar yavaş yavaş Gülsüm'e yaklaşırken Kenan dikkatini toparladı ve silahını beline geri soktu. Bağırtısı bahçede yankılandığında verdiği komutla korumalar, hızla geri çekildi. Ayakları kapının eşiğine mıhlanmış, bacakları kırılmamak için bedenini zar zor taşırken Gülsüm, arabasının kapısını yavaşça açtı ve ağlamaktan heba olan bedenini son iradesi ile dik tutarak aracından aşağıya yorgun bir adım attı. Gülsüm için; bu gece olanlar geçmişte yaşadığı onca şeyden daha ağırdı. Kenan'ın korkaklığı, bebeğinin ölümü... Tüm bunlardan daha ağırdı. Şimdi, bunca yıl sonra; ardında bıraktığı ve ölse bile karşısına çıkmayacağına yemin ettiği adamın kapısına gelmişti. Kızının yaşadığını öğrendiği bu gece, geçen bunca yılın ihtimalleri ile onu zehirlerken o, ömrü boyunca kaçtığı adamın kapısına kadar gelmişti. Bakışları ayak uçlarında sabitlenmiş, attığı çarpık adımlar botlarının altındaki çakılları sürüklüyordu. Kenan'ın sızlayan genzi ile onu izlediğini bilmiyordu. Gülsüm'e göre Kenan, bebeğinin ölümünü fırsat bilen korkağın tekiydi. Bu adam için ailesine sırtını dönmüştü ama o, onun için hiçbir fedakarlıkta bulunmamıştı. Çocuğunun ölümünün getirdiği her bir duygu ile yapayalnız baş edip uzaktan uzağa onun karısı ve kızıyla mutlu oluşunu izlemişti. Ama şimdi, sorması gerekiyordu. Öğrenmesi gerekiyordu, kızı yaşıyor muydu? Bunca zaman yaşıyor muydu? Oysa cansız bedenini, o küçük bedenini; kollarından zar zor ayırmışlardı. Atılan yorgun adımlar Gülsüm Sarıca'yı kaçtığı geçmişine adım adım geri çekerken bakışlarını yerden kaldırıp karşısındaki adamın yüzüne çeviremeyecek kadar kırgındı. Kenan'a kırgındı. Onun kendini yalnız bırakışına, evladının ölümünün ardından Çiğdem'in kollarına koşuşuna kırgındı. Oysa Gülsüm hep yalnızdı, yapayalnızdı. Tüm yaşanan felaketten sonra bile her şeyle kendi başına uğraşması gerekecek kadar yalnızdı. Son adım nihayet onu Kenan'ın birkaç adım ötesinde durdurduğunda yere eğik yüzünü yavaşça sevdiği adama çevirdi. Yıllar ondan hiçbir şey götürmemişti, saçlarına birkaç beyaz hediye edip sakallarını kırlaştırsa da o; hala aynı Kenan'dı. Geç bulup erken kaybettiği Kenan'dı. Yüzüne her bakışında onu çaresiz bir kız gibi hissettiren Kenan... "Gülsüm!" Kenan'ın sesi sessiz bahçede fısıltı ile dolandığında bilye gibi parlayan gözleri ruhunu çekip benliğine katan kadının çizgilerinde dolandı. "Sen, ağladın mı?" Sorulan soru kalbe inen bir tokat gibi can yaksa da Gülsüm, öfkeli kırgınlığını birkaç kelimeye sığdırdı. "Gerçek mi? Duyduklarım gerçek mi Kenan?" Titrek çenesi ve bölük pörçük kelimeleri ile titreyen bedenini Kenan'ın karşısında zar zor dik tutsa da duyacağı cevabı almadan kendini salmayacağını biliyordu. Buna annelik iç güdüsü denebilirdi ama yıkılamayacağını biliyordu. Nasya eğer kızıysa, bunu bilmeyi hak ediyordu, bunu bilmeye ihtiyacı vardı. "N-neden bahsediyorsun sen?" Kenan'ın buğulanan gözleri görüşünü bulanıklaştırırken bir adım atıp kollarının arasına almak istediği kadına böyle yakın olmanın ıstırabı ile can çekişiyordu. "Ne duydun Gülsüm?" 'üm...' Kelimenin devamı zihninde tamamlandığında yüzünde acılı bir kasılma yerini alıyordu. "N-Nasya" dedi kuruyan dudaklarının arasından. "Kızım mı? O bizim..." Bastıramadığı bir hıçkırıkla kesik bir iniltili ağlayış sıkıca kapattığı dudaklarının arasında hapsoldu. Kenan, Gülsüm'ün neden bahsettiğini o an anlamıştı. Yıllar sonra kapısına gelecek kadar önemli tek bir şey olabilirdi. Bunca yılın ardından onu böyle ağlarken görebilmesinin de tek nedeni olsa olsa bu olurdu zaten. "Evet." Sol gözünden akan bir damla yaşı gizlemek bile istemezken Gülsüm'e doğru titreyen bacaklarının yardımı ile küçük bir adım attı. "Evet, o bizim kızımız. Bize öldüğünü söyledikleri kızımız." Sesi titrerken kurduğu cümlelerle Gülsüm'e doğru bir adım daha atıp tam dibinde durdu. Henüz DNA sonucunu almadan söylediği sözler ile karşısında duran kadından şüphe ettiği için kendine kızıyordu. Nasya'nın Gülsüm'ün kızı olduğuna dair çıkan sonucu görmüştü. Bu çocuğun kendinden olduğuna duyduğu şüphe için yıllar içinde kararan kalbineydi öfkesi. "Nasıl?" Gülsüm yanaklarından aşağıya peşi sıra akan yaşlarla geriye doğru bir adım atıp olanları sorgularcasına bakışlarını Kenan'ın yüzüne çevirdi. "Bana 'öldü' dediler Kenan, soğuk bedenini e-ellerimin arasına verdiler, buz gibi bedenini... Nasıl, anlamıyorum. Nasıl, kim yapar bunu ya! Kim yapar bunu bize Kenan?" Konuştukça geriye doğru adımlıyor, duyduklarını kabullenemeyen bilincinin etkisi ile başını iki yana sallıyordu. "Bilmiyorum ama öğreneceğim. Sana söz veriyorum öğreneceğim Gülsüm." Attığı birkaç adım nihayet geriye doğru çekilen kadının yanında durduğunda ona doğru uzanan titrek kolları ile kendisine sarılmasını istiyordu. "Bunu kim yaptı bilmiyorum ama söz veriyorum, bize bu acıyı yaşatan her kimse canını ellerimle alacağım." Yanaklarından süzülen yaşlarla sevdiği kadına doğru bir adım daha attı, kollarını ona sarıp yaşadığı acıyı dindirmek istiyordu ama ondan göreceği tavırdan korkarken bunu yapamazdı. "Bilmiyordun yani öyle mi, sen bunu bilmiyordun!" Gülsüm'ün ağlamaktan şişen gözleri suçlarcasına Kenan'ın yüzüne göndü. "Bunca yıl bilmiyordun, bizim kızımız kimin yanındaydı? Kimleriṅ ellerinde büyüdü, neler yaşadı bilmiyordun!" Öfkeli̇ hırıltısı dişlerinin arasında sıkıştığında Kenan'ın ona uzanan kolları usulca indi. "Ne saçmalıyorsun sen? Bilsem izin verir miydim? Bilsem onun yetimhanelerde sürünmesine göz yumar mıydım ben?" Ciddileşen sesi ile gördüğü suçlayıcı tavır karşısında gerginlikle kendini savunmaya başlıyordu. "O kızı tesadüfen görmeseydim, bu işin peşine düşmeseydim hala bilmiyor olacaktım. Ama söylesene bana Gülsüm, karşına çıktığında sen nasıl anlamadın? Bu kadar mı kördün? Onun senin bir kopyan olduğunu göremedin mi?" Kaçındığı suçlayıcı tavrı sevdiği kadına karşı takındığında, bunu istemsizce yaptığının farkında değildi. "Çok güzel, suçla beni. O bebeği üçüncü sınıf bir ameliyat masasında tek başıma dünyaya getirirken neredeydin Kenan? Ben ölmüş bebeğimi kollarımda tutup azıcık aklımı kaybedeceğimi düşündüğüm anlarda sen neredeydin? Karının yanındaydın değil mi! Bizi bir başımıza bırakıp babanın emri ile olman gereken yerdeydin." Öfkeyle atılan birkaç adımla Kenan'ı gövdesinden iterek geri savurdu. "Ben kendi kızımın gelinliğini tasarlıyorum! Kendi kızımın, yıllardır kabuslarıma giren ölü sandığım kızımın gelinliği! Ve sen bunu bana söyleme gereği bile duymadın. Bunca yıl sonra öğrendin ve gelip bana söyleme gereği bile duymadın." "Yeni örendim Gülsüm. Bir gün önce öğrendim... Pars'tan seni bulmasını istemiş ve bir şekilde ulaşmışlar sana ama ben bilmiyordum." Kenan sendeleyerek durduğunda Gülsüm'ün öfkesine bir kez daha kurban oluyordu. "Adil'in oğlunun sözü ile mi vardın bu sonuca? O adam pisliğin teki! Manipülatör bir şerefsiz!" "Seninle Nasya adına yapılan DNA'nın sonuçlarını gördüm. Pars'ın yalan söylemesi için hiçbir sebep yoktu." "Ben test falan yaptırmadım!" "Pars yaptırmış, sence onun için zor mu olurdu? Onu tanımıyorsun." "Onu çok iyi tanıyorum! Babasının güncel bir sürümü o çocuk." Gülsüm'ün içindeki öfkenin kurbanı olan Pars da bu geceden nasibini alıyordu. Kenan nefesini toparlayarak yeni bir hamle ile kendini açıklamak için araladı dudaklarını. "Bak sana gelmem gerekirdi evet ama-" Kesilen konuşma telefonun sesi ile bölündüğünde ceketinin cebinden çıkarttığı telefonu meşgule atmaya hazırdı fakat arayanın doktoru olduğunu görerek bakışlarını Gülsüm'e çevirdi. Bu telefonu açması demek, Gülsüm'ün her şeyi öğrenmesi demekti. Kenan'ın Nasya'ya yaptığı testten Gülsüm'ün haberinin olması, onu içindeki pişmanlığın korkusu ile yüz yüze getirecekti fakat bu güvensizlik döngüsünü kırması gerektiğini biliyordu. Gülsüm içindeki bu şüphe ile kendini sadece daha da harap ederdi. Bencilliği bir kenara bırakmaya karar vererek derin bir nefes aldı ve kesik bir fısıltı ile konuştu. "Tüm gerçekleri şimdi öğreneceğiz." Cevapladığı telefonun sesini hoparlöre verdiğinde doktorun sesi ahizede yankılandı. Birkaç hışırtılı nefesten sonra sesi duyulan uzman nihayet konuşuyordu. "Kenan Bey, rahatsız ediyorum ama saat kaç olursa olsun haber vermemi istemiştiniz." Gerginlikle konuştuğunda Gülsüm, sorgulayıcı gözlerini Kenan Sipahi'nin üzerinde gezdirdi. "DNA testinin sonuçları çıktı mı?" Kenan'ın Gülsüm'ün yüzünden kaçırdığı gözleri yanan ekranda sabitlendiğinde hissettiği çaresizlikle ağırca yutkundu. "Evet efendim. Nasya Ersoy'un sistemdeki gen tablosu ve sizden alınan gen örneği ile hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak bir sonuç çıktı." Kenan kalbindeki eminlik bir yana zihnindeki korkuyu duymazdan gelemiyordu. Burundan içeriye sertçe alınan bir nefesle sabırsızca çıkıştı telefonun öbür ucundaki adama. "Söylesene lan işte! Ne uzatıyorsun?" "A-affedersiniz ben... Evet, haklısınız. Efendim evet, çıkan sonuçlara göre, Kenan Sipahi Nasya Ersoy'un biyolojik babası. Kız, sizin." Kenan'ın kapanan gözleri soğuk havada buhar bırakacak kadar güçlü bir nefesle birleştiğinde yüzünde bastıramadığı bir gülümseme yerini alıyordu. "Biliyordum." Engelleyemediği tepki ile doktora herhangi bir şey deme gereği bile duymadan aramayı hızla sonlandırdı. Bakışları kararan ekrandan korku ile Gülsüme döndüğünde sıkkın bir nefesle konuştu. "O bizim kızımız Gülsüm. Nasya, bizim kızımız." Dolan gözlerinden birkaç damla yaş aktığında Gülsüm'ün yüzünde hayal kırıklığı ile dolu bir öfke yerini aldı. "DNA testi he, benim olduğuna emin olduğun bir kıza kendin için DNA testi! Sanırım bu yapabileceğin en iğrenç şey olabilirdi." Bahçenin içini dolduran öfke yankılanarak son bulduğunda ıslak gözlerini elinin tersi ile sildi ve yönünü arabasına doğru çevirdi.
|
0% |