Yeni Üyelik
17.
Bölüm

Bölüm 17/Ölü Bir Kız Çocuğu

@nurdogru26

 

Yeni Bölüm Alıntıları için , Kitap instagram adresimizi takip etmeyi unutmayınız efendim :')
Bazen spoi falan veriyoruz ehehehe :D

 

instagram : aidiyetofficial

 

Arada soru cevap şeysi yapmak içinde kendi instagramımı şöylecik bırakıyorum :') <3İki gün önceki soru cevap etkinliği sonrası bu durumun hoşuma gitmesi ile bu akşam bölümden sonrada kişisel instagramım da bir soru cevap hikayesi paylaşacağım, bu da demek oluyor ki sende davetlisin :)Gel iki lafın belini kıralım, Saat 21:30 da başlarız gecikme :D

 

ay tamam be ısrar etmiyorum, ama gel yani.. tamam mı? muhakkak :')
Bak şu hesaptayız , şunda

 

instagram : nurdogru26

🎈

 

Bölüm 17/ Ölü bir kız çocuğu
Bölüm şarkısı ~ Melike Şahin- Pençe

NASYA

Parmaklarımı ışıktan geri çektiğimde odanın içini aydınlatan tek şey artık sadece televizyonumun loş ışığıydı. Kulağıma hafifçe çalan sesi ile öylece komik bir skeç oynuyordu ekranda.

Bacaklarıma sardığım battaniye ile uzanıp sehpanın üzerindeki kahve fincanını parmaklarımın arasına aldım. Isısı yüzümü sardığında hafifçe sıcak bardağın içine üfledim ve ardından küçük bir yudum aldım. Aldığım sıcak duş da üşümemi geçirmiş, beni kendime getirmişti.

Bu gece uyuyamayacağımı bilecek kadar iyi tanıyordum kendimi. Kafama takılan bunca şey varken uyumam mümkün bile değildi. Zaten her saniyesinde uyanık kalacak kadar çok acı çekiyordum.

Gurursuzca ayağına kadar gittiğim adamın metresi ile korkusuzca katıldığı davet, bana ders olmuştu hem de büyük bir ders.

Kapıldığım aptal hayaller, benim gibi realist bir insanın kendine karşı küçük düşüşünden başka bir şey değildi. Kimse umurumda değildi, ben kendi benliğime ters olan birçok şey yapmıştım. Bu gece ise bunun kaçınılmaz sonuydu.

Bir yudum daha aldığım sıcak bardağı avuçlarımın arasında bütün gücümle sıkıyordum. Kulağıma çalan kahkaha sesleri televizyonda yankılanırken aralıklı eski ahşap pencerelerimden içeriye giren rüzgâr, ıslık öttürerek dışarıdaki sert havayı içeride de hissettiriyordu. Bakışlarım sokak lambalarının yansımasını örten perdelerime döndüğünde, eski camlar perdenin hafif hafif salınmasına neden oluyordu.

Sıkkın bir nefes vermeden hemen önce, sebepsizce dolan gözlerimi kırpıştırarak içimdeki ağlama isteğini bastırdım. O adamla ilgili herhangi bir şeyi düşünmek bile istemezken engel olamadığım bir şekilde göğüs kafesimde bir ağırlık, göz kapaklarıma baskı uyguluyordu.

Uzanıp orta sehpanın üzerinden aldığım kumanda ile elimdeki kupayı sehpaya bıraktım ve geri çekildim. Açık olan televizyon kanallarını sırası ile ruhsuzca değiştirirken karşıma olabilecek en kötü görüntü gelmişti.

Pars'ın salona girerken birkaç saniyeliğine kameralar karşısında duruşu ile Deniz denen kızın parlayan gözleri ile ona nasıl baktığını gördüm.

Genzimde ansızın beliren sızı ile göz pınarlarım yanmaya başladığında hiç beklemeden televizyonu kapatarak kumandayı odanın diğer ucuna fırlattım.

"Ateş, senin umurunda bile değildi! Sen o sapık hayatına olabilecek en hızlı şekilde geri dönmek istedin, bense salak gibi geleceğin günü bekledim! " Uzandığım kanepede kafama kadar çektiğim battaniye ile bastıramadığım bir hıçkırıkla devam ettim. Sanki beni duyabilecekmiş gibi.

"Ölseydin! Eğer ölseydin bu kadar acımazdı canım. 'Öldü.' der geçerdim ama ihtimalin... Beni bir çocuk gibi ayaklarına kadar sürükledi, ben geldim sana, sana geldim! Bunca zaman etrafımda dolanan senken ben geldim! Aptal ben! Bunu hak ettim! Seni kafamda koyduğum yerden indirecek tek bir gerçekle, hayal dünyamdan sıyrıldım işte. Sıyrıldım Pars."

Battaniyenin altında ağlayarak kurduğum her kelime, derin soluklara neden olurken saçlarım alnıma yapışıyor ve beni çaresiz bir ağlamaya itiyordu.

Neden bu kadar yanıyordu canım, bu nasıl mümkün olabilir? Delireceğim, nasıl mümkün olabilir Allah'ım? Yalvarırım içimdeki bu duyguyu söküp al, bu çaresizliği hiç olmamışçasına sil ruhumdan!

Odamın içi kapı çalma sesi ile yankılandığında hıçkırıklarım hızla kesildi ve bakışlarımı karanlık salonda, kapının olduğu tarafa çevirdim. Gerçekten kapı mı çalmıştı yoksa ben kafamda mı duymuştum bu sesi? Gecenin bu saatinde ne kapısı ki şimdi...

Düşüncelerimin arasında boğuşurken yeniden çalan kapı ile hızla uzandığım koltukta dikeldim ve üzerimdeki battaniyeyi geri sıyırdım.

"P-pars..." Ayağa kalktığımda attığım küçük adımlarla çenemin titremesine ve gözlerimin buğulanmasına engel olamıyordum.

Yeniden çalan kapı ile beklemeden kapıya doğru ilerledim ve yavaşça çevirdiğim kulpla beraber, karanlık salon merdiven boşluğundaki ışıkla bıçak gibi kesildi.

Bulanık görüşüm karşımdakinin Pars olmadığını gösterirken gözümdeki yaşları hızla sildim ve burnumu akacağına duyduğum korku ile içime çektim.

"İçeri girmeme izin ver." Begüm'ün üzgün yüzü, parlayan üzgün gözlerle yüzümde gezindi.

"N-ne istiyorsun benden?" Titreyen çenemle yeniden ağlamaya başlıyordum.

Şaşkınlıkla, ayağındaki ayakkabıları hızla çıkardı ve içeriye doğru bir adım atıp bana sıkıca sarıldı. Kolları sırtımı öyle içten sarıyordu ki kendimi ansızın omuzuna gömdüğüm yüzümle buldum. Ağlamaya başladığımda, yükselen hıçkırıklarımla bana hala sarılırken bizi dairenin içine soktu ve kapıyı yavaşça kapattı.

"Şşşş!" Sakinleştirici sesi ile saçlarımı okşamaya başladığında bunu bana bu zamana kadar kimsenin yapmadığını fark ediyordum.

Bunu bir tek Pars yapmıştı. Yine burada, bu odada annemle ilgili korkularımı ona haykırırken beni kollarının arasına alarak sakinleştiren o olmuştu.

Zihnimde canlanan bu hatıra beni daha içli bir ağlayışa ittiğinde Begüm, beni iyice bastırdı göğsüne. "Ağlama artık Nasya. Anlat bana ne olduğunu ama ağlama böyle. Bayılacaksın neredeyse."

"Gitmemeliydim. B-beni götürmemeliydin, ona gitmemeliydim."

Hıçkırıklarımın arasında kurabildiğim birkaç cümle ile bedenime sardığı kollarını geri çekti ve yüzümü avuçlarının arasına alarak karanlık odada beni görmeye çalışarak fısıldadı. "Neden çekip gittin, neden beni bulmadın?"

Titreyen sesi ile yüzümü saran elleri, yanaklarımı silen parmaklara dönüştü. Gördüğüm bu şefkat ve içten gelen sevgi, beni mahcup hissettirse de şu an buna ihtiyacım olduğunu biliyordum. Bu gece yalnız kalmak mecburiyetimdi ama seçeneğim olsaydı Begüm ile olmayı yeğlerdim.

"O kızla geldi, kolunda öylece içeri girişlerini gördüm. O kız kim, biliyor musun? O kız kim bilmiyorsun ki. Gelemezdim, karşısına geçip açıklama yapamazdım." Hıçkırıklarım suçlu bir çocuk fısıltılarına bulanırken kesilen nefesimle bölük pörçük kelimeler eşliğinde kendimi açıklamaya çalıştım. "Umurunda bile olmazdım. O kız va-varken ben... " Hıçkırıklarım yeniden sıkıştı nefes borumda.

"Şşşş, tamam. Tamam, bana bak. Aç gözlerini bana bak, krize gireceksin diye korkuyorum." Geri çekildiğinde ellerini duvarda gezdirdiğini görüyordum. "Nerede buranın ışığı, lanet olsun!"

Stresle söylenirken sızlayan gözlerimle hızla ışığa doğru ilerledim ve yaktım lambayı. Gözlerimi açmakta birkaç saniye zorlanırken parmaklarımın boğumlarını göz çukurlarıma sokuşturarak ovuşturdum sızlayan gözlerimi. Çenem hala titriyor ve ben ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırıyordum.

Bakışlarım onun beni üzüntü ile izleyen gözlerine döndüğünde omuzlarımdan tutup beni göğsüne çekti ve bir kez daha sarıldı. Bu kez daha sıkı ve içten bir sarılış.

Dudaklarını saçlarıma bastırdığında sakinlik veren bir fısıltı ile konuştu. "Hepsini çözeriz, duydun mu? Hepsini konuşuruz ama ağlamanı istemiyorum. Senin ağlamanı istemiyorum." Ardından ıslak saçlarıma bıraktığı bir öpücükle yavaşça yüzümü omuzundan geri çekip yüzüne baktım.

Beni öpmüş müydü? Beni neden öptü ki?

Dudakları yavaşça kıvrıldığında şefkat dolu bir gülüşle şaşkınlığımı fırsat bilerek uzanıp yanaklarımı sildi ve geri çekilerek kanepeye doğru ilerledi. "Kahve mi içiyordun?" Gülümser bir sesle eğilip kupamın içine baktığında bakışlarını eğildiği yerden bana çevirdi.

Başımı usulca sallarken bastıramadığım bir gülümseme ile onayladım onu. "Daha var, istersen sana da bir tan-"

"Ben alırım, yerini göster yeter." Yüzündeki üzüntüyü hızla sildiğinde bana doğru hızla geldi ve koluma girerek yönümüzü mutfağa doğru çevirdi.

"Evinde görmediğim bir bu taraf kaldı, orası da mutfaktır diye tahmin ediyorum." Kıkırdayarak bizi mutfağa soktuğunda uzanıp duvardaki düğmeye dokundu ve floresan lamba birkaç göz kırpıştan sonra açıldı.

"Vay, küçük ama şirin bir mutfak." Kıkırdayarak tezgahın üzerinde , bir köşede öylece duran kahve makinesine doğru ilerledi ve düğmesine bastı. "Bir daha ısınsın, soğuk kahveden pek hoşlanmam." Bakışları kalçasını yasladığı tezgâhtan bana döndüğünde yüzünde sıcak bir gülümseme oluştu.

"Pijamaların tatlıymış." dedim, burnumu çekip alaylı bir kıkırtı bıraktım.

"Sana da alırız, takım takım giyinmek hoş olabilir." Yeniden kıkırdadığında içeriden gelen mesaj sesi ile bakışları o tarafa döndü. "Hemen geliyorum."

Aceleyle, içeriye döndüğünde ben de açtığım mutfak dolabından bir fincan çektim ve kahve makinesinin önüne bıraktım. Makinenin durmasını beklerken dağılan saçlarımı kulağımdan arkaya verdim.

Mutfağa geri dönen Begüm, arkamdan gelip yanağıma sıkı bir öpücük bıraktı ve kollarını kuvvetle sardı gövdeme. "Ay ne oluyor?"

Şaşkınlıkla gülerek kendimi geri çektiğimde gözlerindeki buğulanma ile bana bakışını gördüm. "İçimden geldi, öylesine." Dudaklarını birbirine bastırdığında yüzünde sıcak bir gülümseme daha oluştu.

"İyi bir haber aldın galiba." Kapanan kahve makinesini uzanıp elime aldığımda önümdeki kupayı doldurmaya başladım.

"N-ne haberi?" dedi kekeleyerek.

Sesi neden gergin geldi anlamadığım için omuzumun üzerinden yüzümü ona döndüm. "Mesaj sesi gelince gittin ya, ben de telefonuna baktın sandım."

Ansızın kocaman açılan gözleri, başını iki yana sallayışı ile heyecanlı bir telaşa itmişti onu. "N-ne alakası var canım sen de." Bakışlarını benden kaçırdığında omuzlarımı silkerek bu konu üzerinde çok durmak istemediği için ısrar etmek istemedim.

"Neyse ne. Hadi içeri geçelim, burası soğuk." Elime aldığım kupa ile önümü salona döndüğümde peşime takıldığını duyuyordum. "Işığı kapat." dedim uyarıcı bir anne edası ile.

"A- pardon." Kıkırdayarak geri dönüp ışığı kapattı ve salona geri döndü.

Az önce ağladığım kanepede çoktan ilerleyip yerini aldığında, kahvesini orta sehpanın üzerine bıraktım. Yanındaki boşluğa oturduğumda uzanıp yerdeki battaniyeyi aldı ve önce kendi dizine sonra da benimkilerin üzerine örttü.

"Hala uyumaman iyi, ben ışıkları kapalı görünce neredeyse geri dönecektim." Uzanıp kahvesini eline aldığında sıcak bardağın içine hafifçe üfledi ve ardından küçük bir yudum aldı. Bakışları bana döndüğünde bir cevap bekler gibi yüzüme bakıyordu.

Uzanıp kendi kahvemi aldığımda, koltukta geri yaslandım ve ayaklarımı yukarı topladım. "Uyuyabileceğim bir gece değil ama seni gördüğüme şaşırmadım desem yalan olur."

Gözlerim kısılarak üzerindeki pijamalarda dolandığında kinayeyle sırıttım ve omuzuna dokunarak konuştum. "Yatıya geldiğin belli yoksa bu saatte ne işin olur burada değil mi?"

Dudaklarının arasından dışarıya sessiz bir kıkırtı bıraktığında derin bir iç keti ve sırtını kanepede geri yasladı. "Babam ağladığını söyleyince zaten kalamazdım." Gözleri kafasını yasladığı koltuktan bana döndüğünde yüzümde buruk bir gülümseme yerini alıyordu.

Kenan Bey bu gece gerçekten bana çok yardımcı olmuştu. O adama rezil olduğumu düşünürken bana uzanan yardım elinin naifliğini anımsayarak bir kez daha gülümsedim.

"Ben Pars'ı görünce kötü oldum, o sırada beni görmüş olacak ki yanıma geldi. Sağ olsun eve kadar bıraktı ve yol boyu darlayacak hiçbir şey sormadı hatta biliyor musun konuşmadı bile."

Sesimdeki minnetle Begüm kendini kaydırarak kolunu benimkine sardı ve başını omuzuma koydu. Bugün neden bu kadar yakın davranıyor anlamasam da hoşuma gittiği için hiçbir şey dememeye karar veriyordum.

"Babam öyledir. Nerede susacağını iyi bilir. " dedi yorgun bir nefesle. Sanki, sesinde gizli saklı bir kırgınlık vardı ama bu konunun üzerinde de çok durmak istemediğini hissediyordum.

"İyi bir adam, şanslı bir kızsın." dedim başımı omumuza yaslı başa dayarken.

"İyi bir adam, iyi de bir babadır." Sessiz bir iç çekişle başımı geri çektim ve yüzünü görebilmek için ona doğru eğildim.

"Hayatımdaki her konuya burnunu sokuyorsun. Şimdi ben de sana bir soru soracağım ama terslemek yok." Bürünebileceğim bütün şirinliği yüzüme takındım ve gözlerimi kıstım.

Bu halim onu eğlendirmiş olacak ki kıkırdamaya başladı. "O yüz ne öyle ya..." dedi ve yeniden bir kahkaha daha attı.

"Kızmayacaksın söz mü?" dedim gülmemi bastırarak.

"Söz." dedi omuzumdan geri çektiği başı ile. Yönümü oturduğum koltukta ona döndüğümde birkaç saniye merakla bekleyişini izledim. "E hadi!" dedi sabırsızca.

"Annen nerede senin, yani hep babanla gibisin? Partide de bir tek üçümüz olacağız demiştin. Küs falan mısınız annenle?" Sorduğum soru ile yüzünde üzgün bir gülümseme oluştu ve başını iki yana salladı.

"Küs müyüz bilmem ama o öldü." Bunu sıradan bir şeyden bahsediyormuş gibi söylese de sesinin titremesine engel olamamıştı.

"B-ben özür dilerim, bunu hiç düşünemedim. Çok aptalım Begüm." Kendi aptallığıma hayıflanırken uzanıp koluma dokundu.

"Sorun değil. Hayatımla ilgili bir şeyleri merak etmen güzel, bu gerçek bir arkadaşmış gibi hissettirdi." Göz kırptığında bakışlarımı yüzüne çevirdim ve birkaç saniye içinde yaptığı kinayeyi anladım. "Çok gıcıksın var ya! Babana söylediğim şeyin intikamı değil mi bu?"

"'Biz arkadaş değiliz efendim! Begüm biz arkadaş değiliz, kabanını getirin arkadaşımın! Ah hayır biz arkadaş değiliz.'" Ağzımı taklit ederek bu ana kadar onu dışladığım her anı saniyeler içinde önüme serdi.

"Bak ya!" Uzanıp koluna çimdik attığımda içten bir kahkaha ile kahvesinden bir yudum daha aldı. "Güvenmiyordum sana ne yapayım. Hem benim bu zamana kadar tek bir arkadaşım oldu, o da Defne. Ona da güvenmek gibi bir aşamam olmadı, çocukluk arkadaşım."

Kendimi savunmaya çalışırken Begüm'ün bakışları orta sehpaya bıraktığı kupadan bana döndü. "Seni suçlayamam. Ben de öyle kolay arkadaş edinen tiplerden değilimdir ama sana görür görmez kanım ısındı." Sesindeki samimiyet, duygularının gerçek olduğunu bana hissettirse de utanma duygumu bastıramıyordum.

"Bak sen... Oysa ben, seni o pisliğin yanında görünce öldürmek istemiştim." İtiraf ettiğim gerçek, Begüm'ü içten atılan başka bir kahkahaya iterken gülmekten kesilen nefesini toparladı ve konuştu.

"Bana bakışlarından anladım zaten. Peki Pars'a ne demeli, sırf kıskandırmak için yakın davranması? Hayır, bu adamla günlerce bir adada kaldım ben. O güne kadar bir kez bile cıvık bir hareketini görmedim."

"Adada mı?" Kafa karışıklığı ile sorduğum soru ile yüzündeki gülümseme yerini bilge bir ifadeye bıraktı.

"Canını ben kurtardım, hahaha! Ona da diyorum, bana bir can borcu var Pars Bey'in."

Gülerek anlattığı şeyler kaşlarımı çatmama neden olurken anlattıklarından hiçbir şey anlamadığımı fark etmesi ile başladı anlatmaya.

"Ben iki yıldır Malta'da bir adada inzivadaydım, köpeğimle beraber. Sadece ikimiz. Pars'ın uçağı Malta yakınlarında düşmüş, bedeni sahile vurunca yolumuz böyle kesişti. Ben de alıp eve götürdüm ve adamız birileri tarafından basılmadan önceye kadar orada dinleniyordu."

Kafamdaki taşlar birer birer yerine otururken bunca zaman Begüm ile bir adada kaldıkları gerçeği beni sinsi bir kıskançlığa itiyordu. Böyle güzel bir kızla günlerce bir adada kalacak ve sululuk yapmayacak öyle mi, hayatta inanmam.

"Bakma öyle. Aramızda bir şey olmadı, olamaz da. Pars daha çok hiç sahip olmadığım huysuz bir abi gibi. Hem sandığın gibi Kazanova falanda değil, oldukça ketum bir tip yani öyle kadın delisi olduğunu sanmam."

Bakışlarımı yüzünden kaçırdığımda nasıl olurda aklımın içine dalıp zihnimden geçenleri böyle görebilir diye düşünmeden edemedim. Bu durum beni bir tık korkutsa da aklımdan geçeni içerde tutamamak gibi bir hastalığım vardı. Söylemezsem dilim şişerdi sanki.

"O adam hayatımda tanıdım en sapkın tip. İnan bana uçan kuşa bile hallenecek bir Kazanova, iğrenç pisliğin teki ya." Dişlerimi sıkarak öfkemi kustuğumda bastırmaya çalıştığı gülüşü bir kez daha patlak verdi.

"Çok özür dilerim. İkimizde aynı adamdan mı bahsediyoruz bilmiyorum ama Pars, bu zamana kadar gördüğüm en doygun adam olabilir. Sadece hastanede bile ağzının içine düşen yedi bilemedin sekiz hemşire oldu ama onun birine bile alıcı gözle baktığını görmedim. Bana kızacaksın fakat gördüğümü söylüyorum." Yüzünde sevimli bir gülümseme oluştuğunda 'bana kızma' der gibi kırpıştırdı gözlerini.

Beni desteklemeyişi sinirimi bozduğu için uzanıp kolunu yavaşça cimcikledim. "Ah, acıdı ya!" Dudaklarını bükerken kendimi tutamayarak yeniden azarlarcasına konuştum.

"Sofia, Hande, Deniz, Sare... Bunlar benim denk geldiğim kadınlar ve inan onlarla tanışmam yirmi dört saatimi bile almadı. Her an her yerden bir kırığı çıkabilir. Bence sen analizlerini tekrar gözden geçir." Elimdeki bardaktan bir yudum daha aldığımda küserek geri yaslandım.

Bana doğru yaklaştırdığı yüzü ile eğilip ondan çevirdiğim yüzümün hizasına indi ve yumuşak bir sesle yeniden konuştu.

"Bak sana Pars'ı korumuyorum ama karakter analizini yapacak kadar çok zaman geçirdim onunla. Zor bir adam evet, sorunları var muhtemelen, bir sürü travması var fakat sapık değil. Öyle anlattığın gibi her an her yerde birini yatağa atacak bir adam hiç değil. Bu benim mesleğim, bırak da anlayayım ikiz." Yeniden kıkırdadığında, bıkkın bir nefes verdim ve avuçlarımın içindeki kupayı uzanıp orta sehpaya bıraktım.

Oda geri çekildiğinde arkasına yaslandı ve gözlerini üzerimde bilmiş bilmiş gezdirdi.

"Bir şey diyeyim mi? Bu gece o pislikten daha fazla söz etmeyeceğim. Senin onun hakkındaki analizlerini umursamıyorum, ben kendi gördüğüm şeye inanmaya devam edeceğim." İnadımın tutması Begüm'ü sessiz bir kıkırtıya iterken yüzümde yeniden bıkkın bir ifade yerini alıyordu.

"Bu gece kutlamadaki kız kimdi? Seni bu denli üzecek kadar önemli biri olduğunu sanmam." Söylediği şey beni hayrete sürüklerken, gözlerim istemsizce açıldı.

"Yanındaki kız beni üzecek kadar önemli değil mi? Bunun bir listesi mi var! Üzüleceğim kadınlar ve üzülmeyeceğim kadınlar öyle mi?"

Suratımda şaşkın bir gülümseme sinirle karışık beklediğinde Begüm, sabırsız bir nefes verdi. "Onları o masada gördüm, yan yana iken. Bu bana göre Pars'ın sadece paravan gibi kullandığı bir kızdan başkası değil. Ona bir kez bile bakışını görmedim, uzaktan gözlemlediğim ve yanlarına gittiğim anda bile buna emindim."

Kendimi koltukta geri bıraktığımda sırtım sert koltuk başına hızla çarptı. "Bana psikoloğum demiştin demi? Bence alanında biraz yetersizsin."

Alayla güldüğünde bakışlarımı ondan tavana çevirdim ve sert bir nefes çektim içime. "Bak sen?" Alaylı sesi fısıltıyla yayıldı.

"O kızla yaşadığı evde, aklının hayalinin almayacağı bir odası var bu adamın. Sadece sapkınlıkları için özenle tasarlanmış bir oda, orayı görmüş olsaydın analizlerinin saçmalığını çok daha iyi anlardın."

Uzanıp kahvesini dudaklarının arasına sokuşturdu ve sessizce gülerek birkaç yudum içti. Dikkatimi çeken bu gülüş başımı uzandığım yerden dikip ona çevirmeme neden olduğunda neye bu kadar gülüyor anlamaya çalışıyordum.

"Ne?" dedim çıkışırcasına.

"İnsanların cinsel arzuları ile ilgilenmem, o alan başka doktorların işi. Bana sorarsan eğer Pars gibi bir adamın herhangi bir kadına çiçek gibi davranması da beklenmez zaten. Adam fıtratı gereği sert bir mizaca sahip, kadınlara bunun tam tersi davranmasını bekleyemezsin."

Kıvrılan dudakları ile sinsi sinsi bana bakarak güldüğünde hızla uzandığım koltukta dikeldim. "Farkındasın yani nasıl bir ruh hastası olduğunun?" Şaşkınlıkla aralanan dudaklarım ile onu öylece izledim.

"Daha önce hayatına bir erkek girmedi değil mi?" Kısılan gözleri ile bunu alaylı bir sesle değil de meraklı bir sesle fısıldadı.

"Ne alakası var şimdi?" Gözlerimi kaçırarak yönümü karşımda kapalı olan televizyona döndüm.

"Cevap ver işte, daha önce bir erkekle beraber olmadın bence. Eğer olsaydın..." sustu.

Sessizlik, başımı ona çevirmeme neden olduğunda, içimdeki merakı bastıramıyordum. "Ne?"

"En iyi erkeklerin Pars gibi olanlar olduğunu bilirdin. Hassas bir temas, inan bana seni tatmin etmezdi."

Duyduğum şeyler utanarak yanaklarımın kızarmasına neden olurken sesli bir şaşkınlık ile uzanıp kolunu ittirdim. "Çok pisliksin."

Sessiz bir gülüşle yüzümü yerdeki eski kırçıllı halıya çevirdiğimde Begüm'den salona yayılan yüksek bir kahkaha koptu. "Analizlerim, tanıdığım herkes için geçerli ikiz. Yani sen de çok gizemli bir tip değilsin."

"O ne demek be, uyuz musun?" Kızaran yanaklarımla ve yanan kulaklarımla ciddi olmaya çalışıyordum ama gülmemi engelleyemiyordum.

Bu, bu zamana kadar biriyle ilk kez bu tarz şeyler konuşuşumdu. Defne genelde yaşadıklarını anlatır ve geçerdi ama biri ile bunları bu denli tartışmak utanç, komedi ve merak duygusunu aynı anda yaşatıyordu.

"Uyuz değilim, sadece diyorum ki sen çok hırçın bir kadınsın. Dik başlı, dediğim dedik bir klişe..." Ardından beni uyuz etmek için bir kahkaha daha attı.

"Sağ ol ya. Ne güzel anlatıyorsun beni." Bastıramadığım bir kahkaha benden odaya yayıldı.

"Ama öyle, yalan mı? Fakat gel gör ki senin gibi kızlar, narin erkeklerden pek hoşlanmaz." Kaşlarım çatıldığında yüzümdeki salak gülüş hala olduğu yerde takılı kalmıştı.

"Yanlış anlama, günlük hayatta demiyorum. O karakterinle alakalı bir şey. Belki sen Pars'ın baskın tavrını değil, Ateş'in anlayışlı halini sevebilirsin ama yatakta isteyeceğin karakteri az çok görebiliyorum."

Ağırca yutkunduğumda yatakta hangisini istediğimi gayet iyi bilirken buldum kendimi. "Bence anladın." dedi ve hızlı bir hamle ile elindeki bardağı sehpaya bıraktı.

Kanepede hızla uzanıp başını dizime koyarak ayaklarını koltuk yanından aşağıya uzattı. Boşluktaki ayakları usul usul sallanırken altındaki battaniyeyi zar zor çekip üzerine çekti ve bakışlarını uzandığı dizimden yüzüme çevirdi.

"İyi mi öyle? Rahat mısın?" dedim alayla.

"Çok rahat ama saçlarımla oynarsan daha mutlu bir Begüm olabilirim."

"Gerçekten ilginçsin Begüm, ciddi söylüyorum." Yüzümdeki gülümseme genişlerken sırtımı geri yasladım ve dizlerimdeki Begüm'ün saçlarını usul usul okşamaya başladım.

Bakışlarım karşımdaki duvarda kayıtsızca dolanırken ben ansızın açılıp ansızın kapanan konuyu düşünürken buluyordum kendimi.

Parsı yatakta bana dokunurken düşünüyordum. O uçakta, hayatım boyunca yattığım en rahat yatağın içinde bedenime hükmedişini anımsadım. Benliğimin kontrolünü ellerine alarak beni çaresiz bir çocuk gibi titrettiğini... Üstelik bu sadece birkaç dakikanın getirdiği bir arzunun aleviydi.

Onun altında olmanın bu zamana kadar yaşadığım her şeyden daha gerçekçi hissettirdiğini anımsadım. O an anlayamayacak kadar utanıyor ve korkuyordum ama şu an; yirmi dört senelik hayatımda yediğim, içtiğim, ağladığım, güldüğüm her an hafızamda silik bir anıyken, onun iri bedeninin gölgesinde kıvranan vücudumun görselleri oldukça tazeydi.

Pars'ın nefesinin boynumda yayılışını en az o gün ki kadar net hatırlıyordum. Yutkundum. Düşüncelerim ve anımsadığım bu hatıralar, şimdi bile tüylerimi ürpertmişti.

Dağılan dikkatimi gerçek zamana çektiğimde bakışlarım boşluktan dizlerimde uzanan Begüm'e döndü. Gözleri kapanmış, göbeğinin üzerindeki el kayarak yere sarkmıştı. Uyumuştu...

Birini dizimde ilk uyutuşum değildi. Küçükken Defne'ye de bunu sıkça yapardım ama bu kez farklı hissettirmişti. Begüm, anlam veremediğim bir şekilde bana Defne'den çok daha fazla güven vermişti.

Bu yanlıştı belki. Onu yeni tanımışken şimdi öylece allem edip kallem edip hayatıma girmiş bir kızı salonumda, koltuğumda ve dizimde uyutuyordum. Delilik bu...

Düşüncelerim gülümsememe neden olduğunda başımı geri yasladım ve gözlerimi usulca kapattım. Yeterince boşalan zihnim geçen saatlerin ardından beni uykunun güvenli kollarına çekmeye niyetliydi ve karşı koymak istemedim.

 

 

Gün ışığı, Gülsüm Sarıca'nın odasındaki perdeleri aşarak içerideki yatağın ortasında oturan kadının sırtını ısıtmaya başlıyordu.

Uykusuz gözleri beyaz nevresimlerde boş boş dolanırken geceden beri düşündüğü tek şey yıllar sonra yaşadığını öğrendiği kızıydı. Onun karşısına çıkıp gözlerine bakacak cesareti kendinde toplamaya çalışsa da bunu her deneyişinde onun yaşadıklarının ne denli korkunç olduğunu düşünüyordu.

Yetimhanede geçen çocukluk yılları, tek başına hayatla baş etmeye çalışması. Yaşanan her acıyı, ona çaresiz hissettiren her bir anı elleri ile parçalamak isterdi.

O gün gelinlikçinin kapısından girdiği anda kendine karşı korkan gözlerle bakmasının nedenini artık biliyordu. Gülsüm bilmese de Nasya, onun annesi olduğunu bilerek gelmişti bu randevuya.

Gülsüm'ün en büyük korkusuysa kızının anlatacaklarına inanmamasıydı. Onu kendi isteği ile bırakmamıştı, ölse bile bunu yapmazdı. Ama ya Nasya, annesinin onu bıraktığına inanıyorsa, onu hiç sevmediğini düşünüyorsa...

Gece boyu düşündüğü bir diğer şey ise Nasya'nın içinde bulunduğu düğün süreciydi. Kiminle evleniyordu? Onu gerçekten seven, değer veren bir adam mıydı? Bir anne olarak bunca yıl sonra ansızın hayatına girip, her şeye bir yabancı gibi bakmak istemediğini biliyordu.

Odanın kapısı hafifçe tıklatıldığında şişen gözleri çalan kapıya döndü ve kuru dudakları aralandı. "Gel."

Fısıltılı yorgun ses eşliğinde aralanan kapı ile yardımcı kız açılan kapıdan içeriye çekinerek uzattı başını. "Uyandınız mı efendim? Kahvaltınızı hazırladığımı söylemek için rahatsız ettim."

Gülsüm'ün derinden verdiği bir nefesle oturduğu yataktan kalkışını izleyen genç kız, bir adım geri çekilerek açtığı kapıyı geriye doğru yasladı.

"Kahvaltı yapmayacağım. Benim için Hakan'ı ara ve Dicle'yi hafta sonuna kadar getirmemesini söyle. Birkaç gün onunla kalsın, etrafımda olup bu halimi görmesini istemiyorum."

Genç kızın üzgün gözleri patronunun üzerinde usulca gezindi. "Nasıl isterseniz Gülsüm Hanım, kahvaltı yapmayacaksanız kahvenizi hemen getirebilirim."

Gülsüm'ün attığı adımlar büyük odanın sonunda, duvarda gömülü olan giysi dolabına ilerlediğinde uzanıp kapılarını açtığı dolap kapakları ile geri çekildi.

"Termosumun içine hazırla, çıkacağım." Dalgın sesi ile konuşurken uzanıp askıdan çektiği siyah tulumu ellerine aldı. Arkasını dönerek yatağa doğru yürüdü ve tulumu yavaşça dağınık yatağa bıraktı.

Bakışları sol çaprazımdaki boy aynasına döndüğünde göz altlarının çöktüğünü ve ne denli perişan göründüğünü fark ediyordu. Yardımcısı onu kendi ile baş başa bırakmak için arkasını dönerek girdiği kapıdan çıktı ve açtığı kapıyı kapatarak odadan ayrıldı.

Gülsüm Sarıca, bakışlarını karşısında gördüğü çökmüş yüzünde gezdirirken fısıltı ile mırıldandı. "Kendini toplaman gerek, kızının yanında olman gerek. Sana ne derse desin ne düşünürse düşünsün artık onunla olmalısın. Topla kendini Gülsüm."

Kendine verdiği telkin ile düşük omuzlarını dikti ve yönünü kısa bir duş alıp bedenine dinçlik verebilmek umuduyla banyoya çevirdi.

 

 

PARS

Gözlerim aydınlık odanın içine açıldığında boğazımdaki kurulukla ağırca yutkundum. Bakışlarım başucumdaki koltukta uyuklayan Davut'a dönerken gözlerimi beyazlarla döşeli hastane odasında gezdirdim.

Başımın ortasında hissettiğim ağrı ile alnım kırışıyor ve uzandığım yataktan, yanlardaki tutacaklardan destek alarak doğrulmama sebep oluyordu.

Çıkan sese panikle irkilen Davut'un sesi odanın içinde fısıltı ile dolandı. "Efendim, iyi misiniz?" Kendimi yatakta geri çektiğimde damar yolumdaki iğne çekiştirmemin etkisi ile acısını belli ederken başımı usulca salladım.

Konuşmak istediğimde ses tellerimdeki tıkanıklıkla hafifçe öksürdüm ve boğazımı temizledim. Sormak istediğim çok şey vardı. Hastane odasında ne işim olduğu, buraya nasıl geldiğim ve bir sürü cevap isteyen soru daha.

Dün gece dair hatırladığım son şey başımın döndüğünü hissedişimdi. Sonrası ansızın kapanan bir film gibi muammaydı. Simsiyah bir ekrandan başka bir şey değil. Anımsadığım diğer şey ise beni gerçekliğe hızla geri getirirken bedenimdeki afallamayı bir kenara attıracak kadar önemliydi.

"N-Nasya..." dedim çatallı sesimle kuruyan dudaklarımın konuştukça çatlayarak sızladığını hissediyordum.

Dün gece öğrenmek için delirdiğim gerçeği şimdi rötarlı öğrenecek olmak beni korkuturken hissettiğim korku duygusu ile sarılıyordu ruhumun katmanları.

O kızın kardeşim olma ihtimali birçok şeyi açıklardı belki de. Ona gördüğüm ilk andan beri hissettiğim çekimi yanlış yorumlayıp kendi kardeşime dokunacak kadar ileri gitmiştim. İçimdeki karşı koyamadığım his kardeşlik bağı mıydı? Benim bunca zaman hiçbir kadına karşı hissetmediğim bu duygunun sebebi bu muydu?

Olmaması için her şeyi verirdim, böyle bir gerçekle yüzleşmektense bu hastane odasından cansız bedenimin soğuk bir sedyede dışarıya taşınmasını dilerdim. Böyle bir gerçekle nasıl baş edebileceğimi bile bilmiyordum. Her şeyle ilgili bir fikrim vardı ama onunla ilgili bu şeyle nasıl baş edebilirim bilmiyordum.

"Pars Bey bizi çok korkuttunuz? Sizi öylece bulunca, yerde kanlar içinde görünce ne yapacağımı bilemedim. Feridun Bey hastaneye getirmemi söyleyince apar topar buraya getirdik sizi fakat hemen kızmayın. Babanız dahil herhangi birinin burada olduğunuzdan haberi yok efendim. Dilediğiniz gibi kimse bir şey öğrenmedi. Adil Bey birkaç kez aradı fakat dinlenmek istediğinizi söyleyerek geçiştirdim. Başka şansım yoktu Pars Bey, siz kendinizde değildiniz." Titreyen sesi odada panikle dolandığında kekeleyen kelimeleri birbiri peşine sıralanıyordu.

"N-nasya..." dedim dişlerimin arasından tıslayarak, umurumda olan tek şey öğrenmesini istediğim şeyin sonucuydu.

"N-nasya Hanım evindeler efendim, çağırmamı mı istiyorsunuz?" Kafası karıştığında beni daha da kızdıracağına duyduğu korku ile mavi gözlerini üzerimde tedirginlikle gezdirdi.

"DNA testi Davut! Siktiğimin testinin sonucu ne çıktı! Kenan'ın doktorundan öğrenmeni istediğim sonuç!" Peş peşe öfkeyle kurduğum kelimeler kuru boğazımda kaşıntılı bir öksürüğe döndürdüğünde odanın içi kesik öksürüklerimle sessizliğe gömüldü yeniden. "Davut!" Uyarıcı bağırış ile şaşkınlıkla kocaman olan bakışları kelimelere dökülüyordu.

"B-ben ilgilenemedim efendim, sizi öyle görünce bir daha aramak aklıma gelmedi."

Avuçlarımın arasındaki tutacakları bırakarak bacaklarımdaki pikeyi sertçe çekip attım üzerimden. Uzanıp damar yolumdaki iğneyi öfkeyle çekip çıkarttığımda ayaklarımı yataktan aşağıya saldım. Çıplak ayaklarım mermer zeminle birleştiğinde, yataktan aldığım destekle hızla ayağa kalktım ve başımın deli gibi dönüşüne aldırış etmeden ileriye doğru birkaç adım attım.

"Pars Bey ne yapıyorsunuz?" Davut telaşla yanımda belirdiğinde beklemeden koluma girerek dengemi sağlamama yardım ediyordu.

"Ara şu siktiğimin doktorunu öğren Davut! Sana konunun ne kadar ciddi olduğunu söylemedim mi lan! Ertelemek ne demek!"

"Pars Bey şu anda kendinize odaklanmanız-"

"Ne saçmalıyorsun Lan sen!" Kolumu ellerinden hızla çekip yakasından tutup geri ittirdiğimde öfke ile odayı inletirken buldum kendimi. "Sana mı soracağımla! Neyin önceliğim olacağını sana mı soracağım!"

Odanın kapısı hızla açıldığında duvardan aldığım destekle bakışlarımı içeriye giren kişiye çevirdim. Babam burnundan soluyarak içeri girdiğinde açık olan kapıyı sertçe çarparak kapattı ve gözlerini üzerimde öfkeyle gezdirdi. Bakışları elimdeki damar yoluna döndüğünde açık olan kanaldan yere akan kanla beraber hızlı adımlarla dibime gelip elini koluma uzattı.

"Otur lan şuraya, geç!" Kolumdan çekiştirerek beni yatağa geri oturturken sabır dolu sert bir nefes çektim içime.

"Ne işin var senin burada!" Dişlerimin arasından tıslarken suratıma yediğim sert tokatla başım soluma doğru savruldu.

Odanın içi onun acıya yakın yakarışları ile koptu. "Öleceksin lan! öleceksin! Benden saklamak ne demek! " Uzanıp çenemi tutup yüzümü kendine çevirdi. Şakaklarımı bütün gücümle sıktığımda çene kasım ağırca hareketleniyordu. Avuçlarımı yumruk yapıp sıkarken yeniden bağırdı. "Ben oğlumun kafasının içindeki tümörü, neden siktiğimin bir korumasından öğreniyorum! Amacın ne lan senin! Ölmeye mi çalışıyorsun! Bunu geçiştirmek ne demek! Söyle bana ne demek!"

Neredeyse titremeye yakın bir sesle konuştuğunda hayatım boyunca ilk kez babamın benim için üzüldüğünü görüyordum sanırım. Bu durum gardımı daha da sıkı kavramama neden olduğunda çenemi ellerinden öfkeyle geri çektim.

"Bana bir daha elini kaldırırsan..." Dişlerim uyguladığım baskı ile sızlarken kelimelerimi yarıda bırakıp gerisini onun hayal gücüne bırakıyordum.

"Davut, çık dışarıya!" Gözleri benim gözlerimden bir milim bile kaymazken Davut aldığı emirle bakışlarını bana çevirdiğinde başımla çıkmasını söylüyordum.

Beklemeden odadan çıkıp kapıyı üzerimize örtmesi ile babamla baş başa kalıyordum. Yarım bir adım daha atıp dibimde durduğunda üzerime doğru eğildi ve fısıltı ile konuştu. "Hemen tedaviye başlayacaksın Pars, Feridun ne diyorsa onu yapacağız. Ameliyatsa ameliyat, değilse tedavi, ne iyi gelecekse o, duyuyorsun değil mi beni?!"

Bunu emir veren bir komutan edası ile söylemese beni düşündüğüne neredeyse inanırdım. Ama onun asıl korkusunun nedenini kısa bir süre önce öğrenmiştim. Şirket demek ben demekti, ben yoksam Adil de yok olmaya mahkumdu.

"Duydun mu? Bana öyle dik dik bakmayacaksın! 'Duydum baba.' diyeceksin! Duydum baba!" Dişlerinin arasından nefrete yakın bir tıslama ile konuştu yeniden. "Çocukluğuna dair değişmeyen tek şeyin şu keskin bakışların! Böyle, gözümün içine bakıp 'Sen ne dersen de benim doğrularım var.' der gibi kafa tutardın! Bu yüzden çok dayak yerdin biliyor musun? İtaati öğrenseydin çok daha iyi bir ilişkimiz olabilirdi ama sen, sen asla itaat etmezsin değil mi? Asla boyun eğmezsin!"

Gözlerim bir milim bile kaymadı gözlerinden. O, anlattığı her şey ile bakışlarını benden kaçırana kadar dirense de pes eden kendi oluyordu ve onu izleyen kilitli bakışlarımdan eğildiği yüzümden uzaklaşıp yönünü odanın ucuna çevirerek kurtuldu.

Bakışlarım hala üzerinde tutulurken ilerideki duvara yasladığı sırtı ile gözlerini yeniden bana çevirdi, ellerini saçlarının arasından geçirip yorgun bir nefes verdi dudaklarından dışarıya. "Benden nefret ediyorsun, bunu çok iyi biliyorum. Fırsatın olsa kafama bir kurşun sıkacak kadar çok nefret."

Bakışları anlamlandıramadığım bir buğuyla gözlerime döndüğünde onu böyle görmek bana garip hissettirse de yüzümdeki sertliği bir an olsun silmedim. Silmedim ve tek bir kelime bile etmedim.

"Sen hep anneni sevdin, hep anneni... Ama benim oğlumsun Pars, her şeyinle benim oğlumsun. Serpil gibi güçsüz bir karakter asla olmadın."

"Düzgün konuş!" Dişlerimin arasından öfkeyle hırladığımda yüzünde buruk bir gülümseme oluştu.

"Onu hiç tanımıyorsun. Ne denli acımasız bir kadın olduğunu bilmiyorsun. Ama peki, burada yılların hesaplaşmasını siktiğimin bir hastane odasında görecek değilim. Ama tedavi olmanı istiyorum. Seni kaybedemem, beni anlıyor musun? Seni bir kez daha kaybedemem."

Dolan gözleri parlakça bana bakarken bakışlarımı konuşmanın başından beri ilk kez kaçırdım yüzünden. Çünkü onu böyle görmek istemediğimi biliyordum. İçimde ona dair herhangi bir merhamet duygusunun yeşillenmesine izin veremeyecek kadar çok acı çektim.

"Sen; dün gece ilk kez, gözlerimin içine bakarak bana 'Seni bitiririm.' dedin. Yetişkin halinle ilk kezdi en azından. 'O kız senin kızınsa seni mahvederim.' dedin."

Söylediklerinin ardından bakışlarım yüzüne döndüğünde alnım kırışıyor ve boğazımda acı bir tükürük takılı kalıyordu.

"Bende biraz araştırma yaptım, oğlumu onca kalabalığın içinde beni tehdit ettirecek kadar kontrolsüz bırakan kızı..."

Sesi tehdit eder gibi değildi. Şayet öyle olsaydı yani onun Nasya için bir tehlike olabileceğini sezseydim, yer yerinden oynardı ama değildi. Bu bir tehdit değildi.

"Nasya Ersoy. Bir yetimhanede büyümüş, iyi bir okuldan mezun garson bir kız. Eski bir gecekondu mahallesinde debelenip duruyor." Yüzünde alaylı bir gülümseme oluştuğunda sırtını yasladığı duvardan ayrılıp bana doğru birkaç adım attı ve dibimde durdu.

"Ona annesini buldun, Gülsüm'ü. Ve babasını..."

Gözleri kısıldığında beni yoklar gibi yüzümde gezindi. Ağırca yutkunduğumda duyacağım şeyden deli gibi korktuğumu biliyordum. Genzim sızlıyor, göz pınarlarım bu adamın karşısında olmasını istemesem de öfkeyle doluyordu.

"Görür görmez kafaya takmışsın kızı. Ne ironi ama, tıpkı annen ve ben gibi. Oysa bunca sene içten içe ona hissettiğim bu takıntıyı ayıpladığını biliyordum, yüzüme karşı hiç söylememiş olsan da beni hep acıyan gözlerle süzdün haksız mıyım?"

"Haklısın. Sen seni sevmeyen bir kadının hayatını zindana çevirecek kadar çirkinleşecek bir adamdın! Biz, birbirimize benzemiyoruz baba! Ben hayatımdaki her kadının kendi arzusu ile orada olduğundan hep emin oldum! Hep!"

"Anlaşmalı orospularından bahsediyorsun her halde, değil mi? Yüzlerine bir kez, benim annene baktığım gibi bakmadığın şu ucuz kadınlar? Onların gerçek duygularla hiçbir benzer yanı yok. İnan bana oğlum gerçek aşk, pek plan program tanımıyor."

"Kısa kes. Seninle kadınlar hakkında konuşacak değilim. O yaşları geçtim."

"Nasya, Kenan'ın kızı."

Ansızın söylediği sözlerle omuzlarım bir yükten kurtulur gibi hafiflerken ben derin bir soluk bıraktım dudaklarımdan dışarıya.

"O kızı istiyorsan, gerçekten istiyorsan Kenan'la konuşurum Pars."

"Ne?" Bakışlarım hızla yüzüne döndü. 'Ne saçmalıyorsun Lan sen.'

"Biliyorum, benden zaman istedin ama hazır olduğunda evleneceğin kadını seçmen gerekecek ve Kenan benim can dostumdur. Onun kızı da gelinim ola-"

"Sakın! Anneme yaptığın mecburiyeti ben ona yapmayacağım! Duydun mu? O kız beni istemiyor ve ben senin aksine arkamı dönmeyi başardım baba. Ben takıntılı tarafıma arkamı döndüm. Nasya'yla beraber, sana hiç benzemediğimi kendime ispatladım ve bitti."

Babamla beraber kendime de itiraf ediyordum, ona benzer yanımın karanlığını. Nasya'yı o gece, Ateş'le gördüğümden beri onu çekip yanıma alıp istemese de kanatlarımın altında hapsetmeye olan yatkınlığımı biliyordum. Bunu en iyi ben biliyordum. Özgürlük tek arzusu olan bir kadının, kolunu kanadını kırıp yanımda tutmayı. Ama ona bunu yapamazdım. Ben annemi bir ipte sallanırken görmüşken Nasya'yı bu sona itecek hiçbir şey yapamazdım.

Zordu ona arkamı dönmek, onu öylece geride bırakmak. Bu zamana kadar verdiğim en zor savaştı fakat yaptım. Hayatım boyunca, annemden sonra her şeyden daha çok düşündüğüm tek bir kadın olmuştu; hayatını öylece çekip alamazdım ellerinden. Bunu ne kadar istesem de yapamazdım.

Kontrolcü tarafım onu sadece öldürürdü. Gün be gün soldururdu. Onda sevdiğim her şeyi bir bir yok ederdi. Parlayan gözlerini, gülen yüzünü ve o dik duruşunu. Hayata karşı tutunduğu sert tarafını törpülersem onda geriye sevdiğim ne kalırdı ki?

"Peki. Takın bakalım bu maskeyi ama eninde sonunda gerçek yüzün ortaya çıkacak. Gerçek sevgiye öylece arkanı dönemezsin Pars, onu öylece geride bırakamazsın. Nereden bildiğimi çok iyi biliyorsun."

"Sevgi dediğin bok tek kişilik değildir Adil Bey! Karşılıklı olur! Öteki türlüsü sadece kendini kandırmak olur, onu da sen çok iyi yaparsın! Sen, kendini çok iyi kandırırsın; bilirim ben! Ama ben, sen değilim. Senin gibi bir adam değilim! Olmamak için her şeyi yapıyorum ve yapacağım."

Söylediğim son söz kustuğum öfkemin kırıntıları ile bitişe ulaştığında odanın kapısı yavaşça açıldı. Babamın bakışları kapıya döndüğünde, üzerindeki tartışmamızın etkisini hızla sildi ve suratını sert bir ifadeye buladı.

"Feridun." Tok sesi merakla içeriye giren Feridun'un üzerinde dolandığında ben de gözlerimi o tarafa çevirdim.

"Adil Bey, ben size söylemek istedim fakat..." Bakışları korku ile bana döndüğünde sertçe yutkunarak sustu.

Gözlerini yüzümden kaçırdığında elindeki ince dosyaya çevirdiği bakışları ile yeniden duyuldu sesi. "Beynin C lobundaki tümör, sinirlere baskı yapıyor. Pars Bey'e söyledim, bu uzun zamandır içeride duran sinsi bir düşman gibi, alınan bir darbe sonucu kendini açığa çıkartmak zorunda kalmış fakat acilen müdahale etmemiz gerek. Henüz fırsat varken kitlenin bir kısmından kurtulmak mümkün."

Bakışları babama döndüğünde, sıkkın bir nefesle yeniden konuştu. "Aksi halde geç kalmak ölümcül sonuçlar doğuracaktır." Söylediği bu sözler bana yabancı değildi.

Bunları, bana da sonuçların çıktığı ilk gün açık açık söylemişti fakat babam bunları ilk kez duyuyordu ve suratında birkaç saniyeliğine görünüp kaybolan bir korku fark etmemle sıkkın bir nefes verdim.

"Ben gayet iyiyim. Ameliyat için biraz daha bekleyeceğim. Ne bunun duyulması ile ne de hastane odalarında tedavi için asalak gibi yatmakla uğraşamam. Çözmem gereken birçok konu var. İnan bana baba, bu onlar arasında en küçüğü."

Yaptığım geçiştirici açıklama Doktor Feridun'dan azarlamaya yakın bir yorum alıyordu. "En küçüğü falan değil. Bu hastalığın ne denli hızlı ilerlediğini bilmiyorsunuz. Zaman içinde zihninizle oynayacak, önce bir şeyleri unutacaksınız sonra hareket fonksiyonlarınızı iptal edecek, biraz şanslıysanız son günlerinizde hala etrafınızdaki insanları tanıyor olursunuz ama acılarla, ağrılarla geçen bir ölümcül süreçten bahsediyorum. Kendinizi bile tanıyamayacaksınız Pars Bey. Neyi, neden yaptığınızı bile anlayamayacaksınız. Bu bir kol kırığı değil, bu tümör. Beynin tamamına yayılmadan önüne geçmeniz gereken bir gerçek."

Bu fevri tavrı beni şaşırttığında gösterdiği bu cesaret dolu tavır beni gülümsetmişti. Onu karşımda ilk kez böyle sesli konuşurken görüyordum, cesareti hayranlık uyandırıcıydı.

"Önerin ne?" Adil Bey benim dediklerimi duymamış gibi bir umursamazlıkla, dikkatini Feridun'da sabitledi ve yineledi sorusunu. "Önerin ne ise onu yapacak. Ameliyat mı? O zaman yapacağız."

Yine aynı evham dolu ses, neredeyse kusturacak beni. Burada baş başayken bunu neden yapıyor anlamıyorum, neden bu endişeli baba rolünü bürünüyor.

"Ameliyat evet, fakat burada değil. Bu imkanlarla değil. Tam donanımlı bir hastanede, güvendiğim beyin cerrahları ile."

Aralarındaki bu konuşmanın ciddiyeti ve bilakis beni ciddiye almayışları komik gelirken oturduğum yataktan yavaşça kalktım ve yönümü odanın içindeki küçük dolaba çevirdim.

"Ne yapıyorsun?!"

Babamın öfkeli sesi arkamdan duyulduğunda, umursamaz bir mırıltı ile konuştum. "Çıkmam gerek, muhabbetiniz çok sarıyor ama kalamayacağım, artık başka bir sefere."

Açtığım kapaklarla raftaki ayakkabılarımı çekip aldım ve yere bıraktım. İçinde katlı bir şekilde duran çorapları hızlı bir hamleyle katından ayırıp ayaklarıma geçirdiğimde beklemeden giydim siyah spor ayakkabıları.

"Sen benimle kafa mı buluyorsun! Feridun'un ne dediğini duymuyor musun? Bu işin şakası yok."

Arkamdan gelip beni kendine çevirdiğinde sertçe kavradığı kolumu hızla çektim ellerinden. "O ellerini-" Sustum. Sözlerimi ısırdığım dilimle yarıda keserken uzanıp askıdaki mevsimlik montu çekip aldım elime.

"Pars."

Babamın baskın sesi ile üstüme geçirdiğim montun fermuarını hızla çekip kapüşonunu kafama geçirdim. Bakışlarımı, gözlerimi perdeleyen kapüşondan babamın gözlerine diktiğimde fısıldadım.

"Belki de benimle vedalaşma vaktidir Adil Bey. Yaşamak için bir nedenim yok fakat ellerimle bu aşamaya getirdiğim bu şirketin en azından çöküşünü engelleyeceğim."

Gerçek duygularımı ilk kez dile getirmiştim. Bu hastalıkla savaşmak gibi bir niyetim yoktu. Aksine uçak düşerken geri gelmemeyi düşündüğüm sebebi anımsıyordum, annemle olabilmekti. Geriye Nasya için dönmüştüm fakat büyük yanılgıydı. Şimdi en azından kardeşlerime bırakacağım iyi birer hisse ile geberip gideceğime emin olmak beni tatmin ederdi.

"Ne demek bu?" Babamın fısıltılı sesi kısılan gözleri ile üzerimde gezindi ve bakışlarımla beraber yüzümde yayılan karanlık gülümseme ona sorduğu sorunun cevabını vermişti. "Delirmişsin sen." Şimdi sesi en berrak hali ile titrerken başımı usulca salladım.

"Seni akıllı olduğuma inandıran neydi Baba."

Kurduğum bu son cümle ile yana doğru bir adım attım ve onu görüş alanımdan çıkararak önümde engel olarak kullandığı bedenini geride bırakıp ileriye doğru bir adım attım ve atılan ilk adımı izleyen başka birkaç adım daha.

Nihayet odadan çıkıp koridora döndüğümde kapının önünde bekleyen Davut ve diğer korumalar önümden ve arkamdan ilerlediler.

Davut'un adımları yanımda hızını sabitlerken, fısıltılı bir sesle konuştu. "Efendim Kenan Bey'in doktoru ile-"

"Gerek kalmadı." Lafını yarıda kestiğimde hastanenin ana kapısından çıkıp otoparka doğru ilerlerdim.

Davut hızla önüme geçip kapıyı açtığında camdaki yansımama çevirdiğim gözlerimle bir süre öylece kaldım.

Alnımın sol tarafındaki kanlı bandajı fark etmemle görüntümün ne kadar dağılmış gözüktüğünü fark ediyordum.

Gözlerim elimdeki damar yoluna döndüğünde ince aparatı çekip yere fırlattığımda pıhtılaşan kanama yeniden başladı. Aracın içine doğru ilerleyip kapının üzerime kapanışını izlerken baş parmağımı az önce yeniden uyandırdığım damar yoluna bastırdım.

Davut, ön koltukta yerini aldığında arabayı çalıştırarak yönümüzü otoparkın çıkışına çevirdi. Bedenimi arka koltukta geri saldığımda yorgun gözlerimi usulca kapattım ve az önce öğrendiğim haberin rahatlaması ile bir nebze huzura ermiştim.

'Kardeş değildik... bir daha bir araya gelemeyecek olsak bile, en azından ona dokunduğum için ruhumda oluşan sancıdan kurtuldum.'

"Efendim bir şey söylemem gerekiyor."

Davut'un sıkkın sesi aracın içinde dolandığında, bakışlarım geriye yasladığım başımla, aracın tavanına doğru aralandı. Yine hangi siktiğimin boktan haberini verecekti bilmiyorum.

"Deniz Hanım dün gece evde biraz rahatsızlanmış."

Alnım çatılırken, kafamın üzerindeki bandajların gerginliği sızı ile belli etti kendini. "Ve?" Boğuk sesim yorgun bir merakla aracın içinde dolandığında bakışlarını dikiz aynasından bana çevirdi ve mavi gözleri huzursuzca gezindi yüzümde. "Söyleyecek misin Davut."

"Sadece sinirlenmenizi istemiyorum. Bugün bununla uğraşmanızı istemiyorum."

Gözleri yeniden yola dönerken, vereceği haber her neyse beni oldukça gereceğini anlayabiliyordum. Bugün herhangi bir şeyle uğraşmak istemesem de Davut gibi ruhsuz bir adamı bu denli geren şeyi merak ediyordum.

"Uzatma da söyle!" Hırıltılı sesim ile araç yavaşça kırmızı ışıkta yavaşladı ve Davut'a açıklama yapması için fırsat sunuyordu.

"Dün, evde fenalaşıp bayılınca çocuklar Etiler'deki hastaneye götürdüler. Anlaşılan o ki kendisi hamile."

Duyduğum sözle oturduğum koltukta dikeldim ve elimle önümdeki koltuktan destek alarak öne doğru eğildim. "Ne demek hamile lan! Sen bu gibi sorunlar için gerekli önlemleri almıyor musun Davut! Hamile ne demek!"

Yükselen sesim, oturduğu koltukta kas katı kesilmesine neden olurken trafik ışıklarının kırmızıdan yeşile dönüşü ile araba hareket etti.

"Efendim, her ay düzenli olarak kontrole gidip tedavisini görüyordu fakat geçen ay kendisi doktorun yanına girmemiş. Sanıyorum ki ona verilen ilaçları da kullanmıyormuş."

Titreyen sesi ile bir korkak gibi fısıldarken uzanıp yakalarını kavradım. Ani bir frenle kenara çektiği araçla bakışlarını yüzüme çevirdi. Avuçlarımda sıktığım yakalarla nefesini keserken, tek bir kelime etmeden bakışlarını üzerimdeki montta sabitledi ve gözlerini benimkilere değmekten alıkoydu.

"Kafamın içinde boktan bir tümör var, dibe batan bir şirketim ve ensemde boza pişiren bir babam! Tüm bunların içinde siktiğim kadınların gebelikleri ile ilgilenmekte mi bana düşecek! O kızdan bir bebek isteseydim bunu içine seve seve koyardım! Ama ben sana ne dedim! Hatırla Davut!"

Bağırtım yüzüne doğru patladığında kızaran yüzü ve kesilen nefesi ile zar zor birkaç kelime kurdu. "H-atılıyorum Pa-pars Bey." Ellerimi yakasından geri çektiğimde öksürmeye başladı ve soluklarını zar zor topladı. "Halledeceğim efendim, bu sorunu sizin için çözeceğim. " Bakışları yüzüme döndüğünde onay istercesine bakışlarını gözlerimde gezdirdi.

"Bu sikik sorunu benim için hiç var olmamış yapman gerekirdi! Şimdi gidip halletmen hiçbir boka yaramayacak!"

"Haklısınız efendim. Benim hatam. Ben, Deniz Hanım'ı kontrol etmeliydim." Geri çekildiğimde sırtımı öfkeyle arkamdaki koltuğa geçirdim. "Bir bu sıçtığımın sorunu eksikti."

 

 

NASYA

Boynumda hissettiğim ağrı ile araladığım gözlerim odanın içine açıldığında Güneş, çoktan kapalı perdelerin ardından salona dolmuş ve içeriyi aydınlığa kavuşturmuştu.

Bakışlarım dizlerimdeki hareketliliğe döndüğünde Begüm'ün hala huzur içinde olduğu yerde uyuyuşunu görüyordum. Yüzümde yayılan gülümseme ile uzanıp saçlarını yavaşça okşadım.

Uyanmaya hiç niyetinin olmadığını anladığımda kafasını dikkatle dizlerimden kaldırdım ve oturduğum koltuktan kalkıp başının altına bir kırlent yerleştirdim. Açılan battaniyeyi düzelterek birkaç saniye onu izledim. Tıpkı bir çocuk gibi derin bir uykudaydı.

Kapımın önündeki seslerle bakışlarım önünde durduğum kanepeden daire kapısına döndüğünde alnım kırışıyordu. Gözlerim duvardaki saate döndüğünde sabahın on birinde kapımdaki kim olabilir diye düşündüm birkaç saniye.

Ardından tıklatılan kapı ile beklemeden ilerledim ve hızla açtığımda karşımda gördüğüm kişi beni şaşkınlıkla bir adım geri çekilmeye itti.

"Gülsüm Hanım?" Annem öylece karşımda durmuş, yüzündeki yorgun ifade ile bana doğru büyük bir adım attı ve kollarını bedenime sıkıca doladı.

Uğradığım şokla ne olduğunu anlayamıyordum fakat o her geçen saniye beni daha da sıkı bastırıyordu kendine.

Yüzünü boynuma gömdüğünde içine çektiği derin soluklar ve ağlamalı bir ses duyuldu. "Kızım!"

Duyduğum söz beni savunmasız bırakırken ona doğru kalkmaya hazırlanan ellerim iki yanıma indi yeniden.

Öğrenmiş miydi? Ama nasıl, nasıl öğrenmiş olabilirdi ki?

"Gülsüm Hanım..." Sarılmanın etkisi ile kesilen nefesim, kısık sesle birkaç kelime kurmama sebep olurken beni bir kez daha bastırdı göğsüne.

"Öldüğünü sanıyordum, senin öldüğünü." Hıçkırıkları salonda yayıldığında gözlerimin istemsizce dolduğunu fark ettim.

Gözlerimi yavaşça yumdum ve kokusunun benliğime ulaşmasına izin verdim. Birinin bana daha önce böylesine sıkı sarıldığını hiç hissetmemiştim, böyle sevgi dolu bir ifade ile benliğimi sardığını. Anne kokusu ya da duygusu böyle bir şey miydi?

Hiç istemediğim halde ona sarılmak istiyordum. Engel olamadığım bir iç güdü gibi kendimi kollarına salmak, dağılmak, darmadağın olmak ve onunla yeniden toparlanmak. Ama yapmadım, yapamazdım. Bizim aramızda konuşulması gereken çok konu vardı.

"Nasya!" Düşüncelerim yarıda kesilirken geriye doğru bir adım attı ve nihayet bedenimi serbest bıraktı.

Dolan gözlerimle ona bakarken yüzümü avuçlarının arasına aldı ve ağlamaktan kızaran yüzünü benimkine yaklaştırdı. "Seni asla bırakmazdım, asla anneciğim. Öleceğimi bilsem bırakmazdım, yemin ederim bırakmazdım."

Bir tür trans hali içerisindeydi. Sürekli birbirini tekrar eden kelimeler ve titrek bir ağlama, hiç duramayacak gibi karşımda çaresizce kendini açıklarken yüzümü ellerinden geri çektim ve uzanıp daire kapısını kapattım.

Bakışlarımdaki küskünlüğü saklayabildiğim kadar saklayıp ona doğru çevirdim yüzümü. "Sakin olun, iyi görünmüyorsunuz." Sesimdeki donukluğun aksine avazım çıktığı kadar ağlama hissi boğazımda öylece dolanıp beni zorlasa da yapmadım.

Hayalimdeki yüzleşme böyle değildi. Ben nasıl yüzleşeceğimizi bile düşünmekten kaçınıyordum. Ama bir sabah öylece kapımda belirip "kızım" diyerek boynuma sarılmıştı. Karşımda son derece çaresiz görünen bu kadına bağırıp çağırsam ne olacaktı ki, görüyorum ki o acılar içinde zaten.

Bunca zaman gerçekten öldüğümü mü düşünüyordu? bütün çocukluğum boyunca beni istemedikleri için başlarından attılar düşüncelerime rağmen durum bu muydu yani?

"Seni gördüğüm ilk gün, o ilk gün içimde bir şeyler koptu Nasya. İçimde bir şeyler sana doğru aktı ama anlamlandıramadım ki. Anlayamadım. O kadar aptalım ki ben, anlayamadım."

Bölük pörçük hıçkırığa bulalı kurduğu kelimeler ile sol gözümden bir damla yaş akı verdi.

Yüzümde buruk bir gülümseme yerini aldığında ağırca yutkundum.

"Ben bebeğimi tanıyamadım. Orada öylece durup gözlerimin içine baktın ama göremedim seni. Özür dilerim, göremedim." Bana doğru birkaç adım atıp önümde durduğunda elleri saçlarıma doğru uzandı ve gözlerimi ağlamamak için sıkıca kapattım.

İçine çekildiğim karanlık, saçlarımda titrekçe gezen ellerle bütünleştiğinde bir annenin dokunuşu nasıl bir şey anlıyordum. Dokunmaya bile kıyamazken saçlarımı sevmeye çalışıyor gibiydi.

Ona kızmak isteyen, tüm hayatım boyunca öfkeyle dolu olan zihnim neredeydi? Avazım çıktığı kadar bağırmam gerekmez miydi? 'Ben neler yaşadım biliyor musun? Sensizken neler yaşadım. Neredeydin.' diye tüm öfkemi haykırmak... Ama yapamadım. Kapalı gözlerimden akan yaşlar dışında titreyen çenemden tek bir kelime dökülmedi.

Odanın içinde Begüm'ün sesi dolandığında bakışlarımı yeniden araladım salonumun içine. Buğulu gözlerim onu bulduğunda yardım et der gibi bakarken buldum kendimi.

'Begüm bana yardım et, ne yapacağımı bilmiyorum.'

Sessizce ağlarken bükülen boynumla saçlarımı okşayan elden geri çektim kendimi.

"Nasya?" Begüm'ün titrek sesi kulaklarıma çarpıyordu.

Bakışları oturduğu kanepeden anneme döndüğünde yüzünde buruk bir gülümseme oluştu ve oturduğu yerden sessizce kalktı. Gözlerinin dolduğunu görebiliyordum ama sebebini anlayamıyordum. O neden ağlıyordu, anlamıyordum.

"Sen?" Annemin sesi ile dikkatimi ona çevirdiğimde onun Begüm'e baktığını görüyordum.

Alnı kırışmış bir şekilde Begüm'ü süzerken Begüm, yanımıza doğru attığı birkaç adımla dibimizde durdu. Bakışları önce bana sonra yerdeki parkelere döndüğünde fısıltıya yakın bir sesle konuştu. "Belki de ben gitsem iyi olacak."

Anlamış mıydı Gülsüm'ün annem olduğunu, ama nasıl? Ona bunlardan bahsetmemiştim ki.

"Söyle babana, bizden uzak dursun." Annem ağlayan titrek sesini acımasız bir tonla bütünleştirerek Begüm'ü azarlarcasına devam etti. "Kızımdan uzak duracak, duydun mu!"

Uzanıp Begüm'ün kolunu sıktığında onu kendine hızla çekti ve sesi git gide korkunç bir hal alıyordu. "Onu etrafımızda görürsem, eğer görürsem..."

"Ne yapıyorsun?" Begümü kolundan tutup kendime doğru çektiğimde onun sessizce arkama geçişini izledim.

"Nasya!" Gülsüm Hanım'ın bana dönen gözleri titrek sesine neden olurken Begüm'e takındığı tavrı anlayamıyordum.

"Ne oluyor söyler misiniz?" Ciddileşen sesimle Begüm, arkadan uzanıp kolumu yavaşça tuttu.

Başımı omuzumdan geri çevirdiğimde gözleri yaşlı bir şekilde bana bakarken buldum onu. "Biz kardeşiz." Dedi. Bunu itiraf etmekte zorlanır gibi bir ifade asılıydı yüzünde ve ardından ekledi. "Dün gece öğrendim, ben söylemek istedim ama seni öyle bulunca yapamazdım."

"K-kardeş?" Geri çekildiğimde bakışlarım bana korkuyla bakan Begüm'ün üzerinde gezindi.

"Babam, aslında o kendisi söylemek isterdi ama..."

Annem kolumu tutup beni kendine çektiğinde elini omuzuma sarıp Begüm'e doğru bağırdı.

"O senin kardeşin falan değil! Duydun mu? Sen onun kardeşi falan değilsin! Sen, annenin kızısın Begüm, tıpkı onun gibisin. Seni bir daha Nasya'nın etrafında görmek istemiyorum. Kızımın hayatından defolup gideceksiniz."

Duyduğum şeylerin şaşkınlığı ile olup bitene bir anlam veremezken aklıma Kenan Bey geliyordu. Bana sarılışı tıpkı annemin sarılışı gibi hissettirmişti.

Beynim bir anlığına onun neye benzediğini unuttururken ben annemin bağırışları arasında Begüm'ün evden çıkıp gidişini durduramamıştım. Yapabildiğim tek şey kendimi annemin kollarından kurtarıp evin içine doğru birbiri sıra attığım dalgın adımlarla kanepeye çökmekti.

Zihnim bir tür hissizlik girdabında salınırken annemin bana doğru gelerek dizlerimin dibine usulca çöküşünü görüyordum. Ellerini dizlerime koyarak ellerimi avuçlarımın arasına aldığında yüzünü ellerime bastırdı ve sessizce ağlamaya devam etti. Bense öğrendiğim şeylerin birer birer zihnim tarafından sindirilmesini bekledim.

 

 

--------

Aradan geçen saatler boyunca oturduğum kanepede öylece kalıp annemin anlattıklarını dinliyordum. Dizlerimin dibinde oturup bütün hayatını anlatıyordu.

Babasının Karadeniz'in en varlıklı adamı olduğu, kendisi ve annesi üzerinde kurduğu baskıyı... Tüm bu kontrol altındaki hayatın içinde çırpınıp dururken babamla nasıl karşılaştığını, onu görür görmez dizlerinin boşaldığını söylemişti, evet. Kelimelerinden birinin arasında bunu söylediğine emindim.

Fakat Kenan Sipahi olduğunu öğrendiği bu adamın kısa bir süre önce evlendiğini öğrendiğinde artık aşka olan inancını da yitirip babasının baskılarına direnmeyi de bırakmış. Sonra nasıl olduysa babamdan ona ulaşan bir mektup bütün kıvılcımı başlatarak aralarındaki yasak aşkı alevlendirmişti. Fakat Babamın babasının da en az kendi babası kadar katı bir adam olduğunu ve oğlu için seçtiği hayatta direttiğini biliyordu.

Vazgeçmek istemişti ama babama çok aşıktı. Sonra ben gelmiştim. Aralarındaki bağı, öylece bir sonraki seviyeye taşımıştım fakat babam korkaklık etmiş ve sürekli ailesinin yanında olmak zorunda olduğunu söylemişti.

Bir gün doğum zamanı çıkageldiğinde beni merdiven altı bir hastanede dünyaya getirdiğinde yapayalnızdı. Ona ölü olduğumu, ölü doğduğumu söylediler. Soğuk bedenimi ellerine verdiklerinde dünyası başına yıkılmıştı.

Ardından babamla da yolları sonsuza kadar ayrıldığında Kenan Bey, tamda ondan beklendiği gibi karısına ve kızına geri dönmüştü. Annemse ailesinin kendi için seçtiği bir adamla evlenmiş ve bu evlilik de bana başka bir kız kardeş vermişti.

Bütün hayatını hiçbir kelime etmeden dinlediğimde ruhumun bunca acıyı kaldıramadığını hissediyordum. Öğrendiğim bilgiler omuzlarımı çökertmiş, belimi eğmişti. Ben, bunca zaman ölü sanılan bir bebektim. Beni aramamıştı çünkü ona bir mezar taşı bile göstermemişlerdi.

Bebekten onun için kurtulduklarını söylediklerinde gencecik yaşında bir başına ortada kalmıştı. Beni aramamıştı çünkü ölü bir bebeği arayamazdınız.

Çektiği tüm acıyı içselleştirsem de babamı da dinlemek istediğimi biliyordum. Beni neden yalnız bırakmıştı, annemi neden yalnız bırakmıştı. Korkaklık etmeseydi nasıl bir hayatım olurdu benim?

Onlarla uyuyup onlarla uyandığım, babamın koruması ile büyüyüp annemin ninnileri uykuya daldığım normal bir hayat yaşasaydım. Onlarla normal bir hayat...

İkisinin de farklı zamanlarda bana karşı ne kadar sevgi dolu olduklarını görmüştüm, ya bu sevgi küçüklükten beri benimle olsaydı nasıl bir Nasya olurdum? Begüm gibi umursamaz, güçlü, Eyvallahsız bir tavır mı? Eminlik böyle bir şey miydi? Annenden ve babandan duyduğun eminlik böyle mi hissettiriyordu? Bilmiyorum.

Bundan sonra ne olacağını da bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var, bunca yıl kaçtığım geçmişim, hayal bile edemeyeceğim acılarla doluymuş.

Ben yalnız bırakılan bir kadının, korkak bir adamdan dünyaya getirdiği ölü bir kız çocuğuydum.

 

Bölüm sonu

Kitapla ilgili muhabbet etmek istiyorum biraz, kendisi benim bir yıl sonunda yeniden kaleme aldığım bir kurgu olduğu için çoğu zaman eski kurguyu anımsadığınızı biliyorum, ama bir çok şey farklı, eski okuyuculardan biri iseniz zaten anlamışsınızdır :) Söylemek istediğim şey, kitap bir senenin sonunda duyulmaya başlandığı için (Sosyal medya da) üzerimde bir gerginlik yok değil, ama bilmenizi isterim ki eski veya yeni okuyucu olun fark etmez, her birinizin burada geçirdiği her bir dakikayı önemsiyorum, neden mi ? Çünkü saatlerce uğraşarak yazdığım tüm bu bölümlerin, beni hiç tanımayan başka insanlar tarafından böyle sevilmesi gözlerimi dolduruyor. Gerçek hayatımda biraz ketum bir tipim, pek arkadaş canlısı olduğum söylenemez , çocukluğumda dahil olmak üzere içe kapanık bir karakterim var. Vardı, size kadar... Çünkü burada yüzünü bile görmediğim bir çok insanın sevgisini hissediyorum. İyi ki varsınız, hep olun. <3

Haftaya görüşmek üzere...

 

Loading...
0%