Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Bölüm 18 / Bazı keskin kararlar

@nurdogru26

 

 

Bölüm 18 /Bazı keskin kararlar.
Bölüm Şarkısı/ Yasemin Göksu- Aldı Gitti

Kenan Sipahi'nin aracı, Nasya'nın apartmanının önünde durduğunda korumalarının açtığı araç kapısı ile ıslak kaldırıma doğru sert bir adım atıp aşağıya indi. Nasya'nın kapısında dururken gözlerini sıvası dökülü binada gezdirdi.

Gece boyunca bir an önce günün ağarmasını beklemiş ve kızlarına gelebilmek için saatleri saymıştı. Şimdiyse gergindi, göreceği tepkiden deli gibi korkuyordu fakat Nasya'ya karşı içindeki bu özlemin ateşi, birdenbire alev almış ve onu bu yüzleşmeye kadar sürüklemişti.

Eski binanın demir kapısını yorgun bir nefesle geri ittirdiğinde, yönünü binanın merdivenlerine çevirdi ve içeriye doğru ilerledi.

"Kenan Bey..." Korumanın tedirgin sesi ile ilk basamağa uzanan ayağı yavaşça geri indi ve bakışlarını omuzunun üzerinden geriye çevirmesine neden oldu.

"Söyle." Keskin sesi ile bir cevap bekliyordu.

"Begüm Hanım, birkaç saat önce çıkmışlar. Salih aradı az önce, sanırım İzmir'deki bağ evine gidiyorlarmış kendileri." Korumanın tedirgin sesi Kenan'ın burnundan sertçe çekilen bir nefese dönüştüğünde, bakışları yukarı uzanan merdivenlere döndü.

"Begüm..." Dişlerinin arasından fısıltıyla söylediği bu kelime yalnızca kendi tarafından duyulurken beklemeden ilk adımı attı basamaklara.

Çıktığı merdivenler onu Nasya'nın daire kapısına yönlendirirken nihayet kapının önünde durup çalmak için ileriye doğru yeltendi.

"Ben yapayalnızdım." Duyduğu titreyen tını, kesik kesik aldığı nefeslerle çıkan ağlamaklı ses, Gülsüm'ün sesiydi. Nasya'nın evde yalnız olmadığını anlıyordu.

Gülsüm ondan önce gelmişti, tabi ki önce gelirdi. Kim bilir kendi hakkında neler anlatıyor diye düşündü birkaç saniye ve daha fazla beklememeye karar verdi.

Çaldığı kapıdan geri çekildi ve kapının kızı tarafından açılmasını bekledi. Ona her şeyi anlatanın kendi olmasını istemişti fakat olmamıştı. Bunu bilmenin gerginliği ruhunun kasvetini arttırırken bedenindeki gerginlikle yıllarca acısını çektiği kızını görecek olmanın telaşı ile öylece bekledi.

Geçen birkaç saniyenin ardından kapı Nasya tarafından açıldığında karşı karşıya geliyorlardı. Kenan'ın gözleri kıyamaz bir ifade ile kızının yüzünde gezindiğinde boğuk bir nefes vererek başını iki yana salladı. Sızlayan genzi ile öylece karşısındaki küçük kıza baka kalıyordu. Kafasındaki şüpheler ortadan kalkmış, yıllardır kabuslarını süsleyen kaybı yıllar sonra öylece önünde duruyordu.

Nasya'nın bakışları titrekçe babasının yüzünde gezindiğinde Kenan'ın yüzünde buruk bir gülümseme yerini aldı. Gözlerinin dolmasına neden olan bu gülüş, ıslanan göz pınarları ile bütünleşti.

"Nasya..." dedi zar zor duyulan sesi ile. Kelimeleri boğazından yukarıya yükselirken oldukça zorlandığını fark ediyordu.

"Kenan Bey?" Nasya'nın titrek sesi ile dolan gözleri Kenan'ın ona hasretle bakan bakışlarında sabitledi.

"Sanıyorum ki öğrendin." Gözlerini Nasya'nın omuzunun üzerinden evin içine çevirdiğinde göremese de Gülsüm'ün içeride olduğunu biliyordu. Nasya'ya geleceğini biliyordu ama Kenan her şeyi kendi anlatmayı öyle çok istemişti ki içten içe Gülsüm'ün ondan bu hakkı almasına ne denli kızgın olduğunu hissediyordu. Sıkkın bir nefes aldı ve yeniden konuştu "Benim kızım olduğunu öğrendin değil mi?"

Şimdi gözleri Nasya ya döndüğünde genç kız başını usulca salladı ve fısıldadı. "Öğrendim."

"Öğrendin." dedi Kenan başını yere eğerken. Göz pınarlarında biriken gözyaşı, eğilen yüzden yanaklarına bile değmeden apartmanın beton zeminine doğru süzüldü. Burnunu sertçe içine çektiğinde kendini toplaması gerektiğini biliyordu. "Konuşulacak çok şey var." Fısıltılı sesi ile başını yavaşça kızına çevirdiğinde ondaki rahatsızlığı görebiliyordu.

Huzursuzca omuzunu yasladığı kapı sövesinde babasını izlerken gerginlikle araladı dudaklarını. "Şu an burada olmanız ne kadar sağlıklı bilmiyorum. Gülsüm Hanım içeride ve siz..."

Nasya, annesinin hayat hikayesinin ağırlığı ile ezilirken karşısında babasını görmüş olmanın afallaması ile birkaç açıklama yapıyordu. İçindeki tedirginliğin nedeninin Gülsüm ve Kenan arasında yaşanan şeyler olduğunun farkındaydı. Evlatlık mertebesine yeni ulaşmışken ebeveynler arası çatışmanın da huzursuzluğunu tadıyordu.

Kenan onun ne demek istediğini anladığında yüzünde birkaç saniyeliğine bir tebessüm belirdi ve kayboldu. Korktuğu şey oluyordu. Gülsüm'ün kızına neler anlattığını bilememenin gerginliği ondaki korumacı tavrı devreye sokarken kararlı bir tonlama ile konuştu. "Anlıyorum fakat kızımdan uzak kalmak istemiyorum."

Duyduğu bu şefkat dolu tonlama Nasya'nın bakışlarını şaşkınlıkla Kenan'a çevirmesine neden olduğunda Kenan'ın sesi yeniden duyuldu apartman boşluğunda. "Senin öldüğünü düşünerek yıllarca kendimle cebelleştim ben. Şimdi karşımda öylece duruyorsun ve ben, annenin karnındayken her fırsatta seninle konuşan ben, kucağıma alacağım günü iple çekerken öldüğünü öğrenen ben, sana uzanıp sarılamıyorum."

Kenan Sipahi'nin sesinin titrediği söylenemezdi çünkü bunu ustaca saklayabiliyordu fakat Nasya onun üzüntüsünü iri gözlerine kilitlenen koyu kahvelerden hissetmişti.

"Kenan Bey..." Bu anın daha fazla uzamasını istemediğine emindi. Tam da bu sebepten onun bir an önce gitmesi gerekiyordu, en azından şimdilik.

"Bana kızgın mısın bilmiyorum ama şunu bil ki sen benim kızımsın ve eğer yaşadığını bilseydim baban olarak her zaman yanında olurdum. Böyle bir hayatta tek başına savaşmak zorunda kaldığın için özür dilerim, bilmiyordum. Anlaman gerek beni, bilmiyordum."

Gözünden ansızın akan yaşı hızla silerek ciddiyetini geri aldı ve çöken omuzlarını dikleştirerek Nasya'ya doğru bir adım atıp onu kafasından tutup dudaklarını küçük kızının alnına bastırdı.

Fısıltılı sesi sıcak nefesi ile Nasya'nın alnında dolanırken yeniden aralandı dudakları. "Annenle konuş, hasret gider fakat yerin benim yanım güzel kızım. Senin yerin, benim yanım. Benim ve kardeşinin. Bugün seni rahat bırakacağım ama yarın görüşmek zorundayız." Geri çekildi ve Nasya'nın yüzündeki şaşkınlığı görmezden gelirken yüzünü onun hizasına indirdi ve fısıldadı. "Nasya Sipahi, işte busun. Sen bir Sipahi'sin. Senden çalınan bir hayat, bir aile var ve ona geç kalmanı istemiyorum. Seninle biriktiremediğim anılar var ve uzun bir boşluk. Her birini daha güzelleri ile değiştireceğiz, beni anlıyor musun?"

Nasya'nın yüzündeki buruk gülümseme başını usulca sallamasına sebep olduğunda Kenan, uzanıp kızının saçlarını yavaşça okşadı ve kafasına bıraktığı öpücükle geri çekildi. "Şimdi sizi baş başa bırakayım..."

Geri dönüp merdivenlere çevirdiği yönü ile Nasya, duyduğu kabulleniş ve güven verici sözlerin etkisi eşliğinde öylece babasının basamakları inişini izledi.

Birkaç gün önce hayatına giren bu sert adamın, despot tavrının yanı sıra kendisine karşı duygularını böyle içtenlikle dile getirmesi ona güven vermişti. Suçlayıcı bir tavır sergilemektense kızını istiyordu, bunca zaman hasret kaldığı çocuğunu hayatındaki o önemli yere koymak istiyordu.

Annesi gibi geçmişinin acılarını kızının omuzuna yüklemektense ne istediğini açıkça söylüyordu. Kenan Sipahi, kızını yanında istiyordu. Onunla kaybolan her yılı telafi etmek istiyordu. Nasya'nın ansızın içine düştüğü bu yoğun sevgi akışı ruhunu beslerken bunca yılın ardından ilk kez kendini değerli hissettiğini biliyordu.

Geriye doğru birkaç adım atarak dairenin içine girdi ve kapıyı babasının ardından usulca kapatırken içindeki mutluluğun ve karmaşanın sebebini anlayamıyordu.

Bunca zaman babasını hiç düşünmemişti, o daha çok annesine kızgındı, çünkü en çok onu özlüyordu. Ama Kenan gibi kendinden emin bir baba, onu Begüm'ün yanında ilk gördüğü andan beri özendiği tabloydu ve şimdi bir peri masalı gibi bu adamın kendinin de babası olduğunu öğreniyordu.

"Gönderdiğin için teşekkür ederim kızım." Annesinin titrek sesi kulaklarında dolandığında sessizce bir nefes çekti ve bedenini yavaşça Gülsüm'e döndü. Zavallı kadın ağlamaktan yorgun düşmüş bir ifade ile öylece çöktüğü yerden Nasya'ya bakıyordu.

"Şu an ikiniz arasındaki şeylerle uğraşmak istemedim, tek sebebi buydu." Ruhunun yorgunluğu omuzlarını çökertiyordu.

"O senden şüphe etti Nasya, benim kızım olduğunu bile bile senden şüphe etti. O, DNA testini yaptırdığı an bizi kaybettiğini bilmeliydi." Oturduğu yerden kalkıp Nasya'ya doğru geldiğinde kızından sıkkın bir nefes alıyordu.

"Onu henüz dinlemedim Gülsüm Hanım. Anlattıklarınıza bakınca yaşadığınız hayatın hiç kolay olmadığını anlıyorum, benden beklentiniz ne bilmiyorum ama benim bir taraf tutmamı beklemeyin." Sesi neredeyse acımasız bir tonlama ile çıktığında Gülsüm'ün titreyen sesi kulaklarında dolandı.

"Sen benim kızımsın. " dedi çaresiz bir fısıltı ile.

"Belki de biraz yalnız kalmam en doğrusu olur." Nasya duyduğu bütün şeylerinin ağırlığı ile ezilirken bir süre sadece kendini dinlemek istediğini biliyordu.

Gülsüm'ün Kenan'a olan öfkesi, kızının bu durumdan ne denli korktuğunu görmesini engellerken yeniden korumacı bir fısıltı ile konuştu. "Yalnız kal fakat burada daha fazla kalmana gerek yok. Benimle yaşamanı istiyorum. Ben ve kardeşinle. Onu görmüştün, provaya geldiğin gün; hatırladın değil mi? sana bayılacağına eminim."

Gülsüm'ün sesindeki yorgun sevinç, Nasya'ya; dolu beyninde bir bilgiye daha yer olmadığını fark ettiriyordu. "Gülsüm Hanım..." kıstığı gözleri ile başını usulca yana eğdi ve "Lütfen." dedi yalnız kalmak istediğini belli eden bir ifade ile.

Nasya için bunca zaman terkedildiğini düşünerek büyümenin ardından gelen bu kaos oldukça kafa karıştırıcıydı. Fakat kendini Gülsüme pek de yakın hissedemediğini biliyordu. Bir anda kendini onun kollarına bırakamazdı, bunu istese de yapamazdı.

"Peki, nasıl istersen yavrum. Şimdi gideceğim fakat daha konuşulacak çok şey var." Parlayan gözlerle Nasya'ya doğru ilerledi ve kollarını usulca kızının bedenine sardı.

Nasya'dan bir karşılık almayı beklese de bu karşılık asla gelmedi. Üzgün bir gülümseme ile geri çekildiğinde uzanıp uzun siyah saçları anne şefkati ile okşadı. "Tıpkı bana benziyorsun güzel kızım. Fikirlerini değiştirmem zaman alacak ama öyle ya da böyle anne kız olacağız."

"Sizi geçireyim." Nasya geriye çekilirken Gülsüm'ün parmak uçları kızının saçlarıyla vedalaşmak zorunda kalıyordu.

Ardından açılan daire kapısı ile Nasya'nın orada öylece duruşunu izledi birkaç saniye ve kapıya doğru ilerleyerek dışarıya doğru isteksiz bir adım attı. "Kalmak istiyorum."

Çaresizce yüzünü Nasya'ya çevirdiğinde, kızının bakışları usulca yere indi. "Belki bir gün..." Mırıltılı sesi ile kapıyı, apartmana çıkan Gülsüm'ün üzerine usulca kapattı.

 

Kenan Sipahi'nin arabası çoktan eski mahalleden uzaklaşmış ve Adil Katipoğlu'nun şirketine doğru yola çıkmıştı.

Dün gece Gülsüm ile yüz yüze gelişi, içindeki şüpheyi alevlendirmiş ve kafasına şüphe tohumlarını bırakıvermişti. Nasya'dan sadece Adile bahsettiğini biliyordu; bilmediği şey, Adil'in neden aynı gece içerisinde Gülsüm'e bunu söylediğiydi. Onların görüştüğünü bile bilmemenin verdiği huzursuzluk, can dostum dediği adamdan bir cevap almadan dinmeyecekti.

Ceketinin iç cebinden çıkarttığı telefon ile Adil Katipoğlu'nun ismini rehberde buldu ve ardından çalan telefonu kulağına usulca yasladı. Birkaç saniye açılmasını beklerken bakışları filmli camlardan dışarıya döndü.

"Kenan." Adil'in sıkkın sesi kulaklarında dolandığında Kenan, bir şeyler olduğunu fark ediyordu.

"Adil neredesin? Şirkete geliyorum, konuşmamız gerek." Sert çıkan tonlaması, Adil'den sessiz bir iç çekiş alıyordu.

"Şirketteyim, Pars ile uğraşıyorum her zamanki gibi. Bir şey mi oldu?" Huzursuz tonlaması ile Kenan'dan bir cevap alması gecikmedi.

"Yüz yüze konuşmak istediğim bir konu var. Bugünkü toplantılarımı iptal ettim, gün içinde halletmem gereken birçok şey var fakat seninle konuşmadan kafamı veremeyeceğimi çok iyi biliyorum."

Sesindeki şüphe, Adil'in sabırsızca konuşmasına sebep oldu. "Canını bir şey sıkmış belli, şirketteyim gel hallederiz. " Adil'in olabildiğince yumuşak tuttuğu ses tonu ile Kenan, bir karşılık vermeden kapattı telefonu.

 

Adil Katipoğlu, bakışlarını geçen saatlerin ardından nihayet önündeki bilgisayar ekranından geri çekerken Kenan'ın geleceğini öğrenmenin gerginliği ile kafasını toplaması gerektiğini biliyordu. Kenan ile öyle ya da böyle yüzleşeceklerini bilmenin verdiği kaygı ile yüzünü ellerinin arasında sertçe ovuşturdu ve sıkkın bir nefes verdi.

Uğraşması gereken bir sürü şey üst üste bindiğinde zihni, yakın arkadaşının kendini anlamayacağına olan gerginliğinin yanı sıra oğlunun hastalığıyla da meşguldü.

Aradan geçen saatler içinde Feridun ile Pars'ın hastalığı hakkında can sıkıcı bir sürü şey öğrenmişti. Ertelediği bu tedavinin nelere sebebiyet vereceğini Feridun en ince ayrıntısına kadar anlatmış ve Adil'i olacak olanlar hakkında uyarmıştı. Gördüğü raporlar Pars'ın hastalığının ne denli ciddi olduğunun kanıtıydı.

Pars'ın hastaneden aniden çekip gitmesinin ardından Feridun'la oturup iyiden iyiye bir tedavi süreci oluşturdular. Pars'ın yurt dışında tedavi görme sürecini bile düşünmüşler ve üzerine konuşmuşlardı.

Adil Bey oğlunu kaybetmek istemediğini açık yüreklilikle Feridun'a söylemişti fakat Pars'ın inadını ikisi de iyi biliyordu. Tam da bu sebepten onu buna nasıl ikna edeceğini düşünüp duruyordu.

Odasının kapısı çaldığında dalgın düşüncelerinden kurtulup öksürerek nefesini toparladı. "Gir."

Açılan kapı ile Serdar içeriye heyecanlı bir nefesle dalıyordu. "Adil Bey, rahatsız etmedim değil mi? "

Serdar'ın bu ses tonunun birazdan bir şeyler yumurtlayacağının kanıtı olduğunu bilecek kadar iyi tanıyordu Adil onu. "Konuş Serdar." Kestirip atarken içinde bulunduğu tatsız durumla konuyu çok da uzatmak istemiyordu.

"Efendim, nasıl söylenir bilmem ki..." Bakışları yere inerken biraz daha ısrar istediği çok açıktı.

Adil oturduğu deri koltuktan ayırdığı sırtı ile dirseklerini masaya dayamış ve sıktığı şakakları ile keskin bakışlarını Serdar'ın üzerinde sabitlemişti. "Kâbus gibi bir gün geçiriyorum! İnan sabrımı zorlamak istemezsin."

Patronunun dişlerinin arasından bıraktığı hırıltı ile Serdar'ın gözleri korku ile yerdeki döşemeden kendine öfke ile bakan Adil'e döndü. "Ö-Özür dilerim efendim, ben sadece Pars Bey duyarsa bu sefer beni mahveder diye çekiniyorum." Sesindeki cılız çaresizlikle gözlerini Adil'in gözlerinde gezdirdi.

"SERDAR!" Odanın içini dolduran bağırtı, Adil'in sabrının taştığının bir göstergesiydi. "Söyle lan şunu işte! Pars neye kızacak? Yine ne yumurtlayacaksın, konuş!"

"De-deniz Hanım hamilelermiş efendim." Titreyen sesi ile başını yere eğdi.

"Ne!" Adil'in öfkesi şaşkınlıkla taçlanırken Serdar yeniden konuştu.

"Dün gece partiden sonra fenalaşmış, çocuklar hastaneye götürmüşler. Kendisi hamile efendim, sizin torununuza."

Adil Bey; ellerini, huş ağacından yontma ofis masanın pürüzsüz yüzeyine dayadı ve oturduğu sandalyeden havalandı. "Emin misin?" Sesi fısıltılı bir hal aldığında Serdar usulca salladı başını.

"Evet efendim, kendisi kontrolleri aksatmış. İlaçlarını da kullanmayınca beklenen gerçekleşmiş. Pars Bey'in bir çocuğu olacak fakat..."

"Bir torunum olacak. Üstelik bir hayat kadınından." Adil, içindeki ikilem duygusu ile kalktığı koltuğu hızla geri itti ve odanın içine doğru yavaşça adımladı.

Feridun'un söylediği sözler zihninde yankılanırken o, arasından seçtiği birkaç cümleyi çekip alıyordu algı havuzuna.

'Pars Bey tedaviye karşı direnmeye devam ederse bedenen bazı sorunlar yaşayacak efendim. İleride başarılı bir şekilde ameliyat olsa da tedaviyi şu süreçte reddedişi, korkarım ondan önce beden sağlığını sonra üreme hakkını çekip alacak ellerinden. Onun tek oğlunuz olduğunu biliyorum Adil Bey, bunu bilmeniz gerek. Kendi kanınızdan bir torun sahibi olma şansınız hiç olmayacak.'

Adil'in bu konudaki tek sırdaşı Feridun, onun soya ne kadar takıntılı olduğunu bildiği için bu uyarıyı yapması gerektiğini biliyordu.

Feridun'dan oğlunun baba olamayabileceği ihtimalini duyan Adil Katipoğlu, şimdiyse bir mucize gibi gelen bu bebekle içinde yeşeren umudu görmezden gelemiyordu.

Deniz denen kadının, Pars dışında hiç kimseyle beraber olmadığını biliyordu, bilinen bir karantina içinde ki bir kadının oğluna sadık olmaktan başka şansı olmadığını biliyordu.
Bu çocuğun kendi torunu olduğuna emindi fakat Pars'ın bunu bir metresten dünyaya getirmiş olması onu öfkeli hissettiriyordu.

Serdar'ın sesi odanın içinde dolandığında kafasının içindeki kıyasların ne denli saçma olduğunu anlaması çok da uzun sürmedi "Pars Bey, bebeği aldıracak efendim. Ben sizin de bilmeniz gerekir diye düşünüyorum."

"Ne demek bebeği aldıracak!" Adil'in aralanan dudakları, şaşkınlıkla açılan gözleri ile bütünleşti.

"Davut abiye kurtulmasını söylemiş, bebekten de Deniz Hanım'dan da." Gözleri korku ile yerde kilitli kalan adam, Adilin odayı doldurup taşıran bağırışı ile olduğu yerde sıçradı.

"Buna asla izin vermem! O çocuğun ölmesine izin vermem! Duydun mu?!"

Bağırtısı kulakları tırmalarcasına suçsuz korumanın üzerinde dolandığında yeniden aralandı dudakları, bu kez bir hayvanı andıran hırıltı ile. "Hemen arabayı hazırlat ve bana Pars'ın nerede olduğunu öğren! Deniz 'i bulunduğu yerden alıp yalıya getireceksin! Her şeyini toparlayıp ana eve yerleşecek! Gözümün önünden bir saniye bile ayrılmayacak o kız! Anlaşıldı mı?!"

Serdarın duyduğu emirle korku dolu gözlerini Adil'e çevirmesi titrek bir sesle açıklama yapmak için aralanan dudaklara döndü. "F-fakat Pars Bey böyle bir şeye izin verm-"

"Sana ne diyorsam onu yapacaksın! O şerefsizden izin isteyen kim! Sen, senden isteneni yapacaksın! Engel olmak isteyen herkese Adil Bey'in emri de! Anladın mı? Adil Bey'in emri! Şimdi kaybol gözümün önünden!" Aldığı emirle Serdar, koşarak odadan çıktı.

Adil Katipoğlu dişlerinin arasından öfkeyle hırladı. "Anlaşılan Pars, senin yularını fazla serbest bıraktım ama toplamasını bilirim! Madem tedavi olmayıp kendi kafana sıkacak kadar gözünü kararttın, bana bir torun vereceksin! Benim soy adımı devam ettirecek bir varis! Buna mecbursun!"

Uzanıp cep telefonunu masanın üzerinden aldığında Kenan'ın adına dokunarak telefonu kulağına yasladı. Çalan telefon beklemeden açıldığında Kenan'ın huzursuz sesi kulaklarında dolandı. "Efendim Adil."

Kalın tını ahizede yayıldığında Adil Katipoğlu sıkkın bir nefes verdi. "Benim acil çıkmam gerek, hesapta olmayan şeyler oldu. Yarın akşam bana gel, yüz yüze konuşuruz. "

Yaptığı açıklama Kenan tarafından memnuniyetsiz bir tonlama ile karşılık buldu. "Yarın akşam, sen bana gelirsin. Kızımı bırakıp çıkamam, aslına bakarsan Adil bu konunun şirkette konuşulmasındansa evde konuşulması işime gelir."

Kenan'ın Adil'den bir cevap alma gereği bile duymadan kapattığı telefon ile Adil, bıkkın bir ifade eşliğinde telefonu ceketinin iç cebine sıkıştırdı ve yönünü odanın kapısına çevirdi.

 

Deniz'in adımları soğuk mermer zeminde birbiri ardına atılırken elinde tuttuğu kahve bardağı ile salonun kapısından içeri girdi. İlerleyerek şöminenin dibindeki pofuduk mindere kendini yavaşça bırakırken avuçlarının arasındaki kupayı uzanıp zemine bıraktı.

Yüzündeki mutluluk dolu ifade ile bakışları yanı başında yanan şömineye dönüğünde gözlerini usulca kapattı ve ellerini göbeğine doğru indirdi. İnce parmakları, varlığını henüz öğrendiği bebeğinin üzerinde gezinirken içindeki mutluluk ve peşi sıra gelen korku ile baş etmeye çalışıyordu.

Pars'ın bu konuda ne kadar net olduğunu Deniz çok iyi biliyordu. Onun bir çocuk istemediğini, Deniz'den bir çocuğu dünyaya getirmek istemeyeceğini biliyordu. Ama bu genç kadın, âşık olduğu bu adamdan bir çocuk istediğinde çaresizce kendince birkaç oyun çevirmişti.

Şimdi Pars'ın kanından bir parça, onun canından bir parça; artık hep onunla olacak ve sevdiği adamın yokluğunda kendisiyle avunmasını sağlayacaktı.

Deniz, Pars'ın ne denli karanlık bir adam olduğunun farkındaydı. Beklenmeyen bu gebelik, onun izni olmadan nefes bile alamayan bu kız için büyük bir cesaretti. Çünkü Pars'ın Deniz'e çizdiği sınır çok netti.

Deniz duygusal bir bağ besleyemez, bu ilişkiden bir aşk bekleyişine giremezdi ama yapmıştı, Pars'a rağmen yapmıştı. Sonucunun ne olacağını düşünmeden içindeki yoğun duygulara dayanamayarak yaptığı bu eylem, onun şu an yaşadığı bu mutluluğa karanlık bir gölge düşürüyordu. Pars çoktan duymuş olmalıydı ve başına gelebilecek şeylerin ihtimalleri göğüs kafesinde bir sıkıntıyla belli etti kendini.

Bakışları şöminedeki ateşte usul usul gezinirken hissettiği korku ile genzi sızlıyordu. Korkunç ihtimaller zihninde sanrılı bir yankıyla dolanırken ana kapının açılma sesini duydu.

Gözlerini önündeki ateşten bir milim bile kaydırmazken gelenin Pars olduğunu düşündü. Genzi sızlarken gözlerinin önünde göz yaşı duvarı yükseldi. Atılan adımlar mermer zeminde giderek yaklaşıyor ve Deniz'in korku ile dudaklarını ısırmasına sebep oluyordu.

"Deniz Hanım..."

Duyduğu sesin Pars'ın kalın tınısından oldukça uzak olduğunu fark eden Deniz, heyecanla başını omuzunun üzerinden geri çevirdi. "Serdar?" Titreyen çenesi ve buğulu gözleri ile kendine bakan korumaya dönüyordu.

"Sizi almam söylendi efendim, eşyalarınızı toplamanız gerek." Sesindeki ciddiyetle öylece Deniz'i süzdü birkaç saniye.

Deniz'in korkulu sesi odanın içinde dolanırken bedenini usulca kaldırdı yumuşak minderin üzerinden. "Ne-nereye gideceğim?" Şimdi yönünü tamamen arkasındaki adama dönmüş, çaresiz bir ifade ile sorusunu yenilemişti. "Bana ne yapacaksın?"

Sağ gözünden bir damla yaş akarken elleri refleksle karnına gidiyordu. Serdar'ın gözleri Deniz'in elini tuttuğu yerde dolandığında bakışlarını genç kızın yüzüne çevirdi. "Ana eve geçeceksiniz."

Genç adamın sesi merhamet doluydu, bakışları ile korkacak bir şey olmadığını hissettirmek istedi fakat Deniz için bunu hissetmek öyle kolay değildi. Pars gibi bir adamın yaptığı şeyleri görmüş, yapabileceklerine dair de hiç şüphesi yoktu.

Şimdi bir koruma yüzüne yumuşak baksa ne yazardı ki? Belki de hepsi bir oyun, zorluk çıkarmaması için küçük bir gösteriydi. "Serdar, ne yapacaksınız bana, bize ne yapacaksınız?" Göbeğinin üzerindeki el sıkılaştığında bebeğini korumak ister gibi bir adım geri attı.

"İnanın bir şey olmayacak. Adil Bey bebeği öğrendi ve ikinizin de güvenliğinden emin olmak için sizi kendi evine yerleştirecek. Büyük yalıda, ailenin geri kalanı ile yaşayacaksınız artık." Güven vermek istercesine usulca konuşan Serdar'ın yüzünde hafif bir tebessüm oluşmuştu.

Deniz şaşkınlıkla araladı dudaklarını. "A-Adil Katipoğlu mu? Bebeği öğrendi öyle mi?" Sesindeki karmaşa yüzünde kırışıklığa neden olduğunda Serdar yeniden konuştu.

"Evet, kendisi torununun sağlığından emin olmak istiyor. Korkmanıza gerek yok Deniz Hanım. Karnınızda taşıdığınız o bebek sizin için bir kalkan, bunu böyle düşünün. O bir Katipoğlu, taşıdığı kan onu dokunulmaz yapacak ve tabi ki sizi de."

Serdar'ın yaptığı bu samimi açıklama ile Deniz'in yüzü sıcak bir gülümseme ile aydınlandı. Söylediği şeyleri düşündü. Karnında bir Katipoğlu vardı, onu öldürecek kadar delirmiş tek bir kişi olabilir miydi? Pars'ında bu bebeği isteyebileceğini hiç düşünmeyen bu kadın, şimdi onu ve bebeğini sahiplenen Adil ile kendini tarifi zor bir mutluluğun içinde buluyordu.

"Pars Bey de orada mı?" Sorduğu soru hevesli bir sesle Serdar'ın kulaklarında dolandığında bakışlarını Deniz'in yüzünden kaçırdı ve kaçak bir cevap verdi. "Kendisi şu an orada değiller fakat sonrasında size katılacaklardır. Dilerseniz bir an önce toparlanın eve geçelim."

Verdiği bu kaçak cevap Deniz tarafından fark edilmediğinde genç kız yönünü yatak odasına çevirdi ve cıvıltılı bir sesle büyük adımlar atarak çıktı salondan. "Hemen hazırlanıyorum."

Gözden kaybolduğunda Serdar sıkkın bir nefesle yönünü ana kapıya çevirdi. Beklemeden dışarıya doğru birkaç adım attığında korumaların ona korkuyla bakışını görebiliyordu.

"Öyle bakmayın oğlum! Adil Katipoğlu ne derse onu yapmak zorundayım. Ne bok yiyeceğimi ben de şaşırdım, ortada bir bebek var."

Adamlar başlarını yere eğdiklerinde diyecek bir şeyleri olmadığı aşikardı. Öyle ya, Adil Katipoğlu bir şey isterse bu emirdir fakat Pars Katipoğlu'nun öfkesi hepsini tir tir titretirken Adil Katipoğlu'nun bu isteğini yerine getirmek her birini idama yürüyen bir kader mahkûmu gibi hissettiriyordu.

İki çetin karakter arasındaki bu savaşta, olan öyle ya da böyle bu zavallı adamlara oluyordu.

 

Ormanın ortasındaki dağ evinin birkaç metre ilerisinde, içerideki loş ışık sayesinde incir ağaçlarının arasından kendini belli eden kış bahçesi; masadaki kadeh sesleri ve şöminenin ateşi ile bir seremoni oluşturuyordu.

Dışarıdaki soğuk hava, güneşin dağların arasından batışı ile daha da sertleşirken içerideki masanın başında oturan iki dost, tüm sessizliklerini çalan şarkının efkârına armağan etmişti.

Bir çift turnaya benzerdi gözleri
Göğüm öksüz kaldı bakar ağlarım
Aldı gitti neyim var neyim yoksa
Kalanlarsa yalım yalım yangınsa
Bu can bu bedenden ayrılmıyorsa
Daha çok acıyla yanacak ömrüm
Daha çok hasretle yanacak ömrüm.

Pars; avucunun içinde sıktığı kadehte sabitledi koyu kahvelerini. Sızlayan genzine aldırış etmeden elindeki kadehi dudaklarına dayadı ve nefes almadan kadehin dibini görene kadar durmadı.

Murat, oturduğu sedirden yorgun gözlerle çocukluk arkadaşının içine kapanışı izliyordu. Öyle ya daha fazlasını istese de yapamazdı. Pars asla yardım isteyen bir adam olmamıştı, şimdi de istemezdi. En azından onun yanında olabildiği için minnettardı.

Düşüncelerini bölen Pars'ın titreyen boğuk sesi oldu, şarkıya eşlik edişi Murat'ı şaşkına çevirirken sessizce izledi. Plaktaki şarkıyı bastıran ses, Pars'ın dudaklarından kış bahçesinin içine yayıldı.

"Yaktım koca ömrü zaaflı bir anda..." Yüzünde buruk bir gülümseme yerini aldığında sessiz bir iç çekişle aralandı yeniden dudakları. "Yarla baharımı kışlara gömdüm, eğdim dağ başımı onun önünde..." Parmaklarının ucundaki kadehi alnına yasladı ve sessizce bir bitişe ulaştırdı sözleri. "Yetmedi ardından bakar ağlarım."

Kapanan gözünden bir damla yaş yanağından çenesine doğru sessizce aktığında Murat, bakışlarını kardeşim dediği adamın yüzünden terse kaçırdı. Bu anı görmek istemeyişi bir yana Pars'ın birinin yanında ağlayışını ilk kez görüyordu. Bu durum can dostunu rahatsız etsin istemediği için kaçırdı.

Pars, yanağındaki yaşı hızla sildiğinde uzanıp masanın ucundaki rakı şişesini boşalan bardağına doldurmaya başladı.

"Bu günlük yetmez mi kardeşim?" Murat'ın kaygılı sesi ile Pars'ın başı usulca iki yana sallandı.

"Henüz bilincim yerinde, yetmez." Gülümser gibi çıkan ses, tınısına rağmen yüzünde koca bir hüzne yer verdi.

"Neyin var Pars? Baban mı, canını mı sıktı?" Meraklı ses ile Pars'ın gözleri Murat'ın yüzüne döndü.

"Adil Bey, bana bunu yapacak kadar önemli mi benim için?" Kinayesi Murat tarafından görmezden geliniyordu.

"Neyin var senin, konuş benimle. Anlat Pars, neyin var?" Elindeki kadehi masanın üzerine bıraktığında dirseklerini masaya dayadı ve bedenini karşısında oturan yorgun adama doğru eğdi. "Sana ne oldu?"

Fısıltılı soru ile Pars'ın kızıl kahveye dönen bakışları cam gibi parlarken gözleri Murat'ın gözlerinde sabitlendi. "Bilmiyorum. Benim neyim var bilmiyorum, kendimi tanıyamıyorum lan. Ben yaptığım şeylere bir anlam veremiyorum."

Alt kirpiklerinde tutunan göz yaşı ile Murat'ın gözlerinde gezindi bakışları. Ondan bir cevap ister gibiydi, kendindeki bu yangının sebebi neydi? Cevabı kendinde yoktu, belki en yakın arkadaşım dediği adamda vardır.

"Şirketi mi düşünüyorsun? Toparlanır oğlum." Murat'ın da sesi titrerken sorduğu sorunun ne kadar saçma olduğunu anlayacaktı.

"Mevzu şirket değil Murat, mevzu babam da değil. Mevzu ben bile değilim. Mevzu çok derin, mevzu çok başka kardeşim." Kirpiğindeki yaşı düşmesine izin vermeden hızla uzaklaştırdı yüzünden.

"O zaman ne?" Sorduğu soru ile Pars'ın bakışları önünde ki kadehe döndü. Dudaklarına yasladığı bardağı içindeki buzlar kendilerini kurtarana dek dikti boğazından aşağıya.

'Konu Nasya.' diyemedi, 'Konu kimsesiz bir kızın her şeyi olmayı arzulamam.' diyemedi. 'Murat, kardeşim konu ilk kez âşık olmam.' diyemedi. Onun yerine avuçlarında sıktığı bardağı masaya sertçe geri bıraktı ve yeminli gibi sıktığı dudaklarındaki sessizliğe sahip çıktı.

Dağ evinin korumaları; bahçeye öfkeyle giriş yapan siyah cipin, karanlığı farları ile bölüşünü izledi. Adil Katipoğlu'nun aracı toprak yolda kayarak durduğunda kapısının açılmasını bile beklemeden açtığı arka kapıdan aşağıya doğru büyük bir adım attı.

"Adil Bey..." Davut'un telaşlı sesi ile kendisine doğru yürüdüğü Adil, sol elini havaya kaldırarak onu durduğunda bahçe öfkesinin kurbanı oluyordu.

"Pars nerede Davut?" Bağırtısı ile Davut ağırca yutkunduğunda Adil'in sabırsız sesi bir kez daha yayıldı üzerinde. "Oğlum nerede?!" Davut'un eli ileride yeşilliklerin arasında görünen kış bahçesine dönerken gördüğü öfke ile sus pus oluyordu.

Adil cevabını aldığında hiç beklemeden yönünü kış bahçesine çevirdi. Attığı her adım ayaklarının altında ezilen toprağa eziyet ederken camlarla çevrili bahçenin içinde Pars'ın başını masaya dayamış bir şekilde durduğunu görüyordu. Murat ise ayakta Pars'ın birkaç adım ötesindeki plağa yeni bir şarkı yerleştirirken Adil'in öfkesi cam kapıyı hızla açarak kış bahçesine dalmasına sebep oldu.

Murat gerginlikle elindeki plağı yere düşürdüğünde Pars da hafifçe diktiği başı ile kayan gözlerinin ardından gelenin babası olduğunu görüyordu. Adil'in öfkeli gözleri oğlunun yüzünde dolanırken ondan biraz saygı göreceğini umdu, en azından toparlanmasını. Fakat öyle olmadı, Pars başını yeniden aynı pozisyona getirdi ve masanın üzerine yerleştirdi.

Adil öfkeyle kapıdan geçip Pars'a doğru birkaç adım attı. "Murat bizi yalnız bırak!" İşittiği azarlayıcı ses ile Murat gergin bir nefes eşliğinde masaya doğru ilerledi.

Ceketini oturduğu sedirden alıp üzerine geçirdi. "Yarın ararım seni." Pars'a bakarak yaptığı bu açıklama ile beklemeden çıkıp gitti kış bahçesinden.

"Ne lan bu halin! Leş gibisin!" Adil şimdi oğlunun yanına geldiğinde başında gardiyan gibi dikelip bağırtısı ile konuştu. "Bu halin ne Pars! Dikkat etmen gerekirken kendine bu şekilde mi davranıyorsun?" Öfkesi Pars'tan histerik bir nefesle karşılık buldu.

"Sana diyorum! Kaldır lan kafanı!" Uzanıp Pars'ın saçlarını kavradığında başını sertçe masadan geri çekti.

Gözleri öfkeyle oğlunun yüzünde sabitlendiğinde Pars'ın şakakları titreyerek başını saçlarını kavrayan parmaklardan sertçe çekmesine neden oluyordu. "Dokunma lan bana!"

Pars'ın öfkeyle ayağa kalktığında ayakta duramayışı Adil'i sabrının sınırına ulaştırdı. Sert bir tokat yüzünde yerini aldığında Pars'ın başı soluna doğru savruldu.

"Sana kimin patron olduğunu hatırlatmanın vakti gelmiş, belli. Aç kulaklarını, beni iyi dinle Pars! Ben ne dersem o! Ölmeni istersem kafana bir delik açmaktan çekinmem ama yaşayacaksın diyorsam Yaşayacaksın! Anladın mı lan beni!"

Duyduğu bağırtı ile Pars sola savrulan yüzünü babasına çevirmedi. Öfkeyle aldığı soluklar yumruklarını sıkmasına sebep olurken Adil yeniden bağırdı. "Deniz artık evde, bizimle yaşayacak! O bebek dünyaya sağ salim gelecek Pars! "

Pars'ın öğrendiği bu gerçek, bulanık zihnine rağmen bir şaşkınlığa sebep oluyordu. Adil gibi bir adamın bir metresten dünyaya gelecek çocuğu istemesiyle afallayarak yüzünü babasına döndü. "Ne diyeceksin, oğlumun siktiği orospulardan biri hamile kalmış mı? Sen böyle bir şey yapmazsın Adil Bey! Sen soyadı güçlü olmayan hiçbir kadından soy devamı istemezsin! Gerçekçi ol!" Şimdi başı usulca babasına döndüğünde dişlerinin arasından öfkeyle hırladı. "O bebek doğmayacak! Bırakacaksın, Deniz siktirip gidecek. Anlıyor musun beni?!"

Bu işin babasının kulağına gitmeden hallolması gerektiğini biliyordu, ama bunun sebebi Adil Katipoğlu'nun bu bebeğin doğmasını istemesine duyduğu korku değildi, aksine isimsiz bir kadından dünyaya gelecek bir bebeğe duyacağı öfkeydi, fakat şimdi...

"Öyle bir şey olmayacak! Cesedimi çiğnersin Pars!"

Pars'ın baygın bakışlarına ev sahipliğine yapan yüzü , anlamadığı bu durumun içinde sersemleşmiş bir ifade ile kırıştı.

"Benimle dalga mı geçiyorsun Lan baba? Çocuk Sare'den değil, Deniz'den farkında mısın?" Yüzündeki alaylı gülüşle bilincindeki son ayık kırıntıları anın yarattığı karmaşada kullandı.

"Düzgün konuş Lan benimle! Bebeğin kimden olduğunu gayet iyi biliyorum! Biliyorum ve doğacak diyorum anlamıyor musun?!"Adilin sesindeki kararlılık Pars'ın içindeki öfke topunu ateşe verdi.

"Adil bey! ben ölüyorum! Görmüyor musun? Arkamda bir çocuk bırakacak değilim. O çocuğu ardımda senin gibi bir adamla bırakmaktansa ellerimle öldürürüm çok daha iyi ! Duydun mu?!"

Bir tokat daha indi yüzüne, bu kez dik tuttuğu başı bir milim bile kaymamıştı olduğu yerden. "Yapabileceğin sadece bu olur, ben dayaktan korkmayı bırakalı çok oldu baba. Ben acıyı silaha çevireli çok oldu." Dişlerinin arasında çiğnediği öfkesini hırıltıyla çıkan fısıltısına sakladı.

"Ölmek mi istiyorsun, tamam! Kendine ne dilersen yap ama torunuma yaklaşmayacaksın! O çocuk benim ailemin tek umudu! Ona dokunmayacaksın!" Tükürürcesine kurduğu kelimeler ile Pars, bakışlarını babasının gözlerinde sabitledi ve boğuk bir iğrenmeyle konuştu.

"Bir metresten şanlı bir tohum öyle mi?" Alaylı sesi ile Adil bir adım atarak oğlunun dibinde durdu.

Parsın uzun boyu babasının aşağıdan yukarı bakmasına sebep olduğunda Adil'in öfkesi yüzünde yayıldı. "Onun da bir çaresini buluruz! Ne de olsa kokteyle getirdin kızı! Öyle ya da böyle herkes yanında yamacında gördü."

"Ne demek bu?" Alnı kırıştı.

"Evleneceksiniz."

Duyduğu bu söz ile Pars'ın alnındaki kırışıklıklar düz bir zemine dönüşürken duyduğuna inanamaz bir ifade ile aralandı dudakları. "Evlenmek." dedi fısıltı ile.

"Evet, evlenmek. Bunca zaman tüm sadakati ile bekledi seni, belki de hak ediyordur."

"Ne saçmalıyorsun sen?"

"Aslına bakarsan Pars, sadakati umurumda değil. Torunumu canında taşıyorken, onun canı benim himayemdedir." Adil geri çekildiğinde Pars öylece olduğu yerde kalıyordu. Bakışları boşta dönen plakta sabitlendiğinde Adil Katipoğlu ardına bile bakmadan çıktı kış bahçesinden.

Bu ücra dağ evinde yaşananlardan bir haber olan Nasya, şehrin diğer ucunda yeni hayatına ilk adımlarını atmak üzereydi.

Kar taneleri bu kez eski gece kondu mahallesindeki ahşap pencereleri titreterek camlarda birikirken Nasya; yatağının ortasında öylece durmuş, geçen kalabalık saatlerin ardından kendi ile baş başa kalışının sakinliğini yaşıyordu.

Dizlerinin üzerinde yerleştirdiği ellerinin arasında Pars'ın mendili ve ona aldığı elmas kolye üst üste dururken o, bugün yaşadığı her şeyi Pars'la paylaşmak isterken buluyordu kendini.

Defneyi arayıp anlatabilecekken Pars'ı arayıp yaşadığı karman çorman bu mutluluğu anlatmak istiyordu. Onunla bunca zaman çok az sohbet etseler de bu adam onu her zaman anlıyordu. Korkularını, tereddütlerini... Şimdi de anlardı, bunu bilmenin verdiği eminlik bu genç kızı sancılı bir isteğe boyun eğmek zorunda bırakıyordu.

Pars'ı aramak ve aramamak arasında sıkışıp kalmış bir kalp sancısı, tüm bu olayların yanı sıra onun sesini duyabilmek içinde bir bahaneydi aslında. Pars'ı özlediğini iliklerine kadar hissediyordu. Güven veren kalın tınısı, keskin bakan gözlerinin üzerine her döndüğünde titreyişi, yakınına her gelişinde derinden aldığı soluklar...

Kaçmak istediği korkutucu ilgiye doğru durmaksızın koşmak istiyordu. Şimdi, şu an, ona koşmak istiyordu. Hala kavuşamamıştı Pars'a, o kazadan sonra karşı karşıya gelmişlerdi ama kavuşamamıştı işte.

Aldığı derin bir solukla, düşünceleri derinlikten savrulup su yüzüne çıktığında duraksadı. Deliriyor muydu? Şu an Pars düşünmesi gereken son şey bile olmamalıydı. Babası açık açık seni hayatımda istiyorum demişti, annesi kendisi ile yaşamasını istemişti. Begüm'den haber yoktu ve ona ulaşmaya bile çalışmamıştı.

Hayatı bir anda tersine dönerken o bu eve bu hayata veda etmek zorunda olduğunu içten içe biliyordu. Ait olduğu yer burası değildi, başından beri değildi. O Kenan Sipahinin kızıydı, garsonluk yapmak hayatının normalinde mümkün bile olamayacakken yıllarca bir yetimhane ranzasında büyümüştü. Çatısı akan, pencereleri ıslık çalan bu eski evde cebelleşmek zorunda kalmıştı.

Yeni hayatına dair duyduğu korkularını biliyordu fakat bu keskin adımı atmaktan çekinmeyeceğini de biliyordu. Hakkı olan her şeyi alacaktı. Hakkı olan sevgiyi, hakkı olan saygıyı, hakkı olan soy adını... Hakkı olan adamı da...

Aldığı bu keskin kararlar, içinde bir umut yeşerterek yüzünde buruk bir gülümseme oluştururken avuçlarının arasındaki mendili burnuna doğru bastırdı ve kapanan gözleri ile sert bir nefes çekti içine. "Benim Ateş ile aramda hiçbir şey yok ama sen bana Deniz'i açıklayacaksın Pars. O kızı kolundan tutup kameraların karşına nasıl geçtin, açıklayacaksın."

Burnundan geri çektiği mendille beraber kendini yatakta geri bıraktı ve avuçlarındaki mendili bütün gücü ile sıktığında gözleri yamalı tavanına doğru kapandı. "Suçsuz olduğumu anladığında, bana yaşattığın her şeyin hesabını soracağım sana."

Yüzündeki kırgın gülümseme ile bedenini yatakta saldı ve tüm günü annesi ile geçirmenin verdiği ruhsal yorgunluk ile uykunun pençelerine bıraktı kendini.

 

 

--------------

Israrla çalan kapı ile gözlerimi yatağın içinde araladım. Gece boyu üzerime bir şey örtmediğim için üşüdüğümü anlayabiliyordum. Bakışlarım avuçlarımda tuttuğum mendile döndüğünde bütün gece sıkmamın etkisi ile buruştuğunu görebiliyordum.

Uyku sersemi gözlerle etrafı süzmeye başladığımda neden uyandığımı unutuyordum.
Kapı yeniden çaldığında uyanış sebebimi bana hatırlattı. Ağrıyan bedenimi zar zor yataktan kaldırdığımda elimdeki mendili ve arasında sıkışan kolyeyi yatağın üzerine bıraktım ve çalan kapıya doğru ilerledim.

Ayaklarım yerdeki soğukla ürperirken uzanıp kapıyı açtım ve zar zor açtığım gözlerimi kırpıştırdım. Karşımda Kenan beyi gördüğümde şaşkınlıkla yanındaki adama çevirdim başımı.

"Uyandırdım mı? Saat neredeyse on iki, çoktan kalkmışsındır diye düşündüm." Yüzündeki gülümseme ile bana bakarken geri çekilip içeri girmesi için yolu açtım.

"Aslında dün gece biraz geç uyumuştum ama buraya kadar geldiğinize göre önemli bir şey olmalı."

İçeri girdiğinde arkasındaki adama çevirdi bakışlarını "Bize birkaç dakika ver." Uzanıp kapıyı adamın yüzüne kapattığında onu apartmanın içinde bırakarak bizi evin içinde baş başa bırakıyordu.

"'Buraya kadar geldiğinize göre...' derken beni biraz kırdın kızım. Benim senden daha önemli bir işim yok şu an. Bir an önce gelmek istedim çünkü başlatılması gereken işlemler var. Üzerine geldiğimi düşünmeni istemem fakat seni kendi soy adıma geçirmem gerek. Bir sürü hukuki işlem var ve ben vakit kaybetmek istemiyorum Nasya. Yeterince vakit kaybettik."

Sesindeki kırgınlık beni mahcup hissettirirken yorgun bir nefes çektim içime. "Begüm bu konuda ne düşünüyor bilmek istiyorum, onunla konuştunuz mu?"

Meraklı sesim Kenan beyden sıcak bir gülümseme alırken dudaklarının arasında mırıldandı. "Ona ulaşamıyorum, yani istersem ulaşırım fakat kabuğuna çekilmeyi seçti. Bildiğim bir şey var ki seni tüm bunlardan önce de çok seviyordu hala da çok seviyor."

"Nerede şu an?" Kaşlarım havalanırken Kenan derin bir nefes çekti ve isteksizce cevapladı.

"İzmir'de bir bağ evimiz var, küçükken orayı çok severdi. Öğrendiğime göre oraya gitmiş. Onun için de kolay değil Nasya. Annesi ile baş etmek zorunda kalan o olmuştu, ben genelde şehir dışındaydım. İnan bana Çiğdem , yani annesi, hiç normal bir kadın değildi."

"Sizde kaçtınız?" Suçlayıcı sesim alnının kırışmasına sebep olduğunda devam ettim. "Gülsüm hanımı da bir başına bırakmışsınız ya, oradan tanıdık geldi." Kurduğum cümle yüzünde ani bir değişime neden olduğunda uzanıp daire kapısını açarak konuyu kapattı.

"İlhan Bey, sana imzalaman gereken evrakları gösterecek. Benim imzalarım tamam, sen de hallettiğinde resmi süreç başlayacak." Söylediklerim canını sıkmış olmalı ki bakışlarını yüzümden kaçırarak açık olan kapıdan apartmanın içinde boş boş gezdirdi.

"Sonra?" dedim ruhsuz bir ifade ile İlhan denen adamı süzerken.

"Sonra, imzanı attıktan sonra eşyalarını toparlayacaksın ve evimize gideceğiz." Dedi. Bakışları üzerime döndüğünde bende gözlerimi ona çevirdim.

"Evimiz?"

"Evimiz." dedi kendinden emin bir tını ile.

Söylediği şey içen içe hoşuma gitse de rengimi öyle kolay belli edecek değildim. "Benim evim burası." Söylediğim şeyin yavanlığını iliklerime kadar hissediyordum, kendimi tam da şu an ne buraya ne oraya ne de dünya üzerinde bir yere ait hissetmiyordum.

Kenan Bey gülümsedi ve gözleri söylediğim şeye inanmadığını gösteren bir tasvire bulanırken aralandı dudakları. "Senin evin burası değil, bunu bir nevi geçici bir detoks gibi düşün. Seni bekleyen gerçek hayatına doğru bir adım at. Eğer korkuyorsan-"

"Ben hiçbir şeyden korkmam Kenan Bey. Sizin aksinize..." Tutamıyordum dilimi.

"O zaman cesur kız; imzanı at, eşyalarını hazırla ve babanla aşağıda buluş. Bakalım ne kadar cesurmuşsun." Hafifçe göz kırptığında gülümseyen yüzüyle beraber öylece açık olan kapıdan çıktı ve merdivenlerde gözden kayboldu.

"Nasya Hanım." İlhan denen adam elinde tuttuğu evrak çantası ile bana bakarken sıkkın bir nefes verdim. "Efendim İlhan Bey." kinayeli sesimle mırıldanırken uzanıp daire kapısını ittirdim ve kapattım.

"Ben avukatınız İlhan Sağlam, kafanızı karıştıracak her türden soruyu bana sorarsanız sizi aydınlatabilirim; öncelikle bunu bilmenizi isterim. Sonrasında ise miras hakları için ve soy adı değişikliği için imzalamanız gereken evrakları göstermek isterim."

"Atalım bakalım imzamızı. Neymiş şu korkulacak hayat yakından görelim. Bunca zaman tepsilerini taşıdım, bundan daha korkunç olabileceğini sanmam." Kinayemi anlamayan avukata doğru ilerledim ve bana vermesi gereken dosyaları alabilmek için ellerimi uzattığımda şaşkınlıkla evrak çantasını açtı.

"Ben garsonum ama babam baya zengin bir adammış, tam bir piyango he..." Yaptığım açıklama ile bana şaşkınca bakarak uzattığım avuçlarımın arasına bıraktı dosyaları.

"İmzalanacak yerler sayfaların en altları.." Yaptığı açıklama ile bana uzattığı kalemi çekip aldım ellerinden ve açtığım dosyanın en alt sayfalarına beklemeden imzamı atmaya başladım.

 

Kapı sesinin gıcırtısı, kulaklarımın dibinde rahatsız edici bir tonlama ile dolandığında uzandığım sedirden ağırca kaldırdım bedenimi. Başımın ortasında hissettiğim sızı ile akşamdan kalmalığın ağırlığı bedenimde kendini belli ediyordu.

"Pars Bey, babanız sizi ana evde kahvaltıya beklediğini söyledi. Uyandırmak istemezdim fakat sesindeki gerginlik..." Sustu.

Bakışlarımı kapıda dikilen Davut'tan kış bahçesinin içine çevirdiğimde sırtımın uzandığım sert sedirden kaynaklanan ağrısına aldırış etmedim.

Gözlerim ilerideki şömineye döndüğünde ateşin çoktan söndüğünü ve içeriyi soğuğa teslim ettiğini fark ediyordum. Bedenimdeki rahatsızlığın tek sebebi sert sedir değildi anlaşılan, gece burada sızıp kalmıştım ve şimdi rahatsız bir uykuyla geçirdiğim gecenin sabahında Adil Bey'le harika bir kahvaltı etmek zorundaydım.

Ellerimden aldığım destekle oturduğum yerden kalktım ve bedenimi esneterek yönümü Davut'un önünde beklediği açık kapıya çevirdim. "Gidelim bakalım, derdi ne benimle öğrenelim."

Attığım yavaş adımlar Davut'a kavuştuğunda bakışları tedirginlikle üzerimde gezindi. "Ne oldu?" Kaşlarım çatılırken ondaki bu şaşkınlığı anlayamıyordum.

"Burnunuz, sanırım kanamış fakat kan kurumuş gibi efendim." Gözleri yüzümün orta kısmında dolandığında elim refleksle burnuma yöneldi.

Dudaklarımın üzerindeki gergin tenimde gezinen parmaklarım, kuru kanın sertliği ile kavuşuyordu.

"Üzerimi değiştirip geliyorum, aracı hazırla sen." Beklemeden çıktığım kış bahçesi ile dışarıya doğru büyük bir adım attım. Ayaklarımın altındaki sulu kar bastığım zemini ezerek çökertirken kulaklarımda hoş bir melodi bırakıyordu.

Dağ evinin ana kapısına doğru ilerledim ve önünden geçtiğim korumaların korkulu bakışlarını görmezden gelerek giriş kapısını açarak içeriye girdim.

Dışarının soğuğuna rağmen içerisi bedenimi ısıtsa da bu mayışmaya aldanacak kadar vaktimin olmadığını biliyordum. Yönüm yatak odasına doğru dönerken ana kapı yeniden açıldı ve içeriye giren Davut'un siluetini birkaç saniyeliğine attığım bakışla görmüştüm.

"Efendim, Deniz Hanım'la ilgili bilmeniz gereken bir şey var." Sıkkın sesi ile onun arkamdan geleceğine duyduğum eminlikle banyodan içeri girdim. Açtığım musluk ile avuçlarımın içine doldurduğum soğuk suyu yüzüme sertçe çarparken Davut'un sesi yeniden duyuldu. "Adil Bey, kendisini ana eve yerleştirmiş. Bebek doğana kadar onunla bizzat kendisinin ilgileneceğini söylediler efendim."

Uzanıp kapattığım muslukla bakışlarım aynadaki suretime döndü. Göz altlarımdaki yorgunluk ve başımdaki beyaz bandajla, yüzümü gece akan kandan kurtarmıştım fakat yüzümdeki yorgunluğu silemiyordum.

"Serdar engel olmaya çalışmış fakat Adil Bey..." sustu.

Bakışlarım aynadan Banyo kapısında dikelen Davut'a döndüğünde başımı usulca salladım. "Adil Katipoğlu bir şey istediyse karşı gelmek ne mümkün." Yüzümde alaylı bir ifade yerini alırken hızla üzerimdeki tişörtü çıkarttım ve ilerideki kirli sepetinin üzerine fırlattım.

Aceleyle banyonun dışına döndüğümde ilerideki giyinme odasına doğru yöneldim. "Kızmadınız mı?" Sesindeki şaşkınlığı saklayamazken uzanıp raftan siyah balıkçı yaka bir kazak çektim ve beklemeden üzerime geçirdim.

"Son günlerimi onunla uğraşarak geçirmeyeceğim Davut. Ona koca bir ömür verdim. Kendi alanımı yaratabilmek için verdiğim savaşları sen benden daha iyi bilirsin, şimdi bir torun istiyorsa alabilir. Umurumda bile değil. Düşündüğüm tek şey o çocuğun şanssız bir hayata doğacağını bilmeyişi. Adil gibi bir adamın oğlu olmak kâbus gibiyken torunu olmak nasıl olur, bilmiyorum."

Sesimdeki boş vermişlik Davut'un kafa karışıklığını görmeme neden oluyordu. "Son günler ne demek efendim? Tedavi için hala vakit var. Böyle konuşmayın."

Yüzümde sahte bir gülümseme yerini alırken burnumdan histerik bir nefes verdim.
Kalkıp bir korumaya kafamdaki şeyleri anlatacak değildim. Davut benim sağ kolumdu fakat beni ne kadar sevdiğini biliyordum. Kafamdan geçenleri öğrenmesi demek buna engel olması demekle aynı şeydi, öylece kendimden vazgeçmeme izin veremeyecek kadar bağlıydı bana.
Tam da bu sebepten ona aslında tedavi olmayı asla düşünmediğimi söylemedim.

"Çıkalım." Konuşmayı ansızın keserek adımlarımı yatak odasının açık kapısına çevirdim. Davut beni adım adım takip ederken önce odadan sonra da dağ evinin ana kapısından çıkıp ileride hazır bekleyen araca yöneldim.

"Baysallar ile akşam iş yemeği ayarlanmış. Adil Bey'in katılması bekleniyor fakat kendisi bu gece müsait olmadığını bildirmişler." Davut adım adım beni takip ederken hızla açık arka kapıdan aracın içine girdim. Üzerime kapattığı kapı ile şoförün yan koltuğunda yerini alırken devam etti günün bilgisini vermeye. "Sibel bir saat önce arayıp restoranda yer ayırttığını bildirdi fakat katılamayacak kadar yorgunsanız hemen iptal ede-"

"Gerek yok, bir an önce işlerin başına dönmem gerek."

Çalışan araba arkadaki koruma konvoyu ile dağ evinin karlı patikasına doğru döndürdü tekerlerini. Şimdi sık ağaçların arasından ana yola bağlanan bu yolda bakışlarımı camlarda sabitledim ve içime sabır dolu bir nefes çektim.

Gece olan biteni hayal meyal hatırlarken babamın Deniz ile ilgili isteğini tehdit edercesine suratıma çarpışını anımsıyordum. O kızla evlenmemi isteyecek kadar çaresiz hissettiren neydi bilmiyorum fakat bir Sare vakası daha yaşamak istemediğimi biliyordum.

Nasya olmayacaksa ne fark ederdi ki? Hayatımdaki kadın o olmayacaksa kimin olduğunun ne önemi vardı. Gözlerimi her kapayışımda zihnimi kontrolü altına alan ve her açtığımda ihtimali ile aklımı allak bullak eden kadın olmayacaksa ne fark eder.

Arabanın içinde dolanan telefon sesi ile bilincim ön koltuktaki Davut'a kayıyordu. "Telefonunuz efendim." Bana oturduğu koltuktan uzattığı telefon ile uzanıp elime aldığım telefonu beklemeden cevaplayarak kulağıma yasladım.

"Pars." Kulaklarımdaki ses Kenan sipahinin kalın tınısıydı. Bunca zaman beni doğrudan aradığına hiç şahitlik etmemiştim oysaki. Şimdi ise öylece telefonun diğer ucunda sabırsızca yineledi sözünü. "Pars?"

"Efendim Kenan?" Şimdi onun âşık olduğum kadının babası olduğunu bilmenin gerginliği ile oturduğum koltukta kıpırdandım.

"Seninle konuşmak istediğim bir konu var, belki bir teşekkür bilemiyorum." Tonlamasındaki mahcubiyet ondan bu zamana kadar duyduğum en yumuşak tınıydı.

"Teşekkür?" dedim ne için olduğunu anlamama rağmen.

"Kızım için, onun annesini bulmasına yardım ettin ve bir şekilde bunca zaman sonra beni ona yeniden kavuşturdun."

"Kenan, ben sadece mutlu olmasını istedim. O; yarım hisseden bir kadındı. Dik duruşuna aldanma, ilgi ve sevgi görmemiş bir geçmişi var. En azından annesini ona bulabilirsem bir şekilde bir tarafı tamamlanır sanmıştım."

"Ben de bundan bahsediyorum. Gülsüm'e ulaşmasaydın Nasya'dan asla haberim olmayabilirdi. Öz kızımın yaşadığı hayat hakkında az çok bir fikre sahibim, söylediğim gibi tüm bunları yüz yüze konuşmak istiyorum. Adil, akşam yemeği için bize gelecek. Ben de düşündüm ki sen de gelirsen yüz yüze daha iyi ifade edebilirim kendimi."

"Bu akşam mı?" Sesimdeki heyecanı kilitli kapılar ardına hapsederken orada Nasya'yı görebileceğime dair duyduğum telaşı görmezden geldim.

"Evet, bu akşam. Şimdi kapatmam gerek, Nasya ile eve geçiyoruz. Akşama mutlaka gel."

Ardından kapanan telefon ile sıcak telefon hala kulağıma yaslıyken ağırca yutkundum. Sessiz bir nefesle beraber kulağımdan geri çektiğim telefonu dizimin üzerine bıraktığımda başımdaki ağrı ile gözlerimi sıkıca kapattım.

"Davut." Seslenişim hızla karşılık bulurken "Efendim Pars Bey?" dedi.

"Akşamki iş yemeği, saat kaçta?" Yumulu gözlerim aracın içine aralandığında Davut başını omuzunun üzerinden geri çevirdi. "Saat sekizde Pars Bey, dilerseniz iptal edebilirim." Başımı iki yana salladım "Gerek yok, saçmalıyorum."

O kadın başkasına aitken hala nasıl onu görebilme ihtimali bile beni bu denli canlı hissettirebilir anlamıyorum. Tüm iradem nerede anlamıyorum, gerçeklik algımı kim aldı ellerimden?

Ateş gibi bir adamın aptal kurlarına kanan bir zavallı için duyduğum bu heyecan da neyin nesi? Neden hala o Pars! Söyle bana, gururun nerede senin! Uğruna her şeyi parçalara ayırdığın gururun nerede! Bir kadının ellerine mi teslim edeceksin onu? Ayaklarının altına alıp ezişine izin mi vereceksin?

İçimde ansızın beliren öfke, başımdaki ağrıyı keskinleştirdiğinde aracın yavaşladığını fark ederek bakışlarımı içine girdiğimiz yalının bahçesine çevirdim. Davut beklemeden ön koltuktan indi ve benim kapımı açarak geri çekildi.

Arka koltuktan aşağıya indiğimde kulaklarıma dolan kahkaha sesleri beni karşılıyordu. İdil'in bir şeye büyük bir içtenlikle güldüğünü duyabiliyordum. Sesin geldiği arka bahçe dikkatimi çekerek yönümü oraya çevirmeme sebep olduğunda Davut da peşimden arka bahçeye açılan taşlık yolda bana katıldı.

"Pars Bey, akşam sekize kadar herhangi bir etkinliğiniz yok fakat hisselerin yeniden satışa açılması hakkında yoğun bir talep olduğunu bildirmem istendi. Sibel Hanım teklifler bu kadar yüksekken açmamız gerekmez mi, diye soruyor."

Adımlarım taş yoldan arka bahçenin ıslak çimlerine ulaşırken bakışlarım Davut'a döndü. "Hafta sonu boyunca kapalı tutsun, pazartesi borsaların açılmasından önce hisse satışlarını açık arttırmaya soksun."

"Açık arttırma?" Şaşkınlıkla bana bakarken usulca salladım başımı "Evet, kaybettiğim her bir kuruşu fazlası ile geri alacağım. Bizi ilk tümsekte terk eden herkes hisselerini sattıkları fiyatın on katına almak zorunda kaldıklarında benim hiçbir zaman değer kaybetmeyeceğimi bir kez daha anlayacaklar." Hafifçe göz kırptığımda başımı ilerideki İdil'e çevirdim.

"Abiciğim!" Yüksek sesim bahçede yankılandığında İdil hevesle oynadığı köpekten bana çevirdiği gözleri ile hızla dizlerini üzerinden ayağa kalkarak bana doğru koşmaya başladı. "Abi!"

Sevinçli kahkahası ile üzerime doğru gelip boynuma sıkıca sarıldı ve bedenini bana asarak onu kaldırmamı bekledi. İstediğini yapmak için belini kavradığımda bedenimdeki güçsüzlükle birkaç saniye içinde onu çimlerin üzerine geri bıraktım. Geri çekildiğinde alnı karışırken bakışlarını başıma çevirdi ve telaşla gözlerini kocaman açtı.

"Başına ne oldu!" Çığlığa yakın yaptığı tonlama ile uzanıp yanağından bir makas aldım. "Görünmez kaza, hem sen söyle bakayım..." Elimi omuzuna atarak yönümüzü açık bahçe kapısından evin içine çevirdim. "Kahvaltı hazır mı? Babam beni davet ettiğine göre güzel bir sofra kurmuşsundur abine he?"

Konuyu dağıttığımda kıkırdayarak salona doğru ilerledi. "Hazırlamam mı? Gerçi ben yapmadım Melahat Hanım yaptı ama onun ıspanaklı böreğini çok seversin. Bunu bildiğim için diğer kızlara dokundurtmadım. Ona yaptırdım. Hem de yapana kadar başında bekledim." Omuzunu elimden kurtarıp ilerlediğinde koltuklardan birine kendini hızla bıraktı.

Bakışlarım odanın ucundaki kahvaltı sofrasına döndüğünde yüzümde sakin bir gülümseme yerini alıyordu. "Sen de öğrensen mi acaba şu börek işini, bir gün senin ellerinden yemek için bekliyorum hala."

"Abi ya!" dedi isyankâr bir sesle. "Küçükken verdiğim bir söz, hala unutmadın mı?" Yüzünde bıkkın bir gülümseme oluşurken hafifçe göz kırptım ve yönümü kurulu sofraya çevirirken ağzımın içinde mırıldandım.

"Küçükken müçükken, vermeseydin sözünü sen de. 'Abi ben büyüyünje şana daha düzellerini yapıjam'" Hatırlattığım sözlerle kesik bir kahkaha bıraktı salonun içine.

"Yapacağım, tamam ama okuldan ve hayatımın telaşından vakit mi kalıyor. Hem börek deyip geçme ne kadar zor biliyor musun sen? Bunu için özel bölüm okuyor insanlar."

"Börek Bölümü, öyle mi?" Uzanıp masadaki kızartmadan ağzıma bir tane attığımda bakışlarımı geri çevirdim ve alayla süzdüm onu.

"Hayır çok bilmiş, gastronomi diye bir alan var bilir misin? İnsanlar iyi yemek yapmak için sınavlara giriyor, tabi sen kodlarla kafayı bozduğun için pek bilmezsin. Biz fanilerin ne gibi bölümlerde süründüğümüzü."

Söylediği söz içten bir sırıtışa iterken "Siz faniler öyle mi? " dedim Munzur bir sesle.

"Evet, biz faniler ve sen. Hahaha!"

"Abi." Paren'in sesi ile bakışlarım salonun kapısına döndü.

"Günaydın, herkes burada anlaşılan." Gülerek birkaç saniye süzdüm onu.

"Bizim burada olmamız sürpriz değil de senin burada olman biraz tuhaf." Gülüşüme karşılık verirken bana doğru geldi ve uzanıp masadan bir kızartma attı ağzına.

"Yemeyin ya! Bitirdiniz." İdil'in isyankâr sesi oturduğu yerden kalkıp bize doğru gelmesine sebep olurken Paren hızla ellerini geri çekti ve çocuksu bir ifade ile havaya kaldırdı. "Tamam be tamam, lokmamızda gözün var." Onları böyle didişirken görmek keyfimi yerine getirdiğinde duyduğumuz kalın tını ile hepimizin yüzündeki mutluluk ansızın siliniyordu.

"Günaydın." Adil Katipoğlu kapıdan içeriye girdiğinde ardından gelen Deniz'e çevirdim gözlerimi.

Kızı şimdiden boyunduruğu altına alıp himayesinde tuttuğu belli oluyordu. Adım adım babamı takip ederken bakışlarını bir saniye bile ayakkabılarından geri çekip yüzüme bakmadı.

"Günaydın, bu kadar acil olan nedir?" Sesimdeki huzursuzlukla bakışlarımı Deniz'in üzerinden babamın yüzüne çevirdim.

"Dur bakalım, acelen ne? Önce bir kahvaltı yapalım." Yüzünde anlam vermediğim bir mutluluk asılıyken yemek masasının en başındaki sandalyeyi geri çekti ve yerine oturdu.

Elleri ile bize de oturmamızı gösterdiğinde Paren hızla masanın en uzak kısmındaki sandalyeyi çekti ve babamdan uzakta bir yere yerleşti. İdil Babamın yanındaki sandalyeyi çektiğinde ondan uyarıcı bir bakış alarak hızla çektiği sandalyeden uzaklaştı ve Paren'in yanındaki boş sandalyeye oturdu.

Benim için ayrılan sandalyeyi sabır dolu bir nefes çekerek geri ittirdim ve beklemeden oturdum.

"Deniz, geç sende Parsın sağına otur." Babamın verdiği emir dolu tonlama ile Deniz yanımdaki sandalyede yerini aldı. Bakışlarım masanın altından dizlerinde korku ile birleştirdiği ellerine döndüğünde gerginlikle titrediğini görebiliyordum.

Benden korktuğunu çok iyi biliyordum. Babamın bilmediği şey Deniz'le yaşadığımız sıradan bir birliktelik değildi, bizimki sahip itaatkâr ilişkisiydi. Yani onun söylediği her şeyin aksine Deniz benim komutlarımı dinlemek konusunda oldukça kararlıydı. Fakat orada öylece durup, her şeyi kontrol edenin kendi olduğunu düşünmesine izin verdim. Yaşadığı bu sahte tatmin beni oldukça eğlendiriyordu, eğlendirmek bir yana ona acımama neden olduğunu da biliyordum.

"Servise başlayın." Verilen komutla mutfaktan gelen çalışanlar çay bardaklarını doldurmaya başladı.

Melahat Hanım'ın elinde taşıdığı mermer tabaktaki böreği sofraya getirmesi ile bakışlarım dumanı hala üzerinde tüten börekte gezdirdim. "Sizin için." Bir anne şefkati ile kesilen börekten iki dilimi önümdeki servis tabağına bıraktığında gülümseyerek başımı salladım. "Ellerine sağlık."

Babam öksürdüğünde dikkati kendine topladı ve masadaki servisin bitmesiyle ruhuma kasvet salan sesini masada dolandırdı. "Deniz artık burada bizimle yaşayacak."

Bakışları Paren ve İdil'in üzerine döndüğünde bana bakmıyordu ama sözün asıl merci bendim. "Deniz?" dedi İdil meraklı bir sesle.

"Abinin kız arkadaşı, pek yakında karısı olacak." Söylediği söz ile sağ tarafımda oturan Deniz henüz yudumladığı çayın boğazında kalması ile kesikçe öksürdü ve tedirginlikle bardağı masaya geri bıraktı.

"Yine mi evlenecek?" İdil'in şaşkınlıkla sorduğu soru yüzümde histerik bir gülümseme oluşturdu.

Yine mi? Babamın benden başka çocuğu yokmuş gibi sürekli evliliğim ve ürememle ilgili planları sapık bir hal alıyordu sahiden.

"Evet yine. Ne saçma soru bu! Genç adam, bekar kalacak değil ya!" Azarlarcasına çıkan sesi İdil'i sessiz bir kırgınlığa itti.

"Henüz Sare ile yeni bitmişken doğru olur mu?" Paren 'in yaptığı içgüdüsel yaklaşım babamdan iğrenmeyle karışık bir bakış aldığında dişlerinin arasında öfke ile hırladı.

"Sana mı soracağım lan ben! Neyi ne zaman yapacağımla ilgili izin mi alacağım senden? Senin fikirlerin benim için ne zaman değerli oldu ki!"

Ezici sesi ile öfkesini üzerime çekmemin vaktinin geldiğini biliyordum, onlara karşı saldırısı başlarsa devamı gelirdi. "En azından şirketteki durumu oturtana kadar böyle bir şey düşünmüyorum." dedim ters bir ses tonuyla.

"Senden bir tarih belirlemeni isteseydim bunu söylerdim Pars. Ben en kısa zamanda olacak diyorsam öyle olacak! Karnı büyüdükten sonra mı nikah kıyacaksın! Milletin ağzına yeterince sakız oldum. Bir kez daha olmaz."

"Sana ailesini sorduklarında ne diyeceksin?" Alayla bakışlarımı Deniz'e çevirdim ve dişlerimin arasından nefretle tısladım. "Söylesene Deniz, baban hangi köyün sefiliydi? Dur bir dakika, seni bir inek karşılığında bir adama satmadan önceydi bu. Eminim o inek onu epey klas bir adama çevirmiştir." Şimdi bakışlarım babama dönerken kibirle süzdüm onu " Tam sana layık bir dünür, he baba?"

Kıvrılan dudaklarım ile ağırca yutkundu ve elini sertçe önündeki masaya geçirdi. "Madem bir inek karşılığında aldın bu kadını, içine bir piç yerleştirmeden önce düşünecektin! Sare 'den bir torun ver, dedim sana. Bana en azından ailesi güçlü bir kadından bir torun verebilirdin!"

Öfkeyle kızaran yüzü ile kayıtsızca izledim. "Sadakat konusunda sen benden daha hassassındır Adil Bey, Sare gibi bir kadının beni her seferinde başka adamlarla aldattığını bile bile ondan bir torun istemen tuhaf. "

"Yeter ulan!" Önündeki servis tabağını sertçe ileriye fırlatırken yüzümde tatminkâr bir gülüş yerini aldı.

"Senin o kahpe annen dünyanın en sadık kadını değildi evet ama en azından babasını küçümsediğin bu kız sana oldukça sadık! " Üzerime doğru gelip yüzünü benim yüzüme yaklaştırdı ve öfkeyle tısladı "Yani sevgili oğlum, benim aksime sen şanslısın!" Alnını benimkine sertçe çarptığında geri çekildi ve az önce kırılan tabağa savurduğu bir tekme ile öylece çekip gitti kahvaltı sofrasından.

Deniz tedirginlikle oturduğu sandalyeden kalkmak için hareketlendi "Otur lan yerine!" Öfkeli hırıltım ile olduğu yere çökerken Paren öfkeyle oturduğu sandalyeden kalktı ve salonu terk etti.

"Abi ne oluyor?" İdil'in kırgın sesi ile sert bir nefes çektim içime ve yumuşak tutmaya çalıştığım sesimle "Odana geç abiciğim, sonra konuşuruz." dedim.

"İyi be!" Bıkkın bir nefesle oturduğu sandalyeden kalktı ve beklemeden salonu terk etti.

Masada Deniz'le baş başa kaldığımızda aldığı tedirgin nefesleri duyabiliyordum. Sağ tarafımdan kulağımın dibinde korkuyla aldığı ürkek nefesler...

Hızla saçlarını kavrayıp kafasını kendiminkine çarptığımda acıyla dudaklarını ısırarak iniltisini sakladı. "Arkamdan iş çevirmek öyle mi? Benden gizli plan yapmak he Deniz Hanım!"

Öfkeli hırıltımla sıkıca yumdu gözlerini ve çaresiz bir fısıltı ile konuştu. "Ö-özür dilerim ben sadece... Sadece senden bir parça-"

Saçlarındaki ellerim iyice sıkılaştığında dudaklarımı kulağına doğru çektim. "Ne sandın! Benden bir çocuk seni hayalindeki hayata mı kavuşturacaktı! Sana her şeyi verdim! Para, zevk, hayal bile edemeyeceğin bir statü! Sen ne yaptın, daha fazlasını istedin!"

"A-amacım bu değildi." Ağlamaklı fısıltısını baskın tonlamamla yarıda kestim.

"Seni temin ederim, benimle evlenmek öyle pek matah bir şey olmayacak! Sadece kölem olduğun günleri mumla arayacaksın, neden mi? Çünkü ben değil bir baba, bir koca olacak kadar bile hevesli bir adam değilim! Sen benimle değil, babamla evleniyorsun. Bunu sakın unutma! Olur da yaşarsam bunu sana ben de unutturmayacağım! İnan bana, ben verdiğim sözleri tutarım Deniz!"

Hızla geri ittirdiğim kafası arkaya savrulurken oturduğum sandalyeyi sertçe düşürerek kalktım kahvaltı masasından.

 


Bölüm Sonu

Umarım keyif aldığın bir bölüm olmuştur ☺️ Tabi biraz sinirini bozan yerleri de eminim vardır ama hayatın tadı tuzu işte 😅

Haftaya Pazar günü kimseye söz verme, ben bilgisayar başında seni bekliyor olacağım. 🥹
Hatırlatmak isterim ki kitabın bir instagram sayfası var.

Öyle küçük bir sayfa, biz bize takılıyoruz.
Bölümden alıntılar, görseller ve bazen gelecek bölümlerden Spoiler veriyoruz😅❤️
Gelmek istersen gel sende, valla bak .

Şu hesaptayız ⬇️🥹
İnstagram: aidiyetofficial
Gel hadi gel naz yapma 🫠❤️

✨✨✨
Yazarın iki kedi bir kocalı monoton hayatını merak ediyorsan da , kişisel instagramıma beklerim. Bazen soru cevap yapıyoruz, mesela geçen hafta çok eğlendik, keşke sende gelseydin 🥹❤️
Olsun bir dahakine artık, adresi buraya yazıyorum gel mutlaka 🫠❤️

İnstagram: nurdogru26

Gelirsen bir selam ver insan yemem🥹😅
Çok muhabbet edemeyiz belki ama tanışırız fena mı? ✨❤️

 

 

Loading...
0%