Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 2/ Arzulanana Ulaşamamamın Verdiği Rahatsızlık.

@nurdogru26

BÖLÜM 2/ Arzulanana ulaşamamamın verdiği rahatsızlık.

Bölüm Şarkısı / Müzeyyen Senar - Kimseye etmem şikayet 


Hayat dediğimiz sırlarla dolu düzlükte ilerimizi göremediğimiz gibi kimlerle karşılaşacağımızı da asla bilemezdik. Üstelik hiç kimse karşımıza nedensiz çıkmazdı. 


Bazıları bizi yavaşlatmaya, düşürmeye çalışırken bazıları da yoldaki engelleri daha kolay aşmamızı sağlardı. Şefkatle, sevgiyle, desteğiyle... Belki de düşmüş olduğumuzda uzattığı eliyle... 


Aynı hayatta ama farklı yollarda ilerleyen iki ruh o gece buluşmuştu. Kadın; bu sıradan gecenin ortasında hiç farkında olmadan adamın ilgisini çekmişti. Adam, kadının cam kırıkları yüzünden oluşan yaralarına üflediği sıcak nefesi ve yaralarının üzerini örttüğü mendiliyle; sanki can kırıkları yüzünden oluşan yaralarının da acısını dindirmişti.  


Masalsı bir olaya şahitlik eden bu bahçede, geride bıraktığı saten bir mendil ile de kaderlerini bağlamıştı. Hem de geri çözülemeyecek şekilde... 


Nasya, yanından ayrılan bu gizemli adamın ardından neredeyse yarım saattir çimlerde oturmaya devam ediyordu. Avuçlarında tuttuğu siyah saten mendilin üzerine beyaz iplikle işlenen harflerde gezindi parmakları. 'P & K' harflerinde... 


Yüzündeki silik tebessüm, aklına takılan bu gizemli adamın eseriydi. Pars, görenin aklında yer edecek türden bir adamdı ve Nasya'nın da aklına kazınmıştı ama bu genç hanımın bilmediği bir şey varsa o da kendisinin de bu adamda kalıcı izler bıraktığıydı. 


Gecenin içinde, malikanenin diğer ucunda Pars Katipoğlu; kulaklarında çıldırtıcı bir uğultuyla çalan müziği görmezden gelerek bakışlarını mutfak merdivenlerinden ayırmıyordu. Az önceki genç kadını yeniden görmeyi umut ederek... 


Kendine yöneltilen soruları, açılmak istenilen konuları ustalıkla başından savuşturabiliyordu. 


Çoktan odasına çıkmış olurdu ama bu doğal akış onun hoşuna gitmişti. Bu tesadüfi karşılaşmalar; Pars Katipoğlu için kurallarına yabancı olduğu, heyecan verici bir oyundu. Normal şartlarda Pars; bir kadını nadiren de olsa istediğinde adamlarından biriyle haber gönderir ve muhtemelen o günün gecesinde beğendiği, arzuladığı kadını yatağında bulurdu. Ama bu kez farklıydı. Pars gibi bir adam, gözleri kendine döndüğü ilk andan beri bu kadına karşı adını koyamadığı hislerle dolup taşıyordu. 


Neydi bu bedenindeki yabancı his? Tam göğüs kafesinin ortasında, durmaksızın kıpırdayan rahatsız edici hareketlenme... Neydi bu heyecanın nedeni? Kravatı boğazını zorluyor, gömleğinin yaka düğmesi dakikalar önce bir sorun teşkil etmezken şimdi fazlalık gibi hissettiriyordu. Bedenini alışılmışın dışında hareket edercesine sıcaklık basıyordu.  


Gözleri, ceketinin ön cebindeki boşluğa döndüğünde yüzünde bastıramadığı bir gülümseme yerini aldı. Dakikalar önce orada olan mendil, muhtemelen şu an gözlerini Pars'ın zihnine mıhlayan kadının yaralı ellerinin arasındaydı. Bu düşünce yüzünde belirsiz bir tebessüme neden oldu. 


"Ne oldu hayatım?" Eşinin gülümsediğini pek göremeyen Sare'nin meraklı sesi, Pars'ın üzerinde gezindi. Pars'ın karaları, yüzündeki tebessüm silinirken tahammülsüz bir tiksintiyle Sare'nin yüzüne döndü. 


"Bir şey yok." Dişlerinin oluşturduğu baskı ile sabırsızca bir nefes çekti içine. "Gecenin geri kalanıyla tek başına ilgilen." Verdiği emir ile beklemeden üst kata çıkan merdivenlere yöneldi.  


Bakışları, merdivenlerin dibinde kendisini bekleyen adamına döndü. Kaşlarını havalandırarak Davut'a, kendisini takip etmesine dair bir komut veriyordu. Davut beklemeden patronunun arkasından birer birer çıktı merdivenleri. İkinci katın başlangıcında bekleyen Pars Katipoğlu, koridorun girişinde durup bedenini yanına varan adamına çevirdi. 


"Aç kulaklarını ve beni iyi dinle." Uyarıcı ses, Pars Katipoğlu'ndan korkan adamın bütün algılarını açmasına neden oluyordu. Pars Katipoğlu, tekrar etmekten hoşlanmazdı. Ona bir soruyu ikinci kez soramazdı ve bu yüzden iyi dinlemesi gerektiğinin bilincindeydi. 


"Garsonların arasında bir kız var. Az önce, babamın öfkesine kurban olan kız. Onu bul." Gözleri, merdivenlere dönerken devam etti. "Alt kata in, mutfak katında olmalı. Elleri kesik bir kız... Bul. Siyah ve saten bir mendil tutuyor olacaktır." Dudağı hafifçe kıvrıldığında dikkatini toplayarak devam etti. "Onu al. Önce bir hastaneye götür, yaralarını bir doktor görsün ardından evine kadar bırak." 


Davut, gözlerini yerden Pars Katipoğlu'nun yüzüne çevirdiğinde kafa karışıklığı ile alnı kırıştı. Patronu, kendisinden daha önce de bir kız bulmasını istemişti ama bir kızın yaraları için endişelenmesi Davut için yeni bir deneyimdi. Pars'ın da dahil olduğu yeni bir alandı. 


Bu, merhamet demekti ve patronuyla ilgili bildiği en sağlam gerçek onun merhametsiz bir adam olmasıydı fakat şimdi bir kızı mı merak ediyordu? Yaralarını mı? Peki neden? 


Pars, kendini sorgularcasına izleyen Davut'un gözlerine kilitledi gözlerini. Sabırsız ve sert bir nefes çektiğinde belirgin burun kanatları hareketlendi. "Bana öyle bakmayı kes!" Kontrollü, öfkeyle dolu bu ses; Davut'un bakışlarını yeniden yere çevirmesine neden oldu. 


"Kızla ilgilen! Hakkında bilgi edin. Nerede yaşar? Kaç yaşında? Kaç kardeşi var? Ailesi nereli? Sevgilisi var mı? Sabahları kahve mi içer portakal suyu mu? En ufak ayrıntıya kadar öğreneceksin. Anlaşıldı mı?" 


"Nasıl isterseniz efendim..." Davut'un gözleri yerdeki döşemede tutunurken Pars, yeniden araladı dolgun dudaklarını ve kalın erkeksi ses yeniden konuştu. 


"Bir saat..." dedi sabırsız bir sesle. "Bana tüm bu bilgileri bulman için sadece bir saatin var. Altmış dakikanın sonunda, elimde bir dosya olacak." 


Davut onaylarcasına başını salladı. "O halde efendim... Müsaadenizle." Gözleri şimdi de yerdeki döşemeden patronuna dönüyordu. 


"Bir şey daha..." Pars'ın kaşları havalandı ve kendinden emir almayı bekleyen adamına çevirdi bakışlarını. "Seni kimin gönderdiğini soracak olursa isim verme. Benden bahsetme. Sadece ilgilen." 


"Nasıl isterseniz Pars Bey." Davut, aldığı baş işareti ile birlikte gitmek için beklediği izne kavuşuyordu. Geçen her dakikayı zarardan sayıyordu çünkü yalnızca altmış dakikası vardı ve o dosya istenen süre içerisinde elinde olmazsa başına gelecekleri az çok kestirebiliyordu. 



NASYA


Avucumun içindeki mendili, sağ bileğime yavaşça bağladım; sızlayan avuçlarımı ıslak çimlere bastırarak aldığım destekle kalktım yerden. Kalçamın ıslandığını hissettiğimde ağzımın içinde birkaç küfür mırıldanarak yönümü mutfaktaki telaşa çevirdim. 


Yeterince mola vermiştim artık servise başlamam gerekiyordu, bugünle ilgili Defne'ye yapılacak tek bir şikayetle bile uğraşacak gücüm yoktu. 


Yorgun gözlerimi çoktan kuruyan kanlı avuç içlerime çevirdim. Pıhtılaşan kanın üzerinde gezinen parmaklarımla, zihnimde dakikalar önceki sıcak nefes canlanıyordu.  


Avuç içlerime sıcak nefesini usulca üfleyen, yakışıklı, genç adam... Üst dişlerimin alt dudağıma uyguladığı baskıyla bende kendi kendime bıraktığım utangaç bir gülümsemeye neden oluyordu. Ses tonu bedenimi hareketlendirecek türden bir baskınlığa sahipti. Ensemdeki tüyleri diken diken eden bir otoriteyle konuştuğunda hiçbir şey diyememiştim.  


Kimdi bu genç adam bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa o da üzerimde saçma sapan bir etki bırakmıştı. 


Zihnimin içindeki düşünceleri dağıtarak parmaklarımı kuruyan yaralardan geri çektim. 


İncece sızlamaya devam edişlerine aldırmadan bahçenin mutfağa bağlanan kapısına doğru ilerledim. İçeriye attığım ilk adımla ellerinde tepsilerle ikramlıklar ve içki servisini yapan bir sürü kızın içinde buluyordum kendimi. 


Bakışlarım içeri girdiğim bahçe kapısının saydam camlarına döndüğünde bulanık bir siluet şeklindeki aksime baktım. Saçlarım terden alnıma yapışmış, yanaklarım kızarıktı, olabileceğim en berbat durumdaydım. 


Yüzüme kaldırdığım ellerimle alnıma düşen saçları kulaklarımdan arkaya verdim. Bitik bir nefes eşliğinde omuzlarımı şişirdim ve olabileceğim en iyi görüntüye kavuşmak istercesine gülümsedim. 


İçten içe biliyordum ki yukarıya çıktığımda onu yeniden görebilecek olma ihtimali beni bu görsel düzenlemeye ikna ediyordu. Saçlarımdaki dağınıklığı gidermek, yüzümdeki yorgun ifadeyi silmek isterdim. 


"Ne diyorum ben ya? Nasya kafayı mı yedin?" Yılgın bir nefesle omuzlarım yere çöktü. 


'Adam sadece iyilik yapmak istedi. Gördüğün ilk şefkatte, birine böyle şeyler hissedemezsin! Nerede senin realist yönün!' 


İç sesimle verdiğim çetin savaşın kazanını o gibiydi ama içimdeki bu telaşın nedeni gördüğüm merhamet değildi. Beni bu heyecana iten o gözlerdi. O bakışların sahibi, o nefesin... O bilge sözlerin bir parçası olduğu bedendi. 


"Ne diyorum ya ben" Ellerimi sertçe geçirdim saçlarımın arasından geriye. 


"Hanımefendi?" Sorgulayıcı donuk sesle beraber gözlerim camdaki siluete döndü. 


Orta yaşlı takım elbiseli bir adam tam arkamda durup gözleri sırtımda gezinirken bana seslenmişti. Bedenimi yavaşça ona döndüğümde şaşkınlığımı saklamaya çalışmıyordum bile. Bu birinin bana ilk hanım efendi deyişiydi her halde. Genelde böyle şeyler olmaz çünkü. 


"E-evet?" Sorgulayıcı gözlerim yüzünde gezinirken onun benim ellerime baktığını görebiliyordum. 


"Nasya Ersoy değil mi?" Çakır rengi gözleri yüzümde soğukça dolandı. 


"Evet." Tamam... İşler gerçekten tuhaf bir hal almaya başlıyordu. 


"Sizi evinize bırakmam söylendi efendim." Bir adım geri atarak bana geçmem için yolu açıyordu. 


"Ne?" Alnım kafa karışıklığı ile kırışıyordu. Kısa ve hızlı bir nefes çekti içine ve yeniden konuştu. 


"Benimle gelmeniz gerekiyor. Sizi evinize bırakmam söylendi." Hissiz bir ifadeyle bir bildirge okuyor gibiydi. 


"İyi de anlamıyorum neden? Yanlış bir şey mi yapt-" 


"Yaralandığınız için bu geceyi burada bitirmeniz istendi." Kelimeleri ağzıma tıkarcasına düz bir çizgide konuştu. "İş vereninizle konuşuldu. Şimdi izin verin, sizi evinize kadar götüreyim." Elleri ile az önce içeri girdiğim bahçe kapısını gösterdi. 


"Benim en az 2 saat daha çalışmam gerek. Anlamıyorum, elimde birkaç kesik var diye eve falan gidecek değil-" 


"Sare Hanımın isteği bu yönde Nasya Hanım. Dilerseniz Defne Hanım'ı arayarak teyit edebilirsiniz." Meydan okurcasına havalandı kaşları. 


Dişlerimi birbirine geçirdim. Lafı sürekli ağzıma tıkmasına olan öfkemle eteğimin iç cebindeki telefonu hızla çıkarıp Defne'nin adına tıkladım ve kulağıma yasladım. Gözlerim beni kayıtsızca izleyen çakırlarda gezinirken sabırsızca alt dudağımı yemeye başlamıştım. 


"Efendim canısı?" Nihayet Defne'nin sesi telefonda duyulduğunda hızla arkamı bu suratsız adama dönerek sabırsız bir fısıltıyla kendimi ifade etmeye başladım. 


"S-sadece bir kazaydı, bilerek yapmadım. Yerdeki camları temizlemem gerekiyordu ben de takıldım." 


"Ne?" 


"Ne' Ne?' Defne? Eve falan gidemem bu işe ihtiyacım var, biliyorsun. Lütfen canım arkadaşım..." Fısıltılı sesim öfkeli dişlerimin arasından bir ıslık sertliğinde çıkıveriyordu. 


"Sakin ol, paranı alacaksın. Ödemeyi tam yapıyorlar ama sanırım kokteyl sahibi seni daha fazla orada tutmak istemiyormuş. Kafana takma, burjuvaları ne zaman anlayabildik ki?" Kıkırtı ile konuştuğunda yorgun bir nefesle boynumu geriye verdim. Gözlerim tavandaki gömme spotlarda dolanırken mırıldandım. 


"O yaşlı pislik yüzünden... Üstelik önüne bakmayan da kendisiydi ama var ya... Her neyse... Bugün doğum günüm ve erken paydosa 'Hayır' diyemem. Öptüm seni yarın araşırız." 


Telefonu kapatarak eteğimin iç cebine sokuşturdum. Yüzümü arkamda beni bekleyen adama döndüğümde gözlerimi devirerek konuştum. 


"Peki madem, gidelim." Önümden ilerleyerek bahçeye açılan sürgülü cam kapılardan geçti. 


Ben de hızlı adımlarla mutfak masasının sol çaprazında duran gömme vestiyeri aralayıp kol çantamı ve kabanımı aldım.  


"Buradan..." Eli ile çıkış yönünü göstererek bir adım geri çekildi. 


Geceyi burada bitiriyor olmanın rahatlamasıyla ve zihnimin hatırlattığı kara gözlerden uzaklaşıyor olmanın huzursuzluğu ile karışık düşüncelere gömülmüşken takıldım önümdeki adamın peşine. 


Bahçe boyu ilerlerken attığım her adım kulaklarımdaki klasik müzik zırvasını uzaklaştırıyordu. Hiçbir anlam ifade etmeyen boş keman sesleri ama ne aptallık... Hiçbir şey Sezen Aksu parçalarının yerini alamaz.  


Yüzümde kendiliğinden oluşan gülümseme, düşüncelerime verdiğim somut bir tepkiydi. 


Çimler ve çakıllarla kaplı arka bölüme doğru ilerlediğimizde sırasıyla dizili lüks araçların olduğu bir garaj bizi karşılıyordu. Ayaklarımın altında ezilerek dengeli bir ritim yakalayan çakıl sesleri, önümden ilerleyip siyah Range Rover'ın yanında duran adamla aniden kesiliyordu. Yavaşladım. Adımlarım garaj yolunun ortasında durduğunda ben de farları yanan siyah gölgede gezdirdim gözlerimi. 


"Bununla mı gideceğiz?" Bunlardan birine ilk binişim olacaktı her halde... Genelde dizilerde ya da bu tür kokteyllerin garaj kapılarından geçerken gördüğüm bir arabaydı. 


"Böyle buyurun." Açılan arka kapının bir adım gerisine çekilerek bana ona doğru ilerlemem için komut veriyordu yine. 


"Vay be... Pekâlâ." Suratımdaki şaşkın gülümseme ile bana açılan arka kapıya doğru ilerledim ve beklemeden yüksek aracın geniş arka koltuğuna oturdum. Üzerime kapanan sert kapı ile araç yerinden sarsılmamıştı bile.  


Beyaz deri koltuklar benim emektar çekyatımdan çok daha rahattı ve tavandaki loş mavi ışık ortamı daha da ferah gösteriyordu. İçerideki vanilya kokusu beni sanki evimde hissettirecek türden bir rahatlamaya iterken takım elbiseli ruhsuz herif şoför koltuğuna çoktan kendini bırakmıştı. 


Araç hareket ettiğinde gözlerim camın ilerisine dönüyordu. Duyduğum motor sesiyle çalışmaya başlamıştı ancak bu koca araç o kadar hafif hareket ediyordu ki rahat koltukların da yardımı ile beni uykunun kollarına itmeye çabalıyor gibiydi. Ağırlaşan göz kapaklarım göz bebeklerimi perdelerken genzime dolan vanilya özüyle kendimi uykunun serin sularına teslim ediyordum... 


*** 


"Patronun yanına çıkacaksın, dosyayı kendisine teslim edeceksin Selim. Başka biri değil, bizzat kendisine... Başımı belaya sokma benim." Arabanın içindeki baskın fısıltı ile bilincim ansızın kendine geliyordu. 


Başımın cama doğru düştüğünü ve öylece uyuyakalmış olmamı tutulan boynumdan anlayabilmiştim. Kırpıştırdığım gözlerimin attığı bakışlar, önünde durduğumuz hastanenin ana giriş kapısına döndü. 


"Ne oluyor?" Oturduğum yerde dikleşirken gözlerimi, dikiz aynasından gördüğüm şoför koltuğundaki adamın yüzüne çevirdim. Elindeki telefonu ceketinin iç cebine sokuştururken kafasını omuzunun üzerinden bana çevirdi. 


"Elleriniz için pansuman yaptıracağız." Emniyet kemerini açarak indi araçtan aşağıya. Şaşkınlıkla arabayı dolanıp benim kapımı açmasını bekledim. Açılan kapı ile bakışları avuçlarıma döndü. 


"İnin lütfen." Geriye doğru bir adım attı. Şaşkın bakışlarım, uyku mahmurluğu ile hastanenin ışıl ışıl yanan tabelasına döndü. 


Özel Amerikan Hastanesi 


Girişindeki dönmeli kapılar ve peyzaj planlamasına bakarak bile ne kadar pahalı bir kaşesi olduğunu anlamak mümkündü. Değil burada tedavi olmak, kat çalışanı olarak bile işe girebileceğimi sanmazdım. 


"Eve gidelim, ben gayet iyiyim." Uzanıp kapı kulpunu tuttuğumda sıkıca kavradığı kapı bana doğru hafifçe geldi ama sertçe kendi tarafına yeniden çekti kapıyı. 


"Efendim lütfen." dedi sabırsız bir sesle. 


"İstemiyorum dedim, eve götüreceğini söylemiştin. Öyleyse bana söylediğin şeyi yap." Öfkeli çıkan sesimle elini sıkıca tutuğu kapıdan geri çekti. 


"Başımı belaya sokacaksınız, altı üstü bir pansuman..." Şimdi sesi yalvarırcasına çıkıyordu. 


"Bak, çok teşekkür ederim ama... Lütfen! Çok yorgunum ve eve gitmek istiyorum." Kapıyı sıkıca tuttuğum kulptan tutarak sertçe kapattım üzerime.  


Bir süre kapının önünde ifadesizce durup ardından öfkeli birkaç homurtu ile şoför koltuğuna geçti. Çalışan araç motoru ile nefeslenerek konuştum. 


"Adresim Balat, renkli evl-" 


"Nerede yaşadığınızı biliyorum." dedi memnuniyetsiz bir nefesle. 


"Ne ilginç, oysa söylemediğime eminim ama her neyse." 


"Defne Hanım'dan öğrenildi." Kestirip atarcasına söylemişti bunu. Bana tahammül edemiyor gibiydi. Sanki kurduğu her diyalog onda eziyete sebep oluyormuşçasına bir sabırsızlık vardı üzerinde. 


Mendebur herif... 


♟ 


Çalışma masasının üzerindeki dosya, masa lambasının yaydığı ışıkla Pars Katipoğlu'na Nasya Ersoy hakkındaki her bilgiyi ustalıkla sunuyordu. 


Lanet gecenin ortasına bir yıldırım gibi düşen bu kadın, gecenin başından beri Pars'ın zihnini kendiyle meşgul ediyordu. Genç adamda böyle bir hissi uyandıran ilk kadındı. Pars'a göre ise kendindeki bu değişimin sebebi hissettiği yoğun arzuydu. 


Acı çekerken bile güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen o kadına sahip olmak istiyordu. Bedenine sahip olmak ve üzerinde manyakça şeyler yapmak... 


Gece gibi gözlerine bakarken kendini bu kadına katmak arzusuyla yanıp tutuşuyordu. 


-"O zaman içimdeki bu açlığı dindirebilir ve böylece zihnimin kontrolünü yeniden ellerime alabilirim. Sana dokunduğumda hayal dünyamı süsleyen siluetinde silinip gider. Üstelik eminim ki içimdeki bu rahatsız edici his de öylece kayboluverir. Evet. Kesinlikle böyle olur." - 


İnkarın kıyılarında fütursuzca dolanıyor, göğüs kafesindeki yabancı hissi; arzulanana ulaşamamanın verdiği rahatsızlık olarak yorumluyordu. Her şey hakkında bir bilgiye sahip olan bu genç adam için aşk, ancak rahatsız edici bir his olarak adlandırılırdı.  


Yorgun kara gözler bir kez daha gezindi önündeki satırlarda. Bir de kadının fotoğrafının her bir detayında... Büyük bir ilgi ile... 


-NASYA ERSOY 


Ailesi: Kırk günlük bir bebekken İzmit Yetimhanesine bırakılmış olup hiçbir koruyucu aile tarafından evlat edinilmemiştir. 


Arkadaşlar: Defne Giray (Yakın arkadaş / İş veren) 


İlişki Durumu: Erkek arkadaşı yok, arkadaşının (Defne) çalkantılı aşk hayatına rağmen Nasya Ersoy yalnızlıktan hoşlanıyor. Herhangi bir partner arayışında değil. 


Adresi: Balat/ Fatih' te bir gecekondu mahallesinde yaşıyor. 


Borç durumu: Öğrenci kredisini ödüyor. Dört aylık kira borcu var. Doğalgazı ödenemeyen fatura borçları yüzünden kapanmıştır. Üç aydır borcu ödenemeyen hacizli kredi kartı vardır. 


İş Durumu: Aynı zamanda patronu olan yetimhaneden arkadaşı Defne için garsonluk işlerine gidiyor ve geçimini bu şekilde sağlıyor. 


Genetik hastalık kaydı bilinmiyor. 


Alerjileri: Lavanta çiçeği, lavanta yağı, lavanta kokusu 


Sabıka Kaydı: Temiz 


Bağımlılık / Alışkanlık: Bulunmuyor.


Pazar Günlerini kendine ayırır. 


Pars Katipoğlu; dakikalardır Nasya hakkında neredeyse ezberlediği onca bilgi ile şimdi bu genç kadını, en az arkadaşı Defne Giray kadar iyi tanıdığını düşünüyordu. 


Nasya ise Pars hakkında hiçbir bilgiye hâkim değildi. Bu "Av-Avcı" oyunu, Pars Katipoğlu'na inanılmaz bir haz veriyordu. 


Dosyanın kapağını yavaşça fotoğrafın üzerine kapattığında sırtını soğuk deri sandalyede geri verdi. Uzun ve sık kirpikler, karalarını perdelediğinde oluşan karanlık giderek bir siluete bürünüyordu. 


Dolgun pembe dudaklar, küçük burun, özenle yüze yerleştirilmiş kocaman çekik gözler, gözlerinin birkaç santim altında minik bir ben kusursuzca duruyordu. 


Simsiyah gözler, Pars Katipoğlu'nun zihnini talan ederken göğüs kafesinde hissettiği anlamsız daraltı ile iri parmaklarını beyaz gömleğinin yakasına doğru kaldırdı. 


Yaka düğmesini koparırcasına çekip çıkarttı iliğinden. Boynunu bir ilmek gibi sıkan kravatını tek hamlede gevşettiğinde gözlerinin önünde hissettiği kadına doğru fısıldadı. 


Hayvansı bir hırıltı ile neredeyse canını yakan bu hisle tısladı. "Seni istiyorum ve alacağım." Gıcırtılı dişlerinin arasından öfkeli bir şehvetle yayıldı sesi, zihnindeki bu kadının dudaklarına doğru. 


Odanın kapısı sessizce tıklatıldığında kara gözler yeniden aralandı, sık kirpiklerin arasından çalışma odasının içine. Burundan alınan huysuz bir nefes eşliğinde Pars'ın kalın sesi, odanın kapısında duyuldu. 


"İçeri gir!" Azarlarcasına çıkan sesleniş oymalı kahverengi kapının açılmasına izin veriyordu. 


Sare Katipoğlu, elindeki kristal viski bardağı ile içeri girdi. İnce topuklularının üzerinde attığı lütufkar adımlar, elinde tuttuğu bardağın içerisindeki buzları tıngırdatırken; gözlerini önündeki yakışıklı adama doğru çevirerek yaklaştı. 


Ceviz ağacından yapılan özel masa, çizilmelere karşı koruma amacıyla sol tarafında her zaman bir bardak altlığına yer verirdi. 


Sare Katipoğlu; kırmızı ojelerinin kusursuzca sürüldüğü ince uzun parmaklar arasındaki kristal bardağı, deri bardak altlığının üzerine bıraktı ve masaya usulca yasladı bakımlı ellerini. Bedenini kocasına doğru çevirirken bastıramadığı bir iç çekiş kaçıyordu bordo renkli ince dudaklarının arasından. 


Pars'tan zar zor ayırdığı gözleri bir süre viski bardağında gezindi. "Serinlemen için..." 


Pars'ın sesindeki tahammülsüzlük, Sare'nin kalbini kırarcasına dolandı Sare'nin kulaklarında. "Bir içki isteseydim Sare, bir sürü hizmetçi var evde. Birinden isterdim." 


Sare; sessiz bir nefes eşliğinde, duyduğu umursamazlık dolu tınıyı görmezden geldi ve yeşil gözlerini iştahını kabartan genç adama çevirdi. 


Pars'ın kara gözleri; Sare'nin yüzünden önünde duran dosyada dolandığında Sare Katipoğlu, gözlerini Pars'ın dağılan gömleğinin yakasına doğru uzattı. "Düzeltmeme izin ver-" 


Kendine doğru uzanan elleri sertçe bileklerinden kavrayarak yüzünün hemen yakınında durduran Pars Katipoğlu, kızıl kahveye dönen öfkeli gözleri ile dişlerinin arasından hırladı. "Ne yapıyorsun sen!" Bir aptalı azarlarcasına çıkan sesle ve Sare'nin bileklerini tutan iri parmaklarıyla yüzünü sertçe geri çekti karısından. 


"Düzeltmek istemiştim." Titreyen ses, Pars'tan bıkkın bir göz devirme alırken bastırdığı öfkeyle hırladı. 


"Bana dokunamayacağını bilmiyor musun?! Bir aptala anlatsam anlardı!" Zehirli dil, Sare'nin gözpınarlarının dolmasına neden oluyordu. 


"Pars..." Titreyen sesi, kalp kırılmasının yanı sıra kocasına duyduğu özlemin getirisiyken gözlerinin önü bulanıklaşıyordu.  


Pars'ın ona dokunması, bir kez gözlerine sevgiyle bakması, saçlarını bir kez okşaması için her şeyi yapardı ama dokunmak şöyle dursun, Pars Sare'ye saygı bile duymuyordu. Bunun için onu suçlayamazdı çünkü Pars daha en başında bu evliliği babasının isteği ile yaptığını açıkça söylemişti. Sare 'den hiç saklamamıştı kendini.  


Bir keresinde, ona "Benimle normal bir hayatın olmayacak Sare. Çünkü ben normal bir adam değilim." demişti. Sare, Pars'ın asla bilmediği karanlık tarafıyla senelerdir yaşayıp gidiyordu. Sorgulayamaz, hesap soramaz ve isyan edemezdi. Bu konuda da açıkça bir uyarı almıştı genç adamdan. "İşime karışılmasını sevmem. Hesap verecek bir adam da değilim." demişti Pars. 


Sare, her şeyi kabul edip kalmıştı yanında. Yazılı olmayan kurallarla dolu bu evlilikte; ihanet vardı, yalan vardı, kısmen şiddet bile var denebilirdi. Bütün şiddetler fiziksel değildir, psikolojik şiddet en kötüsüdür. 


Bu evlilikte sevgi ya da aşk dışında her şey vardı ama Sare, sahip olduğu şeylere öylesine bağlanmıştı ki vazgeçmeyi düşünmüyordu bile. Gururunu ezdiriyor ve kendini bu muameleden kurtarmak bile istemiyordu. Çünkü ülke çapında nam salmış bir soyadı, sınırsız kredi kartları, sayısını bile bilmediği mücevherler ve Pars Katipoğlu... 


Sosyetedeki bütün kadınların gözdesiydi Pars Katipoğlu. Etraflarındaki bütün kadınların Pars'ın dikkatini çekmek için kırk takla attığını biliyordu. Arkasında dolanan fısıltıları da öyle...  


Pars'ın değil soyadı, sadece yatağına girip bir gece geçirmek için her şeyi yapabilecek bir sürü kadın olduğunu biliyordu. Üstelik birkaçı başarılı da olmuştu. Pars'ın yatağına girmeyi başaran kadınlardan Sare ilk günden beri haberdardı ama umursamadı. Günün sonunda bu adam ve onunla gelen bütün ayrıcalıklar ona aitti. 


"Çalışmam gerek. Önemli bir şey yoksa?" Sıkıca tuttuğu bilekleri geriye doğru ittirdiğinde Sare'nin genzi sızladı. Pars tarafından reddedilmeye alışıktı ama yine de her seferinde kalbi bin parçaya bölünüyordu. 


"Seni özledim." dedi ve titreyen çenesiyle devam etti. " Kaç ay oldu Pars, seni özledim." Kendini geri çektiğinde yanağında yakaladığı firari gözyaşını eliyle sildi. Çünkü Pars, ağlamasından nefret ederdi. Gözyaşları, Pars Katipoğlu'nu sadece sinirlendirirdi. 


"Sare... Çık!" Boğuk ses tahammülsüzce döküldü dudaklarından.  


"Kaç haftadır eve uğramıyorsun! Toplantılar, yurtdışı seyahatleri, bu partiler olmasa yüzünü bile göremeyeceğim Pars." 


"Yani?" dedi hissiz ses kendini sandalyede geri verirken. 


"Ne yani? Sen benim kocamsın." Bu kez engel olmuyordu yaşlara. Peşi sıra aktı yanaklarından... 


"Of! Yapma şunu! Ağlama karşımda!" Sertçe geriye itilen sandalye duvara çarparak durduğunda Pars, çoktan çıkmıştı çalışma odasından. 


Adımları birbiriyle kavga ederken yatak odasına giden koridor boyunca ilerledi. Alt kattan gelen müzik sesi ve insanların attığı kahkahalar onu daha da gererken yatak odasının kapısında durdu. Omuzlarını gevşetmek için geri verdiğinde uzun boynunu da geriye büküp kuvvetli bir nefes verdi dışarıya. 


"Pars." Duyduğu sesle yönünü koridora döndüğünde kendine doğru gelen babasını görüyordu. 


"Bir sorun mu var?" Dedi alnı karışırken.  


Adil Katipoğlu yaşına göre oldukça dinç bir görüntüye sahipti. Elinde olan gücün farkında olan bir adamdı ve attığı her adımı bunu bilerek atardı. 


"Erken ayrıldın, bilmem gereken bir şey var mı?" Son adımına oğlunun yanında bitirdi. 


"Yoğun bir gündü hatta yoğun bir hafta." 


"Anlıyorum." Adil Bey elini Pars'ın omuzuna doğru kaldırdı ve uyarıcı bir surat ifadesi ile sıktı omzunu. "Canımızı sıkacak bir şey olmasın, yeter." Diye de ekledi tehditkâr bir sesle.  


"İzninle baba..." Pars, omzunu gördüğü eziyetten kurtardı ve bir adım geri attı. 


"Melikşah'a mesajımı iletin mi? Onu sormak için geldim."  


 "Oğlunun cesedini fabrikasının kapısına bıraktım yani muhtemelen mesajın ulaşmıştır. Başka bir şey yoksa?" Bir an önce babasından kurtulup kendiyle baş başa kalmak istiyordu. Sanılanın aksine aralarında sevgiye dayalı kuvvetli bir bağ yoktu. Aksine Pars Katipoğlu babasından ölesiye nefret ederdi. 


"Dikkatli ol. Karşı atağa geçecektir. Unutma sen onun etinden bir parça kopardın. Yaşlı kurt bunu asla unutmaz."  


"Karşıma benden daha delisi çıksın diye ne kadar uğraştığımı bilemezsin baba. Ama henüz öyle birini tanımadım." Yüzündeki kibirli sırıtış babasından gururlu bir homurtu aldı. "Bu ülkede uçan kuş bile bilir. Pars Katipoğlu, ihanet edilecek son adam bile değildir. Bende ihanetin affı da telafisi de olmaz." 


Adil bey bir adım geri çekildi ve ellerini kumaş pantolonun ceplerine sokuşturdu. " İşte benim oğlum." Neredeyse gözlerini dolduracak bir böbürlenme ile arkasına dönerek merdivenlere doğru ilerledi. 


Pars'ın yüzündeki sahte tebessüm maskesi ansızın düştü. Gözleri koridorda uzaklaşan babasında takılı kalıyordu. Zihninde canlanan anı, an be an görüşünü çocukluk anılarına bırakırcasına kontrolü ele alıyordu. 


------------------- 


Sekiz yaşında bir çocuğun tiz hıçkırıkları, boş depoda yankılanıyordu. Kara gözleri sırılsıklam kirpikleri ile sıkıca örtünmüş, cılız bedeni korku içinde titriyordu. Avuç içlerini yüzüne sıkıca bastırıyor ve olan biten her şeyin bir rüya olması için dua ediyordu. 


Küçük kulaklarını dolduran yardım çığlıkları ve güçsüz bir bedene durmaksızın indirilen darbe sesleri neredeyse bir saattir devam ediyordu. 


Küçük çocuğun dalgalı siyah saçları büyük bir el tarafından kavrandı. Yüzünü perdeleyen elleri sertçe çekildi önünden. Boynu, çekilen saçlarının etkisiyle geri bükülürken karagözler kendine öngörülemez bir öfkeyle bakan babasının kahveleri ile buluştu. 


"Aç lan gözlerini!" Adil Katipoğlu'nun gök gürültüsünü andıran acımasız bağırtısı boş depoda dolandığında, Pars'ın saçlarından tutarak yüzünü yerde kanlar içinde kalan adama çevirdi.  


"Bak ona! Kaçırma gözlerini! Sakın ağlama! Zayıf yanlarını yok et Pars! Edemiyorsan da saklayacaksın!" Küçük çocuk yerde son nefeslerini veren adamın çırpınışlarını sessiz hıçkırıklarla izledi. 


Hırıltılı nefesleri kulaklarına yerleşirken babası Pars'a doğru eğilip bir şeytan gibi fısıldadı oğlunun kulağına. "Sen, benim oğlumsun! Bir korkağın değil! Beni anlıyor musun?!" Akan burnunu çekerken korkuyla salladı başını. Gözleri yerdeki adamda kilitlenirken deli gibi çarpıyordu kalbi. 


Daha sekiz yaşındaydı, Pars'a göre bu tür şeyler sadece masallarda olurdu. Öyle olmalıydı... Kötü cadı çocukları fırına atar, korsanlar gemileri yağmalar, düşmanlar köyleri talan edip insanları öldürür... Ama masallarda... Sadece masallarda... Fakat gözünün önündeki bu vahşet gerçekti. Babası bu adama kim bilir kaç saattir işkence ediyordu. Onu okul çıkışı şoförü ile buraya getirtmiş ve merhametsiz kollarına almıştı. 


 Adil bey ise bir saattir oğluna bu işkenceyi izletiyor, onun olabileceği en güçlü adam olmasını istiyordu. Pars bir projeydi ve onu daha küçük yaşta işlemeliydi. 


"İyi bak oğlum!" dedi Adil Bey kanlı elleriyle yerdeki adamı gösterirken. "Bana yanlış yaptı! Ben de hak ettiği muameleyi gösterdim! Hataları affedersen zayıflıkların olurlar. Senin böyle bir toleransın yok Pars! Seni bekleyen gelecekte, hataya yer yok! Merhamet etmeyeceksin! Acımayacaksın! Eğer merhamet edersen, bir gün kendini o adamın yerinde bulursun!" Duyduğu sözler Pars'ın ağlamasını durdurdu ve Adil Katipoğlu bir kez daha fısıldadı oğlunun kulağına. "Eğer ezmezsen ezilen sen olursun!" Söylenen her şey küçük Pars'ın kafasını yer ediyordu. İşittiği her söz onda temel kişilik özelliklerini oluşturuyordu... 


-------------------- 


Sare Katipoğlu, odadan çıkan eşinin ardından yaşadığı aşağılama duygusuyla baş başa kaldığında kendini oyma ceviz masanın önünde duran deri koltuğa bıraktı. Bakışları masanın diğer tarafındaki Pars'ın koltuğuna döndüğünde genzinin sızısına engel olamayarak akan gözyaşlarına izin veriyordu. Akı kırmızıya dönen yeşil gözleri, büyük ceviz masada dolandığında ortada öylece duran dosyada takılı kalıyordu. İçinde durmaksızın alevlenen merakına eşlik ederek uzanıp aldı masadaki siyah dosyayı. 


Dizlerinin üzerine koyarak tedirginlikle başını aralıklı bırakılan kapıya çevirdiğinde Adil Katipoğlu'nun kulağına gelen çatallı sesiyle Pars ile konuştuğunu duyabiliyordu. Yüzünü aceleyle kucağındaki dosyayı çevirdiğinde kapağı titreyen elleriyle açtı. 


İlk sayfada genç bir kızın fotoğrafı zımbayla tutturulmuş ve altında büyük harflerle NASYA ERSOY yazıyordu. 


Sare'nin kısılan gözleri, bu kızın iri gözlerinde sabitlendiğinde siması tanıdık gelen bu kızı bu geceki partide gördüğünü hatırlayamamıştı. Bir sonraki sayfada kızla ilgili bilgiler özenle hazırlanmış; bitirdiği okuldan, kronik hastalıklarına kadar her türlü bilgiyle doluydu. 


Göz pınarları bulanıklaşırken alt dudağını stresle dişledi. Onun yüzüne bile bakmayan Pars, bu kız hakkındaki gereksiz bilgilere bile ulaşmak istemişti. Bir insanın kalbi daha ne kadar kırılabilirse o kadar kırgındı Sare.  


Belki daha genç olsaydı, o zaman Pars'ın ilgisini çekebilirdi. Ya da esmer, belki gözleri daha büyük... Kendi kendine bulduğu bahanelerin ne denli saçma olduğunun farkındaydı ama o bir kadındı... Beğenilmek, sevilmek, ilgi görmek onun da hakkıydı. Üstelik Pars onun kocasıydı. 


En başında bu evliliğe gözü kapalı girerken sadece parayı umursuyordu ama zamanla asla elde edemediği kocası da umurunda olan şeyler arasında yerini almıştı ve Pars, Sare için fiyatını verip aldığı milyon dolarlık çantalara benzemiyordu. Bu genç adamı asla alamayacaktı. Sare'nin gerçeği buydu ve bu gerçek içine öylesine işlemişti ki artık... Bu kadınlar onun gerçeği oluyordu. Onlar Pars'ın ilgisini, yatağını, bedenini alıyorlardı. Sare ise soyadını ve parasını...  


"NE YAPIYORSUN SEN!" Pars Katipoğlu'nun kalın sesi Sare'nin kulaklarını zorlarcasına dolandı odanın içinde. Olduğu yerde korkuyla suçlayan kadın, elindeki dosyayı telaşla kapatarak hızla kalktı ayağa. 


"SEN BENİM EŞYALARIMI KARIŞTIRACAK BU CESARETİ... NASIL BULUYORSUN LAN KENDİNDE?!" Attığı büyük adımlarla Sare 'ye doğru gelip elindeki dosyayı öfkeyle çekti parmaklarının arasından. 


" B-ben özür dilerim." Bir adım geri atan Sare, dizlerinin koltuğa dayanmasıyla kalktığı yere geri düşüyordu. 


Pars, öfkeyle kendini Sare'nin üzerine verdi ve kafasının arkasından sertçe kavradı saçlarını. Çenesini alnına bastırdığında Sare'nin çektiği acıyla bir saniye bile ilgilenmiyordu. Çekilen acıyı aldırış etmeden sürdürdü eziyetini. Sare Katipoğlu, burnunun ucuna değen sıcak boyundaki bergamot kokusunu ciğerlerine çekerken kulaklarında Pars Katipoğlu'nun hırıltılı öfkesi dolandı. 


"Seni bir kez uyardım Sare! Eşyalarım konusunda! Hayatıma burnunu sokmaman konusunda! Seni daha önce uyardım!" Sare'nin çekilen saç telleri yavaşça kıvranmasına neden olurken Pars Katipoğlu'nun gece gibi kara gözleri kızıl kahveye dönüyordu. 


Genzini dolduran yoğun parfüm kokusu ve boynundan yayılan ten sıcaklığı ile dikkati dağılan Sare kekeleyerek kendini ifade etmeye çalıştı." B-ben sadece..." Çırpınışları sessiz ve itaatkardı. Pars'ı kışkırtmadan yapıyordu açıklama girişimini. Çünkü onu kışkırtırsa neler olacağını az çok biliyordu. 


"Bir daha sakın...!" Saçlarını saran parmaklar sertçe çekildi kafasından ve bergamot kokusunu içine çektiği sıcak boyun öylece uzaklaştı burun ucundan. 


Pars odayı terk ederken Sare koltukta dikeldi ve dağılan saçlarını elleriyle düzeltti. Bu gibi anlar sıklıkla yaşanmazdı ama ne zaman Pars'ın otoritesi sorgulanır veya sarsılmaya kalkışılırsa kaçınılmaz olan gerçekleşirdi. 


Pars'ın hiç görmediği o karanlık yönü ve uyguladığı bu kontrollü eziyet Sare' ye inanılmaz bir haz veriyordu. Onunla beraber olduğu o nadir gecelerde uyguladığı "Patronluk" Sare'nin bu adama olan ilgisini canlı tutuyordu. 


Pars bütün kontrolü eline alır ve bir kadına yaşayabileceği en sarsıcı geceyi yaşatırdı. Onun yatağına giren her kadın hayatı boyunca bu hisle yanıp tutuşuyordu. 


Sare oturduğu koltuktan kalkarak çıktı çalışma odasından. Koridor boyunca ilerleyerek yatak odasına doğru yaklaştı. Böyle bir anın ardından Pars'ın öylece uyumasına izin veremezdi. Bir hata yaptığını düşünüyordu ve pişmanlığını dile getirmek için yatak odasının kapısında durdu, kapıyı yavaşça tıklattı. Birkaç saniye içeriden bir cevap gelmesini bekledi ama çıt dahi çıkmıyordu. Yavaşça çevirdiği kapı kulpu ile açtığı aralıktan içeriye doğru uzattı başını. 


"Hayatım..." Titrek sesi boş odada dolandığını da içeride kimseyi göremiyordu. "Allah kahretsin!" Kapıyı sertçe açıp girdi içeriye. Pars gitmişti. Burada olmadığı boş odadan belliydi. Yaptığı aptallıkla onu evden uzaklaştırdığı için kızıyordu kendine... 


*x* 


Pars, boynundaki kravatı çekiştirerek çıkarttığında yan koltuğundaki dosyanın üzerine bıraktı. Ayağı gaza yüklendiğinde arkasındaki koruma arabalarını kendinin oldukça gerisinde bırakıyordu. İki araç dolusu koruma onu gölgesi gibi takip ederken boş asfaltta altındaki Lamborghini'yi bağırtarak kaydırıyordu. 


Uzun parmaklar arabanın radyo paneline dokunduğunda en son kapattığı şarkıyı başa sararak karanlık asfaltta ilerledi. Arabanın içi müzikle dolduğunda Pars Katipoğlu yönünü gireceği son kavşaktan çevirdi ve ana yolda durmadan devam etti. 


Evden çıkış nedeni, şehirdeki rezidanslarından birine gitmekken yönünü şehrin dışındaki dağ evine çevirdiğinde orman yoluna doğru kırdı direksiyonu. 


Dikiz aynasına çevirdiği gözleriyle, nihayet arkasından yetişen koruma arabaları toprak yolu farlarıyla aydınlattığını görmüştü. Sık ağaçlarla restore edilen toprak yol, ilerideki büyük dağ evine doğru uzanıyordu. 


Pars yerdeki sonbahar yapraklarını uçuştururken hızla geçti toprak yoldan. 


Siyah Lamborghini, dağ evinin girişinde durduğunda iri elleri bir süre sıktı direksiyonu. İçindeki bu can sıkıcı hisle uzanıp kravatının altında kalan dosyayı aldı yan koltuğundan. Koruma araçları sonunda bahçede sıralandığında, elindeki dosyayla indi araçtan aşağıya.  


Koruma aracından inen Davut, ona doğru gelirken yüzündeki tedirgin ifade Pars'ın bekleyip dikkatini ona vermesine neden oluyordu. 


"Ne oldu?" dedi kısılan gözleriyle Davut'u süzerken. 


"Nasya Hanım'ı evine bıraktım Pars Bey." Bakışları yere indiğinde söyleyecek başka şeylerinin de olduğunu bilecek kadar iyi tanıyordu Pars adamını. 


"Uzatacak mısın yoksa ısrar etmemi bekliyorsun?!" Sabırsız bir hırıltı ile konuştuğunda Davut güçlükle yutkundu.  


"Hastaneye götüremedim efendim." Konuşurken kısılan sesi ile gerginlikle gözlerini Pars'a çevirdi. 


"Sebep!" Gerilen çene kası ile Pars Katipoğlu Davut'a doğru bir adım attı. Zaten gergin olan sinirleri ile daha da yükseliyordu. 


"İstemedi efendim. Israr ettim ama eve gitmek istediğini söyledi. Başka çarem yoktu." 


"Demek istemedi." Pars'ın sesi Nasya'yı düşünmesi ile yumuşarken dağılan dikkatini toparladı. "Kanaması var mıydı?" Sesindeki merakı ustaca gizleyerek o kadın hakkında endişelendiğini kendinden bile saklıyordu. 


"Durmuştu Pars Bey, mendili bileğine bağlamıştı. Ellerinde herhangi bir kanama göremedim." 


"Güzel." Derin bir nefes eşliğinde sırtını Davut'a dönerek dağ evine doğru ilerledi. 


Zihninde canlanan görsel ile yüzünde hafif bir tebessüm oluşuyordu. İnce bileğe dolanan siyah saten mendili düşledi. 'Nabzının üzerine yumuşak öpücükler bırakıyor olmalı.' diye geçirdi içinden. 


"Davut!" Açık olan dağ evinin kapısında durup omuzunun üzerinden sağ koluna çevirdi başını. 


"Buyurun Pars Bey." 


"Yarın için burada küçük bir parti istiyorum." 


"Nasıl isterseniz Pars Bey, kimleri davet edelim?" 


"Sadece ben. Garson olarak kimi istediğimi bence biliyorsun." Bir cevap almayı beklemeden içeriye ilerledi ve kapıyı arkasından kapattı.  


Elindeki dosyanın ilk sayfasını açtığında karşısındaki genç kadın, istemsiz bir iç çekişe neden oluyordu. İri parmakları Nasya'nın siyah saçlarında dolandı. "Daha fazla uzatmanın bir anlamı yok."  


Ceketinin cebindeki telefonu çıkararak kişisel avukatlarından birine tıkladı ve gecenin üçü olmasına aldırış etmeden aradı.  


"P-pars Bey?" Bu saatte direkt Pars Katipoğlu'ndan bir telefon almak, aranan her insanı gereceği gibi bu avukatı da tedirgin etmişti. Sesindeki titremenin nedeni buydu. 


"Gizlik sözleşmesi... Nasya Ersoy adına. Davut'a ulaş, ayrıntıları öğren, sabah elimde olacak!" Hiçbir cevap beklemeden kapattı telefonu. 


Koltuğun üzerine fırlattığı telefon ile elinde açık olan dosyaya çevirdi bakışlarını. Göğüs kafesindeki bu garip his onu bu kıza baktığı her an biraz daha sıkıştırıyordu. Dosyayı üzerine kapattı ve onu da koltuğun üzerine bırakarak içki barına doğru ilerledi. 


İçki rafının sağında kalan plakçalara çevirdiği dikkatiyle kapalı olan kapağı yavaşça açtı. Hali hazırda takılı olan Müzeyyen Senar'ın "Kimseye Etmem Şikâyet" plağına; havada hazırda bekleyen iğneyi tutup plağa getirerek yavaşça başlattı. 


Evin içi Müzeyyen Senar sesiyle yankılanıyordu. Kristal viski bardaklarından birini aldı ve yarım viski şişesinin kapağını açtı. Ağır doldurduğu bardak ile gözlerini usulca yumup kendini şarkının tınılarına bırakıyordu. 


Dudakları fısıltıyla aralandığında elindeki bardakla ilerideki koltuğa doğru yürürken mırıldandı. "Kimseye etmem şikâyet..." Kendini koltuğa bıraktı ve devam etti." Ağlarım ben halime..." 


Elindeki viskiden koca bir yudum aldı ve boynunu koltukta geri verdiğinde bakışları tavana döndü. Kelimeler dudaklarından dökülmeye devam etti. "Titrerim mücrim gibi... Baktıkça istikbalime..." Fısıltılı sesle beraber bilincini şarkıya teslim ederken yumdu gözlerini. 


Perdelenen gözleri, karşısına Nasya'nın yüzünü getirirken ağırca yutkundu. Pars'ın bakışları, bu genç kadının yüzündeki benlerde gezindiğinde sol yanağında gözünün altı ile elmacık kemiğinin tam ortasındaki boşlukta siyah bir nokta keşfediyordu. Kıvrımlı uzun kirpiklerin altından Pars'ın içini görürcesine bıraktığı bakışları ve tebessümüyle dudaklarının yanında ortaya çıkan dudak çizgilerini... 


"Nasya..." Dudaklarından fısıltı ile çıkan isim hayalindeki kadının gülümsemesine neden oluyordu.  


Hayalinde karşısında olan kadın, ellerini Pars'ın yüzüne doğru kaldırdığında kesik avuç içleri Pars'ın yüzünü avuçlarının arasına alıyordu. 


"Yapma." Dedi acı dolu bir sesle. "Dokunma bana. Mahvederim seni. Kendi karanlığıma mahkûm ederim. Yapma." İlk kez titriyordu sesi, dışarıdan biri görse inanmazdı ama Pars Katipoğlu hayalindeki bir kadınla konuşurken sesi titriyordu.  


Nasya Pars'ın karanlığında korkmadan yüzünü ona yaklaştırdı ve alnını bu genç adamın alnına yasladı. "Senden korkmuyorum." dedi fısıltıyla. 


Henüz kimse bilmiyordu ve Pars da farkında değildi ama Pars hayalinde bile olsa ona dokunan ilk kadının ve dokunmasına izin verdiği ilk kadının Nasya olduğunun farkında değildi. 


Kadın, bu adam ve karanlık dünyası için Tanrı'nın bir mucizesi gibiydi. 


Pars'ın bedeni uykuya teslim olurken elindeki viski bardağı yere düşüyordu. Plak çalmaya devam ediyordu.  


Pars Katipoğlu ilk kez böyle hızlı uykuya dalıyordu. Yaşadığı uyku problemleri, beyninde hiç durmayan fısıltılar, bu kadınla beraber öylece yok olup gittiğinde Pars'ı huzura çok yakın bir uykuya teslim ediyordu.


Loading...
0%