@nurdogru26
|
Merhabalar, yeniden burada seni görmek harika, ama üzülerek 21. bölümün bir hafta rötarlı geleceğini söylemek istiyorum, bensiz geçecek bir haftada sana Allahtan sabır diliyorum ahahaha şaka şaka :D
Sen bu bölümü okurken (eğer pazar akşamı okuyorsan.) ben hastane odasında birtanecik yeğenimle boyama yapıyorum, o yüzden yoruma cevap veremezsem alınma, birde bize dua etmeyi unutma olur mu?
Keyifli okumalar❤️🫶🏻
Bölüm 20/ Pars Katipoğlu'nun Sahibi.
Hayat, yol ayrımlarıyla dolu bir labirent gibi; sürekli yeni kararlar almaya zorlandığımız, çeşitli zorluklarla ve yalanlarla sınandığımız bir düzenektir. Verdiğimiz her bir yanlış karar doğru olanın getireceği mükâfattan bizi alıkoyarken kaybettiğimiz en büyük şey, geri getiremediğimiz zaman; elde kalan şey ise koca bir keşkedir...
♟ Sare'nin adımları kapısını açtığı taksiden aşağıya döndüğünde, kolundaki çantayı sıkıca omuzuna geçirdi ve indiği aracın kapısını kapattı. Birbirine dolanan adımları yalının ana kapısında durduğunda beklemeden uzandı ve güvenlik zilini çaldı. Geçen birkaç saniyenin ardından Davut'un açtığı kapı ile bakışlarını karşısındaki soğuk suratlı adamda gezdirdi. "Pars Bey sizi bekliyor." Geri çekildiğinde geçmesi için Sare'ye yolu açtı. Sivri topuklar geçtiği eşikle beraber bahçedeki ıslak çimlere bata çıka ilerlerken, adım adım Davut'u takip ederek açık olan ana kapıya doğru yaklaştı. Açılan büyük ceviz kapı, önden Davut'un girmesi ile peşinden Sare Harman'ı içeriye sokuyordu. Islak ayakkabılar yerdeki mermerde gri lekeler bırakırken ikisinin de adımları nihayet Pars'ın çalışma odasının oymalı kapısında durdu. "Burada bekleyin." Omuzunun üzerinden Sare'ye çevirdiği başı ile verdiği uyarının ardından yönünü yeniden karşısında duran oymalı kapıya döndü. Uzanıp tıkladığı kapı, içeriden gelen onay sesi ile Davut tarafından açıldı. "Efendim, Sare Hanım..." Açtığı kapıdan içeri girip yavaşça arkasından kapattığında Pars'a dönen bakışları ile yeniden aralandı dudakları. "...kapıda bekliyorlar." Önündeki dizüstü bilgisayarın kapağını yavaşça kapatan Pars, masadan geri çektiği elleri ile sırtını soğuk sandalyeye geri yasladı. "Al içeri." Kasvetli sesi ile Davut beklemeden arkasını döndü ve açtığı kapıyı yavaşça geri açtı. "Buyurun Sare Hanım." Gözleri acırcasına kadının üzerinde gezinirken Sare'nin kapıdan geçip içeriye yürüyüşünü izledi. Üzerindeki kalem elbise kırışık bir kirlilikle bedeninde yerini almış, omuzlarından aşağıya salınan kabanı bu dağınıklığı kapatmış olsa da Sare gibi bakımlı bir kadının makyajsız bir surat ve tepesinde topladığı bakımsız sarı saçlarını şaşkınca izliyordu. Adımları Pars'ın önündeki masanın diğer ucuna ulaştığında avuçlarının arasında tuttuğu deri çanta kulpunu gerginlikle sıktı. "Davut." Patronunun başıyla işaret vermesinin ardından, orta yaşlı adam beklemeden çıktı ve kapıyı arkasından kapatarak Pars ve Sare'yi baş başa bıraktı. "Otur." Pars'ın sesi boğukça kulaklarında dolanırken önünde beklediği koyu renkli deri koltuğa usulca çöktü. Bakışları karşısındaki genç adama döndüğünde, bedenindeki tedirginlik boğazında acılı bir kuruluğa sebep oluyordu. "Seni dinliyorum." Kısılan kara gözler, karşısında gördüğü yorgun yüzde gezindi." Bu kadar önemli olan ne, merak ediyorum." Umursamaz sesi Sare'nin titrek bakışlarını doldururken, sessizce fısıldadı. "Pars, ben..." Zar zor duyulan ince ses, Pars'tan sıkkın bir göz devirme alırken, tüm umursamazlığı ile Sare'yi süzdü. "Sen ne?" Dudaklarından dışarıya yayılan alaylı tını ile Sare gördüğü aşağılayıcı tavrın karşısında öfkeyle sıktı dişlerini. Neredeyse oğlu yaşındaki bu genç adam, ona bir poşet çöpe bakar gibi bakıyordu. Sare, sıktığı dişlerinin arasında fısıldadı. "Ben iyi değilim. Boşanma evraklarını sırf sen istiyorsun diye diretmeden imzaladım ama hayatım mahvoldu. İnsan içine çıkacak halim yok. Babam telefonlarıma bile çıkmıyor. " Çaresizce yardım dileyen gözler, Pars'ın karalarında dolandı. "Bundan bana ne? Sana ne olduğu benim ne zaman umurumda oldu? " Alaylı sesle dirseklerini önündeki masaya yasladı ve öne doğru eğildi "Bir düşünelim." Kaşları çatıldı ve alayla düşünür gibi yaptıktan hemen sonra yeniden konuştu. "Hiçbir zaman. Evet, doğru cevap; hiçbir zaman!" "Yapma. Bir gecede hayatım tepe taklak oldu, bunu bana yapma Pars. Senin için yaptığım onca şeyden sonra bana bunu mu layık görüyorsun?" Gözlerinden akmaya hazırlanan birkaç gözyaşı, yalvarırcasına gezindi Pars'ın üzerinde. Karşısındaki adamın yüzünde sadece merhametsizlik, karalarında ise umursamaz bir tiksinti vardı. Sare için yaşadığı şeylerin ağırlığının üzerine bu da eklendiğinde kırılma noktasına ulaşması çok da zor olmuyordu. "Bana öyle bakma, ben senin karındım! Senin karın! Bu durumda olmam seni hiç mi üzmez anlamıyorum." "Umurumda bile değil Sare. Paramı kullanarak yatağına aldığın adamların kapısına dayan! Benim seninle evliliğimin bir imzadan öteye gitmediğini biliyorsun. Sen Adil Bey'e güvenip girdin bu evliliğe. Şimdi benden yardım istemen ne acınası." Tiksintiye yakın keskin ses, bakışlarını karşısındaki kadında gezdirmesi ile son buldu. "Ortada kaldım diyorum sana!" Sare'nin bağırtısı odanın içinde dolandığında kendinde topladığı cesaretle boğazı yırtılana kadar devam etti. " Mahvoldum diyorum! Taksi paramı bile cebime Şeref koydu! Bir apartman dairesinde tıkılıp kaldım! Bilmiyorsun, nasıl bir kâbusun içindeyim bilmiyorsun! Tuvaletim kadar bir evde ezik hizmetçimin yanında sığıntı gibiyim! Bana beş kuruş bırakmadın Pars! Beş kuruşum yok!" Odayı inleten çığırtılar, yaşlı kadının yanaklarında ıslaklıklara yol açarken sınırı aştığını çok iyi biliyordu. Bu adamın karşısında bu ilk kafa tutuşuydu. Fakat elinde canından başka hiçbir şey kalmayan bir kadının son çırpınışlarıydı bunlar. "Bana en azından bir nafaka vereceksin!" Ayağa kalkıp elini sertçe önündeki masaya geçirdi. "Bir ev vereceksin Pars! Bir araba! Bunları bana vereceksin! Beni öylece arkanda bırakamazsın! İzin vermem, ben böyle dibe batarken senin bir orospudan dünyaya gelen bir bebekle mutlu mesut yaşamana izin vermem!" Öğrendiği küçük sırrı öylece dışarıya saçarken, yaslandığı masadan geri çekildi. Pars'ın gerilen şakakları, öfkeyle inip kalkan burun kanatlarına neden olduğunda; hırsla oturduğu deri sandalyeyi geri iterek kalktı ve öfkeyle masanın etrafını dolanarak Sare'nin üzerine doğru yürüdü. İri parmakları orta yaşlı kadının buruşuk yüzünü sardığında sıktığı yüzü sertçe alnına çarptı ve dişlerini sıktığı dudaklarının arasında. "Cesaretin hayranlık uyandırıyor Sare! Ama söyle bana!" Elleri iyice sıkılaştığında çaresiz kadın parmaklarını yüzünü saran ellere kaldırdı. Umutsuzca Pars'ın soğuk ellerini geri çekmeye çalışıyordu fakat genç adamın sıkılaşan parmakları yüzünde daha da acılı izler bırakmaya devam etti. "Söyle! Ölü bir kadının, paraya ne ihtiyacı olur!" Dişlerinin arasından soğuk bir fısıltıyla esen rüzgâr Sare'yi sessiz bir ağlamaya iterken zar zor araladığı ağzından birkaç kelime döküldü. "Ya-yapamazsın. Ben bitersem seni de bitiririm." Son bir cesaretle kurduğu bu cümleler elindeki son kozu kullanmaya itiyordu onu. Pars'ın boştaki eli belindeki silaha dönerken beklemeden sıkıştırılmış silahı kemerin zorlamasından çekip avuçlarının arasında kavrayarak Sare'nin şakaklarına dayadı. "Duyduğun bu şüpheyi, şahsıma hakaret sayarım!" Suratındaki korkunç ifade ile Sare gözlerini sıkıca kapattı ve her seferinde sıkılan dişlerinin arasına sıkışan etlerin acısına aldırış etmeden konuştu. "Öl-öldüremezsin çünkü eğer bana bir şey olursa ailenin bütün pisliğini ortaya saçmak için bekleyen biri var. Belgelerle bekleyen biri. İ-inan bana..." Bıraktığı kesik nefesler gözlerinin önündeki kızgın adamın yüzünde şüpheye neden oluyordu. Sare'nin kulaklarını zorlayan bir bağırtı koptu yüzüne doğru. "Beni tehdit mi ediyorsun! Senin gibi bir kadının, benim ailemi bitirebileceğine mi inanıyorsun! Buna gerçekten inanıyor musun? Kimsin lan sen! Çıkarların için ayaklarımın dibine bıraktığın gururunu biliyorum senin! Babamın karısı olabilecek yaştayken, yanımda nasıl gururla gezdin söyle bana! Ben Adil'in baskısı ile attım o imzayı ama sen! Nasıl bir sapkınlığın var çözemiyorum! Yaptığın birçok şey beni bile zorluyor Sare! Beni bile zorluyor!" İğrenme ile karışık kurduğu birkaç cümlenin ardından ileriye doğru ittirdiği kadın, oturduğu koltukta geriye savruldu. Genç adamın geri çekilmesi ile Sare'nin üzerine verdiği ağırlığı da öylece ortadan kayboldu. Pars'ın Bakışları yaşlı kadına döndüğünde gözleri kızıl bir aleve ev sahipliği yaparken zavallı kadının yüzünde izi çıkan parmaklarının ve yüzüğünün izini gördü. "Benden hiçbir şey alamayacaksın! Neden biliyor musun? Çünkü etrafa yayacağın zehirli fısıltılar umurumda bile değil! Bak bana Sare!" Üzerine doğru bir adım attığında işaret parmağı ile kendi yüzünü gösterdi "Bak bana! Sence senin gibi bir hiç bana zarar verebilir mi? " Pars Katipoğlu'nun kibri, sesinin tınılarını sararken ezici bakışları ile karşısındaki kadını yerin dibine soktu. Pars'ın bu acımasız tarafı Sare'nin normaliydi, bunu tanıyordu. Bu adamı ve yapabileceklerini iyi biliyordu. Aksine eğer Pars'tan yumuşak bir tavır görse şaşırdığı şey bu olurdu. "O halde, annenin bir hastalık sonucunda sosyeteden ayrılışının perde arkasını diğer insanların öğrenmesi senin için çok da önemli olmasa gerek." Yüzündeki ıslaklığı elinin tersi ile sildi ve az önce savrulduğu koltuktan kalktı. Titreyen elleri kolunda takılı olan çantaya dönerken bedeninde kalan son cesaret kırıntısını da dik durmak için kullanıyordu. Deri çantadan çıkan titrek el, avuçlarının arasındaki USB ile bir olurken Pars'ın kızıl kahveleri, ojesi soyulmuş ellere döndü. "Her şey burada. Annenin ölüm belgesi, inan bana orada açıkça intihar ibareleri var. Katipoğlu soyadına düşecek yeni bir skandal, işini sadece daha da zora sokar. Şirketin ne kadar zor bir süreçten geçtiğini biliyorum Pars." Elindeki USB ile içindeki bütün korkuyu görmezden gelerek yineledi söylemlerini. "Bak ve bana ulaş. Seninle düşman olmak istemiyorum, sadece hayatta kalmaya çalışıyorum. Sana zarar verecek bir şey yapmak istemiyorum, anla beni istemiyorum." Uzattığı USB ile Pars'ın onu ellerinden almasını bekledi. "Evet, hataydı. Seninle evlenmem hataydı ama yapamadım. Seni o gün o kokteylde gördüğüm o an, haddim olmayarak istedim kendime. Seni kendime istedim, seversin sandım. Eğer yeterince çabalarsam seveceğine inandım ama hayır, hiçbir zaman sevmedin. Artık bunu kabullendim Pars, sen artık benim değilsin. Hiçbir zaman olmadın." Sare, ağırca yutkunduğunda titrek sesiyle havada asılı duran kokuyu içine çekti; birkaç adım uzağındaki adamın kendine has kokusunu. "Ama acı bana. Gidecek hiçbir yerim yok. Çalacak tek kapım sensin. Gözlerindeki merhametsizliğe rağmen sana geldim, buradayım. Anla beni." Havadaki el Parstan bir karşılık almadan öylece yeniden yere indi. "Buraya bırakıyorum, bak ve ara beni. Bu bir üstünlük savaşı değil, seni ezip geçmeye çalışmıyorum. Sadece bir çıkış yolu arıyorum, en azından bir zamanlar maaşını ödediğim bir kadının bana bahşettiği odadan kurtulmak istiyorum, anlıyor musun? Yalvarırım işleri çirkinleştirme." Uzanıp az önce kalktığı koltuğa geri bıraktığı USB ile Pars'ın donuk öfkesinden kendini kurtarmak için daha fazla beklemeden çıktı çalışma odasından. Kapatılan kapı ile bakışlarını koltuğun üzerindeki küçük demir parçasına çeviren Katipoğlu, hala öfkesinden bir şey kaybetmemişken uzanıp parmaklarının arasına aldı USB'yi. "Davut!" Bağırtı odanın dışından duyulduğunda kaplı kapı açıldı ve Davut beklemeden aralanan boşluktan içeri girdi. "Buyurun Pars Bey." Ardından kapattığı kapı ile arkası kendine dönükçe duran patronunu izledi bir süre. Pars avucunun içindeki USB'yi dikkatle taradı ve öfkeyle sıktığı dişlerinin arasından fısıldadı. "Bana bir bilgisayar getir! " Davut'un bakışları masanın üzerindeki dizüstü bilgisayara döndüğünde onun Pars'ın kişisel bilgisayarı olduğunu anlayarak beklemeden kendinden isteneni yaptı. "Hemen efendim." İtaatkâr sesin ardından kapanan kapı sesiyle Katipoğlu hızla masasına doğru ilerledi ve önünde duran bilgisayarı yavaşça kenara ittirdi. Kapı yeniden çaldığında, gelenin Davut olduğunu anlıyordu. "Gir." Sıkılan dişler şakaklarında ağrılara sebep olurken odanın kapısı açıldı ve Davut ellerinde taşıdığı dizüstü bilgisayarla Pars'a doğru ilerleyerek ellerindeki yükten kurtuldu. "Kişisel bilgisayarım efendim, sizinkini almak vakit kaybettirir diye." Davut'un açıklamasının ardından Pars, masanın ortasına konulan bilgisayarı önüne çekti ve beklemeden kapağını açarak ekranını kendine çevirdi. Güç düğmesine dokunduğunda hala ayakta duruyor ve sert avuç içlerini önündeki masanın iki yanına bastırarak ondan güç alıyordu. Açılan ekranla birlikte elindeki USB'yi bilgisayarın giriş kısmına geçirdi ve bir süre ekranda dönen sistem ara yüzünü izledi. Nihayet açılan ekran ile sıralanan dosya eklerinde gezinen bakışlarıyla durdu ve ilk sıradaki dosya ekine tıkladı.
♟ "Bilemiyorum, sanki olmadı." Bakışları boy aynasında gezinirken kendi siluetine bakan Nasya, Defne'nin destekler sesini işitti yeniden. "Çok yakıştı ya! Resmen rengini açtı diyorum, niye inanmıyorsun?" Nasya bıkkınlıkla devirdi gözlerini. "Zaten bir sürü şey aldık, buna gerek yok." İçindeki elbisenin rahatsız eden payetleri kollarını kızartmış ve onu zoraki bir duruşa itmişti. "Bunu alıyoruz! Hem ben kendime de aldım, takım takım giyeriz. İtiraz istemiyorum." "Bu son." Dikte edici tonlama ile Defne yorgun bir nefes verdi. "Tamam tamam, zaten geç oldu. Yakında mağazalar kapanır, sonra yine bakarız bir şeyler. Gerçi sen hep anneanne tarzı şeyler aldığın için mutlaka yanında olmam gerek." Nasya çattığı kaşları ile sitem dolu bir fısıltı bıraktı arkadaşına doğru "Sensin anneanne, gayet de şık şeylerdi ayrıca. İlla disko topu gibi parlamak mı gerekiyor. Salak salak konuşup sinirimi bozuyorsun." Defne, attığı yan bakışla süzdü Nasya'yı. "Bu da olacak mı hanımefendi?" Yanlarına doğru gelen mağaza görevlisi memnun bir ifade ile elinde tuttuğu askılarla kasaya gitmeden önce son teyitleri almak istiyordu. Defne heyecanlı bir sesle "Olacak şekerim." dedi. Görevli yanlarından ayrılırken Nasya alayla göz devirerek Defne'ye çevirdi yüzünü "Şekerim? Ciddi olamazsın." Kıkırtısı ile arkadaşının ansızın büründüğü kokoş konuşmayı komik bulmuştu. "Sen ne anlarsın, sanki toptan perakendecideyiz. Tabii ki de şekerim diyeceğim." Haklılığına duyduğu tam teslimiyet ile "Sen bu kafayla çok ezileceksin bunların içinde." dedi. Söylediği söz Nasya tarafından ciddiye alınmazken adımları giyinme kabinine döndü. İçine girdiği kabinle önündeki saten perdeyi çekti ve Defnenin göz hapsinden kurtardı kendini. Defne'nin bakışları doyumsuzca askılardaki elbiselerde gezindikçe, aklı hala alamadıklarındaydı. Çalan telefonla dikkati dağılırken bakışları orta sehpanın üzerindeki hareketliliğe döndü. Çalan Nasya'nın telefonuydu, uzanıp ekrana baktığında alnı kırışıyordu. "Begüm kim? " Meraklı sesi ile kabindeki Nasya'dan hızlı bir cevap aldı. "Kardeşim." Hiç teklemeden söylediği bu şey Nasya'yı şaşkına çevirse de asıl şok Defne içindi. "Neyin neyin?" Şaşkınlığının getirdiği tizlikle Nasya kıyafetlerini değiştirerek çıktı kabinin içinden. "Kenan Bey'in kızı işte ya!" Geçiştirircesine ilerleyip hala çalan telefonuna doğru ilerledi ve eline aldığı telefonu cevaplayarak kulağına yasladı. "Begüm?" İçindeki heyecanı bastırarak bıraktığı titrek ses ile Begüm'ün "İkiz!" deyişini duydu. Bu söylem yüzünde buruk bir gülümsemeye neden olduğunda burnundan sessiz bir nefes aldı. "İzmir nasıl?" Sorduğu soru ile kendini dikkatle izleyen Defne'nin gözlerindeki merakı görmezden gelerek uzanıp bekleme koltuklarının üzerinde duran çantasını altı ve kolundan geri verdi. "Serin, ama sessiz. Huzur verici." Begüm'ün kıkırtısının ardından Nasya, şu an burada olmasını ne çok istediğini fark ediyordu. "Gelmeyecek misin? Yani Kenan Bey söyledi mi bilmiyorum ama ben eve yerleştim." Tedirgin sesi Begümden ters bir tavır görecek olmanın gerginliği ile kısıldı. "Yani, sen... " sustu. Begüm'ün kıkırtı sesi ahizede sevecen bir sıcaklıkla dolandı. "Yarın dönüyorum. Hem ben de konuşacak çok şey var diye düşünüyordum, yani sen benim-" Sustuğunda Nasya onu tamamlarcasına konuştu "İkizinim." utangaç sesi Begüm'ü rahat bir nefese itti. "Ayrı anneden ama ikiz." Begüm'ün söylediği sözle Nasya'nın hatırasında canlanan görsel, annesinin Begüm'e nasıl nefret kustuğuydu. Bu durum genç kızı mahcubiyete iterken yavaşça öksürdü. "Şimdi kapatmam gerek, eve geçince arasam." Anın gerginliğinden kurtulmak için bulduğu bahane ile adımları arkasından gelen Defne ile beraber kasaya döndü. "Tabi, haberleşiriz." Ardından kapattığı telefon ile Nasya'yı bu eziyetten kurtarıyordu. Defne'nin adımları Nasya'nın arkasında durduğunda kinayeli bir sesle konuştu. "Aranız baya iyi galiba?" Yapılan bu kinaye Nasya'dan yumuşak tınılı bir cevap aldı. "Evet, Begüm iyi biri." Bakışları kasadaki karton kutulara döndüğünde, şaşkınlıkla 'Bunca şeyi nasıl taşıyacağız?' diye duraksıyordu. "Başka bir isteğiniz?" Dedi kasa görevlisi. "Teşekkür ederim. Bu kadarı yeterli." Nasya'nın mahcup sesi Defnenin sesi ile bölündüğünde "Bu günlük." Dedi araya girerek. "480.000 ₺" Yüzünde kocaman bir gülümseme ile önündeki pos cihazını Nasya'ya doğru çeviren görevli; ondaki gergin yutkunuşu görüyordu. "Dilerseniz taksit yapalım." dedi yardımcı olmaya hevesli bir sesle. "Saçmalamayın!" Defne çıkışırcasına kızı azarlarken, Nasya şaşkınlıkla arkadaşının sert tavrına baka kaldı. "Ne taksiti! Buna ihtiyacımız var gibi mi görünüyor!" Küstah tavrı ile Nasya sinirle araya girdi. "Defne! Ne yapıyorsun!" Öfkeli bakışları ile arkadaşının içinden çıkan canavarı süzdü hayretle. "Kusuruna bakmayın lütfen." Yüzünü görevli kıza çevirdiğinde mahcup bir fısıltıyla "Taksite gerek yok, tek çekim olsun." dedi. Telefonunun arkasındaki kartı çekip aldığında beklemeden görevliye uzattı ve bakışlarını Defne'nin memnuniyetsiz yüzüne çevirdi. "Aman ne var be? Bizi küçümsüyor, görmüyor musun?" diye çıkıştı Nasya'ya. "Neyin ne olduğunu görüyorum Defne! Ben salak değilim, kim kimi küçümsüyor farkındayım. Yapma! Biz böyle insanlar değiliz, yapma!" Uyarıcı sesi fısıltıyla arkadaşının kulağında gezinirken kasiyer, kırgın bir sesle "Kartınız." diyerek uzattı elindeki kartı Nasya'ya doğru. Uzanıp aldığı kartla gülümseyerek kıza baktı "Teşekkür ederim, her şey için. " Arkasını döndüğünde kaşları havalandı ve Defne'nin omzuna hafifçe dokundu. "Taşı bakalım hadi, yarısı sende yarısı bende." Gönlünü almak için yaptığı şirinlikle Defne onu söylediği şeye inanamaz gibi süzdü. "Dalga geçiyorsun her halde, bu kapıdaki adamlar ne diye var?" Başını mağazanın giriş kapısında bekleyen korumalara çevirdi ve üzerinde eğreti duran bir kibarlıkla tizce seslendi. "Çocuklar bakar mısınız?" Eli havaya kalktığımda kapıdaki adamlarla kurduğu göz kontağının ardından kasanın üzerindeki kutuları gösterdi. "Arabaya taşınacak." dedi emin bir sesle. Nasya'nın şaşkın bakışları Defne'nin bu hâkimiyetinde gezinirken adamlar kendilerinden istenen şeyi yapmaya koyulmuştu bile. "Sen var ya, gerçekten beni korkutuyorsun." Kısılan gözleri ile tanıyamadığı arkadaşını süzdü bir süre. "Kenan Bey yanlış kişinin babası, gerçekten. Elindeki imkânları kullanmayacaksan ne önemi var ki, onlara sahip olmanın ne önemi var?" Küçümseyici sesi Nasya'yı dişlerini sıkmaya iterken sinirle tısladı. "Yine salak modun açıldı senin! Elimde kalacaksın düş önüme!" Uzanıp defnenin kolunu sıktı ve ileri itti. Arkadaşının söylediği şey onu içten içe üzse de Nasya'ya göre o Defne'ydi işte. Defne bazen patavatsız olabiliyordu ama içinde bir kötülük olmadığını biliyordu. Adımları dükkânın kapısına dönerken, beklemeden peş peşe çıktılar dışarıya. Korumalar kutuları çoktan aracın bagajına yerleştirmiş ve kendi araçlarının önünde hareket etmeyi beklerken Nasya ve Defne hızla spor arabanın içine girdiler. "O kadar yoruldum ki..." Nasya'nın kasvetli sesi ile çevirdiği anahtar arabanın içini motor sesi ile doldururken Defne tüm enerjisiyle konuştu. "Ben hala bomba gibiyim ya normal mi?" Defne uzanıp radyoya dokunduğunda hareket eden aracın içi yüksek basla çınlamaya başladı. Nasya önünde uzanan yolda trafik akışına özen göstererek dikkatle ilerlerken kulaklarına değen şarkı sözleri bilincine anca kavuşuyordu. 'Gurur ne yabancı bir kelime, geri dön yanıma.' Defne yan koltukta telefonu ile birkaç selfie çekerken Nasya'nın genzi, sözlerin rıhtımında sızlıyordu. 'Bu deli yüreğin, kilidi dilin.' Sessiz bir nefes çekti canını yakan küçük burnundan içeriye 'Çözelim hadi, düğümlerini.' Bakışlarını kaçakça Defneye çevirdiğinde arkadaşının sessiz bakışlarla onu izleyişini görüyordu. Yüzünde anlamlandıramadığı bir üzüntü asılı dururken bakışlarını yeniden yola döndü. Şarkı kulaklarından ruhuna akarken gözlerinin önüne gelen suretle; Pars'ın Deniz'i elinden tutarak merdivenlerden indirişini görüyordu. Buğulanan görüşünü kırptığı gözleri ile netleştirirken, direksiyondan çektiği sol eliyle öne düşen saçlarını yavaşça geri verdi. 'Acısı diri, eskisi gibi. Çölüme su ver, ellerin hani?' "Nasya." Defne'nin fısıltısı, çalan şarkının arasından arkadaşını bulurken boğazında bir yumru gibi duran pişmanlıkla ağlamak üzere olan Nasya'ya baktı. Şarkının ona neyi hatırlattığını gayet iyi biliyordu, kimi hatırlattığını. "Efendim?" Titreyen ses ile uzanıp şarkıyı kapattığında kendini bu eziyetten kurtardı. Bakışlarını Defne'ye çevirmekten imtina ederken sessiz aracın içi Defne'nin pişmanlığına ev sahipliği yapıyordu. Nasya'yı izledi, bir süre öyle kalıp kardeşim dediği kıza baktı. Onunla geçirdiği tüm o yıllar, Nasya'nın kendi için yaptığı tüm o iyi şeyler; kendini daha da kötü hissetmesine sebep oluyordu. Sebep oluyordu çünkü Pars'ı kendi için istemişti, arkadaşının o adama karşı sürekli inkâr ettiği ilgisini bilmesine rağmen, Pars'ın bungalova geldiği akşam yanlış düşünmesine sebep olacak birçok şey yapmıştı. Öyle bir adam kendinin olamayacaksa Nasya'nın da olmamalıydı. Ama şimdi... Şimdi içinde bulunduğu durumda Nasya'nın, ailesini bulduğunda bile ona arkasını dönmeyişi, onu kardeşi gibi görerek elinde avucunda ne varsa sorgusuzca önüne serişi; sancılı bir vicdan azabıydı. Arkadaşının bunu hak etmediğini biliyordu. Bu kötülüğü dünya üzerinde hak edecek son insan bile olamazdı Nasya. Çünkü geçmişten bugüne her şeyi Defne'ye göre ayarlamış, onun iyiliği için birçok şeyi göze almıştı. İçindeki bu pişmanlık yapacağı itirafın korkusunun önüne geçerken aralandı riyakâr dolu dudakları. "Sana söylemem gereken bir şey var." Sesi neredeyse duyulmuyor ve Nasya'yı kafa karışıklığıyla ona bakmaya ikna ediyordu. "Anlamadım?" Kaşları çatıldığında yeniden yola verdi dikkatini. "Söylemek istediğim bir şey var." dedi Defne, bu kez daha emin bir ifadeyle. "Söyle." Yüzündeki buruk gülüşle kafasının içinde dolanan adamı bir kenara iterek kulağını arkadaşına verdi. "Ama kızmayacaksın." Neredeyse küçük bir çocuk gibi çıkan sesi pişmanlıkla başını önüne eğmesine sebep oluyordu. Nasya hafif bir tıslamayı andıran gülüşle "Söz veremem, yine ne oldu." dedi. "Nasya ciddiyim, beni anlamanı istiyorum, eğer..." Sustu. Bulacağı hiçbir bahanenin samimi olmayacağını biliyordu. Gerçek apaçık ortadaydı. "Eğer ne?" Hızla başını Defne'ye çevirdiğinde onun yan koltukta kıvrandığını fark ederek kaşlarını çattı. "Tamam, korkmaya başlıyorum. Ne var dilinin altında?" Sağından geçen bir arabanın tiz kornasıyla ellerinin arasındaki direksiyonu kavrayarak gözlerini yola çevirdi. "Kaza yaptıracaksın bana söyle işte." "Ben... Bir şey yaptım." Gözleri doluyor, genzi korkuyla sızlıyordu. "Ne yaptın Defne, söylesene!" Nasya'nın kızgın merakı Defne'nin kulaklarına ulaşırken ellerini pantolonunun üzerinden ince bacaklarına doğru stresle bastırdı. "Pars..." dedi. Şimdi neredeyse ağlayacakken Nasya önündeki trafik lambasının kırmızıya dönüşü ile yavaşladı. Bakışları yaya yolunda yürüyen insanlarda tutunduğunda burnundan içeriye bir nefes çekti. "Pars ne Defne?" Ağırca, yüzünü duran arabanın içinde arkadaşına çevirdi. Burnunun kızarıp yanaklarının ıslandığını fark ettiğinde içinde adlandıramadığı bir korku yer ediyordu. "Pars ne, söyle." Adını ağzına almak göğsünde sancılı bir nefese sebep olduğunda Defne'nin ıslak bakışları Nasya'ya döndü. "Pars..." dedi ve hıçkırıklara boğuldu. Nasya tüm şaşkınlığı ile Defne'yi izlerken arkadan çalan korna sesleri ile çoktan yeşile dönen ışığı fark ederek yeniden gaza yüklendi. "Defne neden ağlıyorsun? Korkutma beni, Pars bir şey mi dedi? Bir şey mi yaptı sana? Pars ne? Pars ne ya söyle!" Bağırtısı ile eş zamanlı yüklendiği gazla kırmızı Ferrari asfalt yolda su gibi akıyordu. Tabelalara dönen gözleri bir sonraki kavşaktan döneceğini ona hatırlatırken eve varmak üzere olmak onu rahatlattı. Böylece evde Defne'deki bu garip durumu uzun uzadıya konuşabilirdi. Çünkü yan koltukta ağlama krizine giren arkadaşı onu şu an sadece geriyordu. "Pars bungalova geldi. O akşam sana geldi." Nasya zaten bildiği bu gerçeği Defne'nin de bilmesiyle şaşkınlıkla yüzünü yan koltuğa çevirdi. "Sen, nereden?" Aralanan dudakları açık kalıyordu. Defne, topladığı tüm cesaretle bir çırpıda söyledi. "Gördüm. Onu gördüm. Ağaçların arasından size bakarken, sana ve Ateş'e. Size..." Kesik nefesi hıçkırıkla bölündü. Nasya'nın aklı bulanırken bir yandan Defne'nin çaresizce ağlayışı, bir yandan bilincine itiraf gibi gelen bu açıklama ile ne düşüneceğini bilemiyordu. "Sen neden söylemedin? Bana neden söylemedin Defne? " O gece kendine sarf ettiği o ağır cümleler birer birer zihninde yankılandı Nasya'nın. "Söyleyemezdim. Sana iyi gelmiyordu o pislik! Gelmiyordu işte. Ben de..." "Sen de ne?" Ellerindeki direksiyonu sertçe sıktığında yeniden bağırdı. "Sende onu gördüğün halde bana tek gecelik bir kaçamak muamelesi yapmaktan çekinmedin öyle mi? Konuşsana, öyle mi̇?" Gözleri buğulanırken avuçlarının arasındaki direksiyon hafifçe kayıyordu. "Üzgünüm. Özür dilerim ben seni korumak istedim, sadece seni korumak. Bu yüzden yaptım. Her şeyi bu yüzde-" "Her şey!" Yanaklarındaki yaşlarla, dostu dediği kızın yüzüne çevirdi gözlerini. "Her şey ne Defne?" dedi fısıltıyla. "Sen ve Ateş... İkinizin orada kalacağını söylediğim bir telefon konuşması. Baş başa kalmak istediğinizi söyleyen sahte bir konuşma. Senin içindi yemin ederim." Şimdi sesli hıçkırıkları araçta patlarken Nasya'nın duyduğu şeylerle vardığı tek bir sonuç vardı. "Seni duydu." dedi. Boğazında bir yumru oluştuğunda Pars'ın ona ansızın böyle kapı duvar oluşunun asıl sebebini anlıyordu. Günlerce peşinden koşan adamın ansızın onu görmezden gelişinin sebebini tüm çıplaklığı ile anlıyordu. Gözleri arkadaşına döndüğünde onun Pars'a olan takıntısını o an fark ediyordu. Bu istemek değildi, bu bir adamı sadece istemekten çok daha fazlasıydı. "Duysun diye yaptın." dedi gözlerinden akan yaşlar yanaklarını yakarken. İçindeki hayal kırıklığı kalbini param parça ediyordu. Bu kardeşim dediği kızdı. "Bilerek, böyle düşünsün istedin. Benim günlerce, sessiz sedasız kendi kendimi yemelerimi bildiğin halde üstelik. Buna rağmen!" Ana yola dönen bakışları gireceği kavşağı fark etmesiyle avuçlarındaki direksiyonu öfkeyle kırmasına sebep olduğunda arabanın tekerleri pürüzsüz asfaltta kaydı. Defne'nin bağırtılı, tiz çığlığı Nasya'nın korku ve kafa karışıklığı ile fren yerine gaza basmasına neden olurken "Çarpacağız!" diye bağıran Defne'nin sesi havada asılı kaldı. Kırmızı Ferrari'nin parlak kaputu döndükleri mahalledeki ağır çöp konteynırlarına doğru savruldu. Nasya'nın bedeni oturduğu koltuktan havalanarak ileriye doğru sendelediğinde kafasını ön cama sertçe vurmaktan kendini kurtaramıyordu. Çarpmamın etkisi ile hava yastıkları şişen araba, koltuğundaki iki kadını içinde savururken sokaktaki keskin fren ve gürültülü çarpma sesi ile evlerin kapıları birer birer açıldı. Arkadan gelen koruma aracı hızla kırmızı aracın duman çıkan kasasına doğru dönerken Davut, duyduğu gürültü ile hızla bahçenin içinden dışarıya doğru çıktı. Bakışları kafa karışıklığı ile ilerideki kalabalığa dönerken evlerinin bahçe kapılarına çıkan insanların hayretle fısıldadıklarını duyuyordu. Defne, ellerini ön torpidoya dayayarak kendini çarpmadan kurtarmıştı ama Nasya kafasına aldığı darbe ile sersem bir ifadeyle kendini geri çekti. "Kafan!" dedi Defne ağlamaklı bir sesle. Ardından Nasya'nın gözünün önünde perde olan bir sıvı sıcakça göz pınarlarına dolmaya başladı. "A-acıyor." dedi dolanan dili ile kafası karışıkken. "Siktir! İçi gözüküyor Nasya, içi gözüküyor." Defne kendi kapısını açmak için kulpa uzattığı eli ile içeride kaldıklarını anlıyordu. "Açılmıyor." dedi bağırarak. Camlara geçirdiği elle dışarıdaki korumaların kapıyı açmaya çalıştığını görüyordu ama araç kendini kilitlemişti. Korkuyla bakışları yan koltuktaki arkadaşına döndüğünde, Nasya'nın başının koltuğun baş kısmına doğru düştüğünü görüyordu. Uzanıp onu sarsmaya başladı. "Nasya! Nasya aç gözünü, korkutma beni!" Titrek sesi onu içli ağlayışlara iterken dışarıdaki adamlar çaresizce sıkışan kapıyı çekiştiriyordu. "Biri Kenan Bey'e haber versin!" dedi başlarında duran adam, ardından bir koruma birkaç metre ilerideki eve doğru koşmaya başladı. Tam bu sırada Pars, duyduğu gürültünün kaynağını görmek umudu ile ana kapıdan çıktı ve Davut'un demir kapının dışındaki siluetini görerek o tarafa doğru ilerledi. "Ne bu gürültü!" Dişlerinin arasından çıkan baskın sesi ile attığı son adım Davut'un yanında durdu. Pars'ın bakışları, Davut'un baktığı yöne döndüğünde gözleri gördüğü şeyde kilitleniyordu. Bedeninde yayılan adrenalinle büyüyen göz bebekleri, kırmızı Ferrari'nin şoför koltuğuna döndü. "Nasya!" kurduğu bu cümle, sakince yaptığı son eylem olarak kaldığında nefeslerini birbirine katarak hızla arabaya doğru koşmaya başladı. Davut korkuyla arkasından bağırdığında bahçe içindeki korumalara verdiği komutla onu takip etmelerini söylüyordu. Pars'ın attığı koşar adımlar nihayet aracın yanında durduğunda kapıyı zorlayan korumaları hızla yakalarından tutup geri savurdu. İri parmakları kapı kulpunu sardığında Nasya'nın başının direksiyona düştüğünü görürken, gözleri korkuyla açılıyordu. Bütün gücünü kullanırken aracın sallanmasına neden olsa da kilitlenenin sistem olduğunu anlaması uzun sürmedi. "Nasya! Konuş benimle!" Avuç içleri şoför koltuğunun camına sertçe inerken, onu kendine getirmekten başka bir şeyi arzulamıyordu. "Güzelim!" Yeniden zorladı kapı kulpunu. Çaresizlik bütün bedenini sararken aracın önünde yükselen dumanın siyaha dönmesi işini hiç de kolaylaştırmıyordu. "Güzelim kaldır kafanı! Nasya kaldır kafanı!" Davut, Pars'ın yanına vardığında Kenan Sipahi; çıktığı bahçe kapısından arabaya doğru koşmaya başladı. "Kızım!" Sesinin yankısı sokakta dağıldığında Davut'u geri çekti ve Pars'ın yanında durdu. "Ne oldu! Nasıl!" Kafa karışıklığı ile etrafını saran adamlara öfke kusarken Pars'ın tek düşündüğü Nasya'ydı. "Defne!" Arabanın içine doğru bağırdığında Defne'nin gözleri korku ile kaputtaki dumanda gezindi. "Defne!" Pars'ın bağırtısı ile sıçrayarak ağlamaktan kızaran yüzünü ona çevirdi. "Kafasını kaldır! Kafasını yavaşça geri kaldır." Aldığı komutla Defne, Nasya'nın başının koltuktan direksiyona ne ara düştüğünü bile anlayamıyordu. "T-tamam." dedi titrekçe. Arkadaşının saçlarını geri çekip sırtını koltuğa yasladığında Pars'ın bakışları Nasya'nın yüzündeki kanlarda gezindi. Genç kızın yüzünden düşen her bir kandamlası, adamın kalbine düşüyordu ve orayı yakıyordu sanki. "Siktir! Siktir!" Kafasını aracın camına sertçe geçirdiğinde içindeki korkuyla yeniden bağırdı. "Defne dinle beni! Dinle! Koltuklarınızı geri yatırmanı istiyorum! Acele etmen gerek anladın mı? İkinizi de yatırır pozisyona getir." Pars'ın uyarıcı tonlaması Defne'den karşılık olarak baş sallama alırken ellerini koltuk yanlarına uzattı ve her iki koltuğu da sırayla yatar pozisyona getirdi. Pars'ın eli belindeki silaha uzandığında kemerinden çekip aldığı silahın namlusunu hızla çekerek kurşunu uca sürdü. "Delirdin mi!" Kenan'ın engellemesini onu ittirerek durduğunda, arabanın yanında tek dizinin üzerine çöktü ve namlunun ucunu camın en üstüne denk getirerek hızla tetiğe bastı. Tuzla buz olan camlarla Defne tiz bir çığlık attığında Nasya'nın kapalı gözleri hafifçe aralandı. Pars üzerindeki ceketi çıkarıp camın kesik kısmına yerleştirdiğinde üst gövdesini içeriye soktu ve koltuğu hızla dikleştirdi. Nasya'yla yüz yüze geldiklerinde, kanlı yüzündeki sersem bakışlar; Pars'ın yüzünde gezindi. Sevdiği kadının kokusunu aldığı bu arabada, artık genç kadının kan kokusu da yayılmıştı. Burnuna gelen kan kokusuyla birlikte, boğazına acıyla bir yumru oturdu Pars'ın. Kendi korkusunu bir kenara bırakıp Nasya'ya iyi gelmeye çalışmak için zor da olsa yutkundu. "Korkma tamam mı? "Fısıltısı Nasya'nın yüzünde varla yok arası bir gülümseme oluşturdu. Böyle bir anda kendini kurtaranın yine Pars olduğunu bilmenin huzuru vardı yavaşça boşalan bedeninde. Sisli bakışları bulanık gözlerinin ardından Pars'ın boğukça duyduğu sesinin çıktığı dudaklara döndü. "Kolların... Kollarını bana sarman gerek Nasya, boynuma sarman gerek güzelim." Pars'ın titreyen sesini işiten Nasya, bir süre kendinde bu gücü bulmaya çalıştı ama yapamadı. "Ol-olmuyor." diyebildi kesik bir fısıltıyla. Alnında hissettiği baskı ve gözlerini yakan kanla acıyla kapandı kirpikleri. Yüzü iri eller tarafından sarılırken duyduğu sesle aralandı yeniden gözleri arabanın içine. "Yavrum, bak bana." Pars Nasya'nın yüzünü avuçlarının arasına aldığında keskin karaları korkuyla Nasya'nın irilerinde sabitlendi. "Çıkmamız gerek tamam mı? Çıkmamız gerek, iyi olman gerek, yardımcı ol bana!" Pars, kolunu Nasya'nın kafasına dikkatle sardığında omuzuna doğru kalkan güçsüz kollarla karşılık buluyordu. Yüzünde heyecanlı bir gülüş yerini aldı. "Çok güzel. İşte böyle güzelim, işte böyle, gel buraya." Başını omuzuna yasladığında Nasya'nın beline sardığı kolları ile bedenini oturduğu koltuktan yavaşça havalandırdı. "Davut! Çıkarırken bacaklarını havada tut! Camlar kumaşı parçalayabilir, bacakları havada olsun!" "Bekliyorum efendim. Merak etmeyin." Aldığı teyitle Nasya'nın başını kendi bedeni ile yavaşça kırık camdan dışarıya dikkatle çektiğinde Davut hızla Nasya'yı bacaklarından yakaladı ve havada tutarak bedenini tamamen dışarı çıkarmasına yardım etti. Pars sendeleyerek yere düşerken Nasya'yı kollarının arasında kırılacak bir eşya gibi sağlamca tuttu. "İyi misin?" Saçlarını yüzünden geri çekerken kanayan alnına çevirdi gözlerini. "Pa-Pars ben..." Nasya'nın kayan gözleri bilincinde kalan son kırıntıları taşırken kulaklarında dolanan güven dolu tınıyla sessizleşti. "İyisin, korkma. İyisin." Endişeli sesine rağmen verdiği güvenle hızla kollarının arasına aldığı küçük bedenle kalktı düştüğü yerden. "Araba!" Pars'ın bağırtısı ile Davut hızla yalıya doğru koşmaya başlamıştı. Pars öylece ayakta, kollarındaki kadının başını gövdesine yaslayışına izin verdi. Dudaklarını saçlarına bastırırken mırıltılı bir sakinlikle hafifçe salladığı bedenine eşlik eden fısıltısını bırakıyordu. "Şşş!" Sıcak nefes Nasya'nın alnında usulca dolandı. "De-defne..." diyebildi Nasya, acılı bir dil dolanmasıyla. "Ne?" Pars duyabilmek için kulağını dudağına doğru yaklaştırdı. Duyduğu minik nefesler dışında zar zor duyulan birkaç kelime Pars'ı beklemediği bir yerden yakaladı. "A-Ateş..." Ağırca yutkundu. Kaybetmekten korktuğu bu kadın, acılar içindeyken bile ona 'Ateş' diyordu. Bedenini saran kıskançlık ve öfkeyi dizginlemeye çalışarak şu an düşünmesi gereken şeyin bu olmadığına inandırmaya çalışıyordu kendini. "Ya-yalan. B-biz..." Pars'ın bilincinde ansızın anlaşılan sözler hızla başını geri çekmesine sebep oldu. Neden bahsettiğini anlayamıyordu, hala bu durumdayken, böyle acıyla kıvranırken bile kendine bunu ifade etmek için gösterdiği çaba kafa karışıklığına sebep oldu. "Kendini yorma, tamam mı? Her şeyi konuşuruz, konuşuruz güzelim." Dudaklarını yeniden Nasya'nın alnına bastırdı. Kenan'ın adımları nihayet şoktan kurtulan bedenini onlara doğru yaklaştırdı. " Kızım!" Elleri Nasya'nın saçlarında usulca gezinmek için havalandığında, Pars, korumacı bir hamleyle Nasya'yı geri çekti. Kollarındaki küçük beden, sanki sadece onun yanında güvendeydi. Sıktığı dişlerinin arasında öfkeli bir hırıltıyla fısıldadı Kenan'a doğru. "Ferrari öyle mi! İlk arabası bir Ferrari! " Pars'ın gözleri ateş saçarken Kenan'ın alnı kırıştı. "Ben sadece, en iyisi olsun istedim-" "Ölebilirdi! Burada değil başka bir yerde bu kazayı yapıp çok daha ağır yaralanabilirdi!" Azarlayıcı sesiyle Kenan gördüğü bu tavra bir anlam veremiyordu. "O benim kızım Pars! Böyle bir şey olacağını bilsem-" "Bilmen gerekirdi! Bilmen gerekir! Ona zararı dokunacak her ihtimali önceden bilmen gerekir! Altına bir bisiklet versen de aynı derecede sevinirdi! Derdi para değil! İsteği bir Ferrari mi sence! Bu arabalar en usta şoförleri bile yanıltır!" "Yeter!" Kenan'ın sıkkın sesi Pars'ı daha da öfkelendirdiğinde ona doğru büyük bir adım attı. "İhmalin neye sebep oldu bak!" Kollarındaki kadını gösterirken, sadece bakışlarıyla bile tüm öfkesini kustu. Arabanın içinden henüz çıkan Defne, korkulu adımlarını Nasya'ya doğru attığında titreyerek ağlamaya başlıyordu. "Benim yüzümden... Benim..." Ellerini saçlarının arasından geçirdiğinde öfkeyle çekiştirdi bakır rengi buklelerini. "Dikkati dağıldı, benim yüzümden. Ölecek mi? Ölecek mi?" Defne'nin kendi kendine girdiği tekrarı işiten Pars, öfkeyle başını Defne'ye doğru çevirdi. "Ne demek benim yüzümden! Ne yaptın Defne? Ona ne yaptın!" Öfkeli bağırtı etrafta onları izleyenlerin gözleri önünde kalabalık sokakta yankılandı. "Özür dilerim." Küçük bir kız çocuğu gibi yere dizlerinin üzerine çökerken pişmanlıkla fısıldadı. "Yalan söyledim. Sana yalan söyledim. O senin için ağlarken ben Ateş ile olduğunu düşünmeni sağladım. Ben, onu korumak için..." Defne'den işittiği her bir kelime ile bedenini öfke dalgası sarıyordu Pars'ın. Nasya'nın hala onun Nasya'sı olduğunu duyarken, bu zor günlerinde kollarındaki küçük bedenin yanında olamamanın pişmanlığı, onu koruyamamanın öfkesini artık dizginleyemiyordu. "Ne diyorsun lan sen!" Pars'ın öfkeli bağırtısı ile Kenan araya giriyordu. "Ne oluyor! Ne demek bu?" Defne'ye döndü gözleri. Defne, kan çanağı gözleri oturduğu yerden Pars'a döndü. "Sadece korudum. Onu senden korudum." "Seni buna pişman edeceğim! Duydun mu? Seni pişman edeceğim Defne!" Dişlerinin arasından çıkan son fısıltı ile Defne'nin içindeki pişmanlığa korku da eklenmişti. Pars'ın arabası Davut tarafından önüne kadar getirince, adımları aracın açık arka kapısına dönerken Kenan şaşkınlıkla bağırdı. "Nereye götürüyorsun lan kızımı?" "Hastaneye!" Pars'ın hırçın tepkisi aracın kapanan kapısının ardından duyulduğunda Davut hızla şoför koltuğuna geçti ve beklemeden uzaklaştılar mahalleden. Kenan korumalarına dönen bakışları ile "Geçin lan araca!" Verdiği emirle arabaya binen korumaların arasından hızla ilerledi ve onların araçlarına binerek Pars'ın aracının peşinden devam etti. Davut'un hızla sürdüğü araçta Nasya, Pars'ın kollarının arasında gözlerini zar zor araladı. Başındaki acıyla kesik bir inilti bırakırken, Pars gözlerini bir saniye bile ayırmadı acılı yüzden. Elleri usulca kanlı saçlarda gezinirken, fısıltı ile aralandı dudakları. "Biliyorum. Acıyor, biliyorum." Titrek nefesi Nasya'nın yüzüne yayıldığında genç kadın bakışlarını Pars'ın yüzünde gezdirdi. "P-Pars..." Kuru bir boğazdan çatlakça çıkan ses ile Pars, uzanıp Nasya'nın alnına bastırdı dudaklarını. Âşık olduğu kadının dudaklarından, adını duymayı ne denli özlediğini yeni yeni anımsarken, bunun son nidalar olmasından deli gibi korkuyordu. "Az kaldı, tamam mı? Çok az kaldı." Gözlerini yumup kollarındaki kadının kanla karışık kokusunu usulca çekti ciğerlerine. "Pars ben-" Kurmaya çalıştığı cümleler, Pars'ın geri çekilmesi ile kesildiğinde Nasya'nın kayan gözleri Parsı telaşlı bir bağırışa itti. "Davut!" "Yaklaştık efendim..." Orta yaşlı adamın titrek sesi araçta yayıldı. Pars'ın gözleri, bedenindeki korku ve telaş yüzünden dolarken, sesi titremeye başlıyordu. "Yarası çok derin! Çok derin! Elimi bastıracağım, canı daha çok acıyacak, yapamıyorum! " "Pars Bey sakin olmanız gerek." Davut'un sesi Pars tarafından duyulmuyordu bile. "Ona yardım edemiyorum. Acısını dindirmem gerek, benim bir şeyler yapmam gerek." Kendi kendine girdiği tekrar Davut'u gererken, trafiği sakinleşmeye başlayan ana yolda gidebileceği son hızla ilerlemeye çalışıyordu Davut. Pars, kollarındaki küçük bedeni içine almak istercesine sararken ne denli sıkıca tuttuğunun farkında bile değildi. "Nasya açman gerek gözlerini, güzelim açman gerek. Uyanık kalman gerek. Yalvarırım dinle, güzel gözlerini açık tutman gerek." Buğulanan gözleri ile ellerini Nasya'nın yüzünde nereye koyacağını şaşırıyordu. Yapacağı herhangi bir yanlış hareketin canını daha da yakacak olmasından deli gibi korkarken onun kapanan gözleri ile içindeki korku yeniden dirildi. "Daha gelmedik mi Davut? Siktiğimin hastanesine daha gelmedik mi?" Pars kollarında hafifçe kıpırdayan kadınla beraber dikkatini yeniden Nasya'ya çevirdi. Nasya'nın yüzünü kendi yüzüne bastırdı. Nasya'nın küçük ve titrek nefesleri, Pars'ın yüzüne çarpmaya başladı. "Duyuyor musun beni?" Titreyen sesi bir cevap alamazken devam etti. "Benim için dayan güzelim, çektiğin acıların bittiğini görmek istiyorum. Benim için dayan. Tam da ailene kavuşmuşken olmaz." Dolmuş, gözyaşlarını akıtmaya hazırlanan kızarık gözleriyle süzüyordu kadının yüzünü. Gözlerinden düşen ilk damla, Nasya'nın kanına karışmıştı. Kendi gözyaşının, Nasya'nın kanıyla beraber süzülüşünü izlerken dilinden itiraf üstüne itiraflar dökülüyordu. "Senin için geldim, o uçaktan senin için döndüm, bırakamazdım seni. Anlıyor musun? İstesem de bırakamazdım." Ağırca yutkundu. "Canımı çok yaksan da olmuyor, olmuyor güzelim. Beni, seni sevmekten hiçbir acı vazgeçiremiyor." Kendi yaşlarıyla ilgilenmek yerinde, Nasya'nın yüzünden ellerini çekmiyordu Pars. Ellerine karışan kan, bir yalan yüzünden ayrı kaldığı kadının kanıyken; tüm bu olanları bir kâbus gibi görmek istiyordu. Ama değildi, sevdiği kadını kendi kollarında kaybetmek üzere olduğu hissiyatının bilincindeydi. "Bunca yıl boyunca bir şeylere sahip olmayı benimsedim ben." Sıcak dudakları Nasya'nın alnına bastırıldığında gözünden bir damla yaş düştü, sevdiği kadının kanlı yüzüne. "Ama benim de sahibim sensin. Beni sensiz bırakamazsın." Kollarındaki hareketsiz bedeni dikkatle izliyordu. Dudaklarının arasından çıkan her titrek nefese şükrediyor, kıpırdadığını gördüğü her kirpik için içindeki umut ateşi yanıyordu. Yüzündeki yaşı yavaşça sildi ve uzanıp Nasya'nın dudaklarına titreyen dudaklarının ardından özlem dolu bir öpücük bıraktı. "Nasya..." Titreyen tok ses aracın içinde boşlukta asılı kalırken, bir cevap alamayacağını bilmesine rağmen, konuşmaya devam etti. "Dayanman gerek yavrum, dayanman gerek. Beni bırakamazsın, bırakamazsın." Nasya'yı kaybetmenin, ona ne olursa olsun aşkla bakan gözlerin bir daha açılamayacağı korkusu Pars'ın tüm gücünü emiyor gibiydi. Hastanenin acilinde acı bir fren sesiyle durduklarında hızla, duran arabanın arka kapıları açıldı. Girişteki sessizlik, Pars'ın acılı bağırışlarının yankıları ile bozguna uğradı. "Yardım edin! Biri̇ yardım etsin! Aracın içinden inerken kollarının arasında sıkıca kavradı. Boşalan beden, bir kukla gibi yeniden göğsüne çarptığında beklemeden, hastanenin açık 'Acil' kapılarından içeriye koşmaya başlıyordu. "Kimse yok mu?" Bağırtısı ile ona doğru koşan hemşireler ve yanlarında sürükledikleri sedye sertçe Pars'ın önünde durduğunda, büyük bir dikkatle vedalaştı kollarının arasındaki kadınla. Boşalan kollarını indirdiğinde, gözyaşlarını, acıyla bakan gözlerini gizleyecek takati bulamıyordu kendinde. Tüm benliğinde sadece korku hâkimdi. Sedyeye bırakılan bedendeki iki yana salınan kollar; bu genç kızın bilincinin hepten yittiğinin kanıtı gibiyken Pars, bedeninde yayılan korku ile bakışlarını hemşirelere çevirdi. "Neyi var? Nasıl oldu?" Hızla müdahale odasına sürülen sedyeyle beraber Pars'ı da peşlerinden koşmaya zorlayan hemşire, deli gibi titreyen bu adamdan şok içinde birkaç cevap alıyordu. "Kafasını, kafasını vurdu. Araba kazası, arabaya vurdu." Dili dolanırken bakışlarını bir saniye bile Nasya'nın üzerinden ayırmayan Katipoğlu, buğulanan gözleri ile bir bağırış daha bıraktı boğazından dışarıya. "Çok kan kaybetti! Çok kan!" Sözleri hemşireler tarafından duyulmazken hissettiği korkunun da onlar tarafından görülmediğini fark ediyordu. Nasya hemşireler tarafından müdahale odasına alınarak üzerine kapılar kapandığında, öylece gözlerinin önünden kayboluyordu. Geriye doğru attığı birkaç adımla sırtı soğuk duvarla bütünleşirken, sağında ve solunda ona hayretle bakan insanları göremeyecek kadar bitik bir haldeydi. Bu büyük hastanede, Pars Katipoğlu'nu böyle çaresiz bir şekilde kanlar içinde gören herkes; telefonlarına sarılıp birkaç gizli fotoğraf çekmeyi kendilerine vazife bilirken Pars ayakta durmaya zorlandı. Bacakları usulca kaydı ve sırtının duvarı yalayarak yere inişine izin verdiğinde hastanenin zeminine çöktü. Kendine doğru çektiği bacaklarına yasladığı ellerinin arasına aldığı başı ile kendini zihnindeki ihtimallerin içine teslim etti. Yanaklarından süzülen her bir yaş çenesinde toplanırken düşündü Pars, Nasya'nın kendisi yüzünden akıttığı yaşları düşündü. Bir yalan yüzünden onu üzdüğü her bir anın, kırdığı kalbinin pişmanlığı büyüyordu içinde. Begüm'ün yanında gösterdiği soğukluk, karşısına Deniz ile çıkışı, kendisine acıyla dolu bir beklentiyle bakan kadına sunduğu iğrendirici ifade... Onu üzdüğü her bir an içinde büyüyor, azap olarak geri dönüyordu. Bir yalana inanıyordu o zaman, kendisi de bilmiyordu gerçekleri ama ona bunu inandıranlara, yaşatanlara karşı içinde duyduğu öfkenin sesini şimdilik dindirmeye çalışıyordu. Aksi halde içinde zorlukla da olsa bastırdığı öfkeyi susturamazsa, sonuçlarını kontrol edemezdi. Nasya'yı kanlar içinde gördüğünden beri biliyordu ki Nasya'yı kaybederse kendini de kaybederdi. Çünkü ölüm, uzaktan izlemek gibi değildi. Nasya'ya ne kadar öfke duyarsa duysun, onsuzluğun kendisini üzmesine izin verirse versin; bir yerlerde nefes aldığını, mutlu olduğunu, ailesini bulduğunu biliyordu Pars. Ama şimdi; tüm benliğini aşkıyla saran genç kadını tamamen kaybetmeyi, özlemi ve yokluğuyla baş başa kalma ihtimalinin korkusunu yaşıyordu. "Lütfen..." dedi kısık bir fısıltı ile "Lütfen gitme." Sivri burnundan kucağına akan sıcak bir gözyaşı kanla kaplı gömleğinde yer edindi. Kenan Sipahi, acilin kapısında içeriye doğru ilerlerken adamlar çoktan hemşirelerin olduğu koridora dalmıştı bile. Çaresizce ve bedeninde yayılan adrenalinle nereye bakacağını bile bilmeyen bir ifade ile süzdü geniş girişi. İnsanların oturdukları bekleme koltuklarından kendisine dönen meraklı gözlerini göremeyecek kadar korkuyla doluydu beyninin içi. "Burada!" Korumalardan biri aralanan kapıdan gördüğü Nasya ile koridoru sesiyle doldurduğunda Kenan, beklemeden aralıklı kapıya doğru koştu. Adımları aldığı derin soluklarla kapının dışında durduğunda Nasya'nın sedyeden aşağıya sarkan kolları ile kendinde olmadığını görebiliyordu. Hemşirelerin açık yaraya yaptığı müdahaleyi dolan gözleri ile izlerken uzanıp geri ittiği kapı ile içeriye titrek bir adım attı. "Kızım..." Dudaklarından ürkekçe dökülen kelime, hemşirelere onun varlığını fark ettirdi. "Dışarı çıkın. Burada olamazsınız." Üzerine gelen hemşire onu önüne doğru uzattığı kolu ile dışarıya doğru ittirmesine neden olduğunda Kenan öfkeyle çekti bedenini saran ellerden. "Hiçbir yere çıkmıyorum! Kızım o benim! Benim Kızım!" Kenan'ın bağırtısı ile Nasya'nın başında telaşla müdahale eden doktor, sert bakışlarını Kenan'a çevirdi. "Öyleyse izin verin de elimizden geleni yapalım, çıkın dışarıya beyefendi! Tribün değil burası!" "Ne diyorsun lan sen!" Korumalardan biri öfkeyle doktora doğru atıldığında Kenan hızla yakasından yakaladığı adamı geri çekti. "Çık lan dışarı!" Azarlayıcı sesiyle koruma girdiği boşluktan geriye çıktı. Kenan'ın gözleri kızının üzerinde gezindiğinde." Bir şey olmasın. Ona bir şey olmasın." Yaptığı gizli tehditle istemeyerek de olsa odadan çıkış yapıyordu. Arkasından sertçe kapanan kapı ile bir adım sağa attı ve sırtını duvara sertçe geçirdiğinde, kırılan bacakları ile olduğu yere çöküyordu. Bakışları karşısında kızaran gözlerle onu kayıtsızca izleyen genç adama döndüğünde Pars'ın küçük bir çocuk gibi korkulu gözlerini üzerinde gezdirdiğini görüyordu. Kızına bir şey olmasından endişe eden sadece kendi değildi. "Efendim!" Sıtkı hızla gelip Kenan'ın yanına çöktüğünde korkuyla patronunu süzdü. "Bir şey olmayacak. İnanın bana, olmayacak. Kendinizi bırakamazsınız." Yaptığı telkinle Kenan'ın yanaklarında incece akan yaşlar yanaklarındaki çizgileri doldurdu. Bakışları karşısındaki duvara sırtını yaslayan Pars'ın üzerinde gezinirken dudaklarının arasından pişmanlık dolu birkaç fısıltı bıraktı Sıtkı'ya doğru. "Pars haklıydı, bunu nasıl düşünemem! "Sıktığı çenesi dişlerinden çıkan gıcırtılı bir sese neden oldu. "Böyle bir araba fazlaydı. Bu fazlaydı." Avuçlarının arasında sıktığı başıyla kendine yönlendirdiği öfkesi sessizleşerek içine gömüldü. "Yapmayın ne olur, siz sadece mutlu olsun istediniz." Sıtkı'nın sözleri Kenan Sipahi tarafın duyulamazken yineleme gereği duymadan ağırca ayağa kalktı ve patronunun bir adım yanında girdiği koruyucu tavırla yerini aldı. Bakışları yerde çaresizlikle oturan Kenan'a döndüğünde, dudaklarının arasından verdiği sıkkın bir nefesle yetindi. Davut'un adımları hastanenin koridorunda nefes nefese dolu sesiyle beraber duyulduğunda Pars'ın hastane zemininde öylece oturduğunu görüyordu. Kenan Sipahi'ye dönen gözleri ile onun ileride bir telefon konuşması yaptığını fark etti. Bakışları yeniden patronuna döndüğünde, onun gömüldüğü sis bulutunun ardından karşısındaki odanın kapısına kilitlenen gözlerini gördü. Pars; kapıdan gelecek her iyi haber için, Nasya'yı yeniden görmek ve artık iyi olduğunu hissetmek için büyük bir dikkatle izliyordu dev kapıyı. Ağlaması dinmiş, içine ara ara büyük nefesler çekerken gözünü başka hiçbir yere kaydırmıyordu. Artık, Nasya için kaybedecek bir dakikası bile yoktu. Davut'un gözleri kapsısında 'Acil Müdahale' yazan kapı ve patronu arasında gezindiğinde sıkkın bir nefesle beraber Pars Katipoğlu'na doğru ilerledi ve ağırca çöktü dizlerinin üzerine. Patronunun yanına çöktüğünde, tereddütle elini omuzuna doğru uzatıp dikkatini kendine çevirmek istedi. "Efendim. Bizi çok korkuttunuz." Sesindeki merak Pars tarafından duyulmazken, dokunduğu omzun sertçe ellerinden geri çekilişi ile hızla toparladı kendini. "Bana Kuzgun'u çağır." Pars'ın kuruyan dudaklarının birbirinden zar zor ayrılmasıyla dökülen bu birkaç kelime, Davut'u sert bir yutkunuşa itti. "T-tabi efendim, nasıl isterseniz." Hızla dizlerinin üzerine oturduğu zeminden havalandığında bakışlarını hastaneden içeri giren korumalara çevirdi. Onlar buradayken rahatça Pars'ı yalnız bırakabileceğini biliyordu. İçeri giren adamlara Pars'ın yanına gelmelerini başıyla işaret ettiğinde, isteği bekletilmeden yerine getirildi. Bakışları bir kez daha Parsın donuk ifadesine döndüğünde sıkkın bir nefesle yanlarından uzaklaşarak ceketinin iç cebindeki telefonu çıkararak hastanenin çıkışına doğru ilerledi. Kuzgun'un numarasını rehberde hızla bulup tıkladığında kulağına yasladığı telefonla bir süre çalışını dinlediği telefon sonunda açılmıştı. "Davut." Kuzgun'un meraklı sesi kulaklarında dolandığında aceleyle konuya girdi. "Pars Bey seni görmek istiyor." Dişlerinin arasından bıraktığı birkaç kelime ile bu çocuğu içten içe kıskandığını kendine bile itiraf edemiyordu. "Sorun ne?" dedi Kuzgun sesi hala aynı tonlamada çıkarken çoktan ayaklandığını kesikleşen nefesinden anlıyordu Davut. "İyi değil. Sorun ne bilmiyorum. Sorun bir değil, iki değil Kuzgun. Sorun ne bilmiyorum, tek bir sorun yok ki. Gel işte, seni istiyor." Sözleri kapanan telefonla sonlandığında Kuzgun'un açıklama yapma gereği bile duymadan kapattığı telefon Davut'tan sıkkın bir homurtu alıyordu. Kuzgun 'un diğer adamlarından tek farkı, emirleri direkt Pars'tan alıyor olmasıydı. Davut onun için bir anlam ifade etmiyordu, Pars dışında hiç kimse Kuzgun için bir anlam ifade etmiyordu. Pars'ın gizli silahıydı Kuzgun, arka odalarda sakladığı askeriydi. Davut ve diğerleri pis işlerini yapmak için vardı ama Kuzgun; Pars'ın beyniydi, psikoloğuydu, dostuydu. Aklından geçenleri onayına sunduğu kişiydi. Vereceği kararlar hayatları karartacak kadar korkunçsa ve içindeki nefret hiçbir yere sığmayacak kadar dehşet bir hal alırsa Kuzgun'u çağırırdı. Tam da bu akşam olduğu gibi... Kuzgun'a güvenirdi Pars, Kuzgun'a herkesten çok güvenirdi. Kuzgun ihanet etmezdi, Kuzgun sırtından vurmazdı, Kuzgun'un eline bir silah ve bir mermi verilse ve aynı odadan sağ çıkacak tek bir kişi seçmesi istense, kendi kafasına sıkardı Kuzgun. Kuzgun bu güveni öyle kolay kazanmamıştı ama Pars'ın hayatının değişmeyen parçalarından biri olmak aldığı ödül oluyordu. Onu, babasının bile ulaşamayacağı bir yerde tutuyordu. Varlığını bilen birkaç kişi dışında Kuzgun'u çevresinde gören kimse olmazdı. Çünkü bilirdi Katipoğlu çevresinde görünen herkesin sadakati düşmanları tarafından sınanırdı.
♟ Müdahale odasının kapıları hızla açıldığında içeriden çıkan doktor, kapıda bekleyen Kenan Sipahi'ye doğru çevirdi yüzünü. "Babası sizsiniz değil mi?" Pars'ın bakışları önüne düşen başından doktora döndüğünde gözleri önlüğündeki kanlarda gezinirken ağırca kalktı oturduğu yerden. Titreyen bacakları birbiri ardına doktora yaklaşırken Kenan'ın korkulu yüzü doktorun yüzünde sabitlendi. "Be-benim." dedi titrek sesiyle. "Kızınız hayati tehlikeyi atlattı fakat çok kan kaybetmiş. Ameliyatsız bir şekilde yarayı kontrol altına aldık fakat." Sustu. "Fakat ne?" Pars sabırsız bir öfkeyle verilen taksit taksit bilgiye gösterdiği tepkiyle, doktoru daha hızlı konuşmaya zorladı. "Yoğun bakımda tutmak istiyorum, bilinç yerine kendi kendine gelene kadar müşahede altında tutmam gerek. Uzun süren bir şuur kaybı yaşandığı için destek üniteleri ile hastanın fonksiyonlarının düzenli devam etmesi yapılacak olan en doğru şey olur." Bakışları Pars'ın yüzüne dönen doktor sanki açıklamayı ona yapıyor gibi devam etti." Çok uzun süreceğini sanmam lakin yoğun bakım süreleri, beyin hasarının ciddiyetiyle orantılıdır. Ben basıncı azalttım, yarayı kapattım. Gerisi hastamızın iradesine bağlı." Pars bir adım geriye doğru attığında duyduğu şeyle etrafının döndüğünü hissediyordu. Geçen saatlerin ardından aldığı bu haberle bedeni neredeyse oracığa kendini salacakken bir kol hızla arkadan yaklaştı ve onu omuzundan tuttu. "Yardım edeyim." Kuzgun'un sesiyle bakışlarını omuzunun üstünden arkaya çevirdi. Aldığı sert bir solukla kendini toparladığında gözleri Kenan'a döndü. Onun çaresizlikle doktorla yaptığı konuşmayı daha fazla dinlemek istemediğini biliyordu. Nasya'sı iyiydi ve inanıyordu ki er ya da geç açacaktı iri siyahlarını. Yine öfke ile bakacak olsa da gözlerindeki aşkı saklayamayacaktı Pars'a karşı. Pars, şu an sadece buna inanmak istiyordu. Nasya'nın en azından hayati tehlikeyi atlattığını bilmenin verdiği rahatlamayla yönünü hastanenin girişine çevirdiğinde dişlerinin arasından fısıltıyla konuştu. "Takip et beni." Sesi sadece Kuzgun'un duyabileceği bir tınıyla yükselirken aradaki mesafeyi açtı ve arkasından gelen korumaları eliyle durdurarak acilin kapılarından çıktı. Kuzgun'un adımları ceplerine sokuşturduğu elleriyle dalgın dalgın Pars'ın peşinden ilerlerken onun ne kadar kötü durumda olduğunu saniyeler içinde anlamıştı. Bu genç adamın yolu Pars'la kabul ettiği bir psikolog randevusunda kesişmişti. Pars, beyninin içindeki felaketleri susturmanın yollarını ararken Kuzgun'u bulmuştu. Kuzgun'u, yani "Talha Yıldırım'ı"... Ona kuzgun adını Pars koymuştu, bir nevi kod adı gibiydi. Kimsenin ona kolay kolay ulaşamaması için izlediği yöntemlerden sadece biriydi bu. Kuzgunu koruyordu çünkü kafasının içinde dönen her şeyi bilen tek yaşayan insandı Kuzgun. Pars'ın şiddete olan meylini şekillendirmesine yardım eden, beynini boşaltmasına olanak sağlayan kişiydi. İçindeki Nefreti dizginleyebilen tek kişiydi Psikolog Talha Yıldırım.
♟ Begüm'ün uykusunu bölen zil sesi, zar zor araladığı gözleri ile komodinin üzerindeki lambaderi yakmasına neden oldu. Uzanıp el yordamıyla bulduğu telefonu, yeniden kapanan uykulu gözlerle cevapladı. "Efendim?" Kulağındaki telefonda babasının fısıltılı sesini duyması ile gözleri aniden açıldı. "Nasya, kaza yaptı." Kenan'ın titrek sesi ile Begüm bir çırpıda toparlandı yatakta. "N-ne kazası, daha birkaç saat önce konuştum onunla, gayet iyiydi." Ayılamamanın verdiği kafa karışıklığı ile olan biteni sorguluyordu. "Akşamüzeri eve dönerken, bir kaza yaptı. Yoğun bakıma aldılar, uyutuluyor fakat ben ne yapacağımı bilmiyorum. Yani sen hastayken hep Çiğdem ilgilenirdi, şimdi ne yapmam gerek bil-bilmiyorum." Begüm ayaklarını yataktan aşağıya salarken üzerindeki pikeyi yavaşça geri çekti ve ayaklarını yerdeki yumuşak halıya yaslayarak yataktan kalktı. "Sakin ol baba. Durumu hakkında bir şey söylediler mi?" "Hayati tehlikesi yok dendi, herhangi bir sorun oluşmasın diye uykuda tutuyorlar." Kenan'ın sesini ilk kez böyle evhamlı duyan Begüm kendisinin sakin kalması gerektiğini biliyordu. "Dinle beni. Merak etme, hayati tehlike yoksa bu yaptıkları en doğrusu, emin ol. Merak etme, bak şimdi hava alanına geçiyorum, ilk uçakla oradayım tamam mı?" Attığı adımlar kıyafetlerini üzerine çıkarttığı pufa doğru döndü. "Evet, o iyi. Emniyet kemeri takılı olsa hiçbir problem olmayacakmış fakat..." Sustu. "Endişelenme, iki saate orada olacağım tamam mı? Ama sen de topla kendini. Sesin pek de iyi gelmiyor." Babası için duyduğu endişeyi bastıran dürtü Nasya için duyduğu endişe olsa da Kenan'ı daha da germemek için ayrıntıları atlıyordu. "Beni merak etme, kendine dikkat et, tamam mı? Gelirken dikkatli ol Kızım." Kenan'ın titrek ve uyarıcı sesiyle Begüm uykulu bir gülümseme eşliğinde mırıldandı. "Beni merak etme baba. Şimdi kapatıyorum, çıkmam gerek." Bir cevap beklemeden kapattığı telefonla, üzerindeki pijamalardan kurtuldu ve sabahki kıyafetlerini aceleyle giyindi. Telefonunu kapı kulpunda asılı olan çantasına atarak vakit kaybetmeden evin çıkışına doğru ilerledi. Ayakkabılarını ayaklarına geçirmesi ile açtığı kapıdan dışarıya bıraktı kendini. "Biri beni hava alanına bıraksın, bir kaza da ben yapmayayım şimdi. Önümü göremiyorum." Akşamdan kalmışlığı ve uyku sersemliği ile bahçede bekleyen korumalara doğru seslendiğinde adamlardan ikisi hızla çalıştırdıkları araba ile ona arka kapıyı açtı. Begüm'ün bedeni serin koltuğa yerleştiğinde araç yavaşça hareket etti ve Begüm'ü bağ evinden uzaklaştırdı. "Saat kaç?" dedi içten gelen bir esneyişle. "Dört buçuk efendim." "Güzel. Muhtemelen saat başında bir uçak vardır. Biraz acele edin." Uyarıcı sesi ile konuştuktan sonra aniden uyanmamın getirdiği baş ağrısını durdurmak için başını koltukta geri yasladı. İçindeki korkuları ayılan beyniyle keskinlik kazandığında Nasya'nın şu an ne durumda olduğunu bir kez daha anımsadı. Hayati tehlike yoktu fakat uyutuyorlarsa işler kötüye gitmeye gayet müsaitti. İçindeki kasvet ile uzanıp aracın camlarını açtı, saçlarını savuran rüzgârı ciğerlerini yakma pahasına içine çekti. "Geliyorum ikiz. Hiç gitmemem gerekirdi, özür dilerim." Sızlayan genzi ile gözlerini sakince yumdu. |
0% |