Yeni Üyelik
21.
Bölüm

Bölüm 21 / Benim Mucizem

@nurdogru26

 

Bölüm 21/ Benim Mucizem
Bölüm Şarkısı / Seden Gürel - Sebebim aşk

 

Defne'nin bakışları kol saatine döndüğünde saatin çoktan gece yarısını geçtiğini görüyordu. Ciğerlerine çektiği yorgun nefesle, hastanenin ilaç kokusu içine dolarken bakışları ilerideki yoğun bakım ünitesine döndü.

Kapısının önündeki koltuklar Nasya'nın yeni ailesinin bireyleri ile doluyken kendini yapayalnız hissediyordu. En başından beri sadece ikisi varken şimdi onlar da vardı. Bir yanda onlar ve diğer yanda Defne...

Bakışları sandalyede çaresizce uyuklayan Gülsüm'e döndüğünde bu kadının günlerdir perişan halde burada beklediğini biliyordu. Arada yaptığı birkaç telefon konuşması haricinde sadece karnını doyurmak ve biraz hava almak için ayrılıyordu yoğun bakımın kapısından.

Gözleri Kenan Sipahi'ye döndüğünde onun ayakta dikeldiğini, çaresizce yoğun bakımın şeffaf camlarını izlediğini görebiliyordu. Kenan'ın da günlerdir ne kadar tükendiğini biliyordu. Gün içinde birkaç saatliğine ayrılıyordu hastaneden fakat muhtemelen işlerini halleder halletmez yeniden geri geliyordu.

Tam dört gündür bilfiil Nasya'nın yanından bir saniye bile ayrılmayan bu insanlar yüzünden kardeşim dediği kızı gönül rahatlığı ile görmeye bile yaklaşamıyordu.

Kenan'ın yorgun bakışları sandalyede yalpalayan Gülsüm'e döndüğünde sıkkın bir nefesle ona doğru birkaç adım attı, Gülsüm'ün uyuklayan bedenini omuzuna yavaşça dokunarak kendine çevirdi. "Gülsüm...''

Kenan'ın fısıltılı sesiyle irkilerek kendine gelen Gülsüm, uyku sersemliğiyle yüzünü Kenan'a çevirdi. ''Uyandı mı?''

Heyecanlı ses, Kenan'dan üzgün bir baş sallama aldı. ''Hayır, ama burada böyle daha ne kadar bekleyeceksin. Günlerdir uyumadın Gülsüm. Kendine geldiğinde seni böyle görmesini istemezsin.''

''İyiyim ben, dayanıyorum işte.'' Gözlerini Kenan'ın yüzünden kaçırdığında Begüm'ün yan sandalyedeki bedeninden uykulu bir fısıltı duyuldu.

"Ben buradayım. Eğer bir gelişme olursa size haber veririm, ikinizde günlerdir buradasınız. Gidip biraz dinlenin.'' Bakışları babasına döndüğünde gözleri ile Gülsüm'ü gösterdi. ''Gülsüm Hanım'ı evine bırak, sen de birkaç saat uyu en azından baba. Sabah yeniden gelirsiniz. Değişen bir şey olmayacak. Burada bekleseniz de bir faydası yok.''

Begüm'üm yumuşak fısıltısı, Gülsüm'den itiraz dolu bir cevap alıyordu. ''Kızımı bırakmayacağım. Ya ben gittiğimde uyanırsa, ya beni sorarsa...''

Gülsüm'ün titreyen sesi Begüm'ün sırtına bıraktığı şefkat dolu dokunuşu ile bölündü. ''Bir şey olursa ilk size haber vereceğim söz veriyorum. Fakat unutmayın ki siz güçlü olursanız o da güçlü olur."

''Fakat...''

''Fakatı aması yok. Üstelik evde sizi bekleyen küçük bir kız var. Onu da düşünmeniz gerek. Günlerdir telefonda sizi istediği için ağlıyor, en azından gidip bir sorun olmadığını anlatmış olursunuz. Bana güvenmiyorsunuz biliyorum ama...''

''Sana güvenmiyor değilim, sadece...'' Gülsüm'ün susuşu bu kızı suçlayışlarının karşılığında gördüğü bu merhametli tavırdan dolayı duyduğu utanmaydı.

''Önemi yok Gülsüm Hanım. Nasya benim kardeşim ve ben buradayım. Eminim idare edebilirim.'' Begüm'ün yüzündeki yumuşak gülümseme ile Kenan Gülsüm'ü yavaşça sırtından tuttu ve ayağa kaldırdı.

''Hadi, sabah yeniden geliriz.'' Bakışları Gülsüm'ün iri gözlerine döndüğünde ondan istemsizce de olsa bir onay alıyordu.

"Lütfen Begüm, telefonum yanımda, en ufak bir değişiklik olursa..."

"Size haber vereceğim. Söz." dedi yumuşak bir sesle.

Gülsüm, gitmeden önce son kez bakışlarını yoğun bakımın camlarına çevirdiğinde kızını öylece hareketsizce yatarken görüyordu. Kaybettiğine inandığı evladına kavuşmuşken onu bu halde görmek, gözlerini açmasını beklemek bir azap gibi geliyordu.

Gözleri, yoğun bakımın camına yaslı bedene döndüğünde, bu genç adamın yemek yemek için bile burada ayrılmadığını biliyordu. Pars için de ön yargıda bulunmuştu fakat şimdi, kızı için nasıl çırpındığını görebiliyordu. Pars'ın üzerindeki kanlı giysileri ve bedenindeki bitkinlikle sanki yoğun bakım ünitesinin önünde cansız bir obje gibi hareketsiz duruşunu izledi bir süre.

"Hadi." Kenan'ın uyarısı ile artık gitmesi gerektiğini biliyordu. Biraz dinlenmek ona da iyi gelecekti. Üstelik Begüm haklıydı, Dicle evdeydi ve günlerdir annesini görebilmek için bakıcıya sorun çıkarıp duruyordu. Nasya'nın bu durumda oluşu Dicle'yi görmezden gelmesine neden olsa da küçük kızının da ne durumda olduğunu merak ediyordu.

Adımları, yorgun bedenini elleri ile omuzlarını saran Kenan'a yaslamasıyla hastane koridoruna döndü. Bakışları, koridorun uzak noktasında onları izleyen Defne'de gezindi bir süre fakat durup tek kelime edecek gücü olmadığı için beklemeden ilerledi.

Defne, Nasya'yı bir kez olsun uzaktan görebilmek umuduyla günlerdir bu koridorun ucunda yoğun bakımın sakinleşmesini beklemiş fakat Pars'ın gitmeye niyeti olmadığını anlaması ile içindeki umudu da kaybetmişti.

Pars'ın karşısına çıkacak cesaretinin olmaması, onu Nasya'ya uzaktan bakmaya mecbur bıraktığında içindeki pişmanlıkla arkadaşı ile arasında geçen son konuşmaları anımsıyordu. Nasya'nın arabada ağlaya ağlaya ona yakarışını bir an olsun hafızasından silemezken yaptığı şeyin doğurduğu sonuçlarla pişmanlıkla kıvranıyordu.

Dalgın düşünceleri çalan telefonu ile bölünürken dolan gözlerindeki buğuyu da içine çektiği derin nefesle uzaklaştırdı yüzünden. Sabahın dördünde onu arayan kim olabilirdi ki? Kim?

Cebindeki telefonu çıkardığında ekrandaki isimle aklı iyice karıştı. İş yerinin üst katında oturan Seher Hanım -ki kendisi bu saatte ölüm uykusunda olmalıydı- onu mu arıyordu? Üstelik bu saatte? Cevapladığı telefonu kulağına yasladığında ahizeden yayılan siren sesleri ile hızla arkasını yoğun bakıma döndü ve panikle fısıldadı. "Seher abla?"

Arkadan gelen bağırış sesleri ve itfaiye sirenlerinin tiz bağırışı ile yaşlı kadının kesik sesi kulaklarında belli belirsiz dolandı. "Yanıyor!" dedi ağıt yakarcasına bir feryatla. "Kızım iş yerin yanıyor. Tüm binayı sardı. Defne'm gitti, her şey gitti!"

Ağlayan kadının bağırışı ile sokaktaki kalabalığın şaşkın çığlıkları eşliğinde olayın vahimliğini kavrayan Defne panikle bağırdı. "Ne diyorsun Seher abla, ne yangını? Ne diyorsun?" Bedeninde yayılan adrenalin ile kalbi deli gibi atarken Seher Hanım'ın torunu telefonu eline aldı.

"Kundaklamaydı! Gördüm. Balkondaydım ben, ben sigara içmek için çıktım, uyumamıştım. Bilgisayar oyunu oynuyordum ama gördüm. Siyah bir araba durdu binanın önünde, gördüm!" Ağlayan genç adam olayın travması ile anlatmaya devam etti. "Siyah bir Passat, camlardan içeriye bir şey fırlattı, o kadar hızlı oldu ki... Bir anda sardı etrafı ateş, ben anneannemi zor çıkardım. Her şey gitti, gitti... Çok fena oldu, burayı görmen ger-"

Yarıda kesilen konuşma, Defne'nin kulağından çekilen telefonla yarıda kesildiğinde yüzündeki yaşlarla bakışlarını telefonunu çekip alan adama çevirdi başını.

Pars Katipoğlu'na.

Gözlerinin karalarındaki kızıl ateş, yorgun gözaltlarına rağmen keskinliğinden hiçbir şey kaybetmemiş, nefretinin gücü bir gölge gibi Defne'nin üzerine çökmüştü. "Bak sen şu aksiliğe." Dişlerinin arasında çiğnediği kindar fısıltı ile elindeki telefonu sertçe geçirdi hastane koridoruna.

Parçalara ayrılan telefon ile Defne korku ile birkaç adım geri çekildiğinde, Pars'ın onu acıyarak süzüşünü izledi. "Sen yaptın." dedi titrek sesine şimdi ağlayışları eklendiğinde. "Sen yaptın." Kendi kendine gördüğü bir sanrının içinde hapsolmuş gibi salladı başını iki yanına. "O iş yeri benim her şeyimdi, bütün emeğim, tüm çabamdı orası. Ellerimle kazıya kazıya çalıştığım her şeydi. Neden?!"

Defne'nin gözlerinden sicim gibi akan yaşlara iğrentiyle bakan Pars'ın gözleri, kol saatine döndü. Yüzünde bıkkın bir ifade birkaç saniye yer ettiğinde gözleri yeniden Defne'nin üzerine döndü. "Son altmış saniye..." dedi sakin bir yorgunlukla.

"Ne altmış saniyesi, ne diyorsun?" Defne yanaklarındaki yaşları silerken Pars'ın bakışları koridorun ucundaki dış cephe camlarına döndü. Manzarası hastanenin otoparkı olan camlarda gezinen gözleri ile bir süre bekledi. Akan saniyeler boyunca bekledi. "Ne yapıyorsun?" Defne'nin titrek sesi ile tüm koridoru inleten bir patlama, otoparktaki parlak ışığın fişeğini çekmişti.

Hemşireler uyku odalarından camlara koşarken otoparkta zarar gören araçların alarmları çalmaya başladı. Kapalı camlar birer birer doktorlar tarafından açıldığında şimdi dışarıdaki paniğin sesi koridor boyunca yankılanıyordu. "Araba patladı!" dedi bir hemşire panikle. "Otoparkta bir araba havaya uçtu resmen."

Neredeyse heyecandan bayılacak gibiyken Pars, bakışlarını Defne'ye çevirdi. "Eğer ölürse, senin yüzünden ölürse kaybettiğin tek şey bunlar olmayacak. Seni bundan sonraki sefil hayatında çırpınırken izleyemeyecek kadar meşgulüm ama yemin ederim her ayaklanmaya çalıştığında bacaklarına bir tekme indireceğim. Tam başardığını düşüneceksin, yeniden toparlandığına inanacaksın; bir tekme daha! Yaşadığım müddetçe senin her daim sürünüyor olduğundan emin olacağım. Öyle ki bir gün kendini öldürmek isteyeceksin. Bu çaresizlikle kafana sıkmak isteyeceksin."

Pars'ın Defne'ye doğru attığı adımlar, genç kızın korkuyla geri gitmesine neden olduğunda sırtını duvara yaslayana kadar sıkıştırdı onu köşeye. Üzerine doğru eğildiğinde kendine ağlayarak bakan ela gözlerde nefretle gezdirdi bakışlarını.

"Seni ellerimle öldürebilirim ama yapmayacağım. Çünkü her şeye rağmen seni sevdiğini biliyorum. Onu üzecek hiçbir şey yapmayacağım, seni öldürmeyeceğim Defne ama ölüme giden yolları zevkle sereceğim önüne. Beni ondan ayırdığın her bir saniyenin hesabını vereceksin. Çekeceğin ıstırabı düşününce, yemin ederim Defne; ölüm senin için kurtuluş olacak."

Defne, bulduğu boşluktan sıyrılarak hızla koşmaya başladığında nefesler birbirine karışırken korku ile uzaklaşmaya devam etti hastaneden. Koşan adımları sessiz hastanede inlerken kendini hastanenin kapılarında dışarıya attı. Bakışları ilerideki otoparkta cayır cayır yanan arabasına döndüğünde ağlayarak yere çöküyordu.

Sahip olduğu her şey öylece küllere dönüşürken kulaklarına dolan itfaiye sesleri ile bir sinir krizinin içine çekildi. "Allah'ın belası!" Boğazı yırtılırcasına bağırdığı sırada bacaklarını yumruklayan elleri ile devam etti. "Geber Allah'ın belası! Mahvettin beni! Bitirdin beni! Allah belanı versin! Allah senin de belanı versin, o orospunun da belasını versin! Bitirdiniz beni!"

Hemşireler bağırışlarla yanına geldiğinde yere çöküp kendini yumruklayan genç kadını sakinleştirmeye çalıştılar ama mümkün görünmüyordu. "Biri bir sakinleştirici getirsin. Kendine zarar verecek." Genç stajyerin bağırışı ile içlerinden biri hızla hastaneye geri dönüyordu. Defne ise takati kesilene kadar bağırıyordu. "Nasya! Allah belanı versin! Allah ikinizin de belasını versin! Bitti! Hayatım bitti!"

"Hanımefendi sakin olun!"

"Her şey bitti!" Bedeninin boşalması ile sıktığı bedeni ansızın salınıyordu beton zemine. Tüm hayatı saniyeler içinde ellerinden çekip alınırken ölse daha az acı çekeceğini düşünerek kapattı bilincini.

 

PARS


Bakışlarım önümdeki camın ardında hareketsizce uyuyan kadında gezindi. Kokusunu içime doldurmak istediğim güzel saçları yastığın üzerine saçılmış, ağzındaki maskeden küçük bedenine giren oksijen göğüs kafesini hızla indirip kaldırırken, kalbimin ortasında duran can sıkıntısıyla öylece onu izliyordum.

Kaç gün olmuştu bilmiyorum. Saymıyorum. Sadece bekliyorum. Uyanmasını bekliyorum, bana dönmesini, geri gelmesini... Güzel gözleriyle yeniden bana bakmasını, narin sesinden adımı duymayı...

"Pars Bey..." Davut'un sesi uykusuz bedenimde boğuk bir sanrı gibi dolandı. "Efendim, sizin için bir oda ayarlattım. Birkaç saat dinlenseniz." Evhamlı tonlama ile başımı omuzumun üzerinden geri çevirmeden hemen önce yorgun bir nefes çektim içime.

Gözlerim yoğun bakımın koridorunda gezindiğinde, saatler önce burada olan kalabalığın yerinde yeller esiyordu. İnsanlar sanki kıyamet sonrası bir yalnızlıkla beni baş başa bırakmışlar.

"Efendim?" Davut'un seslenişiyle bulanık görüşümü yüzüne çevirdim. "Uykum yok." kuruyan dudaklarım konuşurken sızladı.

"Efendim dört gün oldu. Burada böyle uykusuz nereye kadar duracaksınız. Bakın, bir saat uyusanız yeter. Bir gelişme olursa size haber vereceğim. Söz veriyorum." Kaşları çatılırken bedenimi yeniden yoğun bakımın koruyucu camlarına çevirdim.

'Dört gün olmuş güzelim, dört gün. Aç artık o güzel gözlerini, yalvarırım aç...'

Bakışlarım Nasya'nın bedeninde dolandı. Başımı usulca önümdeki cama yasladım. Bedenimin yorgun olduğunu biliyordum ama desteğim oradaydı. Dayanmamı sağlayan gözlerimin önündeki o güzel kadındı. Yorgunluğumu da uykusuzluğumu da dindiren her şeydi. O, güzel olan her şeydi.

"Senden istediğim şeyi yaptın mı?" Kuru boğazımdan çıkan kısık sesle sabır dolu bir nefes çekti içine. "Yaptım Pars Bey..." dedi yılgın bir sesle. Bana istediği şeyi yaptıramamış olmanın memnuniyetsizliği ile öylece bir adım arkamda duran siluetinin gölgesi, başımı yasladığım camdan görünüyordu. "Saat kaç?"

"Neredeyse sabah olacak efendim, Begüm Hanım buradalar zaten. Dinlenmeniz gerek. Bakın Kenan Bey bile dinlenmek için eve geçti, kendinize böyle yüklenmenizi anlamıyorum."

"Uzatma Davut." Duyduğum sesle başımı yasladığım camdan geri çektim. Başımı bedenimle beraber duyduğum sese çevirdiğimde Kuzgun'un elinde tuttuğu iki karton bardakla bize doğru gelişini izledim.

"Kuzgun, iyi değil. Şu an dinlenmesi gerektiği bir dönemde, böyle uykusuz kalması nasıl sonuçlar doğuracak bilmiyoruz." Azarlayıcı sesiyle Kuzgun'un üzerine boşalttığı siniriyle sıkkın bir nefes verdim.

'Benim ne önemim var ki? İçerideki o kız olmasa, burada bile olmayacak olan benim için dinlenmenin önemi ne?'

"Sen gidip biraz uzan, ben Pars'la ilgileneceğim." Adımları yanımda durduğunda elindeki bardağı bana doğru uzattı. "Sevdiğin gibi." Yüzündeki sakin gülümseme ile bana uzattığı bardağı elime alıp sırtımı arkamdaki cama yasladım.

"Senden emir alacak değilim. Onu yalnız bırakmam." Davut'un huysuzluğu sinirlerimi iyice geriyordu.

"Git Davut, bana birkaç kıyafet getir. Bir duş almam gerek. Hala üzerimde kanını taşıyorum." Sözlerimin bitmesinin ardından bakışlarım, elimdeki kahvenin sıcak dumanında dolandı.

"Fakat efendim..."

"Git." Fısıltılı sesimle Kuzgun da yanımda sırtını cama yasladı ve sıcak kahveden büyük bir yudum aldı. "Nasıl isterseniz Pars Bey." Kırgın sesiyle beklemeden koridorda yürüdü ve öylece kayboldu gözden. "Sana fazla düşkün." Kuzgun'un alaycı yorumuyla kahveden bir yudum aldım.

Bedenime giren kafeinin zihnimdeki sisi aralamasını bekledim birkaç saniye; gözlerim uykusuzluktan acıyor, şuurum sanki bir rüya halinde gibi hissetmemi sağlıyordu.

"Bütün geceyi aydınlattın ha?" dedi alaylı bir sesle. Birkaç saniye benden bir açıklama beklese de alabildiği sadece sessizlikti. "İyi oldu, hastane içinde bir aksiyon oldu, hemşirelerin neredeyse hepsi otoparkta, onlara bir hafta yetecek malzeme verdin."

Çabalıyordu. Konuşmam için.

"İçini rahatlattı mı? Biliyordun eğer öldürseydin, içerideki kadına vermek zorunda olduğun bir hesap yaratacaktın ama böylesi çok daha iyi." Omuzunu yavaşça benimkine dokundurup geri çekti. "İçindeki vahşeti ancak bu kadar dizginleyebiliriz." Yine aynı sakin ve alaycı tonlama.

Kuzgun'un olaylara 'O kadar önemli değil.' bakış açısını oldum olası sevmişimdir.

Benden alamadığı cevaplar sıkkınca burnundan alınan bir nefes olarak dolandı kulaklarımda. Bakışlarım sandalyede uyuklayan Begüm'e döndüğünde onun tam düşecekken irkilerek toparlandığını görüyordum.

Ayağa kalktığında, dağılan saçlarını elleri ile düzelterek bakışlarını bana çevirdi. Bakışları sorgularcasına Kuzgun'a döndüğünde gözleri kısıldı. "Bir kahve almak için kantine ineceğim, sen buradasın." Şimdi gözleri yüzüme döndüğünde benden onay bekliyor gibiydi. "Bir şey olursa..." Kaşları uyarırcasına havalandı.

"Haber veririm." dedim donuk bir sesle. Ardından yorgun bedenini koridor boyunca sürükleyerek gözden kayboldu.

"Begüm Sipahi. Benim gibi psikolog. Ama çalışmamış, baba parasının tadını çıkarıyor. Zeki, sakladığı bir kibir ve farkında olduğu bir güzelliğe sahip, bir de hayatını kurtardı. Şimdilik bildiğim şeyler bunlar." Bakışlarım alayla Kuzgun'un yüzüne döndü.


Sorgulayıcı bakışlarımla omuzlarını havaya kaldırdı. "Bakma öyle, güzel kadınlar ilgimi hep çekmiştir." Sırıtışıyla yüzümde kısa süreliğine bir gülümseme oluştu. "Bakarsın bacanak oluruz." dedi.

Sessizce güldüğünde bakışlarım omuzumun üzerinden arkaya döndü, Nasya'nın hareketsizce uyuyan bedenine. Onunla koca bir hayat kurma, ailem olması fikri...

Kuzgun'un da bakışları yoğun bakımın camlarına döndüğünde sesindeki neşe siliniyordu. Onda sevdiğim şeylerden biri de buydu, aynı anda birçok duygunun içine girip çıkabiliyor olması rahat hissettiriyordu. Onunla sürekli ciddi ya da sürekli alaycı olmam gerekmiyordu. Belli etmese de tam bir profesyoneldi. Yaşına rağmen alanının en iyilerinden biriydi.

"Görünen o ki bir değişiklik yok." Konuşması ile bölünen düşüncelerimle sessiz bir nefes çektim içime , sesindeki merak değildi, sesindeki uğraştı. Konuşmam ve kendimi açmam için büründüğü uğraş. Fakat hiç enerjim yok. "Pars." dedi sessizliğime karşı verilen bir tepki gibi.

'Zorluyor.'

"Uyanacak Kuzgun. Uyanacağını biliyorum, yalnızca..." Sustum. Devamını getirecek gücü bulamadığımdan mı, yoksa zihnimin korkularını itiraf etmekten mi çekiniyorum bilmiyorum.

'Ya uyanmazsa ya o da...'

"Ölmeyecek Pars. Bırakmayacak seni." Korkularımı kimden saklamaya çalışıyorum, o içimi dışımı bilen tek insan. Neyi, neden yaptığımı bilen tek insan.

"Annen gibi yapmayacak yani. Söyle hadi, bundan korktuğunu görebiliyorum... "

"Aynı şey değil."

"Aynı şey. Sen gözlerini annenin üzerinden ayırdığın birkaç dakikanın ardından onu bir ipte salınırken buldun. Şimdi onun da yanından ayrıldığında aynısı olacak sanıyorsun." Sesindeki tonlama ile avuçlarımın arasındaki karton bardağı tüm gücümle sıktım.

Sıcak kahve avuçlarımın arasında yakarak beni sessiz bir acıya hapsetti. "Yakma canını." Uzanıp elimin üzerinde dumanı tüten kahvenin bardağından geride kalanı çekti avuçlarımın arasından.

Bedenimi yeniden arkamdaki cama çevirdim. Gözlerim içimdeki korkuyu bana armağan eden kadının yüzünde tutundu. Ya giderse ya beklemediğim bir anda öylece ellerimden kayıp giderse? Bir gece ansızın girdiği değersiz hayatımın ortasında bir mehtap gibi parladıktan sonra, beni mutlak karanlığıma yeniden hapsederse? Ya geri gelecek kadar gücü kalmamışsa ne olacak?

'Ben gideceğim. Eğer o gelemezse bana, ben gideceğim. Yemin ederim ölüm denen şeyin benden onu almasına izin vermeyeceğim.'

"Söylemedin değil mi ona?" dedi bedenini benimle beraber Nasya'ya çevirdiğinde. "Söylemedin değil mi?" Şimdi sesi fısıltılı bir meraka bulandı.

"N-neyi?" Gözlerim Nasya'nın bedenine bağlı olan makinelerin ekranında akıp giden ritimlerde dolandı. "Âşık olduğunu..."

"Kuzgun."

"Söylemedin. Değil mi?" dedi aynı eminlikle. "Söylemedim..." dedim fısıltıyla.

Ellerim önümdeki cama havalandığında uzaktan gördüğüm siluetin saçlarında gezindi parmaklarım. Camın soğuğu parmak uçlarıma diken gibi batarken ben, dokunamadığım yumuşak saçların hayaliyle kapadım gözlerimi.

"Söylemen gerek. "Geri çekildiğinde gözlerim yeniden aralandı Nasya'nın kayıtsız bedenine.

"Ne?" Şaşkınlıkla, ne yaptığını anlamak için bedenimi ona çevirdiğimde aceleyle koridorda ilerleyerek gözden kayboldu.

Ne yaptığını anlamamanın verdiği afallama ile yüzümü yeniden Nasya'ya çevirdim. "Söylemedim." Fısıltılı sesimle beni duyabileceğine duyduğum inançla devam ettim. "Sana hiç söylemedim, bende nasıl bir yerin var söylemedim. Hiç söylemedim Nasya. Sefil hayatımın içinde, yaşadığımı hissettiğim tüm anların seninle geçirdiğim anlar olduğunu."

Duyduğum adım sesleri ile Kuzgun'un sesi kulaklarımda dolandı. "Gel bakalım." Yanımda durup elimdeki ziyaretçi kıyafetlerini bana doğru uzattı. Kırışan alnımla olup biten şeyi anlayamıyordum. "Ne bu?"

"İçeri gireceksin ama acele et, izinsiz bir giriş olacak, kısa tut." Uzanıp elindeki koruma giysisini kollarımdan geçirdi ve ben ne olduğunu bile anlayamadan arkamda bağladığı önlükle ellerini sakince birbirine çarptı. "Güzel."

Bedenimi ona döndüğümde yüzümde saçma sapan bir ifade yer etti. Dakikalar içinde Nasya'ya aşkımı mı itiraf etmeye hazırlanıyordum? Dakikalar içinde Nasya'ya aşkımı mı itiraf etmeye hazırlanıyordum?

"Şimdi." kolunun altına sıkıştırdığı saç bonesini hızla kafama geçirdi ve ceketinin cebindeki maskeyi bana doğru uzattı. "Acele et." Omuzlarımdan tutup beni yoğun bakımın kapısına doğru ilerletti.

"Kuzgun?" Şaşkınlığımı saklayamadığım birkaç saniye içinde uzanıp ünitenin şifre panelinin yan taraftan güç düğmesini kapattı. Kapı hızla açıldığında bakışlarım şaşkınlıkla yüzüne döndü. "Birkaç küçük numara." Göz kırptığında beni sırtımdan hafifçe ittirerek içeriye doğru ittirdi.

Bedenim; yorgunluğum, uykusuzluğum ve şaşkınlığımla içeriye sendelediğinde genzime dolan dezenfektan kokusu ile ağırca yutkundum, Makinelerin sesleri kulaklarıma dolarken, Nasya'nın birkaç adım ötemde öylece durduğu görüyordum.

Göz pınarlarımın dolmasıyla bozulan görüşümü netleştirmek için kırptım gözlerimi. Attığım hızlı adımlarla yatağın yanına doğru yaklaştığımda, ellerim istemsizce az önce dokunmayı arzuladığım saçlara doğru çekildi.

"Nasya..." Neredeyse bir çocuk gibi ağlamaklı çıkan sesimle burnumdan içeriye sert bir nefes çektim. Parmaklarımın arasındaki saçlar, tellerinde kuruyan kanlarla sertleşse de hala aynı kadının güzel saçlarıydı işte.

"Güzelim, uyanman gerek." Gözümden akan bir damla yaşla uzanıp sargılı başında bulabildiğim açıklıktan bastırdım dudaklarımı alnına. Bedeni buz gibiydi, o sıcaklığı sanki öylece çekip alınmıştı ellerinden. Tıpkı annemin saatlerce o ipte salınan bedenindeki soğukluk gibi.

"Beni bırakamazsın." Dişlerimin arasından çaresiz bir öfkeyle mırıldandım. "Beni bırakamazsın, yalvarırım bunu bana yapma, uyanman gerek." Alnımı yavaşça alnına bastırdım. "Nasya seni çok seviyorum. Ben, birini sevebileceğimin bile mümkün olduğunu bilmiyordum ama seni seviyorum. Seni yaşayacak kadar çok seviyorum. Seni yaşatacak kadar çok seviyorum. Duy beni, eğer gücün yetiyorsa dön bana. Yalvarırım dön bana. Beni senden mahrum bırakma..."

Kulaklarımın yamacında dolanan cama vurma sesiyle sert bir nefesle geri çekildim. Bakışlarım dışarıya dönerken Begüm'ün öfkeyle bana çıkmam gerektiğini işaret edişini gördüm.

Sıkkın bir nefesle geri çekilmeden hemen önce Nasya'ya çevirdim bakışlarımı. "Bak oradayım, hemen diğer tarafta. Buradayım, seni bekliyorum. Uyanana kadar orada olacağım, sen uyanana kadar orada olacağım." Uzanıp kuruyan saçlarına yüzümü kaplayan maskenin ardından sıcak bir öpücük bıraktım.

"Seni öyle çok seviyorum ki aklımı yitireceğim. Anladın mı? Seni kaybedeceğim diye köpek gibi korkuyorum. Bana sakın bunu yaşatma, sakın..."

Geri çekildiğimde istemeden attığım adımlar beni yoğun bakımın kapısına sürükledi. Kuzgun'un açtığı kapı ile çıkmadan önce son kez döndüm gözlerimi Nasya'ya...

Şimdi, tam da şimdi açsa gözlerini, adımı mırıldansa, parmağını oynatsa... İtirafımı duymadıysa bir kez de güzel gözlerine bakarak söylesem. Ona bunu sonsuza kadar söylemek istiyordum, bizi söyleyemediklerimiz ve duyamadıklarımız uzak tutmamış mıydı?

"Hadi." Kuzgun kolumdan tutup beni dışarıya çektiğinde kapılar yeniden kapandı. Şifre panelini yeniden etkin hale getirdiğinde yüzümdeki maskeyi çekip kopardım.

Gözlerim camın ardından Nasya'ya döndüğünde onun hala hareketsiz yattığına şahitlik eden gözlerim içimdeki huzursuzluğu arttırdı.

"Delirdin mi?" Begüm'ün öfkeli sesiyle bakışlarım üzerine döndü. Kuzgun üzerimdeki koruma kıyafetinin bağcıklarını hızla açıp beni kurtardığında Begüm'e cevap verebilecek enerjimin olmadığını biliyordum. "İzin verilmemesinin bir nedeni var! Mikrop kapabilir, tedavisini nasıl etkilediğini bilmiyoruz Pars."

Sesindeki öfkenin sebebini anlayabiliyordum ama umurumda değildi. Yaklaştığım camın ardından yeniden yasladım başımı. Birkaç saniye önce yanında olmanın verdiği güçle bedenimin dinçleştiğini hissediyordum.

"Biz giremedik daha yanına biz!" Asla susmuyor.

"Sessiz ol biraz." Kuzgun'un sabırsız tonlaması ile şimdi öfkesi ona döndü. "Sen kimsin be! Sen kimsin? Gelmiş burada kendince bir şeyler çeviriyorsun! O panelin fişini çekmek de ne demek! Bu düpedüz suç!"

"Yaptım ama. Ne olacak?" diklenerek Begüm'ün üzerine doğru bir adım attığında onu durdurmak için seslendim. "Kuzgun tamam."

Sözlerim bittiğinde attığı adımı geri aldı ve bedenini Begüm'ü ardında bırakarak bana doğru çevirdi. Yanımda yerini aldığında fısıltılı birkaç kelime bıraktı aramızdaki boşluğa. "Şimdi nasılsın?"

"Çok daha iyi." Yüzümde yorgun bir gülümseme yer ederken sızlayan genzimin doldurduğu göz pınarlarımdan bir damla yaş süzüldü.

"O kadın, bu kadın." dedi şefkat dolu bir sesle. "Bir gün içindeki merhameti yeşertecek dediğim kadın bu kadın Pars." Kendinden emin çıkan sesine itiraz edecek tek bir dayanak bile bulamadım.

"Nasya." Adını bilmesini ister gibi fısıldadım. "Adı Nasya, tanrının mucizesi demek. Ölümsüz..." Kıvrılan dudaklarımla başımı önümdeki cama hafifçe çarptım. "Benim mucizem." Ellerim gördüğüm siluete havalandı yeniden.

Burnundan dışarıya sessiz bir gülüş bıraktığında sessiz ve yorgun bir nefes çekti içine. "Ne yalan söyleyeyim hiç olmayacak sandım. Oysa en başta Deniz beni biraz heyecanlandırmıştı, o manyak adamın elinden kurtardığında 'Bir kadına merhamet etti.' dedim ama sonra o kadına bir zevk odası açtığını söylediğin an tüm umudum solup gitti. Fakat şimdi komadayken bile dokunurken ellerinin titrediği bir kadın var karşımda. Yanaklarından onun için akan şu yaşlara bakınca 'Tamam.' diyorum. Oldu. Bundan sonrası düğün dernek..."

Yine aynı alaycı umursamaz karaktere büründüğünde gözlerimi alayla devirdim. Yeniden güldüğünde, keyfinin yerine geldiğini görüyordum.

Kuzgun birçok açıdan bana benzerdi ama şu alaycılığına sahip olabilmek için neler vermezdim. En kötü senaryoları planlayacak kadar zeki ama bunları asla yapamayacak kadar salak görünmesi biraz ürkütücüydü. Diğerlerini geren fakat beni eğlendiren en belirgin özelliğiydi bu.

Sessiz koridorda duyduğum tok ayak sesleri ile başımı omuzumun üzerinden geri çevirdiğimde Davut'u elinde taşıdığı çantayla bana doğru gelirken gördüm.

"Gidip bir duş alacağım. Burada kal." Kuzgun'a verdiğim emirle ciddiyete bulanan ifadesiyle hızla salladı başını. "Hiçbir yere gitmiyorum." Verdiği eminlikle hızla Davut'a doğru döndüm bedenimi. "Bu katta bir oda ayarlandı efendim, duş almanız için." Yaptığı hızlı açıklama ile bana gösterdiği yöne doğru döndüm yüzümü.

Bakışlarım birkaç saniyeliğine Nasya'ya döndüğünde buradan gitmek ihanet gibi hissettiriyordu. Hep burada olacağımı söylemiştim.

"Sadece bir duş Pars." dedi kuzgun tereddüdümü görerek. "Gözünü üzerinden ayırmayacaksın. Sana emanet." İkaz edercesine havalanan parmağımla, gözlerini usulca yumdu. "Ne zaman emre itaatsizlik yaptım?" dedi şakacı bir fısıltı ile.

Bedenimi Davut'un bana gösterdiği koridora döndüğümde, ne kadar acele edersem o kadar hızlı geri geleceğimi bilmenin eminliği ile beklemeden ilerledim.

 

"Kimsin sen?" Begüm'ün meraklı sesi, Kuzgun'un cama yasladığı başını ona çevirmesine sebep oldu.

"Adım Kuzgun." Yeniden başını Nasya'ya çevirdiğinde yatakta uzanan güzel kadını dikkatle izlemeye devam etti.

"Kuzgun mu?" Begüm'ün oturduğu bekleme sandalyesinden havalandırdığı bedenini yanına sürüklemesi ile ondan baş sallamalı bir onay almasına neden oldu. "O bir kuş değil mi?"

Begüm'ün gözleri, önündeki yakışıklı adamın üzerinde gezindiğinde tarzını güzel buluyordu. Deri ceketi siyah tişörtünün üzerinde serbestçe salınırken, dağınık dalgalı saçlarının perçemleri alnına dökülüyordu. Kemikli yüzünde kendini belli eden keskin çene hattı ile özensiz görüntüsüne rağmen dikkat çekiyordu.

Gözlemlerken fark ettiği ilk şey bu oluyordu, bu adam dikkat çekmemek için büyük bir çaba içerisindeydi. Pars'ın yanında dururken bile, ondan o kadar bağımsız duruyordu ki biri ikisini yan yana görse Kuzgun'un Pars'a yol sorduğunu düşünürdü. Öyle aykırı iki karakter gibiydiler. Fakat bu adamın ara ara tamda ortalarda kimse yokken Parsın yanında bittiğini fark etmesi güç olmuyordu.

"Fazla meraklısın." dedi alayla, bakışlarını Nasya'dan Begüm'e döndürdüğünde. Begüm aldığı bu beklenmedik söylemle afalladı. "Ne?"

"Fazla inceliyorsun. Ya meraktan ya da hoşuna gittim. Ki ben..." Gözleri bir süre Begüm'ün üzerinde dolandığında flörtöz bakışları karşısındaki kızın iri gözlerine döndü. "Hoşuna gitmiş olmayı dilerdim." Kıvrılan dudaklarında yer eden çapkın gülüş, Begüm'den alaycı bir göz devirme aldı.

"Ciddi misin?" dedi genç kız acıyıcı bir alaycılıkla ve aynı alaycılıkla karşılık aldı. "Cidden."

"Bu kadar açık mı oynarsın kartlarını, üstelik az önce üzerime yürüyen senken?" Kinayeli tavrına rağmen, içten içe Kuzgun'un gösterdiği özgüven hoşuna gitmişti.

"Kırmızıçizgiler küçük hanım, onları geçmeye çalıştın." Hafifçe kırptığı gözüyle, Begüm'ün elleri göğsünün önünde hesap sorucu bir ifade ile birleşti. "Pars mı kırmızıçizgin?" dedi meraklı bir sesle.

"Kırmızı, siyah, bordo... Bütün çizgilerim, o adam." Şimdi yüzündeki alay silinmiş ve açıklamayı bütün ciddiyeti ile sonlandırmıştı.

Birkaç adım atarak tam dibinde durduğunda bakışları sorgularcasına dolandı genç adamın üzerinde. "Bildiğim kadarıyla tek bir erkek kardeşi var. Sen ona bu kadar yakınsan kimsin tam olarak Kuzgun?"

"Ben Kuzgun'um. Kimine şifayım kimine zehir. Bakmasını bilene iyi haber elçisiyim bilmeyene de felaket tellalı."

"Haha..." Begüm'ün sinirleri, karşısındaki adamı okuyamamanın verdiği bilinmezlikle gerilirken Koridorda duyduğu ayak sesleri ile dikkati dağıldı.

"Begüm!" Ateş, korkulu bir ifade ile etrafı hızla süzdüğünde Pars'ın olmadığını görerek rahatladı.

"Ateş!" Bedenini kendine yaklaşan genç adama çeviren Begüm'ün dikkati o yöne çekildiğinde Kuzgun, kendinden istenen şeyi yapmaya geri döndü. Bakışları camın ardındaki kadına döndü yeniden.

Hareketsizce yatak küçük beden üzerindeki soğuk yeşil örtü ile çıplak bedenini perdelerken, makinelerin yardımı ile aldığı nefesler küçük göğüs kafesini indirip kaldırıyordu. Bakışları önce güzel kadının yüzünde dolandı, ardından küçük burnundan içeriye giren hortumlarda.

Güzel yüzü bembeyaz ve solukça uyumasına rağmen çekiciliğinden hiçbir şey kaybetmemişti. Pars'ın onda neyi sevdiğini henüz bilmese de bu kadının gördüğü nadir güzelliklerden birine sahip olduğunu biliyordu.

Dağılan dikkatini toparladığında kulaklarında dolanan kelimelerle arkasındaki konuşmalara kulak misafiri oluyordu. "Begüm, ben gelmek istedim fakat Pars'ın burada olduğunu okudum internet haberlerinde, aramız pek de iyi değil biliyorsun."

Ateş, yaptığı açıklama ile Begüm'den anlayış dolu bir karşılık alıyordu. "Şu an seninle uğraşabilecek durumda değil. Hem bence artık çocuk gibi birbirinize dalaşmayı bırakın bir zahmet. Şu an konu sizin çekişmeniz değil." Bir anne edası ile azarlayıcı çıkan sesi Ateş'ten onay alıyordu. "Ona söylemek istedim. O kızla aramda bir şey olmadı ama öyle takıntılı ki..."

"Neyse ne..." Bu gerginlikten oldukça sıkılan Begüm, konuyu kapatmak istiyordu. "Gel otur." ilerideki sandalyelere dönen adımları ile beklemeden yan yana oturdular.

"Durumu nasıl? Doktor bir şey söyledi mi?" Bakışları yoğun bakımın camlarına döndüğünde, Nasya'yı görebilmek için boynunu zorladı.

"Uyanması gerek ama süreç uzayabilir. Kendi isteği ile uyanmalı fakat görünen o ki kendinde o gücü henüz bulamıyor." Sesindeki üzüntü ile Ateş'in elleri Begüm'ün omzuna yükseldi. "Şşş! Sorun olmayacak." Onu göğsüne bastırdığında üzüntüsünü dindirmek istediğini biliyordu.

Begüm'ü çocukluktan beri tanırdı. Hiç sahip olmadığı kız kardeşi gibi gördüğü bu kıza içindeki merhametin başlangıcı çocuk yaşlarına dayanıyordu.

"Bilmiyorum. Babama belli etmiyorum ama hayati tehlike yokken neden hala açmadı gözlerini, bunu anlamıyorum." Begüm'ün güçlü tuttuğu iradesi çocukluk aşkının kollarında olmanın rahatlaması ile kendini salıyordu.

Ateş'in elleri Begüm'ün saçlarına uzandığında usulca okşadığı saçlara sıcak bir öpücük bırakmasına sebep oldu. "İnatçı bir tip, ikimizde onu az çok tanıdık. Kendi ne zaman isterse o zaman açacaktır gözlerini. Hem biraz olsun sana çekmişse er ya da geç geri gelecektir." Yaptığı yumuşatıcı açıklamalar ile Begüm'ün ıslanan yanaklarında sessiz bir gülümseme yer etti. "Teşekkür ederim Ateş." dedi fısıltı ile.


Bu adama karşı genç kızlığında duyduğu karşılıksız ve gizli aşkın kırıntıları şu an bile onu utandırıyordu. Başının, çekildiği göğse yavaşça yaslamasına engel olamadı. Ateş'in sırtı sandalyede geri yaslandığında Begüm'ün göğsüne iyice yerleşmesine izin verdi.

Ateş, kollarının arasındaki kadının başına çenesini yasladığında yoğun bakımın önünde duran siyah deri ceketli adamın ona bıraktığı ters bakışları görerek birkaç saniyeliğine ne olduğunu sorguladı.

Karşısındaki genç adam, gizli bir kıskançlıkla süzdü ikisini fakat ardından yeniden yüzünü camlara çevirerek dikkatini topladı.

 

PARS

Bedenimden soğuk zemine çarpan sıcak su, kulaklarımda boğuk sesini bırakırken ellerimi, dengesiz bedenimi kontrol amacı ile banyonun duvarlarına yasladım. Sırtımdan aşağıya boşalan hırçın suyun beden yorgunluğumu alıp götürmesini umut ediyordum çünkü uykusuz geçen günlerin ardından zihnimin berrakça düşünemediğini hissediyorum.

Düşüncelerim sisliydi ve algılarım giderek kapanıyordu fakat uyuyamazdım. Hayatımın ucunu, bileğine bir düğümle bağlayan o kadının iri gözleri açılmadan uyumak kâbus gibi. Bile bile dalınan bir kâbustan farksız. Gözümü açtıktan sonra onun irilerini görmeyeceksem, kapatmanın ne anlamı var ki?

Bedenime çarpan sıcak su üzerimi bir yorgan gibi örterken bilincim, bu mayışıklıkla kendini salmaya dünden hazırdı. Başım ellerimin yaslandığı duvara istemsizce dayanırken kapanan gözlerimle birkaç saniye içim geçer gibi olduğumda hızla toparladım kendimi.

Ne zamandır burada olduğunu düşünüyordum. Banyoya gireli çok olmamıştır her halde? Yoksa oldu mu? Zaman mefhumumu yitirmiştim sanki. Uzanıp kapattığım su ile beraber banyonun soğuğu çıplak bedenimde sert bir ürpertiye sebep oldu.

Acele ile uzanıp askıdaki havluyu alarak bedenime sardığımda ıslak adımlarımla çıktım duşa kabinin içinden. Banyonun içindeki buhara rağmen soğuk mermerlerin ayaklarımın altını kaplaması yeni bir ürpertiye itti beni. Banyonun kapısını açıp dışarıya doğru bir adım attığımda tek düşüncem bir an önce yatağın üzerine hazırladığım kıyafetleri giyinmek ve kendimi uykusuzluğun ve havada asılı kalan soğuğun ıstırabından kurtarmaktı.

Hastane odasının içine attığım adımla babamın ilerideki koltukta oturan suretini görerek geçtiğim eşikle olduğum yerde kalıyordum. "Sonunda." dedi sabırsızlıkla beni süzerken.

Adımlarım odanın içine döndüğünde yatağın üzerindeki kıyafetleri hızla giyinmeye başladım. Burada ne işi vardı bilmiyorum ama onu görmek şu an isteyeceğim son şey bile olamazdı.

Altıma geçirdiğim boxer ile üzerimde sarılı olan havludan kurtulup acele ile yatağın üzerinde serili duran eşofman takımını giyinmeye başladım.

"Kaç gün oldu? Dört mü? Beşinci güne girmiş bulunuyoruz." Kinayeli sesiyle burnumdan içeriye sert bir nefes aldım. Şu an yapması gereken son şey damarıma basmak olurdu çünkü tüm bu bitkinliğin içinde tadacağı tek şey kontrolsüz öfkemdi. "Şirket ne durumda haberin var mı? Feridun hastalığının kontrolünü bile yapamıyor! Senin burada geçirdiğin her lanet gün şirketin için de sağlığın için de gerileme demek!"

Giderek yükselen sesine aldırış etmeden elime aldığım salaş kapüşonluyu üzerime geçirip fermuarını çektim. Islak saçlarımdan enseme doğru akan suların soğuğu sırtımdan süzülerek kendini belli ederken eğilip yerdeki spor ayakkabıları hızla geçirdim ayağıma.

"Duyuyor musun lan, sana diyorum!" Bağladığım bağcıklarla bakışlarımı karşımda tüm kibri ile oturan adama çevirdim. "O sikik sesinin duyulmaması mümkün mü? Söyle bana." Dişlerimin arasından çıkan fısıltılı tını ile alnı kırıştı.

Yüzünde duyduklarına inanamaz bir ifade yer ediyordu. "Pars!" dedi uyarıcı bir ses tonuyla. Şaşkınlığını gizlemek istediğini görüyordum. Böyle bir cevap beklememenin verdiği bir afallama vardı üzerinde. "Benimle konuşurken kelimelerine dikkat et."

"Farz et." dedim ona doğru büyük bir adım atıp tam önünde durduğumda. Oturduğu koltuktan bana bakıyordu. "Farz et ki etmiyorum? Söylesene ne olacak? Söyle bana. Dövecek misin? Birkaç sigara yanığı daha mı? Bana yaptırımın ne olacak?"

Sesimi bile yükseltemeyecek kadar yorgundum fakat onu, ben durdurmazsam kendi isteği ile durmayacağını bilecek kadar iyi tanıyordum. Üstüme gelmekte sınır tanımayacaktı.

"Ne oluyor sana?" Ayağa kalktığında burun buruna geldik.

"Bir şey olduğu yok. Senim köpeğin değilim. Kuklan asla değilim." İşaret parmağım göğsüne doğru havalandığında gövdesine bastırarak baskın bir fısıltı bıraktım yüzüne. "Benim sahibim değilsin. Bunu sakın unutma, bunca yıl her şeyine tamam dediysem bu üstün olduğun için değildi, benden üstün olduğun için değil, hepsi kardeşlerim içindi. Onlardan daha çok değer verdiğim tek bir şey bile yok bunu çok iyi biliyorsun. Bunu o kadar iyi biliyorsun ki onları beni kontrol etmek için senelerce kullandım ama yok. Artık yok."

"Oğlum sen..." Dudakları öfkeli sesindeki sersemliği kulaklarıma taşıdı.

"Burada kalacağım. Şirket de tümör de umurumda değil! Burada kalacağım, o kadının gözlerini açması değil beş gün beş yıl da sürse ben burada olacağım. Gidip diğer çocuklarına yaslan biraz da, ben bittim çünkü. Tükendim. Hani bir sınır vardır ya insanın içinde, ulaştığı bir tükeniş sınırı, ben o sınırın anasını siktim! Bir dakikamı daha seninle uğraşarak geçirmeyeceğim."

Elim şimdi kendi kalbime döndü. "Şu ne istiyorsa onu yapacağım! Siktiğimin kalbi nerede olmamı söylüyorsa orada olacağım! Kiminle olmamı söylüyorsa onunla olacağım! Deniz ile evlenmeyeceğim! Nasya'yı istiyorum. Ölü ya da diri! O kadınla olacağım. Yalnızca o kadınla baba! Sadece o!" Genzim sızlarken gözlerimin öfkeden mi yoksa acıdan mı dolduğunu anlayamıyordum.

Babamın yüzündeki sert ifade anlamlandıramadığım bir şekilde yumuşadığında bana doğru uzattı ellerini. Usulca kollarıma inen sert elleri ile beni göğsüne doğru çektiğinde başımı omuzuna doğru bastırdı.

Sırtımı sıvazlayan eli eşliğinde titreyen sesi, ondan görmeyi beklemeyeceğim bir şekilde dolandı odanın içinde. "Âşık olduğunu biliyordum. Biliyordum oğlum." Sırtımı sertçe patpatladığında enseme bıraktığını belli belirsiz bir öpücükle beni kendinden uzaklaştırdı ve hızla arkasını döndü.

Aldığı sert nefeslerle ağlamak üzere olduğunu anlıyordum. Ama neden? Adil Katipoğlu ağlamazdı. Üstelik karşısında böyle sınırı aşmamın hemen ardından ondan görmeyi umduğum tek tavır çıldırması olmalıydı, bu değil.

"Baba." şaşkın sesimle saçlarının arasından geçirdiği elleri ile sırtı hala bana dönükken sakince fısıldadı. "Git yanına. Sonuç ne olacak bilmiyorum ama git. Ben, son anlarında annenin yanında olmak için her şeyimi feda ederdim. Sana engel olmayacağım."

Kaşlarım ansızın gördüğüm bu yumuşak yanın getirisi ile çatıldı. Babamın hiç görmediğim bir yönünü görüyordum. Şaşkın ve tedirgindim. Bu tuhaftı, her yönüyle tuhaf. Buna nasıl tepki verilirdi ki? Ben bu adamla sürekli bir savaş halindeydim, şimdi ise karşımdaki adam topunu silahını indirip bana anlayış gösteriyordu. Göstermez, göstermemeli.

"Ama..." dedi düşüncelerimi bölerken.

'İşte geliyor.'

Zaten buna inanmam aptallık olurdu. Bu adamın gözünden akan yaşlar yalnızca bir aldatmaca. Yavrusunu yiyip ağlayan bir timsah gibi.

"O çocuk doğacak. İstediğin Nasya ise engel olmayacağım fakat çocuğun olmayabilir Pars, kendimi riske atmamı bekleme." Bu muydu? Sadece bu mu?

"Al senin olsun. Burnumun dibine sokma yeter. Nasya'nın gözüne gözükmesin yeter."

'Bunu öğrendiğinde beni mahvedecek.'

Sırtı hala dönüktü. "Merak etme."

Odanın kapısı tıklatıldığında dikkatimi arkama çevirdim. "Gir."

Açılan kapı ile Kenan Sipahi ağırca açtığı kapıdan içeriye girdi. Yüzündeki yorgunlukla dinlenmeye gittiğini düşünmüştüm oysa. Fakat görünen o ki Nasya'dan uzak duramıyordu. Kendini ne kadar suçladığını görebiliyordum. O araba için kendi kendini suçladığının farkındaydım, benim de üzerine gitmem işleri daha da zorlaştırmıştı, en azından onun açısından.

"Adil?" Sesi odanın içinde dolandığında, babamın yüzü açık olan kapıya döndü.

"Kenan? Çocuklar senin hastaneden çıktığını söylemişti. Eve gitmedin mi?" Arkamdan geçip kapının birkaç adım yanında duran Kenan'a doğru ilerledi. Eli dostane bir hamle ile omuzuma kalkarken sıkkın bir nefesle en yakın dostunun omuzunu üzüntüyle sıktı.

"Gülsüm'ü eve bıraktım ama ben gidemedim. Sanki burada olmazsam başına bir şey gelecek gibi hissediyorum."

"Çok üzgünüm Kenan, tam da kavuşmuşken böyle bir şey olması..." Babam, sanki Nasya ölmüş gibi konuşuyordu. Durup bu iki bunağın sevdiğim kadından ölmüş gibi bahsetmelerini dinleyemeyecektim.

"Ben Nasya'nın yanına geri dönüyorum. " Huzursuz bir sesle konuştuğumda Kenan başını beni onaylarcasına salladı. "Ben de hemen geleceğim."

Söylediği şeyi duymazdan gelerek hızla açık olan kapıdan çıktım ve yönümü yoğun bakım ünitesinin olduğu koridora çevirdim. Kapımın önünde bekleyen korumalardan ikisi peşime takıldığında hastanede bile gölge gibi beni takip etmeleri artık canımı sıkıyordu.

Bakışlarım yoğun bakım ünitesini bulduğunda Kuzgun'un bakışlarını Nasya'nın üzerinde sabitlediğini görüyordum. Ondan bunu yapmasını isteyen ben olsam bile bakışları içimde bir şeyleri rahatsız etmişti.

"Saçmalama!" Kendi kendime verdiğim telkinle, belki de hayatta güvendiğim tek insana böyle bir şey yakıştırmak istemiyordum.

Gözlerim sol taraftaki bekleme koltuklarına döndüğünde Ateş'in Begüm'ü kollarının arasında sardığını görüyordum. Gözlerini yoğun bakımın camında gezdirdiğini gördüğümde kanın beynime sıçrama hızının hiç bu kadar kısalmadığını fark ettim. Öfke yoğun bir şekilde bedenime yayılıyordu.

"Ateş!" Sesim koridorda yankılanıp adımlarım ona doğru döndüğünde oturduğu sandalyeden korkuyla kalktı. Begüm'ün başı ansızın kalkan Ateş'in omuzlarından boşluğa düştü.

"Pars, sakin ol!" aramıza girdiğinde onu tek hamle ile geri savurdum ve Ateş'le aramdaki engeli kaldırdım. "Pars yapma!"

Yakalarından kavradığım Ateş'in korkulu sesi kulaklarımda dolandı. "Yapma abi, yanlış anladın! Bizim aramızda bir şey yoktu. Pars yoktu." Başını deli gibi iki yana sallarken onu kavradığım yakalarından havaya kaldırdım ve ilerdeki duvara serçe geçirdim kafasını.

Acılı bağırışı koridorda yankılandığında, beyaz duvarda kanlı bir iz bıraktı. "Kafam!" Neredeyse ağlıyordu.

"Kuzgun bir şey yapsana!" Begüm'ün korkulu sesi beni bulduğunda Kuzgun alaylı bir yorumda bulundu. "Teşekkür ederim, ben başımı omuzlarımın üzerinde seviyorum. Almayayım, alana da engel olmayayım."

"Her şeyin suçlusu sensin lan!" Alnımı Ateş'in acıyla buruşan yüzüne çarptım. "Seni defalarca kez uyardım! Uzak dur ondan dedim uzak dur! Sen ne yaptın? Her fırsatta dibinde bittin! Uyardım lan! Uyardım!"

Hızla yakalarını saldığımda ayakları yerle kavuşurken acıyla yere düşüyordu. Ayaklarımın dibinde kanayan kafasını saran ellerinin kana bulanışını izledim.

"Bu elindi lan!" Sol elini hızla kavradım. "Yapma!" Ağlamaya başladığında, yakarışlarını acı bir çığlığa dönüştürdüm. Avuçlarımın arasında ezdiğim parmaklarının kırılma sesi kulaklarıma ulaştığında Begüm, tiz bir çığlıkla koluma sarıldı. "Ne yaptın?!"

Ateş'in acılı yakarışları, onun azarlayıcı korkusuyla birleşirken ben Ateş'in diğer koluna uzandım. "Pars hayır!" Begüm beni tüm gücüyle çekiştirse de ayakları hastane zemininde kayıyor ve beni geri çekmeye gücü yetmiyordu.

Hızla beni bırakıp Ateş'in kırmak üzere olduğum sağlam koluna sarıldı ve kendini onun üzerine siper eder gibi örttü. "Kes artık kes!" Neredeyse ağlayacaktı! Üstelik böyle bir pislik için!

"Bu hiçbir şey! Sana yeminim olsun Ateş, bu hiçbir şey! O üzüm bağların elinde patladığında cebinde beş kuruşun kalmayacak! O zaman da siktiğimin üzüm salkımlarını sardığın kazıklara oturtacağım seni! Sana söz veriyorum Nasya'ya hiç yaklaşmamış olmayı dileyeceksin!"

Kuzgun'un adımları yanımda durduğunda, sesi kulaklarımda sakin bir mırıltıyla dolandı. "Şimdi gitmem gerek, Adil hastanedeymiş. " Aldığım öfkeli soluklarla elini yavaşça omuzuma uzattı ve sakince patpatladı. Ardından beklemeden koridor boyunca adım adım uzaklaştı.

Begüm acıyla kıvranan Ateş'i hızla yerden kaldırıp ilerleyerek gözden kaybolduğunda gözlerim duvardaki kanda gezindi. İçim soğumamıştı. İçim hiç soğumamıştı. Bu öfke hiçbir şeye benzemiyordu.

Onunla ayrı geçirdiğim o günleri düşününce, beni istemediğini düşünerek geçen kâbus gibi geceleri, ona karşı takındığım o tavrı hatırlayınca içimin, Nasya gözlerini açmadan soğumayacağını da biliyordum. O bana dönmeden ben kendime gelemeyecektim. Ya o bana dönecekti ya ben ona gidecektim. Öyle ya da böyle kavuşacaktık.

 

Adil'in bakışları karşısında oturan Kenan'a döndüğünde dostunun ne kadar bitik bir halde olduğunu görebiliyordu. Birkaç gün öncesine kadar onun Gülsüm ve kendisiyle ilgili gerçekleri öğrenmesinden nasıl korktuğunu anımsadı.

Şimdi karşısında duran orta yaşlı adamın tek isteği kızının hayata geri dönmesiydi. Başka hiçbir şeyi umursamadığını biliyordu.

Kendi için yaratılan bu fırsatı boşa kullanmamaya karar verdi. Pars Nasya'yı istiyordu. Ve oğlu bir şeyi gerçekten isterse öyle ya da böyle alırdı, Adil bunu en iyi kendinden biliyordu.

Pars kabul etse de etmese de kendi gençliğinin bir yansıması gibiydi. Tam da bu sebepten elini çabuk tutup Kenan'a sorgulama fırsatı vermeden harekete geçmeyi yapılacak en doğru şey olarak gördü.

"Kenan?" Çatallı ses fısıltı ile karşısında oturan adamın yorgun yüzünü kendine çevirdi. "Evet?" Kara gözler Adil'in sessizce yutkunmasına sebep olduğunda dikkatini topladı.

"Seninle konuşmak istediğim bir şey var, burada bu şekilde olmasını istemezdim ama bir saniye sonramızın garantisi yok öyle değil mi? Sevgili dostum."

Kenan'ın yüzünde buruk bir gülümseme yer etti. Kızına kavuştuğu gün başına gelen olay döngüsünü düşününce Adil'in haklı olduğunu kendi içinde onayladı. "Öyle Adil, öyle." Dalgın sesi ile bakışlarını yerde yorgunca gezdirdi.

"Pars'ın halini görüyorsun. Günlerdir burada, bir adım atmıyor. Kızının başından bir saniye bile ayrılmıyor." Sesindeki sahte merhametle attığı adımlar Kenan'ın oturduğu koltuğa ulaştığında usulca çöktü yanına. "Oğlum kızına âşık. Bunu bana az önce korkusuzca itiraf etti."

Kenan'ın bakışları şaşkınlıkla Adil'in yüzüne döndüğünde kafa karışıklığı ile kırıştı alnındaki belirgin çizgiler. "Anlamadım." Kısık sesi ile bir süre Adil'in yüzündeki ciddiyeti süzdü.

"Pars, Nasya'ya âşık. Sanıyorum kızın da oğluma karşı boş değil. Onu size kavuşturan da Pars'tı, öyle değil mi?" Adil'in üstün tavrı ile yaptığı hatırlatmanın ardından Kenan'ın da kafasındaki şüpheler birer birer çözüme ulaşıyordu. "Aralarında bir şey mi var?" dedi şaşkın bir panikle.

"Öyle görünüyor. İşe bak ki Kenan, kaderde seninle dünür olmak da varmış." Elini Kenan'ın omuzuna uzattı ve dostane bir şekilde sıktı. "Bunu bana biri söylese inanmazdım ama hayatımızın gidişatı değişiyor. Görünen o ki sen ve ben ilelebet dost kalacağız. Önce gençliğe dayanan sırdaşlığımız şimdi ise çocuklarımızın evliliği. Bakarsın yakında torunlarımızı da alırız kucağımıza."

Adil'in kendi kendine yazıp oynadığı bu akış, Kenan'ı rahatsız ediyordu. Pars'ın babasının bir kopyası olduğunu bilen Sipahi, Adil'i dostu olarak sevse de kocalık konusundaki başarısızlığını çok iyi biliyordu.

"Bilemiyorum Adil. Şu an bilemiyorum." Başını şaşkınlıkla iki yana salladığında, Adil aldığı ret cevabı ile gerilse de bunu ustaca gizledi.


"Tabi öncesinde gelinimin gözlerini açması gerekiyor. Eğer o da isterse, Pars'ın gözlerinde ilk kez gördüğüm bu parlaklığın sonsuza dek sürmesi için elimden geleni yaparım. Desteğim sadece onların arkasında olmaz Kenan, senin de arkanda olur. Bunu bir düşün. Gerçekçi olalım, evlatlarımız bir şey isteyince öyle ya da böyle yapmak zorunda kalıyoruz. Buna babalık içgüdüsü de, ne dersen de. Ama Pars, tüm mirasımın tek varisi. Bunu çok iyi biliyorsun. Kızına harika bir hayat hediye edeceksin, Türkiye'nin First Lady'si olacak." Ağırca oturduğu koltuktan kalktı.


"Ona güzel bir hayatı bende bırakabilirim Adil. Desteğine ihtiyacım yok fakat eğer Nasya bana Pars'ı istiyorum derse, buna engel olmayacağım. O çocuğun ne kadar çırpındığını görüyorum günlerdir, tek sebebi bu olur." Kenan, kendine karşı kullanılan üstünlük hamlesini görerek karşı atağa geçtiğinde Adil'in yüzünde sahte bir gülümseme yer etti.

"Harika. Şimdi sadece küçük kızının gözlerini açmasını bekleyeceğim. Sonrasında ise kimsenin daha önce görmediği kadar büyük bir düğün. Akıllara kazınacak, tarihin sayfalarında yer alacak bir düğün." Kibirli sesi sonlandığında Kenan'dan bir cevap almadan açtığı kapı ile yönünü hastane koridoruna çevirdi.

Omuzları dik, göğsü gururla kabarık, yüzünde kendinden emin bir ifade yer etmişken ardındaki korumalar ile adımlarını yoğun bakıma çevirdi.

"Alparslan." Yavaş adımları koridoru döndüğünde sesi arkasındaki korumasına ulaştı. "Buyurun efendim?" dedi genç koruma heyecanlı bir sesle.

"Deniz'i ana evden al ve gözden uzak bir eve yerleştir. Korumalar bir saniye ayrılmasın kapısından. Evden dışarıya adım atmayacak. Doğum olana kadar orada kalacak. Hiçbir şeyini eksik etmeyin."

"Emredersiniz Adil Bey." Koruma hızla yanlarından ayrıldı. Adil'in bakışları yoğun bakım ünitesinin önünde tek başına duran Pars'a döndü. Camın ardındaki kadında gezdirdiği bakışlarında gördüğü çaresizlik Adil'i sadece geriyordu.

Oğlunun bunca zaman ilk kez emirlerine böyle sert bir set çekmesinin tek sebebi o kızdı. Normal şartlarda o kızdan kurtulmak işine en gelen şey olurdu fakat bir taşla iki kuş vurabileceğini anladığından beri takındığı babacan maskeyi sıkıca sağlamladı yüzünde.

Nasya hem Pars'ı hem Kenan'ı avuçlarının arasında tutmanın en kolay yoluydu. O kızla yapacağı bir anlaşma -tıpkı Sare'yle yaptığı gibi- Adil'i korkularından yeniden emin kılabilirdi. Korkularından, oğlundan ve dostundan.

 

PARS

'Eğer yanında olsaydım, eğer olsaydım sana bir şey olmasına asla müsaade etmezdim. Ama öfkem ve gururum içimdeki sevginin önüne geçti. Ben seni göremedim. Masumiyetini bilmeme rağmen göremedim sevgilim. Bakışlarındaki çırpınışı sezemedim.

Oysa ben, oysa onlara bakınca her şeyi anlardım. Bana git diyen sesine, keskin tavrına rağmen yanında kalmamı söyleyen gözlerin değil miydi? Ben onlardaki umut ışığına tutunup kalmamış mıydım hayatında? Nasıl böyle kör oldum, nasıl anlamadım? Sen ki kanlar içinde bile bana masumiyetini fısıldayacak kadar önemserken beni, ben nasıl arkamı döndüm güzel yüzüne?

Lanetim bu mu? Şimdi gözlerini açıp yüzüme bakman için kıvranıyorum. Ödemem gereken diyet bu mu? Yüz çevirdiğim gözlerin, hasretini çektiğim tek şey. Hayatım durdu. Nefes alıyorum fakat sadece yaşayabilmek adına.

Dünyanın tüm renkleri siyah mıydı Nasya? Tüm renkleri gözlerin kadar siyah mıydı? Ben etrafa her bakışımda gri bir tablo görüyorum. Amacım yok. Dileklerimle vedalaştım. Beklentilerimi buruşturup çöpe bastırdım. Sadece seni istiyorum, yeniden aralanan harelerinde suretimin yansımasını görmekten başka hiçbir şeyi düşlemiyorum. '

"Pars."

Babamın sesiyle yaslandığım camdan başımı geri çektim ve yüzümdeki yaşları hızla sildim. Camda nefesimle oluşan buharda tutundu gözlerim. Onun sesini bile duymak istemiyorum.

'Sevgilim, ben senden başka kimsenin sesini duymak istemiyorum.'

"Var mı bir değişiklik?" Sesindeki endişe midemi bulandırıyordu.

Sanırım benim babama olan öfkem çelikten bir iradeye sahip. Ne yapsa olmuyor. Yanımda mı olmak istiyor? Kuyumu mu kazıyor anlamıyorum. Bu bilinmezlik şakaklarıma saplanan bir migren ağrısı gibi. Ne göz açtırıyor ne tahammül bırakıyor.

"Aynı." Donuk sesimle yüzümü yanımda durdurduğu bedenine çevirdim.

Üzerinde asılı duran eminlikten hiçbir şey kaybetmiyordu. Az önce yerle bir ettiğim otoritesi, soğuk suratında öfkenin iklimlerini izlettirir bana sanarken o her şey kontrol altında der gibi öylece duruyordu.

"Yakında uyanacak inan bana." Gözleri Nasya'nın üzerine döndü. "Senin sevgini kazanacak kadar özel bir kadınsa eminin gözlerini açacak kadar da güçlüdür Pars." Şimdi bakışları ona şaşkınlıkla bakan gözlerime döndü.

"Ne oluyor sana?" Alnım kırışıyordu. Şu an onunla uğraşmak istemiyorum fakat takındığı bu tavır dengemi bozuyor.

"Beyaz bayrak sevgili oğlum. Sana barış eli uzatıyorum..." dudakları hafifçe kıvrıldı ve sessiz bir tebessümün ardından yeniden konuştu. "Kenan ile konuştum, ona Nasya'yı istediğimi söyledim. Gelinim olarak ondan daha iyi bir aday bulamayacağımı."

'Ne?'

"Baba?" hayretle aralandı dudaklarım.


"Onay verdi, tabi kızının da istediğinden emin olması gerekiyor ama bir aksilik olmayacağını düşünüyorum. Yani oğlum artık sadece âşık olduğun kadının başında nöbet tutmuyorsun, müstakbel nişanlının başında bekliyorsun."


Merhamet dolu sesi yumuşak yüzüyle birleşti. Omuzuma uzanan eliyle hızla bedenimi geri çektim. Bana dokunması geçmişi yeniden gözlerim önüne sermekten başka bir şeye yaramıyordu. Üzgün bakışları çektiğim omuzumda dolandı.


"Benden daha iyi bir baba olacaksın. Aramızdaki her şeyi unutmanın bir yolu olsun çok isterdim. Otuz yıl sonra, şimdi ilk kez baban gibi hissediyorum. Bunun tüm hayatımız boyunca böyle olması için neler vermezdim. Ama olmadı, çünkü annen seni bana karşı öyle doldurdu ki... En azından sen şanslısın. Evleneceğin kadında seni seviyorsa, çok şanslısın. Çünkü bildiğim bir şey varsa o da daha yolun başında bir adamı sevmeyen bir kadının, yolun sonunda da sevmeyeceğidir."

Geri çekilip arkasını döndüğünde duyduklarımın afallaması ile öylece gidişini izledim. Koridor boyunca uzaklaşıp gözden kayboluşunu...

 

Bölüm Sonu 🖤

Loading...
0%