Yeni Üyelik
22.
Bölüm

Bölüm 22/ Hikayeyi Başa Saralım.

@nurdogru26

Bölüm 22/ Hikayeyi başa saralım.

 

Bölüm Şarkısı / Kendimden Hallice - Sıkılmış Heveslerim

 


Bir Ay Sonra

Ateş'in dolan gözleri karşısındaki avukatın üzerinde çaresizce dolandı. Yan koltuğunda oturan babasının öfkeyle aldığı solukları duyabiliyordu. Az önce şirket avukatından duyduğu şeyler babasını giderek yükselen bir öfkenin içine hapsederken Ateş'i çaresizliğin içine çekti.

"Sanırım şirket için büyük bir dönüm noktası bu Cihan Bey. Görünen o ki yurt içinde hiçbir alıcınız kalmadı. Yurt dışında ise gümrük görevlisi ciddi yaptırımlar uyguluyor. Nasıl oluyor da bir anda böyle terse döndü işler inanın anlamıyorum fakat bankalar geçen hafta ödenmesini beklediği yüklü kredi ödemesini alamadılar. Bir ay daha erteledim fakat hepsi bu. Korkarım gelecek ay bazı mülklerinizi elinizden çıkarmanız gerek."

Avukatın can sıkıcı sesi Cihan'dan öfkeli bir bağırış aldı. "Karşıma geçmiş ellerimle kurduğum her şeyin mahvolduğunu söylüyorsun bana! Benim şaraplarım ülkenin en iyilerinden! Bir sebebi olmalı. Olmalı bir sebebi olmalı! En sadık müşterilerimiz bile telefonlara çıkmıyor söyle bana, bu nasıl bir lanet ki beni buldu! Nerede yaptım yanlışı?"

"Efendim yanlış giden hiçbir şey yoktu. İnanın bana titizlikle kontrol ettim fakat şirket olarak da marka olarak da yanlış olan hiçbir adımımız yok. Sanki biri bütün yollarımızı özenle tıkamış ve dolan şaraplar kendi havuzumuza doluyor gibi. "

"Havuzuma dolan bu kadar şarap beni boğar! Çünkü lanet havuzda benden başka kimse yok. Binlerce şarabı ne yapacağım söyle bana! Para etmeyen onca şeyi ne yapacağım!" Cihan'ın öfkesi oturma odasında büyük bir gerginlikle patladığında Ateş, tüm bunların kim tarafından yapıldığını çok iyi biliyordu. Nedenini de biliyordu, yapanı da ama babasına söyleyemedi.

"Üzgünüm Cihan Bey, artık kalkmam gerek. Başka yollar arayacağım, böyle beklemek istemiyorum fakat korkarım ki iki milyonluk kredi ödemesi önümüzdeki haftalarda yapılmazsa..." Bakışları villanın içinde çaresizce dolandı. "Burayla vedalaşmanız gerekecek." Sıkkın bir nefesle oturduğu koltuktan kalktığında Cihan'ı çaresizce bırakıyordu olduğu yerde.

Avukatın beklemeden ayrıldığı salonda Cihan neredeyse ağlamaya yakın bir bağırış bıraktı. "Nasıl olur! Anlamıyorum Allah'ım nasıl olur?" Oturduğu koltukta kendini öne verirken yüzünü çaresizce sıkıştırdı avuçlarının arasına.

Ateş'in babasında gördüğü bu mahvolmuşluk kendini suçlu hissetmesine sebep oluyordu. Hepsi birkaç numara uğruna yaklaştığı kadın yüzündendi ve bunu babasına söyleyemeyecek kadar korkuyordu ondan.

"Ben gidip bir yerlerden borç bulmaya çalışacağım baba. Sen de birilerine sor, böyle pes edemeyiz." Titreyen sesiyle oturduğu koltuktan kalkıp salonun çıkışına doğru ilerledi. Attığı adımlarla cebinden çıkarttığı telefonun rehberine giriyordu.

İsim listesinde adı geçenlerin arasında böyle yüklü bir ödemeyi alabileceği birini aradı gözleri ama tek seferde böyle bir meblağ verebilecek birkaç kişi vardı. Tıkladığı numara ile kulağına yasladığı telefonun açılmasını beklerken arabasına doğru ilerledi ve beklemeden bindi.

"Ateş?" Murat'ın sesi kulaklarında dolandığında onun kendinden çok Pars'la çocukluğa dayanan bir dostluklarının olduğunu biliyordu ama denemek zorundaydı. "Murat, nasılsın kardeşim." Çalıştırdığı araba ile beklemeden uzaklaştı villanın bahçesinden.

"İyiyim Ateş, iyiyim de sen beni aramazdın. Bir şey mi oldu?" Murat'ın yoğun çalışma hayatını biliyordu, ahizede duyulan insan sesleri ile şu an muhtemelen şirkette olduğunu da. Tam da bu sebepten çok da uzatmak istemedi durumu.

"Bir şeyler oluyor Murat, oluyor ve ben ne yapacağımı bilmiyorum. O yüzden aradım seni." Tek eliyle kullanmaya çalıştığı arabada omuzu ile kulağı arasına sıkıştırdı telefonu. Diğer eli Pars tarafından kırıldığından beri alçılıydı.

"Sorun ne?" dedi Murat şaşkın bir sesle.

"Sorun aile şirketim. Ödemesini yapamadığımız bir kredi mevcut ve senden başka arayacağım kimse yok." Birinden bir şey istemek utanarak sesinin kısılmasına neden olurken yanan kırmızı ışıkla yavaşça durdu trafikte.

"Anlaşılan Pars başlamış bir şeyler yapmaya." Murat'ın sıkkın sesiyle onun bundan nasıl haberi olduğunu düşündü. "Nasıl anladın?"

"Arandım Ateş, sana ya da ailene herhangi bir yardım yapmamak için uyarılmak adına arandım." Sıkkın bir nefesle konuşmasını sonlandırdığında Ateş avuçlarının arasındaki direksiyonu öfkeyle sıktı. "Murat yapma, sen de yardım etmezsen..."

"Sakin ol, yardım etmek istediğimi biliyorsun. Biz arkadaşız Ateş ama Pars'a kafa tutamam. En yakın arkadaşım olsa bile verdiği keskin kararlara karşı nazım geçmiyor. Nasıl böyle hayatta kaldım iş dünyasında sanıyorsun, onun yoluna çıkmayarak."

Yardım etmeyecekti. Bu, kendini tehlikeye atmak olurdu ve Murat akıllı bir iş adamıydı. İyi bir arkadaştı ama daha iyi yaptığı bir şey varsa o da iş dünyasındaki yerini korumaktı.

"Lütfen! Haberi bile olmaz, söylemem." Murat histerik bir nefes verdi burnundan dışarıya.

"Yapma Ateş, kendini kaldırma. Her şeyden haberi olacaktır. Muhtemelen her hamleni izliyor. Bu ödemeyi nasıl yaptığını öğrenmesi bir dakikasını almaz, ulaştığı isim de ben olurum. Anla beni dostum yapamam." Telefon ansızın kapandığında Ateş olduğu yerde öylece kalıyordu.

Trafik lambaları yeşile geçmiş ama o hareket edemeyecek kadar çaresizce kalmıştı.

Arkadan çalan korna sesleri ile kulağına sıkışan telefonu serbest bıraktı ve kucağına düşürdü. Hızla gaza bastığında dağılan dikkatini toparlayarak yoluna devam etti.

Murat yardım etmemişti. Haklıydı, Ateş ona kızamıyordu, kendine kızıyordu. Bir kız için başına aldığı felakete kızıyordu.

Oysa Nasya'dan hoşlanmamıştı bile, öğrencilik dönemlerinden beri umursadığı tek kişi Hande'ydi. Pars'a da tam bu yüzden kafa tutmuştu. Pars ondan Hande'yi almıştı o da Pars'tan Nasya'ya yakın durarak intikam almak istedi. Ama unuttuğu bir şey vardı. O Pars'tı. O alırdı. İstediğini alır ve hiçbir zarar görmeden olayın üzeri kapanırdı. Ama Ateş'in öyle bir imkânı yoktu.

Aptallık etmişti. Büyük aptallık.

 

♟️

Defne, oturduğu ıslak kaldırımda soğukta titrerken bacaklarını çenesinin altına çekmiş, öylece karşısında duran küle dönmüş dükkânına bakıyordu. Gözlerinin önündeki viraneden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Kapkara küller yanan eşyalardan geriye kalan iskeletleri örtmüş, camları yerlere saçılmıştı.

Defne'nin hayatta başarabildiği tek bir şey vardı. O da öylece bir gecede uçup gitmişti. Günlerdir delirmenin eşiğine gelmiş ama aklını kaybetmemek için elinden geleni yapmıştı. Ayaklarının altındaki su birikintisi sabah yapan yağmurun bıraktığı birikinti ile suretini yansıtıyordu.

Gözlerinden akan sıcak yaşlar soğuktan uyuşan yüzünü ısıtırken o, bu dükkânda geçen günleri düşlüyordu. Günlerdir yapabildiği sadece buydu.

Kendine doğru gelen Cenk'in ayak sesleri ile bakışlarını yüzüne çevirdi. Genç adam bıkkın bir ifade ile Defne'ye doğru gelip yanına sessizce çöktü. Günlerdir ondaki bu dalgın hallet artık Cenk'i de sıkmıştı. Ama bir anda arkasını dönemeyecek kadar acıyordu haline.

"Defne yine mi?" Bıkkın bir oflama ile bakışlarını ağlayan kadının yüzüne çevirdi.

"Her şeyim gitti. Nasıl başlarım, en baştan nasıl? Beş kuruşum yok Cenk, oysa öyle büyük zorluklarla inşa etmiştim ki her şeyi."

"Yine yaparsın. Bankalara başvururuz. Kredi çekeriz ne bileyim belki sen Nasya'ya gidip ondan yardım istersin." Omuzunu yavaşça yanındaki kadına çarptı. "Sana kıyamaz, biliyorsun." Sesindeki umudu korumaya çalışıyordu.

"Bana asla yardım etmez. Hem şu an istese de edemez. Hala komada, umarım bir daha çıkmaz." İçindeki sinirle dişlerini sıktı.

"Saçmalama Defne. O adamın yaptığı şey için kardeşim dediğin kıza arkanı dönme." Defne'nin öfkesinin sebebi Cenk'e göre Pars Katipoğlu gibi bir adamın yaptığı uçarılıktı. Defne Nasya'ya kıyamazdı.

"O döndü bana arkasını. İlk önce o döndü. O adam için beni bir kenara attı onunla olmak istedi."

"Ne?" Cenk şaşkınlıkla fısıldadı.

"Bana arabada söylediklerini bilmiyorsun. Hemen suçlamaya başladı. Bilerek yaptın, dedi. Oysa ben onun iyiliği için..." Sustu. Söylediklerine kendi de inanmıyordu artık. Kendini bile kandıramayan bu bitik kız tek bir kelime daha etmek istemiyordu.

"Bence gitmelisin. Gerekirse hastanenin kapısında nöbet tut. O kız senin ailen, o insanlar sonradan geldi Defne. Siz en başından aile gibiydiniz. Nasya seni istese de silemez, o kızı tanıyorum sana asla kıyamaz." Söylediği sözleri Defne'nin sızlayan genzinde yeni bir yakıcılığa sebep olduğunda yüzünü avuçlarının arasına aldı ve sessizce ağlamaya başladı.

Her şey nasıl güzel gidiyordu oysa. Nasya ile kaynayan küçük bir kazanları, birbirlerine bağlı dostlukları vardı. Şimdi ise hepsi yerle bir olmuştu. Defne'ye göre Nasya; önce o adamı tanıdı, sonra da ailesini buldu. Yeni ailesi, güçlü bir sevgilisi vardı.

'Peki, ben' diye düşündü Defne. 'Benim de elimde sadece yıkıntılar kaldı. Hiçbir şeyim kalmadı. Her şeyi kaybettim. Önce Nasya'yı sonra her şeyi.'

 

♟️

Amerikan Hastanesi'nin yoğun bakım ünitesi tamamen boşaltılmış, Katipoğlu ve Sipahi ailesi dışında kata giriş çıkış izinleri kısıtlanmıştı. Bütün katta görevli olan personeller haftalardır korumalar tarafından inceleniyor ve güvenlik en üst seviyede tutuluyordu.

Bunun en büyük sebebi Pars Katipoğlu'ydu. Çünkü kendisi hastanenin bir odasını kendi için çalışma alanına çevirmiş ve bilfiil hastanede kalmaya karar vermişti.

Tüm toplantılarını Skype üzerinden gerçekleştiren Pars, çalışmadığı zamanlarda sevdiği kadının yanından bir dakika bile ayrılmıyordu.

Yoğun bakımın çaprazındaki koridor boyunca Pars'ın kendi odası ve korumalarına tahsis edilen odalar dışında Doktor Feridun'un Pars için tedaviye ayırdığı bir oda bulunuyordu.

Nasya'nın gözlerini açacağına inanan Katipoğlu geçen bir ay içinde şirketinin ve sağlığının gidişatını düzeltmek için köklü adımlar atmıştı. Sevdiği kadınla mutlu olmak için hiçbir engeli kalmaması için her şeyi planlıyordu.

 

♟️

PARS

Gözlerim önümdeki ekranda gezindiğinde neredeyse sonlanacak olan toplantının saniyelerini sayıyordum.

"Sizin de rızanız dâhilinde, Duxe şirketleri ile anlaşmamızı sağlayacağız efendim." Şirket kurulu ile neredeyse iki saattir süren toplantı, uykusuz bedenimde ağrılara sebep olsa da şirketin yeniden toparlanışı acılarımı ve ağrılarımı unutturuyordu.

"Benim için uygun fakat unutulmamasını istediğim bir mevzu var. Atılacak her imza için tarafıma ulaşılsın. Şu sıralar şirkete uğrayamıyorum diye bir şeyler baştan savma yapılmayacak." Sesimdeki kararlılık ekrandaki adamdan sadık bir onay aldı.

"Her şey titizlikle ayarlanacak Pars Bey. Tüm adımlar izninize sunulacak."

Gözlerim solumdaki tablette açık olan ekrana döndüğünde Nasya'nın içinde bulunduğu yoğun bakımı canlı olarak izlediğim panelde gezindi bakışlarım. Hemşire odaya henüz giriş yaptığında haftalık temizliğini yapıyordu. Başındaki bandajlar günler önce açılmış, yaraları çoktan kapanmaya başlamıştı. Eskisi gibi görünüyordu ama gözleri hala kapalı. Sanki ıstırabımı sürdürmek için inatla açmıyor karalarını.

"Efendim?" Dağılan dikkatimi ekrandan bana seslenen kurul başkanına çevirdim. "Evet?" Kendimi hafifçe toparladım ve tüm dikkatimi karşımdaki adama çevirdim.

"Bu günlük bu kadar, eğer merak ettiğiniz bir şey varsa yardımcı olabilirim." Başımı iki yana salladım. "Yeterli. Bu işle bizzat siz ilgileneceksiniz." Bir cevap alma gereği duymadan uzanıp görüntülü konuşmayı bastığım düğme ile sonlandırdım.

Gözlerim yeniden Nasya'nın ekrandaki görüntüsüne döndüğünde sırtımı deri koltukta geri yasladım. Artık bir mucizeye ihtiyacım vardı. Öyle yorgundum ki artık uyanması gerekiyordu. Uyanıp bana hayatımın amacını geri vermeliydi.

Yavaşça doğruldum oturduğum koltuktan. Adımlarım odanın kapısına döndüğünde beklemeden açtığım kapıdan dışarıya çıktım. Korumalar eşliğinde yoğun bakımın kapısına yöneldiğimde içeriden çıkan hemşire ile karşı karşıya geldik.

"İçeriye gireceğim, güvenli kıyafet alabilir miyim?" Çatallı sesimle beni onaylayan genç kız beklemeden uzaklaştı yanımda ve ilerideki hemşire odasına yöneldi.

Bakışlarım camlara döndüğünde Nasya'nın hareketsiz bedeni ile yeniden karşı karşıya geliyordum. Bir insanın hem orada olup hem de olmaması öyle can yakıyordu ki. Tükenmeyen bir umudun içinde hapsediyordu insanı.

"Buyurun." Solumda duyduğum sesle bana uzatılan ziyaretçi kıyafetlerini uzanıp aldım elinden. "Yardım edeyim size Pars Bey." Kollarımdan geçirdiğim gömleğin arkasına geçerek iplerini dikkatle bağladı. Diğer elinde tuttuğu maske ve boneyi arkamdan bana uzattığında oyalanmadan giyindim üzerime.

"Bugün daha iyiydi." Yaptığı iyimser konuşmayı duymazdan geldim. Arkamdan geçip ünitenin şifre paneline girdiği numaralarla bana kapıları açıyordu. İçeriye doğru attığım adımla arkamdan kapanan kapıya yönümü Nasya'nın yanına çevirdim.

Güzel kokusu burnuma gelirken adımlarımı kendisine doğru sıraladım. Yanına yaklaştıkça, yüzünde gezinen gözlerimin dikkati artıyordu, belki kara hareleri açılır umuduyla.

"Güzelim." Adımlarım yanında durduğunda, ellerim usulca saçlarına uzandı. "Bugün yoğun bir gündü, yorucu ama seni gördüm ya dayanabilirim." Yavaşça geri çekildim ve yatağın kenarında duran sandalyeyi usulca yanına çektim.

Bedenimi bıraktığım demir sandalye birkaç saniye gıcırdadığında dirseklerimi yatağın yanına yasladım ve küçük ellerini avuçlarımın arasına aldım. Yüzümdeki maskenin ardından dudaklarımı bastırdım soğuk ellerine.

"İngiltere ile bir anlaşma yapıyorum, anlatmıştım hatırlıyor musun? Avrupa piyasasında yerimizi sağlamlaştırıyoruz diye. Bugün netleşti sevgilim, güzel şeyler olacak gibi."

Sanki beni duyuyor gibi bütün günün özetini geçiyordum. Bunu günlerdir yapıyorum, onun için hiçbir anlamı olmasa da benim için çok önemli. O yanımda değilken yaşadıklarım, ona anlatınca anlam kazanıyor gibi sanki.

"Şu neotik kaplama projesini askıya aldım ama." Bakışlarım yüzüne döndü. Alnı sanki bana kızıyormuş gibi kırıştı. "Kızma hemen, şu sıralar ona ayıracak enerjim yok. Zaten planlarım arasında onu önümüzdeki yıllarda piyasaya sürmek vardı. Ben bazen acele ediyorum."

Avuçlarımın arasındaki küçük parmakları usulca okşarken devam ettim. "Feridun en kısa zamanda bir ameliyat planlaması yapalım diyor. Ama şimdilik düzenli kontroller ve takviyelerle erteliyorum. Sen uyanmadan olmayacağım. Üstelik gayet de iyiyim, artık o kadar dönmüyor başım, burun kanamalarımda seyrekleşti. Tedavi işe yarıyor, söyledim."

Yüzümde buruk bir gülümseme oluştu. "Seni bekliyorum Nasya. Geri gelmeni bekliyorum. Sıkılmadın mı orada tek başına?" Başımı usulca yatakta öylece tuttuğum ellerine yasladım. Gözlerim usulca kapandı. "Özlemedin mi bizi, beni özlemedin mi? Ben çok özledim seni güzelim, çok özledim seni."

Ona, onu her özlediğimi söylediğimde ruhum iğneler batmış gibi acıyordu. Kendini bana ifade etmek istediği her anda, yanında olabileceğim her anda kendisine gösterdiğim iğrenç tavır; şimdi ona karşı artan özlemimi her ifade edişimde kalbime bir tokat gibi çarpıyordu.

Utancımı şey ise yine ona olan muhtaçlığımdı. Gözünü açtığında cezasını kendisi de verebilirdi. Bana göstereceği öfkenin her türlüsünü kabul ediyordum ama yokluğu dayanılmazdı.

Gözünü asla açmayacak, beni asla duymayacak, bana asla eskisi bakmayacak olma ihtimali bile uyanıkken kâbusu yaşamaktı.

Titreyen sesimle beraber yeniden sessizliğe gömülüp, içimde coşan duyguları dizginlemeye çalıştığımda; odada sadece makinelerin sessiz ritimleri ve oksijen makinesinin baskın tıslaması hâkim hale gelmişti.

"Her şey hazır. Bizim için her şey hazır, ama sen yoksun." Dolan genzimin getirisi olan yaşlar yanaklarımda yerini bulduğunda burnumdan içeriye sert bir nefes çektim.

"Biliyor musun, babam seninle ilgili basın açıklaması yaptı." Görüş bulanıklığımı netleştirdim ve bakışlarımı güzel yüzüne çevirdim. "Hastanede beni gören birileri resimleri internete sızdırınca fısıltılar çoğaldı. Adil Bey de saçma sapan şeylerin önüne geçmek adına bir açıklama yaptı. Biraz tuhaf gerçi, onun bu halleri hiç içime sinmiyor."

Yüzümde alaylı bir gülüş yer etti. "Artık tüm sosyete senin Kenan Sipahi'nin kızı olduğunu biliyor ve bir de..." Kalbimde ansızın hızlanan çarpıntı ile yutkundum. "Benim müstakbel kocan olduğumu. Uyandığında birçok şeye şaşıracaksın, benden söylemesi."

Yaşadığı acı ve yalnızlıkta payım varken, gözünü açtığında beni hayatında ne kadar isteyecek bilmiyordum. Ama kaybetme korkusu ve uzaklığının içime işlediği andan beri, benim ondan uzak geçirmek istediğim en ufak anım kalmamıştı.

Makinelerin seslerindeki ansızın değişimle kafamı hızla geri çektim. Gözlerim siyah ekranda koyu yeşil şeritle hareket eden ritimlerde gezindiğinde korkuyla havalandım oturduğum sandalyeden.

"Bir şey oluyor!" Bağırtım odada yayıldığında yoğun bakımın kapısına döndüm. İçeriden bastığım düğme işe dışarıdaki sessiz koridorda yankılandı sesim. "Biri buraya gelsin, bir şey oluyor! Bir şey oluyor!"

Sesim yankı yankı bana döndüğünde korumaların koşarak hemşire odasına doğru gittiğini görüyordum. Bedenimdeki adrenalinle kendimi içeriye geri çevirdim, bakışlarım Nasya'ya döndüğünde gördüğüm şeyle olduğum yerde kaldım.

Makineler çıldırmış gibi çınlarken yataktaki güzel kadın uzun kirpiklerinin altından kara gözlerini yüzüme doğru aralamıştı. Adımlarım sanrılı bir rüya halinde gibi yanına çekildiğinde yüzünde kafa karışıklığının getirdiği bir sorgulayış vardı.

Yanında durduğumda yavaşça çöktüm dizlerimin üzerine, bedenim günlerdir beklediğim şeyin gerçeğe dönüşmesi ile boşalıyordu.

Gözleri bana döndüğünde ağzındaki oksijen maskesini zar zor çıkardı. "K-kimsin sen?" dedi kısık sesi ile.

'Ne?'

İçeri giren hemşireler hızla başına üşüştüğünde kendimi geri çekmek zorunda kalıyordum. Yüzümdeki maskeyi çekip çıkarttığımda bedenimde dolanan soğukluk korkuyla olan biteni izlememe sebep oluyordu.

"Nasya Hanım iyi misiniz?" Başhemşirenin sorduğu soru ile bakışları başına üşüşen hemşirelerde gezindi. Gözleri odanın içine döndüğünde yüz yüze geldik yeniden.

Kuru dudakları usulca aralandı. "İyiyim." dedi alnı kırışırken.

"Nasya." dedim neredeyse kendimin duyacağı bir fısıltı ile. Gözlerimden akan yaşlar geri gelmesinin heyecanınayken aklım olabildiğince karışıktı.

"Şu anda hastanedesiniz, dört haftadır yoğun bakımdasınız. Bir trafik kazası yaşadınız." dedi başhemşire.

Nasya olanları hatırlamak ister gibi buruşturdu yüzünü. "Defne?" dedi korkuyla büyüdü gözleri. "A-arkadaşım nerede?" 'Ne oluyor?'

"Defne kim efendim?" dedi hemşire şaşkınlıkla.

"Arkadaşı, Defne onun arkadaşı. Ben hemen getirtirim." Hızla konuya giriyordum. Nasya'nın gözleri yüzüme döndüğünde hafifçe gülümsedi.

"Beni hatırlamıyor musun?" Ona doğru birkaç adım atıp yanında durduğumda bir süre yüzümü inceledi. "Doktor musunuz?" Gözleri üzerimdeki kıyafetlere döndü birkaç saniye.

"Hayır." Sol gözümden yanağıma sıcak bir yaş aktı. "Doktor değilim." Bakışlarımı yüzünden terse çevirdiğimde kendimi toplamak için birkaç saniye yüzümü avuçlarımın arasında aldım.

"Nasya Hanım." Doktor kapıdan içeri girdiğinde yüzümü saran elleri geri çektim ve bir adım geri atarak Nasya'ya yaklaşmasına yardım ettim. "Nasıl hissediyorsunuz kendinizi?"

Kontrollerini yapmak için yüzüne doğru yaklaştığında Nasya'nın gözler hala yüzümdeydi.

'Neden bana yabancı gibi bakıyorsun? Çıldıracağım, neden beni tanımıyorsun!'

"Nasya Hanım?" dedi doktor dikkatini kendi üzerine çekmek için. "Biraz garip, neden buradayım?" Şaşkınlıkla kırıştı küçük alnı.

"Hatırlamıyor musunuz kazayı?" Doktor gözlerine tuttuğu kontrol ışığı ile gözlerini sızlatmış olacak ki yüzünü geri kaçırdı adamın ellerinden. "Ne kazası?"

'Hatırlamıyor.'

"Bir araç kazası geçirdiniz, haftalardır buradasınız. En son aklınıza gelen bir şey söyleyin bana?" Doktorun gergin bir sesle sorduğu soru ile bakışları Nasya'nın yüzünde sabitlendi.

"Ben..." Kaşlarını çattı. "Bilmiyorum hatırlayamıyorum. Evdeydim, sanırım..."

'Lanet olsun. Ne kadarı yok Nasya! Ne kadarını sildin?'

"Anlıyorum." Doktor sıkkın bir nefesle geri çekildiğinde bakışları hemşirelere döndü. "Normal odaya alın, kontrol altında olacak birkaç gün." Bakışları bana döndüğünde odanın çıkışına çevirdi yüzünü." Benimle gelin efendim." dedi ve çıktı öylece.

Gözlerim Nasya'ya döndüğünde onun hala bana şaşkınlıkla baktığını görüyordum. Beni tanımıyordu ama merakla incelediğinin farkındaydım. Tıpkı onu gördüğüm ilk geceki gibi bir inceleme söz konusuydu.

Sırtımı ona döndüğümde beni dışarıda bekleyen doktorun yanına doğru ilerledim. Yoğun bakımın kapıları ardımdan kapandı.

"Hafıza kaybı; böyle bir şey sürpriz oldu diyemeyeceğim. Aldığı darbeyi düşününce korkularımdan biri de buydu fakat ne denli bir kayıp var bilemiyorum. Hastayı strese sokmamak için üzerine çok gitmemek gerek." Ağırca yutkundum.

Dakikalar önce hayalini kurduğum duasını ettiğim her şey bir kenara atılmıştı. Artık korkularım başkaydı.

Ya beni hiç hatırlamazsa? Yaşadığımız onca an, bağlılığımız, bana olan aşkı; onun tarafından hatırlanmazsa ne anlamı kalırdı ki?

"Peki; ne zaman geri gelecek, kayıp olan o boşluk ne zaman dolar?" Genzimin sızlamasından nefret ediyorum.

"Bilemiyorum ama şu an en mantıklısı ufak adımlarla ilerlemesi. Hatırladığı yerden saracaksınız kaseti Pars Bey, aksi bir hamle geri dönülmez bir boşluk doğurabilir."

"Hay sikeyim!" Öfkeyle saçlarımı kavrayan ellerimde parmaklarımı geri verdim. "Tamam. Gözünü açtı ya! Her şeye tamam!"

 

♟️

NASYA

Gözlerim, beni henüz yerleştirdikleri hastane odasının içinde dolandı. Büyük camlar dışarıdaki şehir manzarasını gözler önüne seriyordu. Böyle lüks bir hastanenin ücretini nasıl ödeyeceğimi düşünmeden edemiyordum.

Şu bahsi geçen kazayı neden hatırlayamıyorum? Bahsi geçen şu hafıza kaybı neyin nesi? Hatırlamadığım o kısımda hangi anılarım kaybolup gitti. Defne nerede peki? Burada olması gerekmez miydi? Ondan başka kimim var?

Odanın kapısı açıldığında camdaki bakışlarımı geleni görebilmek için kapıya çevirdim.

Yine o adam, bu kez üzerindeki ürkünç kıyafeti çıkarmış. Siyah kusursuz takımıyla beraber bana doğru ağırca yürüdü. Keskin siyah gözler sık kirpiklerin altından yüzüme döndü.

Uyandığımda gördüğüm ilk yüz buydu. Peki, ama bu adam kimdi? Neden başımda Defne değil de o vardı? Sebebini bilmediğim birçok şey ve cevabını bulamadığım bir dolu soru işareti ile hafifçe gülümsedim.

Bana tamamen yabancı olan bu suret nedense zihnime tanıdık gibiydi. İri beden sert hatlar ve hatırı sayılır bir yakışıklılıkla tam dibimde durdu.

'Sen buna mı hatırı sayılır diyorsun?'

Burnundan içeriye sert bir nefes çektiğinde dudakları hafifçe aralandı ve bir şiiri okurcasına kulak okşayan tınısı odada yayıldı. "Benim adım Pars." Buruk bir gülümseme ile kaşlarını birkaç saniye çattı. "Pars Katipoğlu."

Pars... Zihnimde yer edindiremediğim bu yabancının ismi en az onun kadar farklıydı.

"Seninle kısa bir süre önce tanıştık, bir kokteylde." Başını iki yana salladığında söylediği şey sanki bir saçmalık gibi alayla güldü.

"Pars." dedim aynı şaşkın alayla gülümserken. Adını dile getirmek garip hissettirmişti.

"Kimsin sen Pars? Neden yanımdaydın? Yani ben neden uyandığımda ilk seni gördüm?" Bana vereceği her cevaba hazırdım çünkü doktor pek de yardımcı olacak bilgiler vermemişti.

Bahsettiği hafıza kaybı hakkında bile derin bir açıklama yapmamıştı. Üstün körü yapılan bir bilgilendirme gibiydi.

"Ben kimim?" Alt dudağına bastırdığı inci gibi dişlerle yeniden gülümsedi ama histerik bir gülümsemeydi. Yanağında belirginleşen kusursuz çukurlara odaklanırken düşündüm, böyle bir adamın benimle ne işi var?

"Söyleyeceğim herhangi bir şey seni kötü etkileyecek diye korkuyorum güzelim."

'Güzelim?'

Az önce bu Yunan tanrısı bana güzelim mi dedi, ne oluyor yahu?

"N-nasıl yani?" Hafifçe toparlandım uzandığım yatakta. Bu adamın gözlerinde gördüğüm ama adlandıramadığım özel bir bakış vardı. Yok artık, bana mı?

'Hahahahha''

'Dalga geçme! Bende biliyorum böyle bir adamın bizimle bir işi olmayacağını ama mantıklı bir açıklama bulmaya çalışıyorum. Sen yardımcı ol o zaman!'

"Şimdilik söyleyebileceğim tek şey..." Yatağın yanına doğru çektiği sandalye ile iri bedenini güçsüz sandalyeye bıraktı. "Sen benim her şeyimsin. Tam dört haftadır Allah'ın her günü o güzel gözlerine yeniden bakabilmenin umuduna sarıldım, her gün."

Böyle birinin gözlerimi görmek için her gün dua etmesi de ne demekti? Nasıl mümkün olabilirdi ki böyle bir şey?

Elleri bana doğru havalandığında göbeğimin üzerindeki eli usulca kavradı ve sıcak avuçlarının arasına alarak yüzüne doğru kaldırdı. Alev gibi yanan dudakları parmaklarıma temas ettiğinde duyduklarım ve gördüklerimle şaşkınlıkla dona kalıyordum.

"Bilmen gereken tek şey, benden sana zarar gelmeyeceği. Şimdi tanışmıyoruz ama haftalar önce çok özel şeyler yaşadık." Kızıl kahveyi andıran delici bakışlarını benimkilere çevirdi. Dolan gözleri ile ağırca yutkunuşunu izledim. Belirgin âdemelması ağırca hareketlendi.

Çok güzel bakıyordu. Hem dikkatli bakışlarını özenle üzerimde gezdiriyor hem de bakışlarından bile sakınıyordu beni. Kızıl kahvelerinden gözlerime geçen duygular, bana kendimi farklı hissettiriyordu. Nasıl desem, özel...

Dudakları yeniden aralandığında beni yeniden şaşkına çevirecek şeyler fısıldadı. "Sen kısacık ömrümde başıma gelen en güzel şeysin. Beni hatırlaman için her şeyi yapacağım." Avuçlarımın içi terlerken ben duyduklarım ve gördüklerimin şaşkınlığı ile olan biteni izleye kaldım.

Odanın kapısı yavaşça açıldığında Defne'nin sureti gözlerimin önüne serildi. Hızla ellerimi beni böylesine sahiplenen adamın avuçlarından kurtardım ve tedirginlikle Defne'yi izledim.

"Nasya." Sesindeki tedirginlikle adımları odanın ucunda durdu. "Neredesin sen?" dedim isyankâr bir tonlamayla.

Defne'nin bakışları korku ile adının az önce Pars olduğunu öğrendiğim adama döndü.

Ben de gözlerimi Pars'a çevirdiğimde onun ürkütücü bir öfkeyle arkadaşımı izlediğini gördüm. Oturduğu sandalyeden hızla havalandığında Defne hızla bir adım geri sıçraması kafamın karışmasına neden oluyordu.

"Sizi yalnız bırakayım, konuşacaklarınız vardır." Dişlerinin baskısı az önceki şiirsel tınıyı öfkeli hırıltıya çevirmişti. "P-peki." Defne'nin titrek sesiyle bu adamdan neden bu kadar çekindiğini anlayamadım.

Pars'ın adımları hastane odasının çıkışına yöneldiğinde beklemeden açtığı kapıyla odadan çıktı. Bakışlarım kıstığım gözlerimin ardından Defne'ye döndüğünde onun ağlamak üzere olduğunu görüyordum.

"Defne." Fısıltımla beklemeden koşarak yanıma doğru geldi ve sıkıca boynuma sarıldı. Öyle sıkı bastırıyordu ki beni kendine neredeyse nefes alamıyordum. Hıçkırıklarla omuzuma bastırdığı yüzüyle titreyerek ağlamaya devam etti.

"Defne sakin ol." Onu zar zor kendimden ayırdığımda kızaran yüzüyle beni izleyen bakışlarını gördüm. "Ne oluyor sana?" şaşkınlığım birkaç dakika içinde yaşanan şeylerle giderek katlanırken Defne ellerini ağlamasını bastırmak için ağzına bastırdı. "Korkutma beni."

Şaşkınlığım tedirginliğe dönüşürken başımın ortasında keskin bir acı hissettim. Dudaklarımın arasından ağzımın içine dolan demir tadıyla, burnumun kanadığını anlıyordum. Ellerim burnuma yükselirken Defne panikle solumdaki komodinin üzerinden aldığı peçeteyi avuçlarıma bıraktı.

Fark ettiğim şey beni daha da gerdi, elleri titriyordu. "İ-iyi misin?" Yeniden ağlamaya başladığında burnuma bastırdığım peçete ile onu sakinleştirmem gerektiğini anlıyordum.

"Defne ağlama artık, iyiyim. Otur şuraya. Korkutuyorsun beni ya, ne oluyor?" Peçetenin ardından çıkan boğuk sesle ondan istediğim şeyi yaparak Pars'ın az önce kalktığı sandalyeye yavaşça çöktü.

Sırtımı yatakta geri yasladığımda gözlerim bir süre geriye verdiğim başımla tavandaki aydınlatmalarda gezindi. Sıkkın bir nefesi dudaklarımdan içeriye çektim.

"Ne oluyor burada, anlat artık!" Hesap sorucu sesimle bakışlarım solumdaki sandalyede burnunu içli içli çeken Defne'ye döndü. "Ben..." Titreyen sesi yarıda kesildiğinde bir şeyler söylemek isterken tıkandığını anlıyordum.

"Sen ne? Ne kazası geçirdim, ben hatırlamıyorum bari sen anlat. Bir aydır bilincim kapalıymış benim, ne oluyor Allah aşkına? Zaman atlaması yaşamış gibiyim. Benim böyle bir hastanede ne işim var kızım, biz burayı ödeyemeyiz ki! Ayrıca sen neredeydin? Niye yanımda değildin? Bir de o Theo James kılıklı adam kim, neden bana sevgilisiymişim gibi davranıyor? Delireceğim ne oluyor ya?" Nefes almadan peşi sıra sorduğum tüm sorulara bana bakan korku dolu gözlerle sessiz kaldı.

Burnumdaki peçeteyi geri çektiğimde kanamanın çoktan durduğunu anlıyordum. Bakışlarım avuçlarımda buruşturduğum kanlı peçeten Defne'nin yüzüne döndü. Hala sessiz ve hala tedirgin görünüyor çıldıracağım.

"Defne konuşsana salak mısın?" Yükselen sesimle yüzünde çaresiz bir ifade yer etti. Ardından avuçlarının arasına aldığı yüzünü birkaç sıkkın hamle ile ovuşturdu. "Ne kadarını hatırlıyorsun?" Yüzünden geriye çektiği ellerle dikkatini yavaş yavaş topladığını görebiliyorum.

"Yani bilmiyorum, belirli bir anı yok. Sadece evdeydim, sanırım duş almak istiyordum ama doğalgaz kesik diye erteledikçe erteledim." Yüzümde histerik bir gülümseme oluştu. "Bir ara şu doğalgazı halletmem gerek, hasta olacağım."

Yaptığım alaylı yorumla sıkkın bir nefes verdi ve yüzündeki tatsız ifadeyi koruyarak ellerini saçlarının arasından geriye geçirdi. "Saçına bir şey mi yaptın sen?" Kısılan gözlerimle bir süre onu süzdüğümde şu an dikkatimi çeken şeyin bu olması o kadar saçmaydı ki.

"Her neyse; söyle bana, ne kazası yaptım? Dolmuş falan mı çarptı? Metrobüs mü hattan çıkıp devrildi, ne oldu? Ne kazası anlamıyorum."

"Bunları böyle bir anda söylemem nasıl olur bilmiyorum, Pars Bey temkinli olmam hususunda uyardı." Pars Bey?

"Kim bu Pars Bey? Ondan başla mesela."

Söylediğim şeyle ağırca yutkundu, gözleri huzursuzca üzerimde dolandığında kaşlarım çatılıyordu. Pars denen adamın arkadaşımı böyle germesi sinirimi bozmaya başlıyordu. Onu neden ve nasıl bu hale getirmiş olabilirdi ki?

"Pars Bey, Pars Katipoğlu. Kendisi sana âşık" Ne?

'Oha, yuh, hadi canım!'

"Ne saçmalıyorsun Defne?" Yüzümde alaycı bir gülme oluştuğunda gözlerimi alayla devirdim. "Çok ciddiyim. Senin için neler yaptığını bilsen şaşarsın." Gülüşüm silinirken Defne'nin sesindeki rahatsızlık tadımı kaçırıyordu.

"Canım arkadaşım, adam baştan aşağı bir şıklıkla geziyor ortada, Cumhurbaşkanı gibi bir özgüvene sahip. Ne aşkından bahsediyorsun?" Artık alay etmiyordum.

"Cumhurbaşkanı değil ama ülkenin en zengin adamı." Bakışları yere inerken artık bir kamera şakasının içinde olduğunu düşünüyordum. "Defne sen ciddi misin?" Ben ne alaka?

Az önce adlandıramadığım, belki de adlandırmaktan kaçındığım o bakışlar; bana gerçekten aşk yüzünden mi özel hissettiriyordu? O bakışlar gerçekten aşk mı doluydu?

Odanın kapısı açıldığında sorduğum soruya bir cevap alamadan içeriye giren orta yaşlı kadına çevirdim gözlerimi. Ağlamaktan kızaran gözleri ile içeriye girmiş ve elindeki çantayı girişteki masanın üzerine bırakmıştı.

Gözlerim karşımda bana inanılmaz bir mucizeye bakar gibi bakan kadında gezindiğinde bana ne kadar benzediğini fark ediyordum. "Kızım!"

Titreyen dudaklarından dışarıya dökülen cümlelerle bedenim soğuk bir tutulmaya çekildi. Ensemden aşağıya bir dam ter aktığında ben nefes almayı bırakıyordum. "A-anlamadım?" Kekelediğimi fark ettim.

"Nasya, o annen." Defne'nin söylediği şeyle bakışlarım yavaşça arkadaşımın üzerine döndü. 'Ne saçmalıyorsun sen?' der gibi süzdüm onu birkaç saniye.

Ardından az önce ağlayarak içer giren kadın ayağındaki topuklulara rağmen koşarak bana doğru geldi ve beni sertçe tutup kendine çekti. Kolları sırtımı sararken ben hala Defne'ye bakıyordum.

Beni göğsüne bastıran kadının ağlamaktan titreyen bedeni ile zihnimin bana bir şeyler fısıldayışını duyuyordum ama çözemiyordum. Başımın ortasında hissettiğim keskin ağrı ile gözlerimi sıkıca yumdum.

Annem; benim annem, buradaydı. Bunca yıl yokluğu ile beni cezalandıran kadın şimdi kollarını bana sarmış zihnimin duvarlarına çarpan boğuk sesi ile bir şeyler yakarıyordu.

"Ne oluyor!" Duyduğum bağırışla sıkıca yumduğum gözlerim odanın içine açıldı. Pars Katipoğlu olduğunu öğrendiğim adamın odanın kapısını sertçe açarak içeri girdiğini görüyordum.

Korku ile bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde öfkeyle aldığı soluklarla yanımıza kadar gelip bana sarılan kadını sertçe geri çekti. Kolları benden ayrılan kadın ağlamasını bölen öfkeyle şaşkınlıkla karşısındaki adama bakıyordu.

"Neyini anlamıyorsunuz! Böyle olmaz, bu şekilde değil! Uyardım sizi, yavaş yavaş olacaktı! Doktorla kendin konuştun Gülsüm! Böylece içeriye dalıp 'Ben annenim.' diyemezsin!"

'Gülsüm? Adı Gülsüm mü?'

"Sen!" Gülsüm Hanım'ın Pars'a doğru attığı adımla baskın sesi odada yankılandı. "Sen benim kızıma nasıl yaklaşacağıma karar veremezsin! Onun sahibi değilsin! Kenan bu evliliğe onay vermiş olabilir ama kızımı sizin gibi hastalıklı bir aileye bırakmam!"

'Ne evliliği, ben ve o mu?'

Gözlerim Pars'a döndüğünde onun bedeninden dışarıya yayılan öfke odanın içinde elektrik titreşimleri yayıyordu. Bakışları bana döndüğünde gözlerindeki öfke ansızın söndü. Alnı kırışırken duymama ve görmeme engel olamadığı şeyler yüzünden özür diliyor gibiydi.

"Sakin olun." dedim fısıltılı bir sesle.

"Defol çık şimdi!" Gülsüm Hanım'ın Parsa yeniden bağırışını duyduğumda ortamdaki gerilim başımdaki ağrıyı artırdı.

"Senin yüzünden hiç hatırlamayabilir! Ve yemin ederim Gülsüm, eğer böyle bir şey yaşanırsa hayatının hatasını yapmış olursun! Bencilliğini sikiyim! Sakince anlatabilirsin! Travma bırakmaktansa karşısına geçip anlat, bu histerik hallerinle uğraşamayız senin!" Bağırışı ile oda inlediğinde odanın kapısı bir kez daha açıldı.

Bu kez içeriye orta yaşlı bir adam ve bana en az ikizim kadar benzeyen bir kız giriyordu. Gözlerim içeriye giren kızda takılı kalıyordu.

"Pars ne oluyor?!" Orta yaşlı bir adamın uyarıcı sesiyle gözlerimi şaşkınlıkla üzerinde sabitlediğim kız, yavaş adımlarla yanıma doğru yaklaştı. Yanımda durduğunda elleri usulca sırtıma doğru uzandı. Şefkatli bir ifade ile sırtımı usulca okşadığında gözlerim Defne'ye döndü.

"Defne?" Fısıltılı sesimle bana doğru yaklaştı ve sakince fısıldadı. "Bu Begüm, kız kardeşin." Gözleri az önce içeriye giren adama döndüğünde "O da Kenan Bey, senin baban." Ne?

"Nasıl?" Sesim sanki içime kaçmıştı. "Aileni buldun Nasya." Yüzü bana döndüğünde suratında hüzünlü bir gülümseme oluştu.

"Defne." Genzim sızlarken içimdeki şüpheleri kesinliğe ulaştırmak gözlerimden akan sessiz yaşlara sebep oldu.

"Kenan, al Gülsüm'ü götür. Size söyledim. Böyle olmaz! Doktoru duydunuz böyle olmaz." Pars'ın kalın tınısı kulaklarıma ulaştığında beni korumak için elinden geleni yapıyor gibiydi ama neyden koruyor bu kadar? Neden çabalıyor benim için ve kim bu adam? Gözümü açtığımdan beri her şey bir şekilde onunla alakalı gibi.

"Gülsüm." Adı Kenan olan orta yaşlı adam, öfkeli kadına doğru ilerledi ve onu omuzlarından tutup kendine çevirdi. "Konuşalım, dışarıda."

Yumuşak sesiyle kadını ikna etmeye çalışırken gözlerim Defne'ye döndü. Bu odada tanıdığım tek insan oydu ve üst süte öğrendiğim her şey boğazımı saran bir el gibi beni boğuyordu.

Odamdaki tanımadığım bu insanlar benim için endişelenen ailem miydi? Düşünmeye cesaret edemediğim, hayalini kurmaktan kaçındığım ailem...

"Begüm." Yine aynı kalın tını ile gözlerim Pars'a döndü. "Tamam, çıkıyoruz biz. Ben konuşurum onunla." Yanımdan ayrılan genç kız Gülsüm Hanım'a doğru ilerledi ve kulağına doğru bıraktığı fısıltılarla onu çıkmaya ikna ediyordu.

Kenan Bey ve Gülsüm Hanım, Begüm'ü de yanına aldıklarında, son kez bana bakarak odadan çıktılar.

Bakışlarım bana üzgün gözlerle bakan Pars'a döndü. Gözleri ile konuştuğuna yemin edebilirim. Nedenini anlamadığım bir şekilde bu adam ruhuma tanıdık geliyordu. Yabancıydı bana ama değil gibi de.

İlk kez gördüğüm ve hatırlamadığım birine güvenmemem gereken bu noktada, varlığı bile güven aşılıyormuş gibi iyi geliyor, asla rahatsızlık vermiyordu.

"Defne, bize müsaade et." Bakışları hala bendeyken söylediği sözle Defne ikiletmeden hızla uzaklaştı yanımdan. Arkadaşımın itaati kafamı iyice karıştırırken odanın kapısı Defne'nin ardından kapandı ve beni karşımdaki adamla yalnız bıraktı.

Gözlerim yorgun bir nefesle Pars'ın yüzüne döndü. Onunsa bakışları zaten benim gözlerimden hiç kaymamıştı.

Attığı yavaş adımlarla yanıma kadar geldiğinde dizlerinin üzerinde yere çöktü. Uzun boyu neredeyse ikimizi aynı hizaya getirdiğinde burnundan içeriye yavaş bir nefes çekti. Dudakları hafifçe aralandığında başını usulca yana eğdi ve yine aynı şiirsellikle fısıldadı.

"Kafanın nasıl karıştığını görüyorum." Parmakları usulca yüzüme doğru kalktığında tedirginlikle nefesimi tuttum. Sıcak elleri önüme düşen saçları usulca kavrayıp kulağımın arkasına verdiğinde avuç içini yüzüme usulca bastırdı. "Bunlarla uğraşmak zorunda kaldığın için özür dilerim, engel olamadım."

Avuçlarının sıcağı ile tuttuğum nefesimi sertçe verdim dışarıya. Usulca yüzünü benimkine yaklaştırdığında kendimi geri çektim ve yüzümdeki eli havada kaldı. Bakışları dolan gözlerle yüzümde gezindiğinde zoraki bir gülümsemeyle kıvrıldı dudakları.

"Üzerine gelmek istemedim, sadece..." Gülümsemesi silinirken yavaşça kendini geri çekti ve usulca ayağa kalktı. "Çok özledim seni. Sesini, bakışlarını, seni sen yapan her şeyi..." Ayağa kalktığında uzayan boyu ile ona aşağıdan bakmama sebep oluyordu.

'Şaka mı bu?'

İç sesim neredeyse içi giderek yaptığı bu yorumla gözlerinin önündeki kusursuz adama gizli bir hayranlıkla sızlandı.

"Bak, seni tanımıyorum." Yüzümü yeniden yatağa çevirdiğimde beyaz nevresimlerde gezindi gözlerim. "Sen ve ben, yani biz; neler yaşadık bilmiyorum ve seni hatırlamıyorum." Ve hatırlayacak mıyım bilmiyorum.

'Unuta unuta bunu mu unuttun Nasya? Baksana şuna, şöyle bir adam unutulur mu?'

"Biliyorum ve bu durum beni mahvetse de üzerine gelmeyeceğim fakat öğrenmen gereken birçok şey var. Bir anda bunca şeyi üst üste duymanı istemezdim ama sana unuttuğun o boşlukta neler olduğunu hafif bir dille anlatmama izin ver." Sandalyeye usulca çöktü.

"Gerçekten mi? Anlatacak mısın?" Heyecanla gözlerim yüzüne döndü.

Az önce oluşan kaos ortamında henüz farkında değildim ama ailemi bulduğumu öğrenmiştim. Nasıl olmuştu anlamıyorum. Annem, babam onlarla nasıl buluştuk deli gibi merak ediyorum.

Karşımdaki bu adam bana neden bebeğiymişim gibi hassas ve böyle düşkün, anlayamıyorum. En yakın arkadaşım neden tuhaf davranıyor, bilmiyorum.

"Evet, fakat fazla ayrıntı sormayacaksın. Ben sadece taburcu olduğunda karşılaşabileceğin durumlara göre bazı açıklamalar yapacağım sana." Her şeye varım.

"Peki."

"Az önce ağlayan o kadın, adı Gülsüm. O, senin annen. Birkaç hafta önce buldun onu."

"Ben mi buldum?" Ama nasıl?

"Ben buldum. "

"Sen mi?" İşte şimdi biraz tuhaf.

"Evet." Gözleri bir süre üzerimde gezindi. "Ben buldum."

"Neden? Yani, böyle de sorulmaz ama ben mi istedim?" Başını yavaşça iki yana salladı. "Hayır, ben senin mutlu olman için buldum. Aileni bulursam sende gördüğüm o eksik yanı tamamlarım sandım."

Eksik yan iması ağırca yutkunmama neden olmuştu. "Anlamadım."

"Gel, hikâyeyi başa saralım." Yavaşça sandalyesini bana doğru çekti.

Aramızda birkaç santim bir boşluk kaldığında kokusu genzime doluyordu. Teninin sıcaklığını bile hissedebildiğim bu boşluk sessiz bir nefes almama neden oldu.

"Sen ve ben garsonluk için geldiğin bir kokteylde tanıştık. Ben seni gördüğümde sandım ki yer küre ayaklarımın altında titriyor. O gece etraftaki karanlığın aksine senin yüzün gecenin ortasında adeta bir ay gibi parlıyordu." Ağırca yutkundum.

Kalbimin ansızın hızla atmasına sebep olan bu adam, sanki bir masalın ilk sahnelerini anlatıyor gibiydi.

"Sonra seni tanımak istedim fakat sen benden pek hazzetmedin." Yüzünde buruk bir gülümseme oluştuğunda duyduğum şeyler sanki başkasının başına gelen olay örgüsü gibi hissettiriyordu.

Şu an bile verdiği tanınmışlık ve liman duygusunun aksine, ne olmuş da hazzetmemiş olabilirdim ki?

"Ben evliydim."

"Ne?" Hızla geri çekildim. Evli mi?

"O zaman evliydim ve sen de benden kurtulmak istedin, ama olmadı."

"Olmadı?" Kaşlarım çatılırken yüzünde muzip bir gülümseme oluştu. "Biraz kararlı bir karakterim var. O yüzden elimden geleni yaptım ve bir şekilde hayatında kaldım. Sonra aileni buldum, aslında anneni buldum."

"Bir dakika. Sen evliydin ve ben seninle sevgili mi oldum?" Asla!

"Hayır. Ayrıntılara girmeyeceğim fakat bazı çekim yasaları ikimiz için farklı işliyordu. Bilmen gereken şey, şu an evli olmadığım."

"Benim yüzümden mi?" Hayır, ben bunu yapmış olamam.

"Hayır. Evliliğim kâğıt üzerinde bir anlaşmaydı ve bitti. Seninle bir alakası yok. Artık konuya dönelim."

"Konu bu Pars! Sen evliyken biz neler yaşadık, konu bu." Ansızın yükselen sinirim, yüzünde sıcak bir gülümseme oluşturduğunda öfkem giderek artıyordu.

"Neye gülüyorsun be! Kararlı bir tipmiş! Benim inadım hakkında bir fikrin var mı? Evli bir adamla asla olmam!"

"Sakin ol." Gülüşü solarken fısıldayarak konuşmaya devam etti.

"Bizimle ilgili anlatamayacağım öyle çok şey var ki, bir gün hatırladığında neden anlatamadığımı anlayacaksın. Ama hayatınla ilgili can alıcı kısım bu değil, az önce içeriye giren o adam senin babandı. Kenan Bey, Kenan Sipahi. Kendisi benim babamın en yakın arkadaşıdır."

"Babalarımız arkadaş mıymış?"

"Evet, ironiye bak. Belki sen ailenden hiç ayrılmasaydın yollarımız çok daha erken kesişebilirdi. Ama önemi yok. Bilmeni istediğim şey şu ki sen artık bir garson değilsin."

"Neyim?"

"Kenan Sipahi'nin kızısın. Nasya Ersoy değil, Nasya Sipahi'sin. Bu kaza, aile evine yerleştiğin ilk gün başına geldi. Babanın sana hediye ettiği bir Ferrari'yi çöp konteynırına çarptın ve bir aydır komadaydın." Huh!

"Ferrari?" Kaşlarım çatıldı.

"Evet. Büyük aptallık." Çenesi gerildiğinde şakakları usulca hareketlendi. "Ya şaka falan mı bu?"

"Değil. Artık eski mahallende yaşamıyorsun, babanla ve kardeşin Begüm ile -ki kendisi az önce babanla beraber odaya giren o kız oluyor- benim evimin yanındaki yalıda yaşıyorsun." Hadi be!

"Babam ve kardeşimle yalıda?" dedim kaşlarım hayretle havalandığında.

"Evet, bir şey daha var." Cebinden çıkarttığı telefonun ekranında bir şeyler yazdı ve ekranı yavaşça bana çevirdi. Bakışların telefonun ekranında gezindiğinde bir internet haberinin başlığı dikkatimi çekiyordu.

PARS KATİPOĞLU'NUN NİŞANLISI NASYA SİPAHİ HAFTALARDIR YOĞUN BAKIMDA

Nişanlısı mı?

"Sen ve ben artık nişanlıyız." dedi.

Bakışlarım ekrandan karşımdaki adamın yüzüne döndüğünde sessiz ve güçlü bir nefes verdim. Bunu saklı tutmaya çalıştığı çocuksu bir heyecan ve gizli bir zafer sevinciyle söylemişti.

"Sen ve ben..."

"Eğer sen de istersen." Bana tanıdığı bu alan içimi bir nebzede olsa rahatlattığında karşımdaki adam görüntü olarak hoşuma gitse de onu ve karakterini tanımadığımı biliyordum.

Öğrendiğim tüm bilgiler, beynimde üst üste binen küpler gibi bir kule dikerken ben; taşları yerlerine yerleştirmeye çalışıyordum. Hatırlamadığım o boşluğu doldurmak isterdim. Yaşadığım bu süreçte hayatım tamamen değişmiş ve ben o kısmı tamamen kaybetmiştim.

Bir yapboz parçası gibi hayatımın belli bir dönemi kayıptı. Ailem ve nişanlım, karışıklıklarım, iç savaşlarım sırlarda saklıydı. Zihnimle çetin bir savaşa girecek, kayıp parçaları yeniden toplayacaktım.

Hayatın getirileriyle bir kez daha yüzleşecektim.

Loading...
0%