Yeni Üyelik
23.
Bölüm

Bölüm 23 / İki Yabancı

@nurdogru26

Bölüm 23 / İki yabancı

Bölüm şarkısı /Hande Mehan - Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağın

 

NASYA

Kulaklarımın yamacında dolanan fısıltılı sesle, yumulu olan gözlerimi usulca araladım. Tavan lambalarının kapalı olduğu odada yalnızca tepe lambaderleri en kısık seviyede yanıyordu.

Bir hastane değil de oteli andıran bu hasta odasında, gün içindeki yoğunluğa rağmen gece olduğunda muhakkak Pars Katipoğlu ve Defne kalıyordu.

Şu an kulaklarımın yamacında dolanan fısıltılı ses Pars'ın kalın tınısıydı, uyku mahuru halimle bile kadife sesini tanıyabiliyordum. Geçen iki günde kendini ve ilgisini ifade etmek hususunda öyle ısrarcıydı ki sesinin tınısı zihnime kazınmıştı.

Bana, bir şeyler yaşadığımızı söyledi. Onun ve benim aramda. Fakat ne yaşadık bilmiyorum.

Hislerimizin karşılıklı olduğunu açıkça ifade edişleri, beni hiç hatırlamadığım o anılara özlem duymaya iteliyordu. Bense, sıkıca kavradığım mantığımı avuçlarımdan salmamaya çalışıyordum.

Benimle ilgilenmesi hoşuma gidiyordu fakat biraz utandığımı da söylemeden edemeyeceğim. Çünkü her ne kadar nişanlı olsak da Pars'ı hatırlamıyorum. Her anı hatırlamayı çok isterdim ama şu an pek mümkün gözükmüyor.

''Sen gidip biraz hava al.'' Uyandığımı anlamamış olmaları onları dikkatle dinlememe olanak sağlarken Defne'nin tedirgin sesini duydum. ''İyiyim böyle, teşekkür ederim Pars Bey.''

''Bunun bir rica olduğunu düşünüyorsun sanırım! Siktirip çık ve beni onunla yalnız bırak! Ve sakın unutma, sen sadece burada o hatırlayana kadar kalan bir misafirsin! Sonrasında yanında olmak için bana sunduğun teklifin ederi kadar parayı alıp defolup çıkacaksın hayatımızdan!''

Pars'ın baskın hırıltısı ile duyduğum şeyler alnımı kırıştırıyordu. Karanlık odaya açılan bakışlarım, camdaki yansımada gezindiğinde Pars'ın Defne'ye nasıl öfke dolu olduğunu görebiliyordum. Defne ise oldukça mahcup ve korkmuş gözüküyordu.

Geçtiğimiz bu iki günde, aralarındaki bu gerginliği fark etsem de Defne'ye her soruşumda yanlış anladığımı söyleyip ısrarla konuyu kapatmaya çalışıyordu ama artık hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde duymuştum onları.

Pars'ın Defne'yi benden uzak tutma isteğine karşın duyduğum şüpheler netliğe kavuştuğunda sevgili nişanlımın sarf ettiği sözcüklerin içinde aklımı karıştıran şey, Defne'nin yanımda olmak için istediği para kısmıydı.

Bu ne demek oluyordu, benim kardeşim dediğim kız neden burada olmak için para istesin ki? Defne parayı sever fakat bunu bana yapmaz.

Bana destek olması için para istemesini geçtim; ailemin zengin olduğunu anlıyordum, böyle bir parayı babamdan istemek yerine Pars'tan mı istemişti?

Ona karşı içimde garip bir his beni temkinli hareket etmeye çekerken ben, arkadaşımın son hatırladığımdan farklı olan tavırlarını anımsıyordum. Ondan asla şüphe etmezdim fakat şu iki gündür sanki onun can dostu değil de bakıcılık yaptığı ve söylediği her şeye tamam dediği sahibi gibi hissettiriyordu.

'Neden?'

Bizim aramızda ne yaşandı Defne? Ne yaşandı da sen bana böyle mesafelisin. Aramızda ne yaşandı da sen ben yoğun bakımdayken yanımda olmadın, neden burada olmak için para istedin?

Düşüncelerimin arasında kaybolmuşken odanın kapısı sessizce kapandı. Defne odadan çıkmış olmalıydı.

Pars ilerideki koltuğu usulca yatağın yanına doğru çekmişti. Yanıma yaklaştığını görüp gözlerimi sıkıca yumduğumda uyanık olduğumu anlamaması için gözlerimi kıpırdatmadan tutmaya çalıştım.

Zeki bir adamdı, blöflerimi ustaca kavradığı birçok an yaşamıştım onunla.

Kulaklarıma çarpan sessiz bir nefesle yüzümde ılık bir hava hissettim. Sıcak dudaklar alnıma dokunduğunda sessiz bir öpücük bırakarak bir süre öylece kaldı.

Kokusu genzime dolarken bu hissin beni neden bu kadar iyi hissettirdiğini kavrayamıyordum. Bu adam beni neden böyle güvende hissettiriyor?

Geri çekildiğinde yavaşça koltuğa çöktüğünü duyuyordum, yatağın iki yanına düşen ellerimle uzanıp sol elimi usulca aldı avuçlarının arasına.

Avuç içlerinin sıcağı parmaklarımı sararken yorgun bir nefes verdi. Öyle kuvvetli bir nefesti ki yakınında olan bana ulaşacak kadar kuvvetliydi. Aldığım viski kokusu ile içkili olduğunu anlıyordum. Gün içinde ondan almadığım içki kokusunu şimdi almak biraz tuhaftı. Sanki ben uyanıkken destek olmak için güçlü bir duruş sergiliyor da bilincim kapalı olduğunda oda giyindiği güç maskesini çekip çıkarıyordu.

''Yorucu bir gün daha.'' dedi fısıltılı bir sesle.

'Benimle mi konuşuyor?'

Odada başka kimsenin olmadığını biliyordum. Fakat uyuduğumu bildiği halde benimle mi konuşuyor? Belki de anladı.

Tam pes edip gözlerimi açacaktım ki yeniden konuştu, yine aynı yorgun fısıltı ile. ''Artık dayanamıyorum.'' Histerik bir gülüş duydum, ardından yine güzel sesi çarptı kulaklarıma. ''Senden önce böyle değildi. Sanki sen gelene kadar ben sürekli ilerlemek zorunda olan bir makine gibiydim fakat şimdi, sadece seninle olmak bana güç veriyor. Sadece seninle ilgili şeylerle uğraşmak istiyorum. Kendimi tanıyamıyorum güzelim. Ben iş koliğin tekiyimdir fakat yanından ayrıldığım her an geri dönmek için bahane arıyorum.''

''Ama bana öyle bakıyorsun ki, hiç tanımıyormuş gibi. Benim için hiç endişelenmemişsin, beni hiç önemsememişsin, senin için yabancıymışım gibi. İyi bir başlangıcımız yoktu kabul ediyorum ama her şeye rağmen bana şefkatle bakan gözlerin vardı. Şimdi sadece bana karşı duyulan bilinmezliğin getirdiği merak görüyorum onlarda. Hakkımda ne düşünüyorsun bilmiyorum, beni yeniden isteyecek misin onu da bilmiyorum. Kazadan hemen sonra söylediğin şeyleri düşündükçe bana yeniden bu kadar değer verecek misin, bilmiyorum. Bilinmezlik öyle boktan ve düşünmek öyle yorucu ki. Korkuyorum, ben korkmazdım ama korkuyorum sevgilim. Senin kalbine yeniden kendimi hatırlatmak zorunda olmak zor. Nasıl yaptığımı bile bilmiyorum ama ya beni yeniden sevmeni sağlayamazsam...''

Ağırca yutkundum. Söylediği şeyler neden bilmiyorum ama kalbimi sızlattı. Benim için hissettiği bu yoğun duyguları karşılıksız bırakmaktan korkuyorum.

Ondan hoşlanıyorum çünkü zihnimin içinde bir şey sürekli ona güvenmemi fısıldıyor. Ona çekilen bir tarafım var fakat ya bundan öteye gidemezsem...

Odanın kapısı yeniden açıldığında kapalı olan gözlerim ile gelenin kim olduğunu göremiyordum ama sesini duyduğumda zihnimde bir isim belirdi.

''Pars...'' Begüm'ün sesi ile burnumdan içeriye sessiz bir nefes çektim.

Onların birbirlerine gösterdikleri yakınlık sinirimi bozuyordu. Bu kız, kardeşimdi belki ama onu tanımıyordum ve Pars'la konuşurken gösterdiği rahatlık canımı sıkıyordu.

''Begüm?'' Avuçlarının arasındaki ellerimi yavaşça yatağa geri bıraktı.

Oturduğu koltuktan kalktığını duyabiliyordum. Dişlerimi birbirine geçirdiğimde neredeyse nefes almayı bıraktım. Konuştuklarını daha net duyabilmek adına.

''Bu gece ben kalacağım yanında, Defne'yi bizim eve gönderdim. Zaten yarın da hastaneden taburcu oluyoruz.'' Sesindeki heyecanla tuttuğum nefesimi saldım.

Begüm'de kendime karşı bir art niyet sezmiyordum ama Pars'a karşı takındığı sevecen tavırla sanırım az önce bana karşı korkularını fısıldayan adamı kıskandığımı fark ettim. Üstelik kız kardeşimden...

'Utanç verici.'

''Kenan'a söyledim, ben çıkaracağım. Eve getireceğimi söylemiştim zaten neden buraya kadar geldin ki?'' Gözlerimi usulca açtığımda camdaki siluetlerinde gezindi bakışlarım.

Pars'ın yorgun bedeni ve düşük omuzları ile Begüm, yavaşça ona doğru bir adım attı ve parmak uçlarına yükselerek usulca boynuna sarıldı.

'Ne yapıyorsun?'

''Yorgunsun Pars. Her şeyle tek başına ilgilendin, bırak da yanında olalım.'' Sesindeki üzüntü ile sinirlerim iyice gerildi.

Pars'a böyle sarılmasından mı bilmiyorum ama bu yakınlık normal değil.

Hafifçe öksürdüğümde yavaşça kıpırdandım yatakta. Uyandığımı belli etmek için yüzümü onlara döndüm ve sanki yeni uyanmışım gibi kırpıştırdım gözlerimi.

Begüm yavaşça geri çekildiğinde Pars yüzünü bana döndü ve usulca yanıma doğru yaklaşıp az önce kalktığı koltuğa çöktü. ''Biz mi uyandırdık?''

Endişeli sesiyle başımı iki yana salladım. ''Hayır, susadım.''

Bakışlarım Begüm'e döndüğünde ona karşı içimdeki öfkeden kaynaklanan ters bakışları gizleyebildiğim kadar gizledim.

''Pars, bizi biraz yalnız bırakır mısın? Belki gidip iki kahve alırsın. Zaten saat neredeyse yediye geliyor, dokuzda çıkış yapacağız.'' Bakışları bana döndü ve gülümseyen bir ifade ile ''Nasya da artık uyumaz her halde, değil mi?'' dedi.

Sıktığım dişlerimin arasından fısıldadım. ''Uykum kaçtı, orası kesin.''

Pars yavaşça oturduğu koltuktan kalktı ve bana doğru eğilerek usulca saçlarımı okşadı. ''Başka bir şey ister misin?''

İlgili tavrıyla kızıl kahvelerini yüzümde gezdirdiğinde onun bana az önce söylediklerini anımsadım. Onu yeniden sevmememden korktuğunu fısıldamıştı. Böyle bir adamın bana böyle muhtaçça bakıp sessizce sevgi dilenmesi, gerçek olamayacak kadar imkânsızdı ama oluyordu işte.

''Hayır, sadece kahve.'' Fısıltımla geri çekildi ve beklemeden odanın kapısına yönelerek bizi baş başa bıraktı.

Bakışlarım kapanan kapının ardından Begüm'e döndüğünde onun Pars'ın az önce yanıma çektiği koltuğa oturduğunu gördüm.

Kıstığı gözlerini yüzünde asılı duran tebessümle bir süre üzerimde gezdirdiğinde sabır dolu bir nefes çektim içime. ''Bir şey mi oldu Begüm?'' Sıktığım dişlerimin arasından bastırılmış bir öfkeyle fısıldadım.

''Nasıl hissediyorsun? '' dedi yavaşça geri yaslandı oturduğu koltukta. ''Harika.'' Alaycı sesimle burnundan dışarıya histerik bir gülüş bıraktı. Ellerini göğsünde birleştirdiğinde bilmiş bir ifade ile salladı başını.

''Pars oldukça endişeli senin için." Kısılan gözleri ile bakışlarını benim bakışlarımda gezdirdi.

'Derdin ne senin?'

''Öyle. Sen de Pars için endişelisin gibi.'' İçimde tutamam, dilim damağım şişer kendimi biliyorum.

Pars şu an benim için bilinmez bir kıta gibi fakat hatırlamamam gerçeği, aramızdakileri yok sayamaz.

''Evet, onu severim. Bizim tanışmamız biraz tuhaftır, bir ara anlatırım. Ama şimdi bilmeni istediğim bu gereksiz ayrıntı değil. '' Kaşlarım çatıldığında kartlarını açık oynadığını görebiliyordum. Korkusuzca benim açamadığım konuyu açıyordu.

''Neymiş bilmemi istediğin Begüm?'' Tek kaşım havaya kalktığında her an oluşabilecek olan gerginliğe hazırlıyordum kendimi.

''O benim abim gibi, hiç sahip olmadığım abim. İnsanlar kardeşleri için endişelenir, bunu anlaman gerek. Pars ve ben sadece farklı kanlardan dünyaya gelen kardeşleriz. Onunla ilgili bildiğim bir şey varsa o da o adamın kalbinin tamamen sana ait olduğu. Herhangi birinin oraya girebileceğini sanmam. Sen de sanma. Beni unuttun fakat eskiden güvendiğin biriydim bunu bilmen yeter. Sen benim kardeşimsin, senin için her şeyi yaparım ama sana asla yanlış yapmam. Kıskanç tarafını görmek beni umutlandırdı. Senin bu adamın etrafında uçan dişi sineğe bile kurulmuşluğunu bilirim ama sen bana bakınca tehlike algılama, biz kardeşiz. Pars ve ben de kardeşiz. Dünya tersine dönse aksi mümkün olmaz.''

Söylediği kelimeler ve gösterdiği samimi tavrı ile içimdeki öfkenin ben istemesem de yumuşadığını hissediyordum. Açıkça karşıma geçmiş beni tehdit sayma diyen bir kadına daha ne denebilir ki?

'Bana eskiden güvenirdin.' dedi. Lanet hafızam bana kötü bir şaka yapıyor, bunun aksi mümkün değil. Sanki bildiğim her şey yerle bir olmuş da yeni şeyler inşa edilmiş gibi. Bense o yeni hayatı tamamıyla unuttum.

Geçmişten elimde sadece Defne kaldı fakat o da öyle tuhaf ki. Ne ailemi bulmuş olmamla ilgili ne de Pars gibi bir adamla yaşadığım aşkla ilgili en ufak heyecan göstermiyor.

Normal şartlarda olacak olan şey, Defne ve benim birbirimizden heyecanla fikir alışverişi yapmamız olurdu ama ben arkadaşımı da unutmuş gibiyim. Sanki hafızam onu hatırlıyor ama Defne arkadaşlığımızı unutmuş gibi.

Bir de şu para mevzusu... Yanımda kalmak için neden para teklif ettiğini anlamıyorum bir türlü.

''İyi misin?'' Begüm, uzun süren sessizliğimi fark etmiş olacak ki beni kendime getirmek için elini usulca koluma uzattı ve endişeyle fısıldadı. ''Bir şey mi hatırladın yoksa?'' Bakışlarım, heyecanla büyüyen gözlerine döndü.

Defne'den daha heyecanlı ve daha ilgili.

''Hayır, sadece düşünüyorum. Oturmayan öyle çok şey var ki...'' Çaresizliğimi biriyle konuşmak zorundaydım. İçime atarak nereye kadar ilerleyebilirim, bunu bilmiyorum. Ve Begüm güvenimi nasıl kazanacağını iyi biliyor gibi.

''Çok normal bebeğim. Yaşadığın karmaşa olağan, kendine biraz zaman tanı.'' Endişesini bastırıp sakin bir tona ulaştırdığı sesiyle hafifçe gülümsedim.

Güneş hastanenin şehir manzaralı camlarından odanın içine yavaşça doğarken ben sessiz bir nefes çektim içime. ''Söylesene, Pars'ı gerçekten kıskanır mıydım?'' Bakışlarım camlardan Begüm'ün yüzüne döndü.

'Her seferinde kendime bakmak gibi.'

''Of, hahaha.'' Alayla gülerken sorduğum sorunun onu eğlendirdiğini görebiliyordum. İçten gülüşü beni de güldürdüğünde ondan daha fazlasını duyacağımı anladım.

''Sen Pars'a karşı sürekli zapt etmek zorunda kaldığın bir kıskançlık içindeydin. Öyle trip atıp küsme değil, karakterinin getirdiği fevri tavırlarla kendini belli eden bir kıskançlık söz konusu.'' Gülüşü genişledikçe benim de yüzümdeki gülüş büyüdü.

''Örneğin?'' dedim meraklı bir kıkırtıyla.

''Beni ilk gördüğünde de Pars'tan kıskanmıştın. Pardon, Pars'ı benden kıskanmıştın. Dövecek gibi dikildin önüme. Öyle sevimliydin ki... Bana göre senin sinirinin sevimli bir yönü var.'' Yeniden kıkırdadı.

''Dejavu.'' dedim alayla gözlerimi devirirken.

''Hem de nasıl ama o konuda sana kızamam. Pars, yanlış anla diye elinden geleni yapmıştı. Sanırım aranız bozuktu ve beni de seni kızdırmak için kullandı. Her hatırladığımda gülerim. Seninle o gün başladı yakınlığımız, biliyor musun?''

Bakışları şefkatle üzerimde gezindiğinde benim takıldığım kısım Pars'ın beni kıskandırmak istemesiydi. ''Neden kıskandırmak istedi ki?'' dedim merakla toparlandım yatakta.

''Uzun hikâye ama bildiğim kadarıyla o da seni bir başkasından kıskanmıştı ve öfkesini böyle yönlendirmeyi seçti.'' Demek, kısas.

Düşününce; Pars gibi ağır başlı bir adamın böyle oyunlara başvurası komik gelmişti. Gülümsedim.

Odanın kapısı açıldığında Pars elindeki kahve bardakları ile içeriye giriyordu.

'Demek seni epey kıskanıyordum he? Haksızda sayılmazmışım.'

Zihnimde yankılanan iç sesim beni gülümsettiğinde Pars yanımda durarak elindeki karton bardağı bana uzattı.

Yüzümdeki gülümseme kafasını karıştırmış olacak ki alnı kırıştı ve dudakları şaşkınlıkla kıvrıldı. ''Bir şey mi oldu?'' Bakışları Begüm'e döndüğünde saliseler içinde yeniden beni buldu gözleri.

Begüm oturduğu koltuktan kalkıp bize doğru uzandı ve Pars'ın elindeki kahve bardağını kıkırtısı eşliğinde hızlı bir hamleyle çekip aldı.

Ben de sevgili nişanlımın elindeki bardağı aldığımda sırtımı yatak başına yasladım ve bacaklarımı kendime doğru topladım. ''Hiç.''

Bardağın içine hafifçe üflediğimde bakışlarım Begüm'e döndü. Onun da aynını yaptığını gördüm. Avuçlarında tuttuğu karton bardağın içine hafifçe üfledi.

'İlginç.'

Kardeş olmamızın bir belirtisi olarak adlandırdığım bu an, kendisi farkında olmasa da Begüm'e daha yakın hissettirdi. Sıcak kahveden bir yudum aldığımda bakışlarımız birbirini buldu ve ikimizde sessizce kıkırdadık.

''Bir şey olmuş ya, neyse üstelemeyeceğim.'' Pars'ın yaptığı yumuşak isyan ile dudaklarımdan geri çektiğim bardakla bakışlarımı üzerinde gezdirdim birkaç saniye.

Üzerindeki koyu gri eşofman takımı ve bedeninde bolca duran kapüşonlusuyla kollarının genişliğini saklayamamış olması beni sessiz bir iç çekişe iteledi.

'Çok yakışıklı.'

Yaptığım sessiz yorumla, iç sesim konuşmaya dâhil olarak yalnızlığımı paylaştı.

'Hem de nasıl.'

Yüzüme yeniden bir gülümseme yer ederken Pars'ın telefonu çaldı ve onu bizim yanımızdan uzaklaşmak zorunda bıraktı.

''Biraz yavaş mı olsan ikiz?'' dedi Begüm sessizce kıkırdayarak. Alnım kırışırken ne dediğini anlayamadığımı gösterdiğim bir ifade ile başımı iki yana salladım. ''Yiyecek gibi bakıyorsun.'' Fısıltılı sesi ile gözlerim şaşkınlıkla kocaman oldu.

'Nasıl anlayabiliyor?'

 

♟️

Deniz, etrafa saçılan peçetelerle oturduğu yatakta içli içli ağlarken avuçlarının arasında duran telefonu titreyen elleriyle sıkıca tuttu.

Pars Katipoğlu ve nişanlısının günlerdir hastaneye kapandığını belirten satırları buğulu gözlerinin ardından sessiz bir acıyla okurken haftalar önce bu adamla evleneceğini düşünmenin ağırlığını yaşıyordu.

Karnında bebeğini taşıdığı adamın başka bir kadınla evlenecek olması canını yakarken, Adil Katipoğlu'nun 'Pars'la evleneceksin.' söylemine ne denli umut bağladığını yeni yeni fark etti.

Kızaran gözleri ve bitik hali ile haftalar önceki Pars Katipoğlu'nun her daim bakımlı ve güzel kadını olmaktan oldukça uzaktı. Artık nasıl göründüğünü umursamıyordu çünkü biliyordu ki Pars asla gelmeyecekti.

Nasya'yı haftalardır çaresizce bekleyen bu adamın kendine gösterdiği sert tarafını düşününce, öyle karanlık bir adamın bir kadına karşı böyle ilgili olması gerçek dışıydı ama oluyordu işte.

Pars tüm hayatını komadaki bu kızın etrafında inşa edip, dünyanın geri kalanı ile ilişkisine ket vuruyordu. Bunca zaman onun kendini bir gün sevebileceğine inanan bu kız ise bedeninde taşıdığı cana rağmen hiç sevilmemiş olmanın acısını yaşıyordu.

Yenilediği sayfa ile ekrana düşen bildirim, ağlamasını duraklatırken gözlerindeki buğuları sildi ve ekranına düşen anonim mesaja tıkladı.

Bir süre açılmasını beklediği bu mesaj nihayet telefonun ekranını simsiyaha boyamış ve neon yeşil harflerle ekrana bir mesaj bırakmıştı.

'Bu hangi uygulama?' diye düşünmeden edemeyen Deniz, ekrandaki satırlarda gezdirdi bakışlarını.

Sana istediğin şeyi verebilirim.

Beni isimsiz bir tanrı gibi düşün. İstediğin her şeyi verebilirim.

Sahip olmayı arzuladığın adamı.

Hayalini kurduğun o görkemli hayatı.

İster misin Deniz? Söyle bana.

Satırları tekrar tekrar okurken, kızaran burnundan içeri yorgun bir nefes çekti. "Şaka mı bu?"

Okuduğu şeyin tam bir saçmalık olduğuna kendini ikna etmişken, ekranda bir mesaj daha belirdi.

Hayır. Şaka değil.

Korkmaya başlayan genç kadın, ellerindeki telefonu hızla yorganın üzerine fırlattı. Nasıl olurda telefon onun söylediğini duyar ve buna bir cevap verirdi.

Cevap veren telefon mu, diye geçirdi içinden. Bu mümkün değil fakat mesaj atan bu gizemli kişi kimdi?

Ekrana bir bildirim daha düştüğünde korkuyla ekran ışığı yanan telefona doğru eğildi ve tedirginlikle gelen mesajı uzaktan okudu.

Benden korkman çok saçma.

Sen oradasın, bense burada. Sana bir zararım dokunmaz hatta teklifimi kabul edersen fayda bile sağlayabilirim.

Üstelik inan bana Pars kadar acımasızda değilimdir.

Yaptığım iyilikler karşısında senden itaat beklemem.

Sen bunu iki taraflı bir anlaşma gibi düşün, karlı bir anlaşma. Tabi kabul edersen?

Deniz'in gözleri kocaman olurken bakışları, yatak odasının kapısına döndü. Korumalara haber vermeyi düşünürken ekran yeniden aydınlandı.

Adil Katipoğlu, bebek doğduktan sonra seni muhtemelen bir çuvalın içinde denizin dibine gönderecek. Ne Pars ne de bebek; hiçbirinin bir önemi kalmayacak Deniz.

Seni yaşatmayacaklar.

Ama eğer...

 

Yarıda kesilen mesajla Deniz, okudukları karşısında korku ile uzanıp telefonu eline aldı.

Yazan şeyler onun korkularını desteklerken çaresizce aralandı dudakları. "Ama ne?" Odanın içine bırakılan güçsüz fısıltı, yeni bir mesajla cevabına ulaşıyordu.

Eğer yardım edersen bebek de Pars da o güçlü soyadı da senin olur. Bunca zaman Sare'nin sahip olduğu tüm o şeylere nasıl özendiğini biliyorum. Hepsi senin olur Deniz.

Ağırca yutkunan genç kadın, yorganı geri sıyırdı ve eline aldığı telefonla hızla ayağa kalktı.

Boğazındaki kuruluk yazan şeylerin gerçek olabilme ihtimali ile onu heyecana iterken odanın içinde bir o yana bir bu yana adımlayıp durdu.

Bu yabancı her kimse, hayallerinden, arzularından ve korkularından haberdar gibiydi. Tehdit etmiyordu, yardım istiyor gibiydi. Karşılıklı bir yardım.

En kötü ne olabilir, diye düşündü. Haftalardır buradan bir adım dışarıya atmazken, Pars'ın simasını unutmamak adına internet sitelerini talan ederken en kötü ne olabilir; diye düşündü.

Adil'in nasıl bir adam olduğunu bilmiyordu ama Pars'ın kötü tarafının yansımasını o adamın gözlerinde gördüğü andan beri, ondan korktuğunun bilincindeydi.

Bu telefondaki yabancı ise her kimse, Deniz'i sadece uyarıyordu. Kendinin dile getiremeyecek kadar korktuğu şeylere karşı uyarıyordu.

Derin bir nefes çekti içine ve ekrana çevirdiği yüzüyle gözleri bir süre cevap verebilmek adına bir kutucuk aradı fakat gelen mesaja cevap vermek için oluşturulan bir panel yoktu.

"Bu ne be?" Alnı kırışırken, nasıl olurda cevap verme butonu olmaz diye düşündü.

"Nasıl cevaplayacağım ki? Ne saçma bir uygulama bu!" Yorgun gözleri ve ağlamaktan çatallaşan sesiyle öylece ekrana bakarken gelen mesajla yeniden korkutucu bir cevap alıyordu.

Sen sadece konuş.

Ben duyuyorum Deniz. Seni duyuyor ve seni görüyorum.

Söyle bana teklifim hakkında ne düşünüyorsun?

Belki de hayatın boyunca bir kez olsun korkaklığı bırakıp bir adım atacak mısın?

Eminim bunu daha önce yapsaydın Pars'ı çoktan avuçlarının arasına almıştın.

Alınma lütfen fakat şu Nasya denen kız, senin asla yapmaya cesaret edemediğin şeyler yaptığı için, şu an Pars'ın sahibi.

Deniz'in gözleri öfke ile dolarken sızlayan genzinden içeriye yakıcı bir nefes çekti ve sıktığı dişlerinin arasından sessiz bir öfke ile fısıldadı.

"Kabul ediyorum! Duydun mu? Kabul ediyorum! Ne pahasına olursa olsun Pars'ı istiyorum. Kendim için, bebeğimiz için onu yanımda istiyorum. Benim başucumda; aşkla, muhtaçlıkla, kendim için istiyorum. Ne gerekirse yaparım. Yemin ederim ki yaparım."

Hırsla kurulan sözlerinin ardından birkaç saniye içinde ekrana kısa bir mesaj düştü.

Güzel.

 

♟️

PARS

Begüm'ün avuçlarının arasında tuttuğu küçük el çantası ile uzanıp yatağın ucunda duran ceketimi Nasya'nın omuzlarına doğru bıraktım. "Hazır mısın?"

Yüzündeki tedirginliği görüyordum. Hatırlamadığı bir hayatın içine doğru ilerliyordu. Kendini neyin beklediğini bilmemenin verdiği sessiz korku ile şaşkın bakışlarını yüzüme çevirdi.

Gecenin en ücra saatinde gökte beliren yıldızlar kadar parlak olan karalarında kendi suretimi görebilmek yüzümde sıcak bir gülümseme oluşturdu.

'Haftalarca hayalini kurduğum şeysin sen. Şimdi, bakışlarını üzerimde her gezdirişin sessiz bir sarhoşluğa itiyor beni.'

Uzanıp minik elini avuçlarımın içine aldım, kulağına doğru usulca eğildim. "Sakin ol, korkmanı gerektirecek hiçbir şey yok. Neden biliyor musun? Çünkü ben hep yanında olacağım. Sen hatırlayana kadar ve hatırladıktan sonra. Hep."

Saçlarına bıraktığım sessiz bir öpücükle birlikte kokusu da ciğerlerime daha fazla dolup beni çıldırtmasın diye aceleyle geri çektim kendimi. Bu, onu uyanıkken öptüğüm ilk andı.

Bana henüz tam güvenememişken, hissettiğim çekimin kurbanı olarak onu boğmak, kendimden uzaklaştırmak istemiyordum.

"Hadi bakalım." Begüm kıkırdayarak odanın kapısını açıp koridora çıktığında Nasya ile beni, arkasında baş başa bırakmıştı.

Uzanıp sıkıca tutmak istediğim küçük parmakları; hesapsızca havalanmış, parmaklarımın arasına kenetlemişlerdi kendilerini.

Aldığım bu karşı atak omuzlarımı gururla dikmeme neden olduğunda içimdeki umut ışığının ucunu ateşe veriyordu. Söylediğim şeylere güvendiğini anlayabilmek, dünyanın en güçlü adamı gibi hissettiriyordu.

Sanki bu küçük kadın bana güvenirse bende kendime güvenebilirim gibi. O bana inanırsa kendime olan inancım güçlenecek gibi.

"Sadece yanımda kal." Sıkıca kavradığım eliyle onu yavaşça hastane koridoruna doğru yönelttim.

Etrafımızı saran korumalara şaşkınca bakarken Begüm çoktan çağırdığı asansörün açık kapısında elindeki çantayla bizi beklemeye başlamıştı bile. Attığımız adımlar nihayet asansöre ulaşırken bizimle beraber içeri giren dört koruma ile asansörde dip dibe geliyorduk.

Sırtı aynaya dayandığında yüzü bana dönük halde olan bedenini, benimkine yaslamaktan kurtaramadı. Alnı boynuma doğru baskı uyguladığında çenesi de göğsüme istemsizce temas ediyor ve beni gözlerimi yumarak saçlarının kokusunu içime çekmeye ikna ediyordu.

Sıcak nefesleri gömleğimin üzerinden tenimi yakarken avuçlarımın arasındaki elin terlediğini hissetmiştim. Kendini geriye çektiğinde aramızda kısa bir boşluk oluştu.

Başını kaldırmasının ardından güzel yüzüne baktığımda, bakışlarını yüzümde gezdirirken yanaklarının kızardığını görebiliyordum. Ağırca yutkunduğumda gülüşümü dudaklarımın arasında hapsettim ve onda gördüğüm bu utangaçlığı fark etmemiş gibi yaptım.

"Pardon." dedi ikimizin duyabileceği bir fısıltı ile. "Gidecek yerim yok da." diye bitirdi açıklamasını.

Utanışı içimde öyle duyguları şahlandırıyor ki bedenimde akan coşkun duygulardan habersizce yaptığı bu açıklama, irademde tutmaya çalıştığım açlığın dizginlerini koparacak diye korkuyorum.

"Sorun değil." Titreyen sesimle, kuruyan boğazımı yutkunarak ıslatmak istedim fakat işe yaramadı.

'Sakin ol Pars.'

"Ben kendi arabamla geçeceğim. Siz arka kapıdan çıkıp gazetecilere yakalanmamaya dikkat edin." Begüm'ün sesi aramızdaki sessiz çekimi dağıtırken kısık bir fısıltı ile onayladım onu. "Merak etme bizi."

Gözlerim yeniden Nasya'nın üzerinde usulca dolanırken genzime dolan kokusu bana kafayı yedirtecek türdendi.

Asansörün kapıları açıldığında beklemeden çıkan Begüm'ün ardından yeniden kapanan kapılar asansörün içinde alan yaratsa da ben bir adım bile geri atmak istemiyordum.

"Pars..." Kaçırdığı güzel gözleri yüzümde usulca gezinirken, fısıltılı sesiyle beni kendime getirdi. "E-efendim?"

'Ne oluyor sana, kendine gel!'

"Biraz geri çekilsen." Kızaran yanaklarında çekingen bir gülümseme yer etti. "İstemiyorum." Düşünmeden verdiğim bu cevaptan sonra gözleri şaşkınlıkla açıldı. Alayla kıkırdarken çatılan kaşları ile "Anlamadım?" dedi.

O an sesli düşündüğümü iyice kavradım ve bir adım geri atarak ondan uzaklaştım. "Şey..." Kekelerken asansörün kapıları bir kez daha açıldı.

Bu açılış beni yapacağım saçma sapan açıklamadan kurtarırken, sıkıca kavradığım eliyle korumaların önünden geçip çıkarttım ikimizi de içeriden.

"Yavaş ol." Yeniden kıkırdadığında heyecanla her şeyi iyice batıran çocuk gibi olduğumu fark ettim. Neyse ki kıkırdıyordu ve bu durum eğlenmesiyle son buluyordu.

"Bu taraftan efendim." Korumalar bana yolu gösterirken yer altı otoparkında ilerideki siyah Range Rover'a doğru ilerledik.

"Hadi bakalım." Açtığım arka kapı ile içeri girmesini bekledim ve ardından ben de peşinden girip korumaların arkadaki araçlarda yerini almalarını bekledim.

Nasya ise çoktan avuçlarımın arasındaki elini çekmiş ve üzerimdeki gerginliği eğlenen bir muziplikle izlemeye koyulmuştu.

Otoparkın kapıları açıldığında içeriden çıkan aracın etrafını saran gazeteciler, filmli camlardan içeri göremese de patlayan flaşlar içeride gözümüzü alıyordu.

"Bu ne?" Şaşkınlık dolu bir fısıltı ile refleksle cama yaklaşan kameralardan kaçma için bana doğru çekti kendini.

Yüzümde muzip bir gülümseme yer ederken göğsüme çarpan sırtı ile saçları yüzümü okşadığında yavaşça kulağına doğru yaklaştım. "Seni merak ediyorlar." Fısıltılı sesimin ardından refleksle yüzünü bana döndüğünde burun buruna geldik.

Kara gözleri beni bulduğunda sıcak nefesi yüzümde yayılmaya başladı. Gözlerindeki utangaçlıkla geri çekildiğinde ağırca yutkundum.

Bu yakınlaşmalar ikimizi de geriyordu ve ben bir kadına böyle minik adımlarla nasıl yaklaşılır ilk kez tecrübe ediyordum.

"N-neyi merak ediyorlar ki?" Kekelemesi ile ortamdaki gerginliği gidermek için yüzümde rahat bir gülümseme yer etti.

"Nasıl bir kadın olduğunu merak ediyorlar. Neye benzediğini, tavırlarını... Özetle hakkındaki her şey onlar için muamma. Öğrenmek istiyorlar."

Gözleri yeniden yüzüme döndüğünde kaşları kafa karışıklığının bir yansıması olarak çatıldı ve güzel dudakları alayla kıvrıldı. "Beni neden merak etsinler ki? Çok saçma." Gözlerini duyduklarına olan inançsızlığı ile devirdi.

"Çünkü sen, Pars Katipoğlu'nun müstakbel nişanlısısın. Neye benzediğini bile bilmiyorlar. Beni haftalarca başında bekleten kadın neye benziyor, bilmek istiyorlar." Bunu olabildiğinde sırada bir şey gibi ifade etmeye çalıştım.

Alaylı gözleri inanamaz bir ifade ile üzerimde gezindi. "Pars Katipoğlu öyle mi? Tüm merakın ana sebebi bu mu? Sen misin?"

Dudaklarım kıvrıldığında bana uyuz olmuşçasına bıraktığı bakışlar keyiflenmeme sebep oluyordu. "Öyle."

"İnanılmaz kibirli bir adamsın ve bunu saklama gereği bile duymuyorsun." Yüzünü camlara çevirdiğinde sinirle akıp giden yolu izlemeye başladı.

"Sadece sorduğun soruya cevap verdim. Neden bu kadar sinirlendin ki?" Öne doğru eğilip bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde gözlerini bir saniye bile ayırmadı camlardan. "Nasya?"

Uzanıp çenesini yavaşça kavradım ve yüzünü kendime çevirdim. "Neden kızdın bu kadar? Meraklarını gidermeye çalışıyorum yanlış bir şey mi söyledim?" Alnım kırışırken eğlenenin sadece ben olduğunu daha iyi anlıyordum.

Yüzünü parmaklarımdan geri çekti. "Sinirlenmedim. Sadece magazinlerle aranın böyle iyi olması tuhaf. Karınla da böyle magazinlere sık sık yakalanır mıydın? Merak etmeden duramıyor insan."

"Ne?" Şaşkınlıkla çatıldı kaşlarım.

"Neyse ne. Benim kişisel bir kimliğim ve kendime ait bir hayatım var. Senin nişanlın olarak tanınmadan önce Nasya olarak tanınmak isterim. Üstelik bu nişanlılık işi can sıkıcı bir hal alacağa benziyor."

'Ne diyorsun sen?'

"Neden can sıkıcı bir hal alıyor anlamadım?"

"Tanımadığım bir adamın nişanlısı olmak can sıkıcı. Biraz empati yapsan anlarsın bence."

Burnumdan içeriye sert bir nefes çektim ve sırtımı oturduğum koltukta geri yasladım. Bakışlarım duyduğum şeylerle camlara dönerken göğüs kafesimi saran bir sıkıntı kendine yer edindi ve öylece kaldı.

Söylemleri kırıyor fakat kızamıyorum. Beni hatırlamıyor, beni sevmiyor. Bir ay önce bana masumiyetini fısıldayan o kadının hislerini taşımıyor. Ve ben! Her şeye bir çözümü olan ben buna bir çözüm bulamıyorum.

İlk seferinde nasıl sevdin beni bilmiyorum ki güzelim. Şimdi yeniden nasıl gireceğim güzel gönlüne.

Araç büyük demir kapının önünde durduğunda Kenan Sipahi'nin evinin garaj yolu önümüzde açıldı.

İçeriye girdiğimiz bahçede kapıda bekleyen Begüm ve ana kapının önünde heyecanla duran Kenan ve Gülsüm gözlerini arabaya çevirdiğinde, Nasya gerginlikle kıpırdandı oturduğu koltukta.

"Sorun yok." Uzanıp dizlerinin üzerindeki elini avuçlarımın arasına aldığımda tedirgin bakışları yüzüme döndü. "İyiyim." Hızla geri çektiği eliyle avuçlarım bom boş kaldı.

Uzanıp kapıyı açtığında beklemeden aşağıya indiği, sızlayan genzimden içeriye sessiz bir nefes çektim.

'Yapma bana bunu, biz yabancı değiliz, yapma.'

"Pars bey?" Davut'un sesi henüz açtığı araç kapısının önünden duyulduğunda yüzümü aracın dışına çevirdim. "İnecek misiniz? Şirkete mi geçeceğiz?"

Sorgulayıcı bakışları yüzümde gezindiğinde onu gövdesinden geri iterek kendime yolu açtım ve garaj yolunun içine bir adım attım. Davut hızla geri çekildiğinde bakışlarım Nasya'nın üzerine döndü.

 

♟️

NASYA

Ayaklarımın altındaki çakıllar attığım sessiz adımlarla ezilirken, temkinle ana kapıya doğru ilerledim.

Begüm koşarak yanıma geldiğinde hızla koluma girdi ve fısıltılı sesiyle korkularımın üzerine bir bardak su serpti. "Hadi ama! Tanıdığım Nasya bu kadar gergin olmazdı. Halledersin."

Bakışlarım Begüm'ün yüzüne döndü. Suratında asılı olan yumuşak gülümseme gerginliğimi hafifletirken kaçak bir gülüş bıraktım yüzüne. "Umarım." diyebildim varla yok arası bir fısıltıyla.

Ana kapıda bekleyen Gülsüm Hanım ve onun bir adım yanındaki Kenan Bey, parlayan gözlerle beni süzerken gözlerim kapı sövesine yaslanmış bir şekilde bekleyen Defne'ye döndü.

Yüzündeki tedirginlik ve mecburi olduğuna emin olduğum gülümseme ile bana bakıyordu. Ona her bakışımda, yanımda olmak için istediği parayı hatırlıyor olmak beni kimsesiz ve yalnız hissettirse de şu an ona nedenini soramayacak kadar korkuyordum.

Ya affedemeyeceğim bir şey olduysa? Ya onun affedemeyeceği bir şey olduysa? Aksi mümkün mü? Olamaz.

"Kızım..." Gülsüm Hanım, ana kapının hemen önünde durduğum ilk saniyelerde kollarını sıkıca sardı bedenime.

Geçen bu iki günde ondan bazı sorularımın cevabını almıştım. Beni neden bıraktığını ve neden aramadığını. Hayatımın o bölümü öyle saçma sapan ilerlemişti ki. Varlığımdan haberlerinin bile olmadığını bilmek içimi bir nebze rahatlatıyordu. Bile isteye değildi en azından.

"Gülsüm..." Kenan Bey'in uyarıcı sesi ile geri çekildi ve elini sırtıma atarak beni ana kapıdan içeriye ilerletti.

Geçtiğim büyük kapı ile geniş bir giriş beni karşıladı. Beyaz mermerler bütün zemini özenle sarmalamış, yukarıya yükselen merdivenler tüm ihtişamı ile gözler önüne serilmişti.

Gözlerim ana girişte dolanırken dalgınca attığım adımlarla Defne'nin birkaç adım ötesinde durdum. Yüzündeki zoraki gülüş genişlerken bana doğru gelip yavaşça sarıldı. Sarılmasına bir karşılık vermedim.

İçimden gelmediğini biliyordum. Onun da içinden gelmiyordu. Ama neden?

"Aç mısın?" Gülsüm Hanım'ın neşeli sesi ile Defne, bedenimdeki ellerini gevşetip geri çekildiğinde yüzümü Gülsüm Hanım'a döndüm. "Hayır."

Yüzümdeki gülümseme tedirgince yayılırken ana kapıdan geçen Pars'ın sureti ile göz göze geldim. Bana bakan çaresiz gözleri ve yüzündeki yorgun gülümseme ile her hareketimi izliyor gibiydi.

Sanki bir şeyler aksi ilerlerse müdahale etmek ister gibi bir atak halindeydi. Beni korumak konusunda gösterdiği tavra minnettardım ama tanımadığım bu adamın böyle yoğun ilgisi gözümü korkutuyor işte.

"Ben odanı göstereyim." Defne'nin titrek sesiyle bakışlarım arkadaşıma döndü. Onu süzdüm akıp geçen birkaç saniye boyunca, hiçbir şey söylemeden, öylece.

"Aslında biraz bizimle otursa çok daha iyi. Teşekkürler Defne." Begüm'ün kibirli sesiyle Defne'yi eserek koluma girişine izin verdim. Sebepsizce, Begüm Defne'den daha samimi gelmeye başlamıştı.

Hislerim Defne'yi görmezden gelmeme izin verdiğinde Begüm, beni Salona doğru sürükledi.

Peşimizden gelen Kenan Bey ve Gülsüm Hanım'ın fısıltılarını duyuyordum. "Odan hazır, eğer istersen bu gece kalman için." Kenan Bey'in gergin sesi yüzümde sakin bir gülümseme oluşturdu.

Hayat onları yıllar önce ayırmıştı ama aralarındaki özel bağı bir kör bile anlayabilirdi. Anne ve babamı böyle görebilmek hayal bile edemeyeceğim bir şeyken şimdi gerçeğimdi.

Begüm, beni koltuklardan birine oturttuğunda bakışlarım odanın ortasından tavana yükselen şöminede gezindi. Bunca zaman böyle bir şömine görmediğimi biliyordum.

Gözlerim salonun içinde gezindiğinde yeni hayatımın bu olacak olması tuhaftı. Oysa hatıralarımdaki tek ev; duvarları yamalı, tavanı akıtan, eski evimdi. Şimdi ise bu insanlar, bu evler ve arabalar...

Tüm bunların bir parçası olmak inanamayacağım bir masal gibiydi. İyi şeyler beni bulmazdı ki? Bunca zaman hiç bulmadı. Şimdi öylece tüm bunların bir parçası olmak garip.

"İyi misin kızım?" Kenan Bey'in seslenişi ile bakışlarım yüzüne döndü. Sıcak bakışları ve kadife sesi ile baba kelimesinin sözcük anlamı gibiydi.

Begüm şanslı bir kızdı, Kenan Bey gibi bir adamın kanatlarının altında olmak güven verici olmalı. Geçen şu iki günde ağzımın içine bakan, üzerime titreyen bu adam; kim bilir ona ne harika bir çocukluk yaşatmıştır.

"İyiyim Kenan Bey. Sadece biraz garip." Yüzümdeki şaşkın gülümseme eminim beni bir salak gibi gösteriyordu. Yüzüne far tutulan tavşan gibi bana gösterilen yerde öylece oturuyorum.

"Alışacak baba, üzerine gitmeyin kızın. Hem siz dağılsanıza, üşüştünüz başımıza." Begüm'ün azarlayıcı sesiyle yeni fark ettiğim şey; Gülsüm Hanım'ın, Defne'nin ve Kenan Bey'in bir adım önümde tepemde dikildikleri oluyordu ve bu utangaçça gülümsememe neden olmuştu.

Kenan Bey sessiz bir gülümseme ile elini Gülsüm Hanım'ın omzuna uzattı. "Kış bahçesinde bir kahve içelim, bırakalım biraz ortama alışsın." Ondan izin alırcasına sorduğu soru ile Gülsüm Hanım başını hafifçe salladı. "Öyle olsun. Nasılsa bütün gece beraberiz." Yüzündeki sıcak gülümseme ile uzanıp başıma bir öpücük bıraktı ve salonun bahçeye açılan sürgülü kapılarından çıkıp gözden kayboldular.

Defne yavaşça karşımdaki koltuğa çöktüğünde Begüm heyecanla yanımdan kalktı ve ellerini birbirine vurdu. "Gidip üzerimdeki kıyafetleri değiştirmem gerek, hastane kokusundan kurtulmalıyım. Birazdan geleceğim, sen de rahatla ve kendine bir kahve söyle."

Omzuma yavaşça dokunan Begüm, hızla geri çekilip salonun kapılarına yöneldi. Neşeli bir kıkırtıyla gözden kayboluşunu izledim bir süre. Defne'ye dönen bakışlarımla onun beni gergince süzüşünü gördüğümde sıkkın bir nefes çektim içime.

'Sende bir şey var ya, hadi hayırlısı.'

"Gidip bir kahve alayım." Yavaşça oturduğum koltuktan kalktığımda Defne de benimle beraber ayağa kalktı. "Ben getiririm." Yine aynı tonlama. Arkadaşım değil de hizmetçim gibi.

"Otur Defne. Bırak da biraz yalnız kalayım." Uyarıcı sesimle gerginlikle yutkundu. Kalktığı koltuğa usulca çöktüğünde başını yavaşça salladı. "Nasıl istersen."

Arkamı dönüp salonun çıkışına yöneldiğimde az önce içeri girdiğim ana kapıya ulaşıyordum. Bakışlarım karşımda dizili olan kapılarda gezindiğinde hangisinin mutfak olduğunu anlamaya çalıştım.

"Güzelim dinle bir, iyiyim ben. Korkulacak bir şey yok, merak etme. Her şey kontrolüm altında."

Pars'ın sesi kulaklarıma dolarken bakışlarımı açık olan ana kapıya çevirdim. Eşiğin bir adım dışında arkası bana dönükken kulağına yasladığı telefonla konuşuyordu.

"Üzme beni İdil. Bana güvenmiyor musun? Korkulacak hiçbir şey yok. Süreci başlattım bile, iyi olacağım inan bana güzelim. Ama böyle ağlarsan aklım sende kalacak yapma."

Sesindeki yumuşak tonlama ile takındığı tavır sinirimi bozuyordu. İdil kimdi bilmiyorum ama ona 'güzelim' demesi boğazımda bir kuruluğa sebep oldu.

"Şimdi kapatmam gerekiyor ama akşam arayacağım. Duydun mu beni? Ağlama hadi."

Telefonu kapatıp cebine sıkıştırdığında, yönünü evin içine çevirdi. Gözleri beni bulduğunda, içeriye doğru yürüdü ve tam dibimde durdu.

Omuzlarımdan kaymak üzere olan ceketini yakalarından tutup yerine oturttuğunda, hala üzerimde olan ceketinin varlığını henüz hatırlamıştım.

"İyi misin güzelim?" Yüzündeki sıcak gülümseme ile söylediği bu kelime, az önce telefonda aynını söylediği kadını hatırlattı bana.

"Alabilirsin." Ceketi çekip aldım omuzlarımdan. Gövdesine doğru bastırdığım ceketi şaşkınlıkla tuttuğunda yönümü ilerideki kapılara çevirdim ve önüme gelen ilk açık kapıdan içeri girdim.

Nedenini bilmediğim bir şekilde tanımadığım bu adamın başka bir kadınla böyle konuşması beni inanılmaz germişti.

"Nasya?"

Sesi arkamdan gelen bedeniyle beraber kulaklarıma dolduğunda, ben içeri girdiğim odanın mutfak olduğunu görüyordum. İleride telaşla hazırlık yapan kadınlar ile burnuma dolan güzel kokularla ileriye doğru birkaç adım attım.

"Güzelim?" Kolumu saran iri parmaklar bedenimi arkamdaki adama çevirdiğinde yüz yüze geliyorduk. "Dokunmasana be." Hızla çektim kolumu. Gösterdiğim bu tavır karşısında kaşları çatılırken burun kanatları yavaşça havalandı. "Ne oluyor?"

Sıktığı dişlerinin arasından fısıldarken açıkça 'Az önceki kadın kimdi?' diye soramayacağımı biliyordum. Dakikalar önce arabada terslediğim bu adama şimdi hesap mı soracaktım? Hiç sanmıyorum.

"Dokunma. Hoşlanmıyorum." Sıktığım dişlerimin arasından fısıldadığımda sıkkın bir nefes verdi dudaklarından dışarıya.

"Seslendim. Bakmadığın için tuttum kolunu. İletişim kurabilmek istiyorum çünkü." Sabırla yaptığı açıklama yüzümde alaylı bir gülüşe sebep oldu.

"Ne diyeceğim?" Gözlerim evin içinde gezindi. "Artık burada olduğuma göre gitsene sen. Hep böyle miydik biz? Dip dibe? Baktığım her yerdesin, bu biraz can sıkıcı olabiliyor."

Kaşlarım havalandığında, kollarımı göğsümde birleştirdim. Gözlerim güzel yüzünde gezinirken söylediğim şeyin canını yaktığını gördüm.

Ağırca yutkunurken, bilye gibi parlayan gözleri ile neredeyse ağlayacak gibiydi ama ağlamadı. Hayır. Böyle bir adamdan ağlamasını beklemek aptallık olurdu.

Yüzünde zoraki bir gülüş yer ettiğinde başını usulca salladı. Gamzeleri yanaklarında yer ettiğinde fısıltıyla araladı dudaklarını. "Haklısın. Sana biraz zaman vereyim, ailenle vakit geçir. Peki."

Burnunu sertçe içine çektiğinde hızla arkasını döndü ve kollarının arasındaki ceketi hızla geçirdi omuzlarına.

Öylece gidişini izlediğimde yüzümdeki küstahlık soluyordu. Gidişi anlam veremediğim bir şekilde canımı sıktı.

Sanki o etraftayken daha rahat hissediyordum. Hatırlamasam da beni her an korumak istediğini biliyorum.

Loading...
0%