@nurdogru26
|
Hoş geldiiin , seni burada görmek ne güzel, umarım bölümü okurken keyif alırsın :)
Gelecek hafta bir aksilik olmazsa yine burada olacağız, mutlaka sende gel 💜
Kitap instagramına da bekleriz ( aidiyetofficial )
Keyifli okumalar ✨☺️
Bölüm 24 / Pars'a Aşıktın
Nasya Bakışlarım kol saatimden bahçenin içine döndüğünde saat neredeyse on ikiye geliyordu. Bahçe masasında oturmuş Defne'nin ilerideki çalıların dibinde yaptığı telefon konuşmasını izlerken böyle hararetli konuşmasına sebep olan şeyi merak ediyordum. Onun yalan söylediğini bile bile yüzüne bakmak, Pars ile yaptıkları anlaşmanın gerçek sebebini soramamak öyle can sıkıcıydı ki... Olup biten her şey ruhumun boğazına sarılan bir el gibi beni boğuyordu. Tanıdığım tek insan benden bir şeyler saklıyor, gözümün içine baka baka rol yapıyordu. Omuzlarımdaki şal kayıp düştüğünde dağılan dikkatimi toparlayarak yeniden örttüm üzerime. Hafifçe esen rüzgârdan beni koruyan tek şey bordo renkli olan bu polar şaldı. Dalgın bir nefesle üşüyen ellerimi dizlerimin arasına sokuşturduğumda bakışlarım bahçeden salona açılan cam kapılara döndü. Salondaki koltuklarda karşılıklı oturan Gülsüm Hanım ve Kenan Bey'de gezindi gözlerim. Kahvelerini yudumlarken sessiz gülüşler eşliğinde derin bir muhabbetin içine dalmış gibi görünüyorlardı. Bu eve, bu insanlara, oturulan sofralara, konuşulan muhabbetlere öyle yabancıyım ki gözleri bana ışıldayarak bakan bu insanlara geçmişte nasıl davranırdım, neler yaşamıştık bilmiyorum. Onlara verebilecek hiç bir şeyim yok, hatırlamak için her çabalayışım beni başka bir çaresizliğin içine çekiyor. Kimseye söyleyemiyorum kimseye anlatamıyorum ama boğuluyorum. Su yok, toprak kuru, ayaklarım yere sağlam basıyor ama ben etrafımdaki karmaşanın ortasında boğuluyorum. Konuşamadığım her şeyi içime atıyor, soramadığım her soruyu omuzumun üzerine bir yük gibi yerleştiriyorum ama kimse görmüyor. Gülsüm Hanım beklenti dolu gözlerle beni süzüyor, Kenan Bey baba şefkati ile üzerime titriyor, Begüm beni anlamaya çalışarak beni mahcup ediyor, Defne hiç tanımadığım halde nişanlım olduğunu söyledikleri bir adamla para anlaşması yapıyor ve bense tüm bunların yanında tek kelime edemiyorum. Korkaklığım üzerimde karanlık bir gölge gibi yükseliyor. Eskiden böyle kaygı dolu bir insan değildim ama eskiden hayatım da böyle değildi. Akşam yemeğini yedikten hemen sonra biraz hava alabilmek için çıktığım bu bahçede saatler önce oturduğum koltukta yerimi almıştım. Geçen saatlere rağmen yerimden kıpırdamamam bir yana Defne'nin içeride tek başına bunalmış olmasından olacak ki omuzlarım için bu şalı bana getirmesinden beri baş başaydık. Ta ki dakikalar önce gelen telefon konuşmasına kadar. Şimdi dakikalardır benden gizlediğine emin olduğum bir şeyleri bahçenin kuytu köşesinde fısıldıyordu. Bahçedeki loş ışıklar karanlık geceye rağmen ortamı aydınlatırken uzanıp az önce servisi yapılan kahveyi aldım avuçlarımın arasına. Parmaklarımın arasındaki sıcak kupa ile ılık bir yudum aldım. Yaşanan her şeyin ardından kendimi dinleyebildiğim tek bir an bile olmamıştı. Beni hiç yalnız bırakmamaya yeminli gibilerdi. Oysa biraz sessizlik biraz dinginlik her şeyi daha da kolaylaştırırdı. Gözümü açtığımdan beri gerek Pars gerekse Defne bir saniye bile yanımdan ayrılmamıştı ve taburcu olduğum andan beri de bu görevi diğerleri devralmıştı. Kulaklarımın dibinde duyduğum araba sesi ile bakışlarım sırtımı yasladığım koltuğun arkasındaki yeşilliklerle örtülü çitlere döndü. Yan bahçeyi aralıklardan görebilmemi sağlayan tek şey garaj yoluna henüz giren arabanın ışıkları oluyordu. Uzanıp kahveyi önümdeki sehpaya bıraktığımda yavaşça ayağa kalktım ve gelenin kim olduğunu görebilmek adına başımı çitlerin üzerinden yan evin bahçesine çevirdim. Pars'ın arka koltuktan indiği araba ile yanında beraberinde inen adamda gezindi gözlerim. Deri ceketli bu adam her kimse oldukça ciddi gözüküyordu. "Pars." Sesi bahçede dolandığında Pars'ın adımları ana kapıya ilerlerken ağırca yavaşladı. Sırtı arkasında kalan deri ceketli adama dönükken dili dolanarak bir şeyler mırıldandı. Buradan tam net duyamadığım ama arkasında bekleyen adama çaresizce omuz çöktürecek bir şey. "Böyle yapma. Bu şekilde olmaz. Sen bu değilsin." Söylediği şey Pars'ın yüzünü ona dönüp yanına doğru birkaç adım atmasına sebep olduğunda dip dibe durdular. Pars'ın koca bedenini zar zor taşıdığını görebiliyordum. Başını hafifçe karşısındaki adamın önünde eğip yüzünü görebilmek için boynunu zorladı. "Ben kimim Kuzgun? Söyle bana. Tüm bunlardan önce kimdim, şimdi kimim? Söyle bana çünkü ben hatırlamıyorum. Ben ne yapardım, neyi nasıl yapardım; hatırlamıyorum." Kuzgun mu? Deri ceketli adamın adının Kuzgun olduğunu öğrenmemin yanı sıra Pars'ın sarhoş olduğundan artık emindim. Gömleğinin yakası dağınık, saçları alnına dökülmüşken yüzünde belli belirsiz bir hüzün vardı. "Hatırlatacağım. Hepsini hatırlatacağım ama kendini salmanın sırası değil. Sen bu kadının ölümünü beklerken geri geldi sana, şimdi hatırlamıyor diye böyle mahvolamazsın!" Konunun ben olduğunu anlamam zor olmadı. Saatler önce ona sarf ettiğim sözlerle öylece çekip gitmişti. Fakat görüyorum ki kelimelerimin ağırlığı canını oldukça yakmış. "Hatırlamıyor diye değil, o yüzden değil." Yüzünde buruk bir gülümseme yer ettiğinde ağırca yutkundum. Bu adamın benim dışımda bir hayatı yok mu? Neden bu kadar takıntılı bana karşı? Sanki tüm derdi tüm dünyası benmişim gibi davranıyor. Bunu bana neden yapıyor? Onu hatırlamıyorum ve bile isteye canını yakıyormuşum gibi hissediyorum. "Gözleri, Kuzgun... Onlar bana öyle boş bakıyor ki bunun altından kalkamıyorum." Arabanın farları Pars'ın yüzünü aydınlatırken onun ağlamamak için bütün iradesini kullanışına şahit oluyordum. 'Allah'ım... Neden hatırlamıyorum? Onu neden hatırlamıyorum?' Boğazımda oluşan yumru ile daha fazla dinlemek istemediğimi biliyordum ve daha fazla görmeye de dayanamıyordum. Yavaşça kalktığım bahçe koltuğuna yine aynı sükûnetle çöktüm. Fakat bu kez göğsümde bir ağırlık, birkaç adım arkamda duran adamın yaşadığı çaresizliği ruhumda hissettiriyor. Baktığım her yerde onu görüp, göremediğim yerde de sesini duymak öyle büyük bir çaresizlik ki onun benim için böyle mahvoluşlarının benim içimde hiçbir karşılığının olmayışı berbat hissetmeme neden oluyor. Karşısına geçip avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. 'Sana nasıl bakardım Pars, nasıl bakardım ki sen şimdi böyle çaresiz hissediyorsun?' diye sormak isterdim. Sanki onun korkuları benim yüreğimde yankı buluyor. Hatırlamıyorum fakat hissediyorum, ben uyandığım andan beri bir tek bu adamı böyle derinden hissediyorum. Hissediyorum hissetmesine fakat hatırlamıyorum. Delireceğim, gözlerim sana nasıl bakardı ki şimdi böyle acı çekiyorsun? "Nasya!" Defne'nin seslenişiyle dalan gözlerimi yerdeki çimlerden yüzüne çevirdim. Sızlayan genzim ve boğazımda duran yumruyla yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim. "Efendim?" Oynadığım bu mutluluk oyunu beni içten yiyip bitirirken Defne'nin de karşısına geçip 'İnsan arkadaşını paraya değiştirir mi Allah'ın belası! Söyle bana yapar mı?' diye bağırmak istiyorum ama yapamam. Korkuyorum. Affedememekten, zaten çektiğim bu çaresiz yalnızlığa bir yenisi eklemekten deli gibi korkuyorum. "Begüm sana sesleniyor." Bakışları ile bana yalının ikinci katında balkonda oturan Begüm'ü gösterdiğinde onun bana baktığını görüyordum. "Bir şey mi oldu?" Seslenişimle bahçede yayılan sesiyle yüzümdeki sahte gülümsemeyi gerçeğiyle takas etti. "Manzara buradan daha güzel, yukarı gelsene." Kıkırtısı ile gözlerimi alayla devirdim. Muhtemelen beni Pars'ı izlerken görmüştü ve yaptığı bu üstü kapalı kinaye sinirimi bozsa da hoşuma gidiyordu. En azından tüm bu çılgınlığı biriyle paylaşmak iyi hissettiriyor. Fakat onun da her fırsatta bana eskiden Pars'a nasıl davrandığımı anlatışı kötü hissettiriyor. Sanki bir bilim kurgunun içindeyim de aslında hiç yaşamadığım şeyleri bana yutturuyorlar gibi. "Böyle gayet iyiyim." Uzanıp kahvemi yeniden avuçlarıma aldığımda sesi bir kez daha yayıldı bahçede. "Tamam, o zaman şöyle yapalım. Ben şimdi gece yürüyüşüne çıkacağım, ben gelene kadar kahveni bitir de sana arkadaki koruluğun gece ne kadar huzurlu olduğunu göstereyim." Aceleyle içeri girdiğinde alayla devirdim gözlerimi. Benden bir cevap almaya bile tenezzül etmemişti, istediği şeyi ağzımdan girip burnumdan çıkıp bir şekilde yaptırabilmek gibi bir sihre sahip. "Güzel kızım." Kenan Bey'in sesi kulaklarımda dolandığında elimde sürekli kesintiye uğrayan kahveyi artık içemeyeceğimi kabul ederek masanın üzerine geri bıraktım. "Kenan Bey..." Yanımda durduğunda yavaşça karşımdaki ikili koltuğa çöktü. "Anlaşılan yürüyüşe çıkıyorsunuz." Yüzünde sıcak bir gülümseme oluştuğunda başımı onaylarcasına salladım. Bu adamdan aldığım enerji iyiydi. Ondan da Gülsüm Hanım'dan da kötü bir enerji almıyordum. "Esma üzerine bir şeyler getirsin, patika rüzgârlı olur." Başı içeriye döndüğünde seslenmek için aralanan dudakları Defne'nin muhalefeti ile bölündü. "Ben getiririm Kenan Bey." Uzanıp omuzuna usulca dokunduğunda arkadaşımın babamın omuzuna bıraktığı flörtöz dokunuşun şoku ile dona kalıyordum. 'Saçmalama Nasya, o kadar da değil!' "Ben hazırım." Begüm neşeli bir kıkırtıyla kendini salondan bahçeye doğru sürüklediğinde Gülsüm Hanım'ın kayar kapıların sövesine yasladığı başıyla beni ve Kenan Bey'i izlediğini görüyordum. Bakışlarındaki bilye gibi parlaklık, anlamlandıramadığım bir özlem barındırıyordu. Anlasam da hatırlayamadığım... "Üzerime bir şeyler alayım hemen çıkarız." Yavaşça kalktım oturduğum koltuktan. "Geldim." Defne heyecanla yanımda durduğuna uzanıp bana doğru tuttuğu deri ceketi alıp üzerime geçirdim. "Bende hırkamı giydim." dedi kendini gösterirken. "Defneciğim." Begüm'ün uyarıcı sesi ile bakışları kız kardeşime döndüğünde ne diyeceğini sessiz bir merakla bekledi. "Biz biraz yalnız kalmak istiyoruz. Sen de belki odana çıkıp bir film falan izleyebilirsin. Hem bugün çok yorulmuşsundur. Tavuk suyu çorba falanda yapmışsın, artık yeter bugünlük. He, ne dersin?" Begüm'ün fısıltılı sesindeki kinaye ile Defne'nin düşen yüzünü izledim bir süre. "Eğer gelmek istiyorsan..." Araya girdiğimde, yüzünde üzgün bir gülümseme yer etti. 'Haksızlık mı ediyorum sana, neden böyle ötekileştirdim seni bir anda, niye bu hislerim sana yeniden yakın olmama izin vermiyor, delireceğim. Kardeşimdin sen benim.' "Begüm haklı, yorucu bir gündü. Uyusam iyi olur." Israr etmek için aralanan dudaklarım onun beklemeden salona dönüşüyle yeniden kapandı. Bir süre salondan çıkıp gözden kayboluşunu izlediğimde sıkkın bir nefes çektim içime. "Hadi, kızı rahat bırak dinlensin." Begüm hızla koluma girdiğinde beni bahçenin içinde ileriye doğru çekiştirdi. "Nereye?" dedim kıkırtı ile. "Rıhtımın yanından ormana uzanan harika bir patikamız var. Gördüğünde delireceksin. Özellikle de gece, ay tam tepedeyken manzara inanılmaz oluyor." Adımlarımız arka bahçeden yalının rıhtımına açıldığında yönümüzü ilerideki küçük demir kapıya çevirdik. Açtığı minik kilitle fark ettiğim ilk şey korumaların bizimle gelmeyişi oluyordu. Bahçede otururken bile etrafımda varlıklarını hissediyordum. Akşam yemeğinde Kenan Bey açıkça onlarla nefes almam gerektiğini söylemişken şimdi yalnız olmak iyi hissettiriyordu. "Korumasız he?" Toprak yoldaki karanlık Begüm'ün telefonunun ışığı ile aydınlatılırken biz küçük bir çaba sergileyerek dik yamacı çıkmaya başladık. "Bu tarafa giriş yolu yok. Tek giriş evin ana kapısından girip korumaları atlatıp rıhtıma çıkmak ve bizim izlediğimiz yolu izlemek. Ve bir de tabi..." Nefes nefese beni çekiştirirken yarıda kestiği sözleri güçlü bir nefes alarak devam ettirdi. "Pars'ın rıhtımından buraya bağlanan bir yol var. Ama genel olarak sadece bu iki yalı haricinde içeri giriş yolu yok. Gökten inmezsen eğer." Yüksek bir kahkaha ile beni de gülümsetti. "Daha ne kadar tırmanacağız." Çıktığımız dik yamaç bacak kaslarımı zorlarken sanıyorum bir aydır yatıyor olmak bedenimi hantallaştırmıştı. "Az kaldı, mızmızlanma." Son bir nefesle çıktığımız büyük kaya bizi sonunda düz bir zemine ulaştırdığında uçurumun kenarından aşağıdaki hırçın denizin sesini kulaklarımıza taşıyan yamaca ulaştık. Bakışlarım ilerideki büyük çınar ağacına bağlı olan salıncağı bulduğunda şaşkınlıkla gülümsedim. "Burada bir salıncak." Nefes nefese ve yorgun olmama rağmen gördüğüm manzara ve bütün gecenin ortasında açık gökyüzünde parıldayan mehtapla tüm eziyeti unutuyordum. "Ben yaptırdım." dedi haklı bir gururla. "Vay be!" Yanaklarım gördüğüm salıncakla sırıtmaktan sızlarken Begüm beni elimden çekiştirerek salıncağa oturttu. "Ay, ne yapıyorsun!" Şaşkın kıkırtımla beklemeden arkama geçti ve sırtımdan yavaşça destekleyerek hafifçe sallamaya başladı. Ellerimi hasır iplere sardığımda ayaklarımı yerden kaldırdım ve bedenimle kendimi hızlandırmaya başladım. "Nasıl ama? Bu manzaraya karşı sallanmak bir kuş gibi hissettiriyor değil mi?" "Özgür hissettiriyor Begüm." Kıkırtımın ardından onun da gülüşleri benimkilere karışırken ay, bulunduğumuz tepeyi açık mavi bir ışıkla aydınlatıyordu. "Hep hayalimdi bu." dedi coşkulu bir sesle Rüzgâr saçlarımı uçuştururken sesi boğukça dolandı kulaklarımda. "Bir kardeşim olmasını ve onunla burayı paylaşmak..." yeniden aynı sevecen kıkırtı. Söylediği şey ansızın genzimi sızlattığında onu görebilmek için başımı omuzumun üstünden arkaya çevirdim. Yaptığım bu hareketin ne kadar aptalca olduğunu anlamakta biraz geç kalırken kaybolan dengemle sertçe yere kapaklandım. "Ah, siktir!" Acıyla, elimi sızlayan diz kapağıma bastırdığımda Begüm panikle yanıma doğru yaklaştı. "Ne yaptın, dikkat etsene!" Sesi bir abla gibi azarlayıcı çıktığında hoşuma gittiğini fark ettim. Gülmeye başladığımda sızlayan bacağımı unutmuşum bile. "Ne gülüyorsun deli?" Şaşkın bir panikle elimi geri çekip üzerimdeki eşofmandan hızla geri çekti. Bense hala ablasından azar yiyen bir çocuk mutluluğu yaşıyordum. "Oh, kanamıyor." Kendini üzerine eğildiği bacaklarından kalçasının üzerine bıraktığında benim hala gülmeye devam edişim onu da güldürmeye başlamıştı. Yerde öylece hafifçe sallanan salıncağın dibinde halimize gülerken kendimi tam şu an buraya ait hissettim. Begümün telaşlı halleri ve rahatlamış gülüşlerinin yayıldığı bu tepeye. Çocukluktan kalma bir salıncağın hemen dibine. "Hanımlar." Duyduğumuz erkek sesi ile gülüşlerimiz yavaşlayarak sonlandığında bakışlarımız bize doğru gelen deri ceketli adama döndü. 'Kuzgun' "Kuzgun?" Begüm'ün şaşkın sesi ile ikimizde toparlandık ve kalktık oturduğumuz zeminden. "İyi akşamlar." Yüzündeki sıcak gülümseme ile yanımıza doğru geldiğinde ben yere düşmenin etkisi ile kirlenen kalçamı silkelemeye çalışıyordum. "Merhaba." Tam önümde durup elini bana doğru uzattığında şaşkınlıkla bana uzanan elde gezindi gözlerim. "Ne oluyor?" Begüm aramıza girdiğinde beni korumak ister gibi hafifçe koluyla arkaya çekti. "Burası özel mülk, böyle elini kolunu sallayarak nasıl giriyorsun?" Azarlayıcı sesi Kuzgun denen adamın üzerinde gezinirken onun da büyük bir dikkatle beni izlediğini görüyordum. "Pars'a uğramıştım, siz kızları buraya bir başınıza çıkarken görünce gelmek en doğrusu olur diye düşünmüştüm." Şimdi gözleri zar zor yüzümden ayrıldığında Begüm'e döndü. "Ne alaka ya? Ne diye peşimize takılıyorsun ki?" Yine aynı azarlayıcı ses. Kuzgun denen bu adamdan neden bu kadar rahatsız oldu ki? Bakışlarım Begüm'e döndüğünde onun hala korumacı bir tavırla beni geride tuttuğunu görüyordum. "Korumasız bir şekilde ormana dalıyorsunuz. Başınıza bir şey gelmemesi için." "İyi de sana ne?" Bu kibar kızın içinden çıkan küstah varlık beni şaşkına çeviriyordu. "Ona bir şey olursa, bu durum 'sana ne' olmaktan da 'bana ne' olmaktan da çıkar Begüm. Sakin ol. Ben de gece gece dağ taş tırmanmaktan haz almıyorum." Sabırsız sesiyle gördüğü tavrı karşısındaki kadına yansıtmaktan çekinmeyen bu adam Begüm'ü iyice gerdi. "Kardeşimi ben korurum! Sana gelince, sen sadece patronuna odaklan. Tıpkı bir köpek gibi alacağın komutu bekle." "Begüm sakin ol." Uzanıp kolunu tuttuğumda Kuzgun'un yüzünde sinirli bir gülüş oluştu. "Bunlar sırf sevgilinin dayak yemesine mâni olmadım diye farkındayım. Ama senin de dediğin gibi, ben bir köpeğim ve emirleri sadece Pars'tan alırım." Alaycı sesiyle Begüm'ün tüm saldırılarını başarıyla bertaraf etmişti. Bu ikisi öyle çetin didişiyor ki araya girecek cesareti bulamıyordum kendimde. "Kimliğini benimsemişsin." Begüm'ün dişlerinin arasından bırakılan öfkeli fısıltı ile Kuzgun bir adım geri attı. "Ağlak sevgilin eğer kız kardeşine yürümeseydi parmakları hala yerinde olurdu. Bunun için beni suçlayacaksan devam et ama seni temin ederim hala yaşıyorsa bu benim sayemde." Öfkeli suratında bir göz kırpma yerini aldığında beklemeden arkasını dönüp öylece gözden kayboldu. "Ne demek bu şimdi?" Söylediği son kelimelerin arasında şahsımı ilgilendiren kısma takılı kaldım. "Boş ver, saçmalıyor." Uzanıp elimi tuttuğunda beni eve dönüş yoluna doğru çekiştirdi. "Ne demek 'Kız kardeşine yavşamasaydı?' Senin sevgilin mi var ve bana mı yürüdü?" Kafam giderek karışırken Begüm inatla ileriye doğru sürükledi ikimizi de. "Anlatamam Nasya, hatırlamadığın o kısımda olan bir şey çünkü. Anlatsam da anlamazsın. Kafanı karıştıramam, hadi! Uzatma. Saçmaladı işte!" Öfkesi iyice yükselirken biz çoktan patika yola geri dönmüştük. Bu çocuk her kimse Begüm'le aramızda bir sorun olmasını istemiyordum. Kardeşimin sevgilisi ve ben mi! Midem ağzıma geliyor! Kayıp olan o boşlukta karakterim mi değişmişti? Hiç sanmıyorum, beni hiçbir şart böyle bir kalleşliği yapmaya ikna edemez. Ama tüm bu bilinmezlikler öyle yorucu ki. Nihayet yalının rıhtımına ulaştığımızda küçük demir kapıyı açtık ve yerdeki tahtaların üzerine doğru ilk adımlarımızı peş peşe attık. Etrafta Kuzgun'u göremiyordum. Anlaşılan bizden önce çıkmıştı korudan. Begüm, yalının bahçesine vardığımızda elimi serbest bıraktı ve bedenini bana çevirdi. İkimizde öylece karşı karşıya dururken sıkkın bir nefesle ellerini uzun siyah saçlarının arasından geçirip geri verdi. "Ateş erkek arkadaşım değil. Neden öyle dedi, bilmiyorum. Aranızda bir şey de olabilirdi ki bu benim için hiçbir sorun teşkil etmiyor ama sen Pars'a âşıktın." Pars! Pars! Pars! Pars'a aşıktım! O aşk şimdi nerede? Nerede o aşk? Çıldıracağım! "Ateş'e o gözle bakmadığını biliyorum. Kafanın içinden geçenleri duyamasam da tahmin edebiliyorum ama yok öyle bir şey." dedi "Nasıl bir şey?" Kaşlarım havalandığında bakışlarım daha fazlasını alabilmek umudu ile yüzünde gezindi. "Ateş ve ben diye bir şey yok. Ateş ve sen diye bir şey de yok. " "Ne var peki? Bilmediğim o boşlukta ne var delireceğim!" "Pars ve sen varsın. Sadece siz ve etrafınızda gelişen olaylar. Anladın mı? Şimdi hatırlamıyor olabilirsin ama o adam sendeki o çok önemli mantık işlevini yetersiz kılıyordu. Bana bir keresinde gerçekçi bir insan olduğunu söylemiştin. İşte o az önce gizlice izlediğin adam, sendeki mantığı da gerçekçiliği de yerle bir ediyor. Biz psikologlar da buna aşk diyoruz. Aşk." Söylediği sözlerle ağırca yutkundum. Herkes bana bu adama âşık olduğumu söylese de ben neden hissedemiyorum? Aşk nasıl bir şey onu bile bilmiyorum. Hiç yaşamadım ki. İnsan bilmediği bir şeyi nasıl anlayabilir, ilkinde nasıl anlamıştım? "Bak bu geri zekâlı başıma migren ağrıları soktu. Gidip güçlü bir ağrı kesici içeceğim. Geliyor musun?" Yönünü bahçeden salona açılan kapılara çevirdiğinde ne kadar gergin olduğunu görüyordum. Ateş her kimse ona karşı gizlemeye çalıştığı bir şeyler olduğu belliydi. Belli ki Kuzgun haklıydı. Begüm, Ateş denen adam her kimse ona karşı boş değildi. "Birazdan." Geçiştirircesine verdiğim cevapla sıkkın bir nefes çekerek salon kapılarından geçerek gözden kayboldu. Bense bahçenin ortasında durmuş beynimin içinde sürekli vızıldayan düşünceleri sakinleştirmek için biraz yalnız kalmanın tadını çıkarmaya karar verdim. Adımlarım usulca bahçe koltuklarına ilerlerken kulaklarıma çalan hafif müzikle dikkatim yeniden yan yalıya dönüyordu. Al beni, götür kanatlarında bu gece Uçurup diyar diyar sev beni sevilmediğim kadar Unuttur yalnız yaşadığım her geceyi öyle gel Ayaklarım istemsizce çitlere doğru ilerlediğinde gözlerim yan evin loş ışıklarının yandığı salonunda tutundu. Daha iyi görebilmek için evin arka tarafına doğru adımladım. Gör beni, bulup karanlıklarda sar biraz Ki doğmasın sabahlar, al sevgim hiç vermediğim kadar Unuttur yalnız yaşadığım her geceyi öyle gel, gel Şimdi durduğum bu karanlık noktadan net bir şekilde seçebildiğim suretle Pars'ın koltuklardan birinde öylece çökmüş olduğunu gördüm. Elinde tuttuğu viski bardağında gezinen gözleriyle bomboş bakışları öylece amaçsızca süzülüyordu. Yanı başındaki müzik sisteminden sakince bana kadar ulaşan notalarla ağırca yutkundum. Sev, iste yeminler ederim aşka Belki bir daha hiç tutulmazlar İnanmasan bile gel, inandığım ne var ne yoksa Hiç vermediğim kadar Kulaklarımda dolanan mısralarla dakikalarca içine hapsolduğum bir girdaptan kendimi zar zor kurtardığımda şarkıyı dinleyen adamın çaresizliğini bir kez daha hissetmek genzimi sızlattı. "Sen ve ben, ne yaşadık Pars? Sana böyle ağır gelen ne?" Fısıldamamın ona asla ulaşmayacağını biliyordum. Beni saklandığım bu karanlıkta görmeyeceğini de tam da bu sebepten bulduğum bu fırsat anından yararlanarak biraz daha izlemeye karar verdim. Onu biraz daha izlemek...
♟️ Denizin uzanıp üst raftan çektiği bardak avuçlarının arasından kayıp yere çarptığında bin parçaya ayrıldı. O anın verdiği gerginlikle de bıraktığı tiz çığlık, gecenin ücra saatlerinde boş evde yankılandı. Ana kapının dışında bekleyen korumalardan biri, duyduğu sesin ardından telaşla içeriye koştuğunda Deniz'i mutfak tezgâhının dibinde camların başında korkuyla beklerken gördü. "Deniz!" Hızla genç kıza doğru gelip beklemeden kucağına aldığında ayaklarına camların batmasından ne denli korktuğunu fark ediyordu. "Bırak beni! Ne yapıyorsun!" Deniz'in bağırtısı evin içinde dolandığında genç koruma korkuyla onu olduğu yere ayaklarının üzerine geri bıraktı. "Kusura bakma. Çığlığını duyunca öyle daldım. Bir şey oldu sandım." "Onu mu diyorum Koray! Beni kucağına aldın." Deniz'in tedirgin bakışları evin içinde dolandığında bu anı gören başka biri var mı diye etrafı kolaçan etti. "Korkma. Kimse görmez." Genç adamın sesindeki kırgınlık Deniz tarafından görmezden gelindi. "Sana dedim ki salak salak davranma! Sabah da Alparslan'ın yanında öyle öne atılıp 'Ben ilgilenirim onunla.' diyorsun. Sen kafayı mı yedin? Ne olacak sanıyorsun? Bu avare hallerin fark edilirse mahvederler seni!" "Umurumda mı sence?" Dişlerinin arasından bıraktığı baskın hırıltı ile gözleri Deniz'e dönen genç adam, bu kadın tarafından görmezden gelinmeye daha fazla tahammül edemiyordu. "Öldürür seni Pars." Genç kadının sesi tehdit edercesine çıktığında Koray'ın yüzünde acılı bir gülümseme yer ediyordu. "Yapma Deniz. Sen de ben de yaşananların ne kadar özel olduğunu biliyoruz." İçindeki umudun son parçasına sarılarak sarf ettiği bu sözlerle ondan bir karşılık bekledi. "Ben kimim farkında mısın?" Genç korumaya doğru ilerleyip sertçe kafasını ittirdi geriye. "Ben kimin kadınıyım farkında mısın?" Fısıltılı sesiyle bu olanlara evin duvarlarını bile şahit etmek istemediğini biliyordu. "Biliyorum! Lanet olsun ki sen onunsun biliyorum ama baş başa geçirdiğimiz o geceler Deniz? Onları inkâr edemezsin. Sen ve ben çok özel anlar yaşadık." Sözlerinin bitişinde suratına yediği sert bir tokatla başı soluna doğru savrulan Koray, Deniz'in fısıltılı öfkesini duyuyordu. "Yalnızdım. Sadece biraz insan gibi ilgi görmek istedim, hepsi bu! Ne sandın, sana âşık olacağımı mı? Pars'tan başkasını istemediğimi ona olan bağlılığımı da biliyorsun. Hayallere mi kapıldın aptal!" Yeniden kafasına vurduğunda Koray hızla kavradı bileğini kendini aşağılayan bu genç kadının. "Karnındaki o bebek Deniz, söyle bana kimden o bebek! Söyle!" Duyduğu sözlerle öfkesi ansızın yükselen Deniz hızla kendini geri çektiğinde gözleri duyduklarının şaşkınlığı ile kocaman oldu. "Bu bebek Pars'ın! Duydun mu? Öldürürüm seni!" Hızla gövdesine çarptığı elleriyle onu geriye savurduğunda Koray'ın yüzünde karanlık bir gülümseme yer etti. "Pars sana en son üç ay önce dokundu Deniz! Sen ise o korumayı birkaç hafta önce çıkarttırmışsın! Söyle bana, o haftalarda kimin altında olduğunu gerçekten hatırlamıyor musun?" Deniz'in giderek daralan nefesi ve içinde beliren çaresizlik, onu korkuyla geriye doğru atılan adımlar attırırken ellerini karnına sardı. "Bu bebek bizim, Pars'ın ve benim, anladın mı? Bunu biliyorum, bunu çok iyi biliyorum!" "Bilmek yeter mi? Bakalım bunu Pars'a ispat edebilecek misin?" Hızla Deniz'in yanından geçip ana kapıya doğru ilerlerken Deniz hızla peşinden koşup koluna yapıştı. "Öldürür. Seni de beni de öldürür." Deniz, Koray'ı ikna etmek için büyük bir çaba sarf etmek zorunda olduğunu biliyordu. "İkimizi de öldürür. Bebeğe bile acımaz. Yapma!" Koray, bedenini yavaşça arkasında yalvararak ona açıklama yapan kadına döndü. "Az önce kendinden gayet emindin Deniz. Bana demediğini bırakmazken gayet emindin. Şimdi ağlıyor musun?" "Koray ne olur, bir düşün." Panikle elleri göbeğinde dolandığında yüzünde sahte bir gülümseme yer etti. Islak yanaklarına rağmen bırakılan zoraki bir gülüş. "Pars zaten o kızla evleniyor, bir daha yanıma gelmez ki. Sadece ikimiz oluruz, sadece üçümüz." Ellerini karnında sıkıca tutundurdu. "Bu bebek, bizim bebeğimiz; bu krallığın içine doğacak. Seni hep yakınımda tutarım. Özel korumam yaparım, hep bizimle olursun ama şimdi bunu yaparsan öldürürler seni. Bebeğe DNA testi yapıp sonuçlarına göre beni yaşatırlar belki ama seni hemen öldürürler. Onun aidiyet takıntısını biliyorsun; bana dokunduğunu öğrenmesi demek kendini öldürmek demek. Yapma. " Karşısındaki adamın yüzündeki öfkeye rağmen kendine aşkla bakan gözlerini görüyordu. İleriye doğru bir adım atıp ellerini boynuna doladığında onu hızla kendine çekti ve dudaklarına yapıştı. İkna olması için çok daha fazlasını yapardı. Nefes nefese aldığı karşılıkla birkaç saniyelik iniltiler evin içinde dolandı. Deniz kendini, dudaklarını büyük bir aşkla öpen bu adamın dudaklarından geriye çektiğinde alnını Koray'ın alnına yasladı. "Koray, beni senden başka seven hiç kimse yok. Bebeğimi de senin sevdiğin gibi kimse sevemez. Yapma bunu kendine. Sen ölürsen dayanamam. Yalvarırım sevgilim." Yeniden yapıştı kendine muhtaçlıkla bağlı olan adamın dudaklarına.
♟️ PARS Güneş perdesiz camlardan yüzüme vurarak beni keskin bir baş ağrısı ile uyanmaya mecbur bıraktı. Kısık tutmaya çalıştığım gözlerim salonda gezindiğinde gece burada uyuya kaldığımı anlıyordum. Solumdaki müzik çalar boşta dönerken oturduğum koltukta toparlanarak doğruldum. "Davut." Seslenişim başımda keskin bir ağrıya sebebiyet verdiğinde ana kapının açılışını duyuyordum. Saniyeler içinde Davut Salonun geniş kapılarından geçip yanıma kadar yaklaştı. "Günaydın efendim." Tek düze çıkan tonlamayla avuç içlerimi koltuk başlarına dayadım ve aldığım destekle doğruldum. "Saat kaç?" Adımlarım salonun çıkışına dönerken bedenimin uyukladığım koltuktan ağrıyla kalktığını anlamam çok da zor olmadı. "Dokuz kırk beş efendim." Adımlarım merdivenlere döndüğünde beni takip ettiğini duyuyordum. "Öğleden sonra İdil'in uçağı inecek, birini gönder alsın." basamakların bitişinde önümde uzanan koridora ilk adımımı atıyordum. Ensemden şakaklarıma doğru ilerleyen keskin ağrı ile konuşmak bile işkence gibi. "Nasıl isterseniz efendim." "Günün özetini geç." Yatak odasının kapısını açarak içeriye ilerlediğimde hiç vakit kaybetmeden banyonun kapılarından geçip duşa kabine doğru yürüdüm. "Saat ikide hisse ortaklarınızla bir toplantınız var. Akşam altı gibi Adil Bey ve siz, Kenan Bey'e yemeğe gideceksiniz. Bir de Feridun'la kontroller için oluşturulan bir randevunuz var. Saat sekizde." Açtığım suyun buharı banyo da yavaşça yayılırken üzerimdeki gömleği sabırsızca iliklerinden ayırdım. "Kenan'da olan yemek için güzel bir hediye ayarla. Nasya için mücevherciden bir yüzük istetmiştim. Hazır değil mi hala?" Pantolonun kemerini beklemeden açtığımda üzerimdeki yüklerden kurtuldum. Üzerinde sadece boxer olan bedenimi tamamen Davut'a döndüm. "Acele etmesini ikaz edeceğim Pars Bey." "Akşama elimde olsun." Arkamı dönüp duşa kabine doğru ilerlediğimde onun hala burada olduğunu hissediyordum. "Çık artık Davut. Beraber duş alacak değiliz." Tersleyici sesimle oyalanmadan çıktı banyodan. Yatak odasının kapısının kapanışı duyduğumda üzerimdeki son parçadan da kurtuldum ve duşa kabinin içine doğru bir adım attım. "Siktir!" Kaynar su omuzlarımı yaktığında hızla geri çekilip sıcaklığı yeniden ayarladım. Fakat bu acı zihnimi diriltmeye yetmişti. Sonunda istediğim sıcaklığa ulaşan su ile bedenimin tamamını soktum suyun altına. Kapanan gözlerimle hayatım boyunca yaşadığım her şey kısa bir fragman gibi geçip gidiyordu gözlerimin önünden. Annemle geçen o zor günlere rağmen yakalamaya çalıştığımız kısa mutlulukların ardından onun tamamen gidip beni bu felaketin ortasında bırakışı... Öyle alışmıştım ki yeni düzene, kendi kurallarımı koyduğum bir hapishane gibiydi. Öyle ki bir yerde tutsak olduğumu unutup, özgürlüğü yaşadığıma aldanmıştım. Tanrıydım. Kraldım. Her şey ve herkes emrime amadeydi. İstediğim hiçbir şey için çabalamamak öyle kolaydı ki şimdi hissettiğim bu çaresizlik bilmediğim sularda yüzüşümün eseriydi. Ben hayatımın orta yerinde bir anda beliren bir garsona kapkara kalbimi kaptırmış, buzdan duvarlarımı bakışlarıyla eritmiştim. Acıtmadan, ağlatmadan bir kadını sevmeye inanmayan ben; tek damla kanı için yeri yerinden oynatmıştım. Bir altmış boylarında minyon bir kızın kendi isteğimle kölesi olmuştum. Fakat şimdi uğruna her şeye savaşabileceğime inandığım kadının beni bir yabancı gibi izleyişini görüyorum. O gözlerde artık nefret bile yok. Öyle boş, öyle hissiz... Bir hayalete âşık oldum. Geçmişte kalan bir kadının, bana yaşattığı güzel anılarda kayboldum. Şimdi pes etmek ne demek bilmeyen ben ne yapacağını bilmez bir şekilde kıvranıyorum. Herhangi bir hamlem onu sıkar mı, aşırıya gider mi, bir kelimem ya da bir hareketim onu benden uzaklaştırır ya da sonsuza kadar kaybettirir mi? Tüm bu duygu ve düşünce geçişleri, beni savunmasız bırakıyordu.
♟️ NASYA Kahvaltı sofrasındaki sessizliğimin sebebi gece boyu uykusuz kalışımın eseriydi. Bütün gece Pars'ı araştırmıştım. Bulabildiğim bütün kaynaklardan faydalansam da bu adamın sadece iş dünyasındaki ününü, uçsuz bucaksız zenginliğini ve eski karısının aşırılıklarını öğrenmek dışında bilgi edinememiştim. Şahsıyla ya da karakteri ile ilgili en ufak bir falsosu bile yoktu. Saatler süren araştırmalarım sonunda öğrenebildiğim tek şey, kimsenin bu adamı kendi istemeden tanıyamayacağıydı. Kardeşi Paren'in kızlarla magazinlere düşen fotoğrafları vardı, her gün başka bir kadın. Ama Pars... 'Şu sarışın kız?' İç sesimin unuttuğum şeyi bana hatırlatması ile çatalla didiklediğim peynir parçasını rahat bırakarak elimi çeneme dayayarak okuduğum haber başlığını anımsadım. Kazadan kısa bir süre önce Pars'ın geri dönüş partisi ile ilgili bir haberde kolunda genç güzel bir kadınla kameralara verdiği bir poz. 'Genç milyarderlerin öldüğü düşünülürken geri geldi. Geri dönüş kokteylinde kolundaki gizemli güzel dikkatleri üzerine topladı' Evet, haber başlığı buydu. Madem biz nişanlıydık, neden o kızla böyle samimi bir şekilde geçmişti kameralar karşısına? "Nasya?" Defne'nin seslenişi ile irkildiğimde bakışlarım masada dolandı. Kenan Bey okuduğu gazeteden bana çevirdiği gözleri ile neden böyle dalgın olduğumu sorgular gibiydi. "İyi misin kızım?" Gülsüm Hanımın sesiyle bakışlarım ona döndü. Yüzümde şaşkın bir gülümseme yer ettiğinde başımı hızla salladım. "Sadece uykum var. Gece pek uyuyamadım da." Dikkatleri üzerime çektiğimin bile farkında değildim. "Yerini mi yadırgadın?" Katladığı gazeteyi masanın yanına bıraktığında baba şefkati ile süzdü beni. "Sanırım, bilemiyorum." Sessiz bir nefesle konunun bir an önce kapanmasını istediğimi fark ettim. "Begüm nerede?" dedim meraklı bir sesle. "Kahvaltıya da inmedi." Konuyu bu şekilde kapatmaya çalışmak işe yarar mı bilmesem de denemeye değerdi. "Şehir dışından gelen bir arkadaş gurubu var. Onları karşılamak için hava alanına gitti." 'Galiba işe yaradı, muhabbet yön değiştiriyor.' "Hmm öylemi, ne güzel. Kimlermiş?" Hiç önemli değiller ama ipin ucunu buradan tuttum, bırakmamak en iyisi. "Çocukluktan kalma bir arkadaş gurubu var, hafta sonu verilecek olan davette burada olmak istediler." "Hafta sonu ne var anlamadım?" Şaşkınlıkla sorduğum soru Kenan Bey'den önce Defneden heyecanlı bir cevap alıyordu. "Magazinler ve sosyete için seninle tanışmalarını sağlayacak bir etkinlik olacak. Sadece adını biliyorlar, seninle bizzat tanışmak isteyen bir sürü insan olacak. Düşünsene bir, harika olacak." Nefesini kesen heyecan yüzümde tedirgin bir gülümseme oluşturdu. "Bu kadar erken mi? Yani, ben..." Bakışlarım Kenan beye döndüğünde korkularımı fark ederek uzanıp masanın üzerindeki elimi sıkıca tuttu. "İnan bana, sana da iyi gelecek. Yeni hayatına adapte olmakta zorlanmayacaksın. Hem sıkılırsan gecenin ilerleyen saatlerinde ayrılırsın davetten Begüm ve Defne'yle." Sesindeki umut dolu tını sessiz bir nefes vermeme sebep oldu. "Ben yanında olacağım anneciğim. Seni merak eden öyle çok insan var ki... İnan bana, ne kadar sevildiğini gördüğünde ailemiz için ne kadar önemli olduğunu anlayacaksın." "Hem benim ailemden hem de Gülsüm'ün ailesinden önemli isimler de gecede olacak. Bizler senin öldüğünü düşünüyorduk, biliyorsun. Fakat şimdi yeğenlerini tanımak onların da hakkı." Kenan Bey ne kadar gerildiğimi anlamış olacak ki bana böyle bir açıklama yapıyordu. Bu iki insanın sadece iyiliğimi istediklerini görebiliyorum, tam da bu sebepten hayır diyemedim. 'Hayır, ben etkinlik falan istemiyorum, kafamın içindeki o boşluğu doldurmadan da eğlenebileceğimi sanmam' diyemedim. Sadece gülümsedim. İçinde bulunduğum yeni hayat beni öyle hızlı çekiyordu ki kendi eksenine, sadece seyirci kaldığımı hissetmek tuhaftı. Eskiden her şey benim kontrolümde ilerlerdi şimdiyse sanki kaderimin yazılı olduğu kumaş parçasının ucu sökülmeye başlamış da bütün bir kumaş bitene kadar durmayacak gibiydi. "Nasıl isterseniz." dedim. Diyebildim. Onlar nasıl isterse öyle olacaktı çünkü benim bundan önceki o kısa boşlukla ilgili en ufak bir fikrim bile yoktu. Hayatım boyunca Defne'den başka kimseye güvenmemiştim fakat şimdiki hislerimle ona olan güvenim yerle bir olmuşken annem ve babamdan başka kime güvenebilirdim? "Ben bugün mahalleye uğrayacağım, dükkânda yapılması gereken bazı şeyler var." Defne'nin patronundan izin alır gibi yaptığı açıklamanın hedefinde ben vardım. Maaşlı bir işçi gibi her hareketini onayıma sunuyordu. "Ben de geleyim o halde hem Efla'yı görürüm hem de eve uğrarım." Öyle özledim ki o eski evi. Sanki orada yalnız başıma geçireceğim birkaç on dakika beni biraz olsun sakinleştirir gibi. "Çocuklar bıraksın o halde sizi." Kenan Bey'in beni onaylayan sözleri ile yüzümde sıcak bir gülüş yer etti. "Teşekkür ederim." dedim fısıltıyla. "O zaman ben kalkayım, odadan almam gereken birkaç evrak var. Onları alırım hemen çıkarız." Defne sandalyesini geri ittirdiğinde başımla onu onayladım. "Şu ev..." Kenan Bey'in sesiyle bakışlarım masanın başında oturan babama döndü. Babam, ne garip bir kelime... Zihnimde bile eğreti. "Kaldığın ev, yani tüm bunlardan önce..." Gözleri kısılırken birkaç saniye süzdü beni. "Evet, gitmem sorun teşkil etmez değil mi?" Kaşlarım usulca havalandığında başını iki yana salladı. "Hayır, tabi ki. Kendi kararlarını verirken bana danışmana gerek yok sevgili kızım, haber vermen yeterli. Ben sadece diyecektim ki istiyorsan evi satın alabilirim. Böylece gitmek istediğin zamanlarda kolaylıkla gidebilirsin." Duyduğum şeyle yanaklarımda heyecanlı bir sıcaklık dolandı. Burada sahip olduğum onca şeye rağmen o ev benim yuvam gibi ve ona sahip olmayı daha önce hayal bile etmedim. Gerçek olamayacak hayaller kurmak benlik değildi. Fakat görüyorum ki hayat öyle çok da imkânsızlıklar kıyısında kurulmamış. Her an bir mucize yaşanabilirmiş, her an birinin hayatı kökten değişebilirmiş. Kimi kimsesi olmayan bir kız, ailesini bulup kız kardeşine kavuşabilirmiş. Her şey mümkün, hepsi mümkün. "Ne diyorsun?" Babamın seslenişi ile içimdeki konuşmayı sonlandırdım ve başımı sessiz bir heyecanla salladım. "Bu beni çok mutlu eder." Bastıramadığım bir gülüş yanaklarımda yer etti. "Harika, Sıtkı'ya söyleyelim sizi bıraktığında bununla da ilgilensin." Uzanıp kahvesinden bir yudum aldığında yüzünde gururlu bir tebessümle anneme çevirdi gözlerini. Birbirleriyle benim üzerimden kurlaşmaları garip ve biraz utanç vericiydi ama tatlı da bir yanı var. Bu koca insanlar yaşlarına rağmen hala kurlaşmaktan geri durmuyorlar. Başımı önüme eğip sessizce kıkırdarken düşüncelerimi toparladığımda Defne'nin sesi salonda dolandı. "Ben hazırım, hadi çıkalım." Yüzündeki neşeyle koluna taktığı çantayı sıkıca kavramış ve benden ona katılmamı bekleyen bir bakışla karşılık bekler gibi. "Size afiyet olsun." Yavaşça geri ittirdiğim sandalye ile kalktığım kahvaltı masasında onları baş başa bıraktım ve Defne'nin peşine takılarak ana kapıya doğru ilerledim. Girişteki portmantodan aldığım kabanı üzerime geçirdiğim de Defne uzanıp ana kapıyı açtı. Bahçede belli belirsiz esen rüzgâr dışarıya attığımız ilk adımla bizi sarmaladığında ilerideki arabaya doğru Defne'yi takip ettim. Korumalar bize kapıları açtığında dün akşam adının Sıtkı olduğunu öğrendiğim orta yaşlı adam yanımızdan hızla geçip eve doğru yürüdü. Büyük cipin arka koltuğuna bıraktığım bedenimle gözlerim Sıtkı'nın aceleyle gittiği yöne döndü ve babamın verandaya çıkmış olduğunu gördüm. Sıtkı'ya bir şey söylerken oldukça sert bir ifade asılıydı yüzünde. Az önce masada benimle konuşan yumuşak yüzlü adam gitmiş yerine ciddi bir ifadeyle emirler veren adam gelmişti. "Hadi." Defne'nin uyarıcı sesi ile cam kenarına doğru kayıp ona girebilmesi işin yer açtım. Senin araban yok mu? Onunla niye gitmiyoruz?" Sorduğum soruyla yüzü öyle büyük bir değişime uğradı ki neredeyse öfkeli bir sızlanmanın sessiz bir tablosunu izler gibiyim. "Yok. Yani artık yok." "İyi de ne oldu?" Defne o arabası için resmen ölürdü. Şimdi, artık olmaması için ne olmuş olabilirdi ki? "Bizim mahallede şu sıra kundaklama olayları başladı. Arabamı da gözlerine kestirmişler, malum kasko da yaptıramamıştım. Yani gitti öylece." 'İnanmıyorum.' "Çok üzüldüm. Allah'ın belaları ya! Sataşacak yer arıyorlar resmen, ne istediler arabadan?" İçimdeki üzüntünün sebebi Defne'nin o arabayı ne hayaller ve ne zorluklarla almış olduğunu bilmemden kaynaklıydı. "Aynen öyle. Allah'ın belaları." Dişlerinin arasında sıktığı nefretle aracın arka kapısı Sıtkı tarafından kapandı. Ön kapıyı açan Sıtkı, şoförün yan koltuğunda yerini alırken "Gidelim." dedi. Verdiği emirle hareket eden araba arkamıza takılan siyah bir minibüs ile çıktı garaj yolundan. "Korumalar mı?" Arka camdan peşimize takılan arabaya bakarken sorduğum soru Defne'den sessiz bir mırıltı aldı. "Evet. Baban tanınmış bir adam, o yüzden bundan sonra böyle. Yemekte de söylediği gibi, güvenliğin her şeyden önemli." Bana hatırlattığı bilgilendirme ile sessiz bir nefes eşliğinde salladım başımı. "Öyle olsun bakalım." Yüzümü yeniden arabanın içine çevirdiğimde Sıtkı'nın dikiz aynasından bize baktığını gördüm. Sürekli böyle izlenecek olmak garipti, neyden ya da kimden korunuyorum acaba bu kadar?
♟️ PARS Araba gecekondu semtinin ara sokağında hızla ilerlerken hızlı bir frenle eski fırının kapısında durdum. Lekeli camlardan içerideki yaşlı adamın fırından bir şeyler çıkarttığını görebiliyordum. Kasada sıra bekleyen çocuklar kendi aralarında şakalaşıyordu. Beklemeden indim şoför koltuğundan. Arkamdaki korumaları bana doğru gelirlerken ellerimi kaldırarak durdurdum. Avuçlarımın arasında tuttuğum ince zarfı sıkıca kavradığımda beklemeden fırının kapısından içeriye ilerledim. Burnuma dolan poğaça kokusu ile geçen sefer yiyemediğim aklıma gelmişti. O gün her şey öyle üst üste gelmişti ki bu lezzetli poğaçaları tatmaya fırsatım bile olmamıştı. O zamanlar tek istediğim Nasya'nın bana güvenmesiydi şimdi ise beni hatırlaması. Kızgın da olsa, öfke de kussa gözlerine o meftun bakışları yeniden geri getirmesi. Sessiz bir nefes aldığımda buraya neden geldiğimi kendime bir kez daha hatırlatmam gerekti. Bu yaşlı adam o gün bana bir poşet dolusu ürünü ücretsiz vermişti. Hayatım boyunca hiç kimseye borçlanmayan ben, bu adama borçlanmıştım. Geri ödemem gereken bir borç vardı ve ben oldukça geç kaldığımı biliyordum. "Avni amca hadi yaa!" Onlu yaşlarda bir çocuk, elinde sıkıca buruşturduğu paraları tezgâha bıraktığında sabırsızca bekliyordu. "Bekle Doğan, ne aceleci çıktın sen de." Avni Bey'in yaptığı açıklama yüzümde sakin bir gülüş oluşturduğunda ben de sıranın sonunda kendime bir yer buldum. Önümdeki küçük bedenlerin ardında durmuş, öylece onların kendi aralarında şakalaşmasını izliyordum. Hayat hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Tek dertleri eve bir an önce dönmek. Belki derslerini kafalarına takıyorlar belki de alamadıkları bisikletleri ama gerçek hayatın acımasızlığından oldukça habersizler. "Merhaba." Ufak bir kız önümde durduğunda tüm dikkatini bana veriyordu. "Merhaba." dedim genişçe gülümserken. "Sen damat mısın?" Kıstığı gözlerle beni bir süre süzdükten sonra sessiz bir gülüşle yavaşça ona doğru eğildim. Şimdi boylarımız aynı hizadayken bakışları kızaran yanaklarıyla yüzümde gezindi. "Onu da nereden çıkarttın, damat gibi mi görünüyorum?" Bir çocukla muhabbet etmek garip geldi. Daha önce bir çocukla ne zaman konuştum ben? Hatırlamıyorum. "Kıyafetlerin aynı damatlık gibi." Gözlerini kaçırırken utanarak ellerini gözlerine kapattı. "Bak sen." Uzanıp saçlarını okşadığımda bir çocuğun beni ne denli yumuşattığını fark ediyordum. Muhtemelen yedi yaşında bile olmayan bu küçük kız içimde varlığını bile bilmediğim bir yerleri yeşertti. "Ben de büyüyünce senin gibi olacağım." Az önce adının Doğan olduğunu öğrendiğim çocuk beklemekten sıkılmış olacak ki yanımda durdu ve beni kibirle süzdü. "Senden çok daha yakışıklı olacağım." diye ekledi. "Kesinlikle, daha bu yaşta bile böyleysen ileride düşünemiyorum." Yaptığım iltifatla omuzları dikeldi ve kendinden emin bir sesle konuştu. "Bak gördün mü İlayda, ne dedi?" Az önce bana utanarak bakan kıza söylediği bu sözle şaşkına döndüm. Demek o yüzden böyle sataştı bana. 'Sevdiğin kıza fazla yaklaştım öyle mi?' Düşüncelerim bastıramadığım bir gülüşe neden olduğunda, Avni Bey'in sesi kulaklarımda dolandı. "Beyim?" Bakışlarım yüzüne döndüğünde beni tanıdığını anlıyordum. Yavaşça ayağa kalktığımda tezgâha doğru ilerledim ve yüzümdeki gülümsemeyi mahcup bir ifade ile takas ettim. "Adım Pars." Elimdeki zarfı yavaşça ona doğru ittiğimde şaşkınlıkla önüne sürülen zarfta gezindi gözlerim. "Bu ne oğul?" Bakışları hala orada tutunurken sessiz bir fısıltı ile aralandı dudaklarım. "Bu size olan borcum Avni Bey, böyle geciktirmek planlarım da yoktu ama bazı küçük problemlerle ilgileniyordum." Yaptığım açıklama ile uzanıp aldığı zarfı yavaşça açtı. İçinden çıkan ince tapu sayfasında gezinen gözleri şaşkınlıkla yüzümde durdu. "Bu ne?" Dudakları şaşkınlıkla aralandığında sessizce gülümsedim. "Bu aldığım o emek dolu poşetin karşılığı." Uzanıp omuzunu yavaşça sıktığımda gözlerinin dolduğunu görüyordum. "Aman oğlum, ben bunu nasıl alırım? Yapma ne olur, mahcup etme beni." Sesi titrerken aslında buna ne kadar ihtiyacı olduğunu çok iyi biliyordum. Mülk sahibi kirayı beş katına çıkarmıştı ve Avni Bey kuytu köşelerde bir dükkân aramaya başlamıştı bile ama şimdi burası, ömrü yetene kadar tek kuruş ödemek zorunda olmadığı ekmek teknesi olacaktı. Ondan sonra da torunlarına kalacaktı. "Artık bu tapu sizin Avni Bey, bu dükkân sizin. İşlemler çoktan sonlandırıldı. Bakın mülk sahibinin isminin yazdığı kısma." Yönlendirmemle bakışları zarfta yazılı olan ismine döndü. Gözlerinden burnuna doğru sessiz bir yaş aktığında hızla sildi ve bakışlarını yüzüme çevirdi. "Ben bunun hakkını nasıl öderim!" "Sen bunun hakkını zaten ödedin. Bundan sonra da kapını aç, biri çalarsa karşılıksız bırakma, bu bana yeter." Elimi geri çektiğimde sert bir nefes çektim içime. İlk kez birine doğrudan böyle bir iyilik yapmıştım. İyi bir şey yapmak ne tuhaftı. Oysa birlerinin derisini yüzmek ya da kafasına sıkmak çok daha zahmetsiz gibi. Fakat böyle anlarda hiç bilmediğim duygularla boğuşmak zorunda kalıyorum. "Allah razı olsun oğlum." Fısıltılı mahcup sesi duymak hoşuma gitmediği için bir an önce çıkmak istedim dükkândan. "Artık bana müsaade, bir sıkıntın olursa ya da bir isteğin..." Cebimden çıkarttığım kartviziti tezgâhın üzerine bıraktım. "Bu numarayı ara. Davut ya da Sibel, bu ikisinden biri sana muhakkak dönüş yapacaktır." Başını dolan gözleri ile sallarken daha fazla beklemek istemedim. Yönüm dükkânın kapısına döndüğünde küçük kızın arkamdan seslenişi ile durdum. "Ben de büyüyünce senin gibi biriyle evleneceğim." Bakışlarım omuzumun üzerinden onu bulduğunda şaşkınlıkla gülümsedim. "Hoşça kal ufaklık." Yüzümdeki sıcak gülümseme ile dışarıya doğru bir adım attığımda Avni Bey'in heyecanlı sesini duydum. "Pars oğlum, bekle hele bekle!" Arabaya doğru giden adımlarım durduğunda yanıma elindeki peçeteyle tuttuğu poğaçayı taşıyan Avni Bey'in gelişini izledim. "Taze taze çıktı, afiyet şifa olsun." Bana doğru uzattığı poğaçayı uzanıp aldım. "Teşekkür ederim." Yüzümdeki sırıtışla araca doğru ilerlerken büyük bir ısırık aldım sıcak poğaçadan. Sonunda tadabilmiştim. Lezzeti beni mest ederken korumaların açtığı kapıyla şoför koltuğundan içeriye yöneldim. "Pars Abi!" Duyduğum sesle kapanmak üzere olan kapıyı elimle durdurdum. "Efla?" Bana elinde tuttuğu ekmek poşeti ile bakarken onu yeniden görmek mutlu etmişti. "Seni burada gördüğüme şaşırdım." Bana doğru geldiğinde korumalar yolunu kesmek için öne atıldı. "Bırakın gelsin." Eğilip yan koltuğun kapısını açtığımda onu içeriye davet eden bir bakış attım. Ardından elimdeki poğaçadan bir ısırık daha aldım. "Eve geçecektim ben yolunu uzatmayayım?" dedi tedirgin bir sesle. "Gel hadi gel." Poğaçadan kalan son ısırığı da ağzıma attığımda peçete içe yağlanan parmaklarımı silerek kirli peçeteyi korumaya uzattım. "Tamam, o zaman." Utana sıkıla arabaya bindiğinde kapısını büyük bir dikkatle kapattı. Korumalar tarafından kapanan kapımla hızla motoru çalıştırdım. "Ne yapıyorsun görüşmeyeli?" Çoktan hareket eden araba ile az önce yediğim lezzetli poğaça keyfimi yerine getirmişti. "Okula gidiyorum. Artık çok daha iyiyiz, yani annemle ben. Zaten o günden sonra babam bir daha gelmedi. Ne aradı ne de sordu. Annem ilk günler biraz korkuyordu ama sonrasında Davut Abi ona bir yemek şirketinde iş ayarladı. Artık yaşamak için babama ihtiyacı olmadığına emin olduğundan beri biz çok iyiyiz. " "Güzel. Senin yapman gereken tek şey derslere odaklanmak biliyorsun değil mi?" Bakışlarım kısa bir süreliğine yüzüne döndüğünde heyecanla salladı başını. "Çok çalışıyorum. Tek istediğim üniversiteyi kazanmak." Neşeli sesiyle onu anımsadığım o ürkek ve dayak yiyen halinden oldukça uzaktı. "Aferin abiciğim." Girdiğimiz mahallede yavaşça ilerlerken Defne'nin dükkânında devam eden tadilatta birkaç saniye gezindi gözlerim. Nasya'nın yanında istediği paraya ek bu dükkânı yeniden yaptırıyor olmak sinirimi öyle bozuyordu ki. Tek istediğim onun iyi olması. Hatırladığı tek kişi Defne, yanında güvende hissettiği tek kişi. Sırf bu yüzden delik deşik etmek istediğim kadına istediğini veriyorum. Düşüncelerim beni kısa bir yüzleşmeye ittiğinde kendimi topladım ve Arabayı Efla'nın evinin önünde yavaşça durdurdum. Bakışları bana döndüğünde, gözleri bilye gibi parlarken fısıltısı kulaklarıma ulaştı. "Bir gün büyüdüğümde sana olan borçlarımı ödeyeceğim söz veriyorum." Söylediği sözle yüzümde sıcak bir gülümseme oluştu. "Bunun için çok çalışman gerek. Bana olan borcun ancak seni iyi bir yerlere gelmiş olarak görürsem ödenmiş olacak, unutma." Hafifçe göz kırptığımda, bütün sevecenliği ile genişçe sırıttı. "Söz veriyorum." dedi umut dolu bir sesle. "Hadi bakalım, geç kalma eve." Başımla içeriyi işaret ettiğinde gözleri bir süre üzerimde gezindi. "Aslında sende gelsen ne güzel olur, annem havuçlu tarçınlı kek yapmıştı. Ben de menemen yaptım, ekmek almaya çıktığımda seni görünce konuşmak istediğim için bekledim. Ama ne güzel olur bize gelsen kahvaltıya." Gözleri ışıldarken bakışlarım sessiz bir nefes eşliğinde onların evinin tam karşısında duran eski gecekonduya döndü. Nasya'yı o camdan bana gizlice bakarken yeniden görebilmek isteğime karşı koyamıyordum. "Gidelim madem." Motoru durduğumda heyecanla açtığı kapıyla aşağıya indiğinde ben de beklemeden peşinden indim. Korumalar araçlarından çoktan inmiş ve arabamın etrafını sarmışlardı. "Uzakta bekleyin. Arabaları da ileriye park edin, mahallenin dikkatini üzerimize çekmenin anlamı yok." Beni onaylayan bir baş sallama aldığımda beklemeden Efla'nın içeri girdiği müstakil evin aralık bırakılan eski kapısından geçip içeriye yöneldim. Girişteki ayakkabıları fark etmemle ayağımdaki ayakkabılar hızla çıkarıp kapı eşiğinde bıraktım. Burnuma çalan güzel kokularla Efla'nın seslenişini duyuyordum. "Buradayız abi." Sesin geldiği odaya döndüğümde bakışlarım yerdeki sinide gezindi. Sobanın hemen dibinde yıpranmış bir sofra bezinin üzerinde duran yamuk sinide... Yüzümde sıcak bir gülüş yer ettiğinde içeriye doğru ilerleyip yavaşça camın kenarında duran sedire çöktüm. "Hoş geldiniz Pars Bey." Annesi büyük bir heyecanla içeri girdiğinde üzerindeki basma eteğe kuruladığı elleri ile mahcup bir gülüş bıraktı bana. "Hoş buldum, böyle habersiz oldu ama kusura bakmayın." Nedense bu kadının daha yaşlı olacağını düşünüyordum. Efla on yedi yaşına neredeyse girecekti ve annesi de nereden baksan kırk ile kırk beş arası vardır diyordum. Ama karşımda otuzlu yaşlarında bir kadın vardı. Alnında, muhtemelen yediği dayaklardan kalan bir dikiş izi, bakımsızlığın getirdiği bir çökmüşlük vardı ama oldukça hoş bir kadındı. "Estağfurullah efendim, bilseydim pişi yapardım size. Böyle eksik gedikle olacak ama kusura bakmayın." "Böyle düşünmeyin lütfen." Bakışlarım evin içinde dolanırken kadın çoktan çıkmıştı odadan. Efla ise sofraya bir çatal daha getirdiğinde sessizce arkama yaslandım. Duvar sıvaları dökülü olan odanın içinde sadece bir sedir ve birkaç yer minderi vardı. Böyle az eşyayla yaşam alanlarının kısıtlı oluşu canımı sıkıyordu. Bunun bir çaresine bakmam gerekiyordu. Böyle olmazdı. |
0% |