Yeni Üyelik
26.
Bölüm

Bölüm 26 / Gurursuz Bir Adam

@nurdogru26

 

Kitap İnstagram adresi : Aidiyetofficial 🔥
Keyifli Okumalar ♟️
Bölüm 26/ Gurursuz bir adam

 

 

Bölüm Şarkısı / Emre fel - Veda türküsü
(Şarkıyı dinleyerek okumanız şiddetle tavsiyelendi ✔️)

 

 

Takip edip, Oy kullanmayı unutmayın ki Ailemiz büyüyebilsin...
Sevgiyle kalın...
Haftaya görüşmek üzere 👋

 

 

 

♟️♟️♟️

 


NASYA

"Şaka gibi." Defne'nin şaşkın ifadesi üzerimde dolanırken yüzümde buruk bir gülümseme oluştu. "Hayat işte." dedim.

Gözlerim bahçede oturan Alphan'a döndüğünde onun başını elindeki telefondan kaldırmadığını görebiliyordum.

"Bunca yıl sonra bir anda karşına çıktı." Dakikalardır süren sorgulayışı artık beni bezdiriyor.

"Neyse ne, hayatta böyle şeyler olur." Olmaz ama hayatın gözlerimi hastanede açtığım andan beri bana verdikleri oldukça kafa karıştırıcı.

"Ne hissediyorsun peki?" Yavaşça koltukta yanıma çöktüğünde meraklı bakışları yüzümde gezdi.

"Anlamadım." Şaşkınlıkla neyden bahsettiğini anlamaya çalışıyordum.

"Alphan'a bakışlarını görüyorum işte, hala heyecanlanıyorsun ama Pars..." Söylediği sözler boğazımda ağır bir yutkunuşa sebep oldu.

'Bunu düşünmemiştim. Pars'ı hiç düşünmedim.'

"Nasya, sana diyorum." Yavaşça kolumu sarstı.

"Heyecan falan yok Defne, saçmalama." Belki sesim titremeseydi inkâr edişimin inanılır bir yanı olabilirdi. Ama titredi.

"İnanmıyorum." Ağzı hayretle açıldı.

"Ne inanmıyorsun ya ?" Azarlarcasına çıkan sesimle üste çıkmaya çalışıyordum ama bana inanmadığı her halinden belliydi.

"Alphan'a hala âşıksın." Hızla yanımdan kalktı ve ellerini gergince saçlarının arasından geçirerek yargılayıcı bakışlarla süzdü beni. "Pars bunu öğrenirse delirir! Anladın mı? Zavallı çocuğa neler yapar, tahmin bile edemiyorum."

Korkulu sesi beni başka bir sorgulayışa itti. Ayağa kalkıp ona doğru yürüdüm. "Ne demek bu?"

"Nasya yapma, lisede ölmüş bir aşkı yeniden canlandırma. Herkesi yakarsın canım arkadaşım, lütfen yapma." Öyle büyük bir panik halindeydi ki Pars'tan duyduğu korkuya anlam veremiyordum.

"Defne ne oluyor? Sen niye bu adamdan böyle korkuyorsun ya? Ben Alphan'ı istesem ne olacak? Söyle bana? Evli miyim, çocuklu muyum ne oluyor Allah aşkına ne bu tavır?"

"Bak işte ya! Şimdiden kendini haklı bulmaya başlamışsın. Nasya mahvedeceksin her şeyi, mahvedeceksin." Öfkeyle sıktığı dişleri bana ikaz edici bir hırıltı bıraktı.

"Ya neyi mahvedeceğim be! Yeter ya! Pars diye direttiğiniz adamı tanımıyorum! Senin aksine ondan korkmuyorum da! Küçük dağları ben yarattım tavırları umurumda değil. Sadece hayatımın akışına ayak uydurmaya çalışıyorum, beni delirtme!"

"Hayatının akışında Alphan yok ama! O yok, Pars var. Anladın mı? Aptal kalbine söz geçireceksin! O gözlerin bir kere Pars'a dönüp baktı mı acaba? Alıcı gözüyle baktın mı?"

Sözleri öyle büyük bir öfkeye sürüklüyordu ki beni, ortam müsait olsa suratına bir tane geçirirdim.

"Aptalsın! Gerçekten aptal. Yerinde olmak isteyen onca kız varken üstelik!"

"Eh, yeter be! Yeter bu saçmalık, kim nerede olmak istiyorsa olsun Defne, belli ki sen benim yerime bakmışsın alıcı gözüyle. Her şey para, güç ya da yakışıklılık değil!" önünde durup elimi kalbine doğru bastırdım. "Kalp denilen şey bunlarla beslenmiyor, benim aptal arkadaşım!"

"Delirmişsin sen." Korkulu sesi ve dolan gözleri ile geri çekildi. "Ciddi ciddi delirmişsin sen. Koymuşsun kafaya Alphan'ı. Ben ne anlatıyorum ki!" Hızla arkasını dönüp salonun kapılarına yöneldiğinde telaşlı adımlarla gözden kayboldu.

"Aptal." Öfkeyle bakışlarımı yeniden Alphan'a çevirdim.

Göğüs kafesimdeki heyecanın sebebi her neyse, buna engel olmam mümkün mü? Pars'a bakınca hissetmiyorsam bu benim suçum mu? Delireceğim.

Uyandığımda ellerimin arasına bir adam itelediler ve 'Bu, nişanlın.' dediler. 'Hatırlamıyorsun ama seviyorsun.' dediler. Sevgi hissedilmez mi? Hissedilir. Ben gözümü açtığımdan beri Pars'ın sevgisini hissediyorum ama benim içimde ona karşı oluşan bu boşluk sadece canımı darlıyor. Suçlu hissettiriyor ve yoruyor. Çok yoruyor.

Salon kapılarından içeri giren Begüm'le göz göze geldiğimizde üzerimdeki gerginliği sezmiş gibi kaşlarını çattı ve bana doğru yaklaştı. "Neyin var güzelim." Elleriyle saçlarımı kulaklarımdan geri verirken yavaşça yüzümü okşadı.

"Defne beni çıldırtıyor. Önemli bir şey yok." Bakışlarımı yüzünden kaçırdığımda sıkkın bir nefes verdi ve kollarının gövdesinde birleştirdi.

"O kız beni de inanılmaz geriyor." Defne'den pek hazzetmediğini anlamam için bunu duymaya ihtiyacım yoktu aslında, halinden ve tavrından da gayet iyi anlıyordum.

Ağzımın içinde isteksizce "Neyse ne..." diye mırıldandığımda kendimi arkamda kalan koltuğa bıraktım. "Bence de hadi artık hazırlanman gerek." Heyecanla ellerini birbirine vurdu.

"Ne hazırlanması?"

"Bir duş al ve kendine gel, yemek saatine kadar dinlen hadi bakalım. Sıkıntı stres yasak sana, anlamıyor musun?" Uzanıp ellerimi tuttuğunda beni hızla ayağa kaldırdı.

"Aslında gerçekten de iyi gelebilir." Yüzümde sıkkın bir gülümseme oluştuğunda hızla koluma girdi ve beni merdivenlere doğru yönlendirdi.

 

 

♟️♟️♟️

Defne'nin adımları odanın içinde bir o yana bir bu yana gidip gelirken avuçlarının arasında tuttuğu telefonu stresle parmaklarının arasında döndürüyordu.

Pars'a olan biten her şeyi anlatıp onu uyarmak zorunda gibi hissetmesinin tek nedeni, iş yeri tadilatı ve para anlaşmasının getirisiydi. Söylemeliydi söylemesine ama göreceği tepkiden korkuyordu.

Nasya'nın gözlerinde gördüğü o eminlikle anlıyordu ki, bunu bugün kendisi söylemezse ileride başına daha büyük bir sıkıntı çıkabilirdi.

Adımları odanın ortasında yavaşladı ve telefonun ekran kilidini açtı. Ekranda hali hazırda bekleyen isme dokunduğunda telefon çalmaya başladı.

"Allah'ım bana yardım et." Titreyen elleriyle kulağına kaldırdığı telefonun bir süre açılmasını bekledi. Belki de açılmayacaktı. Düşündü; açılması mı iyiydi açılmaması mı?

"Beni doğrudan arayabileceğini sana kim söyledi!" Açılan telefonun ahizesinden duyulan öfkeli hırıltıyla Defne sertçe yutkundu. "B-ben, acelesi olmasa..."

"Söyle!" Pars'ın tahammülsüz tavrı ile gerginlikten boğazı kuruyor ve konuya nasıl gireceğini bilemiyordu. "Ş-şey, nasıl söylesem-"

"Defne, bir toplantıya girmek üzereyim! Söyle ne söyleyeceksen!" Tek bir kelime hakaret etmeden yerin dibine sokmaya yeten bu ses tonu ve küstah tınıyla Defne sert bir nefes verdi.

"Nasya..." dedi gözlerini sıkıca sıktığında. Dakikalarca aklında konuşmanın giriş gelişme ve sonucunu tekrar etmişti ama şimdi konuşmak hiç de kolay olmuyordu.

"Nasya ne? Bir şey mi oldu? İyi mi?" Pars'ın ansızın telaşa bürünen sesiyle gerginliği arttı. "Pars Bey, bunu söyleyip söylememek konusunda kararsızım."

"Defne, Nasya iyi mi? Rahatsızlandı mı? Düzgün konuşsana lan kekeleme!"

"Nasya gayet iyi. O iyi. Sağlığında bir sıkıntı yok."

"O zaman ne?" Pars'ın bağırışı ile kulaklarındaki telefonu uzaklaştırmak zorunda kaldı.

"Şu an evde birileri var."

"Birileri?"

"Begüm'ün arkadaşlarıymış, çocukluk arkadaşları." Avuç içleri terlerken üzerindeki pantolonu stresle sıktı avuçlarının arasında.

"Ne saçmalıyorsun Defne, söyle ne söyleyeceksen! Gelsene sadede lan artık!"

"Alphan." dedi Defne stresle. Sesi panikle bırakılmış bir bağırtı gibiydi.

"Kim?" Pars'ın sesindeki öfke meraka bulanırken Defne bu boşluktan yararlanıp devam etti. "Alphan, Nasya'nın lisede âşık olduğu çocuktu. Tüm lise boyunca uzaktan uzağa sevdiği çocuk."

"Ne saçmalıyorsun lan sen?" Defnenin duyduğu bu huzursuz ses, şimdi göremese de sahibinin yüzünde kısa bir afallamaya sebep oluyordu.

"Alphan Begüm'ün arkadaşlarından biriymiş ve şu an burada." Tek nefesle hiç beklemeden peş peşe söyleyip kurtulduğu bu gerçekle kulağında yaslı olan telefon sessizliğe gömüldü.

Kapandı mı acaba, diye tereddüt ederek kulağından geri çektiğinde ekranda akan saniyeleri gördü. "Pars Bey orda mısın-"?

"Ve!" Dişlerinin ardından bıraktığı öfkeyle Defne'nin devam etmesini istiyordu.

"Anlamadım efendim." dedi Defne gergin bir fısıltı ile.

"Bunda acil olan şey ne? Kalkıp çocukluk aşkını mı kıskanmam gerek? Defne yine ne boklar çeviriyorsun bilmiyorum ama eğer-"

"H-hayır. Hayır, bu kez yalan söylemiyorum. Sadece Nasya beni korkutuyor. Çocuğa karşı hala aynı duyguları beslediğini görebiliyorum ve siz, siz bana yardımcı olurken bunu sizden saklamak istemiyorum." Sızlayan genzi ve bedenindeki korkuyla Pars'tan bir cevap bekledi.

Ama duyduğu hırıltılı nefeslerin ardından telefon suratına kapanıyordu. Hiçbir açıklama yapmayan Katipoğlu, aklındaki şüpheyle sonlandırdı konuşmayı.

 

 

♟️♟️♟️

 


NASYA

Saç kurutma makinasını kapattığımda bakışlarım aynadaki suretimde gezindi. Yanaklarım sıcaktan kızarmıştı fakat saçlarım artık tamamen kuruydu.

Elimdeki fönü duvardaki askısına bıraktığımda üzerimdeki bornozu iplerinden tutup sıkılaştırdım. Adımlarım Banyonun kapısına döndüğünde acele ile odaya döndüm ve ilerideki giyinme odasına doğru ilerledim.

Bu koca odanın tamamı evim kadardı ve ben kendimi bu yeni düzene alıştırmıştım. Garip bir şekilde çabuk adapte oluyordum. Sanırım insan rahat bir hayata kolayca alışıyordu, zor olan eski yaşamımda hayatta kalmaktı.

Düşünceler yüzümde yorgun bir tebessüme sebep olurken ben giyinme odasına doğru ilerledim ve bakışlarımı askılarda özenle sıralanan elbiselerde gezdirdim. Etiketleri henüz kopartılmış, hepsi bir birbirinden şıktı. Bir pantolon bir tişört günlerimi özleyeceğim günler olacak gibi. Burada içinde rahat hissedebileceğim hiçbir elbise yoktu.

Uzanıp elime ilk gelen elbiseyi askıdan çektim ve adımlarımı ilerdeki boy aynasına çevirdim. Siyah, diz kapaklarının hemen üstünde biten kalem eteği ve kalın askılarla oldukça zarif bir elbiseydi. Eski Nasya'nın istese de giyemeyeceği türden bir elbise.

Eski Nasya... Hala oralarda bir yerlerdeydi, şimdi hatırlamadığım o boşlukta kim bilir neler yaşamıştı, neler görmüştü de bu insanlara böyle kolay adapte olabiliyordu.

Bildiğim tüm doğrular değişmiş gibiydi. Dünyada güvendiğim tek insan gözlerimin içine sevgiyle bakmıyordu mesela, üstelik yanımda da para için duruyordu. Her düşündüğümde tüylerim diken diken oluyordu. Defne'nin bana bunu neden yaptığını anlayabileceğim bir gün gelecek miydi acaba?

Odamın kapısı çalındığında sıkkın bir nefes aldım. "Gelin." Seslenişimle açılan kapının sesini duydum ve giyinme odasına giderek yaklaşan topuklu sesleri ile bakışlarımı girecek olanı görmek için kapıya çevirdim.

"Hazır değil misin hala?" Begüm'ün cıvıltılı sesi ile yüzümde sakin bir gülümseme oluştu. Bu kız garip bir şekilde beni rahatlatıyordu.

"Banyo yapmak istedim. Saçlarım uzun olunca süre uzuyor, Adil Beyler geldiler mi?" Pars'ı görecek olmak beni geriyordu. Dün gecenin ve bu sabahın ardından yeniden karşılaşmak beni gerim gerim geriyordu.

"Adil amca aşağıda. Pars bir toplantıdaymış, birazdan burada olur." İçeri girdiğinde adımlarını yavaşlatmadan yanıma kadar geldi. Elleri elbiseye uzandığında kaşları çatıldı ve askıyı ellerimden çekip aldı. "Siyah mı? Üstelik de kalem etek. Hayır, hiç sanmıyorum." Neşeli kıkırtısıyla alayla gülümsedim. "Ne bileyim elime ilk o geldi, ayrıca gayet güzel bence."

Adımları dolaplara geri döndüğünde ben de ortada duran iç çamaşır çekmecelerini açıp kendim için bir parça seçtim. Bordo saten bir külotu çekip aldığımda altında aynı takımın desteksiz rahat sütyenini de görüyordum. "İç çamaşırlarımı takım giymek mi?" dedim alayla ve uzanıp sütyeni aldım.

"Ben her zaman öyle tercih ederim, üstelik insanı daha seksi hissettiriyor. Sakın çamaşırların gücünü hafife alma." Kıkırtıyla yanıma gelirken elinde bordo elbise görüyordum. Bakışlarım elindeki iddialı elbisenin üzerinde gezindiğinde kaşlarım alayla havalandı.

"Bordo?" dedim inanamaz bir ifade ile. "Tıpkı iç çamaşırların gibi." Kıstığı gözleri ile elimde tuttuğum saten takıma döndü bakışları. "Teninde çok güzel duracağına eminim." dedi.

Elbiseyi askılarından çekip çıkarttığında uzanıp kolumun üzerine bıraktı. "Raftaki üçüncü ayakkabıyı giymelisin, siyah stilettolar." Ardından hızla çıktı odadan. Adımları uzaklaşırken kapanan oda kapısıyla tamamen gittiğini anlıyordum.

Kollarımdaki elbiseye çevirdim bakışlarımı. "Çok iddialısın." dedim sessiz bir heyecanla. "Ama peki, kız kardeşimin zevkine güveneceğim."

Elbiseyi arkamda kalan pufun üzerine bıraktığımda boşta kalan ellerim, üzerimdeki bornozun kemerine yöneldi. Çözdüğüm kemerin uçları iki yana sarkarken bornozu omuzlarımdan aşağıya indirdim.

Oldukça kilo almıştım. Geçen bu bir ayda sürekli yatmak ve serumlarla aldığım vitaminler, göbeğimi çıkarmış ve bacaklarımı kalınlaştırmıştı. Yüzüm memnuniyetsiz bir ifade ile buruştu. "Aman ne harika."

Söylenerek üzerime geçirdiğim iç çamaşırları beyaz tenimde ışıldıyordu sanki. Az önce aldığım birkaç kilo ile zedelenen özgüvenim kendimi gördüğüm bu iç çamaşırları ile beni inanılmaz iyi hissettiriyordu. Omuzlarım yavaşça dikeldi ve uzanıp elbiseyi aldım ellerime. Arka fermuarını açıp üzerime geçirdiğimde belimi sarıp hafifçe belli olan göbeğimi ön plana çıkarmıştı.

Sıkkın bir nefesle daha fazla oyalanmadan ellerimi sırtıma uzattım fakat fermuarı bir türlü yakalayamıyordum. "Hadi be." Sıktığım dişlerimle parmaklarımın arasında tuttuğum fermuarı yavaşça yukarı çekmeye çalışıyordum ama ne fayda. "Hay ben..."

Sinirle odanın çıkışına doğru ilerledim ve kapıyı araladım. "Esma!" Evin en üst katında oluşumdan olacak ki beni duymadığını anladığımda bir umut 'Begüm hala yakınlardadır.' diye düşündüm. "Begüm!" Tedirgin sesimin ardından solumdaki odanın kapısı açıldı.

Alphan üzerindeki gömleğin katladığı kollarını geri sıyırırken kafası karışmış bir şekilde bana baktı ve gülümsedi. "Ne yapıyorsun?" Kafamı aradan uzatıp koridora bakışım aklını karıştırmış olacak ki kendimi düzeltip dikeldim ve kapıyı yavaşça açtım. Sonuçta sadece sırtım açıkken saklanacak ne var gerçekten? İyice kafayı yedim.

"Fermuarım sıkıştı da..." Yaptığım açıklama ile yüzümde utangaç bir gülümseme oluşuyordu.

Kendimi liseye dönmüş gibi hissediyorum, onu teneffüslerde her gördüğümde aynı heyecanı hissederdim. Gözleri üzerime her dönüşünde nefes almayı bıraktığımı hatırlıyorum...

"Yardımcı olmamı ister misin? Aşağıda yoğun bir hazırlık var, kimsenin seni duyacağını sanmam." Yumuşak sesi ve güleç yüzüyle kaşları hafifçe havalandı.

"Şey..." 'Utanıyorum.' diyemedim ama bu elbisenin fermuarını ne kapatabiliyordum ne de açabiliyordum. O yüzden yardım almaktan başka çarem yoktu. Son kez bakışlarım merdivenlere döndü, bir umut birini görebilmeyi umdum fakat gelen giden yoktu.

"Gözlerimi kapatabilirim." dedi tatlı bir gülüş eşliğinde.

'Hala aynı gülüyor.'

Söylediği şey beni de güldürdüğünde geriye çekildim ve odaya girmesi için ona alan tanıdım. Memnun bir ifade ile içeriye girdiğinde bakışları odanın içinde dolandı.

"Tatlı bir dekorasyon." diye mırıldandı.

"Öyle." Utanarak yavaşça sırtımı ona döndüğümde şu rezil an bir an önce bitsin istiyordum.

"A pardon." diyerek dikkatini toparladı ve arkamdan yaklaşarak parmaklarını fermuara sardı, soğuk elleri sırtıma temas ettiğinde ağırca yutkundum. Birkaç inatçı hamleden sonra fermuar kendini sıkıştığı yerden kurtardı ve yavaşça yukarıya doğru eliyle beraber yükseldi. Parmaklarını sırtım boyunca tenimde hissetmek bana tuhaf hissettirmişti. "Tamamdır." Fısıltılı sesi ile yavaşça yüzümü ona döndüm.

Aramızda oluşan anlamsız sessizlik ikimizi de utandırdığında gözlerimiz yere döndü. Ellerini pantolonunun cebine sokuşturduğunda mırıldanarak fısıldadı. "Seni yeniden görmek çok güzel Nasya." Çakır gözleri yüzüme döndüğünde ağırca yutkundum. "Seni de öyle." dedim yanaklarım yanarken.

'Ne yapıyorum ben? Nişanlım var benim, ne yapıyorum?' Kalbimin hızlanmasına engel olmak isterdim. Göğüs kafesimin ortasına daldırdığım elimle o küçük et parçasını parmaklarımın arasında ezmek.

'İçimdeki bu heyecan neden? Niye Pars için değil de sana Alphan?'

"Lise bittiğinde, seni tüm sosyal medyalarda aradım fakat bulamadım." Gözleri benimkilerde usulca dolanırken içten gelen bir heyecan bedenimi sarıyordu. Beni mi aramıştı? Ama ben sosyal medya kullanmıyordum ki, telefonum bile yoktu.

"Öyle mi?" Titreyen dudaklarım heyecanımı ele veriyor muydu acaba?

Kendimden nefret ediyorum. Karşında böyle hissetmeme sebep olan kalbimden nefret ediyorum.

'Suçlu hissediyorum, kendimi Pars'a karşı suçlu hissediyorum.'

"Öyle, uzun bir süre hep seni düşündüm. Hiç cesaret edip yanına gelemediğim için kendime öyle kızgındım ki." Dudaklarında buruk bir gülümseme oluştuğunda gözleri ışıldadı. "Ama şimdi çocukluk arkadaşımın kardeşi olarak karşıma çıktın. Ben kadere inanan bir adamım. Seninle yeniden karşılaşmak kaderimizde varmış."

Söylediği şeyler yüzümde şaşkın bir gülüş oluşturdu. "Alphan ben..."

Sözlerim merdivenlerden çıkan adım sesleri ile bölündüğünde Begüm'ün sevecen sesi kulaklarımıza ulaştı. "Sofraya oturacağız hadi."

Uyarısı ile irkilerek kendimi toparladığımda Alphan da kendini topladı ve gülümseyerek yanımızdan geçip merdivenlere doğru ilerledi. "E ayakkabıların nerde?" Begüm'ün azarlayıcı sesi ile gülerek giyinme odasına doğru ilerledim. "Giyiyorum hemen." Neşeli sesimle içeri girdiğim odanın raflarına çevirdim bedenimi.

Raftaki ayakkabılardan üçüncü sıradaki siyah stilettoları aldım ve yere bıraktım. Ayağıma uyacak mı diye tereddüt ederken tam uyduğunu görüyordum. "Hepsi sana özel alındı." Begüm kapının sövesine yaslanmış bir şekilde beni izlerken mahcup bir gülümseme ile ona baktım. "Teşekkür ederim."

Fısıltılı sesimle bana doğru gelip yavaşça koluma girdi. "Rica ederim ikiz." Kolumdan çekiştirerek odanın çıkışına doğru ilerletirken devam etti. "Bir aydır her bir ayrıntı ile ilgilenerek kafamı dağıtıyordum, beğenmene çok sevindim." Yatak odasını arkamızda bıraktığımızda merdivenlere yöneldik.

"Begüm." dedim daldın bir sesle. "Efendim minik?" dedi kıkırtı ile.

"İnsan âşık olduğunu nasıl anlar, yani kalbi ele verir mi durumu?" Şaşkın bakışları yüzüme döndüğünde kol kola inmeye devam ettik merdivenleri.

"Aslında biliyorsun. Onun o kişi olduğunu içten içe biliyorsun ama inkâr ediyorsun. İşte aşk insanlarda genelde hep böyle etki eder." Kıkırdadı ve beni bir cevaba ulaştıracak cevabı verdiğinden habersizce gülümsedi.

"İyi ki varsın Begüm." Ansızın söylediğim bu sözle adımları yavaşladı ve bizi merdivenlerin ortasında durdurdu. Duyduğu sözle gözleri her an ağlayacakmış gibi parlarken bana sıkıca sarıldı. Neye uğradığımı şaşırıyordum ama bu sarılışı karşılıksız bırakmak istemedim.

Kollarım sırtına sarıldığında onun da bir kız kardeşe en az benim kadar özlemi olduğunu anlıyordum. Benim bunca zaman Defne'm vardı ama Begüm yalnızdı.

"İyi misin?" Geri çekildiğimde ağladığını görebiliyordum. "Begüm yapma." Ellerim yüzüne uzandığımda titreyen çenesiyle fısıltılı bir itiraf bıraktı. "Sana bir şey olacak diye çok korktum. Ben kimseye anlatamadım ama çok korktum." Yüzünü avuçlarının arasına sakladığında hızla arkasını döndü be indiğimiz kata doğru ilerledi.

"N-nereye?" titreyen sesimle arkasından seslenirken. "Hemen geleceğim, biraz yalnız kalmam gerek. Sen in, ben geleceğim." Ardından odasının kapısı kapandı.

Hissettiğim bu yoğun sevgi yüzümde buruk bir gülümseme oluşturdu. Beni böyle çok sevmesi iyi hissettiriyordu. Onun hakkında yanılmamış olmak genzimi sızlatırken derin bir nefes aldım ve adımlarımı merdivenden aşağıya ilerlettim.

Onun hakkında yanılmamıştım belki ama Pars hakkında yanılıyordum. Alphan'a bakınca hissettiğim o telaş Pars'a baktığımda yerini dinginliğe bırakıyordu. Belki eminliğe... Bilmiyorum.

Pars bana Kenan Bey gibi davranıyor, bir abi edası ile her şeyi yatıştırıyordu. Bana güven veriyordu. Ancak bunların yanında sürekli etrafımda olması ve benden sürekli olarak onu hatırlayacağım ya da yakın hissedeceğime dair beslediği beklentiler, her karşılaşmamızda aramızı daha da gergin hale getiriyordu.

Ama Alphan birkaç saat önce girdiği hayatımda kalp çarpıntılarına sebep olmaya başlamıştı. Tıpkı çocukluğumdaki gibi. Belki de ben Pars'a âşık değildim, minnettardım. Ailemi bulmuştu, yanımda olmuştu ve ben de onunla olmayı seçmiştim. Belki de bu hikâyede aşk değil mantık başrolü oynuyordu.

 

Nasya'nın adımları merdivenlerin sonuna ulaştığında kafasındaki karmaşa yavaş yavaş dinginliğe ulaşırken gözleri salon kapılarından içeriye giren Alphan'ı buldu. Kalbi yeniden hızlanırken içine çektiği heyecanlı bir nefesle yanaklarına kızarık bir gülümseme yerleştirdi.

Az önce aralarında geçen konuşma ile onun da kendine karşı bir şeyler hissettiğini birinci ağızdan öğrenmiş olmak tuhaf hissettiriyordu. Platonik sandığı şeyin karşılıklı bir ilgi olduğunu bilmek gerginliğini arttırıyordu.

Düşünmeden edemedi. Eğer okuldayken konuşabilseydiler şimdi hayatları nasıl olurdu? Alphan her şeye rağmen onunla kalır mıydı? Bir yetimhane kızıyla görülmek ister miydi?

'Her halde isterdi. Aksi halde neden sosyal medyalarda arasın ki?' diye düşündü.

Düşünceleri beynini meşgul ederken adımları salona doğru döndü, masanın etrafında dönen görevliler hazırlıklara son hızları ile devam ederken bakışları ileride koltukta oturan Alphan'a döndü. Lisede olduğundan farklıydı, öncelikle artık bir çocuk değil oldukça yakışıklı bir erkekti ama bakışlarındaki can alıcılık ve gülüşündeki sıcaklık hala aynıydı. İçinde ukde kalan bu çocuk yıllar sonra karşısına neden çıkmıştı? Alphan'ında dediği gibi bu kader miydi sahiden?

Gözleri odanın içinde dolandığında annesini huzursuzca şöminenin yanındaki koltukta oturmuş bir şekilde babasını ve Adil Bey'i izlerken görüyordu.

Gözleri koltuklara döndüğünde kendini izleyen bir çift kara gözü gördü. Yavaşça yutkunduğunda Pars'ın gözlerinin onun üzerinde sorgulayarak gezişini izledi bir süre.

Aklına yeniden gelen nişanlısı ile Alphan'a karşı duyduğu heyecan kötü hissetmesine sebep oluyordu. Pars'ı hatırlamıyor oluşu sadakatini sarsmamalıydı. Bu yanlıştı. Peki, Begüm'ün de bahsettiği o gerçek aşk, ona sırtını dönmesi mümkün müydü?

Gözleri Alphan'a döndü. 'Ama o...' diye geçirdi içinden. O, âşık olduğu ilk adamdı ve belli ki son adam da oydu. Üstelik Alphan'ı Pars'tan çok daha iyi tanıyordu.

Parsın bakışları Nasya'nın üzerinden Alphan'a döndüğünde gergin bir hamle ile toparlandı koltukta ve ayağa kalktı. Nasya'nın gözlerinde bu çocuğa bakarken gördüğü ışık ruhunu rahatsız ederken aralarına bir barikat oluşturdu ve nişanlısına doğru ilerleyerek görüş alanını kendiyle kapladı.

"Çok güzel gözüküyorsun sevgilim." Sesi titrerken yaptığı iltifatla yanında durduğunda elini yavaşça Nasya'nın beline sardı ve bedenini kendine doğru çekerek alnına tam yara izinin üzerine küçük bir öpücük bıraktı ve geri çekildi.

Nasya'nın bakışları Pars'a döndüğünde dün geceden ve bu sabahtan sonra bile böyle ilgili oluşu garip gelmişti. Onu kırmaktan korkmadan ve çekinmeden yaptığı tüm o konuşmalara rağmen Pars gösterdiği ilgide oldukça ısrarcıydı. Bu durum içten içe hoşuna gitse de bakışlarını Alphan'a kaymaktan kurtaramadı.

Üzerinde şaşkınlıkla gezen mavileri gördüğünde gergince kıpırdandı. Ve fark etti ki; umursadığı şey Pars'ın ne düşüneceğinin aksine Alphan'ın kendi hakkında ne düşüneceğiydi.

Bu gerçek boğazını kuruturken Pars'ın gösterdiği yoğun ilgi ve uçsuz bucaksız sevginin altında ezildiğini hissediyordu. Ona bu yapılmamalıydı ama Nasya bunu istemese de yapmıştı.

Alphan için çırpınan kalbini görmezden gelemezdi. Pars'ı görmezden gelmeye karar veriyordu.

"Teşekkür ederim." Bakışları Pars'a döndüğünde onun kıstığı karalarını sorgulayarak üzerinde gezdirişini gördü. Anlamış mıydı? Anlamış olabilir miydi?

'İmkânsız.' dedi kendi kendine. Lise aşkının burada olacağını nereden anlayabilirdi. Üstelik anlasa ne yapardı merak ediyordu. Kıskanç bir adam mıydı? Ne kadar kıskanç? Baskıcı mıydı? Belki de öfkeli bir yönü vardı ve korkunç şeyler yapabilirdi. İhtimaller kafasının içinde uçuşurken Pars uzanıp elini tuttu ve adımlarını koltuklara doğru çevirdi.

Nasya'nın bakışları kendilerine şaşkınlıkla bakan Alphan'a döndüğünde onun ne düşündüğünü deli gibi merak ediyordu. Az önce aralarındaki o özel an şimdi böyle bir manzarayla gölgelenirken Alphan'ın kaşları çatıldı ve ters bakışları Pars'ın üzerinde gezindi.

"Kenan amca." Birkan'ın neşeli sesi salonda yayıldığında Adil ve Kenan'ın durgun sohbetleri Birkan'ın neşeli hamlesi ile bölündü. "Oo, Birkan oğlum." Kenan ayağa kalktı ve kendine doğru gelen sevecen genç adamın sarılışına karşılık verdi.

"Hala aynısın be Kenan amca, gençlere taş çıkarırsın." Geri çekilip neşeyle güldüğünde Nasya da bu çocuğun tahminsiz tavırlarını eğlenceli bularak güldü.

Pars'ın yanında yerini aldığı koltukta bakışları Birkan'ın üzerinden Pars'a döndüğünde onun Birkan'a anlamsız bir kibirle bakışını izledi. Birkan'a ve Alphan'a göre oldukça ağır başlıydı. Sanki eğlenmesini bilmiyor gibi. Sürekli dik tuttuğu omuzları ve kendinden emin bir surat ifadesi ile Nasya'yı yanlış bir şey yapmak ya da söylemekten çekinen bir ruh haline sokuyordu.

Ama Alphan öyle değildi. İçinden geldiği gibi davranan çocuksu bir yanı vardı.

"Begüm'ün arkadaşları, tanıyor musun?" Sorgulayıcı sesiyle başı Pars'a doğru döndü. Keskin gözleri üzerinde gezerken yüzünde sıcak bir gülümseme oluştu.

"Hayır, sen?" dedi ve bakışları Alphan'ın üzerine döndü. "Sen tanıyor musun?" dedi meraklı bir fısıltı ile.

"Şey, hayır." Nasya gergince gülümserken Pars'ın yüzünde sahte bir gülümseme yer etti ve başını yavaşça salladı. "Anlıyorum." diye mırıldandı.

"Kenan amca." Gülce kapılardan içeri geçtiğinde henüz yerine oturan Kenan yeniden ayaklandı. "Gülce kızım." Sevecen bir tavırla birbirlerine sarıldılar.

Nasya gözlerini Alphan'a çevirdi. Onun kendisine hafifçe salladığı başı ile Pars'ı gösterişini gördü. 'Ne oluyor?' der gibi bir ifade asılıydı yüzünde. Nasya'nın bakışları yere dönerken yavaşça oturduğu koltuktan kalktı ve salonun çıkışına doğru yöneldi.

"Sevgilim, nereye?" Pars'ın sorgulayıcı sesiyle bakışları omuzunun üzerinden arkaya döndü.

"Ş-şey, hazırlıklara bakacağım." Acele ile çıktığı odadan Alphan'ın da peşinden geleceğine olan inancıyla yönünü mutfağa çevirdi.

Gergince içeri girdiğinde içeride koşturan kadınları görerek stresle ellerini boynuna uzattı ve sertçe ovuştururken Alphan hızla mutfak kapılarından içeriye girdi. "Nasya?"

Alphan'ın sorgulayıcı gözleri Nasya'nın üzerinde gezinirken Nasya yanlış anlaşılmaktan ne kadar korktuğunu yeni fark ediyordu. Alphan onun açgözlü bir kadın olduğunu düşünsün istemiyordu.

"Bahçeye geçsek?" Hızla mutfağın içinden geçip bahçe kapılarından geçip kendilerini evin dışına attılar.

"Senin bir ilişkin mi var Nasya, üstelik Pars Katipoğlu ile?" Alphan'ın şaşkın sesi yüzündeki sessiz öfkeyi besliyordu.

"O benim nişanlım." Sesi titreyen genç kız ellerini saçlarının arasından gergince geçirdi.

"Neyin, neyin?" Dudakları hayretle aralandı.

"Nişanlım işte. Ben sen biliyorsun diye düşündüm. Tüm camia biliyor, demişti Pars."

"Bahsettiği camia kim bilmiyorum ama ben eğer Begüm'ün kız kardeşi nişanlansaydı bunu duyardım Nasya. Eğer bilseydim söylediğim tüm o şeyler..." Sustu. Gerginlikle başını ellerinin arasına aldığında fısıldadı.

"Ben de seni karşımda görünce öyle salak gibi dan dan girdim konuya." Kendine kızıyordu.

"Alphan ben..."

"Anlamıyorum ama." Ellerini saçlarından geri çekti. "Madem nişanlısın bana neden böyle bakıyorsun, neden ilgime karşılık veriyorsun?" Kaşları çatıldığında Nasya ağırca yutkundu.

"Ben, sana nasıl bakıyorum?" dedi titreyen sesiyle.

"Ona bakman gereken şekilde bana bakıyorsun, bana bakman gereken şekilde de ona. Sanki gerginsin ve huzursuzsun yanında ama yukarıda ikimiz... Ben sandım ki..."

Duyduğu şeyler Nasya'yı ani bir tutulmaya itiyordu. Dışarıdan bakan biri bile ilk seferinde Nasya'nın gözlerindeki soğukluğu görüyordu, tıpkı dün gece Pars'ın Kuzgun'a dediği gibi.

'Bu adamı gerçekten seviyor muyum?' diye sorgularken buldu kendini.

"Ben sandım ki bir şansımız olur." Alphan'ın elleri yüzüme doğru havalanırken titreyen sesiyle konuştuğunda Nasya'nın gözleri mutfak kapısında duran siluete takıldı.

Pars'ın kendilerini izlediğini görüyordu. Gözleri kızıl kahveye bürünürken yumruklarını öfkeyle sıkışını gördü. Ardından bahçenin içi bağırtısı ile kopuyordu.

"Nasya!" Bağırışı kulakları zorlarken Alphan, Nasya'ya doğru havalanan ellerini geri indirdi.

"Ne oluyor?" Alphan öfkeyle karşılık verdiği ilk saniyede yüzünün ortasına inen yumrukla çimlerin üzerine seriliyordu.

"Ne yapıyorsun ya!" Nasya'nın öfkeli bağırışı ile gözleri Nasya'ya dönen Pars, en başından beri aralarındaki sessiz diyalogu fark etmişti fakat bekleyip emin olmak istediğinde geldikleri son perde bu oluyordu.

"Sen ne yapıyorsun? Söyle bana! Gözlerimin önünde bir piçle kurlaşarak ne yaptığını sanıyorsun?" Pars'ın bağırışı Nasya'ya doğru patladığında genç kız şaşkınlıkla dona kalıyordu.

"Pars."

Dişlerinin arasından öfkeyle bağırdığında Alphan yerden kalktı ve kanayan burnuna bastırdığı eliyle öfkeyle Pars'ın üzerinde doğru yürüdü.

"Ne sanıyorsun lan sen kendini! Ne sanıyorsun!" Kanlı elleri Pars'ın yakalarını sardığında onu sertçe tutup suratının ortasına sertçe bir kafa geçiriyordu.

"Ya durun! Ne yapıyorsunuz!" Nasya'nın bağırışı ile Alphan'ın öfkesi bahçede yayıldı.

"Sevmiyor seni görmüyor musun? Fark etmiyor olamazsın, bak ona!" Pars geriye sendelediğinde gözleri Nasya'ya döndü.

Nasya bunu kendi söylemeye asla cesaret edemezdi ama Alphan onun yerine bu görevi yerine getiriyordu. Bir yanı rahatlarken gözleri Pars'ın yüzünde gezindi. Kaşı patlamış ve açık yaradan kan yavaşça şakaklarına akıyordu.

"Sadece hatırlamıyorsun. Beni sevdiğini biliyorum, beni sevdiğini biliyorum Nasya. Ama hatırlamıyorsun." Sesi titrerken ondan bir açıklama bekliyordu.

"Kafan karışık! Belki de ilgini çekmek için bir şeyler yaptı ve sen de... Sen de anlamadın, karşılık verdin! Bilmiyorum; bildiğim tek bir gerçek var, o da beni sevdiğin! Yalnızca beni."

Açılan anlı ve kanayan kaşı ile dikkatini dağıtan ve ona bu kafayı yemesine sebep olan tek şey Nasya'ydı. Karşısında Alphan'ın ağzını yüzünü dümdüz edip Nasya'nın korkmasını istemediğini fark ettiğinde bu çocuğun ona vurmasına izin vermişti.

"Pars, yeter artık." dedi Nasya yorgun bir bağırışla. "Yeter?" Pars'ın kaşları yavaşça havalandığında yüzünde şaşkın bir ifade yer ediyordu.

"Lütfen, yeter ya. Ben kendimi köşeye sıkışmış gibi hissediyorum." Nasya'nın gözleri dolarken korkularını dile dökmeye karar veriyordu.

"Ne 'Yeter.' kurban olduğum, neye 'Yeter.'? Ben sana ne yapıyorum ki 'Yeter.'?" Pars'ın gözleri dolarken Nasya'nın hissettiği bıkkınlığı fark ediyordu.

" Ne mi yapıyorsun? Bana ne mi yapıyorsun? Sorun da bu! Sen senden istemediğim ya da istemeyeceğim birçok şeyi yapıyorsun. " Yanaklarındaki yaşlarla birazdan söyleyeceği şeylerin Pars'ı tamamen kaybettirecek olmasından korkuyordu ama şimdi susmak ona sonradan pişman olacağı birçok şey yaşatabilirdi. Pars'ı kaybetmekten çok daha ağır şeyler...

Hatırlamadığı bu adama duyduğu minnet borcuna karşın kendine duyduğu gurur borcu çok daha önemliydi. Belki hatırlamadığı o boşlukta Pars'ın gücünden etkilenip ona sığınmıştı. Ama şimdi... Şimdi olduğu yerde âşık olmadığına emin olduğu bu adama umut vermek istemiyordu. Ya da Alphan'a karşı hissettiği şeyler yüzünden suçluluk hissetmek.

"Ne saçmalıyorsun yavrum sen? Ne demek 'İstemediğim her şeyi yapıyorsun.'? Bunda yanlış olan ne? Seni düşündüğüm için yaptığımı göremiyor musun? İyi olman için, mutlu olman için, bizim için Nasya! Bizim için güzelim." Adımları Nasya'ya doğru ilerlediğinde hissettiği kaybetme korkusu bedeninde çaresizlik olarak yankı buluyordu.

" Ya ne bizi! Ne bizi, ben hiçbir şey hatırlamıyorum, ne bizi? Tamam, belki seviyordum seni hatta belki de âşıktım, bilmiyorum! Şu an bilmiyorum. Sadece boğuyorsun beni. Verdiğin ilginin karşısında eziliyorum görmüyor musun?" Kızaran gözleri Pars'ın üzerinde gezerken kendine doğru uzanan iri eller yüzünü ellerinin arasına aldı.

"Hatırlatacağım. Söz veriyorum sana hatırlayacaksın. Kendine zaman tanımıyorsun ki." Pars'ın yanakları çaresizliğinin somut kanıtları ile ıslanırken Nasya yüzünü avuçlarının arasından geri çekti.

"Sana verebileceğim hiçbir şeyim yok. Bunun Alphan'la da bir ilgisi yok. Ben hatırlamıyorum, eskiden içimi dolduran aşkın şu an yerinde sadece boşluk var, bunu çok iyi biliyorsun. Kuzgun'a söylerken duydum seni. En az benim kadar iyi biliyorsun. İçimin bomboş olduğunu çok iyi biliyorsun." Ellerini saçlarının arasından geçirdiğinde Pars'tan gördüğü bu ısrarcı tavır onu korkutuyordu.

Pars uzanıp Nasya'nın ellerini tuttuğunda, tensel temasını kesmeden kendini ifade etmeye çalıştı.

"Öyle söyleme, bomboş değil. Hatırlamıyorsun ama oradaki varlığımdan eminim. Eminim işte güzelim eminim. Evet, Kuzgun'a öyle söyledim ama ben de insanım, ben de boşluğa düşebilirim, öyle bir andı. Senden şüphe ettiğim için değildi. Sadece o bir ay boyunca bana dönemeyeceğini düşünürken geri gelip gözlerime yabancı gibi bakman ağır geldi, hepsi bu. Anlık bir kırılma. Duymaman gerekirdi özür dilerim, yeterince şeyle uğraşıyorsun bir de bunu düşünmemeliydin, haklısın ama-"

"Niye kendine bunu yapıyorsun? Niye bana bunu yapıyorsun Pars?"

"Ne yapıyorum ben? Delireceğim, ben sana ne yapıyorum gülüm?" Yeniden yüzünü ellerine aldığında alnını usulca Nasya'nın alnına yasladı.

"Ben seni sevmekten başka ne yapıyorum Nasya'm? Ne yapıyorum ki seni böyle bunalttım? Söyle benim mucizem, söyle ben böyle çaresiz hissetmene sebep olacak ne yaptım?" Titreyen sesi ve yanaklarından akan yaşlar çenesinde birikirken muhtaçlıkla gezdirdi karalarını karşısındaki kadının gözlerinde.

Nasya kendini yaslandığı alından geri çektiğinde ağlaması hızlanıyordu. Kabinin ortasında bir kuş onu bilinmezlik girdabında evirip çevirirken çaresizce bir yakarış bıraktı.

"Ben ne yapacağımı bilmiyorum lütfen, lütfen artık dur ya! Hayatım yeterinde karışık. Lütfen dur." Nasya'nın yanaklarından boşalan yaşlarla Pars'ın kaşından şakaklarına akan kan yüzündeki yaşlara karışıyordu.

Elleri ile kendini gösterdiğinde bir çocuk gibi çaresizce başını iki yana salladı "Yapamam ki. Yapamam. Senden uzak kalamam. Bunu en son yaptığımda kollarımda can vermek üzereydin. Ben seni en son bir başına bıraktığımda sen ölmek üzereydin. Yapamam, anlamıyorsun."

Ömrü boyunca hiçbir zaman sesi böyle titrememişti. Ama şimdi bu kadının söylemlerinin yarattığı korkuyla değil sadece sesi koca bedenide tir tir titriyordu.

Gülsüm ve Kenan bağırışlarla bahçeye çıkarken Adil ve diğerleri onlara katılıyordu. Defne odasının camını açtığında pencereden uzattığı başı ile olan biteni şaşkınlıkla izliyordu.

"Ben çocuk değilim. Korumana ihtiyacım yok, anlamıyor musun?"

"Nasya'm..." Gözleri karşısındaki kadının gözlerinde gezindi.

"Anlamıyor musun Pars? İstemiyorum, seni istemiyorum. Sevmediğim bir adamla beraber olmak istemiyorum." dedi yorgun bir öfkeyle.

"Sus lan, sus! Sevmediğim deme! Sevmediğim deme!" Bağırışı bahçeyi inlettiğinde Nasya da aynı öfkeyle karşılık verdi.

"Sevmediğim! Sevmediğim! Sadece hayatıma odaklanmak istiyorum ya, sen kimsin onu bile bilmiyorum. Hakkında internette araştırma yaparak birkaç bilgiye ulaştım hepsi bu. Sen benim için nesin, ne kadar önemlisin; bilmiyorum. Kafamı nereye çevirsem oradasın ve bu öyle zorlayıcı ki anlamıyorsun. Bu ısrarın çok boğucu." Pars'ın kalbini kırdığını biliyordu ama hislerini bir kez söylemeye cesaret edebilmek onu durdurulamaz bir akışa itmişti.

"Ben kimim biliyor musun?" Nasya'ya doğru ilerledi ve tam dibinde durdu.

"Ben kanlar içindeyken dahi sevdiğini söylediğin adamım. Ben, ölmek üzereyken kapanan bilincinle 'Seni aldatmadım.' diye açıklama yaptığın adamım! Ben Pars'ım. Senin için bildiği tüm doğruları elinin tersi ile bir kenara iten Pars'ım. Bir damla gözyaşın için dünyayı yerinden oynatacak o adamım."

"Sevmiyorum seni. Hissetmiyorum işte, hissetmiyorum. Anlamıyor musun? Ben üzülmüyor muyum sanıyorsun? Sana bunları söylerken üzülmüyor muyum? Anlattığın tüm o şeyler hatırlamadığım anılar Pars, ama ben buradayım burada karşında. Gözlerine bakıyorum ve diyorum ki 'Seni sevmiyorum. Kalbim hızlanmıyor. Yüzüne baktığımda hiçbir şey hissetmiyorum.'"

"Yapma. Ne olur." Pars'ın başı iki yana sallanırken Adil öfke ile oğlunu ağlatan Nasya'yı izliyordu. Pars'ı böyle ağlarken gördüğü son seferde yine bu kadın yüzündendi.

"Sen yapma." dedi Nasya yalvarır bir sesle. "Ne olur ya, yapma bunu bana Pars. Bırak hatırlayayım. Zamanı gelince belki o zaman yeniden konuşuruz."

Gülsüm kızının çaresiz ağlamalarını duyduğunda öfkeyle o tarafa doğru ilerledi ve Nasya'yı kendine doğru çekip sarıldı. "Ağlama anneciğim, sen ağlama. İstemiyorsan hiçbir şey olmaz, ağlama." Yüzündeki yaşları elleri ile silerken kızının yüzünü göğsüne bastırdı.

"Hayır." Pars Nasya'ya doğru ilerleyip elini onun koluna doğru uzattığında Gülsüm hızla kızını geri çekti.

"İstemiyor işte istemiyor görmüyor musun? Tıpkı baban gibisin! Seni sevmeyen bir kadına yaptığın bu eziyet neden!"

Gülsüm'ün bağırtısı bahçede yankılandığında Adil öfkeyle onlara doğru geldi. "Gülsüm!" Bağırışı ile Gülsüm'le göz göze geldiklerinde hızla oğlunu geri çekti Nasya'dan.

"Pars, bak bana." Oğlunun yüzünü kendine çevirmeye çalışıyor ama genç adamın gözleri Nasya'nın annesinin göğsünde sızlanan yüzünden çekilip de babasına dönmüyordu. "Pars, dedim!"

"Nasya yapma. Bekliyorum zaten." Yüzünü babasının ellerinden kurtardı ve Nasya'ya doğru ilerledi yüzünü onun hizasına eğdiğinde Gülsüm, Adil'in gerginliği ile kızını bu kez geri çekmiyordu. Zaten Pars da ona dokunmadan ürkütmeden açıklama yapmaya çalışıyordu.

"Ben bekliyorum, istediğin kadarda beklerim ama bunu yapma. 'Seni istemiyorum.' deme. Hatırlamıyorsun bizi, beni hatırlamıyorsun. Deme, yalvarırım öyle söyleme." Gözleri kan çanağına dönerken etrafındaki kimseyi umursamıyordu.

"Pars." Begüm'ün titreyen sesi Pars'ı bulduğunda gözleri Begüm'e döndü, hızla ona doğru ilerledi ve kolundan tutup onu Nasya'ya doğru çekiştirdi.

"Söyle ona, anlat. Bana anlattıklarını anlat, beni ne kadar sevdiğini söyle. Hadi Begüm?" Delirmiş gibi birinin bir şey yapmasını bekliyordu. Çünkü biliyordu ki Nasya istemezse eğer ikna olmazsa hiçbir şeyin bir önemi kalmazdı.

Gülsüm söylediklerinde yanılıyordu, Pars biliyordu ki eğer Nasya istemezse o annesine yaşatılan hayatı ona yaşatmazdı. Öleceğini bilse bunu yapmazdı sevdiği kadına.

"Nasya, bak bana." Begüm Nasya'ya doğru ilerledi ve kardeşini omuzlarından tutup Gülsüm'den ayırdı.

"Neden böyle bir kırılma yaşadın, bir şey mi dedi sana? Hoşuna gitmeyecek bir şey mi oldu? Neden böyle ağlıyorsun?" Gözleri dolarken kardeşini anlamaya çalışıyordu.

"Sevmiyorum onu." dedi Nasya Begüm'ün kolları omuzlarını sararken.

"Hatırlamaya çalışıyorum, deniyorum ama ruhum sıkılıyor. Kendimi bok gibi hissediyorum. Bana sürekli, ilgi bekleyen köpek yavrusu gibi bakmasını istemiyorum. Her yerde ya, her yerde Begüm! İstemiyorum. Ben daha size alışamadım, ailemi tanıyamadım bir de o etrafta dolanıp sürekli bir beklentiyle beni izliyor."

"H-hayır." Pars'ın titrek sesi Nasya'ya ulaştı.

"Evet ya evet! Evet! " Boğazı yırtılana kadar bağırdı.

"Dünyada başka kadın mı kalmadı? Niye bu ısrar? Sendeki aşk değil ki, takıntı. Nasıl hissediyorum, görmüyorsun. Gözümü açtığımdan beri hep sen varsın, her yerde sen. Şimdi de hatırlamadığım, sevmediğim bir adama karşı kendimi yükümlü hissediyorum; bir bu eksikmiş gibi. "

"Bunları hatırlamadığın için söylüyorsun. Gerçekten böyle hissetmediğini biliyorum, sadece kafan... O karışık. O çocuğun üzerine gittim diye korktun belki de oysa ben sadece." Gözleri Alphan'a döndü. "Sana bakışları, onlar hoşuma gitmedi. Ama haklısın, sakin olmalıydım. Özür dilerim, sakin olmalıydım." Titreyen elleri ile saçlarının arasından geçirdiği parmakları Nasya'ya doğru uzandı. "Bir süre görüşmeyiz, kafanı toplayana kadar bir süre. İster misin?"

Yüzünde korkulu bir gülümseme oluşurken dışardan gören herkes onun delirdiğini düşünürdü. Ama olan tek şey Nasya'yı kaybetme korkusunun dışa vuruşuydu. Bu delilik ya da takıntı değildi, aşktı.

Nasya kendini Pars'ın ellerinden geri çekti. "İstemiyorum. Ne şimdi ne de sonra istiyorum."

Başını iki yana salladığında yanaklarını yakan yaşlarla karşısındaki adamın bu hali kalbini paramparça etse de kendini bu tutsaklıktan kurtarmaya yeminli gibi yineledi.

"Seni istemiyorum, hatırlasam da değişmeyecek. Bu öyle bir şey değil, aşk öyle bir şey değil, gördüğümde anlamalıydım ama anlamadım Pars, hala da anlamıyorum. Sen babam gibisin, üzerime titreyen abim gibi. Seni daha fazla üzmek istemiyorum. Lütfen, lütfen git."

"Gidemem." dedi dizleri kırılırken yavaşça yere çöküyordu.

"Anlamıyorsun, gidemem." Yüzünü ellerinin arasına aldığında yerin dibine girdiğini biliyordu. Hizmetçiler dâhil herkes bu ana şahit olurken o öylece yalvarmaya devam ediyordu.

"Hiç mi gururun yok senin!"

Kulaklarında dolanan ses dakikalardır acımasızca duygularını haykıran kadından duyduğu en ağır cümle değildi ama ağırdı. Çocukluğundan gelen bir fısıltı gibiydi, üstelik onun bunca zaman kadınlara yaşattığı şey şimdi kendine yaşatılıyordu.

"Hiç mi yok ya şu haline bak!" Nasya Begüm'ün kollarından ayrılıp Pars'ın yanında durduğunda yere çöken genç adam kırmızıya çalan gözlerini yüzüne çevirdi.

"Haline bak. Bana daha ne kadar kötü hissettireceksin ki? Git diyorum işte, git! "

Adil, oğlunun omuzlarından tutup onu yavaşça yerden kaldırdığında belki de ilk kez onun haline acıyordu. Genzi sızlarken Parsın ayağa kaldırdığı bedenini bahçenin çıkışına doğru yönlendirdi.

Pars ise içi boşalmış bir beden gibi yürüdü ve gitti babasıyla.

Kenan'ın mahcup gözleri yere inerken Adil onunla göz kontağı bile kurmadan oğlunu hızla aracına doğru ilerletti ve korumalar tarafından açılan kapılardan içeri soktu. Kendi de içeri girdiğinde kapılar üstlerine kapanıyordu.

Araç, Sipahi Yalısı'nın garaj yolundan çıktığında Pars'ın gözleri yanaklarını yakan yaşlarla kapandı.

Beyninin içindeki uğultular öyle gürültülüydü ki kendi iç sesini duyamıyordu. Nasya'nın bağırışları zihninde tekrara düşerken onun; gördüğü sevgiden ne kadar nefret ettiğini haykıra haykıra bağırışını tekrar tekrar sarıyordu zihni.

 

 

♟️♟️♟️


NASYA

Begüm, odanın içinde bir o yana bir bu yana gidip gelirken yatağın ortasında oturmuş; az önce yaşadığım sinir kırılmasının etkisinin bedenimde bıraktığı titremelerin dinmesini bekliyordum.

"Beni dinle de şu sakinleştiricilerden bir tane al. Zangır zangır titriyorsun Nasya." Telaşlı sesi odanın ortasında duran bedeninden bana ulaştığında tek istediğim biraz yalnız kalmaktı. Kendimle baş başa kalmak...

"Üzerine gitmesek Begüm." Defne'nin üzgün sesiyle yüzüm ona döndü.

"Kaç para?" dedim dişlerimi sıkarak. Şaşkınlıkla bana dönen gözleri hayretle kocaman olduğunda yineledim sorumu.

"Yanımda kalmak için sana kaç para ödedi? Belki de aramızı yapman için ekstra birkaç bin almışsındır! Sürekli onu güzellediğimi düşününce!" Titreyen sesimle artık ağlamıyordum ama yaşadığım patlamanın verdiği titreklikti nefesime yansıyan.

"Nasya." Fısıltılı sesiyle ansızın köşeye sıkışıyordu.

"Ne Nasya! Ne! Bugün bu durumdaysam eğer senin ikiyüzlülüğünün de bundaki payı oldukça büyük! Uyandığımdan beri etrafımda olup biten her şey her şey o kadar fazla ki, öyle fazla! Delirttiniz beni!" Bağırtım odada yankılandığında Defne ağlamaya başlıyordu.

"Ağlama! Ağlama söyle bana! Ne kadar verdi sana? Ülkenin en zengin adamı, bana böyle diyordun. En zengin adamı! Sana ne kadar ödedi ülkenin en zengin adamı söyle bana! Sen parayı seversin, söyle bana!" Gözlerim öfkeyle dolduğunda yanaklarımdaki yaşlar yüzümü kaşındırıyordu artık.

"Defne sen ne yaptın? Pars'tan para mı istedin, ne yaptın?" Begüm bağırarak üzerine gittiğinde Defne'nin gördüğü tavır umurumda bile değildi.

"Ben..." Yüzünü avuçlarının arasına aldığında hıçkırıkları çoğaldı.

"Sen ne! Sen ne?" Bağırtısı odada yankılandığında devam etti. "Yanında olmak için para istemişsin, bunun açıklaması mı olur? "

"Her şeyimi aldı elimden çünkü!" Defne ağlayarak odanın içinde feryat etmeye başladı.

"İş yerimi yaktı arabamı patlattı her şeyimi aldı!" Bakışları bana döndüğünde yaşlı gözleri öfkeli bir hale büründü.

"Senin ayran gönüllülüğünün faturasını ben ödedim! Önce Pars, Sonra Ateş! Şimdi de Alphan! Öyle doyumsuzsun ki! İğrençsin!"

Suratının ortasına yediği tokatla Begüm tarafından tutulan koluyla odanın kapısına kadar sürüklendi. "Defol!" Açtığı kapıdan dışarıya ittirdiği Defne ile kapıyı üzerine kapattığı anda ben duyduklarımla büyük bir karmaşanın içine çekiliyordum.

"Ateş?" Bakışlarım Begüm'e döndü.

"Onunla aranızda hiçbir şey yoktu! Olmadı. Pars yanlış anladı, Defne de buna çanak tuttu, hepsi bu!" Bana doğru geldi ve uzanıp ellerimi sıkıca tuttu.

"Bugün Pars'ı görmek istemiyorsan tamam ama kendine artık yüklenme! Ayran gönüllü falan değildin. Ben seni ilk gördüğüm günden beri ilginin sadece Pars'a özel olduğunu biliyordum."

'Pars'a özel...' Az önce değim yerindeyse yerin dibine soktuğum Pars'a duyduğum ilgi, şimdi yerinde yeller esen o özel ilgi...

"Kafayı yiyeceğim." Ellerimi geri çekip saçlarımı sıkıca kavrayıp sertçe çektim.

"Anlattığınız hiçbir şeyi hatırlamıyorum delireceğim!" Kafama indirdiğim sert yumrukla ikincisini indiremeden Begüm ellerimi tuttu.

"Yapma artık! Yapma ya, yeter!" Öfkeyle beni kendine çektiğinde gövdesinde kendimi salıyordum.

Göğüs kafesimin ortasında koca bir boşluk vardı ve az önce yaşanan her şey beni o an rahatlatsa da şimdi açık bir yara gibi canımı yakıyordu. Pars'tan uzaklaşmıştım, mecburiyetimi sonlandırmıştım ama niye nefes alamıyorum gibi geliyor! Niye?

 

 

♟️♟️♟️

Araba dağ evinin önünde durduğunda Davut'un gözleri dikiz aynasından arka koltukta oturan patronuna döndü.

Kanayan kaşı açık yarasından etini gösteriyordu. Ağlaması saatler önce kesilmişti fakat ağzından o saatler boyunca tek bir kelime çıkmamıştı.

Şimdi bu dağ evinin kapısında durdukları sırada Pars'ın kan çanağına dönen gözleri dağ evine döndü. Bu akşam buraya getirmeyi arzuladığı kadın için her şeyi hazırlamıştı. Onunla burada geçecek baş başa saatler aralarındaki uzaklığı kapatsın istedi.

Belki o zaman Nasya hatırlardı Pars'ı. O zaman donuk gözlerindeki ateş yeniden yanardı. Üstelik bu kez oldukça temkinli gidecekti. Kuzgun'dan birkaç tüyo bile almıştı. Nasya'ya nasıl yaklaşmasını söyleyen birkaç tüyo...

Ama şimdi, buraya tek başına ve içindeki umudu tamamen yitirerek gelmişti. İç cebindeki yüzük bedenine ağırlık yaparken onu Nasya'nın parmağında bu gece görebileceğine olan inancı ile olabildiğince çabuk gitmişti yemeğe. Toplantıyı kısa tutmuş, heyecanla kendini âşık olduğu kadının yanına atmıştı.

"Pars Bey." Davut'un seslenişi ile Pars'ın dağ evinin taş duvarlarında dolanan ölü bakışları arka kapının kulpuna döndüğünde yavaşça açtı ve geriye doğru ittirdi.

"Efendim." Davut şoför koltuğundan indiğinde koşarak Pars'a doğru geldi, onun her an düşebileceğine duyduğu korku ile yaptığı hamle Pars'ın elini kaldırması ile engellendi.

Dudakları birbirine mıhlanan Katipoğlu, havada duran titrek eliyle Davut'a kendine dokunmaması gerektiğini açıkça belli ediyordu.

"Korkutuyorsunuz beni." Davut'un gözleri dolarken patronunu böyle görmenin canını nasıl yaktığını o an fark etti.

Pars'ın adımları tek bir yudum alkol almamasına rağmen birbirine dolanarak karşısındaki eve doğru ilerledi. Yerdeki toprak sürten ayağının altında can çekişirken attığı adımları nihayet kapının önünde durdu.

Girişteki korumanın kapıyı açması ile önünde uzanan manzarada gezdirdi gözlerini. İçeriye doğru attığı adımla birlikte dışarıdaki soğuk havaya rağmen içeride yanan şömine tüm evi ısıtmıştı. Bakışları adımlarıyla eş zamanlı olarak şömineye doğru dönerken ardından kapanan kapı ile koca evde bir başına kalıyordu.

Karanın en koyusuna ev sahipliği yapan gözleri dikkatle baktığı alevin kızılı ile gölgelenirken bedenini yerdeki minderlerin üzerine yavaşça bıraktı. Ceketini çıkartıp yanındaki kırmızı kadife mindere bıraktığında dizlerini kendine doğru çekti. Çenesini yasladığı dizlerinin üzerinden bakışlarını Ateş'in içinde yanan çıralarda gezdirdi.

Yavaş yavaş yanan ve çıtırtılarıyla sessiz dağ evini saran ateş açık olan yarasını sızlatıyordu. Alnında pıhtılaşan kan ve incece akmaya devam eden kanı umursamıyordu. Su an canının hiçbir kıymeti olmadığını biliyordu. Yüreğindeki yangının yanında, bedenindeki herhangi bir yaranın sızlaması mevzubahis bile olamazdı.

Gözlerini usulca kapattığında Nasya'nın söylediği sözler yeniden yankılandı zihninde.

'Seni istemiyorum, hatırlasam da değişmeyecek. Bu öyle bir şey değil, aşk öyle bir şey değil, gördüğümde anlamalıydım ama anlamadım Pars, hala da anlamıyorum.'

'Aşk böyle bir şey değil. Gördüğümde anlamalıydım ama anlamadım.'

Ona bunu öyle büyük bir dürüstlükle haykırmıştı ki... Gözlerinde tereddüt görebilmeyi ne çok istemişti. Gözlerinde bir ihtimal tereddüt görebilmek istedi.

'Sen babam gibisin, üzerime titreyen abim gibi. Seni daha fazla üzmek istemiyorum. Lütfen, lütfen git!'

" 'Babam gibisin.' Bana böyle söyledi. Abisi gibi üzerine titriyormuşum. Boğulmuş anne, bana öyle söyledi." Geçen saatlerin ardından açılan dudakları ruhunun hala burada olduğuna inandığı annesine yaptığı bir itiraftı.

"Ona aşkla bakan gözlerimi bir köpek yavrusunun ilgi bekleyişine yordu. Bir köpek yavrusu..." Yüzünde oluşan alaylı gülümseme ile yanaklarını okşayarak inen yaşlar çenesinde birleşti.

"Bir köpek, düşünebiliyor musun?"

Uzanıp ceketinin iç cebinden çıkarttığı yüzük kutusunu eline aldığında açtığı kutunun içindeki yüzüğü yavaşça çekip aldı parmaklarının arasına. İri parmaklarının arasında kaybolan yüzüğün su damlası gibi duran elmasını okşadı yavaşça başparmağı.

"'Hiç mi gururun yok senin?' dedi, anne."

Yanaklarındaki yaşlar yavaşça çenesine akarken yüzündeki gülümseme pınarlarında toplanan gözyaşı birikintisini hızla düşürdü yeniden yanağına. Islak kirpiklerinin gölgesine ev sahipliği yapan elmacık kemiğinde tutunan bir damla yaşı huysuzca sildi elinin tersiyle.

"Sen babama böyle derdin, hatırladın mı? 'Hiç gururun yok mu Adil?' O da bana öyle dedi. Gözlerimin içine baka baka dedi ki..." Ağırca yutkunduğunda kelimeleri bölündü.

" 'Hiç gururun yok mu Pars?' "

"Y-yokmuş anne, hiç gururum yokmuş."

Söylediği son sözle ağlaması yüksek hıçkırıklara döndüğünde elindeki yüzüğü hızla önünde yanan şöminenin içine fırlattı.

"Benim hiç gururum yokmuş!" Bağırtısı dağ evinin dışında duyulduğunda kapıda bekleyen Davut, duyduğu sözlerle gözlerinden akan yaşlara mâni olamıyordu.

 

 

~BÖLÜM SONU~

 

 

 

♟️GELECEK BÖLÜMDEN ALINTI ♟️

 

 

"Ne yapacaksın... bana ne yapacaksın?" Korkulu ses titrerken Pars'ın inanamaz gözleri Nasya'nın yüzüne döndü.

 

 

"Ne sanıyorsun? ne yapacağım sanıyorsun...Sana kıyabilir miyim ben... seni öldüreceğini bile bile sana iznin olmadan dokunur muyum Nasya..." dolan gözleri Nasya'nın ağlamaklı karalarında gezindi.

 

 

"Ne istiyorsun o zaman ne..."

 

 

Pars yavaşça dudaklarını Nasya'nın alnına bastırdı ve gözlerini sıkıca yumup içine derin bir nefes çekti. Sevdiği kadının güzel kokusu ciğerlerine dolarken ellerinin arasında nasıl titrediğini hissedebiliyordu.

 

 

Amacı bu değildi, onu korkutmak değil.
Aynı hatayı tekrar etmemek için rahatça konuşabilmek istemişti sadece. Ateşle onu Bungalovda görüp yanlış anladığında aralarına ölüm uykusu girmişti. Yine aynısı olsun istemediği için buradalardı. Kırılan gururuna, gördüğü mahvedici tavra rağmen buradalardı.

 

 

Çünkü eğer Nasya yalnızca hatırlamadığı için Pars'ı istemiyorsa, Pars bir yolunu bulurdu. Zaman mı istiyordu, tüm zamanları verirdi bu kadına, mesafemi istiyordu uzaktan izlerdi hiç önemi yok. İlgisinden mi bunalmıştı, resmiylede avunurdu. Ama.

 

 

Ama eğer...
Olup biten her şeyin sebebi Alphan'a duyduğu hislerse, kalamazdı. Uzaktan onlara bakamazdı. Bu kadının bir başkasına aşık olmasını kaldıramazdı.

 

 

"Söyle bana Nasya..." dudakları genç kızın alnını okşarken sıcak nefesi yüzünde yayılıyordu.

 

 

"Söyle bana..." geri çekilip alnını alnına yaslamak için boynunu eğdi ve yüzlerini aynı izaya getirdi. "Neden ? Beni neden istemiyorsun söyle..." yüzünde buruk bir gülümseme oluştu.

 

 

"Bunalttığım için mi? Çok mu üzerine geldim, çok mu sıktım seni? Bu yüzden mi?"

 

 

"Pars hala aynı şeymi... niye anlamıyorsun.."

 

 

"Anlıyorum, ben seni anlıyorum bir tanem... " elleri Nasya'nın yüzünde yavaşça gezinirken ıslak yanaklarını silerek okşadı.

 

 

"Ailenle vakit geçirmek istiyorsun, beni unuttun ve hatırlamak için zaman istiyorsun... herşey üst üste geldi görüyorum... görebiliyorum meleğim... istediğin zaman mı ? Hepsi senindir... git beş sene sonra gel de, beş sene sonra aynı gece burada seni bekliyor olurum. Ama bana asıl sebebi söyle... bana gerçeği söyle..."

 

 

"Madem beni böyle iyi anlıyorsun..." dedi nasya ağırca yutkunurken. "O zaman neden seni sevmediğimi göremiyorsun..." gözleri titrerken söylediği sözler nedensizce kendi canınıda yakıyordu.

 

 

Bu adamı sevmediğini biliyordu, kalbi Alphan 'a aitti, hatta ilişkileri başlamıştı bile... Alphan'ın girişkenliği aralarında yıllar önce yaşanamayan bu aşkı yeniden başlatmıştı ama...

 

 

Ama Pars neden kalbinin üzerinde anlamsız bir sancıya sebep oluyordu. Niye nefesi yüzünü örterken midesinin içinde bir kasılma dolanıyordu ki. Günler önce onunla olan ilişkisini bitirmek neden ruhunu huzura erdirmemişti.

Loading...
0%