@nurdogru26
|
Keyifli okumalar bebeklerim♟️
Bölüm 27/ Temel içgüdü
♟️♟️♟️
NASYA "Bana seni hatırlattılar." Alphan, elinde tuttuğu kırmızı gülleri bana doğru uzattığında yüzümde sıcak bir gülümseme oluştu. "T-teşekkür ederim." Kollarımın arasına aldığım koca buketle beraber adımlarım salona doğru döndü. Yanımda sessiz bir gülümseme ile ilerlerken beraber içeriye girdik ve Begüm'ün güleç sesiyle bizi karşılamasını duyduk. "Daha dün akşam buradaydın." Kıkırtısı oturduğum koltukta içimi ısıtıyordu. Alphan yavaşça yanıma çöktü. "Şikâyetçi misin? Nasya'yı dün geceden sonra bırakıp gitmek içime sinmedi görmek istedim, olamaz mı?" Begüm kinayeli bir bakış attı ve oturduğu koltuktan kalkarak salonun kapılarına yöneldi. "Neyse ne, ben odamda olacağım." Yaptığı kısa açıklamayla saniyeler içinde gözden kayboluyordu. "Ben bunları suya koyayım." Yavaşça oturduğum koltuktan kalktığımda Alphan uzanıp elimi tuttu. "Otur lütfen. Merak etme, solarlarsa yeniden alırım." Gözlerinin içi parlarken okyanusun andıran bakışları yüzümde yorgun bir gülümseme oluşturdu. Henüz kalktığım koltuğa geri otururken Kollarımın arasındaki buketi dizlerime bıraktım. Dün gece yaşanan şeylerden sonra bugün kendimi boşlukta süzülürken buluyordum. Pars'ın öylece çekip gitmesi, benim yaşadığım o kırılma... Suçluluk duygusu ve rahatlama, aynı anda nasıl hissedilebilir ki? "Dün seni sıkmak istemedim, o yüzden hepimiz toparlanıp evlerimize geçtik." Alphan'ın sakin ses tonu yüzümde üzgün bir gülümseme yarattı. Fısıltılı sesimle "Evet." derken dün olanlar zihnimde birer birer tekrar ediyordu. Pars'ın yaşadığı o çaresizlik bana haz vermemişti aksine kendimi dünyanın en bencil insanı gibi hissetmiştim ama sevdiğimi hissetmediğim bir adamla kalmak ona da haksızlık olmaz mıydı? "Seni öyle ağlarken görünce, ne bileyim, kendimi suçlu hissettim. Sanki benim yüzümden gibiydi." Titreyen tonlaması gözlerimi yüzüne çevirmeme neden oldu. "Senin bir suçun yoktu aksine beni içinde boğuştuğum durumdan çıkarttın." Benden kaçırdığı gözlerini yerdeki halıda sabitledi. "Yine de ağlamanı asla istemediğimi fark ettim. Sanırım üzülmen canımı fazlasıyla yaktı." Söylediği şeyle ağırca yutkundum. Bana karşı böyle ilgili olduğunu tahmin bile edemezdim. İçimdeki heyecanın bir karşılığı vardı. Bu duyguların ondan cevap alabilmesi yanaklarımı utançla kızarttı. "T-teşekkür ederim." Sesim neredeyse ince bir ıslık gibi silikçe döküldü dudaklarımdan. "Ama itiraf etmem gerekecekse eğer..." Bedeni yavaşça bana döndüğünde yerdeki bakışları yüzümde durdu, elleri usulca benimkileri kavradı ve dikkatimi yüzüne çevirmeme neden oldu. "Nişanlı olduğunu bana söylediğinde boğazımda bir düğüm belirdi. Can sıkıcı, rahatsız edici bir histi fakat seni kaybettiğimi düşündüğüm o anlarda kalbinin boş olduğunu duymak, bencillik mi bilmiyorum fakat orada olabilmeyi düşlemek bile beni ansızın rahatlattı." "Alphan..." Utançla bakışlarımı yere kaçırdım. "Her şey çok yeni biliyorum ve ne kadar bunaldığını da dün gece o bahçede rahatlıkla gördüm. Ama..." Ellerimi yavaşça serbest bıraktığında parmakları saçlarıma doğru havalandı. Önüme düşen bir tutamı hassas bir hareketle kulağımdan geriye verdiğinde nefesimi heyecanla tuttum. "Ama ben bize bir şans vermeni istiyorum, bir şans. Belki de yıllar önce biraz cesur olsaydım elde edebileceğim bir şans." Saçlarımdaki parmakları çeneme kayarken yüzümü yavaşça kendine çevirdi. "Hakkım var mı, bilmiyorum ama benim yıllar önce cesaret edemediğim o şansı senden şimdi istiyorum. Benim için, bizim için cesur olabilir misin? Küçükken birbirlerine attıkları utangaç bakışlarla birbirlerini yıllarca unutmayan, unutamayan o iki masum çocuğa bugün bir şans verir misin Nasya? Bana bir şans verir misin?" Gözleri dolarken sesindeki titreklik kalbimin içinde bir sıcaklık oluşturdu. 'O küçük çocuklar... Birbirlerine sadece uzaktan bakıp hiç gerçekleşmeyecek hayaller kuran o güzel çocuklar...' "Alphan, ben korkuyorum." Ansızın ağzımdan dökülen bu kelimeyle kaşları usulca çatıldı. "Neyden korkuyorsun? Kimden?" "Öyle değil." Başımı iki yana salladım. "Korktuğum bir kişi değil, duygularımdan korkuyorum. Mahvedersem ne olacak? Geçmişi düşündüğümde yüzümde yayılan bu sıcak gülümsemeyi kaybedersem ne olacak?" "Kaybetmeyeceksin. Söz veriyorum." "Ya artık o kadar masum değilsek?" Genzim sızlarken yüzünü yavaşça benimkine yaklaştırdı ve alnını alnıma yasladı. "Gözlerinin içinde hala görebildiğim bir şey varsa o da lisedeki o masum çekingen kız, bir bankta oturmuş basketbol oynarken beni izliyor." Sıcak nefesi dudaklarımın üzerinde dolandı. Ağırca yutkunurken kendimi geri çektim. "Dün gece olanlardan sonra böyle bir şey yapmak..." Suçlulukla oturduğum koltukta kıpırdandım. "Olan bir şey yok ki Nasya. Sen ve Pars diye bir şey hiç olmamış. Nişanlandığınıza dair haberler nasıl bir anda yayıldı bilmiyorum ama sen kazayı yapmadan birkaç gün önce o adamın bir partide başka bir kadınla fotoğrafları yayınlanmış." Söylediği fotoğrafları hatırlıyordum, geri dönüş partisindeki kolundaki güzel kadından bahsediyordu. "Yani eğer kendini bu yüzden kötü hissedeceksen hissetme, o adam sana hiç saygı duymamış ki. Bana soracak olursan dünkü yalvarışları yalnızca takıntısından kaynaklıydı. Sen de fark ettin biliyorum, adam herhangi bir şeyi kaybetmeye tahammül edemeyen bir egoist. Yani eğer şimdi, onun yüzünden bizden vazgeçecek olursan sence de bu ikimize haksızlık olmaz mı?" Söylediği şeyler zihnimde teker teker dolandı. Hem fikir olduğum birçok nokta vardı ama Pars'ın bu yalvarışı sadece takıntı mıydı sahiden? İçinde hiç mi gerçek bir şeyler yoktu. Neden bunu düşünmek canımı sıkıyor? Onun, beni sadece herhangi bir şeyleri kaybetmeye tahammül edemediği için istemesi neden canımı yakıyor? Sonra Alphan'a bakıyorum. Güzel gözlerinin içindeki parıltıyla bana nasıl hayranlıkla baktığını görebiliyorum, duygularını ifade ederken nasıl sıcak ve içten olduğunu anlayabiliyorum. Bu şansı kaçırmak istiyor muyum gerçekten? "Dinle beni. Çıkıp bir kahve içelim ve konuşalım. Daha rahat bir yerde ve tarafsız bir bölgede, eskilerden bahsedelim biraz. Birbirimize hiç söyleyemediğimiz o hislerden konuşalım, sonrasında eğer hala tereddüt edecek olursan gitmekte özgürsün Nasya. Seni boğmam, beni Pars'la karıştırma. Ben, içimdeki hislerle sensiz yaşamaya devam ederim." Yüzündeki üzgün gülümseme ve tınısındaki içtenlikle başımı usulca salladım. Kendime bir şans vermeyi seçiyordum, bize bir şans vermeyi. İçimdeki bu heyecanı yok sayamazdım. Bunu kendime yapamam. "Üzerime rahat bir şeyler giyip geleceğim." Yavaşça ayağa kalktığımda kucağımdaki güllerle birlikte salonun çıkışına yöneldim. Yüzümdeki utangaç ifade ve kalbimdeki heyecanla merdivenleri birer birer çıkmaya başladım. "Tamam, ben de on dakikaya orada olacağım?" Begüm kulağı ile omuzu arasına sıkıştırdığı telefonla merdivenleri inerken üzerindeki deri ceketi dikkatle kollarından geçirdi. "'Tamam.' dedim baba, geliyorum." Kıkırtıyla yanımdan geçti ve birkaç basamak aşağıda durup telefonu kapattı. "Ben çıkıyorum, önce şirkete uğrayacağım ama sonra Gülce'yle alışverişe çıkacağız. Gelmek ister misin? " Telefonunu küçük kol çantasının içine bıraktığında başımı iki yana salladım. "Alphan'la kahve içeceğiz, size iyi eğlenceler." Söylediğim şeyle yüzünde huzursuz bir ifade belirdi ve indiği basamakları çıkarak yanıma doğru yaklaştı. "Senin hayatınla ne yapacağına karışmak istemiyorum ama sence de acele etmiyor musun? Tamam, biliyorum, Pars'tan bahsetmemi istemiyorsun ama..." "Begüm, lütfen cümleni tamamlama. Şu an hayatımda tanıdığım kimsem yok. Defne gitti. Sen çok iyi bir kardeşsin ama ben geçmişten yalnızca Alphan'ı hatırlıyorum. Onun yanında huzurluyum. Kendime de bir şans vermek istiyorum. Hepsi bu." Yüzümdeki umut dolu gülümseme onun da yüzünde sahte bir tebessüme neden oldu. "Umarım pişman olmazsın, senin için yalnızca bunu dilemekten başka şansım yok. Sadece bebek adımları at Nasya. Onları unutma, senin için en güvenli olan o bebek adımlarıdır." Uzanıp yüzümü yavaşça okşadı ve yanağıma bir öpücük bıraktı. "Şimdi gidiyorum. Babam hafta sonundaki kokteyle kadar şehir dışında olacak, yani ev bizim, koca iki gün boyunca belki bir şeyler ayarlarız?" Yavaşça göz kırptığında başımı yavaşça salladım ve topuklarının üzerinde geri dönüp neşeyle merdivenleri inişini izledim.
♟️♟️♟️
PARS "Efendim, günaydın." Davut'un soğuk sesi kulaklarıma doldu. Kapalı bilincimde sıkkın bir homurtuya neden olduğunda yeniden konuştu. "Bir saat içinde toplantınız var, uyandırmak istemezdim fakat..." Sustu. Sırtımın ağrısı ve hissettiğim ürpertiyle yavaşça toparlandım yer minderinin üzerinden. Şömine saatlerce yanıp sonunda sönmüş ve dağ evininin içini soğuğa teslim etmişti. Sıkkın bir nefes aldığımda ağırca kalktım ayağa. Başım zonkluyor, kaşım sızlıyordu ama aldırış etmedim. "Ne toplantısı?" Kırışan alnımla sorgulayıcı bakışlarım yüzünde dolandı. "Tetra Projesi için hükümetten izin almayı planladığınız toplantı." "Siktir! O bugün müydü?" Oluşturduğum sistemin ülke patentine sahip olabilmesi için birkaç huysuz adamı ikna etmem gerekiyordu. Hiç gitmek istemesem de bunu benim yerime yapabilecek kimse yoktu. Onları ikna edebilecek tek bir kalibre elemanım yoktu. Yalnızca ben varım, bin parçaya ayrılıp her yere aynı anda yetişmeye çalışan ben. Dün gece boktan bir ayrılık yaşamış olmamın hiçbir ayrıcalığı yok. Dinlenemem, duraksayamam, acı bile çekemem. İnsan değil bir makine gibi hissediyorum. Acıdan gebermek istiyorum ama buna bile hakkım yok. Öyle yorucu ki! Öyle sikik bir durum ki! "Sibel'i ara, notebooku alıp toplantının olacağı yerde benimle buluşsun. Konsey için hazırladığım beta sürümünü de yanında getirsin. Jest yapmadan bu adamları hiçbir boka ikna edemem. Acele et. Kısa bir duş alıp çıkacağım." "Peki kaşınız?" Gözleri yüzüme döndüğünde sıkkın bir nefes verdim. "Şeffaf yara bandıyla halledeceğim, dolapta olması gerek. Sen bana sert bir kahve hazırla, duştan çıktığımda hızlı bir ayılış için işime yarar." "Nasıl isterseniz efendim." Hızla arkasını döndü ve mutfağa doğru ilerledi. Gözlerim yorgunca dağ evinin içinde dolandığında bu sabah burada Nasya ile uyanmayı hayal ettiğimi anımsadım. 'Nasya ile... Dün gece avaz avaz bağırırken kalbimi bir değil bin bir parçaya ayıran kadın ile.' Canımın böyle çok yanması hiç normal değil. Elle tutulmayan gözle görülmeyen bir yara var ve durmaksızın sızlıyor, öyle ince ve öyle ulaşılmaz bir yerde ki müdahale bile edemiyorum. Nefes almak bile bu kadar güç gelirken gidip birilerinin karşısına dikelecek olmak can yakıcı. Bu dağ evinin zeminine uzanıp saatlerce hatta günlerce yerden kalkmak istemiyorum, belki haftalarca hiçbir insanla iletişim kurmak istemiyorum ama şimdi bir toplantıya katılacak kadar kendimi toparlamam gerekiyor. Güçlü durmam, omuzlarımı dikmem ve suratıma en sert ifadeyi takınmam gerekiyor. Benim için sızlandığım kadar zor olmadığını biliyorum. Bu çocukluğumdan beri yaptığım her şeyin bir benzeri. Ben hep maskeler ve demir zırhlarla dolandım. Günün birinde bir kadın zırhımı indirmemi sağladı ve edindiğim şey daha derin yaralar, daha büyük sancılar oldu. İşte şimdi sinsi bir virüsün içine sızdığı kod gibiyim, içeride her şey birbirine girdi. Gözden kaçan küçük bir aksaklık nelere sebep oldu, yılların çalışması çöp oldu. Olurdu... Yani eğer ben bir kod olsaydım Nasya zihnimin ölümüne sebep olarak varlığımı yok ederdi. Küçük bir boşluktan yararlanıp güvenlik duvarımı bertaraf ederdi. Ama ben bir insanım, güvenlik duvarımı kendi ellerimle indirdiğim bir kadının beni nasıl mahvettiğini bilsem de yıkılmam mümkün değil. Benim sorumluluklarımı taşıyan bir adamın, kendi acısına ayıracak bir dakikası bile olamaz. Adımlarım banyoya doğru dönerken kafamın içindeki uğultular sersem bedenimde tatsız ağrılara sebep oldu. Banyo kapısından girip yönümü lavaboya doğru çevirdim ve aynanın yanındaki dolabı açarak raftan kendime bir yara bandı aldım. Tezgâhın üzerine bıraktığım bantla birlikte uzanıp duş başlığını yerine taktım ve suyu açtım. Küvetin içi dolarken üzerimdeki gömleğin düğmelerini açmaya başladım. Kapanan gözlerimle zihnimde yayılan haykırış genzimi sızlattı. 'Seni istemiyorum.' Gömleği omuzlarımdan geri indirdiğimde parmaklarım pantolonumun kemerine yöneldi. 'Hatırlasam da bir şey değişmeyecek Pars! Aşk böyle bir şey değil, aşk bu değil.' Kemerimi açtığımda bacaklarımdan aşağıya bıraktığım pantolonla tenimde soğuk bir ürperti dolandı. 'Seni gördüğüm de anlamam gerekirdi ama anlamadım Pars, anlamadım işte.' Bilincimin bana sunduğu eziyete gözlerimi açarak bir ara verirken adımlarım küvete doğru döndü. Duvardan üzerime boca olan su ağrılı bedenimi sıcağıyla sararken kafamı yavaşça başlığın altına soktum. Sıcak su, açık yaraya ulaştığında acıyla sıktım çenemi. Ellerim saçlarımın arasından geçerken kapanan gözlerimin önünde siluet halinde beliren Nasya'yı görüyordum. Alphan'a bıraktığı kaçak bakışlarını, haftalar önce sadece bana attığı ahulu bakışlarını şimdi ona armağan edişini... "Saçmalama Pars!" Banyonun içine bıraktığım itiraz edici tınıyla kendimi saçma düşüncelerden uzaklaştırdım. 'Alphan'a karşı bir şey hissetmiyor, Defne'nin gazına gelme! Bunu en son yaptığında olanları hatırla, sakın.' "Sadece kafası karışık, çaresiz hissediyor. Öfkelendiğinde dilinin ne kadar zehirli olduğunu öğrenmiş oldum, hepsi bu. Zamana ihtiyacı var, hepsi bu." 'Kalbi bomboş. Kimse yok, orada kimse yok.'
♟️♟️♟️
NASYA "Seçkin'i hatırlıyorsun değil mi? Manyak bir müdür yardımcısıydı. Hahaha..." Alphan'ın içten kahkahasıyla elimdeki kahveden bir yudum aldım. "Hatırlamamam mı? Bana takıktı hatta. Bursluyum diye sürekli uğraşır dururdu." Histerik bir gülüşle sandalyesini öne doğru çekti. "O bildim bileli kibirli bir tipti. Bir keresinde fen dersinde öğrencilerin ona yaptığı şeyi duydun değil mi? Bir hafta okula gelememişti." Heyecanlı sesiyle bir sırrı paylaşıyor gibi kıpır kıpırdı. "Hayır, duymadım. Ne oldu?" Elimdeki bardağı masaya bıraktığımda dirseklerimi dayadım ve yüzümü avuç içime yasladım. "Bunun kurbağa korkusu varmış. Nasıl öğrenmişler bilmiyorum ama..." Büyük bir kahkaha attığında bende onun bu neşeli haline istemsizce eşlik ederek gülmeye başladım. "Ne?" dedim isyankâr bir sesle. "Söyle işte, çatlatma." Kıkırdarken kulaklarımda dolanan korna sesleri ile ikimizin de bakışları solumuzdaki yola döndü. Oturduğumuz kafenin yanındaki işlek cadde saatlerdir lüks araçlara ev sahipliği yaparken yaşanan birkaç trafik sıkışması olmuştu fakat bu kez yolun ortasında duran siyah spor arabada takıldı gözlerim. Işıklar çoktan yeşile dönmüş ve arkasında kuyruk olan araçlar öfkeli kornalar çalarken yanından hızla geçip gidiyordu. Neden hareket etmediğini anlayamadığım aracın şoför koltuğuna çevirdiğim gözlerimle Pars'ın öfkeli bakışları beni buldu. Yüzümdeki gülümseme silinip giderken öfkeyle oturduğumuz masaya baktığını gördüm. Rahatsız bir kıpırdanma ile sandalyede geri yaslandığımda hızla gaza yüklendi ve uzaklaştı. Öylece uzaklaştığını izledim bir süre. Alphan farkında değildi. Aracın içindeki adamın dün gece terk ettiğim adam olduğunun farkında değildi ama ben boğazımdaki yumruyla onu bugün görmenin tatsızlığını yaşıyordum. Alphan'ın neşeli sesi masada yeniden dolanmaya başladığında yüzümü ona çevirdim. Heyecanının sarı teninde kırmızı yanaklara sebep olduğunu gördüğümde dudaklarımda sıcak bir gülümseme oluştu. Uzanıp kahve bardağını elime aldığımda kendimi toparladım ve dikkatimi karşımdaki adama verdim.
♟️♟️♟️
2 Gün Sonra Hilton Oteli'nin girişi yüksek sosyetenin seçkin isimlerine ev sahipliği yaparken kokteyl salonundan dışarıya hafifçe sızan klasik müzik valelerin beklediği büyük altın kapılarda duyuluyordu. Kenan Sipahi'nin yakın dostlarına ev sahipliği yapacak olan bu gecede davetliler, yavaş yavaş salonu dolduruyor ve herkesten sır gibi saklanan bu kızı büyük bir merakla bekliyordu. Otelin biraz ilerisinde duran lüks bir cip, saatler öncesinden oraya kurulmuş ve içeri girip çıkanı dikkatle izliyordu. Uykusuz geçen gecenin ardından aldığı viskinin etkisi ile görüşü bulanıklaşıyor, avuçlarının arasında sıktığı direksiyonla Nasya'nın otele giriş yapmasını bekliyordu. Onunla baş başa son kez konuşabilmeye ancak cesaret edebilmiş ve bunu bu gece yapmaya karar vermişti. İki gün önce gördüğü manzarayı anımsayan Pars için sorulması gereken soru oldukça basitti. Nasya'nın vereceği cevaptan köpek gibi korkuyordu fakat hangi gerçek şüpheden daha çok can yakabilir ki?
______
2 Gün Önce
Dağ evinde geçen gecenin ardından Pars, bütün tükenmişliğini bir kenara bırakıp kısa bir duş alıp şirkete doğru yola çıkmıştı. Yapılacak olan büyük bir anlaşma ve uzun zamandır üzerinde çalıştığı bir yapay zekâ projesi vardı. Kendi haricinde kimsenin katılamayacağı bu toplantıda yerine geçip karmaşık sistemi basit bir dille anlatabilecek profesyonellikte kimse de yoktu.
Tam da bu sebepten bir gece önce yerin dibine batırılmış bu adam, âşık olduğu kadından duyduğu tüm o sözlere rağmen haricinde birinin bir sene altından kalkamayacağı travmadan bir gecede çıkmıştı. Çıkmıştı çıkmasına ama başka hiçbir çaresinin olmadığını bildiği içindi bu acıya ara veriş.
Aracı, Nişantaşı'nın can sıkıcı trafik ışıklarına takıldığında durdurduğu aracının içinde sıkkın bir nefesle sırtını geri yasladı. Gözleri trafik ışıklarına döndüğünde sarıya geçen ışıktan terse çevirdiği gözleriyle yeşil yanmasını beklemeye başlıyordu.
Uykusuz geçen gece ve bedeninde dolanan ağrının etkisi ile sol elinin avuç içini sertçe ensesine kaldırdı, boynunu esnetmek için sağa çevirdiği başıyla gözleri hiç ummadık bir manzarada tutundu.
Bedeni buz kesmiş, yeşile dönen ışıktan sonra arkasında çalınan kornaları duyamaz hale gelecek kadar dikkati dağılmıştı. Bakışları, sağ tarafında kalan kafenin kaldırımındaki süslü masalarda tutundu.
Karşılıklı oturan Nasya ve Alphan'ın içtikleri kahveyle kahkahalar eşliğinde bir şeyler konuştuklarını ve büyük bir keyifle Alphan'ı izleyen Nasya'yı gördü. Nasya; çenesinin altına yerleştirdiği eliyle, karşısında oturan Alphan'ın heyecanla anlattığı bir şeyi göz bebekleri parlarken izliyordu.
Pars; önce Nasya'nın yüzündeki gülümsemeyi ardından onda bu içten gülüşe sebep olan Alphan'ı izledi. Boynundaki eli yavaşça aşağıya inerken sağ avucunun arasındaki direksiyonu bütün gücüyle sıktı.
"Nasya..." Acı, gözlerini doldururken Defne'nin telefonda söylediği şeyi anımsıyordu. 'Nasya hala Alphan'a karşı boş değil.' dediğinde bu konuyu görmezden gelen Pars, şimdi itelediği gerçeğin gözleri önüne serilişini izliyordu. Üstelik dün gecenin hemen ardından.
Arkadan yükselen korna sesleri akmaya başlayan trafikte herkesin dikkatini onun üzerine çekiyordu. Alphan ve Nasya önlerindeki kargaşaya başlarını çevirdiğinde bir süre ne olduğunu anlayamıyorlardı. Siyah bir Porsche yolun ortasında durmuş ve etrafındaki arabalar ona öfkeyle korna çalarak yanından geçip gidiyordu.
Nasya'nın bakışları aracın içine döndüğünde Pars'ın karaları ile göz göze geliyordu. Yüzündeki gülümseme silinirken kendini dün gece yüzünden berbat hissediyordu. Yaşadığı sinir kırılması ile fazla ileti gitmişti ve bu ilişkiyi daha iyi bir şekilde bitirebileceğini anladığında kendini mahcup hissetmişti.
Pars'ın bakışları Nasya'nın gözlerinden ayrıldığında sol gözünden sessiz bir yaş aktı ve gaza yüklendiği spor arabayı asfalt yolda hızla sürerek gözden kayboldu.
_________ Katipoğlu gördüğü o manzaranın ardından ihtimallerle boğuşup geçip giden her günü ve her geceyi kendine zehretti. Şimdi o kadının gözlerinin içine bakarak sormak istediği tek bir soru vardı. Aklının kıyılarında dolanan, ruhunu cehennemin ateşlerinde harlayan tek bir soru... Davetliler çoktan otele giriş yapmış ve karanlık bütün İstanbul'u kasvetiyle kaplamıştı. Gece ilerlerken Pars'ın başı direksiyona düştüğünde otelin önündeki hareketlilikle başını yavaşça geri çekti. Nasya'nın aracı vale kapısında durduğunda Begüm'le gülüşerek aşağıya inişlerini görüyordu. Aracının kapısını yavaşça açıp aşağıya indiğinde Nasya'nın adımları kız kardeşi ile otelin kapılarından içeriye ilerledi. "Nasya!" Pars'ın sesi boş alanda yankılandığında içeriye henüz giren Nasya adımlarını yavaşlattı ve başını omuzunun üzerinden geriye çevirdi. Pars'ı kapının önünde gördüğünde yüzündeki gülümseme yavaşça silinirken Pars'ın bakışları karşısındaki kadının üzerinde gezindi. "Pars?" Nasya'nın şaşkın sesine Begüm'ün gergin bakışları eşlik ediyordu. "Konuşalım mı?" Dili dolanan Katipoğlu'nun sarhoş olduğu her halinden belli oluyordu. Begüm bu durumun yaşatacağı aksilikleri hesap ederek araya girdi. "İyi görünmüyorsun Pars, belki yarın daha müsait..." "Nasya. " dedi Pars gözlerini âşık olduğu kadının yüzünden bir saniye bile kaçırmazken. "Tamam." dedi Nasya bedenini tamamen arkaya döndüğünde. "Nasya, iyi gözükmüyor." Begüm kardeşinin kolunu tuttuğunda korkuyla fısıldadı. "Bir sıkıntı çıkmasın sonra." "Sen içeri gir, beş dakikaya geleceğim. Ona bunu borçluyum Begüm." Yüzündeki üzgün gülümseme ile günler önceki pişmanlığını telafi etmek istiyordu. "Şu an seni anlayabilir mi, bilmiyorum." "Bana zarar vermeyeceğini biliyorum. Yani merak etme." Sözleri, farkında olmadan içindeki eminliği diline vururken Begüm başını yavaşça salladı. "Alphan'la olan ilişkinizden bahsetme sen yine de." Uyarıcı fısıltısıyla Nasya'dan göz yummalı bir onay aldı. Arkasını dönüp otelin içine doğru ilerleyen Begüm gözden kaybolurken Pars arkasını döndü ve adımlarını aracına doğru çevirdi. Nasya'nın ardından gelişini, ayağındaki topukluların çıkardığı sesten anlarken beklemeden şoför koltuğuna bindi ve kapıyı kapattı. Nasya da aceleyle araca doğru ilerledi ve yan koltuğunda yerini aldığında arabada konuşacaklarına anladı ve kapısını kapattı. "Pars?" Bakışları şoför koltuğunda oturan adama döndüğünde onun çakmak çaksa havaya uçabilecek kadar sarhoş olduğunu görüyordu. Kendini suçlu hissederken Pars'ın bakışları ön camlardan otelin girişinde tutunuyordu. Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. Gözleri dolarken görüş alanı bulanıklaştı. Adını bu kadından duymaktan ne büyük bir keyif duyduğunu düşündü. "Konuşacak mısın?" Nasya oturduğu koltukta huzursuzca kıpırdandı. Uzanıp Nasya'nın üzerine doğru eğildiğinde genç kız tedirginlikle geri çekildi. Burun buruna geldiklerinde Pars'ın bakışları Nasya'nın yüzünde gezindi. Ellerinin arasındaki emniyet kemerini hızla çekip onu koltuğa bağladığında Nasya şaşkınlıkla olan biteni sorguluyordu. "Ne yapıyorsun?" "Konuşacağız." dedi Pars dişlerinin arasından baskın bir fısıltı bıraktığında. Arabanın kapılarını kilitledi ve hızla çalıştırdığı arabayla otelin önünden uzaklaştı. "N-ne yapıyorsun?" Nasya'nın şaşkın sesi Pars'a ulaşırken ondan hiçbir cevap alamıyordu. Sadece ana yola çıkan aracı büyük bir dikkatle sürmeye çalışışını görüyordu. "Pars saçmalama! Geri dön! Herkes beni bekliyor." Korkuyla aracın kapısını zorladığında kilitli araba giderek daha da hızlanıyordu. "Pars yavaşla. Çok hızlı sürüyorsun." Korkuyla sırtını koltukta geri yasladığında bakışları Pars'ın üzerinde gezindi. "Çok sarhoşsun sen. Ne yaptığını bilmiyorsun." Onu ikna etmek için gevelediği şeylerle sessizliği bölüyordu. "Sana bir şey olmasına izin vermem! Korkma yani." Öfkeli sesi aracın içinde yayılan Katipoğlu, bakışlarını önünde akan yolda dikkatle tuttu. " 'Konuşacağız.' dedin Pars! İnsanı pişman ediyorsun. Geri götür beni! Delirdin mi, ne yapıyorsun sen ya!" Elini kapı kulpuna uzattığında avuçlarının arasındaki kulpu sıkıca kavradı. "Delirmedim. " "Emin misin?" "İnan bana, bu delirmiş halim değil." "Pars, lütfen geri dön! Korkutuyorsun beni ya!" Bağırışı arabanın içinde yankılandığı sıralarda araç dağ evinin toprak yolunda keskin bir frenle durdu. "Korkmana gerek yok Nasya Sipahi. Sadece konuşacağız." Aracın kapılarını açıp aşağıya indiğinde etrafını dolanıp Nasya'nın kapısını açtı. Kemeri hızla çıkardığında geri çekildi ve inmesi için bekledi. "Neresi burası?" Nasya'nın korkulu bakışları dağ evinin üzerinde gezindiğinde gecenin bir vakti ormanın ortasındaki bu evi yalnızca etrafındaki ışıklar aydınlatıyordu. Kapısının önünde duran gölgeyi gördüğünde bunun Davut olduğunu görüyordu. "İn aşağıya Nasya, konuşacağız." Uzanıp elini tuttuğunda Nasya öfkeyle geri çekti kendini. "Ruh hastasısın sen ya! İnsan gibi konuşalım diye bir şans veriyorum sana! Dağa mı kaldırıyorsun beni!" "İn Nasya!" Sertçe kolunu kavrayıp araçtan aşağıya çekiştirdiği Nasya'yı kararlı adımlarla dağ evine doğru sürükledi. "Ya bırak! İmdat!" Nasya'nın bağırışını ya da çırpınışını umursamayan Pars, açtığı kapıyla beraber içeriye kadar sürüklediği kadını ileriye doğru savurdu. "Bağır. İstediğin kadar bağır! Kimse duymayacak! Nereden biliyorsun diye sorma!" Kinayeli bağırışı ile arkalarında kalan kapıyı sertçe kapattı. "Pars, lütfen." Nasya dolan gözleri ile etrafı tararken korkuyla yeniden fısıldadı. "Gerçekten korkuyorum artık, dur ya!" Pars sırtını az önce kapattığı kapıya yasladı. "De ja vu." dedi yüzündeki buruk gülüşle. "Sen hatırlamazsın ama buraya geldiğin ilk seferinde de bana böyle korkuyla bakıyordun." Bakışları Nasya'nın üzerindeki payetli gece elbisesinde gezindi. "Tabi o zamanlar üzerinde böyle bir elbise yoktu." "Ne yapacaksın, bana ne yapacaksın?" Korkulu ses titrerken Pars'ın inanamaz gözleri Nasya'nın yüzüne döndü. "Ne sanıyorsun? Sana ne yapacağım sanıyorsun?" Adımları korkuyla sızlanan Nasya'ya doğru ilerlediğimde dibinde durduğu kadının güzel yüzüne doğru kaldırdı ellerini. "Sana kıyabilir miyim ben? Seni öldüreceğini bile bile sana iznin olmadan dokunur muyum Nasya?" Dolan gözleri Nasya'nın ağlamaklı karalarında gezindi. "Ne istiyorsun o zaman, ne?" Nasya'nın kirpiğinden süzülen yaş, yanaklarını saran iri avuçların içinde kaybolduğunda Pars yavaşça dudaklarını Nasya'nın alnına bastırdı ve gözlerini sıkıca yumup içine derin bir nefes çekti. Sevdiği kadının güzel kokusu ciğerlerine dolarken ellerinin arasında nasıl titrediğini hissedebiliyordu. Amacı bu değildi, onu korkutmak değildi. Aynı hatayı tekrar etmemek için rahatça konuşabilmek istemişti sadece. Ateş'le onu bungalovda görüp yanlış anladığında aralarına ölüm uykusu girmişti. Yine aynısı olsun istemediği için buradalardı. Kırılan gururuna, gördüğü mahvedici tavra rağmen buradalardı. Çünkü eğer Nasya yalnızca hatırlamadığı için Pars'ı istemiyorsa Pars bir yolunu bulurdu. Zaman mı istiyordu, tüm zamanları verirdi bu kadına; mesafe mi istiyordu, uzaktan izlerdi, Hiç önemi yoktu. İlgisinden mi bunalmıştı, resmiyle de avunurdu. Ama eğer... Olup biten her şeyin sebebi Alphan'a duyduğu hislerse, kalamazdı. Uzaktan onlara bakamazdı. Bu kadının bir başkasına âşık olmasını kaldıramazdı. "Söyle bana Nasya." Dudakları genç kızın alnını okşarken sıcak nefesi yüzünde yayılıyordu. "Söyle bana." Geri çekilip alnını alnına yaslamak için boynunu eğdi ve yüzlerini aynı hizaya getirdi. "Neden? Beni neden istemiyorsun, söyle." Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. "Bunalttığım için mi? Çok mu üzerine geldim, çok mu sıktım seni? Bu yüzden mi?" "Pars hala aynı şey mi, niye anlamıyorsun?" "Anlıyorum, ben seni anlıyorum bir tanem. " Elleri Nasya'nın yüzünde yavaşça gezinirken ıslak yanaklarını silerek okşadı. "Ailenle vakit geçirmek istiyorsun, beni unuttun ve hatırlamak için zaman istiyorsun. Her şey üst üste geldi, görüyorum. Görebiliyorum meleğim. İstediğin zaman mı, hepsi senindir. 'Git beş sene sonra gel.' de, beş sene sonra aynı gece burada seni bekliyor halde olurum. Ama bana asıl sebebi söyle. Bana gerçeği söyle." "Madem beni böyle iyi anlıyorsun..." dedi Nasya ağırca yutkunurken. "O zaman neden seni sevmediğimi göremiyorsun?" Gözleri titrerken söylediği sözler nedensizce kendi canını da yakıyordu. Bu adamı sevmediğini biliyordu. Kalbi Alphan 'a aitti hatta ilişkileri başlamıştı bile. Alphan'ın girişkenliği aralarında yıllar önce yaşanamayan bu aşkı yeniden başlatmıştı. Ama Pars neden kalbinin üzerinde anlamsız bir sancıya sebep oluyordu? Niye nefesi yüzünü örterken midesinin içinde bir kasılma dolanıyordu ki? Günler önce onunla olan ilişkisini bitirmek neden ruhunu huzura erdirmemişti? "Bak bana Nasya." Yüzünü Nasya'nın alnından geri çektiğinde acıyla dolan gözleri yanaklarını yakıyor, dolgun dudaklarını ve dudak çevresini kızartıyordu. "Bak bana. Beni sevmeyen bir kadının peşinden koşabilecek bir adama benziyor muyum? Söyle bana; seni bilmesem, beni bilmesem karşında böyle küçülür müyüm? Şimdi anlamıyorsun ama bir gün anlayacaksın. Bana söyledin ya 'Gururun nerede senin?' diye, ben onu seni kaybedeceğimi düşündüğüm o hastanenin koridorunda bıraktım. Çünkü gururdu bizi o raddeye getiren. Birbirimizi dinlemedik, arkamızı döndük. Yine aynısı olmasın diye buradayım." Avuçlarının arasındaki yanakları usulca okşarken devam etti. "Ben seni göremedim, sen beni göremedin. Ama şimdi buradayız, ikimiz de buradayız. Hatırlamadığın o geçmişte seni kaybetme korkusunu yaşadım, hatırlamadığın o geçmişte beni kaybetme korkusunu yaşadın. Şimdi yeniden aynının olmasına izin vermem." "Pars." Yüzünü sıkıca kavrayan ellerden geri çekildi. "Ben seninle yapamam. Bir şey hissetmediğim bir adamla yapamam." " 'Bekle.' de o zaman bana. 'Kalbim bomboş Pars, sadece kendimi toparlıyorum.' de. Söyle hadi." Nasya'ya doğru bir adım atıp aralarındaki mesafeyi kapattığında çaresizlikle kavradı yüzünü, elleri saçlarına doğru kalkarken titreyen sesi ve sessiz yaşlarıyla yineledi sorusunu. "Söyle hadi. 'Kalbim bomboş.' de. 'Seni sevmiyorum.' de. 'Kimseyi sevmiyorum Pars.' de bana." Dudaklarını Nasya'nın alnındaki yara izine bastırdığında sessizce kokusunu içine çekti yeniden. "Diyemem." dedi Nasya titreyen korkulu bir sesle. Pars'ın gözleri dağ evinin içine açıldığında ağırca yutkundu, âdemelması usulca hareketlendiğinde yavaşça geriye çekti kendini. Yüzünde inkâr edici bir gülümseme oluşurken başını iki yana salladı. Gözleri şimdi daha hızlı doluyor ve gözyaşları yanaklarını peşi sıra yalayarak süzülüyordu. "Alphan 'a bir şey yapma. Yalvarırım." dedi Nasya korkulu gözlerle. Pars'ın adımları geriye doğru çekilirken başını yavaşça iki yana sallandı. Görüşü bulanıklaşırken acı nefes alışını zorlaştırarak dudaklarını aralamasına sebep oluyordu. "Yapma." dedi zar zor duyulan bir fısıltı ile. "Bana bunu yapma." Pars delirmiş gibi gülmeye başlarken Nasya, anın şaşkınlığıyla kendini açıklamaya çalıştı. "Bak, biz onunla çok önceden tanışıyorduk. Okuldan beri, anlıyor musun? O zamanlar cesaret edemedik, fırsat olmadı ama şimdi birbirimize bir şans verdik Pars." Gözleri dolarken karşısındaki adamın çektiği acıyı nasıl olur da böyle içten hissedebildiğini sorgularken buldu kendini. "Bu yüzdendi, bu yüzden." Pars'ın sırtı odanın duvarına yaslanırken Nasya biraz olsun telafi edebilmek adına bir şeyler geveledi. "Bak, sen harika bir adamsın. Bütün kadınların hayalini kurduğu her şey sende var. İlgilisin, çok yakışıklısın ama benim için bir önemi yoktu. Özür dilerim. Beni hep korumaya çalıştın, yanında hala güvende hissediyorum, saçmalık belki ama şu an burada bana hiçbir şey yapmayacağını biliyorum fakat aşk denen bu şey eminlik duygusu değilmiş Pars. Aşk heyecanmış, bilinmezlik... Ve benim kalbim bunun için Alphan 'ı seçti. Üstelik şimdi değil, yıllar önce yaptı bunu." "Sus Nasya." Pars'ın adımları dağ evinin kapısına dönerken Nasya devam etti. "Bana bakarken gözlerin parlıyor, sesin titriyor. Benim de ona bakarken aynı oluyor." "Nasya sus." Pars'ın gözleri öyle sıkı kapandı ki uzun kirpikleri göz çukurlarında kayboldu. "Onu seviyorum. Elimde değil." "Nasya!" Sesi bir yakarış gibi çıkarken kulaklarına doğru yükselen elleriyle kendini söylenen şeyleri duymaktan kurtarmak istedi. Bilinci duymazsa kabul ettirmezdi ona bu gerçeği. Kabul edilmeyen hiç bir gerçek de bu kadar can yakmazdı. "Anlattığın tüm o şeyler, yaşadıklarımız... Hiç biri benim için yaşanmadı. Çünkü ne seni sevdiğimi hatırlıyorum ne de kaybetmekten korktuğumu." Pars'ın avuç içleri öyle kuvvetli bir baskı uyguluyordu ki kulaklarına. Bedenindeki çaresizlik onu inkâr ettiği gerçeğe sürüklerken o, bu soruyu sorduğu için köpek gibi pişman oluyordu. Çünkü bu andan sonrası yoktu. Bu andan sonra Nasya yoktu. Hayatını anlamlı kılan o kadın yoktu. O kendini başka bir adama adamıştı. Pars'a sadece acıyordu. Hissettiği yoğun ilgiyi takıntı olarak görüyor ve bu takıntıdan korkuyordu. " Özür dilerim, seni üzmek istemedim ama gerçek bu." Elleri kulaklarından yavaşça geri çekildiğinde kolları iki yanına düştü. Kızaran yüzü ve yorgun bakışları Nasya'ya döndüğünde ona son kez baktı. Doya doya bakmaya yetmeyecekti ama bakabildiği kadar baktı. "Üzgünüm." dedi Nasya. Bu kelime Pars için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Ne için üzgündü? Pars'ı sevmediği için mi, sevemediği için mi? Lise aşkını gördüğünde Pars'ı herkesin içinde yerin dibine sokarken hiç bir çekince duymadığı için mi? Gözlerini Nasya'nın yüzünden ayırdığında bedenini ana kapıya doğru döndürdü. Önünde durduğunda geriye kadar açtığı kapıyla bakışları kapının önünde duran Davut'a döndü. "Pars Bey." dedi Davut şaşkınlıkla onun kızaran yüzüne bakarken. "Otele geri bırak." Söylediği sözle ardına bakmadan çıktı dağ evinden. Adımları aracına doğru ilerlerken omuzları koca bir binayı sırtlamış gibi çökmüştü. Hissettiği öfke ruhunda acıyla karşılık buldu. Bu, bir kadının karşısında ilk kaybedişiydi. Son olmasına o an karar veriyordu, son olmalıydı. Ruhunda yayılan karanlıkla attığı her adım onu yavaş yavaş yeniden duygusuz, bencil, umursamaz, intikamcı ve başarı açlığı çektiği kişiliğine geri döndürüyordu. Nasya'dan uzaklaşmak için attığı her adım, içindeki karanlığı yeniden diriltiyordu. Attığı her bir adımla aşkın kollarından karanlığın kollarına doğruca sokuldu. Kulaklarının yamacında dolanan kadının sesi ile henüz açtığı aracın soğuk kapısını avuçlarının arasında ezdi. "Alphan'ın bir suçu yok Pars. Ona bir şey yapma." Koyu kahveleri yerini kızıllara bırakmışken bakışları omuzunun üzerinden geriye döndü ve Nasya'yla göz göze geldiler. "Lütfen." Nasya, başını yalvarırcasına yana eğerken gözleri kendine yaşlı gözlerle bakan adamın yüzünde gezindi. Onun ne kadar tehlikeli bir adam olduğunu öğrenmişti. Düşmanlarını nasıl yok ettiğini, önündeki engelleri ortadan birer birer kaldırışını, namını duymuş olmanın verdiği korku ile sevdiği adamın zarar görmesinden korkarak yineledi. "Ona dokunma." Pars'ın eli öfkeyle sıktığı kapıdan geri çekildiğinde duyduğu bu yakarışla göğüs kafesinde ince bir sızı yankılandı. Sevdiği kadının yüzünde gezindi bakışları saliseler arasında. Ağlayan kızarık gözlerinde ve dağılan saçlarında... Uğruna her şeyi feda edeceği kadın, ondan; sevdiği adama zarar vermemesi için çaresizce medet umuyordu. Hak ettiği sevginin bu kadın tarafından başka bir adama verilişine bakıyordu. O gözler Pars için ağlamalıyken Alphan için ağlıyordu. O sevgi kendine verilmeliyken Alphan'a veriliyordu. O an anladı. Bu geceyi asla unutmayacağını anladı. Bu kadın her şeyi hatırlasa bile ruhundaki bu derin yaranın sızısı asla durmayacaktı. Bu ıstırapla yaşayıp yine bu ıstırapla öleceğini o zaman anladı. Adımları dağ evine doğru döndüğünde Nasya üzerine hızla gelen Pars'ı gördü ve korkuyla bir adım geri atarak sıçradı. Yüzü, suratında acıya yer veren adamın iri ellerinin arasında kaybolurken dudaklarının üstü Pars'ın sıcak nefesiyle kaplandı. Keskin viski kokusu ıslak dudaklarının arasından Nasya'nın damağına yayılırken bedenindeki kasılma ile midesinde ansızın uçuşan kelebekler, kendini içinde bulduğunu durumun afallamasına teslim etti. Dudaklarında çaresizce tutunan adamın öpüşündeki açlığı fark etmeye başladı fakat daha çok öfke vardı bu temasta. Dudaklarına ısırıklarla bırakılan öpüşlere istemsizce karşılık verirken tüm renklerin soluklaştığını fark etti. Bütün sesler susmuştu. Dışarıda karanlık ormanın içindeki cırcır böcekleri bile susmuştu, sadece Pars vardı. Onun sıcak nefesi, yüzünü kavrayan iri elleri ve kasıklarında bıraktığı sancılı yanma. Nefes nefese geri çekilen adama şaşkınlıkla baktı, alnını kendi alnına yaslayışını izledi. Saatler önce özenle sürdüğü bordo rujunun şimdi bu adamın dudaklarında ve çenesinde tutunduğunu görüyordu. Onun aldığı sert soluklar yüzüne düşen saçları uçuştururken bacaklarını bir birine çaresizlikle bastırdı. Kasıklarında tutunan muhtaçlık az önce başka bir adamı sevdiğini itiraf ettiği Pars'a karşın artıyordu ama bunun farkındalığını kabullenmek istemedi. Pars nefes nefese geri çekildiğinde gözleri Nasya'nın kırmızı rujunun dağıldığı dudaklarda dolandı. İri parmakları çenesine doğru kalktığında sıkıca sardığı çeneyle başparmağını sertçe Nasya'nın dudaklarının üzerinde gezdirdi. Dişlerinin arasından bıraktığı fısıltı, iri dudaklarına bulaşan kırmızı rujlu ağzından döküldü. "En acısıda ne biliyor musun? Seni artık istesem de affedemem." Sözlerinin ardından geri çekildiğinde daha fazla beklemeden aracına doğru ilerledi ve dağ evinin toprak yolunu toza bulayarak gözden kayboldu. Nasya hissettiği çaresizlik ve karmaşayla duyduğu son kelimede kalmıştı. İçinde ansızın tutuşan ateşin yanışıyla yanakları kızarmış ve nefesleri düzensizleşmişti. Gözleri; kendine bu sancıyı armağan eden adamın ardında bıraktığı toz bulutunda tutundu.
♟️♟️♟️
NASYA Dikkatle kullanılan aracın içinde yalnızca sessizlik hâkimken bakışlarım Davut'un üzerinde gezindi. Tavan aynasını açıp yüzüme bir çeki düzen vermek istedim. Bu gece olanları kimseye anlatıp tat kaçırmayı düşünmediğim için biraz dolanıp geri gelmişiz gibi yapmaya karar veriyordum. Aksi halde Kenan Bey ve diğerlerinin bütün gecesini mahvederdim. Gözlerim aynaya döndüğünde suya dayanıklı maskaranın en iyi yanı ağlayınca akmaması oluyormuş diye düşündüm. Bakışlarım çeneme yayılan rujuma döndüğünde az önce ansızın gelen öpücüğün düşüncesi bile kasıklarımda harekete neden oluyordu. Bunu kendime itiraf etmek bile iğrençti. Kalbim bu adamı hatırlamıyor fakat bedenim özlem mi duyuyor yani! İyice çığrından çıktı bu iş. Bu geceden sonra bir daha arkaya dönüp bakmak yoktu. "Islak mendilin var mı?" Bakışlarım şoför koltuğundaki Davut'a döndüğünde eliyle torpidoyu gösterdi. Açtığım torpidoyla birlikte küçük ıslak mendil paketini çekip aldım elime, içinden çıkardığım mendille yavaşça çenemin üzerinde yayılan rujun kalıntılarını temizlerken Davut'un telefonu çalıyordu. Dikkatimi kendimde tuttuğumda dudaklarımdaki ruju tamamen silmeye karar veriyordum. "Şuan müsait değilim Selim." Tek düze çıkan sesiyle bıkkın bir nefes verdim burnumdan dışarıya. "Ne saçmalıyorsun lan sen?" Bağırtısı arabada dolandığında aracı hızla sağa çekti. "Selim bu işin şakası olmaz! Ne diyorsun sen?" Bağırtısı arabada yankılandığında ne kadar paniklediğini görebiliyordum. "Kapat lan kapat, geliyorum! Sakın o iti bir yere bırakma!" Kapattığı telefonu hızla aracın önüne fırlattığında öfkeyle yeniden kaldırdı aracı. Yüzümü şekle soktuktan sonra kapattığım aynayla avuçlarımın arasındaki ıslak mendili yavaşça buruşturdum. "İyi misin?" Merakıma yeniliyordum. Suratı havuç gibi kızarmıştı ve aracın hız ivmesi giderek yükseliyordu. "Öncesinde bir yere uğrayacağız. Uzun sürmez." Bir robot gibi tek düze çıkan sesiyle bıkkınlıkla ofladım. "Zaten çanta gibi ordan alıp oraya bırakıyorsunuz! Sanki kabul etmesem saygı duyacaksın!" Ellerimi gövdemde birleştirdiğimde huzursuzca kıpırdandım. "Kısa sürecek efendim." dedi sıktığı dişleri ile. Bana karşı saklamaya çalıştığı bir tahammülsüzlük vardı ama nedenini bilmiyorum. Araç küçük müstakil bir evin bahçesinden içeri girdiğinde hızla aşağıya indi. Bakışlarım ışıkları yanan evin önündeki karmaşaya döndüğünde genç bir adamın iki kişi tarafından zorla zapt edilmeye çalışıldığını görüyordum. "Ne oluyor be?" Şaşkınlıkla Davut'a dönen gözlerimle onun genç çocuğu yerden tek hamlede diktiğini gördüm. Belindeki silahı çektiğinde korkuyla açıldı gözlerim. "Ne yaptın lan sen!" Silahını alnına yasladığı genç adam öfkeyle kendini boğazını saran kollardan kurtarmaya çalışıyordu. Kapımı yavaşça açtığımda sessizce aşağıya indiğimde solumdaki koruma bana doğru gelmesi alnımı kırıştırdı. "Yenge sen arabada kal." "Yenge ne be?" dedim terslercesine. Bakışlarını yere indirdi. "Pardon, Nasya Hanım diyecektim." "Ne yaptın sen Koray! Ne yaptın lan sen! Ben bunu Pars Bey'e nasıl açıklayacağım lan!" Davut'un bağırtısı ile dikkatimi yeniden o tarafa çevirdim. "Sevdim lan sevdim!" dedi çırpınan çocuk avazı çıktığınca. "Senin sevgine sıçarım! Kendi piçini Pars Bey'e mi kakalayacaktın lan! Söyle, aklından ne geçiyordu!" Davut'u ilk kez böyle öfkeli görüyordum. Hastanede oldukça sakin ve saygılı görünen bu adamın içinden bir canavar çıkacağını kim tahmin ederdi. "İndir silahını Davut." Duyduğum kadın sesiyle başım adamların arasında varlığını henüz farkettiğim sarışın kadına döndü. Uzun boyu, güzel vücudu ve uzun sarı saçları ile kendinden emin bir ifade ile Davut'a doğru ilerledi. "Onu Pars'a bırak. Sen, Deniz ile ilgilen." Verdiği emirle Davut'un başı yanında duran kadına döndü. "Sofia Hanım, bu itin hakkı ölümdür!" Avazı çıktığı kadar bağırıyordu. "Pars birazdan burada olur, söylediğimi yap! Sokun içeriye. Bırakın gelsin, kararını kendi versin." Adının Sofia olduğunu öğrendiğim kadın sanki bu adamların efendisi gibi bir diklikle duruyordu orada öylece. "Ona kim haber verdi?" dedi Davut şaşkınlıkla. Elleri göğsünde birleşen kadının yüzünde memnun bir gülümseme oluştu. "Ben tabi ki." "Neden önce bana gelmediniz?" Dedi Davut hesap sorucu bir ifadeyle. "Sen neden benden önce çözemedin Davut? Deniz'in karnındaki çocuğun Pars'tan olmadığını, kapısına bağladığın köpeklerle çiftleşmeyi seven bir varoşu içeride tuttuğunuzu sen niye çözemedin?" 'P-Pars'ın çocuğu mu? Pars'ın bir çocuğu mu vardı?' Şaşkınlıkla aralanan dudaklarımla garaj yoluna giren siyah Porsche önümde hızla durdu. Pars durdurduğu arabadan öyle hızlı inmişti ki varlığımı fark etmiyordu bile. Bense dakikalar önce yanımda olan adamı yeniden gördüğümde içimde sebepsizce oluşan heyecanı bastırdım. Ona bakınca artık hastanede bana aşkını itiraf eden adamı görmüyordum. Bir öpüşü ile dengemi bozuşunu anımsıyordum. 'Kendine gel Nasya.' "Davut!" Pars'ın öfkeli bağırtısı bahçede yayıldığında evin ana kapısı genç bir kız tarafından açıldı. Korkuyla ağlayan güzel bir kız eşikte öylece durmuş kendine doğru gelen Pars'a bakıyordu. "Ö-özür dilerim." Genç kızın titreyen sesiyle eş zamanlı Pars'ın saçlarını kavrayışı bir oluyordu. Korkuyla sıçradım. Gözlerim öyle büyümüştü ki olan biteni hayretle izliyordum. "Ne sandın lan! Senin piçine soyadımı mı verecektim, ne sandın!" Kızı öfkeyle bedenine çarptığında sertçe alnını onunkine vurdu. Bu az önce karşımda çocuk gibi ağlayan o âşık adam olamazdı. Hakkında söylenen şeylerin gerçeğini gözlerimin önünde görüyor olmak korkulu bir yutkunuşa sürükledi beni. "Bebek senden, yemin ediyorum senden." Ağlayan bu kızın yalvaran sesiyle zihnim gözlerimin önüne bir görseli getirdi. Gazete haberindeki, Pars'ın kolunda kameralar karşısına geçtiği kızın ta kendisiydi. Bu, o 'gizemli güzel' diye başlık atılan haberdeki kızdı. 'Kızı hamile mi bırakmış? Pislik.' Bir de aşktan bahsediyordu! Ben sırf ona ihanet sayılır diye Alphan'a tereddütle yaklaştım. Ne salakmışım! "Deniz! Deniz!" Pars'ın hayvansı bağırtısı ile Sofia denen kadın yavaşça elini Pars'ın omuzuna doğru uzattı. "Bırak değmez." dedi iğrenti dolu bir ifadeyle. 'Sen kimsin?' Sorgulamadan edemiyorum. Neden böyle ilgilisin bu konuyla. "Seni öldürmeyeceğim Deniz! Seni öldürmeyeceğim! Benden önceki beş parasız hayatına geri fırlatacağım! Çıktığın o çöplüğe döneceksin!" Kızı geriye doğru savurduğunda söyledikleri benim bile ağrıma gidiyordu. Anlaşılan onu da bok gibi bir hayatın içinde bulup kendine sevgili yapmıştı. Aptal Nasya! Sonun böyle olabilirdi, aptal! Seni de boktan bir hayatın içinden koparıp kendine almış işte! Ben nasıl inanırım böyle bir adama aklım almıyor. Bir de seni arzuladım ben az önce ya! Midesiz miyim ben! "Pars ne olur!" Deniz denen kız, Pars'ın ayaklarına kapanırken kollarını bacaklarına doladı. "Senden başka kimseyi sevmiyorum. Hata yaptım. Hata yaptım." Öyle içli içli ağlıyordu ki haline acıyordum, öyle ki bu acı genzimi sızlattı. "Davut!" Pars paçasını geri çektiğinde kıza bildiğin bok muamelesi yapıyordu. Şaşkın bir öfkeyle Davu'ta söylediklerini dinledim. "Götür babasının kapısına at! Bir inek karşılığında yeni bir ihtiyara satsın bunu!" "Pars." Deniz yeniden ayakkabılarına sarıldı. Pars hızla eğilip saçlarını kavradığı genç kızı avucundaki tutamlardan güç alarak ayağa kaldırdı. "Seni seviyorum, sadece seni Pars." dedi genç kız acıyla inlerken. Pars yüzünü onunkine doğru eğdi. "Ne sevgisi lan! Sevgi böyle ucuz bir şey mi? Başkasının kollarına gidebilecek kadar kolay mı? Siz kadınların sadakat konusundaki derdi ne lan! Bu kadar kolay mı oğlum! Başka bir adamın kollarına atlamak bu kadar kolay mı?" Davut'a doğru savurduğu kız hıçkırıklara boğuluyordu. "Hata yaptım. Hata!" Arabaya sürüklenirken Pars'tan ayrılmamak için diretiyordu. "Pars." Sofia denen kadın yeniden ona doğru ilerledi ve öfkeden titreyen sol elini avuçlarının arasına dikkatle aldı. Huzursuzca kıpırdandım. "Sadakati yanlış kadınlardan bekledin." Söylediği sözle ağırca yutkundum. Taş neden bana gelmiş gibi hissettim, bilmiyordum. Ama bu kadında ruhumu rahatsız eden bir şey vardı. "Sen misin doğru kadın?" Pars'ın bakışları elini saran avuçlarda boş boş dolandığında yüzünde alaylı bir gülüş oluştu. Parmaklarını Pars'ın parmaklarının arasından geçirdi. "Benim." 'Resmen ağzının içine düşüyor.' 'Sana ne? Zaten istediğinde bu değil miydi? Başkasına kafayı taksın senide Alphan'ı rahat bıraksın...' 'Öyle.' Pars avuçlarının arasındaki ellerden çekti ellerini. "Selim." "Emredin efendim." dedi tedirgin bir sesle. "Koray'ı memleketine gönder." dedi Pars tatsız bir sesle. "Ama efendim bu şerefsiz Deniz Hanım'ın kanına girmiş!" Selim denen adam öfkeyle ileride kafasına silah dayanan çocuğa bakarak öfkeyle hırladı. "Kanına sahip çıksaymış Deniz Hanım! Gördüğü ilk heyecanın üzerine atlamasaymış o zaman! Bana ait kalmayı becerebilseymiş! Sıçtırtma ağzına lan, ne diyorsam onu yap!" Bağırışı beni sardığında nedensizce kendimi kötü hissediyordum. Burada olduğumu bilmiyordu ama sözleri bu gece yaptığımız konuyu öylesine içine alıyordu ki tuhaf bir şekilde rahatsız hissettim. "Teşekkür ederim Sofia." Pars bedenini Sofia'ya döndüğünde bu kadının onun yüzüne nasıl aşkla baktığını yeni fark ediyordum. Aşkla... Tıpkı O'nun bana baktığı gibi ona bakan bir kadın vardı etrafında fakat ilgisini karşılıksız bırakıyordu. "Aptal yerine konulmana dayanamazdım Pars. Geçmişte ne olduysa oldu, bugün sen istemesen de arkanı kolluyor olacağım." Sesindeki şefkat nedensizce sinirlerimi gerdi. "Ben istemesem bile." Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. "Sen istemesen bile. Sen beni değil de o garson kızı seçtin fakat ben hep burada olacağım Pars, hep arkanı toparlayacağım. Kayıp olan tüm o yıllar boyunca yapamadığım her şeyi senin için seve seve yapacağım." 'Kapıldı.' 'Kes be sesini.' 'Ne keseceğim! Adamın ağzına sıçtın, yerden yere vurdun. Senin elinin tersiyle ittiğine nimet diye yapışmayı bekleyenler var. Kabul et, biraz kıskandın.' 'Ben Alphan'ı seviyorum. Bu konu tartışıldı ve kapandı. Sen de kapa çeneni.' 'Tabi ya Alphan. Çocukluk heyecanımız Alphan.' 'Heyecan değil, aşk!' 'Siktir lan oradan! Pars'a ne zaman yaklaşsan bedenindeki adrenalin miktarı tavan yapıyor. ' 'Ne saçmalıyorsun be sen!' 'Yalan mı? Adam bir kere öptü, bacaklarının üzerinde duramadın. Tabi senden vazgeçtikten hemen sonra olmasa iyiydi ama neyse.' 'Beyinsiz.' 'Belki Alphan da aynı etkiyi bırakır, iyi yanından bakalım. Çünkü belli ki bu balık kaçmış.' 'Lan senin var ya!' 'Hahaha.' "Nasıl öğrendin?" Pars'ın fısıltılı sesi kulaklarıma zar zor ulaşırken sessiz birkaç adımla yanlarına doğru ilerledim. 'Seni görsün istiyorsun.' 'Kessene artık sesini!' "Kızacaksın ama..." dedi Sofia bakışları yere inerken. "Söyle." dedi Pars sakin bir fısıltı ile. "Telefonuna sızdım. Aslına bakarsan Melih ile bir mesajlaşmasını yakaladım ama öyle güzel hacklemiş ki kayıt alamadım." Melih mi? 'Neden zihnime böyle tanıdık geliyor bu isim?" "Sen ciddi misin?" Pars'ın öfkelenişi ile Sofia başını yavaşça salladı. "Kıza bir anlaşma sundu, seninle evlenebilmesi için. Bu salak da kabul etti." "Ne anlaşması?" "İkinci bir konuşma yapamadan bu olay patlak verdi. Yani bilmiyorum. Deniz de bilmiyor. Kızın yakasını bırak, sadece sana aşık olan zavallılardan biri." Sesindeki sahte üzüntü ile gözlerini bahçenin içine çevirdiğinde birkaç adım önlerinde duran benimle göz göze geldi. "Onu da mı getirdin? Dudağındaki ruj lekesinin nedenini şimdi anladım?" Gözleri iğrenircesine üzerimde gezinirken sabır dolu bir nefes çektim içime. "Ne?" Pars'ın bakışları bahçenin içine döndüğünde beni buldu. "Senin ne işin var burada?" Bana doğru geldiğinde gözlerimi dudaklarının üzerinde hafifçe kendini belli eden kırmızı rujda gezdirdim. 'İştah kabartıyor değil mi?' 'Seni böyle dilbaz yapan aldığın bir öpücük mü gerçekten, kapasana çeneni!' İç sesimle verdiğim çetin savaşa bir ara vererek sorusunu cevapladım. "Davut getirdi. Beş dakika demişti ama." Bakışlarım evin üzerinde gezindi. "Tabi bu beş dakikada epey şey gördü gözlerim. Hamile sevgilini ve onu hamile bırakan korumasını ve tabii senin kızı nasıl hırpaladığını." Şimdi suçlayıcı bakışlarım yüzüne döndü. Yorgun bakışlarını donukça yüzümde gezdirdiğinde dağ evinde gördüğüm o parıltı yerini boş bakışlara bırakmıştı. Dudağında izimi taşıyan adamın gözlerinden izim silinmişti, üstelik dakikalar içerisinde. 'Ona âşıksın.' İç sesimle öyle büyük bir çatışma içindeyim ki söylediği şeyleri aslında kendimin yine kendime söylediğini biliyorum ama bilmediğim bir şey var. Alphan neden beni çocuksu bir telaşa iterken bu adam kadınsı duygularımı körüklüyor. Üstelik bu garip çekimi hissetmemde bir öpücükle ortaya çıkmıştı. Bu akşam ona 'Benden vazgeç.' dedikten hemen sonra aldığım biraz öfke biraz özlem ve çokça tutku içeren o öpüş. 'Ne diyorum ben ya!' "Gel benimle." Arkasını dönüp az önce garaj yolunun ortasına bir hışımla bıraktığı arabasına doğru ilerledi. 'Yine mi kaçıracak?' 'Yok artık!' Düşüncelerim beni güldürdüğünde peşinden ilerledim ve yan koltuğa yerleştim. "Pars." Kapımı kapatmak üzereyken Sofia denen kadın arabaya doğru yaklaştı ve Pars'ın açık camından içeriye çevirdi yüzünü. "Bir şey istersen, herhangi bir şey, araman yeter." Resmen bir dilim salama bakan kedi gibi salyalarını akıtıyor. İğrenç. "Bu iyiliğini unutmayacağım Sofia. Beni büyük bir dertten kurtardın." Pars'ın sesindeki minnetle kapımı sertçe kapattım. Sofia'nın bakışları yüzüme döndüğünde soğuk mavileri beni sinir krizlerine iteleyecek türdendi. "Bir şey mi oldu?" dedim sataşırcasına. "İyi geceler Pars." Elini omuzuna sürterek geri çekildiğinden beni duymazdan geldiğini anlıyordum. 'Beyinsiz.' Pars arabayı hızla çalıştırdığında garaj yolundan çıktık. Süratle ilerleyen araba, pencereleri açık camlardan içeriye rüzgârı boca ederken dakikalardır süren sessizlikte beni rahatsız eden bir hava vardı. Bakışlarım Pars'a döndüğünde artık tamamıyla ayık olduğunu görebiliyordum. Baygın bakan gözleri gayet dik ve düşük omuzları sağlamca yerinde duruyordu. Bakışlarım yan profilden görebildiğim yüzünde gezindi bir süre. Dağınık siyah saçları, keskin çekik kaşları ve iri siyah gözleri. Kirpiklerinin böyle gür olması haksızlıktı. Hiçbir kadına lütfedilmeyen bu gürlük Pars'a armağan edilmişti. Keskin çene hattı, dolgun dudaklar ve sivrice uzanan burun. Garip... Alphan'dan oldukça uzak bir görüntüye sahip. Yani eğer iddia ettikleri gibi Pars'a âşık olduysam bildiğim kadarı ile kumral renkli gözlü erkekler hoşuma gidiyordu. Yani en azından lisede böyleydi. Sonrasında çalışmaktan pek de erkek inceleyecek durumda değildim. Ama Pars'a bakınca esmer kalıbının literatürde ki örneğini görür gibiyim. Bir insanın zevki böyle uçtan uca değişebilir mi? Düşüncelerim beni güldürdüğünde dikkatimi toparladım ve sessiz bir nefesle benim henüz aklıma gelen çok gerekli şeyi yapmaya karar verdim. Begümü aramak. Çünkü beş dakikaya gelirim diye yanından ayrıldığımda saat sekizdi ancak şimdi ise gecenin on biri. Kim bilir nasıl telaşlanmıştır, tabii babam da ve annem de. 'Babam, annem. Vay be onlardan ilk kez böyle bahsettim.' "Begüm'ün haberi var." Ceketinin iç cebinden çıkarttığı telefonu bana doğru uzattı. "Yine de aramak istediğin biri varsa çekinme." Bakışlarım yüzüne döndüğünde böyle soğuk oluşu garip hissettirdi. "Babamın haberi var yani?" Telefonu elinden aldığımda ekrandaki kilit deseniyle karşılaşıyordum. "Ayrıca kilitli bu." dedim alayla. Sol elinde tuttuğu direksiyonla sağ elini avuçlarımdaki telefona uzattı ve gözümün önünde koca bir 'N' harfi çizdi. "Şimdi açık. Ve evet, Kenan'ın haberi var. Zaten seni eve bırakacağım, otele değil." Bu soğuk sesi neden beni üzüyor anlamıyordum ama ondan tam olarak yapmasını istediğim şeyde buydu. Beni görmezden gelmesi. Yani her şey yolundaydı, bana istediğimi veriyordu. "Kutlama dağılmış mı?" dedim sessiz bir fısıltı ile. "Hıhı." dedi yine aynı umursamaz tonla. "O zaman aramam gereken kimse yok, alabilirsin." Telefonu dizine doğru bıraktım. Araba evin güvenlik kapılarında durduğunda yavaşça açılan demir kapıdan içeriye ilerledik. Araç garaj yolunda durduğunda, bakışlarım kapının önünde adımlayan Alphan'a döndü. Gergince duran arabaya doğru yürürken beni beklediğini anlıyordum. Pars arabayı yavaşlattığında Alphan'ın avuç içleri sertçe ön kaputa indi. "Ne yapıyorsun lan sen! Kızı kaçırmak ne demek!" Bağırtısı ile Pars'ın tarafına yürürken Pars kapısını kilitledi. Şaşkınlıkla ona dönen gözlerimle bunu neden yaptığını anlamaya çalışıyordum. Alphan'dan korkmadığını çok iyi biliyordum ama neden kapıları kilitledi, anlamıyordum. Fısıltısıyla yüzü bana döndü." Sevgilinin ağzını burnunu darmadağın ederim Nasya! İn ve onu arabamdan uzaklaştır. Aksi halde dağ evindeki yalvarışının bir önemi kalmayacak." Şakakları titrerken gözleri kızıl kahveye bürünmüştü. Kendini nasıl zor tuttuğunu görüyordum. O an anladım ki ben istediğim için Alphan 'a bir şey yapmak istemiyordu. "Açsana lan kapıyı!" Alphan kapının kulpunu zorlarken gergince yutkundum. "Teşekkür ederim." dedim fısıltı ile, ardından aracın kilitlerini açtı. Beklemediğim bir şekilde Alphan Pars'ın kapısını açtığında hızla araçtan inip şoför tarafına doğru koştum. Alphan'ın, Pars'ın bedenini aşağıya çekmeye çalışışını görüyordum. "Dur." Alphan'ı kolundan tutup geri çektiğimde öfkeyle arabanın tekerine bir tekme indirdi. "Bir daha onun etrafında görmeyeceğim lan seni! Görmeyeceğim!" Alphan'ın bağırtısı ile Pars sıktığı dişleriyle uzanıp açık kapısını kapattı. Aracı hızla geri sürerken açık olan güvenlik kapılarından hızla çıktı. "Şerefsiz!" Alphan 'ın bağırışı bahçeyi inlettiğinde gergin bir fısıltı bıraktım. "Sakin ol. Bir şey yapmadı. Konuştuk sadece." "Niye gidiyorsun Nasya!" Bağırtısı üzerimde yayıldığında sıkkın bir nefes aldım. "Konuşmak içini diyorum ya. Nişanlıydık biz Alphan! Ne bekliyorsun anlamıyorum, düzgünce konuşup bitirdik işte. Bağırma artık." Öfkeyle yönümü evin içine doğru çevirdiğimde açık kapılardan içeriye girdiğimde onunda peşimden geldiğini duyuyordum. "Zaten bitmişti Nasya! Haftada iki kez bitirme konuşması mı yapacaksınız! O gün her şeyin bittiği gayet açıktı, değil mi!" Bağırtısı giderek öfkemi arttırırken daha fazla uzamasın diye merdivenlere çevirdim yönümü. Çıktığım basamaklarla peşime takılıyordu. "Öptü mü seni!" Odamın önünde durduğumda sorduğu soruyla afallıyordum. "Ne?" "Öptü mü? Suratındaki ruj lekesinin sana ait olmadığını söyle bana." "Of, gerçekten of!" Hızla kapıyı açıp içeriye girdiğimde peşimden içer girip kapıyı kapattı. "Bir soru soruyorum. Madem bir şeylerin başındayız, bunu açıklamak zorundasın bana." Odanın içinde çığırtısı yankılanırken ayağımdaki ayakkabıları çıkarıp yere bıraktım. Adımlarım giyinme odasına döndüğünde üzerimdeki rahatsız elbiseden kurtulmak istiyordum. "Bana bak!" Kolumu sertçe tutup beni kendine çevirdi. "Ne yapıyorsun sen?" Hızla çektim avuçlarının arasından kendimi. "Öptü mü seni?" Gökyüzünü andıran gözleri üzerimde gezinirken sıkkın bir nefesle cevap verdim. "Evet, ama bir anlık bir şeydi. Bitti işte Alphan, tamamen bitti." Söylediğim şey neden canımı yakıyor. "Sen benimsin." yüzümü avuçlarının arasına aldığında hızla dudaklarıma yapıştı. Neye uğradığımı şaşırırken öpüşüne karşılık vermek aklıma bile gelmiyordu. "Öyle uzun zamandır bekliyorum ki seni." Nefes nefese kurduğu kelimelerle öpüşleri hızlanırken elleri belime doğru kaydı ve beni kendine yapıştırdı. 'Karşılık versene.' İç sesimin kışkırtması ile ellerim omuzlarına dolandığında öpüşüne karşılık veriyordum. Alt dudağını yavaşça ağzımın içine aldığımda gözlerim usulca kapandı. Attığı adımlarla beni duvara yasladığında nefesi boynuma kaydı. Gözlerimin önünde beliren suretle neye uğradığımı şaşırıyordum. Pars'ın nefesi boynumda dolanırken iri elleri bedenimde dolanmaya başladı. Üzerimdeki elbisenin sırtına uzanan eli fermuarı yavaşça aşağıya çekerken iniltilerimi odanın içine bıraktım. 'O Pars değil!' Gözlerim odanın içine açıldığında Alphan'ı hızla geri ittim. Nefes nefese bana bakarken yanakları şehvetle kızarmıştı. Bakışları yüzümde sorgulayarak gezindiğinde ben kendimi suçlu hissediyordum. "İyi misin?" dedi nefes nefese. "Sadece biraz izin ver. Böyle olsun istemiyorum." Gözlerimi mavilerden geri kaçırdım. 'Çünkü o karaların sana böyle şehvetle bakmasını isterdin.' Genzim sızlarken Alphan öfkeyle çıktı odadan. Kapının sertçe çarpma sesini duyduğumda yavaşça yere çöküyordum. "Ne yapıyorsun Nasya! Delirdin mi, ne yapıyorsun!" Genzim sızlarken gözlerim doluyordu.
Kendime gelmem gerekiyorken neden böyle şımarık davranıyorum! Kendime gelmem lazım!
♟️♟️♟️
|
0% |