Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm 3/ İzin Ver Bana.

@nurdogru26

Bölüm 3/ İzin ver bana.


Her birimiz edindiğimiz tecrübelerden öğreniyoruz ki her birimiz birbirimize pamuk ipliği ile bağlıyız...


Birinin yolu diğerinin çıkmazı, birinin hayali diğerinin umutsuzluğu, birinin hatası bir başkasının bedeli olabiliyordu.


Başkalarının tercihleri, idealleri çatısı altında yol bulmaya çalışanlar birer kurban adayından farksızdı. Belki de kaderin kurbanı olduğundan habersizlerdi. Bunun ne zaman ve nasıl farkına varılacağı ise meçhuldu.


Alışılmışın dışında biten gecenin ardından, mecbur bırakıldıkları rolü sahiplenen iki insanın kalbi; ertesi gün de yine birbiri için atacaktı. Çünkü adam, kaderlerini saten bir mendille bağlamıştı.


Kimine göre alışılmış gecenin alışılmış sabahı denebilirdi ancak üç kişi için böyle değildi. Kendi yollarında ilerleme planları yaparken, kaderin planından tamamen habersizlerdi.



Sare Katipoğlu, duran arabasından indiğinde yüksek topuklu stilettolarının üzerinden ilerideki mağazaya doğru ilerledi. Arkasından gelen yardımcısı ve stilisti ile beraber, Nişantaşı'nın en gözde giyim mağazasından içeriye girdiler. Geleceği önceden mağazaya bildirilen Bayan Katipoğlu, kapıda kendini saygıyla karşılayan çalışanlar eşliğinde girdiği ana kapıdan sonra kendinden emin attığı adımlarla birlikte etrafı süzerek ilerliyordu.


"Hoş geldiniz Sare Hanım. Esila Hanım defile için sizleri VIP alanımızda bekliyor. Lütfen beni takip edin." Çalışan kız, önünden ilerleyerek onu altın rengi tırabzanları olan kıvrımlı merdivenden çıkarırken Sare tarafından donuk bir ifadeyle takip ediliyordu.


Sare, içten içe gördüğü bu değerin ve diğer müşterilerden onu ayırt eden bu önceliğin sebebini biliyordu. Birazdan burada toplam maliyetini bile bilmeden yüklü bir harcama yapacaktı. Bunu yapan nadir müşterilerden biriydi. Aslında bir nevi gördüğü değeri satın alıyordu.


Mağazanın en gözde müşterisi en fazla para harcayandı. Ve bu camiada para harcama konusunda Sare Katipoğlu'na kimse rakip olamazdı.


Çıktığı merdivenler onu üst kattaki VIP alana yönlendirirken kendi için hazırlanan mini defile sahnesinde gezdirdi gözlerini. Ülkenin en seçkin tasarımcısı, son hazırlıkları tamamlarken kendisinin gelmesini bekliyordu ve son kez asistanına yaptığı sert uyarılarını tekrarladı. "Öncesinde mutlaka straplezlerle başlayalım. Sıralama unutulmasın Şule!"


Sare'nin geldiğini bile fark edemeyecek kadar meşgul görünen tasarımcı, çalışan kızın uyarıcı öksürüğü ile yönünü hızla gelen Sare Katipoğlu'na çevirdi. "Hoş geldiniz Sare Hanım." Az önceki sertlikten eser kalmamışçasına genişçe tebessüm ederek yanına kadar geldi ve dinamik bir sesle konuştu. "Defile hazır, dilediğiniz zaman başlayabiliriz. Öncesinde size bir kadeh şarap ikram etsinler." Arkasında kalan asistanına yüzünü dönmeden başıyla komut verdiğinde heyecanlı genç kız hızla şarap şişesine doğru ilerledi.


"Fazla vaktim yok, içecek bir şey istediğimi de sanmıyorum. Sizin içinde uygunsa hemen başlayalım." dedi Sare gözleriyle tasarımları süzerken. Tasarımcının asistanı, duyduğu uyarı ile şarap dolu kadehi içki masasına geri bıraktı.


"Öyleyse buyurun." dedi tasarımcı ve Sare'ye defile için ayrılan kadife kaplı kırmızı koltuğu gösterdi. "Bildiğiniz gibi, Paris Moda Haftası gösterimine sunulan bir kreasyon bu. Siz gören ilk müşterimizsiniz. Tüm kostümlerin bedeninize uygun olanlarından birer adet ayrıldı. Dilerseniz başlayalım."


"Lütfen." dedi Sare Katipoğlu, oturduğu kadife koltuktan. Sol tarafında ayakta dikilen stilisti Şebnem ve yardımcısı Şeref Hanım ile öylece defilenin başlamasını bekliyordu.


Tasarımcının asistanına verdiği işaretle defile hafif çalan müzik eşliğinde başladı. Saten yeşil perde aralandığında hazırda bekleyen mankenler, üzerlerinde özenle taşıdıkları kıyafetlerle birer birer geçtiler Sare Katipoğlu'nun önünden.


Her birini dikkatle izleyen Bayan Katipoğlu, göz ucuyla yanında defileyi inceleyen asistanına çevirdi bakışlarını. Stilistin bakışları Sare'ye döndüğünde, onaylarcasına başını sallamasıyla kıyafetlerin üzerinde nasıl duracağı konusunda az çok bir fikre sahip oluyordu.


Defile henüz devam ederken yarıda kesercesine kalktı oturduğu koltuktan. Tasarımcının şaşkın bakışlar eşliğinde kendine ayak uydurması ile yüzünü kadına dönerek umursamaz bir ukalalıkla konuştu. "Benim için yeterli bir gösterim oldu Esilacığım. Ben beğendim. Bu senenin mercan olacağı çok açıktı zaten. Tüm modellerden birer beden yalıya göndersinler."


Tasarımcı gülümseyerek başıyla onayladığında daha fazlasına tenezzül dahi etmeden az önce çıktığı kıvrımlı merdivenleri baskın adımlarla birer birer indi Bayan Katipoğlu. Mağazanın içinde reyonları karıştıran insanların kendisine attığı hayran bakışlarla gözlerini ileriye dikti ve kibirle aralarından geçip çıkışa yöneldi.


Mağazanın kapısına doğru ilerlerken, yakın arkadaşlarından birini indirim reyonunu karıştırırken gördü. "Nilaycığım..." Yüzündeki sahte tebessüm ile omuzuna dokunduğu arkadaşının dikkatini çekti.


"Sare, merhaba." Aynı yapmacılıkla gülümseyen kadın bütün bedeni ile Sare'ye dönerken elinde tutuğu geçen sezona ait elbiseyi acele ile yerine bıraktı.


"Nasılsın şekerim?" dedi Sare yargılarcasına yerine bıraktığı elbiseyi süzerken, kibirle gülümsedi.


"İyiyim şekerim, buralardaydım bir bakayım dedim. Yeni sezondan bir şeyler var mı, diye." Gözlerini kaçırırken mahcup bir gülümseme yerleştirdi yüzüne.


Sare alayla gözlerini az önce yerine bırakılan elbiseye çevirdi ve kinayeli bir tını ile dudaklarının arasından mırıldandı. "Ben de seni gecen sezona bakarken görünce endişe ettim. Sadık Bey'in işleri iyi gidiyor değil mi?"


Sare, bıyık altından gülerken Nilay Hanım yapay bir minnettarlıkla konuştu. "Pars Bey sayesinde şirket gayet başarılı bir yol izliyor. Senin hakkını ödeyemeyiz, aracı olmasan ne olurdu bilmiyorum."


Sare, küçümser bir ifade ile Nilay Hanım'ın omuzuna dokundu ve acıyıcı bir ifade ile sıvazladı. "Ne demek şekerim, arkadaşlar ne için vardır... Şimdi izninle, akşama aile yemeği veriyorum da ilgilenmem gereken çok iş var."


Nilay Hanım, çekemez bir ifade ile süzdü Sare Katipoğlu'nu. "Karşılaşmamız ne güzel oldu... Bir ara Pars Bey ve seni akşam yemeğine almak isterim."


Sare'nin kıvrılan dudakları alayla mırıldandı. "Çok hoşsun şekerim, bunu bir ara konuşalım. Ayarlarız bir şeyler." Yüzündeki sahte gülümseme ile arkasını dönerek mağazadan çıktı ve şoförünün açık tutuğu kapıdan içeri girdi. Peşinden gelen stilisti ve yardımcısı da VİP araçta yerini aldığında araba hareket etti.


"Selim!" Sare'nin sesi, aracın arkasında duyulduğunda şoför koltuğunun yanında oturan koruması hızla başını omuzunun üzerinden arkaya doğru çevirdi.


"Buyurun Sare Hanım?"


"Sana söylediğim şeyi yaptın mı?" Bayan Katipoğlu'nun kararlı sesi, Selim'den gergin bir nefes aldı. "Defne Hanım'a henüz ulaşamadık." Söylediği söz, Sare'nin kaşlarının çatılmasına neden oldu.


Öfkeli bir fısıltı ile karşılık verdi Sare. "Bir aptala devretsem, şimdiye başarmıştı. Acil kelimesinin nesini anlamıyorsun sen?!" Selim, bakışlarını kaçırarak önüne döndü. "Bugün halledeceğiz efendim." diyebildi kısık bir fısıltıyla.


"Hiç sanmıyorum! Beni şu kızın ofisine götürün. Görünen o ki kendi işimi yine kendim halledeceğim!" Selim, duyduğu emir ile tekrar Sare'ye döndü. "Fakat Sare Hanı-" Selim'in sesi, Sare'nin baskın homurtusuyla bölündü. "Selim! Sana ne diyorsam onu yap." Selim, sessiz bir iç çekişle önüne dönerken fısıltıya yakın bir tınıda konuştu. "Nasıl isterseniz efendim."


Bakışlarını önüne dönen Selim'den çeken Sare, sinirle mırıldanıyordu. "Bugün, halletmem gereken şeyler yetmezmiş gibi bununla da ben ilgileneceğim."


Selim'in gergin sesi, Sare'nin tahammülsüz sessizliğine karışırken açıklamak istercesine konuştu Selim. "Sare Hanım öncesinde uyarmak isterim ki gideceğimiz semt pek sizlik bir yer değil." Uyarıcı sesi, Sare'den alaycı bir göz devirme aldı. "Pars sayesinde daha neler göreceğimi ben bile merak ediyorum." Sesindeki küçümseme ile arkasına yaslandı.


Yardımcısı Şeref Hanım, karşısındaki koltukta dikelerek yavaşça Sare'ye doğru eğildi. "Efendim, aklınızdan ne geçiyor?" Şeref Hanım'ın fısıltılı bir sessizlikle sorduğu soru, Sare'nin küçümser bakışlarını onun üzerine çevirmesine neden oluyordu.


Haddini aşan kadının üzerinde acıyarak gezdirdi bakışlarını. "Bazen ben nerede hata yapıyorum diye düşünüyorum. İnanır mısın, herhangi bir hata mı da bulamıyorum. Doğrusu senin bu hadsiz sorularının benim hatalarımla hiçbir ilgisi yok Şeref Hanım. Bu tamamen kendi iş bilmezliğinizle alakalı!" İleri yaştaki bu kadını bir çocuğu azarlarcasına ezdiğinde Şeref Hanım içten içe kendine kızdı. Sare Katipoğlu sınırları olan bir kadındı ve bunu bildiği halde kendine ve merakına söz geçiremediği için her seferinde böyle oluyordu.


Siyah araba, lüks semtten arka mahallelere doğru ilerlerken, Sare Katipoğlu gözlerini camdan dışarıya çevirdi. Girdiği ara sokaklarda, çıplak ayakla etrafta koşturan çocuklara baktı. Camlarda birbirleri ile yüksek sesle muhabbet eden kadınlara, köşe başlarında toplanan genç grupların arabaya hayran hayran bakışları ile acıyıcı bir nefes verdi dudaklarından dışarı. Araç sıkışık mahallelerde ilerlerken kaldırımda halı yıkayan kadınlara baktı şaşkınlıkla.


Hayatı boyunca şehrin bu kesimine ilk kez gelen Bayan Katipoğlu yaşadığı kültürel ve sınıfsal şaşkınlıkla istemsizce aralanan dudaklarını yavaşça kapattı.


Araba nihayet eski bir binanın önünde durduğunda bir apartmanın giriş katındaki dükkânın kapısında Defne, elleri belinde göründü. "Sema Abla sabah sabah balkon mu yıkanır aşkına. Camları yeni sildim ya!" Sitemkâr sesiyle üst kattaki kadına sesleniyordu.


"Sare Hanım." Selim'in sesi ile dağılan dikkatini toplayan Sare Katipoğlu, gözlerini zar zor ayırdı gördüğü manzaradan.


"Evet?" dedi şaşkın bir sesle.


"Geldik efendim. Dilerseniz siz bekleyin ben halledeyim."


"Y-yok ben de geleceğim." Yüzündeki meraklı tebessümle oturduğu deri koltuktan kalktı ve otomatik kapının açılması ile beyaz stilettolarıyla çamurlu kaldırıma doğru adım attı. Balkonlarda oturan kadınlar birbirlerine onu göstererek fısıldaşırken, Sare Selim'in yardımı ile bir adım ileri attı.


Defne; dükkânın kapısında durmuş, karşısında duran Sare Katipoğlu'na bakıyordu. Bu kadını sadece dergilerde ve magazinde görmüşken şimdi kanlı canlı karşısında duruyordu. Gerginlikle boğazını temizledi ve yaşadığı şaşkınlığı gizlemek istercesine omuzlarını dikleştirdi.


"Merhaba." Defne'nin gizlemeye çalıştığı şaşkın sesi Sare'den bir gülümseme alırken konuştu Bayan Katipoğlu.


"Defne Giray?" Kaşları sorgularcasına havalandığında kirli kaldırımda Defne'ye doğru bir adım attı.


"Bu-buyurun benim?"


"Bir iş anlaşması için gelmiştim. Böyle habersiz oldu ama buralardan geçerken uğramak istedim." Sözleri eşliğinde yeniden gülümsedi.


"T-tabi buyurun lütfen. İçeride konuşalım." Hızla yönünü dükkâna çevirdi ve elleriyle Sare Katipoğlu'nu davet edercesine içeriyi gösterdi. Sare, ardından gelen yardımcısı ve kapıda bekleyen koruması eşliğinde bu küçük dükkânın kapısından geçti ve içeri girdi.


Defne'nin oturduğu 'sözde' patron koltuğuna çevirdi bakışlarını Sare. Önünde beyaz bir masa ve masanın diğer tarafında yamalı iki deri koltuk duruyordu.


Suratındaki tiksintiyi ustaca saklayan Sare, ilerleyip derisi dökülmüş koltukta yerini aldı. Şeref Hanım da Sare Katipoğlu'nun arkasında dikilirken Defne, boğazını temizleyerek bakışlarını Sare Katipoğlu'na çevirdi. "Nasıl yardımcı olabilirim size?" Titreyen sesine rağmen saygıyla konuşuyordu. Gergindi ama bunun sebebi daha önce birçok kez Sare Hanım'ın etkinliklerine çalışan göndermesi değildi, sebebi Sare Katipoğlu gibi birinin onun ofisine kadar gelmesiydi. Aracılarla konuşmaya alışıktı fakat böyle güçlü bir müşteri ile ilk kez karşı karşıya geliyordu.


"Aslında Defneciğim, ben çok da konuyu uzatma taraftarı değilim."


"Anlıyorum. İsteğiniz nedir onu söylerseniz size en hızlı bir şekilde yardımcı olmak isterim, öncesinde bir şey içer misiniz?" Yüzündeki tatlı gülümseme ile hayranlıkla süzdü Sare'yi.


"Bir şey içmeyeceğim. Akşam için halledilecek çok fazla şey var. Aslında senden de bu konuda bir yardımcı isteyeceğim."


"Tabi ki her ne isterseniz Sare Hanım." Defne'nin sesindeki heyecan, sıkışık maddi durumunun tam da Sare Katipoğlu gibi biriyle yapılacak güzel bir anlaşmasına bağlı olmasından kaynaklanıyordu.


"Ev ve kendim için düzenli bir çalışan arıyorum fakat sen de bilirsin ki güvenilir bir insan bulmak artık çok zor." Sesindeki sahte üzüntü ile gözlerini Defne'ye çevirdi. "Dün gece malikanede bir kutlama vardı hatta senin çalışanlardan gelenler olmuş doğru mu?" Cevabını bildiği halde sorduğu soru Defne'den heyecanlı bir karşılık alıyordu.


"Evet efendim. Elif ve Nasya. İkisi de o kutlamadaydılar. Canınızı sıkacak bir şey olmadı, değil mi?" Korkarak sorduğu bu soru Sare'den alaylı bir gülümseme aldı. "Hayır. Tabi ki hayır, memnun kaldığım için buradayım. Aksi halde neden geleyim ki, değil mi?" Sorulan devrik soruya bir cevap vermek için aralanan Defne'nin dudakları, Sare Katipoğlu tarafından yöneltilen başka bir soruyla kapandı.


"Benimle çalışmak ister misin? Eminim ikimizde karlı çıkacağız." genişçe gülümsedi.


"Tabi ki Sare Hanım, çok isterim fakat konu ne?" Sorgulayıcı bakışları Sare'nin üzerinde gezinirken Bayan Katipoğlu kol çantasını taşıyan yardımcısına döndü ve gözleri ile çantayı kendisine vermesini işaret etti. Şeref Hanım çantayı patronun kucağına bırakıp geri çekildi. Sare, çantasından çıkarttığı çek defterini yanında tutturulan kalemle hızla doldurdu ve özenle yırttığı sayfayı Defne'nin masasına bıraktı.


"Bu iş birliği yapmaya duyduğun heves için bir küçük armağan. Asıl ödeme olduğunu düşünme." Çantayı Şeref Hanım'a uzattı ve elinde tuttuğu çek defterine çevirdi yüzünü. Defne'nin uzanıp çeki almasını beklerken sivri topuğu sabırsızca ve zemine eziyet edercesine yere çarpıyordu.


Defne, şaşkınlıkla uzanıp aldı çek sayfasını. Gözleri rakamlarda gezinirken nefes almayı bırakıyordu. Bu kadar parayı tek seferde bir arada görmemiş olmanın şaşkınlığı ile gözlerini Sare Katipoğlu'na çevirdi. "A-ama bu çok fazla." diyebildi şaşkınlıkla.


"Değil." Bakışları çek defterinden, Defne'nin şaşkın suratına döndüğünde yeniden konuştu. "Çok fazla değil. Benim için önemli bir iş yapacaksın. Ben yapılan her iyiliğin karşılığını fazlasıyla veririm." Yeniden gülümsedi ve yönünü tuzağa çektiği bu genç kıza çevirdi. Onu ikna etmek sandığından da kolay olacağına benziyordu. 'Umarım Nasya da aynı iş birliğine yatkındır.' diye geçirdi içinden.


"Ne karşılığında bana elli bin dolar veriyorsunuz?" Elindeki çeki yavaşça masaya bıraktı Defne.


"Söyledim ya, yeniden anlatmak biraz yorucu ama peki. Elli bin dolar bana vakit ayırdığın için, herhangi bir işin karşılığı değil. Bana yardımcı olursan o zaman fiyatta anlaşırız." Defne'nin yüzündeki şaşkın gülümseme yerini meraka bırakıyordu.


"Yanlış bir şey söylersem kusura bakmayın ama ben tam olarak hangi konuda size yardımcı olacağım. Herhangi bir kutlamaya eleman istiyorsanız bu kadar yüksek fiyata çalışmadığımı söylemek isterim." Karşısındaki bu güçlü kadın, onda gerginliğe neden olsa da önündeki kâğıtta yazan meblağ ihtiyacı olan birçok şeyi karşılardı.


"Geçici eleman aramıyorum. Kalıcı, güvenilir ve dinamik bir yardımcı arıyorum. Şeref Hanım..." Gözleri yanında bekleyen kadına döndü ve devam etti, "Kendisi on seneyi aşkın süredir benimle fakat artık tempoya ayak uyduramıyor. Bana daha taze bir nefes lazım." Defne'nin bakışları Şeref Hanım'a döndüğünde yaşlı kadının üzüldüğünü görebiliyordu.


"Camiamız biraz çalkantılıdır Defneciğim. Az çok tahmin edersin, bana ağzı sıkı bir yardımcı gerek, bu konuda sana güvenebilir miyim? Bana sağlam bir yardımcı bulabilir misin?" Defne gözlerini yeniden Bayan Katipoğlu'na çevirdi. "Tabi ki, elimden ne gelirse... Çalışma saatleri ve diğer şeylerle ilgili bilgi almam mümkün mü?"


Önündeki kâğıda, solunda kalan kalemlikten çektiği bir kalemle not almaya hazırlanırken Sare Katipoğlu yeniden konuştu. "Nasya Ersoy. Onu istiyorum." dedi kendinden emin bir ses tonuyla. "A-anlamadım...?" Defne şaşkınlığını saklamaya bile fırsat bulamamışken Sare devam etti.


"Nasya'yı istiyorum. Dünkü kokteylde dikkatimi çekmişti. O kıza kanım ısındı, onu istiyorum." Defne bastıramadığı bir gülüşle konuştu. "Nasya'yı mı? Peki... Fakat kendisi pazar günleri gelmez, bilginiz olsun. En iyi çalışanlarımdan biridir yani fiyat kon-" Defne'nin kesilen sözlerinin nedeni, Bayan Katipoğlu'ydu


"Ben, yatılı kalacak birini istiyorum Defne. Hafta sonları onun olabilir. Fiyat konusuna gelince, bu işlerle ben ilgilenmem fakat onun için bir istisna yapalım. Aylık elli bin yeter mi?" Defne, dudakları aralanırken ne diyeceğini bilmez bir halde Sare Hanım'a bakıyordu. "Ne dersin?" dedi Bayan Katipoğlu.


"O-ona sormamız g-gerek... Yani..."


"Sor öyleyse... Bekliyorum. Bugün başlamasını istiyorum. Konuya da hâkim olur, Şeref Hanım ona hızlıca öğretir." dedi sahte bir tebessümle.


"Aramama izin verin. Yakınlarda yaşıyor, bizzat geleceğine eminim." Heyecanla kalktı sandalyesinden ve telefonla beraber kapının dışına doğru ilerledi...


NASYA


Yatak çarşafını uçlarından tutup sıkıca kendime çektim. Yüzümde oluşan gülümseme ile serin çarşafın jilet gibi görselinde gezindi gözlerim.


"Çok daha iyi..."


Havalandırdığım yastıkları, eski yatak başıma yaslayarak yerine bıraktım ve sabahın köründen beri açık olan camı, uçuşan tülleri yakalayarak üzerine kapattım. Evdeki rutubet kokusu ancak böyle hafifleye biliyordu. Kasım ayının ortasında evi buz gibi yapsa da nefes alacak kadar bir havaya sebep oluyordu. En azından yerdeki kirlileri hızla toplayarak banyoya doğru ilerledim, kucağımdaki kıyafetleri kırık kirli sepetine tıkıştırırken oturma odasındaki telefonumun çalışını duyuyordum. Banyo dolabının açık kapağını kapattım ve yerdeki pelüş halıyı ayağımla düzeltip çıktım. Salona doğru koşar adımlarla ilerlerken orta sehpanın üzerindeki telefonu elime alarak cevapladım.


"Efendim canım?" Arayan Defne'ydi ama her zamankinden farklı bir heyecan vardı sesinde.


"Canısı, hemen buraya gelmen gerek. Sana harika bir iş bağlamış olabilirim." Çocuksu heyecanı ile fısıldayarak konuşuyordu.


"Ne işi? Bir sakin mi olsan?" Kıkırdayarak kendimi çekyata bıraktım.


"Sakin falan olamam, hayatın kurtuluyor. Hemen kalkıp buraya gel, inan bana kulaklarına inanamayacaksın."


"Hemen mi? Defne bir düzgünce söylesene neler oluyor, hayatımı kurtaracak ne gibi bir iş olabilir ki?" Alayla devirdim gözlerimi.


"Sürekli bir iş buldum, maaşı duyduğunda kafayı yiyeceksin."


"Sürekli derken...?"


"Ay Nasya, ne uzattın! Hemen en şık kıyafetlerini giy ve buraya gel. Olumlu olursa Sare Hanım bugün başlamanı istiyor."


"Sare Hanım kim ya? Ne oluyor?" Telefon çoktan yüzüme kapatılmıştı bile.


Ekrana çevirdiğim şaşkın bakışlarla bıkkın bir nefes aldım ve kalktım çekyattan. Avuçlarımın arasında tuttuğum telefonla yatak odasına doğru ilerledim. Gardırobu açarak geri çekildiğimde telefonu, komodinin üzerine bıraktım ve üzerimdeki pijamaları çıkarttım. Altıma açık mavi bir Jean çektim ve üzerine beyaz bir polo yaka tişört geçirdim. Tepemde toplayıp sıkıca bağladığım saçlarımla uzanıp telefonu aldım ve daire kapısına yöneldim.


Kilitteki anahtarı çekip alırken hala bileğime sarılı olan siyah mendilde gezindirdim gözlerimi. Yüzümde oluşan tebessüm ile anahtarı alıp çıktım evden.


Merdivenleri inerken kapıda bağır çağır kavga eden Aysel teyze ve Bekir amcayı duyabiliyordum. Her seferinde aynı şey... Yine kesin parayı kahvede kumara yatırdı, Aysel teyze de kapıya koydu.


"Aysel burası benim de evim! Çekil şuradan." Bekir amca ve Aysel teyze, dört katlı bu gecekondunun giriş katında yaşayan, ellili yaşlarda yalnız bir çiftti. Buraya taşındığımdan beri onların kavgalarına alıştım artık. Görmezden gelmeyi öğrenebiliyordum.


"Günaydınlar Aysel teyzeciğim, günaydınlar Bekir amcacığım..." Demir kapıyı açarak dışarıya bir adım attım ve onları arkada bıraktım. Sokağın sonundaki, Defne'nin dükkânına doğru ilerlerken kaldırımda halı yıkayan Şükriye teyzenin deterjanlı suyundan son anda kaçarak kurtuldum.


"A-a ama yani Şükriye teyzeciğim mahvedecektin üzerimi." dedim kıkırdayarak.


"Yoldan beri gidiver sende, hem nereye bakem bu saatte?" Ellerini beline dayadı, topladığı halde ıslanmaktan kaçınamayan fistanını silkeledi.


"Defne çağırdı da... Sen kış günü bu halıyı nerede kurutacaksın bakem?" dedim sırıtarak.


"Hoşt deyuz! Dilimi ikilemen benim!" Kaşları çatılırken gülerek ondan bir makas aldım ve yoluma devam ettim. Geçtiğim Yusuf Bakkalın önü, toplanan gençlerin hararetine ev sahipliği yaparken durdum.


"Bakın buraya." Yanlarına gidip dikkatlerini çektiğimde Efla heyecanla bana döndü. Gözü morarmış bir şekilde gülümserken kan beynime sıçrıyordu.


"Bu halin ne?!" dedim bastıramadığım bir titizlikle.


"Bir şey yok Nasya abla, kapıya çarptım." Gözlerini kaçırırken bakışları yere indi.


"Efla yine baban mı?!" Sessizlik...


"Benimki de soru! Başka kim olacak? Ben bu sefer gösteririm ona!" Öfkeyle arkamı döndüm ve kendi binamın karşı evindeki tek katlı gecekonduya doğru ilerledim.


"Abla, kurban olayım dur!" Koluma yapıştı ve beni geri çekti. "Ne olur!"


"Efla sana bunu yapamaz! Ne demek dur!"


"Babam değil ki kapı işte niye inanmıyorsun? Hem evde değil zaten, gece çıkıp gitti nerede bilmiyoruz."


"Efla, ne kapısı ablacım?" Yüzünü avuçlarımın arasına aldım.


"Bak şu haline, ne diye koruyorsun o adamı hala?"


"Abla ne olur büyütme, yalvarırım." Gözleri dolarken onu sıkıca çektim kendime. Bedenini saran kollarım öyle güçlü kenetlenmişti ki...


"Keşke seni çekip alabilsem o pisliğin ellerinden Efla."


"Ben iyiyim, çok daha iyiyim." Titrek sesiyle geri çekildi ve koşar adım girdi evinin ana kapısından içeri. Telefon çaldığında dolan gözlerimi parmaklarımın tersiyle sildim ve cevapladım.


"On adım atacaksın Nasya! Nerede kaldın?" Azarlarcasına çıkan sesle derin bir nefes aldım.


"Geldim." Hızlı adımlarla dükkâna doğru ilerledim. Kapıda duran siyah lüks bir araba ve giriş kapısındaki koruma dikkatimi çekerken hızlı adımlarla ilerleyip geçtim yanlarından. Defne içerde sabırsızca adımlarken ilerideki koltukta öylece oturan kadına çevirdim yüzümü.


"Merhaba." dedi beni hızla süzerken.


"Merhaba." dedim gözlerim Defne'ye dönmeden hemen önce.


"Sare Hanım, Sare Katipoğlu." Defne'nin temkinli sesi beni uyarır türdendi. 'Lütfen mahvetme' der gibi baktı yüzüme.


"Nasya, değil mi?" Orta yaşlı ama bakımlı kadın, yavaşça kalktı oturduğu koltuktan.


"Evet. Nasya Ersoy." Ona doğru birkaç adım attığımda kibirli bakışları, yapay bir gülümsemeyle süslendi.


"Çok memnun oldum." Elini bana doğru uzattı ve benden de aynını bekleyen bir bakış attı.


"Ben de Sare Hanım." Uzanıp elini sıktım.


Yaşına göre oldukça bakımlı ve genç duruyordu ama anlamlandıramadığım bir güvensizlik sezdim.


"Dilersen Defne sana tüm ayrıntıları anlatsın." Eliyle ilerdeki koltuğu göstererek beni oturmaya davet ediyordu.


"Merakla bekliyorum." Yanından geçip koltuklardan birine oturdum. Kendisi de karşımda yerini aldığında Defne heyecanla konuşmaya başladı.


"Sare Hanım, dün geceki kokteylin ev sahibi. Kendisi davet gecelerinin yıldız ismidir." Hayranlık dolu sesiyle gözlerimi Sare Hanım'a çevirdim. Gözleri bileğimdeki mendilde dalıp giderken rahatsız olurcasına tişörtümün kolunu tutup çekiştirdim. "Sare Hanım, çalışmandan çok memnun olmuş. Seni düzenli olarak yakınında görmek istiyor."


"Dün gece rezil oldum ben. İyi bir performans mıydı, tartışılır." dedim alayla.


"Kayınpederim biraz fevridir ama pamuk gibi bir kalbi vardır." Yüzünde asılı duran bu sahte gülüşü gerçek sanan var mıdır acaba?


"Kayınpederiniz?" Kocası gibi durduğuna yemin edebilirim.


"Adil Bey, kendisi kayınpederim olur."


"Bakın Sare Hanım, ben nezaketten ve incelikten yoksun çok insan gördüm. Pamuk gibi kalbi olan insanlar da tanıdım. Üzgünüm ama Adil Bey, nezaketsizler içinde yer alıyor." Gözleri yeniden bileğime döndüğünde sabırsızca süzerek Defne'ye döndü.


"Defneciğim..." dedi uyarıcı bir sesle. Ardından Defne'nin ısrarlı sesi kulaklarımda çalındı.


"Nasyacığım, canım arkadaşım... Belli ki bir yanlış anlaşılma olmuş, uzatmasan mı? Üstelik Sare Hanım'ın teklifi çok cömertçe." Eminim öyledir. İlk andan beri yargılayıcı bakışları üzerimde gezinip duruyor. Bilmesem kendine eleman değil pazardan meyve seçiyor derdim.


"Dinliyorum." dedim sahte bir tebessümle. Defne'nin böyle balıklama atlaması ve dakikada kırk defa 'Sare Hanım' demesi bayıcı bir hal alıyordu artık.


"Hafta içi, pazartesiden cumaya kadar iş günleri; yurt dışı seyahatleri ve aylık elli bin maaş." Tüm bunları tek nefeste hızla saydı.


"Elli bin mi?" dedim sorgularcasına. "Elli bin." dedi kendinden emin bir sesle.


"Tüm bunlar ne için?" Kısılan gözlerimle birlikte kendimi koltukta öne verdim. Dirseklerimi diz kapaklarıma dayadığımda sorgularcasına süzdüm onu.


"Sadakatin için Nasya. Yanımda güvenilir insanlar isterim. En yüksek maaşı öderim ama çalışanlarımdan eminlik isterim."


"Elli bin mi?" Dudaklarım alayla kıvrıldı.


"Evet." Alnı kırışırken yüzündeki şaşkınlığı saklayamıyordu.


"Aklında bir fiyat varsa-"


"Yok hayır... Gayet uygun hatta sizin gibi insanların beni aşağıladığı tek gecelik kokteyllerde, bu paranın onda birini alıyorum ben. Para gayet iyi." Sesimdeki alayın nedenini çözememek Sare Hanım'ı gererken konuya bir açıklık getirmem gerektiğini biliyordum. "Teklifiniz harika. Eminim bizim kızlardan biri üzerine atlayacaklardır ama ben ilgilenmiyorum."


"Anlamadım!"


"Ne?" Defne ve Sare Hanım aynı anda konuştuklarında şaşkınlıkla onlara baktım.


"İlgilenmiyorum dedim. Bunda bu kadar şaşıracak ne var? O camiada düzenli iş bana göre değil." Gözlerim Sare Hanım'a döndü


"Yanlış anlamayın beni. Eminim harikadır her şey, en azından sizin için... Ama ben yapamam." oturduğum koltuktan kalktım ve yönümü defneye döndüm. "Sonra konuşuruz yine." Sıcak bir gülümseme bıraktım bana şaşkınlıkla bakan yüzüne.


"Na-Nasya..." Hayretle araladı dudaklarını.


"Altmış bin olsun." Sare Katipoğlu, oturduğu koltuktan kalktı ve ısrarlı bir sele yineledi teklifini. "Maaşın altmış bin olsun ya da sen bana bir fiyat söyle." İşte şimdi işler biraz daha garip bir hal alıyordu.


"Sorunum meblağ değil, sorun o hayat. Düzenli olarak bünyeme bunu veremem." Benden ne istiyorsun be kadın? Bunun yarı fiyatına üstüne atlarlar kızlar.


"Nasya, lütfen bir kez daha düşün." dedi Sare Hanım.


"Sare Hanım, çok teşekkür ederim ama..."


"Düşün..." Uzanıp elini omzuma bastırdı ve sıktı. "Benim vaktim var." Ardından beklemeden çıktı dükkândan.


"Ne yaptın aptal!" Defne'nin azarlarcasına çıkan sesi benden alaylı bir kahkaha aldı.


"Neydi o haller; Sare Hanım aşağı, Sare Hanım yukarı, aman Sare Hanım şöyle, aman Sare Hanım böyle... Hahaha..."


"Ya Nasya! Elli bin, elli!"


"Altmış bin, lütfen ama." dedim alayla.


"Sen az önce ne yaptığının farkında mısın? Hayatının fırsatıydı be!"


"Sakin ol." Ona doğru ilerledim ve yanağından bir makas aldım. "İnan bana o insanlarla sen de olsan yapamazsın. Burjuvalar Defne... Onlara bir geceden fazla tahammül edemem."


Kendimi henüz kalktığım koltuklardan birine geri bırakırken masanın üzerinde duran çek sayfasını gördüm, kaşlarım çatılırken uzanıp aldım.


"Elli bin dolar?" Şaşkınlıkla açtığım gözlerimi Defne'ye çevirdim.


"Bu ne?" Kafam karışıyordu. Yani bu para ne için?


"Sare Hanım'ın cömertliği." dedi geçiştirircesine.


"Elli bin dolardan bahsediyoruz Defne, bu cömertlikten biraz fazla." Elimdeki kâğıt parçasını yerine bırakırken rahatsız olmuş bir ifade ile ayağa kalkarak Defne'ye doğru ilerledim.


"İş birliği yaptığım için verdi işte Nasya, ne uzattın ya!" Gözlerini kaçırdığında alayla kıvrıldı dudaklarım.


"İş birliği? Bu yüzden 'Sare Hanım aşağı Sare Hanım yukarı' diyordun değil mi? Cidden mi ya, saygısını böyle mi satın aldı? Kadının ezici bakışlarını görmedin mi? Suratındaki o salak ifadeyle bize tepeden bakışını..." Histerik bir nefesle konuştuğumda bıkkın bir nefes verdi dudaklarından.


"Gururumuz bizi sadece aç bırakır Nasya. Mesela sana az önce hayatının fırsatını reddettirdi ama bana bütün borçları ödeme olanağı sağlıyor. O para ile araç kredimi ve çalışanların ödeyemediğim maaşlarını halledeceğim ve evet benim saygım elli bin dolarla satın alınabilir! Hiç sorun değil!"


"Cidden mi!" İnanamaz bir sesle konuşurken hızla koltuğuna döndü ve yorgun bir sesle konuştu.


"Gerçekten Nasya. Benim ağzım kirlenmedi o kadına efendim diyerek ama elim rahatladı. Bu tür insanlar, öyle her zaman karşına çıkmaz. Böyle insanları sadece dergilerde görebiliriz. Bugün buraya seninle çalışmak için gelen ülkenin en seçkin kadınını tersledin. Bravo harikasın! Ne kadar havalıydın öyle ya!" Alayla devirdi gözlerini.


"Defne, kendine gel! Senin o özenerek baktığın burjuvalarla dolu bir okulda okudum ben! Beş para etmez insanlar bunlar, eline birkaç kuruş verdiler diye bu gerçek değişmeyecek. Kalbini kırmak istemiyorum, sen benim dostumsun. Elif'e götür teklifi ya da diğer kızlardan birine ama ben günlük kazançlarla idare ediyorum."


"Biriken kiraların ve ödenmeyen faturaların öyle demiyor ama." Ciddi olamazsın!


"Çabalıyorum Defne, çabalıyorum!" Gerçekten kırıcı oluyor artık.


"Sahi mi? Buradan pek öyle gözükmüyor. Az önce hayatın değişecekti, ortamın ve kaliten artacaktı ama ne yaptın? O saçma gururundan burnunun ucunu göre-"


"O saçma sapan gururum haricinde hiçbir şeyim yok benim! Elimden geleni yapıyorum, hayatım boyunca yaptım! Ben bu yaşıma kendi çabalarımla ve o beğenmediğin gururumla geldim!"


"Aferin sana!" dedi alayla. Ne kadar sinirli olduğunu görebiliyordum ama bana bunu yapmasına izin vermem.


"Aferin bana! Ben de birileriyle sevgili olup onların kurduğu bir şirkette kendim başarmış gibi yaşayıp gidebilirdim Defne. Senin aksine ben bir erkeğe sırtımı yaslamadım! Gururuma dayandım ve hiç pişman değilim." Beklemeden çıktım dükkânın kapısından. Durursam bu kavga büyüyüp gidecekti. İkimizin de dili zehirliydi ve ben onu kaybetmek istemiyordum.


Öfkeli adımlarım birbirine dolanırken mahalle boyunca eserek geçtim kaldırımlardan.


"Nasya Abla!" Efla'nın seslenişi ile apartmanın giriş kapısında durup arkam ona dönükken derin bir nefes aldım içime. Yüzüme sahte bir tebessüm yerleştirerek yönümü Efla'ya çevirdim.


Karşı kaldırımda oturmuş, elindeki çekirdeği çıtlatmaya ara vermişken bana bakıyordu.


"Efendim bir tanem?" dedim yumuşak bir sesle.


"Gelsene, çekirdek yiyelim." Gerginliğimi anlamış gibi bakıyordu yüzüme.


"Aslında eve çıksam daha iyi. İşlerim var ablacığım."


"Ben de geleyim, yardım ederim." dedi gülümserken.


"Olur, gel hadi evde çıtlatırız." dedim tebessüm ederek.


Heyecanla kalktı kaldırımdan ve bana doğru gelirken yolda hızla geçen siyah Mercedes, neredeyse Efla'ya çarpmak üzereyken ani bir frenle durdu.


"Yavaş be!" Bağırarak yüzümü aracın içine çevirdiğimde şoför koltuğundaki gördüğüm siluet tanıdık geliyordu.


Bu, dün gece beni eve bırakan adamın ta kendisiydi. Neler oluyor, bir türlü anlamıyordum.


Aracın açılan kapısı ile orta yaşlı adam aşağıya inerek bize doğru geldi ve Efla'ya çevirdi bakışlarını. "İyi misiniz küçük hanım? " dedi telaşlı bir sesle.


"İyiyim, sorun yok." dedi Efla gülümserken.


"Önüne bakarak süremiyor musun sen? Burası ara mahalle." Bütün sinirimi üzerine çevirdiğimde mavi gözleri bana döndü.


"Üzgünüm Nasya Hanım, acelem vardı dalmışım." Mahcubiyetle eğdi başını yere.


"Önemli değil abla, iyiyim ben." dedi Efla koluma dokunarak.


"Tamam, sen eve geç ben geleceğim." Evin anahtarını ona uzattığımda orta yaşlı adam konuşmamızı böldü.


"Defne Hanım size haber vermedi mi? Bir iş için almaya gelmiştim sizi. Eğer hazırsanız..." Kaşlarım çatılırken olan bitene bir anlam veremeyerek onu süzdüm.


"Defne neyi haber verecekti? Az önce çıktım yanından herhangi bir işten bahsetmedi." Gözlerim arkada kalan dükkâna döndüğünde çakır gözlü adam yeniden konuştu.


"Kendisine bu sabah haber verildi. Dilerseniz arayın Nasya Hanım." Geri çekilip arabaya geçtiğinde Efla bana bakarak anahtarı uzattı.


"Sonra hallederiz işlerini abla, ben gideyim." dedi buruk bir tebessümle.


"Akşam konuşuruz olmadı, olur mu?" dedim saçlarını okşarken. Kafasıyla onaylayarak uzaklaştı yanımdan. Telefonumdan Defne'nin adına tıkladığımda kulağıma dayadım telefonu. Yanına gidip yüzünü görmek istemiyordum ama bilgiyi teyit ettirmem gerekiyordu.


"Efendim?" dedi fısıltılı bir sesle.


"Bugün bir iş mi ayarlamıştın bana?" dedim arkamı siyah Mercedes'e dönerken.


"Anlamadım?" dedi dalgınlıkla.


"Bir araç geldi ve beni alacağını söyledi, haberin varmış." Sesimdeki kırgınlıkla ellerimi saçlarımın arasından geçirdim ve bir cevap bekledim.


"Ah, evet. Sabah aramışlardı, aklımdan çıktı tamamen. Bir dağ evinde 4 kişilik bir toplantı sanırım. İçki servisi ile ilgileneceksin, mezeler falan... Sare Hanım'dan sonra söylemeyi unuttum."


"Tamam. Ben gidiyorum o zaman. Teşekkür ederim, beni ayarladığın için."


"Kendileri sen-" Aracın kornası çaldığında elimle 'bir dakika' işareti verdim ve telefona çevirdim dikkatimi.


"Kapatıyorum." dedim üzgün bir sesle. Onunla böyle olmaktan nefret ediyorum. O benim kardeşim gibi ve böyle uzak konuşmalar bize göre değil. "Görüşürüz." dedi ve telefon kapandı.


"Aptal!" Üzgün bir fısıltıyla mırıldanırken yönümü araca döndüm. Açılan şoför camından içeriye doğru eğildim.


"Kıyafetleri siz mi ayarlıyorsunuz?" dedim kaşlarım havalanırken.


"Serbest kıyafetle servis yapacaksınız, zaten küçük bir etkinlik. Binin lütfen." dedi arka koltuğu gösterirken.


"Peki." Arka kapıyı açarak içeriye bir adım attım ve bu kez farklı bir aracın arka koltuğu beni karşılarken 'Kaç araba?' diye geçirdim içimden. 'Bir insanın kaç arabası olabilir?'


Araba çoktan hareket ettiğinde gözlerimi camdan dışarıya çevirdim. Yolları bozuk, binaları yıkılmaya yüz tutan bu semtten git gide uzaklaşırken önce yanından geçtiğimiz evler değişiyordu sonra eski Toros'ların yerini son model araçlarla dolu asfalt yol alıyordu.


Haricimde, bu iki uçurumu fark eden birileri var mıdır merak ediyordum. İki ayrı dünya hem birbirine böyle yakın hem de nasıl uzak olabilir?


Giderek açılan uçurum beni başka bir dünyanın kollarına bırakırken zihnimin önüne yetimhane anılarım geliyordu.


Her sabah; arka mahalledeki yetimhaneden beyaz bir servis aracı ile alınıp giderek zenginleşen semtte ilerlerken, sokak kedileri yerini tasmalı ve pahalı süs köpeklerine bırakırdı. Kaldırımda pazar arabası taşıyan teyzeler, marka çantasını kolunda bir sanat eseri gibi taşıyan son derece bakımlı kadınlara devrederdi yerini. Her birinin yüzünde asılı duran ifade değişir, yaşam çizgileri farklı şekillerde gösterirdi kendini.


Ben daha o günlerden bilirdim bu iki uçurumun ucunun asla birleşmeyeceğini.


Mesela çantası sanat eseri olan kadın, pazardan iki kilo domates alan teyzenin telaşını anlayamazdı. O teyzenin hayatla verdiği mücadeleyi de öyle.


Defne de anlayamıyordu. Bu iki uçurumu en yakından gören biri olarak ben biliyordum ama o külkedisi masallarıyla büyümüş ve hayattaki mucizelere inanan bir kızdı. Yurttayken de onu bu hayalperest tarafından kurtarmaya çalışan ben olurdum.


Aslında anlamalıydı belki de farkındaydı, bizler aileleri tarafından bile istenmeyen zavallılarız ve bir gün hayatımız bir anda değişmeyecek. Bizler hep kapının diğer tarafında olacağız. Hizmet edenler ve edilenler arasında, yerimiz apaçık ortadaydı işte. Hayattan fazlasını beklemek neden?


"Geldik efendim." Daldığım düşünceler arasında aracın ormanın ortasında bir dağ evinin kapısında durduğunu yeni fark ediyordum.


Bakışlarım camdan dışarı döndüğünde; tamamen kütükle ve taştan duvarlarla karma bir malikâne, sıradan bir kulübe görünümünden çok uzak bir şekilde karşımda duruyordu. Gözlerim, açılan ana kapıdaki hareketliğe kayarken fark ettiğim bu tanıdık siluet ile alnım şaşkınlıkla kırışıyordu.


Dün gece bahçede karşılaştığım adam, büyük ana kapıyı açmış ve içinde bulunduğum araca doğru yürüyordu. Siyah filmlerle kaplı camlardan beni göremediğini biliyordum ve hiç şaşmadan attığı büyük adımlarla kapımın diğer tarafında durdu.


Gözlerim üzerinde gezindiğinde çektiğim nefesin farkında bile değildim. Dün gecenin aksine bu kez üzerinde uzun boynunu özenle saran, krem rengi, balıkçı yaka ince bir kazak ve bej rengi keten bir pantolon vardı. Oldukça temiz bir görüntüye sahipti.


Uzanıp arka kapıyı açtığında yaşadığım şaşkınlığı koruyarak bakışlarımı yüzünde sabit tuttum.


"Hoş geldin." Sesindeki eminlik ve yüzündeki belli belirsiz tebessüm ile bana doğru uzattı elini.


Ne olduğunu ve ne yapacağımı bilemez bir şekilde öylece kalıyordum arka koltukta. Birkaç saniye sonra, bana uzatılan sol elin yüzük parmağında kabaca duran yüzükte gezindi bakışlarım. Parmağının kıvrılma yerine kadar gelen iri bir aslan kafası vardı ya da bir leopar emin olamıyordum. Zaten şu an dikkat kesilmem gereken konu da bu değildi.


"Ne oluyor?" dedim şaşkın bir tebessümle.


"İn lütfen." Yumuşak çıkan sesine rağmen üzerimde yaydığı otoriteye karşı gelemiyor gibiydim. Bana uzatılan eli tutarak bir kontes edasıyla indim arabadan.


Ayaklarım, yerdeki toprak zeminle bütünleştiğinde beklemeden sıkıca tuttuğu ellerimle beni açık olan ana kapıya doğru ilerletti.


Araçtan ana kapıya doğru attığım birkaç adımla etrafı hızla süzme şansı elde ediyordum. Bahçe peyzajı ve kuş cıvıltıları ile ruhumda bir rahatlama yayılıyordu. Kendimi tedirgin hissetmiyordum. Şaşkındım evet ama korkudan bağımsız denemez bir şaşkınlıktı bu...


Ana kapıdan içeri girdiğimizde elimi hala sıkıca tutuyordu. Otoriter tavrı ve baskın hareketlerine rağmen sanki kırılacak veya incinecek bir şeymişim gibi hissettiriyordu. Yavaş adımlarla beni büyük salondan içeriye doğru ilerletti. Arkamızdaki kapının kapanması ile başımı, omuzumun üzerinden geriye çevirdim ve kapanan kapıya baktım.


"Umarım açsındır." Kalın ama kadife sesi dikkatimi yeniden ona çevirmeme neden olurken gülümseyerek bana bakan iki kara kuyuya döndü gözlerim.


"Ne oluyor?" dedim fısıltılı bir merakla.


"Anlatacağım ama öncesinde..." Sözlerini yarıda keserek beni, ileride çıtırtılarla yanan şöminenin hemen dibinde özenle hazırlanmış masaya doğru ilerletti.


Beyaz örtü ve üzerinde açılmış servislerde gezindi gözlerim. Mesleğim icabı dikkatimi direkt böyle şeyler çekiyordu işte.


Elimi bırakıp benden ayrıldı ve baskın adımlarla masanın iki ucunda duran sandalyelerden birini çekti. Kara hareler beni bulduğunda yüzündeki yumuşak ifade ile sandalyeyi işaret ederek konuştu "Otur lütfen."


Ne olduğunu anlamaya çalıştığım her an kafam biraz daha karışıyordu ama peki... Er ya da geç burada ne olduğunu öğrenecektim zaten. O yüzden bana ışık saçan gözlerle bakan bu adamın istediğini yaptım ve benim için çekilen sandalyeye doğru ilerleyip oturdum.


Önümdeki büyük servis tabağının içinde mavi kadife bir kutu duruyordu. Bakışlarım kutuda gezindiğinde bu genç adam uzanıp aldı ellerinin arasına bu kutuyu. "İzninle." dedi sakin bir fısıltıyla.


"Nedir bu?" Bakışlarım açtığı kadife kutuda gezindiğinde kapağı yavaşça açılan kutunun içini aydınlatan küçük bir ışığın, kalıbında özenle duran kolyeyi aydınlattığını gördüm.


"Bana seni anımsattı." Parmaklarına aldığı kolye ile kutuyu kapatarak masanın üzerine bıraktı ve bir adım atarak arkama geçti. "Saçlarını benim için öne al Nasya." Otoriter ses benden isteneni kibarca söylese de tınısı emir verir bir tonlamayla çıkmıştı.


"Ben böyle bir şeyi kabul edemem. Ayrıca adım-"


"Lütfen. Bırak da boynunda nasıl göründüğüne bakayım. Hayalini kurup düşlemekle olmuyor, bana gerdanındaki duruşu lazım." Fısıltılı sesi ile yanaklarımın içten gelen bir utanmayla kızardığını hissedebiliyordum.


"Ama..."


"Lütfen." dedi ısrarlı bir sesle.


Sırtıma dökülen saçımı, sağ elimin yardımı ile omuzumdan öne sarkıttım ve önümden gelen elleri ile kendimi utanarak geri çektim. Sırtım muhtemelen karın kaslarına temas ederken açtığı kolye zinciriyle beraber geri çekilip boynumun arkasına doğru uzandı. Parmakları ensemi gıdıklarken içimde uyanan ürperti ile midemin ortasında bir hareketlenme yaşıyordum. Birkaç saniye içinde taktığı kolyenin altında kalan saçlarımı kendi el yordamı ile yavaşça çekip sırtımdan geri bıraktı.


Yutkunamıyordum, boğazım yaşadığım heyecandan kururken ben onu ıslatacak herhangi bir yardımda bulunamıyordum. Tuttuğum nefesin farkında dahi değildim. Parmakları tenime değdiği anda içimde hareketlenen duygu karmaşası ile baş başa kaldığımda yavaş adımlarla karşımdaki sandalyeye oturdu.


Kendi sandalyesinde geriye yaslanırken bakışları boynumda gezinerek sessiz bir iç çekiş bırakıyordu masaya. Bana nasıl baktığını görebiliyordum ve bu biraz utanmama neden olsa da hoşuma gidiyordu.


Hoş bir adamdı. Gerçeği söylemek gerekirse baya iyiydi, baya baya... Dün gecenin aksine gölgeli o surat gözlerimin önünde en net haliyle duruyordu. Bakışları içime işlercesine üzerimde gezinirken utangaç bir gülümseme ile yüzümü yere eğdim.


"Pekâlâ... Burada ne olduğunu anlatacak mısınız artık?" Meraklı sesimle utangaç bakışlarımı önümdeki tabakta sabit tuttum.


"Çok yakıştı. Yani zaten iyi taşıyacağına emindim ama bu hayalimdekinden bile çok ileride Nasya. Sanırım boynun mücevher taşımak için yaratılmış o nadir gerdanlardan biri." Övgü dolu sesleri, yüzümdeki utangaç gülüşü genişletirken kesik bir nefes eşliğinde konuştum.


"Adımı size söylememiştim. Bu garip yani neden beni tanıdığınız hissine kapılıyorum." Şimdi bakışlarım sorduğum sorunun cevabını almak için kusursuz yüze geri dönüyordu.


"Seni tanıyorum aslında." Yaslandığı sandalyede öne gelerek dirseklerini masaya usulca dayadı ve ellerini çenesinin altında sabitleyerek gözlerini üzerimde gezdirdi. "Seni tanıyorum. Dün gece o bahçede gördüğüm ana kadar hiç karşılaşmamıştık fakat o andan sonra hiç ayrılmadık desem yalan söylemiş olmam." Yüzünde bir alay ifadesi yoktu. Söylediği şeyler konusunda gayet ciddi gözüküyordu. Anlamadığım beni nasıl tanıdığıydı.


"Dün gece size adımı söylemedim, yanlış mı hatırlıyorum?"


"Hayır, söylemedin." Derin bir nefes aldı "Ama gördüğüm ilk andan beri aklımdan çıkmadığın için ki yirmi dört saat bile olmadı, hakkında küçük bir araştırma yaptım." Kaşları havalandığında benden bir tepki bekler gibi gözlerimi yokladı.


"Peki?" dedim devam etmesini ister bir ifade ile.


"Adını, nerede yaşadığını, hangi okuldan mezun olduğunu, nasıl bir hayat hikâyesine sahip olduğunu, sanırım alerjilerin hakkında bile bilgiye sahibim. Alerji konusunda sana hak veriyorum. Bence lavanta çok gereksiz bir çiçek türü, rengi dışında bir numarası da yok." Geri çekilip yeniden sırtını kadife sandalyeyle bütünledi. Bense şaşkınlığımı, saklayamadığım gülüşüme katarak sabırsızca konuştum.


"Ne oluyor burada? Kendimi tedirgin hissetmek istemiyorum ama bu korkunç. "


"Korkmana gerek yok. Ben korkulacak bir adam değilim sana açıkça söylüyorum. Sorduğun her sorunun da bende bir cevabı var ve seni temin ederim duyacağın cevaplar yalandan hiçbir iz taşımıyor olacak." Nedenini bilmediğim bir şekilde ona ve söylediklerine güveniyordum, sanırım en şeffaf hali ile konuşuyor ve herhangi bir şeyi saklama gereği bile duymuyordu.


"Adınız ne?" dedim sanki söylediği o tuhaf şeyleri duymamış gibi.


"Pars." Tabi ya... Parmağındaki yüzük bir aslan kafası değildi, diğer adı leopar olan bir hayvanın siluetiydi. Pars... Vahşi doğanın yırtıcılarından.


"Pars?" dedim fısıltı ile tekrar ederken.


"Evet. Hakkımda bilmek istediğin her şeyi sorabilirsin şartlar eşit olsun isterim." Histerik bir nefes verdim burnumdan. Yarı yarıya alaylı bir gülüş de sayılırdı. Karşımda muhtemelen her bilgime sahip bir adam vardı ve şartları eşitlemek için bana açıkça soru sor diyordu.


"Kaç yaşındasınız? " dedim. Bir sürü soru sorabilirdim. 'Benden ne istiyorsunuz?' diyebilirdim, 'Burada ne işim var?' diye sorabilirdim ki sordum da zaten ama öncesinde bu adamı tanımak isteyen tarafım ağır basmıştı.


"Yirmi dokuz yaşındayım Nasya. " Beklemeden hızla verilen bir cevaptı.


"Hangi bölümden ve hangi okuldan mezunsunuz?" Saçmaladığım o an, bu andı işte.


Gülümsedi ve bana ne kadar salakça bir soru sorduğumu iyice anlamamı sağlayan bir ifade ile cevap verdi. "Stanford Üniversitesinde Mühendislik Bölümü okudum. Gerçekten öğrenmek istediğin şeyler bunlar mı?" dedi kaşları alayla havalanırken.


"Yardıma 'Hayır.' demem. Hakkımda ne kadarını bildiğinizi bilmiyorum ve size ne sorabilirim onu da bilmiyorum."


"Şöyle yapalım, ben sana kısa bir özet geçeyim ama öncesinde izninle yemek servisine başlasınlar." Önündeki gümüş bıçağı alarak şarap bardağına iki kez tıklattı ve mutfaktan bize doğru gelen servis elemanları beklemeden tabaklarımızı renklendirmeye başladı.


Gözlerim Pars'ın üzerinde gezindiğinde bakışlarını benden bir saniye bile ayırmadığını gördüm. Sanırım hoşuna gitmiştim ve bu garip bir şekilde iyi hissettiriyordu. Yani o ve onun gibi adamlar genelde dikkatimi çeken tipler değildir ve ben gerçekçi bir kadınım. Olacak şeyler ve olmayacak şeyler konusunda taşıdığım akrep burcu hislerime de güvenirim ama burada, bu masada, bu adamın karşısında hislerim körelmiş gibiydi.


Ne olacağını nereye varacağını bilmeden bu aptal oyunu oynuyordum. Kendimi kurtlar sofrasındaki kuzu gibi hissetmem gerekiyordu ama öyle hissetmedim işte. Güvende hissediyordum. Karşımdaki adamın bir burjuva olduğu her hareketinden belliydi, kıyafetinden düzgün diksiyonuna kadar... Ama ruhunu görebildiğimi söylesem bana kimse inanmazdı. Bu adama baktığımda içinde gördüğüm ve adlandıramadığım bir şey ona güvenmemi sağlıyordu.


Sürekli 'Ondan sana bir zarar gelmeyecek.' Diyen altıncı hissimin de desteği ile olan biten her şeyi sindire sindire yaşıyordum.


Servisleri yapıp mutfağa geri çekilen elemanlar ile Pars, tabağına konan eti büyük bir dikkatle keserek yavaşça ağzına kaldırdı. "Afiyet olsun." Önümdeki tabağı gösterirken bana da yemem için davet sunuyor gibiydi.


Bakışlarım önümdeki tabağa döndüğünde tabağımdaki orta kararda pişmiş et parçasında gezindi gözlerim. "Vejetaryenim ben." dedim fısıltılı bir sesle.


Tabağına yavaşça bıraktığı çatalla gözleri üzerime döndü. "Öyle bir bilgi yoktu. Bilseydim menüyü değ-" Gülmeye başladığımda şaşkınlıkla bana bakıyordu. Olan bitene bir anlam veremeyen ifadesi beni daha da güldürürken kesik nefeslerim arasında tabağı yana doğru ittim.


" Şakaydı." dedim gülümserken.


Yüzünde pişkin bir gülümseme oluşurken gözlerini kısarak bana çocuksu bir bakış attı.


"Bu ne?" Gözlerim kenara ittiğim tabağın altındaki dosyada gezinirken şaşkınlıkla bakışlarımı Pars'a çevirdim.


"Yemekten sonrasını bekliyordum ama..." Kendi tabağını da kenara ittiğinde kollarını masanın üzerinde sabitledi. "Bir anlaşma." dedi sakin bir ciddiyetle


"Ne anlaşması?" merakla açtım ince dosyanın kapağını. Büyük harflerle 'GİZLİLİK SÖZLEŞMESİ' yazıyordu. "Neyin gizliliği?" Gözlerim alttaki açıklamada gezinmeden önce bakışlarımı Pars'a çevirdim ondan bir cevap almak umuduyla.


"Aramızda yaşanacak her şeyin gizliliğini koruyan bir sözleşme. Avukat ordumun ön gördüğü bir şey. Sana güvenmediğimi düşünmeni istemem." dedi sakin bir otoriteyle.


"Aramızda yaşanacak derken?" Bakışlarım önümdeki dosyada hızlı bir gezintiye çıktığında şıklardan birkaçında takılı kaldım.


Madde 1- Nasya Ersoy, bu birliktelikle ilgili kimseye bir şey anlatmayacak.


Madde 2- Yirmi dört saatin içinde yaşanan hiçbir şey, fotoğraf veya video ile kanıt olabilecek herhangi bir delil barındırmayacak


Madde 3- Fotoğraf çekmek yasak.


Madde 4-Video kaydı yasak.


Madde 5- Sonrasında iletişime geçmeye çalışılmayacak.


Madde 6- Cinsel birliktelik öncesinde doktor kontrolleri yapılarak gebe kalma riski kontrol altında tutulacak.


Başımdan aşağıya kaynar sular boşalırken bedenim anlık olarak buz kesip yeniden alev alıyordu. Burada bahsedilen şeyi anlamaya çalışmak ve anladığımı inkâr etmek arasında mekik dokuyordum.


"Neden buradayım Pars?" Dişlerimin arasından korkulu bir fısıltıyla konuşurken üzerine kapattığım dosya ile sandalyemi geri ittim.


"Korkmana gerek yok Nasya. Söylediğim gibi ben korkman gereken bir adam değilim, sana en şeffaf halimle geliyorum."


Sandalyeden kalkarak şaşkınlıkla aralanan dudaklarımı kapattım. "Benden ne istediğini açıkça söyle." dedim dürüst olacağına olan inancımla.


"Seni istiyorum." Oturduğu sandalyeyi hızla geri iterek ağır adımlarla bana doğru yaklaştı. Attığı her bir adım bende geriye doğru atılan bir adıma neden olurken devam etti "Seni istiyorum, bana ayıracağın yirmi dört saat dışında senden hiçbir şey istemiyorum. Gizlilik Sözleşmesi tamamen prosedür. Senin beni takıntı yapmayacak kadar dik başlı olduğunu görebiliyorum ama benim sende gördüğüm bu dikliğe ihtiyacım var." Hiçbir şey anlamıyordum. Söylediği hiçbir şeyi mantık süzgecimden geçiremiyordum ve artık korku ile tedirginlik arasındaki o boşluktaydım. "Bana o güçlü tarafını ehlileştirme izni ver. Sadece yirmi dört saat karşılığında hayatını kurtaracak miktarda bir para ile ayrılacaksın yanımdan. Ancak öncesinde seni kollarıma almama izin ver, üzerinde istediğim her şeyi yapmama."


"Delirdin mi?" Korku dolu bir şaşkınlıkla fısıldadım. Sırtım, attığım son adımla duvarla bütünleşirken artık giderek yerim kalmıyordu. Tam dibimde durup arkamdaki duvara yasladı ellerini, dudakları yüzüme yaklaşırken aradaki kısa mesafeyi koruyarak dudaklarımın hemen önümde durdu. Aldığı nefesler ve fısıltılı sesi tenime çarparken yavaşça yutkundum.


"İstediğim şey çok basit. Bana itaat edeceksin ve ben de seni dünyanın en mutlu kadınlarından biri yapacağım. Üstelik sonunda yüklü bir ödeme alacaksın." Nefesi dudaklarımdan içeri akarken korku dolu ruhum bu sıcaklığın sarhoşluğuna kanıyordu.


Bilincim, bana yapılan bu iğrenç teklifi reddederken göğüs kafesimin hızı artmaya başladı.


"İ-istemiyorum." diyebildim sadece. Çok daha sert bir tepki vermeyi planlamıştım ama tenini, sıcaklığını hissederken ve keskin parfümünün kokusu genzimde oyalanırken kasıklarımda hissettiğim hareketlenme; bunu yapmama izin vermemişti.


"İstiyorsun Nasya. İstediğini görebiliyorum. Bana istediğim şeyi ver." Dudakları sus çizgimde sabitlendiğinde gözlerim usulca kapandı. İlk kez bir adamın bana bu kadar yakınlaşmasına izin veriyordum üstelik karşı gelmek istediğim halde hiçbir şey yapamıyordum.


Sıcak dudakları alt dudağımı yavaşça kavradığında ılık nefesini dudaklarımdan içeriye üfleyerek alt dudağımı viski kokulu nefesiyle sardı. Usulca emdiğinde dişlerinin arasında hafifçe ezerek çekip bıraktı. Alnını benimkine yasladığında dudaklarımdan geri çekildi.


"İzin ver bana." dedi ısrarlı bir fısıltıyla. Hızlanan nefesi ve aldığı derin soluklarla birlikte yükselmeye başladığını hissediyordum. İşin kötü yanı, ben de pek iyi sayılmazdım.


Gözlerimi hızla araladım yüzüne doğru. Kara hareler beni istediğini çığlık çığlığa bağıran bir şehvetle içime işliyordu.


"Çekil." Ellerimi göğsüne bastırıp onu geri ittirdiğimde, yaşadığı afallama ile geri savruluyordu.


"Nasya." dedi ne yaptığımı anlayamaz bir ifade ile.


"Sapıksın sen... bana iznim olmadan dokunabileceğini düşünen pisliğin tekisin!" elimin tersiyle dudaklarımı sildiğimde ana kapıya doğru ilerledim.


"Ne yapıyorsun?!" arkamdan seslendiğinde kapıyı açarak yüzümü ona döndüm.


"Gidiyorum! bu saçmalık hiç yaşanmamış olarak devam etmek istiyorum ruh hastası..."


Yüzüme ona küfür etmişim gibi bir şaşkınlıkla bakıyordu, sanki bu reddedilme öyle sıra dışıydı ki onun için, 'biri bana bunları nasıl söyler' der gibi bakıyordu suratıma.


"Saçmalama.." dedi fısıltı ile...Dağ evinin kapısından çıkmadan hemen önce bileğim sıkıca tutuldu ve bedenim açtığım kapıya sertçe çarpıldı.


"Ah.." acıyla inlediğimde bedenini beklemeden üzerime verdi, ağırlığı ile bedenimi ezercesine kendini bana verdiğinde öfkeli bir fısıltıyla hırladı.


"Benimle böyle konuşulmasına izin vermem! elimden geldiğince nazik olmaya çalışıyorum ama beni fazla zorluyorsun Nasya!" gözleri şehvetle karışık öfke şimşekleri saçarken alnını benimkine sertçe bastırdı.


"Bu işi ne kadar uzatırsan o kadar tadı kaçacak! sana kendimle ilgili korkunç bir gerçekten bahsetmeme izin ver, ben istediğim her şeyi alırım! kolay yolla yada zor yolla, yöntemi fark etmiyor! istersem alırım. ve seni istiyorum!" siktir...


Bacak arasına geçirdiğim sert bir tekmeyle acıyla geri çekildi.


"Siktir!" acıyla kıvrandığında Açtığım kapıdan hızla çıktım ve kapatmaya bile tenezzül etmeden dağ evinin önündeki korumaları geçerek ilerideki patikaya doğru ilerledim.


Vermem gereken tepkiden çok daha azını verebilmiş olmanın kızgınlığı ile toprak yolda ilerledim. korumalar ne olduğunu bile anlamadan solumda kalan patikaya doğru koşmaya başladım.


Ana yola çıksam beni eve götürebilecek bir araba bulabilirdim ve şuan burada olmak istemediğimi biliyordum.


Kızgındım, Gördüğüm bu küstah tavra ve içimde irademi kullanmamı engelleyerek yükselen o anlamsız hisse...


Arkama bile bakmadan nefes nefese koşuyordum, ana yola ulaşana kadar bu yolu takip edip bir araba bulacaktım ve defolup gidecektim, bunun başka bir yolu yoktu.


Bölüm Sonu 🖤


Loading...
0%