Yeni Üyelik
30.
Bölüm

Bölüm 30/ Serzeniş...

@nurdogru26

 

Bölüm 30 / Serzeniş...
Bölüm Şarkısı / Çağan Şengül - 22

NASYA

Kulaklarımda dolanan kapı açılma sesiyle başımın ortasında keskin bir ağrı hissettim. Huzursuz bir kıpırtıyla yastığı yüzüme bastırdım ve kendimi odanın aydınlığından kurtardım.

Odanın içinde yayılan topuk tıkırtıları yatağımın yanına doğru geldi ve kafama siper ettiğim yastık yavaşça çekildi başka eller tarafından.

"Kalk artık." Begüm'ün sakin sesiyle huysuz bir homurtu bıraktım. "Lütfen beni rahat bırak." Yüzümü terse döndüğümde gözlerim hala kapalıydı.

"Nasya kalkman gerek, saat neredeyse on beşe geliyor." Evhamlı sesiyle yatak sarsıldığında yanıma uzandığını hissediyordum.

Ardından elleri yüzüme dökülen saçlarımı yavaşça arkaya verdi. Şekerli parfümünün kokusu genzime dolarken yanaklarımın üzerinde bir sıcaklık hissettim.

"Hadi artık, kalk ve bir şeyler ye." Beni öpüp başını benim başımın üzerine yasladığında yüzümde sakin bir gülümseme yer etti.

Daha önce hiç böyle uyandırıldığımı hatırlamıyorum. İnsanın bir ablasının olması böyle bir şey miydi?

"Begüm, başım çok ağrıyor." Mızmızlandığımda yüzünü geri çekti ve dudaklarını şakaklarıma bastırdı.

"Biliyorum, akşamdan kalma durumu berbattır. Ayağa kalktığında seni daha fazla etkileyecek, tam da bu sebepten bir an önce uyanıp güzel bir duş alman ve üzerindeki kıyafetlerden kurtulman gerek."

"Ne kıyafeti?" Zar zor araladığım gözlerimle üstümde dün geceki elbisenin hala durduğunu gördüm. Birkaç lekeyle birlikte tabii. "Kusmuş muyum?" Hızla toparlandığımda kıkırdayarak kendini geri çekti.

"Öyle olmuş sanki." Yeniden kıkırdadı ve sırtını yatak başına dayatarak alaylı bakışlarını yüzüme çevirdi.

"Ay iğrenç ya, gerçekten! Bir de öpüyorsun beni." Histerik bir nefesle gülerken yüzünde kocaman bir gülümsemeyle bana baktı.

"Pek güzel koktuğun söylenemez ama ben buna alışkınım. Yani annemin içip içip kustuğu gecelerden biliyorum, o yüzden tiksinmem." Yeniden alayla gülümsedi fakat bu kez buruk bir gülüşle.

"Dün gece..." Ağrıyan başımı ellerimin arasında sıktığımda kapattığım gözlerimle hayal meyal birkaç şeyi anımsadım.

'Tüm sosyete arkandan bir varoş olduğunu konuşuyor, buna rağmen yanındayım!'

Alphan'ın bağırtısı zihnimi ansızın ayıltırken gözlerim kocaman açıldı. "O şerefsizi öldüreceğim!" Öfkeyle tısladım.

"Ne?" Şaşkın bakışları beni sorgularcasına yüzümde gezindi.

"Alphan'ı diyorum, mahvedeceğim o pisliği! Dün bana söylediği onca şey..." Zihnimde yeni anımsamalar belirdiğinde Begüm'e söylediği şeyleri bir fısıltı gibi yeniden duyuyordum.

Annesinin benim annem yüzünden öldüğünü hayvanca haykırışını, bu yüzden Begüm'ün beni aslında sevmediğini...

"Uğraşmaya değmez Nasya, inan bana görmezden gelmek en güzel intikamdır." Toparlandı ve bana doğru yaklaştı.

Elleri saçlarıma uzandığında usulca okşadığı saçlarımla hafif açık dudaklarının arasından birkaç sözcük mırıldandı. "Alphan gibi özgüvensiz adamlar, saldırırken böyle çirkinleşebilirler. Söyledikleri şeyleri ciddiye alamazsın, kendini bile sevemeyen birinin senin hakkındaki kokuşmuş sözcüklerinin bir önemi olmamalı. Beni anlıyor musun?"

Bir abla şefkati ile parmaklarının arasında kaydırdığı saçlarımla bana rahatlatıcı tavsiyeler veriyordu. "Hem zaten senin bir türlü yapmaya cesaret edemediğin şeyi nihayet o yapmadı mı? Bak şimdi bundan sonrasına; her şey daha dingin olacak, kendine odaklanacaksın. Hobilerinden belki bunca zaman yapmak isteyip yapamadığın birkaç şey yaparız, örneğin bir tatile gidebiliriz ya da uzun bir masaj terapisi?" Yanağımı sıkıca kavradı ve sıktı. "Ne istersen işte." Yeniden kıkırdadı.

"Ne tatili Begüm, şirkete odaklanmam gerek. Babamı hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum." Söylediğim şeyle gözleri parladı ve yüzünde heyecanlı bir gülümseme oluştu.

"Baban demek, hahaha! Bunu duysa kafayı yer, biliyorsun değil mi? Ona böyle seslendiğini duysa..." Kendi kendine gülmeye başladığında en azından birimizin keyifli olduğunu bilmek iyi hissettirdi. "Utandırma beni, tamam ya."

Uzanıp koluna vurduğumda beni hızla omuzlarımdan yatağa serdi. "Ablaya vurulmaz! Vurulmaz ne kadar ayıp." Elleri karnıma doğru dönerken ansızın beni gıdıklamaya başlıyordu.

Bastıramadığım bir kahkaha odaya yayılırken Begüm'ün ve benim gülüşlerimiz birbirine karıştı. "Ahahaha ay... Ay dur!" Yeniden kahkahalara boğuluyordum ama o durmadı. "Ablaya kalkan el taş olur taş. Hahahah!"

İkimizin de yatakta iki çocuk gibi dalaşması, bana başımdaki keskin ağrıyı bile unuttururken gülüşlerimiz tüm odayı doldurdu.

Odanın kapısı yavaşça açıldığında biz farkında bile değildik ama annem içeriye sessizce girip kapattığı kapıyla gülümseyerek bizi izliyordu. Geriye savurduğum başımda onu tersten görebildiğimde Begüm'ü durdurmak için elini sarstım.

"Dur deli, dur!" Kıkırdarken duran Begüm, nefes nefese bakışlarını kapıya çevirdi. "Gülsüm Hanım." Hızla üzerimden kalktığında ben de zar zor toparlandım. Gülmekten karnımın kasıldığını hissediyordum.

"Bölmek istemezdim kızlar." Güleç bir yüzle yanımıza doğru geldiğinde yatağımın ucunda duran pufa usulca çöktü.

"Yok; ben, Nasya'yı uyandırmaya gelmiştim zaten. Siz konuşun, aşağıda buluşuruz." Buruk bir gülümseme ile yataktan kalktığında annemin sesi Begüm'ün kapıya dönen ayaklarını yavaşlattı.

"Aslında gitmesen daha iyi, bugün biraz stresliyim ve size gelmek en doğrusu olur diye düşündüm." Bakışları Begüm'den bana döndüğünde şaşkınlıkla çatıldı kaşlarım.

"Şey, ben nasıl yardımcı olabilirim?" Begüm'ün afallayan yüzünde memnun bir gülümseme oluştu. Annemin onunla her diyalog kuruşu heyecanlanmasına sebep oluyordu.

"Gel Begümcüğüm." Annem elini ona doğru uzattığında Begüm şaşkın adımlarla yanına doğru ilerledi ve elini tuttu. "Otur lütfen." Oturduğu pufa doğru işaret etti.

"Ne oluyor?" Şaşkın kıkırtımla onları izliyordum. Begüm ise henüz oturduğu puftan gözlerini bana çevirdi ve başını hafifçe iki yana salladığında 'Bilmiyorum.' der gibi gülümsedi.

"Öncelikle bugün benim için biraz gergin bir gün." Annemin titrek sesi avuçlarının arasında tuttuğu Begüm'ün elini sıkarken diğer elini bana doğru uzattı ve yavaşça parmaklarını elime sardı. "Yani nasıl diyeceğimi bilemiyorum." Gerginlikle yutkunurken yanaklarının kızardığını görüyordum.

"Kötü bir şey olmadı değil mi Gülsüm Hanım?" Begüm'ün meraklı fısıltısıyla annem itiraz edercesine kaşlarını kaldırdı ve alt dudağını stresle kemirmeye başladı. "Ne oluyor ya?" Şaşkınca gülerken onun genç bir kız gibi böyle nazlanması tuhaf geliyordu.

"Begümcüğüm, eğer şimdi bahsedeceğim durum seni rahatsız ederse lütfen benimle paylaş olur mu?" Titreten sesiyle Begüm'ün yüzünde geniş bir gülümseme oluştu, ardından kaşları havalandı ve anneme bir anda her şeyi anlamış gibi bir bakış attı. "Tabi ya! Şimdi anladım. Hahaha..."

Kıkırdamaya başladığında annem ve ben yüz yüze geldik. Ben 'Neyi anladı?' der gibi bakarken annem ise 'Nasıl anladı?' der gibi bakıyordu. Meraklı gözlerim Begüm'e döndüğünde onun keyiften dört köşe olduğunu gördüm. "Ne bu şimdi?"

"Şimdi şöyle ablasının minik psikopatı, babamız annenle muhtemelen yeniden bir şeyler yaşamak üzere, yani yıllar sonra yeniden, anladın mı?" Hafifçe göz kırptığında yeniden kıkırdadı.

"Begüm!" Annemin utanç dolu itirazı ile şaşkınlıkla ağzım açık kalıyordu. "Yani cidden pes. Bunca yılın üzerine hem de." Alaylı sesimle annem ikimizin de ellerinden geri çekti ellerini.

"Size de bir şey söylenmiyor." Utangaç bir gülümsemeyle kalktı pufun üzerinden. "Ben sadece, ne bileyim, gidip konken partisinde bizim kızlara anlatamayacağım için sizinle paylaşmak istedim ama şu yaptığınıza bakın. Benimle resmen alay ediyorsunuz."

Küskün bir fısıltıyla alt dudağı büküldüğünde Begüm hızla ayağa kalktı ve uzanıp annemin omuzlarını tuttu. "Sizinle alay etmiyoruz Gülsüm Hanım, aksine ikinizin de yeniden mutlu olmasına seviniyoruz. Takılıyoruz çünkü gerçekten berbat bir gece ve alaylı bir sabahın ortasına bomba gibi düştünüz. O yüzden biraz şu anki şımarıklığımızın kurbanı oldunuz ama gerçekten çok mutluyum. Benim açımdan hiçbir sıkıntı olmayacak çünkü ben, siz geri geldiğinizden beri babamı yeniden bulmuş gibiyim. Neşesini, güleçliğini, her şeyi geri kazandı ve bu sizin sayenizde. Fikrimi almanız çok hoşuma gitti, bu çok şıktı ama korkmayın. Ben sadece mutlu olurum." Yavaşça anneme doğru yaklaştı ve kollarını omuzlarına mesafeli bir şekilde sardı.

"Begüm." Annem titreyen sesi ve dolan gözleriyle onu sırtından sıkıca kendine bastırdığında içimden koca bir yük kalkmış gibi hissediyordum.

Dün Alphan'ın söylediği şeylerden sonra Begüm'ün bize karşı sevgi dolu olmadığını düşünmüştüm ama şimdi gözlerimin önündeki manzara genzimi sızlatıyordu.

Annemin bakışları, sarıldığı Begüm'den bana döndüğünde sırtındaki kollarından birini bana doğru uzattı. "Gel buraya güzel kızım, gel."

Beni kendine doğru çağırırken hiç de nazlanmadan kalktım yataktan. Onlara doğru birkaç adım attığımda şimdi üçümüz birbirimize sarılıyorduk. Daha doğrusu annem bir omuzuna beni bir diğerine Begüm'ü bastırıyordu.

"İyi ki varsınız güzel kızlarım." Elleri ikimizin saçlarında dolanırken derin bir iç çekişle yeniden konuştu. "İyi ki buradasınız." Uzanıp önce benim sonra da Begüm'ün saçlarına sıcak bir öpücük bıraktığında Begüm'le yüz yüze geldik.

Onun gözlerini kapatıp kendini annemin okşayışına bıraktığını gördüğümde kalbim sızladı. Kirpikleri titredi, kapalı olan gözlerinden bir damla sessiz bir yaş aktı ve yüzünde kayboldu.

Annem fark etmemişti ama ben görmüştüm. Ben Begüm'ün garip bir şekilde anne sevgisine ne kadar çok aç olduğunu görmüştüm. Neredeyse benden bile çok.

İçinde bulunduğumuz durumun afallaması ve akşamdan kalmalığın etkisi ile ansızın zihnimde beliren görüntülerle suratım buz kesti.

'Ben gece Pars'a gittim. Pars'a gittim.'

Hızla annemin kollarından geri çekildiğimde ikisi de şaşkınlıkla bana bakıyordu.

Onlara arkamı dönerken hatırladığım kesik parçalarla diz çöküp ağladığımı anımsadığımda dudaklarım hayretle aralandı. Adımlarım birbirine dolanırken yavaşça yatağa çöktüm. "Ne yaptım ben?"

"Kızım?" Annem şaşkınlıkla bana bakarken Begüm kendimi toparladı ve annemin kollarından ayrılıp yüzünü bana çevirdi. "Nasya ne oldu?" Onun da meraklı sesi kulaklarımda boğukça dolandığında, zihnimin önündeki görselle bedenim ürperiyordu.

 

_________

 

"Seni eve götürelim."

 

"Sevişmek için geldim ben."

 

"A-anlamadım?" Yüzünde saçma sapan bir ifade yer ederken üzerimdeki elbisenin önden açılan fermuarını yavaşça aşağıya çektim.

 

"Siktir!" Açtığı kapıyı hızla kapattığında dışarıdaki adamların beni görmesini son anda engellemişti.

 

"Sevişmek istiyorum işte." Elbiseyi tamamen açtığımda hızla bana doğru gelip önümü toparladı.

 

"Çok sarhoşsun sen!" Öfkeli hırıltısıyla ellerim omuzlarına sarıldı. "Beni öp Pars. Çünkü yalnızca sen öpünce kafamdaki sesler susuyor."

 

"Nasya." Sessiz bir nefesle bakışlarını çaresizce yüzümde gezdirdi.

 

"Doğa Hanım'ı yatırdım efendim."

 

Merdivenlerden inen koruma şaşkınlıkla bize bakarken Pars, beni hızla göğsüne yapıştırdı. Kokusu genzime dolarken daha fazla içimdeki duygulara karşı koyamıyordum. Güzel kokusu tenimden sıcakça yayılırken beni kendine doğru çekiyordu. Adeta bir davetti bu.

 

"Çık!" Korumayı bağırarak kovduğunda artık daha fazla dayanamazdım. Hem Doğa'yı tek başına korumayla yatıracak kadar umursamıyordu. Dokunmamıştı o kıza, dokunsa kokusu değişirdi ama kokusu hala aynıydı.

 

Dudaklarım çıkık âdemelmasına doğru kaydığında dudaklarımı ateş gibi yanan tenine bastırdım ve bıraktığım küçük öpücüklerle kendime bir rota oluşturdum. Öpücüklerim tüm boynunda dolandığı sırada irkilerek geri çekildi.

 

Şaşkın gözleri üzerimde gezerken yavaşça yutkundum.

 

'Lanet olsun, öpüyordum işte ne güzel, neden böldün aptal!'

 

"Kafayı mı yedin!" Bağırtısı evde yayıldığında başımı iki yana salladım. "Hayır, yemedim. İstediğin şeyi veriyorum sana işte."

 

'Öp artık beni. Yalvarırım engel olma, lanet olsun. Tüm cesaretimle buradayım, sana geldim işte.'

 

Ona doğru attığım küçük adımlarla parmak ucumda yükseldim ve kollarımı yeniden boynuna sardım. "İçimdeki duygularla savaşmaktan yoruldum, artık sevişmek ist-"

 

Sözümü kesen azarlayıcı sesi kulaklarımda yankılandı. "Nasya!" Kollarımı geri çektiğinde küskünce ona baka kaldım.

 

'Aptal! Bağırma bana.'

 

"Ya daha birkaç saat önce bana demedin mi? 'Bedenin benim olacak.' demedin mi? Al işte buradayım." Küskünce fısıldadığımda öfkeyle inip kalkan burun kanatlarında dolandı gözlerim.

 

'Lanet suratın bir sanat eseri gibi çıldıracağım.'

 

"Böyle değil, sarhoşken değil."

 

'Alphan'ı öptüm çünkü. En son beni onun yanında bıraktı, o yüzden böyle düşünüyor ama o geri zekâlı umurumda bile değil artık. Vicdan bile yapacak bir şey bırakmadı bende.'

 

"Artık Alphan da yok. Vicdani bir rahatsızlık söz konusu bile olamaz." dedim. Belki böylelikle yapışırdı artık dudaklarıma.

 

'Lütfen yapış.'

 

"Çık." Elleri kapıya döndü.

 

'Ne? Nasıl?'

 

"Git Nasya! Bir daha karşıma çıkma! Bir daha kapıma gelme! Git! "

 

'Ama...'

 

Şaşkın bakışlarım yüzünde dolandığında mırıldandım. "Ama..."

 

Üzerime gelip beni kolumdan tuttuğunda kapıya doğru sürüklerken bağırdı. "Bana daha fazla acı çektirmene izin vermeyeceğim. Daha fazla değil, hayır! Duydun mu? Asla!"

 

'Allah kahretsin, yanlış anladı!'

 

"Pars." Beni korumanın ellerine verdiğinde beklemeden arkasını döndü ve merdivenlere yöneldi. "Pars." Seslenişimi duymadı ve koruma kapıyı yüzüme kapattı.

 

"Bu taraftan efendim." Beni yan yalıya doğru yöneltirken genzim sızlıyordu.

 

Yanlış anladı. Alphan dediğim zaman devamını dinlemiyor ki, dinleyemiyor aptal herif.

 

_______

Yüzümü avuçlarımın arasına aldığımda gece olan her şey bir bir zihnimde gözler önüne seriliyordu. Kapısına gidip 'Seviş benimle.' demişim resmen ya! Resmen adamın önünde soyunmuşum! "Lanet olsun."

Utançtan yer yarılsın içine gireyim istiyorum! Şimdi tüm evren beni içine alsa ne güzel olurdu.

"Nasya korkutma beni." Begüm'ün adımları yanıma dönerken elleri telaşla omuzumu sardı.

"Yalnız kalabilir miyim? Lütfen." Yüzümü avuçlarımın arasından çektiğimde bakışlarım ikisine döndü. "Gerçekten biraz yalnız kalmam gerek, duş almam da gerekiyor. Mümkün mü?" Yalvaran gözlerle onlara bakıyordum.

"Kızım bir şey olmuş işte, söyle bize." Annem de yanıma geldiğinde diğer yanıma çöktü. Şimdi ikisinin arasında sıkboğaz edilirken hırslı bir nefes aldım ve ayağa kalktım. "'Lütfen.' diyorum! Lütfen çıkın."

Afallamış yüzleri birbirine döndüğünde ikisi de asık suratlarıyla beraber kalktılar yataktan. "Gidelim Gülsüm Hanım. Bırakalım da yalnız kalsın."

Begüm, annemin kolunu tuttuğunda onu yavaşça kendine doğru çekti ve kapının çıkışına doğru ilerlediler. "Bir şey olursa ara beni, olur mu?"

Annemin sesiyle başımı hızla salladım. "Tamam. Tamam, arayacağım. Lütfen çıkın artık." İçimdeki karmaşa ile bir an önce gitmelerini istiyordum.

Kapının kapanma sesiyle hızla pencereye doğru koştum, araladığım perde ile yan yalının bahçesinde gezindi gözlerim. Korumalar hala etraftaydı fakat Pars'ın arabası yoktu. Ana kapıyı görebilmek için camı sessizce açtım ve başımı dışarıya çıkardım.

"Belli ki yok. Ohh!"

Derin bir nefes aldığımda içeri girecekken ana kapı açıldı. Doğa'nın içerden çıkan şaşkın bedeni bahçeye doğru ayakkabısız birkaç adım attığında onları duyabilmek adına başımı dışarıya uzattım.

"Merhaba." Seslenişi ile korumaya doğru ilerlediğinde genç çocuk ona doğru ilerledi ve bir şeyler söyledi. Buradan duyamıyordum. Yalnızca Doğa'nın gergince başını salladığını gördüm.

Gece beraber olmadıklarını biliyordum. Ya benden sonra oldularsa?

Hayır, hayır. Pars o kıza dokunmadı. Dokunmaz.

'Dokunmaz değil mi?'

Korkulu düşüncelerimle içeri girip pencereyi kapattım.

Dün gece beni yanlış anladı. Gözlerinde gördüğüm o saf öfkenin başka bir anlamı yok ki, yanlış anladı işte. Alphan yüzünden oradayım sandı ama hayır. Yemin ederim, hayır. Sadece biraz kollarında dinlenmek istedim.

Hastanede benimle ilgilenirken öyle şefkatliydi ki, o şefkati istedim. Ve meyhanedeki dokunuşları, bakışları... Onları arzuladığım için gittim kapısına.

'Ara onu.'

İç sesimin fısıltısı zihnimde kurnazca dolandığında bakışlarım komodinin üzerinde duran telefona döndü. "Saçmalama. Seni resmen iç çamaşırlarınla gördü. Arayıp ne diyeceksin?"

'Buluruz bir şeyler, ara artık bir engel yok ki. Ara işte!'

Haklıydı. Artık kendimi kötü hissedeceğim bir durum yoktu ama utanıyordum. Resmen üzerine atladım, ne oluyorsa bana. Rakı da çarpıyormuş, onu anlamış olduk.

"Belki arayamam ama mesaj atabilirim.' Heyecanla telefona doğru ilerlediğimde avuçlarımın arasına aldığım telefonun rehberine girdim.

Attığı son mesajlar ekranda öylece duruyordu. Daha dün sabah attığı o iç gıdıklayıcı mesajlar. Yüzümde utangaç bir gülümseme oluşurken dikkatimi toparladım.

Ne diyebilirdim bilmiyorum. Ne demem gerekirdi. Yani bu ona atacağım ilk mesaj biraz özel ya da akılda kalıcı olmalıydı. Heyecanla yatağa çöktüğümde bir süre ekranda gezindi gözlerim.

'Hadi ama Nasya! Yaz artık bir şeyler.'

İç sesimin heyecanlı dürtüsüyle derin bir nefes çektim içime. "Tamam, toparlan. İçmiştin ve sarhoştun. Hep ne derler, sarhoşken söylenen şeylerin hesabı sorulmaz. Evet, sakin ol o yüzden." Bakışlarım ekrana döndü.

PARS

Teklifim oldukça açık Nasya. Her zerrenle bana ait kalacaksın. Yalnızca bana! Üstelik Bunu sadakatsizlik olarak düşünme, sen en başında zaten benimdin. (Açıldı)

PARS

Kararını verdiğinde bana ulaş. Senden haber bekliyor olacağım. (Açıldı)

Çevrim dışı. (14:45)

 

NASYA

 

Günaydın (14:46) (Görüldü)

 

Çevrim içi. (14:47)

 

NASYA

 

Evet, bu saatte uyandım ama kimse bana rakının ne kadar tehlikeli olduğundan bahsetmemişti. :) (14:48) (Görüldü)

 

Çevrim dışı. (14:50)

"Gerçekten mi? Görüldü mü attı bana?" Şok içinde ekrana bakarken ne yapacağımı bilemedim.

Hayvan! Bari bir 'Günaydın.' de ya! Öküz! Aptal herif. Anladık, kızdın da düşmanın mıyız? İt herif!

'Sakin ol, işi vardır.'

"Sakin falan olmayacağım! Ben ona Doğa'dan dolayı neler yapmak isterken bir de mesaj atıyorum ama o görüldü atıyor, öyle mi?" Öfkeyle ayağa kalktığımda ellerimi gerginlikle elbisemin ön fermuarına attım ve açtım.

"Gittim ya kapısına, değersiz oldum! Ah aptal kafam, ah!" Elbiseyi hızla kaldırıp yatağa savurduğumda adımlarım banyoya doğru döndü.

"İnsan bir 'Sana da günaydın.' der! 'İyi misin, akşamdan kalmalık berbattır.' der! Bir şey der yani, değil mi!" Kendi kendime kavga ederken banyoya doğru ilerledim ve açtığım suyla geri çekilip öfkeyle iç çamaşırlarımı çıkarmaya başladım.

"Pes, gerçekten pes!"

Kendi kendime sızlanmamın arasında bir mesaj sesi odayı doldurdu. Dudaklarım hızla kapandı, şaşkınlıkla gözlerim, az önce yatağa bıraktığım telefona döndü. Banyonun içinden hızla koşarak odaya döndüğümde omuzlarımdan sarkan sutyenle hızla kilidi açtım.

SEÇİLİ MAKYAJ ÜRÜNLERİNDE NET %50 İNDİRİM

"Hay senin!" Öfkeyle yatağa fırlattığım telefonun ardından ve küskün bir ifadeyle banyoya doğru ilerledim.

"Aptal herif, bir şey yaz." Fısıltılı sesimle içeri girip kapıyı kapattım.

 

 

♟♟♟

 

PARS

Bakışlarım masanın üzerindeki telefonda gezinirken doktorun yaptığı bilgilendirmeyi neredeyse kırk dakikadır dinliyordum.

"Risk her ameliyat için vardır, yirmilik dişini aldırırken bile masada kalan insanlar var. Fakat bu riski en aza indirmemiz için en kısa zamanda ameliyat tarihine karar vermemiz gerekiyor."

Aksanlı konuşmasıyla, bıkkınca gözlerimi yüzüne çevirdim. "Bu hafta sonu için bir randevu oluşturun öyleyse, oyalanmanın manası yok."

Sıkkın sesimle yaptığı açıklamadan ne kadar sıkıldığımı anlıyordu. "Nasıl isterseniz Pars Bey. O halde ben hemen uzmanlarımla bir görüşme ayarlayacağım ve cumartesi günü için bir ameliyat planlayım. Uzun sürecek, hazırlıklı olun."

Başımı hafifçe salladığımda bakışlarım yeniden telefona döndü.

'Derdin ne Nasya! Neden hala yazıyorsun bana!'

"Müsaadenizle." İznimi alarak ayağa kalktı ve sessizce asistanıyla beraber terk etti odayı.

Davut'un sıkkın nefesi odanın köşesinden beni bulduğunda sorgulayıcı bakışlarım yüzüne döndü. "Sorun ne?" Boğuk sesimle bir şeyler söylemek için araladı dudaklarını fakat vazgeçip kapattı. "Yok bir şey efendim."

Bakışları yere indiğinde onunla uğraşacak enerjim yoktu. Uçaktan iner inmez şirkete gelmiştim ve eve geçip saatlerce uyumak istiyorum!

Uzanıp telefonumu aldığımda oturduğum koltuktan kalktım ve adımlarımı odamın kapısına doğru çevirdim.

"Eve mi efendim?" Davut bana doğru bir adım attığında başımı usulca salladım. "Evet. Bir süre İdil'e burada olduğumu söyleme, öğrenirse yanıma gelmek isteyecektir. Kimseyi kaldıracak durumda değilim."

Açtığım kapıyla adımlarım şirketin içine doğru yöneldi. Attığım adımlar ana kapıya dönerken ben elimdeki telefonun ekran kilidini açtım ve Nasya'nın attığı mesajlarda gezdirdim gözlerimi.

'Odaklan Pars! O kızı geride bırakmayacaksan neden buradasın?'

İç sesimin azarlayıcı fısıltısıyla ekranı kilitledim ve arkamdan adım adım gelen Davut'a doğru uzattığım telefonla yorgunca konuştum. "Kurtul şu telefondan, bana yeni bir hat çıkar! Yeni bir telefonla."

Elimden aldığı telefonla beraber, peş peşe çıktık şirketin kapılarından. Yönümüzü arabaya çevirdiğimizde Davut hızla önüme geçti ve bana arka kapıyı açtı.

"Kendim kullanacağım." Elimi ona doğru uzattığımda aracın anahtarını bana verdi. Aceleyle kapattığı kapıyla beraber arkadaki koruma aracına doğru ilerledi. Ben de şoför koltuğuna geçtiğimde çalıştırdığım arabayla beraber hızla kaldırdım spor arabayı.

"Hadi bakalım." Gaza yüklendiğimde beklemeden uzaklaştım şirket binasının önünden.

Trafiğin içine saniyeler içinde karışırken tüm dikkatim yoldaydı ama zihnimin içindeki kadının silueti özlemini yüzüme çarpar gibi seriliyordu önüme.

Hızla arabanın camını açtığımda hızlanan aracın içi sert rüzgârla doluyor ve yüzüme boca olan sert soluk düşünmemi engelliyordu.

Bakışlarım birkaç saniyelik dikkat dağınıklığı ile yoldan döndüğünde direksiyon elimden kaçtı. Gözlerim önüme döndüğünde küçük bir çocuğun yola fırladığını gördüm.

"Siktir!" Hızla frene bastığımda yaptığım ani duruş arkamdaki koruma arabasının sert çarpması ile beni öne savururken hızla tutundum cama.

Bakışlarım yolda ansızın görüp frene basmama sebep olan iki yaşlarındaki çocuğa döndüğünde ağırca yutkundum.

"Oğlum!" Bir bağırtı aracın içine kadar ulaşırken hızla geri çekildim ve indim arabadan.

Kapıyı açık bırakıp çocuğa doğru koştuğumda onun ileriye doğru koşup diğer araçların altına girecek olduğunu görüyordum. "Hayır, dur!" Bağırışımla hızla son adımımı atıp kollarıma aldığım çocukla geri sendeledim ve düştüm.

Onu çektiğim boşluktan bir araba hızla geçtiğinde yetişemeseydim olacak olanları düşünmek bile istemiyorum...

"Oğlum!" Bize doğru gelen bir kadın, korkuyla yanımızda durduğunda dizlerinin üzerine sertçe bıraktı kendini. Kollarımdaki çocuğu sertçe çekip göğsüne bastırdığında korkudan bembeyaz olan yüzünü görebiliyordum.

Muhtemelen yirmili yaşlarının başında bir kadındı. Ama yüzündeki yorgunluk her halinden belli oluyor. Uykusuz göz altıları, lekeli tişört ve dağınıkça toplanan koyu kahve saçları vardı.

"Merak etmeyin, gayet iyi." Yerden kalktığımda üzerimdeki tozu silkelediğimde oturduğu yerden bana çevirdi gözlerini.

"Kör müsün sen, görmüyor musun önünü! Az kalsın ezecektin." Şaşkınlıkla büyüyen gözlerimle ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. "Dalga mı geçiyorsunuz? Az önce iki kez kurtardım oğlunuzu ben!"

Bağırtımla yerden kalktı ve kollarının arasında sıkıca tuttuğu çocukla bana öfkeli bir bağrış bıraktı. "Burası Formula pisti mi?! O kadar hızlı nasıl gidersin?" Öfkeden kocaman olan gözleriyle beni süzüyordu.

"Hanımefendi! Anlamıyorsunuz sanırım. Ana caddeye yola çocuğu salan sizsiniz! Belki de bir görevli çağırmalıyız belli ki siz pek çocuk bakamıyorsunuz!" Öfkeli bağırışımda korkuyla kasıldı yüzü. "Tanrının cezası!"

Çocuğu saklamak ister gibi geri çekildiğinde arkasını döndü ve kaldırıma doğru ilerledi ve bebek arabasına bıraktığı bebekle hızla uzaklaştı. "Çattık lan!"

Öfkeyle arkasından bakarken Davut sessizce arkamda duruyordu. "Pars bey iyi misiniz?" Tedirgin fısıltısıyla başımı hızla salladım. "İyiyim! İyiyim bir an önce eve geçmek istiyorum bu ne lan böyle!"

Yönümü arabaya döndüğümde kullanılmayacak durumda olduğunu görüyordum. "Hay ben böyle işin!" Öfkeyle tekere bir tekme savurdum.

"Efendim hemen yeni bir araç getirecekler, dilerseniz..."

"Bana bir taksi çevir! Bekleyemem araç falan! Siktirip eve gitmek istiyorum! Uyumam gerek, uyumam! Günlerdir tek bir damla uyku uyumadım, iyi değilim! Az önce bir çocuğu öldürecektim!"

"Hemen efendim." Hızla arkasını döndü ve yola doğru ilerledi. Bakışlarım koruma arabasına döndüğünde ön kapının tamamen içeri girdiğini görüyordum.

"Sizde bir şey var mı çocuklar?" Sorgulayıcı bağırışım dışarıda dizilen adamlardan güleç bir cevap aldı. "Bizi merak etmeyin efendim. Gayet iyiyiz." dedi içlerinden biri. Bir yerleri acısa da söylemezlerdi ki zaten. Dışları sert bir zırh, düşünceleri saydam olacak şekilde seçilmişti hepsi.

"Efendim, taksiniz." Davut yanında durduğu taksinin arka kapısını açtığında, hızla o tarafa doğru ilerledim ve içeri girdim

Kapımı kapatıp, ön koltuğa geçtiğinde, şoföre adresi söyleyerek aceleyle yola çıkmamızı sağladı.

 

 

♟♟♟♟♟

NASYA

Avuçlarımın arasında evirip çevirdiğim telefonla hala bir cevap almayı bekliyordum.

Bir saattir Begüm'ün yeni ofisindeydim. Buraya gelmek kafamı dağıtır sanmıştım ancak iç mimarlarla geçen gereksiz konuşmalar pek kafamı dağıtmıyordu.

Ticket, heyecanla terasın cam pencerelerini tırmalamaya başladı. "Açmamı mı istiyorsun?" Gülerek telefonu cebime sıkıştırdım ve terasın kapılarını açtım.

Koştura koştura terasa çıktığında, bende peşinden gitmeye karar veriyordum. Güneş yavaş yavaş batarken, ılık hava yerini soğuğa bırakıyordu. Ya da çatı katı olduğu için fazla esiyordu bilmiyorum.

Ticket yerde yuvarlanmaya başladığında gülerek ona baktım bir süre. Öyle habersiz ki her şeyden; oyuncakları, çok sevdiği ödül kemikleri ve Begüm'ün ona gösterdiği sevgi arasında dönüp duruyordu hayatı. İnsanların kişisel sorunları gibi bir sorunu yoktu asla. Onu kıskanıyordum.

Bense burada durmuş, eski sevgilimin bir şeyler yazmasını bekliyorum. Dün gece kapısına kadar gidip seviş benimle dememe rağmen üstelik. Bu cesaret bana bile hayret veriyor sahiden.

Adımlarım terasın taş duvarlarına döndüğünde bakışlarımı aşağıya çevirdim. Neredeyse insanlar gözükmüyordu, araçlarsa küçük birer oyuncak gibilerdi.

'Çok yüksek.' Tedirgince aşağıya bakarken hızla geri çekildim.

"Akıllı çocuk." Kulaklarımda dolanan erkek sesiyle, bakışlarım omzumun üzerinden geriye döndü.

Kuzgun'u Ticket'i severken gördüğümde şaşkınlıkla olduğum yerde kaldım. Dudaklarım hayretle aralandı. "N-nasıl ya?"

'Ya Parsta buradaysa? Ayy, ya buradaysa!'

Hızla üzerime çeki düzen verdiğimde uzun saçlarımı omuzumdan geri verdim ve ayağımdaki topukluları onlara doğru çevirdim. "Merhaba."

Seslenişimle yere yatırıp göbeğini sevdiği köpekten bana döndü yüzü. "Merhaba." Gergince geri çekildi ve eğildiği Ticket'in yanından ayağa kalktı. "Plan program galiba?" Alaylı bakışları bizim tarafımızda dolandığında Begüm'ü ve mimarı işaret ederek konuşmuştu.

"İçine sinsin istiyor." Fısıltılı sesimle bakışlarım kuzgunun omuzunun üzerinden arkasına döndü. Pars'ı görebilmek için.

'Burada mı acaba?'

Gözlerim Kuzgun'a döndüğünde kıstığı gözleriyle bir süre beni süzdü. "Birine mi baktın?" Sinsice sırıtırken gergince gülümsedim.

'Lütfen anlamamış ol, lütfen!'

'Nereden anlayacak?'

'Anlamamıştır.'

"Şey; senin iç planını merak ettim de, ona bakıyordum." Sahte bir gülümsemeyle gergince durdum öylece karşısında. "Gelip bak." Başıyla içeriyi işaret ettiğinde geri çekildi ve beni davet edercesine bir bakış attı.

"Olur." Yalanım ortaya çıkmasın diye mecbur takıldım peşine. Önden onun girdiği geniş ofise peşinden girdiğimde bakışlarım içerideki siyah dekorasyonda dolandı.

Kaliteli malzemelerden yapılmış gri bir masa ve siyah bir sandalye odanın köşesinde dururken ileride büyük uzun bir deri kanepe vardı. Hemen yanında uzanma koltuğu türünde siyah deri bir koltuk ve bir sehpa ve arkasındaki duvarda Kuzgun adına çıkartılmış bir çok sertifika. Psikologdu. Vay be...

"Sende mi psikologsun?" Bakışlarım yüzüne döndüğünde kalçasını yasladığı masasından bakışları bana döndü. Ellerini gövdesinde bağlarken sesli bir cevap aldım ondan. "Evet. Tıpkı Begüm gibi." Hafifçe kıvrılan dudakları ile gülümsedi.

"Zor bir meslek." Bir yandan da konuşurken adımlarım duvardaki gömme kitaplığa döndüğünde üzerindeki küçük çerçevelerde gezindi bakışlarım.

Kuzgun'un bir kadınla çekilen gençlik yıllarına ait bir fotoğrafı vardı, taş çatlasa on beş ya da on altı yaş derdim, öyle küçük görünüyor.

Sonra anlamını bile bilmediğim isimde bir sürü kitap ve küçük objeler gözüme çarptı fakat içlerinden bir dikkatimi çekti.

Bir büst vardı, bir adamın kafası, Davut mu? Sanırım Davut'un kafa heykeli fakat ağzı ince bir bağla kapatılmış. Betondan yapma bu gri heykel dikkatimi çektiğinde uzanıp elime aldım. Çok güzel." Parmaklarımın arasında evirip çevirirken altında bir yazı fark ettim.

 

 

'Dile getirilemeyen her şey can yakarmış sevgili dostum, fakat ben bunca zaman can yaktım. Konuşamadığım için hep can yaktım. İtiraf ediyorum. Sadistim. –PK'

Okuduğum şeyle alnım kırışırken PK harfleri başımın ortasında ince bir ağrıya sebep oldu. Acıyla kapanan gözlerim önüme bir kaç bölük pörçük görüntü getirdi.

Bir el gecenin içinde bana uzanıyordu, parmaklarının arasında tuttuğu siyah saten bir mendile beraber. Üzerindeki beyaz işlemede geziniyordu bakışlarım. PK...

Hızla açtım gözlerimi, burnumdan akan kan elimdeki heykele damladığında başımın dönmeye başladığını hissettim.

"İyi misin?" Kuzgun geriye sendelediğim saniyelerde hızla belimden yakaladı beni. Gözlerim kayarken elimdeki heykeli alıp rafa koydu ve beni yavaşça koltuğa doğru yöneltti. "B-başım..."

"Sorun yok. Atak olmalı." Onun yardımıyla usulca uzandığımda, masaya doğru ilerledi ve bana birkaç peçete çekerek yanıma getirdi.

"Bir şeyler mi hatırladın?" Yanıma çöktüğünde peçeteyi yavaşça burnuma yasladı. Sıkıca kapadığım gözlerimle başımın deli gibi ağrıdığını hissediyordum. "B-bilmiyorum, sanırım Pars'ı..."

"Ne tetikledi seni? Yani, o heykeli bana Pars almıştı ama onda seni ne etkiledi? Heykellere olan ilgisinden mi bahsetmişti? Bunu mu hatırladın?" Üst üste sorduğu heyecanlı sesle, odanın içinde yayılan telefon sesiyle cebinden çıkardığı telefonu cevapladı. "Buna bakmam gerek."

Yavaşça ayağa kalktığında, telefonu kulağına yasladı. "Efendim Davut?"

Duyduğum isimle gözlerim hızla açıldı odanın içine. Davut mu? Bildiğim tek Davut Pars'ın adamı olan Davut'tu.

"Ne kazası ne İngiltere'si! Ne zaman gittiniz oraya!" Tedirgin sesiyle bir cevap alabilmek için bekledi bir süre. "Şimdi iyi mi?"

'Kim iyi mi! Pars mı kaza yapmıştı?'

Hızla toparlandım koltukta fakat bu ani kalkış başımı müthiş derecede döndürmüştü.

"Şimdi nerede?" dedi hesap sorucu bir sesle.

"Kuzgun ne oluyor?" Beni duymuyordu.

"Bana neden haber vermedin! Ne kadar kalacak orada!"

'Lanet olsun kimden bahsediyorsun!'

Yavaşça ayağa kalktığımda ona doğru dikkatle ilerledim.

"Ne demek dönmeyecek, Şimdi nerede? Telefonu yanında mı?" Telaşlı sesiyle beni de gererken Begüm açık kapılardan içeri girdi.

"Nasya." Şaşkınlıkla kanayan burnuma bastırdığım kanlı peçeteye baktığında korkuyla yanıma koştu. "Ne oldu!" Telaşlı sesi içeride yankılandığında onu sessiz bir uyarıyla susturdum. "Şş, bir dakika!"

Tüm dikkatim Kuzgun'daydı.

"Davut Pars'la konuşmam gerek! Ne demek 'Yeni bir hat çıkaracak ve telefonu bana verdi?' Delirtme beni bak!"

"Pars." Kazayı yapan Pars'mış. Lanet olsun. Elimi Kuzgun'un koluna doğru uzattığımda yüzünü bana döndü. "Lütfen bana iyi olduğunu söyle." Genzim sızlarken göğüs kafesimin içinde derin bir sancı oluştu.

Ya kötü bir şey olduysa? Gözlerim doluyor ve Kuzgun beni sorgulayarak süzüyordu.

"Davut hemen geliyorum! İlk uçakla!" Dikkatini yeniden telefona verdiğinde hızla yanımızdan ayrıldı ve terasa doğru çıktı.

"Nasya ne oluyor anlatacak mısın?" Begüm'ün telaşlı kızgın sesiyle bacaklarım boşaldı. "Pars." dedim ve dizlerimin üzerine çöktüm.

"Nasya!" Telaşla yere benimle çökerken ben, içimde ansızın oluşan yoğun endişeyle ne yapacağımı bilemiyordum.

Ona bir şey olduğunu düşünmek istemiyorum ama ya olduysa? Ya onu kaybettiysem, daha kavuşmadan kaybettiysem!

Zihnimde bana söylediği sözler dolandı. Davetin olduğu akşam o dağ evine sürüklediği gece söylediği sözler, o zaman anlamadığım fakat şimdi ruhumu derin bir sancıya boğan sözler...

"Şimdi anlamıyorsun ama bir gün anlayacaksın. Bana söyledin ya 'Gururun nerede senin?' diye, ben onu seni kaybedeceğimi düşündüğüm o hastanenin koridorunda bıraktım. Çünkü gururdu bizi o raddeye getiren. Birbirimizi dinlemedik, arkamızı döndük. Yine aynısı olmasın diye buradayım."

Avuçlarının arasındaki yanakları usulca okşarken devam etti. "Ben seni göremedim, sen beni göremedin. Ama şimdi buradayız, ikimiz de buradayız. Hatırlamadığın o geçmişte seni kaybetme korkusunu yaşadım, hatırlamadığın o geçmişte beni kaybetme korkusunu yaşadın. Şimdi yeniden aynının olmasına izin vermem."

Hala hatırlamadığım o geçmiş şimdi bana bu adamı kaybetme korkusunu yaşatıyordu. Ruhuma çaresiz bir ürperti yayıyor ve beni güçsüz bırakıyordu.

 

 

♟♟♟♟

Günler geçiyor, bense hayatın akışına ayak uyduruyordum. Hayatıma artık alışmış, kendimi kariyerime vermiştim.

Ama merak ediyorum, nasıl ve nerede? Neden onu yanlışlıkla bile görmüyorum, neden bir kez olsun çıkmıyor karşıma?

Kuzgunun ofisindeyken öğrendiğim tüm o şeylerin üzerinden tam bir ay geçti. Bir aydır ara ara ülkeye girip çıktığını duyuyorum, buradaki işlerle ilgilenmek için günü birlik geliyor ve gidiyor fakat bir kez bile görmedim.

Mesajlarıma cevap vermiyor. Onu görebileceğim yerlerde bile bulamıyorum.

Pes ediyorum. Günlerdir içimde kendi kendime verdiğim savaşla her günün gecesinde pes ederken buluyorum kendimi, onu bir daha göreceğime bile olan inancım kayboluyor. Sesini duyabilmeyi düşlemiyorum bile.

Özlüyorum. Bana bıraktığı özlemle ve içimdeki yoğun duygularla baş etmeye çalışıyorum. Ama karanlık çöktüğünde ve bu ışıltılı hayatın birer birer ışıkları söndüğünde kendimi onu düşünmekten ve düşlemekten alıkoyamıyorum.

Başımı her yastığa koyuşumda kokusunu hissediyorum, gözümü her kapatışımda bana nasıl yalvardığını duyuyorum. Benim için nasıl ağladığını ve gözümün içine bakarak nasıl sevgi dilendiğini... Sonra hatırlıyorum. Hiç hatırlamak istemesem de hatırlıyorum, ona nasıl sırtımı döndüğümü, canını nasıl yaktığımı hatırlıyorum.

Haftalar önce görmezden geldiğim o sıcak sevginin, o yoğun ilginin özlemini çekiyorum. Ve bu çekildikçe bitecek gibi görünmüyor. Dayandıkça azalacak bir acı gibi değil.

Tenimdeki ürpertisini anımsıyorum; gözündeki yaşları, çekip gittiği gece bana meyhanenin o küçük tuvaletinde fısıldadığı gerçeği. Benim o zaman anlamadığım fakat şimdi iliklerime kadar hissettiğim gerçeği.

"Çünkü beni seviyorsun..."

Çünkü onu seviyorum, çünkü aslında hep onu sevmiştim. Şimdi hatırlamadığıma lanetler savurduğum o dönemde onu öyle çok sevmiştim ki bilmemek belki de benim için daha iyiydi.

Ya hatırlasaydım, şimdi ansızın? Acım daha da katlanmaz mıydı? Bana söylediği bir kaç sözle bile böyle kıvranırken yaşadığımız şeyleri bilmek acıdan ölmeme sebep olmaz mıydı?

Oturduğum balkonda, elimdeki sigaradan bir nefes çektim. Bakışlarım karşı yalının haftalardır hiç ışığı yanmayan camlarında gezindi. Onu görebilme ihtimalimin üzerine parmaklarımın arasında yanıp tutuşan sigaradan düşen, közlü bir kül silkeledim. İçimdeki sessiz savaşları ve kimseye anlatamadığım özlemimi, geceleri bu balkona çıkıp onun evini izleyerek şahlandırıyorum.

Konuşamıyorum, anlatamıyorum. Anlatsam kim anlar? Pars'ı hayatımdan çıkarırken 'Yapma.' diyen insanların karşısına geçip 'Ben onu çok özledim.' diye nasıl derim?

Demezler mi adama 'Biz seni uyardık.' diye? Kakmazlar mı başıma?

Kaksınlar ya! Başıma kaksınlar, çok görsünler, hor görsünler; umurumda olacağını bile sanmam. Hissettiğim duygu öyle yoğun ki, özlem ve pişmanlık dışındaki tüm insani duygularım köreliyor.

Bir makine gibi hissediyorum. Sabah kalkıp monoton bir hayatın içine atıyorum ilk adımlarımı, kısa bir kahvaltı -ki çoğu zaman onu bile yapmıyorum- ardından şirket, öyle çok çalışıyorum ki, öyle yoğun. Başkasının bir yılda öğreneceği kadar çok şeyi bir ayda öğrendiğimi söylüyor babam.

Ama çalışmazsam ve kafamı oyalamazsam yapamam. Pars'ı düşünmeden ya da ilk uçağa atlayıp kapısına dayanmadan yapamam.

Kapısına dayanmak... Acaba istesem bunu yapabilir miyim? Gülümsedim. Düşüncelerim yüzümde belki de günler sonra ilk kez gerçek bir gülüş yayıyordu. Asık suratımla etrafta gezmeye öyle alıştım ki yanak kaslarım varlığını unutmuş gibi.

"Sahi ya şimdi kalkıp gitsem hava alanına." Sigaram elimde yanmaya ve giderek azalmaya devam ediyordu. "İngiltere'ye doğru sessiz sedasız bir yolculuğa çıksam." Yanaklarımda ki gülümseme büyüyor. "Sonra Pars'ı bulsam. Nasıl bulurum bilmiyorum ama koca bir şirketi var, sanırım Google Maps işimi görürdü." Peki sonra? Şirket Kapısında gizlice pusuya mı yatacağım. "Ha ha ha, neden olmasın ki?"

Dudaklarıma kaldırdığım sigaradan bir nefes daha çektim fakat bu kez boğazımı yaktı. Ciğerlerim yeni başladığım bu alışkanlıkla pek barışamadı bir türlü ama sigara içmek Pars'ı düşünmek için hayatın içinde kendime alan açmak gibiydi. Bir kez deneyeyim diye başladığım birkaç hafta öncesinden sonra alışkanlık edindim. Ne zaman özlem dayanılmaz olsa kısa bir Pars molası veriyorum kendime, pardon sigara molası.

Acaba o da içiyor mu? Hayır, sanmam.

Her zaman temiz kokardı, nefesi bile. Hiç sigara kokusu almadım ondan, içtiğini sanmam.

Parmaklarımın arasında, yana yana bitişe ulaşan sigarayı önümdeki küllüğe bastırdım ve söndürdüm. Bakışlarım telefona döndüğünde yeniden mesaj atmak ve atmamak arasında kalıyordum.

Zaten görmeyecekti, hattını değiştirmişti fakat ben haftalardır bu telefon sayesinde döküyorum içimi ona. Beni hiç görmeyen ve hiç duymayan adama içimi döküyorum.

"Oldukça makul, ben de onu hiç duymamıştım. Görmemiş ve acısını umursamamıştım, en azından o bunu kasıtlı yapmıyor."

Telefonu avuçlarıma aldığımda, günlerdir attığım mesajlarda dolandı gözlerim.

 

9 Şubat

 

Ben: Pars iyi misin? Kuzgun'dan duydum, kaza olmuş. Ben ne diyeceğimi bilemiyorum, lütfen bir şey yaz, arıyorum telefon kapalı.

 


 

 

10 Şubat

 

Ben: Pars şimdi öğrendim, iyiymişsin. Kaza denilince ben büyük bir şey zannettim.... Yani sen iyisin değil mi? (17:02)

 

 

12 Şubat

 

Ben: Pars iki gün oldu, lütfen artık aç telefonunu, konuşmak istiyorum. Mesajlarım iletilmiyor, arıyorum ama ulaşamıyorum. Lütfen. (23:00)

 



 

 

13 Şubat

 

Ben: Açmayacaksın değil mi? (16:45)

 

Ben: Bugün Begüm'ün doğum günü, geleceğini demişsin ama gelmedin. Ben geleceksin sanmıştım. (20:30)

 

Ben: Pars niye gelmedin? (21:00)

 

Ben: Hani swn sözunde dırurdun (23:56)

 

Ben: Gelmwni istiyoeum (23:57)

 

Ben: Pars özüğr dileğrim lüğrfen gel...(01:00)

 



 

 

14 Şubat

 

Ben: Dün biraz içmişim yani, saçma sapan şeyler yazdım, ciddiye alma olur mu? (11:08)

 

Ben: Küçük bir parti olacaktı sözde ama epey yaygara çıktı. Çok fazla insan ve çok fazla alkol vardı. Ben de biraz kaçırdım işte, o bozuk mesajların sebebi bu :) Yani yazmayı unutmadım :) (11:09)

 

Ben: Ama bu kez kimsenin önünde soyunmadım :) Tamam tamam, biliyorum rezillikti ama sana gelmeliydim. O an istediğim tek şey yanında olmaktı. (11: 10)

 

Ben: Sabah sabah böyle ağır konuları konuşmak biraz tuhaf, sen beni ciddiye alma. En azından şu anlık. (11:12)

 

Ben: Gerçi artık telefonu açmayacağına eminim. (11:18)

 

Ben: Geri de gelmeyeceksin, onu da anlıyorum.(11:19)

 

 

15 Şubat

 

Ben: Şirkette ilk kişisel toplantımı yaptım, yani aslında pek kafam yerinde değildi ama tüm gücümle saldırdım onlara :) (18:46)

 

Ben: Bunu sana haber vermek için yazdım, aslına bakarsan yazmak için bahane arıyor gibi gözükmek istemem ama... (18:50)

 

Ben: Pars konuşmamız gerek. (18:55)

 

Ben: Yani kendimi anlatmam gerek, beni dinlemelisin. (18:58)

 

Ben: Ben o gece sana geldiğimde olan şeylerle ilgili konuşmalıyız. (19:00)

 

 

16 Şubat

 

Ben: Seni arıyorum, şu an şirketteyim ve odamda oturmuş önümdeki dosyayla ilgilenmek yerine seni arıyorum. Tam on ikinci kez yine sinyal sesi... (12:33)

 

Ben: Lanet olsun! Neden gelmiyorsun ki! Telefonu değiştirmek ne demek ya! Çıldıracağım. (12:35)

 

Ben: Sen konuşmak istediğinde bir yolunu buluyorsun ama benim tüm yollarımı kapattın! Ne bekliyorsun, ne istiyorsun benden? (12:40)

 

Ben: Pars beni yanlış anladın, o gece her şeyi yanlış anladın. (17:29)

 

 

17 Şubat

 

Ben : Şimdi dinle beni! Asla görmeyeceksin, asla okumayacaksın ama iyi dinle ya da oku! Umurumda değil işte, sus ve dinle aptal! (02:30)

 

Ben: Alphan ve ben hiç bir şey yaşamadık, yaşayamadık. Bana şirkette sormuştun ya, 'Dokundu mu sana?' diye! Hayır. Dokunmadı, dokunamadı çünkü sen buna asla izin vermedin. (02:05)

 

Ben: Şimdi diyeceksin ki 'Ben ne yaptım?' Varlığın yetti, ihtimalin ya da hayalin. Ben Alphan'a her bakışımda seni gördüm, bana yaklaştığı her seferde orada senin olmanı arzuladım. (02:08)

 

Ben: Önce sadece bedenin sanmıştım, sadece dokunuşlarını arzuluyorum sanıyordum. Bir de sen üstüne üstlük 'Onu sevip beni arzuluyorsun.' deyince buna inanmak istedim. İnanmak istedim ya! (02:10)

 

Ben: Sana söylediğim ve yaptığım onca şeyden onca gözyaşından sonra hiç hatırlamadığım bir adamı seviyor olma fikri beni korkuttu. (02:24)

 

Ben: Korktum ya. Korktum. İlginden, sevginden korktum işte. Seninle olmak kolay değil ki. Baktığım her yerde fısıldayan kadınlar duyuyorum; her biri senin peşinde, hep üzerinde dolanan gözler var. Korktum. (02:35)

 

 

18 Şubat

 

Ben: Günaydın (07:15)

 

Ben: Bugün kahvaltı yapmadım. Sanırım biraz kırgınlık var üzerimde. Aksilik ki bugün içerisinde babamla bir etkinliğe katılacağım. (08:00)

 

Ben: Yorucu bir gündü, oldukça yorucu. Sigaraya başladım, gerçi Begüm'ün doğum gününde denedim ilk kez ama şimdi sanırım başladım. (22:00)

 

Ben: Odamın balkonundayım, üzerime şal aldım ve bir sandalyeye çökmüş sigara içiyorum. (22:05)

 

Ben: Ve seni özlüyorum. (22:06)

 

 

19 Şubat

 

Ben: Günaydın (07:15)

 

Ben: İyi geceler... (23:48)

 

 

20 Şubat

 

Ben: Yine balkondayım. Bir sigara yaktım, oturmuş lanet evinin ışıkları yansın diye bekliyorum! Bana bunu yapma! Beni böyle cezalandırma! (00:55)

 

Ben: Tamam, tamam artık pes ediyorum. Pes ediyorum, anladın mı? (01:00)

 

Ben: Madem gittin! Madem vazgeçtin her şeyden ben de vazgeçiyorum! (01:01)

 

Ben: Senden vazgeçiyorum. (01:08)

 

 

2 Mart

 

Ben: Pars (17:58)

 

Ben: Lütfen aç şu Allah'ın cezası telefonu ya, konuşmak istiyorum. (18:00)

 

Ben: Arabanın içindeyim ve eve girmeden önce son kez deniyorum şansımı, yalvarırım aç. İnsanların yanında senden söz edemiyorum bile. Ya kendim yaptım bunu kendime tamam ama aç şu telefonu! Aç şu telefonu! (18:02)

 

Ben: Lütfen aç. (18:03)

 

Ben: İyi geceler Pars. (23:39)

 

 

7 Mart

 

Ben: Bir ay oldu, bir ay. (16:45)

 

Ben: Geçen hafta İstanbul'a gelmişsin. Neden yapıyorsun bunu bana, niye ya? (17:00)

 

Ben: Hiç mi özlemedin beni, nasıl böyle taşa döner kalbin, neden görmeye gelmedin, niye bir şekilde ulaşmadın bana! (17:08)

 

Ben: Bin bir bahane ile tam altı kez geldim şirkete, farklı zamanlarda altı kez, belki görürüm diye. (17:10)

 

Ben: Yoktun. (17:15)

 

 

9 Mart

 

Ben: Yine balkondayım. Hangisi senin odan bilmesem de evini izliyorum, oturmuş burada mucizevi bir şekilde ışıkların açılmasını bekliyorum. Ya açılsa bir anda ne yaparım, koşar gelir miyim? Gelir miyim yeniden, üstelik 'Gelme bir daha kapıma.' demene rağmen? (23:00)

 

Ben: Gelirim. Biliyorum gelirim. (23:01)

 

 

10 Mart

 

Ben: Yine buradayım, dışarıdaki soğuk havaya rağmen balkondayım. Bir mucize bekliyorum, ışığının yanması gibi bir mucize :) (21:00)

 

Ben: Asla gerçekleşmeyecek bir mucize... (21:04)

 

Ben: Seni özledim. Sesini mesela, dokunuşunu... (21:35)

 

Ben: Gözlerini... (21:36)

 

Ben: Üzerimde her gezişinde içimde ürpertiler yayan gözlerini... (21:37)

 

 

Bu gün

 

Ben : Gel artık... yalvarırım gel...

 

Ben: Evine dön Pars...

 

◾◾

Ekrandaki mesajlara baktığımda okuduğum her bir satır genzimi yakıp gözlerimi dolduruyordu. Hiç biri görülmemişti ve iletilmemişti. Ama ben istikrarlı bir şekilde yazmaya devam ediyordum. Sanki yazdıkça içim bir nebze olsun rahatlıyor ve ne düşündüğümü bir şekilde biliyordu.

Aslında kendimi kandırıyorum ama olan bu, hissettiğim bu. Pars görmese de bilmese de ben yazıyordum. Yazıyor ve rahatlıyorum. Gün içinde içimde biriken her şeyi ona anlatıyorum ve ona anlatıyor olmak bir şekilde iyi geliyor.

Loading...
0%