@nurdogru26
|
Ballarım böreklerim :) Nasılsınız iyisinizdir inşallah :)
Yani açlıkla pek aram yoktur, zaten balık etli bir hatun oluşumdan da bellidir diye düşünüyorum :D Yemek yemeğe bayılırım ımmm :D ay neyse neyse, zevzeklik yapmayayım çenem düştü :D
Neyse neyse, işin özeti Sezon finaline girmiş bulunuyoruz, an itibari ile :) Bayramdan sonra, geri döneceğiz, bizi beklemeyi unutmayın <3 öpüyorum hepinizi :)
Pars ve Nasya'da öpüyor :D
Tabi soru cevap etkinliğimiz İnstagram'dan olacak, eğer olursa :)
Aidiyet instagram adresini yazayım da hala takip etmeyen varsa ayıp eder :D
İnstagram = aidiyetofficial
bekleniyorsunuz efenim :)
Keyifli okumalar ve veee, satır aralarına anlık tepkiler bırakmayı unutmayın :)
Sizi seviyorum :D hoşça kalın...
Bölüm 31 / Sende beni seveceksin
Bölüm şarkısı / Beyoncé - Halo
Bölüm şarkısı / Çağan Şengül & Mavi Gri - sana bir gün anlatırlar
NASYA Ana kapıdan hızla içeriye doğru ilerledim ve yönümü yukarıya uzanan merdivenlere çevirdim. Aceleci adımlarım birer birer basamakları çıkarken içimdeki telaş ve geç kalmışlığın tedirginliği, sessizce öfkelenmeme sebep oluyordu. "Acele et, vallahi geç kaldık ya!" Begüm'ün sesi beni bulduğunda telaşla ikinci katın merdivenlerini tırmanmaya başladım. "Her şeyim hazır, hemen giyinip ineceğim. Ben ne bileyim ya! Aptal kadın, bir fön çekip gönderecekti; saatlerce tuttu bizi." Aceleci adımlarım dizlerimi yorsa da hızımı asla yavaşlatmıyordum. Sesim merdiven boşluğunda yayıldığında son basamakları da çıkarken Begüm'ün telefonu yeniden çaldı. "Sana dedim ki 'Elbiseni giy, öyle gidelim kuaföre.' Bak, babam yine arıyor. Acele et. Ben makyajımı tazeleyeceğim, o zamana kadar hazır ol." Tatlı telaşıyla telefonu açtığını duyuyordum. Bense ulaştığım son katta koşar adım odama doğru ilerledim. Bugün Pars geliyordu. Pars İstanbul'daydı ve bu gece Sirola'nın gerçekleştirdiği bir şirket yemeğinde olacaktı. Dün akşam öğrendiğim bu bilgi, beni bir gece ve bir tam gündür uykusuz bırakırken ne giyeceğimi ne takacağımı, hangi parfümü sıkacağımı bile düşündüğüm telaşlı bir planlamanın içine itmişti. Olabilecek en güzel halimle karşısında olmak istediğim için Begüm'ü de kolundan tutup kuaföre sürüklemiştim ama aptal kadının eli o kadar yavaştı ki yarım saat önce otelde olmamız gerekirken biz daha evden çıkamadık. İçimdeki öfkeyi dindirmem ve bu gecenin gerçekliğine dönmem gerekiyordu. İki ay olmuştu; onu göremediğim, sesini duyamadığım iki ay. Magazine düşen fotoğraflarıyla avunduğum, verdiği röportajları dinleyerek sesini zihnimde taze tuttuğum tam sekiz hafta; içine girdiğimizle beraber ise dokuz. Onu görecek olmak, göğüs kafesimde küçük bir serçenin çırpınışını hissetmek gibi. Koşup boynuna sarılacak değilim elbet, elbette değilim ama gözlerine bakabilmek bile özlemimi dindirecektir eminim. Hem bir fırsat yaratıp konuşmak istiyorum. Mesajları hala görmüyor, yazdıklarımı bilmiyor ama ben her Allah'ın günü yazıyorum. Her gün, istisna yok. "Tamam, tamam sakin ol Nasya." Yüzümde yayılan geniş gülümseme ile adımlarımı giyinme odasına çevirdim. "Zaten elbisem hazır, ayakkabılarım ve takılarıma kadar her şey hazır, elbiseyi kuaföre gitmeden önce giymeme sebebim ise kırışmasını istememem. Onu bu gece görecek olma fikri bile nefesimi kesiyor." Elimdeki çantayı ortadaki büyük takı masasına bıraktığımda üzerimdeki elbiseyi hızla çıkardım ve heyecanla pufun üzerine bıraktım. İç çamaşırlarımla öylece kaldığımda telefonuma gelen aramayla sıkkınca orta masaya bıraktığım çantanın içinden çekip aldığım telefonun ekranında yazan isimle suratım ansızın öfkeyle kasıldı. Cevapladığım telefonu kulağıma yapıştırdığımda bağırtım odada yayıldı. "Ne var ya! Ne var Alphan? Sana 'Beni arama.' diyorum, neyini anlamıyorsun!" İtiraz eden yalvarıcı sesi kulaklarıma dolandı. "Bebeğim haftalar oldu, haftalar ya! Şirkette yüzüme bile bakmıyorsun! Konuşmak istiyorum, konuşmak! 'İçmiştim.' diyorum Nasya, iyi değildim, sen de bana neler söyledin? İkimizde iyi değildik güzelim, niye uzatıyorsun!" "Benimle dalga mı geçiyorsun! Benimle dalga mı geçiyorsun? Sana trip attığımı mı düşünüyorsun?" "Öyle yapıyorsun Nasya! Şirkette görmezden gelişlerin, benden isteyebileceğin şeyi bir başkasından istemen... Sen de özledin ama gurur yapıyorsun işte, uzatmayalım daha fazla." "Hahaha! Alphan ne özlemesi? Şizofren misin, ne özlemesi! Seni işten attırmak istemediğim için görmezden gelmeye çalışıyorum! Çünkü o vasat hayatında Sipahi şirketlerinde bir öz geçmişin ne kadar işe yarayacağını kız kardeşinden bizzat dinledim! Seni özlemiyorum salak, sana acıyorum." "Nasya..." "Yüzüne bakmıyorum çünkü midem bulanıyor, acı çektiğimi falan mı düşünüyorsun? Seni hala sevdiğimi mi düşündün yoksa? Lütfen saçmalama." "Bana bak, ben Pars değilim! Benimle böy-" "Biliyorum, biliyorum değilsin. Zaten o yüzden seni görmek, duymak ve dinlemek istemiyorum çünkü sen Pars değilsin. Korkarım ki asla da olamayacaksın. Şimdi kapat, bana liseli ergenler gibi bela olacağına gidip boktan hayatında bir fark yaratacak faydalı şeylerle uğraş." Telefonu öfkeyle kapattığımda, bedenimdeki gerginlikle avuçlarımın arasındaki telefonun mesaj bölümü açtım. Pars'a attığım mesajlarda gezindi gözlerim, son attığım mesajda tutundum.
Ben: Geliyorsun. İstanbul'a geliyorsun. Babam yarın olacak yemekten bahsetti. Pars, yalvarırım karşına çıktığımda bana taş duvar olma, yalvarırım. İki ay oldu, Allah'ın her günü sana ulaşmaya çalışıyorum. Yalvarırım, kırma umutlarımı. Bir cevap vermemişti zaten hiçbir mesajı da görmemişti ama ben bir manyak gibi yazmaya devam edip duruyorum. Alphan'a kızıyorum ama onun farklı bir versiyonunu ben de Pars'a yapıyor gibiyim. Sıkkın bir nefes çektim ve ellerimdeki telefonun ekranını kilitleyip çantanın içine bıraktım. Askıda hazır bir şekilde bekleyen elbiseye doğru ilerlediğimde yüzümdeki buruk gülümsemeyle gözlerim heyecanla parladı. "Tamam. İstediği kadar saklansın, bu gece benden kurtulamayacak. Karşısına geçip gözlerine bakarak bizim için bir şans isteyeceğim, bunu yapacağım. Ve sen güzel şey..." Bakışlarım elbiseye döndüğünde sözlerimin hedefinde o duruyordu. "Sen de bana bu gece şanslı gelsen iyi olur." Kıkırdayarak elbiseyi askıdan çekip aldığımda fermuarını açtım ve eğilip bacaklarımdan yukarıya geçirdim. Yan fermuarını dikkatle kapattığımda dizlerimin hemen üzerinde biten bu sıkı elbise vücut şeklimi olduğu gibi ortaya çıkarıyor ve beni olduğumdan daha kadınsı gösteriyordu. Pars'la ilgili bildiğim bir şey varsa o da bana karşı koyamayışıydı. Ben de ona koyamıyorum fakat bu gece benim değil onun etkilenmiş olması önceliğimdi. Düşüncelerim beni kıkırdatırken düşünmeden edemiyorum, beni gördüğünde ne yapacak? Ya yüzüme bile bakmazsa ya tek kelime bile etmek istemezse? "Lütfen böyle bir şey yapma." Dudaklarım hafifçe bükülürken kendi kendime durmuş, zaten geciktiğim yemeğe biraz daha gecikmeyi garantiliyor gibiyim. Bakışlarım son kez aynada gezindiğinde gördüğüm görsel beni mutlu etmişti, bir akşam yemeği için uygun fakat göz kamaştıracak ve iç gıdıklayacak kadar kusursuz. "Güzel." Suratımdaki sırıtmayla ayakkabılara doğru ilerledim ve yerdeki ince bant sivri topukluları eğilip aldım ellerime. Ayağımdaki spor ayakkabıları hızla çıkarıp ileriye ittirdiğimde gözlerim bir süre güzel ayakkabıda dolandı. Üzerindeki ince kırmızıçizgiler elbiseyle uyum sağlayacaktı. Sağlayacaktı sağlamasına ama topuk kısmı etimi acıtıyor artık, her Allah'ın günü sivri topuk giyince bir yerden sonra bilek dayanmıyor. "Dur bir dakika, topuk pedlerinden almıştım." Ayakkabıları yere bıraktığımda komodinin çekmecelerine döndü adımlarım. Çıktığımız mini bir alışverişte Begüm'ün de önerisiyle topuklu ayakkabıların içi için tasarlanan destek pedlerinden almıştım. Esma nereye koydu bilmiyorum ama ona soracak vaktimde yoktu, burada bir yerlerde olacaktı. Nerede olabilir ki? Tek tek açtığım her bölmeyi heyecanla karıştırıyor, bir türlü bulamıyordum. Düzenli katlar birbirine geçerken kendimi biraz da kötü hissediyorum. Zavallı kıza toparlayacak yeni alan oluşturuyorum gibi ama öyle acelem var ki Begüm her an gelip beni abla tonlamasıyla azarlayacak sanki. Yol boyu arayan babamı ha geldik ha geliyoruz diye oyalayan o olduğu için, dakikliğimizi kendi dakikliği gibi benimsiyordu. İlk üç çekmece, başka zaman arasam bulamayacağım öyle gereksiz şeyleri sundu ki bana resmen vakit kaybedeyim diye evren benimle uğraşıyordu. "Acelem var ya! İstesem de bulamam!" Son çekmeceyi çektiğim de, topuk pedini gördüm ve uzanıp elime aldım. Altında duran siyah ve saten bir kumaş dikkatimi çektiğinde alnım kırışıyordu. Kaşlarım usulca çatıldığında parmaklarım saten kumaşa doğru uzandı. "Bu ne?" Uzanıp ellerime aldığım kumaş ben çektikçe büyüyor ve bir şekle bürünüyordu. Kadın ürünlerinin olduğu bu çekmecede ayakkabı pedi, yedek askılar ve birkaç paketli kişisel bakım ürünler vardı fakat bir kumaş parçasının burada ne işi olabilirdi? "Bunu buraya kim koymuş ki?" Parmaklarımın arasında çevirdiğim yumuşak kumaşın bir mendil olduğunu anladığımda yüzüm mimiksiz bir hal alıyordu. 'Bir mendil...' Anlamsız bir rahatsızlık hissi boğazımda yayılmaya başlarken, parmaklarım yavaşça mendilin ucuna doğru kaydı, ince bir işçilikle dokunmuş harfleri görüyordum. P&K Harflerin üzerinde tutunan bakışlarımla başımın solundan saldıran bir bıçak, şakaklarıma ansızın sokuluyor gibi bir acı, nefesimi kesti. Acıyla kısılan gözlerim ve sıktığım dişlerimin arasından canımın acısıyla bir fısıltı bıraktım. "Ssshhh!" Bakışlarım mendilin koyu siyahında dönüp dururken zaman mefhumumun yittiğini hissediyordum. Başım hafifçe dönerken genzimin acıyla sızladığını hissettim. Gözlerimin önü bakışlarımın tutunduğu mendil gibi kararmaya başladığında kafatasımın içinde müthiş bir ağrı peyda oldu. Hissettiğim yoğun acı ve ağrıyla kırılan diz kapaklarım yere düşmeme sebep oluyordu. Odanın ortasında öylece dizlerimin üzerine boş bir çuval gibi yığılırken, mendili sol elimin içinde acıyla sıktım. Sağ elim dudaklarımın üzerindeki sıcaklığa yükseldiğinde parmaklarıma bulaşan kanla kayan gözlerimle etrafımın deli gibi dönmeye başladığını hissediyordum. "Ah!" Acıyla kapanan gözlerimin önüne gelen siluet, tanıdık bir tınıyla bütünleştiğinde gece vakti, oturduğum ıslak çimlerin üzerinde ellerimdeki kesiklere bakarak sızlanışımı görüyordum. Ardından bir el gecenin içinde bana, şimdi avuçlarımda tuttuğum bu mendili uzatıyordu. Gözlerim çöktüğüm yerden bana mendili uzatan ele döndüğünde bunun Pars olduğunu görüyordum. Soğuk suratı, cansız gözleri ve emin ifadesiyle ısrarla mendilini bana doğru tutuyordu. "Ellerin için." Boğuk sesi, görseli giderek bulanıklaştırırken bakışlarım dudaklarına dönüyordu, ağır çekimde hareket eden dudaklarına. "Ellerin için." "İstemiyorum." "Ellerin için." Görüntüler bir kasetin kontrolsüzce kırpılan kalıntıları gibi atlayarak ilerlerken Pars, uzanıp bileğimi tuttu. Büyük avuçlarının içine aldığı ellerimin üzerinde yayılan sıcak nefesiyle mendili usulca kesiklerimde dolandı. Yine yaşanan bir zaman atlamasını andıran saniyelerde, avuçlarımın arasına bıraktığı mendili bana armağan ederek arkasını dönüp karanlığın içinde kayboldu. Kapalı gözlerimin içinde deli gibi hareket eden göz bebeklerim yeni görseller arıyordu, yeni görseller. Ruhumun içimden çekip gittiğini ve beynimin yoğun bir girdaba doğru çekildiğini hissediyordum. Etrafım deli gibi dönüyor, bedenim usulca çalkalanıyordu. Titreyen bedenimle aylar önce silinip giden her şeyin beynime hücum edişine izin veriyordum. —— Dağ evinin ortasında uzanan büyük yemek masasını görüyordum. Pars diğer ucunda otururken ben bir diğer ucunda oturuyordum. Bakışlarım ellerimin arasındaki dosyada dolanırken güzel dudaklarını aralayan adamın, acımasız sesi kulaklarıma ulaşıyordu. "Benimle geçireceğin yirmi dört saat, sonra özgürsün." Duygusuz tonlamasıyla içimin nasıl korkuyla kaplandığını hatırlıyorum, oturduğum sandalyeden kalktığımı ve bir şekilde kendimi dağ evinden dışarıya attığımı, korkuyla uzaklaşırken hem de içimde delicesine büyüyen öfkeyi. —— Ormanda koştuğumu anımsıyorum, nefes nefese ve dehşet bir korkunun esiri olarak koştuğumu. Arkamdan yükselen silah sesleriyle korkudan kendimi yere attığımı. Ve Pars'ın öfkeli sesini anımsıyorum. Ondan ne kadar çok korktuğumu. Ondan gerçekten korktuğumu... Arkama bile bakmadan koşarken aniden karşıma çıkan adamı, yediğim sert bir tokatla bilincimi kaybettiğimi, kaçırıldığımı, Pars'tan kaçarken onun düşmanları tarafından esir alındığımı... —— Pis bir deponun içinde karşımda oturan orta yaşlı bir adamın bana gösterdiği telefon ekranına bakıyordum, en yakın arkadaşımı öldürmekle tehdit ediyordu beni. Pars'a ihanet etmem için bir iş birliği sunuyordu, bense kabul ediyordum. Hiç düşünmeden kabul ediyorum çünkü Defne benim için her şeyden önemliydi. Aynı depoda Pars'ın evli olduğunu öğreniyorum. Bu, içimdeki öfkeyi büyütürken bir yandan da anlam veremediğim bir kırıklık yaşatıyordu. —— Ardından başımdaki çuvalın çıkarıldığını hissediyorum, kanayan dudağım sızlarken Pars'ın bana acıyla bakarak kurtarmaya gelişini görüyorum. Ellerimi açarken bileğimdeki mendili fırlatıyorum öfkeyle yüzüne. " 'Geç kaldığım için üzgünüm.' diyor." Ona ihanet etmek istemediğimi hissediyorum, kabullenmek istemiyorum, bu adam evli ve tehlikeli. Kabullenmek istemiyorum, benimle para karşılığında sevişmek istedi. Tam da bu yüzden onu önemsemeye başladığımı kabullenmek istemiyorum. Bana acı çeker gibi bakarken dudağımdaki patlağı süzüşünü izliyorum. Görüyorum, bana kıyamayışını görüyorum ama onu da kabullenmiyorum. —— Duyuyorum sonra, yaptığı telefon konuşmasını duyuyorum. Tam da düşmanının benden istediği USB'yi bilgisayarına taktığım sırada öğreniyorum, bana annemi bulduğunu. Ben istemeden, ben arzulamadan üstelik. Cesaret edemeden onu bulmaya o benim için yapıyor bunu. Hayatım boyunca sormaktan, düşünmekten kaçındığım o kadını buluyor. Nerede ve ne yaptığına dair merak etmekten bile çekindiğim, hayatta olup olmadığını bile bilmediğim o kadına yani anneme benim için ulaşıyor. Bunu neden yapıyor anlam veremiyorum, kafamın içinde türlü uğultular gezinirken çekip alıyorum USB'yi bilgisayardan. Ona bunu yapamayacağımı düşünüyorum. Ama acımla öyle iç içeyim ki bunu daha fazla düşünemiyorum. Annem söz konusu olduğunda hiçbir şey düşünemiyorum. ——- Sesini duyuyorum, kapımın önünde sesini duyuyorum. Daire kapısının önündeki adamlara "Artık burada beklemeyeceksiniz." diye emir verişini. Kapımı çalmadan hemen önce benim üzerimdeki ellerini geri çekişini duyuyorum. Ardından açıyorum kapıyı, ona annemden bahsetmek istiyorum, kardeşimden. Annemin bensiz kurduğu hayatın bende yarattığı acıyı ona anlatmayı nasıl arzuladığımı hissediyorum. Onunsa bana taş duvar olduğunu... Ben Defne'ye bile değil de ona anlatmak için çırpınırken o bana "Artık yapayalnızsın." deyip gidiyor. Kalıyorum öylece, hissettiğim çaresizlikle öylece kalıyorum. Daha az önce giden adamı özlerken camın arkasından gidişini izliyorum. Bana "Seni bu sefil hayatının kucağına geri bırakıyorum." diyen, beni arkasında bırakan adamın arkasından gurursuzca sadece ağlıyorum. "Gitme." demek istiyorum. "Gitme..." ——- Defne'nin ısrarıyla her şeyi itiraf etmek istiyorum fakat kendimi metresinin evinde buluyorum. O güzel kızın onunla beraber olduğu gerçeğini kabullenemiyorum, yatak odalarını gördüğümde nefesim kesiliyor. Kalbim bin parçaya ayrılıp beni itiraf etmeye bile korktuğum duyguların içine çekiyor ama anlıyorum. Sadece koruduğu ya da kolladığı için yakın hissetmediğimi, onu gördüğüm o ilk geceden beri istediğimi anlıyorum. Başka hiçbir kadınla olmasına dayanamayacak kadar çok istediğimi... —— "Yaptın mı bunu? Söyle bana gerçekten yaptın mı?" Beni mutfak tezgâhıyla arasında sıkıştırdığında dolan gözlerle beni izleyişini görüyorum. Acı çeker gibi beni süzüyor ve yapmamış olmamı arzuluyor gibi bakıyor yüzüme. Yaptığım şeyi, yapmamış olmamı istiyor. İtiraf ediyorum, büyük bir kırılmayla "Yaptım." diyorum. Sonra geri çekiliyor ve uğradığı hayal kırıklığını benden saklamak ister gibi terk ediyor mutfağı. —-—- Sırtımı arkamdaki kapıya çarpıyor, erkeksi iniltisi yüzümde yayılıp boynuma yayılırken, iri elleri bana beş beden büyük gelen pijamalarının içine dalıyor. "Sana veda etmeme izin ver." diyor acılı bir hırıltıyla. Korkuyorum. ——- Henüz kalkan uçağın içindeki insanlarda geziniyor gözlerim, sarsılan demir yığınının içinde korktuğumu ve Pars'a sığındığımı anımsıyorum. İlgili fısıltılarıyla beni rahatlatışını duyuyorum, yanında güvende olduğumu her fırsatta fısıldıyor bana. Parmaklarımı saran avuçlarını görüyorum, kalabalık arkadaş gurubuna rağmen uçakta yalnızca ikimiz varmışız gibi ilgili oluşunu. —— "İçmeyeceksin diyorsam siktiğimin şarabını içmeyeceksin!" Portekiz'de bir sahil evinin sıcak kumlarının üzerinde beni öpeceğini düşünerek kendimi onun etkisine kaptırışımı görüyorum, onunsa beni Ateş'ten kıskandığı için şarabı içmeme izin vermeyişini... ——- "Durdur beni." Üzerimdeki salaş elbise, soğuk suyun içinde belime kadar gelen okyanus sularıyla ıslanmama sebep olurken Pars'ın titrek dudakları benimkileri sarıyor ve bedenimizi tamamıyla suyun içine sokuyor Dışarı çıktığımızda soğuktan kıkırdamaya başladığımızı, anın içinden sıyrılışımızı anımsıyorum. Ona rağmen, bana rağmen, karısına rağmen ya da metresine. Onunla yeniden tanışmış gibi davrandığımızı, giderek daha fazla kapıldığımı hissediyorum. ——— "Güven bana." Bedeni ve gözlerindeki şiddetli arzunun aksine kıyamayacağı kadar hassas bir varlıkmışım gibi narin dokunuşlarını, benim korkularımın aksine onun heyecanını, benim çekingenliğimin aksine onun atılgan tavırlarını hatırlıyorum. Şehvetli hırıltısı kulaklarıma ulaşırken bedenimde gezen ürpertileri, havadaki uçağın yatağına bastırdığı bedenimi nasıl ellerinin kontrolüne alışını, dudaklarını görüyorum. Bedenimin en ücra köşelerinde beni çaresiz iniltilere gebe bırakan öpüşlerini... Tüm bakire duygularımı onunla nasıl kaybettiğimi görüyorum, utançla kızaran yanaklarımı istekle kasılan bedenimi, onunsa usulca bedenimde izlerini bırakışını görüyorum. —— "Geleceğim, söz veriyorum geleceğim. Söyledim sana, artık seni bırakmam." Sarsılan uçakta, kulaklarıma çarpan alarmlar ve düşmekte olan demir yığınının ortasında beni telkin etmek için. Bıraktığı fısıltıları. Sonra omuzlarıma taktığı paraşütü ve dudaklarıma bıraktığı sıcak öpüşle beni uçaktan aşağıya fırlatışını. Korkuyla aşağıya düşerken, dumanların yükseldiği uçağı korkuyla izliyorum. ——— "Pars Katipoğlu'nun ölümü resmileşti" Televizyondaki muhabirin verdiği haberi görüyorum, rahatsız kanepemde ağlayarak battaniyeyi kafama kadar çekmişken ve etraf buruşturulmuş peçetelerle kaplıyken. "Genç milyarderin kaybolan uçağının parçalarına ulaşıldı, kendisi artık resmi kaynaklarca ölmüş kabul ediliyor" Çektiğim acıyı anımsıyorum. Ruhumun nefessiz kaldığını, içeride deliye dönüşünü ve beden denen hapishanenin içinde nasıl da çaresiz kalışını. —— "Pars Katipoğlu basın açıklaması yapıyor." Bungalovun içinde; titreyen nefesim, sızlayan genzim ve kırılan bacaklarımla onu karşımda görüyorum, öldüğünü düşünmüşken öylece karşımda. Çığlık atmak istiyorum; sevinçten ölmek, ölüp yeniden dirilmek. Ona koşmak istiyorum, hiçbir şeyi düşünmeden ona koşmak istiyorum ama o gelecek biliyorum. Çünkü uçak düşerken öyle söylemişti. Ağlıyorum, onu günler sonra gördüğüm için sevinçten ve acıdan ağlıyorum. Biraz da özlemden... Yokluğunda onu kaybetme acısıyla sınandığım, âşık olduğumu bile kendime yeni yeni itiraf edebildiğimin adama beslediğim o derin özlemden... —— Avuçlarımın arasında tuttuğum mendille, yanaklarımdan aşağıya akan yaşlara engel olamıyorum. Ağzıma dolan kanın bıraktığı demir tadıyla deli gibi dönen başımı umursamıyordum. Parmaklarım mendilin ucundaki özenle işlenmiş P&K harflerinde dolanırken titreyen dudaklarımdan sessiz bir fısıltı dökülüyordu. "Pars." Bir gece ansızın hayatıma giren Pars. Kanayan ellerimin arasına bir mendil sıkıştırıp beni kendi için seçen adam. Karşıma bir sözleşmeyle çıkıp, karanlık hayatının içine beni deli gibi çekiştiren, ısrarcı tavırlarıyla beni peşinden Portekiz'e kadar sürükleyen, bana kısacık hayatımda hayal bile edemeyeceğim kadar çok acıyı ve heyecanı armağan eden adam. Ateş'le beni bungalovda görünce bize ansızın arkasını dönen adam, bir yabancıya bürünen adam. Defne'yle aramdaki iplerin kopmasına sebep olan adam, o lanet kazayı yapmama sebep olan... Uyandığımda bir saniye bile beni bırakmayan ve her şeye rağmen etrafımda dolanan adam. Odamın kapısı açıldığında Begüm, elinde tuttuğu çantayla kapıda öylece durmuş şaşkınlıkla bana bakarken yüzümü kardeşimin yüzüne çevirdim. "Nasya!" Korku dolu bir fısıltıyla ellerindeki çantayı yere fırlattı ve bana doğru koştu. Yatak odasının içine ilerlediğinde yerde çökmüş bedenime doğru gelip kanayan burnuma ve ağlamaktan kızaran yüzüme baktı. "Hatırlıyorum." Avuçlarımdaki mendili ona doğru uzatırken titreyen ellerime baktı. "Hatırlıyorum." Ağlamam hızlanırken havada tuttuğum el sert bir yumruk gibi düştü dizimin üzerine. "Ben hatırlıyorum." Ağlamam hızlanırken Begüm'ün kolları beni öyle hızlı sardı ki hangi ara yanıma ulaştı ve yere çöktü bilmiyorum ama sımsıkı sarıldı bana. Başımın dönmesi giderek artarken kulağıma bir fısıltı bıraktı. "Sakin olman gerek. Şu an sakin olman gerek. Derin bir nefes alıp sakinleşmelisin." Saçlarıma bıraktığı öpücükle bilincim giderek kaymaya başladı. Kapanan gözlerimin önündeki siluet tek bir adama aitti. Benim aylar önce unuttuğum ama şimdi, böyle bir gecede ansızın hatırladığım adama. Pars'a.
♟️
PARS Hareket eden aracın içinde avuçlarımda duran telefonun ekranındaki mesajlarda tutundu bakışlarım. Boğazımı sıkan bir el yutkunmama sebep olurken ensemden sırtıma doğru yayılan bir ürperti tüm bedenimi kaskatı kesiyordu. İki aydır, neredeyse her gün atılan yüzlerce mesaj. Nasya'dan bana gönderilen ve benim bunca zaman görmediğim mesajlar. Bugün Sirola'nın yemek etkinliği için İstanbul'a indiğim günün akşamında haberimin olduğu mesajlar. Âşık olduğum kadından tarafıma yazılmış; kimi zaman sarhoş, kimi zaman oldukça kızgın duygularla dolu satırlar. Kısık nefesimle ekranda kayan parmaklarım bana her bir gününü anlatan kadının kelimelerini sunuyordu. "Davut." Boğuk sesimle bakışlarım son mesajda durdu. Nasya: Geliyorsun. İstanbul'a geliyorsun. Babam yarın olacak yemekten bahsetti. Pars, yalvarırım karşına çıktığımda bana taş duvar olma, yalvarırım. İki ay oldu, Allah'ın her günü sana ulaşmaya çalışıyorum. Yalvarırım, kırma umutlarımı. "Buyurun efendim?" Kullandığı aracın direksiyonundan bana ulaşan sesiyle araç sıkışık trafikte milim milim ilerliyordu. Yemeğin verileceği otele doğru gidiyordum ve Nasya'nın orada beni büyük bir heyecanla beklediğini bilmek, kalbimde çarpıntıya sebep olmuştu. "Kenanlar..." Kuruyan boğazım sesimi çatallaştırdığında burnumdan içeriye sert bir nefes çektim. "Evet efendim?" Meraklı sesiyle avuçlarımda tuttuğum telefona baktım. 'Yalvarırım, karşına çıktığımda bana taş duvar olma.' "Kenanlar yemekte olacak mı?" Sorduğum soruyla bakışlarım dikiz aynasına döndüğünde Davut'un tedirgin bakışları aynadan yüzüme döndü. "Evet efendim. Kenan, Gülsüm, Begüm ve Nasya Hanım davetliler listesinde." 'Siktir.' Ekranını kilitlediğim telefonu ceketimin cebine sıkıştırdığımda boğazımı saran görünmez el nefesimi kesiyordu. Kravatımı gevşetip alamadığım nefesi camı açarak ciğerlerime ulaştırmak istedim. Açılan camdan içeriye dolan sert hava yüzümde soğuk bir tokat gibi dolandı. 'Ne yapacağım?' Sikeyim, ne yapacağım şimdi! Bunu nasıl düşünemem! Bugün onun gelecek olma ihtimali bir yana, bana sarf ettiği bu kelimeler kalbimin göğüs kafesimde çırpınmasına sebep oluyordu.
'Pars, kes şunu!' İç sesimin öfkeli hırıltısı zihnimde dolandığında gözlerimi sıkıca kapattım. 'Yapamıyorum, anlamıyor musun? Yapamıyorum!' 'O kadının sana yaşattıkları birkaç mesajla unutulacak türden mi? Söyle bana! Öyle mi?' 'Bilmiyorum. Ben, onu çok öz-' 'Sakın! Sakın o kelimeyi tamamlama! Alphan'dan umudunu kesince sana döndü, olan bu. Yalnız ve ilgisiz kaldı çünkü. Her kadının yapacağı şeyi yapıyor! Kadınlar konusunda bir yeni yetme gibi davranma! O kızın tek derdi yeni bir oyuncak! Bir dala tutunmaya çalışıyor!' 'Saçmalama! Alphan'layken bile beni istediğini yazmış!' 'Seni öperken de onu sevdiğini fısıldıyordu! Unuttun mu? Onu sevdiğini.' 'Sikeyim! Sus lan, sus! Kes sesini!' Araç büyük otelin giriş kapısında durduğunda bakışlarım açık camdan dışarıya döndü. "İyi misiniz efendim?" Davut'un sorgulayıcı sesiyle dağılan dikkatimi çekip aldım kontrolüm altına. "Olacağım. İyi olacağım Davut." Kapım dışarıdaki korumalar tarafından açıldığında gevşeyen kravatımı düzelttim ve açılan kapıdan aşağıya büyük bir adım attım. Flaşların parlak ışıkları otelin kapısına doğru attığım birkaç saniyelik boşlukta üzerime yağarken magazin için ayrılan kırmızı bandın arkasında olmaları sorularını havada asılı bırakmalarını sağladı. -Pars Bey, yurtdışına yerleştiğinize dair haberler var? Ne diyeceksiniz? -Pars Bey, İngiltere'deki işlerin başına geçmenizi isteyen babanız mıydı? -Pars Bey, babanızla aranızın kötü olduğunu duyduk. Bu yüzden bir anda çekip gitmişsiniz, aile içi bir problem mi söz konusu? Meraklı soruları arkamda bırakarak hızla otel kapılarından içeriye ilerledim. Sözde küçük bir yemek olacaktı! Yalnızca Sirola'yı aktif şekilde kullanan yatırımcılarla yapılan minik bir etkinlikti. Magazinin ne işi var burada! "Hoş geldiniz efendim." Otel müdürü girdiğim lobide beni karşılarken yüzündeki geniş gülümseme ile bana ileriyi gösterdi. "Davetliler neredeyse tamam efendim, bu taraftan geçebiliriz." Geri çekildi ve geçebilmem için yolu açtığında Davut'la beraber gösterilen yemek salonuna doğru ilerledik.
----------- Aradan geçen bir saatin ardından elimde tuttuğum telefonu parmaklarımın arasında amaçsızca çevirirken Sofia'nın sesi kulaklarımda dolandı. "Nasıl oldun?" Fısıltısı üzerime verdiği bedeninden bana ulaştığında bakışlarım mavi gözlerine döndü. "Anlamadım?" Kaşlarım çatılırken meraklı bir ifade ile sorusunun nedenini çözmeye çalışıyordum. "İdil hastalığından bahsetti. Aslında aramak istedim fakat bilmiyorum Pars, herhangi bir konuda üzerine gelmek istemiyorum." Sesindeki üzüntü yüzümde sinirli bir kasılmaya sebep oldu. 'İdil, ağzında bakla ıslanmıyor abiciğim.' "İyiyim Sofia fakat bu konunun gizli kalması bir tesadüf değil biliyorsun değil mi? Yani böyle ulu orta konuşlanmayacak kadar gizli." Uyarıcı bakışlarımla ağırca yutkunduğunu görüyordum. "A-afedersin ben sadece..." "Uzatma daha fazla." Başımı yüzünden terse çevirdiğimde gözlerim dakikalardır kaçırdığım boş sandalyeye döndü. Kenan'ın solunda duran ve Nasya'nın bir saat önce oturmuş olması gereken sandalye. Bakmamam gerekiyordu, görmemem... Düşünmemeliydim o kadını, neden yapıyorum bunu kendime, kafayı yiyeceğim neden arkamda bırakamıyorum! Masada dolanan derin muhabbetler ve memnun kıkırtıların arasında Kenan ve Gülsüm'ün aralarındaki buzları erittiğini görüyordum. Birbirlerine nasıl aşkla baktıklarını gördüğümde yüzümde belli belirsiz bir tebessüm yer ediyordu. Ben yokken bir şeylerin yavaş yavaş yerine oturduğunu bilmek iyi hissettiriyordu. Bir diğer yandan da Nasya'nın hayatındaki bu düzene ve sakinliğe rağmen bana yazdığı onca mesaj.. Her şey hayal bile edemeyeceği kadar iyi giderken beni yanında istemesi... Kalbimde bir şey, bu gerçeği şahlandırıp bana anlamsız sonuçlar çıkartırken diğer yanım ise 'Bu gece neden gelmedi?' diye sorguluyor. Onca mesajdan sonra, bu gece burada olacağına neredeyse emindim ama gelmemişti. Belki de daha fazla uğraşmak istemiyordu. Ona göre gösterdiği çaba yeterince büyük olabilir, belki artık çabalamak istemiyordu. Ne saçmalıyorum ben, neden bunları düşünüyorum? Önüne bak Pars, bırak o da vazgeçmişken içinde sönen umudun küllerine üflemeyi. Ne bekliyorum, bu buradan dönmezken ben ne bekliyorum hala? Neden bu kadın tüm dengemi etkiliyor, neden beni hiç olmadığım bir adama çeviriyor anlamıyorum! Tam altmış gün, onsuz geçen altmış gün için 'Her şey çok kolaydı.' demeyeceğim ama başa çıkabilmiştim. Şimdiyse 'Neden gelmedi?' diye hayıflanıyorum. 'Tüm irademi sistem dışı bırakıyorsun Nasya, üstelik yaşattığın onca şeyden sonra.' Masada çalan telefonla düşüncelerimin içinden sıyrılıp bakışlarımı Kenan'ın ceket cebinden çevirdiği telefona çevirdim. Yüzündeki gülümseme ile cevapladığı telefonu kulağına yasladığında saniye saniye gülüşünün silindiğini görüyordum. Hiçbir şey demeden girdiği bir trans halinde karşı tarafı dinliyordu fakat suratı bembeyaz olurken bir aksilik olduğunu fark etmemek aptallık olurdu. Titreyen elini Gülsüm'ün koluna attığında telefona doğru tedirgin birkaç kelime bıraktı. "Hangi hastane?" Hastane mi? Kaşlarım yavaşça çatılırken parmaklarımın arasında dakikalardır dönüp duran telefon durdu ve tüm dikkatim Kenan'a döndü. Gülsüm'ün tedirgin bakışları Kenan'a döndüğünde ne olup bittiğini anlamaya çalıştığını görüyordum. "Tamam Begüm, hemen geliyoruz." Kapatmıştı telefonunu. Bembeyaz olan yüzü ve titreyen dudaklarıyla telefonunu avuçlarının arasında sıkıca kavradığında gözleri Gülsüm'e döndü, fısıltıyla bir şeyler söyledi, kelimelerin arasında sadece Nasya'nın adını duyabildiğimde aceleyle sandalyesini geri çekti. Bakışları bana döndüğünde kendimi toparladım ve onu dinlediğimi anlamaması için gözlerimi üzerinden terse çevirdim. "Pars, bizim artık kalkmamız gerek, her şey harikaydı." Tedirgin yüzüyle beni süzdüğünde başımı yavaşça salladım. "Geldiğiniz için teşekkür ederim." dedim donukça sesimle, Gülsüm'de oturduğu sandalyeden kalktı ve çantasını eline aldığında aceleyle arkalarını döndü ve beklemeden yemek salonunun dışına doğru koşar adım ilerlediler. "Davut." Seslenişimle arkamda duran Davut bana doğru birkaç adım attı. "Buyurun efendim?" "Arabayı hazırla." Verdiğim emirle hızla uzaklaştı yanımdan ve çıkışa doğru ilerleyerek gözden kayboldu. "Gidiyor musun?" Sofia'nın meraklı sesi kulaklarımda dolandığında ona bir cevap vermeden yavaşça oturduğum sandalyeden kalktım. Benim kalkışım masadakilerin dikkatini çektiğinde, bakışları bana dönerken fısıltıları ansızın kesildi. "Geldiğiniz için teşekkür ederim, keyifli bir akşamdı." Geri ittirdiğim sandalyeyle adımlarım yemek salonunun kapılarına döndü ve beklemeden çıktım. Hastane ve Nasya kelimesi bir araya geldiğinde, sanırım artık kendimi frenlemem mümkün değildi. Hiçbir öfke ya da kırgınlık onun canının tehlikesiyle boy ölçüşemezdi. Ne o içimdeki öfke ne kırıklığım ne babam ne sağlığım... Kâbus olarak hatırladığım hastane koridorunda yaşadığım kaybetme korkusunu en iyi ona muhtaç, âşık tarafım bilirdi. Yanımda olsun ya da olmasın, birlikte ya da ayrı olalım hiç fark etmez ama o iyi olmak zorundaydı. Onun iyi olduğunu bilmek zorundaydım. "Buyurun efendim?" Davut, otelin lobisinde beni beklerken adımlarımız eş zamanlı olarak çıkışa doğru ilerledi. "Nasya hangi hastanede öğren. " Ana kapıdan çıktığımda Davut hızla önümden ilerledi ve arka kapıyı açtı. Aceleyle içeri girdiğimde kapı üzerime kapandı ve Davut'un oyalanmadan şoför koltuğuna geçişin izledim. Çalışan arabayla meraklı sesi araçta dolandığında, yönümüz çoktan otelin girişinden uzaklaşıyordu. "Nasya Hanım hastaneye mi kaldırılmış?" Gözleri dikiz aynasından yüzüme döndüğünde bakışlarım elimdeki telefona döndü. Nasya'nın bana attığı mesajları yavaşça bir aşağı bir de yukarı kaydırırke, Davut yineledi sorusunu. "Efendim, Nasya Hanım-" "Evet Davut! Evet, hastanede! Artık öğren şu siktiğimin hastanesini!" Bağırışımla suskunluğa geri dönerek telefonunu çıkardı ve beklemeden bir arama yapmaya döndü. Bense, elimdeki telefonun ekranında duran mesajlara çevirdim yönümü, birinde takıldı zihnim, birkaç kelimede. Nasya: Bir gün ölürsem, o zaman sen de vicdan azabından öl hayvan. Öl vicdan azabından. Bana bunu nasıl yaparsın! Şirketi arıyorum, 'Burada yok.' dedirtiyorsun. Bu kadar mı değersizleştim gözünde! "Emin misin?" Davut'un sesi kulaklarıma ulaşırken zihnim okuduğum mesajdan şoför koltuğuna döndü. "Tamam, kapat." Aceleyle, ana yolda u dönüşü yaptığında terse döndüğünü görüyordum. "Ne oldu?" Gergin sesimle tedirgin bakışları dikiz aynasından bana döndü. "Nasya Hanım..." dedi gergince nefeslenirken. "Ne?!" telaşla öne doğru eğildiğimde burnundan içeriye sert bir nefes çekti. "Hatırlamış." Fısıltılı sesiyle bedenimi saran ürperti ile vücudumda soğuk bir rüzgâr esti. Ensemi geren ve yüzümdeki endişeyi şaşkınlıkla takas eden bir ifade yer etti. Geriye saldığım bedenimle ağırca yutkunduğumda, zar zor aralanan dudaklarımdan titrekçe birkaç kelime döküldü. "Na-nasıl?" "Bu akşam bir atak geçirmiş ve her şeyi hatırlamış. Sanırım o yüzden gelemedi yani merak ettiğinizi biliyorum, tüm yemek boyunca gergindiniz ve..." "Hatırlamış." Davut'un sesi boğukça kulaklarımda kaybolurken ben zihnimin içine çekildiği yankıda aynı şeyi tekrar edip duruyordum. "Hatırlamış. Hatırlamış. Hatırlamış." Telefonum titrediğinde ekrana düşen mesajla gözlerim dalgınca ekrana döndü. Kuzgun'dan gelen bir mesaj öylece üst panelde dururken bakışlarım satırlarda dolandı. Kuzgun: Nasya her şeyi hatırlıyor. Seni, her şeyi Pars. Amerikan Hastanesindeyiz. Gelmen gerek. Onu böyle bir afallamada yalnız bırakma. Biliyorum, kendini soyutlamaya çalışıyorsun ama burada gördüğüm kadın şu an öyle ürkek gözüküyor ki onun yalnızca seni istediğini görebiliyorum. Bu hiç profesyonelce değil, bir psikolog olarak önereceğim bir şey de değil ama gel kardeşim. Ağırca yutkunduğumda araba çoktan hastanenin büyük bahçesine girmişti. Sızlayan genzim ve kalbimin üzerindeki kasvetle kravatımı çekiştirerek çıkardım boynumdan. Yan koltuğa fırlattığımda yaka düğmemi açtım. Duran arabanın arka kapısını beklemeden açtığımda aşağıya doğru bir adım attım fakat etrafım deli gibi dönüyor gibi hissetmem normal miydi? Sanki yer çekimi kuvvetini arttırmışta adımlarım suyun içinde gibi zar zor ve ağırca girişe doğru ilerliyordu. Saniyeler içinde koşup geçmem gereken kapılara doğru kaplumbağa adımlarıyla ilerliyordum. Geri dönmem gerekiyordu, geri dönmeliydim ama olmuyordu. Bakışlarım elimdeki telefona döndüğünde Kuzgu'nun mesajında gezindi gözlerim. 'Gel kardeşim.' Ağırca yutkunduğumda yüzümü kapılara döndüm. İçeriden dışarıya çıkan siluetle son adımım havada asılı kaldı. Nasya, yanaklarındaki yaşlarla akan makyajının beyaz teninde siyah lekeler bırakmasına izin vermiş gibiydi. Bedeni beni görerek birkaç adım önümde durduğunda ikimiz de öylece bakıyorduk birbirimize. Koyu hareleri sonunda bana bir yabancıymışım gibi bakmıyordu. İçinde bir yerlerde olduğundan emin oldum Nasya, benim Nasya'm dönmüştü işte. Gözleri doluyor ve yanaklarından aşağıya bir sürü yaşı idam ediyorken ben sızlayan genzimle burnumdan içeriye sert bir nefes çektim. Titreyen bedeniyle küçük bir kız gibi ağlarken başı yavaşça sağa yattı. Büzülen çenesi ve kızaran dudaklarından birkaç kelime fısıldadı. "Pars. Ben..." 'Gerçekten bu kadar kolay affedebilecek misin?'
Ağlaması hızlanırken geriye doğru bir adım attım. Başımı iki yana salladığımda ondan uzak durmam gerektiğini biliyordum. Aradan geçen haftaların üzerine yeniden aynını yapıyordum. Şimdi hatırlaması neyi değiştirirdi? O beni değil Alphan'ı seçecek kadar hissizdi bana karşı, Şimdi bir adım daha atarsam sonrasında yok olmaktan deli gibi korkuyorum. Hiçbir şeyden korkmayan ben bu kadının üzerimdeki hâkimiyetinden köpek gibi korkuyorum. Başımı yavaşça iki yana salladığımda sol gözümden aşağıya bir damla aktı, yüzümde buruk bir gülümseme oluşurken bir adım daha attım geriye. "Hayır." dedim titreyen nefesimin arasından. 'Unuttuğu ilk an başkasına gidecek kadar sevgisi. Belki de şimdi sadece suçluluk duyuyor? Senin aşık olduğun kadın geri gelmiş olabilir ama sen şu an sana olan aşkından ne kadar emin olabilirsin? Alphan'a nasıl baktığını gördükten, gözlerinin içine bakarak onu sevdiğini söyledikten, aşkını ve gururunu görmezden geldikten sonra?'
"Pars..." Geriye attığım her adım ondan ağlamayla karışık çaresiz fısıltılar alırken adımları bana doğru atılmaya devam etti. "Hayır Nasya. Kal orada." Dişlerimi sıkarken sesimdeki ve yüzümdeki kızgınlığın aksine yanaklarımı ıslatan yaşlarla öylece ona bakıyordum. "Konuşmamız gerek. Bizim konuşmamız gerek." Yalvarırcasına çıkan sesiyle bana doğru birkaç adım daha attı ve ısrarla yineledi. "Bizim artık konuşmamız gerek." Dibimde durduğunda elleri sıktığım yumruklarıma doğru uzandı. "Seni seviyorum." Dedi... Sıcak elleri soğuk yumruklarımın üzerini sararken yüzünü yavaşça gövdeme yasladı. Tüm gücümle kendimi sıkarken nefeslerinin ısıttığı göğüs kafesimin üzerinde dolanan çaresiz birkaç kelime kulaklarıma ulaştı. "Her şeyi yanlış anladın, her şeyi. Ateş'i, beni, sonra bu aptal kaza... Pars, tüm bunlarla baş edemem; sen olmadan edemem." Yüzü yavaşça yüzüme doğru döndüğünde bakışlarım gövdeme kendini yaslayan kadının ürkek bakışlarına döndü. "Nasya yapma." Gözlerim karalarında dolanırken çaresiz olan bu kez bendim. Kokusu genzime ulaşıyor ve içimi güzel kokusuyla dolduruyor, sıcak nefesleri göğsümden yüzüme doğru yükseliyordu. "Yapma." Başımı terse çevirdiğimde geri çekildim ve aramızdaki mesafeyi açtım. Ellerim beni ürkekçe tutan sıcak avuç içlerinden geri çekildiğinde, göğsümdeki sıcaklığı araya giren mesafede kayboldu. "Hayır ya hayır!" Üzerime doğru hızlı bir adımla gelip ellerini sıkıca yakalarıma attığında, beni sertçe kendine çekti. Aramızdaki boy farkı beni kendisine çekmesi ile kolayca kapanırken alınlarımız birbirine temas etti. Şimdi sıcak nefesi yüzümde dolanırken gözlerimi usulca kapattım. Şu anın içinde kendimi hapsetmek istiyorum. Nefesinin sıcağı, güzel kokunun oluşturduğu hayal dünyasında kaybolmak. "Hatırlıyorum, anladın mı? Bana demiştin ki 'Hatırlayınca anlayacaksın." Hatırlıyorum Allah'ın cezası, gitmene izin vermemem." Kapalı gözlerim yüzüne doğru aralandığında onun da gözlerini kapatıp kendini bu yakınlığa kaptırdığını görüyordum. "Bizim için çok geç Nasya." dedim fısıltıyla. Gözleri yüzüme doğru aralandığında titreyen dudaklarında üzgün bir gülümseme yer etti. "Biz de yeniden tanışırız Pars, tıpkı Lizbon'da yaptığın gibi yeniden tanışırız." "Nasya..." Kendimi geri çekmek istedim fakat yakalarımdaki küçük eller buna izin vermiyordu. "Yeniden deneyeceğiz. Ben de ağır şeyler yaşadım, seninle çok ağır şeyler yaşadım, hakkındaki onca iğrenç gerçeğe rağmen sevdim seni. Şimdi sen de beni seveceksin! Yaptığım her şeye rağmen seveceksin beni!" Hızla dudaklarımı kavrayan sıcak dudakları büyük bir istekle beni içine çekiyordu. Bugüne kadar ikimiz için çırpınan sadece benken, dudaklarının esiri olmak içimde bastırdığım hisleri yeniden uyandırıyordu. Dokunuşlarımdan utanan, kaçan kadın gitmiş; yerine kaybetme korkusu olan Nasya gelmişti. Benim onu arzuladığım kadar beni arzulayan, benim onu kaybetmekten korktuğum kadar beni kaybetmekten korkan, can çekişirken bile bana olan sadakatini kanıtlamak isteyen Nasya'm dönmüştü. Sevgisinden emindim, hislerinden emindim. Aklı beni silse de kalbi unutmamıştı. Dudaklarının içimde yeniden filizlendirdiği çocuksu heyecanla kolumu yavaşça beline sardım, onu usulca kendi bedenime yasladım. Gözlerim ansızın kapandığında kendimi bu öpüşe karşılık verirken buluyordum. Dolgun dudaklarını ağzımın içine aldım ve aradan geçen tüm o zamanın hıncını almak ister gibi içime çektim. Yakamdaki elleri enseme doğru yükselirken beni iyice çekti yüzüne doğru. Kısa boyu boynumun ağrımasına neden olsa da umursamadım, şu an dışında hiçbir şeyi umursamadım. Kollarım arasındaki küçücük bedenine hasretle sarılırken, kokusu yeniden genzime yayılırken, dudakları dudaklarımı esir alırken, kalbinin yeniden benim için attığını hissederken anlıyordum ki bizim için geç değildi. Her şeyin bittiğine alışmaya neden zorlandığımı şimdi daha iyi anlıyordum. Bizim birlikte yaşayacak günlerimiz bitmemişti. Benim Nasya'm dönüp dolaşıp yine evine gelmişti, benim mucizem yine beni bulmuştu. Artık ikimiz için de bir milat söz konusuydu. |
0% |