Yeni Üyelik
32.
Bölüm

Bölüm 32 / Kavuşma 2. Kitap

@nurdogru26

 

Bölüm Şarkısı - Bengü beker - Sana yıldızları ödediğimden

 

PARS

"Ve bu süreçte, oldukça dikkatli olmanızı öneririm. Beyin oldukça karışık bir sistemdir. Hatırladınız fakat ara ara keskin baş ağrıları ve kanamalar görülebilir." Doktorun kontrol ışığı Nasya'nın gözlerinde gezinirken son kontrolleri yerine getirdi ve geri çekildi.

"Ben gayet iyiyim." Oturduğu sedyeden aşağıya sallanan bacaklarıyla neşeli bir çocuk gibi gülümsüyordu. İri gözleri beni bulduğunda güzel dudaklarındaki gülümseme büyüdü.

Bakışlarındaki ışıltı üzerimde dolandığında hala ona karşı güven problemim olduğunu biliyordum. Bana eskisi gibi bakıyordu, eskisinden daha güzel fakat zihnim sürekli bana olanları anımsatıyor ve şüphe tohumlarını içime ekiyordu. Ancak şu an bunları düşünmenin sırası değildi, herkesin zamana ihtiyacı vardı.

"Artık gitmek istiyorum." Yavaşça sedyeden aşağıya atladığında üzerini düzeltti ve yönünü bana döndü.

Birkaç adım sonra yanımda durduğunda gözlerim odanın içindeki Kenan'ı ve Gülsüm'ü buldu. Endişeli, mutlu ve kafaları oldukça karışık bir şekilde Nasya'ya bakıyorlardı. Nasya ise sadece bana bakıyordu.

"Gidebilirsiniz. Burada kalmanızı gerektirecek bir durum söz konusu değil." Doktorun yumuşak sesi ile Nasya'nın elleri usulca koluma dolandı.

"Gidelim mi?" Hülyalı sesi kulaklarıma ulaştığında bakışlarım yüzüne döndü.

'Benimle mi? Bana böyle güzel bakarken küçük ellerini avuçlarıma hapsedip buradan birlikte çıkmayı o kadar isterdim ki...'

Ama onarılması gereken güvenim ve yerle bir olan gururumu görmezden gelemezdim. Bunları aşmayı en çok ben istiyordum ama her birinin yıkımını en derinden hissettiğim için bu oldukça zorlayıcı olacaktı.

"Anneciğim."

Gülsüm'ün adımları bize doğru yaklaştığında zihnim bana o gece olanları ansızın hatırlattı. Bahçede Nasya'ya köpek gibi yalvarırken Gülsüm'ün beni nasıl azarladığını anımsadım. Kızını yanımdan çekip alışını ve Nasya'nın buna hiçbir itirazda bulunmayışını, onların karşısında nasıl çaresiz ve nasıl yapayalnız hissettiğimi...

"Anne ben iyiyim, gerçekten. Sadece Pars'la biraz yalnız kalmak istiyorum." Nasya'nın başı koluma yaslanırken sessiz bir nefes çektim içime.

Küçük elleri kolumu öyle sıkı tutuyordu ki sanki biri onu zorla götürebilirmiş ya da ben ansızın çekip gidebilirmişim de buna mâni olmak ister gibiydi.

Kalbim giderek yumuşuyordu. İçimde adı konmamış bir heyecan benden koluma tutunan kadına doğru gizli bir baskıyla yükseliyordu.

'Senin tarafından böyle sahiplenilmek için ne çok bekledim, bir bilsen Nasya.'

Gülsüm, sıktığı çenesiyle bakışlarını bana ve Nasya'nın kolumdaki elinde gezdirirken halimizden hiç memnun olmadığı belliydi.

"Yavrum, birkaç gün dinlenmen gerekmez mi? Şu an çok ani duygu değişimleri yaşıyorsun, sonuçta sen bu adamı bu geceye kadar istemiyordun; değil mi anneciğim? Şu an sadece yalnız-"

"Değil. " dedi sert bir sesle.

Şaşkın bakışlarım Nasya'nın üzerine döndüğünde kendinden nasıl da emin olduğunu görüyordum. Söylediği şeyleri saklı bir öfkeyle itiraf eder gibiydi.

"Değil, doğru değil. Ben Pars'a haftalardır ulaşmaya çalışıyorum. Size söyleyemedim çünkü tutarsız bir insan gibi görünmekten korktum. Onu hatırlamadığı için istemediğini söyleyen benken şimdi bir anda yeniden istiyorum demek tuhaftı ama ben hatırlamadan önce de onu istiyordum. Uzun zamandır anne, benim için yeterince uzun zamandır."

Duyduklarım ağırca yutkunmama sebep olduğunda orada öylece durmuş aralarındaki diyaloğu dinliyordum. Sözlerindeki gizli öfke ve kararlılık, bana iki aydır bıkmadan yazdığı mesajları yeniden hatırlatmıştı. Çeşitli duygularla, sitemlerle, anlarla ben bilmesem de beni hissederek yaşadığına inanmak istemiştim ama şimdi bunu ondan duymak, aylardır öldürmek istediğim aşkıma daha da can bağışlıyordu.

"Babacığım, bugün için kendine müsaade et." Kenan oturduğu koltuktan kalkıp Nasya'ya doğru geldiğinde kollarını tutan parmaklar sıkılaştı ve bir adım geriye çekilerek arkama doğru saklandı.

Omuzlarım kendinden emin bir şekilde dikeldiğinde tutunduğu net tavır hoşuma gidiyordu. Zihnime kötü sesler fısıldayan yanım, Nasya yanımda oldukça daha da güçlenen yanıma söz geçiremiyordu.

Ama güvenilir miydi, yarın sabah yeniden Alphan'ı istemeyeceğinin garantisi var mıydı?

"Israr etmesenize! Gayet kendimdeyim. Aylar sonra ilk kez kendimdeyim!" İtiraz dolu sesi giderek yükselirken Begüm'ün sesi odada dolandı.

"Baba, sakin olun. Kız yeni kaza yapmış gibi davranıyorsunuz. O gayet iyi, bence bırakalım da ne yapmak istiyorsa yapsın." Uyarıcı sesiyle Kenan sıkkın bir nefesle geri çekildi ve Begüm'e çevirdi yüzünü.

"Ya daha kötü olursa?" Kaygılı sesiyle kızına dert yanıyor gibiydi.

"İnan bana, şu an gayet iyi." Begüm'ün yüzündeki sıcak gülümseme Kuzgun'dan kaçak bir gülüş aldığında sevgili psikoloğumun bakışları beni buldu.

Yüzümde dolanan bakışlarıyla içimdeki kaygıları anlamış olacak ki yüzü yavaşça düştü. Gülüşü silindi. Bu odada ne hissettiğimi anlayacak tek kişi Kuzgun'du.

"Ama anneciğim..." Gülsüm'ün eli Nasya'nın kolunu yavaşça tuttuğunda bedenimin arkasına saklanan kadın hızla çekti kollarını annesinin elinden.

'Sen oldukça kararlısın.'

"Lütfen ya, gerçekten beni biraz kendi halime bırakamaz mısınız?" Yılgın çıkan sesiyle iyice arkama çekildiğinde Gülsüm'le göz göze geldik.

Öfkeli bakışları yüzümde sessizce dolandığında anlam veremediğim bir şekilde bana kızgın olduğunu görüyordum. "Bir şey söylesene! 'Ailenle git, daha sonra konuşuruz.' desene! Susma şöyle put gibi!" Azarlayıcı sesiyle şakaklarım gergince hareketlendi.

"Kızını istediğin zaman benden uzaklaştırabiliyorsun Gülsüm! Yine aynını yap o zaman! Daha önce de yaptın, zor olmayacaktır senin için!"

Kolumu Nasya'nın ellerinden yavaşça geri çektiğimde odanın kapısına doğru birkaç adım attım.

"Pars." Nasya'nın titrek sesi kulaklarıma ulaştığında kapıyı açtım ve eşikten dışarıya doğru bir adım attım. "Nereye gidiyorsun?" Koşar adım peşimden geldiğinde hızla önüme geçti ve beni durdurdu. "Beni bırakacak mısın?" Dolan gözleri yüzümde gezinirken çenesi titredi.

"Kafan karışık Nasya. Ailene dön. İstediğinin ben olduğundan bile şüpheliyim." Gözlerim güzel yüzünde dolandığında onu ne kadar özlediğimi genzimin sızısından hissediyordum.

'Haftalar oldu, hatta aylar... Gözlerin kızım, onlara bakmayı bile özlemişim. Sesinin tonunu, parfümünün kokusunu. Sana dair her şeyi öyle özledim ki...'

"Bunu nasıl söylersin?" Titrek sesle gözünden bir damla yaş aktı.

Dolan gözlerinden yanaklarına doğru süzülen yaşları, kalbime usulca saplanan bir hançer gibiydi. Onun yüzünden yaşadığım her şeye rağmen ağlamasını görmek, bunun benim sözlerim yüzümden olduğunu bilmek canımı yaksa da doğrusu kalbimden geçenler değil ağzımdan çıkanlardı.

'Toparlan Pars, gardının inmesine izin verme.'

"Ne bekliyorsun Nasya? Koy kendini benim yerime! Gözünün içine baka baka sana başka bir kadını sevdiğimi söyleseydim eğer..."

"Kes sesini!" Öfkeyle sıktığı dişlerinin arasından acıyla tısladı.

"Biraz zaman ver bana. Bana da kendine de zaman tanı." Hızla yanından geçip hastanenin çıkışına doğru ilerledim.

Attığım her adımda omuzlarım çöküyor ve boğazıma doğru yükselen bir ağlama hissi tüm genzimi yakıp kavuruyor.

Arkama dönüp bakmak için, güzel yüzünü bir kez daha görmek için can atıyordum ama yapamazdım. Dönersem dururdum ve eğer durursam gidemezdim. Gardımı böyle kolay indirirsem gerçek arzusunu anlayamazdım.

Gülsüm belki de haklıydı, düne kadar beni istemeyen kız şimdi bir anda koluma yapışıyordu. Ne kadar emin kendinden bilmem gerekiyordu, bana bir kez daha adım atacak mı bilmeliydim. Evet, en önemlisi buydu. Bir adım, çırpınış görmeliydim.

Ruhum, beni içine hapsettiği enkazın içinde can çekişirken beni bulmasını geçtim; ulaşmaya çalışmasına bile razıydım.

Çabalamamasından deli gibi korkuyordum ama bilmem gerekti. İçimdeki umudun üzerindeki külleri temizleyip yeniden diriltmek için emin olmam gerekti. Hala beni istediğini tamamen görmeliydim.

Adımlarım hastanenin büyük kapılardan geçtiğinde Davut'un bahçede arabanın içinde oturduğunu görüyordum. Hızla araca doğru ilerledim ve arka kapıyı açıp beklemeden içeri girdim.

Davut gelişimi bile hissetmemişti fakat aracın kapısını açıp içeri girdiğimde şaşkınlıkla bakışlarını şoför koltuğundan bana çevirdi. "Efendim, iyi misiniz?"

Şaşkın sesi arka koltuğa ulaştığında kendimi koltukta geri verdim. Başım koltuk desteğine düşerken aracın kapısı sertçe açıldı. İrkilerek bakışlarımı açılan kapıya çevirdiğimde bunu yapanın Nasya olduğunu görüyordum. Aceleyle içeriye girdi ve kapıyı üzerimize kapattı.

Dudaklarım şaşkınlıktan aralanırken yan koltuğuma öfkeyle oturan Nasya'ya bakakalıyordum. Bakışlarım hala üstündeyken Nasya'nın hırçın sesi aracın içinde dolandı. "Bizi dağ evine götür Davut!"

Sıktığı dişlerinin arasından öfkeyle fısıldadığında Davut'un bakışları yüzüme döndü. "Pars Bey?" Afallamış ifadesi yüzünde yer etti.

"Bana bak, ona değil! Sana ne diyorsam onu yapacaksın." Azarlayıcı sesiyle Davut inanamaz bir bakışla süzdü Nasya'yı.

İkimizde de aynı şaşkınlık vardı, Nasya'dan asla beklenmeyen hareketlerdi bunlar. Çabalıyordu, üstelik benim yöntemlerimle. Beni dağ evine kaçırma fikrini nereden edindiğini sormama gerek bile yoktu. Fikrin ana sahibi bendim.

Çabalayacağını umuyordum ama bunu bir mesajla ya da ne bileyim daha sakin bir yöntemle yapar diye düşünmüştüm.

Ortalarda olmadığım süreçte Kuzgun'dan Begüm'e yakın olup Nasya'nın güvenliğinden emin olmasını istediğim için iki aydır onunla diyalog halindeydi. Belki de onun aracılığıyla ulaşmak ister diye düşünmüştüm ama hayır, o beni kaçırmayı tercih etti.

'Vay be!'

Yüzümde birkaç saniyelik bir gülümseme şaşkınlıkla görünüp kaybolduğunda Davut hala bana bakıyordu, bir onay vermem için.

Başka biri arabaya girip beni şehrin ortasından kaldırmak istese beynine bir kurşun yemişti ama Davut söz konusu Nasya olunca en az benim kadar afallıyordu. Daha önce hiçbir kadına böyle büyük toleranslar göstermediğimi bildiğinden olsa gerek, bu kadınla ilgili bir şey yapmadan önce benden her daim onay bekliyordu. Çünkü biliyor ki aksi bir harekette, Nasya'nın canını sıkarsa ya da yakarsa ben de onun canını yakardım.

Toparlanmam gerekiyordu, içinde bulunduğum anın sersemliğiyle üzerimde oluşan aptallığı uzaklaştırmalıydım. Arabanın içindeki güzel kadının gözleri beni bulduğunda sıkkın bir nefesle toparlandım oturduğum koltukta.

"Nasya ne yapmaya çalışıyorsun?" Fısıltılı seslenişim bedenini ve dikkatini bana çevirdi.

"Konuşmaya çalışıyorum! Zaman falan vermeyeceğim Pars, yeterince zaman kaybettik zaten." Titreyen sesine rağmen gözleri öfke saçıyordu.

"Yapma bunu, bırak ikimiz de biraz yalnız kalalım." Şimdi de benim sesim titriyordu. Çünkü biliyordum ki ondan uzak durmak istemiyordum, bir saniye daha beklemek istemiyordum ama...

'Alphan'a karşı duyduğu o sadakati bana karşı duymamıştı.'

Lanet ilgisi ve sevgisi daha birkaç hafta önce o adamın üzerindeyken ve kapıma kadar gelip kalbinin ne kadar kırıldığını anlatırken hiç şakası yoktu. Şimdi beni istediğini söylemesi bir şeye yaramıyordu. Güvenim paramparçaydı, inancım solmuştu. Sevgim, şüphelerimin gölgesine saklanıyordu.

"İzin vermiyorum! Yalnız mı kalmak istiyorsun? Güzel. Birlikte yalnız kalacağız." Yüzü yeniden Davut'a döndüğünde koltuğuna arkadan sertçe tekme attı. "Sür şu arabayı dağ evine!"

'Hadi be! Sen baya vahşileşmişsin görmeyeli, gerçi bu senin fıtratında vardı, değil mi güzelim? Sen benim küçük psikopatımdın.'

Davut'un bakışları onay bekler gibi yüzümde tutunduğunda sıkkın bir nefesle salladım başımı. Aldığı onayla dikkatini ileriye çevirerek aracı hareket ettirdi.

Bu yüzleşme mi olacaktı yoksa gerçekten iki kişi bir evin içinde baş başa yalnız mı kalacaktık, bilmiyordum. Fakat geceyi onunla geçirmek, öyle veya böyle bana uyardı.

Nasya ise geriye yaslandı ve öfkeli soluklarını dinginleştirmeye çalışırken yanaklarındaki makyaj kalıntılarını temizlemek ister gibi sertçe ovuşturdu yüzünü.

"Torpidodan bir ıslak mendil verir misin?" Davut'a bakarak konuştuğunda çoktan ana yola çıkmış olmamıza rağmen dikkatle uzanıp ıslak mendili aldı ve arka koltuğa uzattı. Sonrasında Nasya'nın akan maskarasını temizleyişini izlemeye başladım.

'Her şeye öyle hâkim gözüküyorsun ki bayıldım bu Nasya'ya.'

Bu yeni hal beni şaşkına çevirirken bir yandan da onu tanıdığım ilk halini anımsatıyordu. Hırçın, öfkeli ve kararlıydı. Fakat bu kez bana karşı gelmek için değildi bu inadı, beni geri kazanmak içindi.

Burnumdan içeriye sert bir nefes çektiğimde başım yeniden koltuğa yaslandı. Yüzüm ona doğru dönükken aylardır göremediğim o saf güzelliğini, o oldukça dalgınken doyasıya izlemeye başladım.

Küçük parmaklarının arasında katlattığı mendille yüzünü hırçınca siliyor, yanaklarını baskıyla kızartıyordu.

'Canın yanacak be kızım, biraz sakin ol.'

İkinci bir mendili çekti ve işaret parmağına sararak gözaltlarını silmeye başladı. Kızarık burnu, dağılan saçları ve üzerindeki çıldırtıcı derecede vücudunu gözler önüne seren kırmızı elbisesiyle birkaç santim yanımda duruyordu. Parfümünün kokusu değişmiş fakat teninin ısısı bu kokuyu bile baş döndürücü hale getirmişti.

Genzime dolan koku, kulağıma çarpan hırçın nefesler ve küçük bir çocuğun huysuzluğu ile kendi kendine sataşan bir kadın... Benim kadınım.

Bunu söylemek tuhaftı. Oysa neredeyse benim olmayacağına inanacaktım. Yaptığı ve söylediği onca şeyden sonra beni kendinden vazgeçmek zorunda bıraktı ve şimdi geri istiyordu.

Beni istiyordu. Gururumu ayaklarının altına aldıktan ve beni parmaklarının arasında bir kukla gibi oynattıktan hemen sonra...

Bunu bilmek canımı yakıyor ama daha korkuncu şu ki eğer gerçekten isterse beni alabileceğini biliyordum. Ona karşı koyamayacağımı, bedenimin ve ruhumun ona ait olduğunu biliyordum. Kalbimin her atışında bir katkı payı olduğunu ve bugün yaşıyorsam bunun yine onun sayesinde olduğunu biliyordum.

 

 

♟♟♟

Araç dağ evinin bahçesinde durduğunda Davut'un gözleri dikiz aynasından bana döndü. İnip inmeyeceğimizi kontrol eder gibiydi.

Çünkü o, geçen bu süreçte Nasya'yı unutmak için ne kadar çabaladığımı en iyi bilen insanlardan biriydi. Hem onu özleyip hem uzak durmak için verdiğim savaşın bilincindeydi. Davut salak bir adam değildi, zaten öyle olsaydı sağ kolum olamayacağı apaçık bir gerçekti.

Burnumdan dışarıya sert bir nefes verdiğimde uzanıp kapımı açtım ve aşağıya doğru bir adım attım.

Artık kaçmayacak ve görmezden gelmeyecektim. Ne olacaksa olacak ve biliyorum ki bu gece bizim aylardır içimizi delip geçen her şeyi açıkça konuşma şansımız olacaktı.

Ayaklarımın altındaki çakıl taşları sessiz bahçede kıpırdanırken Nasya'nın açılan kapısının sesini duyabiliyordum. Bakışlarım, omuzumun üzerinden arkaya döndüğünde aracın etrafını dolanarak yanıma doğru yaklaştı. Bakışları yüzümde tutunurken bir adım yanımda durdu ve tedirgin gözlerini üzerimde gezdirdi.

"Gel." Uzanıp elimi tuttuğunda adımlarını önüme geçirdi ve bedenimi boş bir çuval gibi peşinden sürükledi.

'Durdur onu yalvarırım, affetme Pars. Sana yaptıklarını unutma. Kendine gel, affetme!'

Ezilen gururum içeride feryat figan bağırırken ben Nasya'nın ellerinde dağ evinin içine doğru sürüklendim. Açılan kapıdan içeriye girdiğimizde arkamızdan kapandığını duyuyordum.

Bakışlarım hala elimi sıkıca tutan küçük parmaklara takılıydı. Bordo renkli ojeler beyaz teninde öyle güzel duruyordu ki küçük parmaklar birkaç parmağımı kararlı bir şekilde sararken genzim bu görselle sessizce sızlıyordu.

Beni böyle sahiplensin, bana böyle sıkı tutunsun diye ne çok çabalamıştım. Şimdi tam da kabullenmeye başlamışken ya da en azından denerken bir anda roller değişiyordu.

Ne yapmam gerektiğiyle ilgili en ufak bir fikrim bile yoktu. Nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Bildiğim tek şey ona karşı olan kırgınlığım, içimde durmaksızın bağıran ve beni kendime getirmeye çalışan tarafımla allak bullak ve yorgun hissediyorum.

"Soğukmuş." Elleri benimkileri nihayet bıraktığında dağ evinin salonunda öylece beni bıraktığı yerde kalakalıyordum.

Nasıl olurda aynı anda hem söyleyecek bir sürü şeyim hem de kurulacak tek bir cümlem bile olmazdı, anlamıyordum.

Neden buradayım, niye kaçmaya devam etmiyorum; bilmiyorum. Ülkeyi terk ederken sahiplendiğim o ideolojiye ne oldu? Kim kararlı duruşumun ayaklarına bağladığım prangaları çözdü? Nereye kaçtı nereye saklandı o öfkem, kızgınlığım, kırgınlığım; neredeler?

"Şömine yakmayı öğrenmedim ama..." Odanın bir ucundan bana ulaşan sessiyle gözlerim üzerinde geziniyordu, kollarındaki kütüklerle şöminenin önünde yavaşça çöktü ve elindeki kütükleri dikkatle dizmeye başladı. "Ama dizebilirim." Kıkırdadı.

Gülüşü kulaklarımda cılızca dolanırken gözlerim yerde dizlerinin üzerine çöken kadında gezindi.

Bedenini saran kırmızı elbisenin rahatsızlığına rağmen dizlerinin üzerinde ileriye doğru eğilmiş, şömineyi yakılacak hale hazırlıyordu.

Araçta geçen sessiz dakikaların ve o ansızın parlayan öfkesinden hiçbir iz taşımıyordu. Yere yasladığı sağ eliyle ileriye doğru eğilmiş ve bana güzel bedenini habersizce sunarken odunları yerleştirmeye devam etti.

Gözlerimi kalçasını sıkıca saran elbiseden geri çevirdiğimde ağırca yutkundum.

'Kendine gel.'

Verdiğim telkin ağırca yutkunmama sebep olurken şu an ona dokunmayı düşünmem ve bunu istemem bile aptallık. İçimde verilen savaşın yüzümdeki yıkımına rağmen kırılan kalbime, küskün heveslerime rağmen onu hala istemem de öyle.

"Ben hallederim." Adımlarım ağırca yanına doğru ilerlerken geri çekildi ve dizlerinin üzerinde öylece oturup yaklaşmamı bekledi.

Güzel elleri dizlerini üzerini örterken gözlerim aldığı pozisyona kaydığında, bunu bilerek mi yapıyor diye düşünmeden edemedim. Şu anki bu duruş bir itaatkârın sahibine kendini açıkça sunuşunun ilk adımıydı.

Nasya'nın bu konuyla ilgili böyle bir şey bildiğini sanmıyordum. Keza bilse dahi onun boyun eğmekten zevk alacağını düşünmezdim.

'Öyle olmasını isterdim fakat düşünmezdim.'

Tam da bu sebepten ellerinin küçük dizlerinin üzerinde avuç içleri yukarıya doğru serbest bir şekilde duruşu ve gözlerimin içine istekle bakışı tamamen hüsnü kuruntum. Hepsi bu. Aklımı şu anın gerçekliğinden ve afallamasından saçma sapan yerlere çekerek kurtulmaya çalışıyorumdur belki de.

Adımlarım şöminenin önünde durduğunda sağında duran büyük kibrit kutusuna çevirdim gözlerimi. Yavaşça tek dizimin üzerinde yere çöktüğümde uzanıp kibrit kutusunu almak istedim.

Küçük eller onu hızla kavradı ve avuçlarının içinde bir hediyeyi armağan eder gibi yüzüme doğru kaldırdı. Bakışlarım şaşkınlıkla yüzüne döndüğünde heyecandan titreyen gözlerini yüzümde beklentiyle dolandırdığını gördüm.

"Nasya?" Kaşlarım çatılırken bana neden bir itaatkâr gibi davranıyor, anlayamıyordum.

Bu iş kafamda kurmaktan çıkmaya başlarken yaptığı her hareket boğazımda acı bir yutkunuş oluşturuyordu, acı ve beklenti dolu bir yutkunuş.

"Senin için." Dudakları hafifçe kıvrıldığında yüzünde sıcak bir gülümseme yer etti.

'Ne yapıyorsun sen? Bana ne yapıyorsun, lanet olsun.'

Yeniden yutkundum. Uzanıp elindeki kibriti minimum temasla aldığımda yaktığım kibritle beraber yüzümü şömineye döndüm. Fakat beni izlediğini ve sessiz bir iç çekişi yüzüme doğru bıraktığını duyuyor ve görüyordum.

Yavaşça tutuşan çıralar ve odunlar gözlerimin önünde büyürken ben zihnimin beni aylar öncesine götürmesine izin veriyordum.

Şömine demirine uzandığımda odunları yavaşça karıştırdım ve tamamen yanmasına yardımcı oldum.

Zihnimdeki kısaslar ve acılı hatırlalar genzimi sızlatırken burada anneme bu kadını bağıra bağıra, ağlaya ağlaya anlatışımı; gururumu yerlere serişimi ve yine Nasya için ne kadar gurursuz bir adam olduğumu haykırışımı hatırladım.

"B-bu bir yüzük mü?"

Şaşkın sesiyle beni irkilerek zihnimdeki hatıralardan uzaklaştırdı. Yanımda durduğunda şaşkınlıkla küllerin içinde ateşin aydınlığıyla parlayan elmas yüzüğe bakıyordu. Ona aldığım ve parmağına takmak istediğim yüzüğe...

Öylece bakıyordu. Aylar önce parmağında yer edecek olan yüzüğün kararmış bir halini şaşkınlıkla seyrediyordu.

Bakışları yüzüme döndüğünde burun buruna gelmiştik, gözlerim yüzünde dolanırken görüşümün bulanıklaştığını hissediyorum. Güzel yüzü şeffaf bir camın ardında kalırken sızlayan genzimden içeriye bir nefes çektim. "Senindi."

Daha önce hiçbir kelime kurulurken beni böyle zorlamış mıydı ya da ses tellerim hiç boğazıma böyle işkence etmiş miydi, bilmiyordum ama şu an bu itirafı yapmak ve ona bunu fısıldamak canımı yakıyordu.

"B-benim mi?" Titreyen sesiyle onun da gözlerinin dolduğunu hissediyordum.

"Bana ayrılmak istediğini söylediğin geceyi hatırladın mı?" Dudaklarımda acılı bir gülümseme yer ederken zar zor yutkunuşunu görüyordum.

"Pars..." Sesi titredi yeniden, üstelik adımı telaffuz ederken.

"Bana bir 'Yavru köpek gibisin!' diye haykırdığın o geceyi hatırladın mı? 'İstemiyorum seni Pars.' dediğin... Sol gözümden hiç planlanmamış bir damla yaş yanağıma bile değmeden düştü zemine. 'Sevmiyorum. Sevsem hissederdim, aşk böyle bir şey değil Pars.' Hatırladın mı bunu?"

"Lütfen sus." İki yanağını sarmalayan birkaç damla yaş onun da yüzünde yer ettiğinde başımı hafifçe salladım. Onu onaylamak ister gibi.

"Susayım." Geri çekildim ve ağırca kalktım yerden. "Ben susayım. Anlatmayayım, susayım ben Nasya." Adımlarım odanın köşesinde duran koltuklara ilerlerken sessizce burnunu içeri çekişini duyuyordum.

"Ben hata yaptım. Kafam öyle karışıktı ki öyle..."

Kendimi koltuğa yavaşça bıraktığımda sırtım soğuk deriyle birleşti, kollarım kucağıma rastgele düşerken başımı hafifçe salladım yeniden. "Ben susayım Nasya, senin duymak bile istemediğin o sözleri sana asla tekrar etmeyeyim. Susayım ben." Gözlerim bana ağlayarak bakan kadını buldu. Şöminenin önünde öylece otururken bakışları üzerimde pişmanlıkla dolanıyordu. "Ben susayım susmasına da sen duymayınca bitecek mi? Ben söylemezsem, sen de duymazsan içimdeki bu acı bitecek mi? Sevilmeyişimi, istenmeyişimi bana haykırdığın gerçeği ortadan kalkacak mı?"

Başımı hafifçe yana eğdim ve öne doğru eğilip kollarımı dizlerime yasladım. "Yine burada, bu odada bana 'Alphan'ı seviyorum Pars, senin beni sevdiğin gibi seviyorum onu.' demeni de yok edecek mi? Benim susmam tüm o acıyı, öfkeyi, kırgınlığı silecek mi?"

Dişlerimin arasından baskın fısıltılarım odanın içinde dolanırken şöminenin ateşi güzel yüzünde ve kırmızı elbisesinde gölgeleniyordu.

"Nasıldı sahiden, ne demiştin? 'Elimde değil, onu seviyorum Pars. Onu, senin beni sevdiğin gibi seviyorum.' Evet, bunu demiştin. Benim seni sevdiğim gibi öyle mi?" Sesim hiç istemesem de sertleşiyor ve şakaklarım geriliyordu. "Sen ne anlarsın lan sevmekten? Üstelik bir de benim seni sevmem gibi sevmekten. Sen hiçbir şeyi gerçekten sevdin mi lan? Sen hiç birini yaşayacak kadar çok sevdin mi? İçimde sen varsın diye ölemedim lan ben! Sevgin kalbimi dolduruyor diye ölemedim! Zihnim seni unutur diye köpek gibi korktum, her şeyi unuturdum önemi yok ama seni unuturum diye korktum! Kaç günlük tuttum seninle ilgili, olur da bir şey olursa yeniden hatırlatayım seni kendime diye. Sen sevgiden ne anlarsın!"

Boğazımı yakan bağırış dağ evinde dolanırken Nasya'nın elleri usulca yerden destek aldı ve ayağa kalktı.

"Bilmem. Ben senin gibi sevmek nedir bilmem. Bilmezdim, unutmuştum çünkü. Kimliğim dışında herkesi, her şeyi unutmuştum." Adımları bana doğru yaklaşırken öfkeyle sıktım yumruklarımı.

"Beni bile!" Dişlerimin baskısıyla çıkan hırıltım, hüzünlü yüzünde yorgun bir gülümseme yaydığında birkaç adım önümde durdu.

"Seni bile. Benim kısacık hayatıma bir çığ gibi düşen, kalbimin körpe kapılarını elini tersiyle itip içeri giren seni bile. Seni bile Pars, karına ve metresine rağmen deli gibi sevdiğim seni bile unuttum. Unuttum işte! Nasıl hissederdim, nasıl severdim, nasıl korkardım sensizlikten; unuttum. Yanıldım, saçmaladım. Yapmamam gereken seçimler yaptım ama bilinçli bir seçim değildi." Dudaklarındaki sıcak gülümsemeye rağmen yanaklarındaki yaşlar sessizce akıyordu çenesine doğru. "Seni unuttum; Alphan'ı, Defne'yi, herkesi unutsaydım da sen kalsaydın keşke zihnimde ama olmadı Pars, unuttum."

"Biliyor musun, unutmanın bir önemi yoktu. O adamın yanında olmayacaktın. Siktiğimin kalbine almayacaktın onu, tutmayacaktın Nasya. Tutmayacaktın elini, bakmayacaktın yüzüne, sarılmayacaktın omzuna, öpmeyecektin dudağını!"

"Saçmaladım. Geçmişten gelen bir heyecana aldandım. Senden daha basitti onunla olmak, daha kolaydı. O düzdü Pars ama sen..."

"Ama ben? Ben fazla ilgiliydim, fazla önemsedim, çok titredim üzerine. Söyle hadi. Ama sen görüp görebileceğim en aptal âşıktın, boğuldum; de!"

"Hayır." dedi titrek bir nefesle başını iki yana sallarken. Yüzündeki gülümseme siliniyordu.

"Söyle hadi! İlgi bekleyen yavru köpek gibi etrafımda dolandın, de! 'Hiçbir kadına göstermediğin toleransı gösterdin bana, de! Söyle hadi! Önünde diz çöktüğümde değersizleşti her şey, söyle! Değerini bile anlamayan bir aptalın yanında olmak istedin! Seni kıt zekâsıyla aşağılamaktan zevk alan, yetersiz hissettiren o aptalı seçtin! Asalak gibi babandan beslenen o zavallıyla olmak daha kolaydı, söyle!"

"Yeter!" Bağırdığında sesi dağ evini dolandı ve beni susturdu. "Yeter Pars, yeter artık sus! Sus ve dinle. Aylar oldu ya! Sana sebepleri defalarca kez anlattım, hiçbirini görmedin. Hiçbir mesajı okumadın!"

Aldığı öfkeli soluklarla ellerini saçlarının arasından geçirdi ve geriye verdi. "O kolaydı, tahmin edilebilir ve risksizdi. Ama sen, seni istemeyen tek bir kadın bile yok! Hemşireler ve hizmetçiler, bunlar arasında en tehlikesizleriydi! Doğa, Sofia ve Deniz! Evet, hamile bıraktığın Deniz!"

"Sakın!' dedim öfkeyle onu bölerken. "Sakın hesap sorabileceğini düşünme! Benim sana verecek hesabım yok, senin de bana; anladın mı?"

"Vereceksin!" İleriye doğru bir adım atıp öfkeyle elini bana doğru salladı. İşaret parmağı beni gösterirken yeniden tısladı. "Bana hesap vereceksin! Her şeyin hesabını vereceksin! Mesela siktiğimin Sofia'sı neden şirketinde işe girdi, anlatacaksın! Doğa'yı alıp evine götürmek ne demek, anlatacaksın! Deniz'i benimle beraberken kaç kez becerdin, söyleyeceksin! Benim hatalarımı suratıma çarparken iyi, seninkileri de yatırsana masaya! Yatır hadi!"

"Nasya!"

"Yok Nasya, söyle! Tamam, ben Alphan'a gittim, siktiğimin kafası bir cama geçti ve gebermek yerine lanet hafızamı kaybettim; unuttum seni! Seni unuttum ve bir hata yaptım! Ya sen? Benim peşimden koşarken, beni Lizbon'a falan sürüklerken kaç kez kaç kez altına aldın Deniz'i?"

"Hiç kez! Sen hayatıma girdiğin andan sonra o kadına bir kez bile dokunmadım, bebek de korumadandı! Kendi hatalarına makul kılıflar bulmanı takdir ettim ama! 'Hatırlamadım Pars!' Aman ne harika, hatırlamadın öyle mi? Ağzıma sıçtın lan sen benim! Düşmanlarımın yapamayacağı bir yıkımın kıyısına sürükledin sen beni! Bir çöp torbası gibi uçurumdan aşağıya fırlattın!"

"Edebiyat yapma! Aklını kaybeden herkes aynını yapardı, tamam benim mizacım biraz fevri ve abarttım ama..." Kaşlarım öfkeyle havalandı. "Ama?"

"Ya yoktu, yok! Beynimin bir kısmı kepenkleri kapatmıştı, diyorum be adam! Hitler'in üzerine böyle gidilmedi be!"

Yaptığı biraz öfke biraz isyan ve üzgün serzeniş yüzümde alaylı bir gülümseme yaydı. "Konu kendin olduğunda nasıl da her şey mubah oluyor öyle? Ama ben Sofia'yı işe alamam öyle mi? Doğayı eve atamam. Bana yasak ama sana serbes-"

"Doğayı eve attın, evet. Sadece eve." Dişlerini sıkarken sorgulayıcı bakışları yüzümde dolandı.

"Nasıl böyle eminsin belki de..."

"Pars!" Öfkeyle bağırdığında hızla ayağa kalktım, ona doğru birkaç adım attığımda dip dibe geldik, başını yukarıya kaldırıp kısa boyuyla beni görmek için küçük bir çaba sarf ederken erkekliğimin ansızın sızladığını hissettim.

Ona böyle yakın olduğum için mi ya da dudaklarına yapışmak istediğim için mi yoksa öfkeli suratını sert öpüşlerle yumuşatmak için mi olduğunu bilmiyordum.

"Bilerek yapıyorsun, inadıma!" Öfkeyle fısıldadığında dudaklarım sinsice kıvrıldı.

"Böyle düşünmek seni mutlu edecekse..." Fısıltılı alayımla eli hızla yüzüme doğru kalktı, tokat atmak üzereyken sertçe kavradım bileğini. "Bana hesap soramazsın! Sen o adamlayken kimi siktiğimin hesabını soramazsın! Bana hesap soramazsın Nasya! Sana bir bağlılık yeminim yoktu. Aksine, bunu yapmam için öyle çok sebep verdin ki bana." Dişlerimin arasından öfkeyle hırladığımda çenesinin titrediğini ve gözlerinin dolduğunu görebiliyordum.

"O kıza dokunmadın, kimseye dokunmadın." Küçük dişlerinin arasından öfkeyle fısıldadı.

"Canın mı yandı?"

"Pars!"

"Canın mı yandı? Benim de canım yandı. Seni o piçin kollarında nefes nefese gördüğümde, benim de canım yandı!" Hızla bileğini serbest bıraktığımda aramızdaki mesafeyi açtım ve yeniden yönümü koltuklara döndüm

"Biz onunla hiçbir şey yaşamadık."

Çaresiz fısıltısı henüz oturduğum koltukta beni bulduğunda bu anlamsız yüzleşmenin ne kadar saçma olduğunu anlıyordum. Sabaha kadar bağırsak ne fayda? O beni değil o adamı seçmişti. Gözlerimin içine baka baka onu istediğini söylemişti.

"Sadece öpüştü-"

"Sadece öpüştünüz." Başım alaylı gülümsememle aşağıya yukarı sallandı.

"Pars, kendimi haklı çıkarmaya çalışmıyorum. Bunun bir anlamı yok ki ben haklı olmak istemiyorum." Sessiz adımları bana doğru ilerlediğinde usulca önümde durdu ve üzerime doğru eğildi.

Nefesi yüzümü okşarken ağırca yutkundum ve kuruyan boğazımı ıslattım. Kelimeler dudaklarından istikrarlı bir şekilde döküldü. "Haklı olmak umurumda bile değil, seninle olmak istiyorum. Anlıyor musun?" Gözlerim dudaklarına kaydığında nefes almayı bırakıyordu. Heyecanla gözlerini yüzümden kaçırdığında kendini topladı ve geri çekildi.

"Bu çekişme bütün gece devam etmeyecek." Dikeldi ve adımlarını dağ evinin kapısına doğru çevirdi.

'Gidiyor musun?'

Kaşlarım şaşkınlıkla çatıldığında oturduğum koltukta hafifçe toparlandım. Bunca çabanın ve çırpınışın ardından öylece gidiyor muydu? Sahiden mi?

Adımları ana kapının önünde durduğunda kapının üzerinde duran anahtarı iki kez çevirdi ve kilitledi. Ne yaptığını anlamaya çalışırken çekip aldığı anahtarla bakışları bana döndü.

Tek kaşı havaya kalktığında kendinden emin bir şekilde konuştu. "Bu gece buradayız. Aslına bakarsan sorunlarımızı çözene kadar bu dağ evinden dışarı çıkış yok."

Ardından arkasını döndü ve daha ben ne olduğunu kavrayamadan salondan ilerleyip yatak odasına doğru gözden kayboldu.

Bakışlarım kapıya döndüğünde afallamış bir ifade ile bir süre kilitlediği kapıyı süzdüm, ardından ortadan kaybolup gittiği odanın kapısında dolandım.

İstemesem beni burada tutamayacağını, o küçük kilidin beni engelleyemeyeceğini biliyor olmalıydı. Buna rağmen bu şekilde direnmesi, ipleri elinde tutma çabası, vazgeçmemesi içimde küçük bir huzura neden olmuştu.

Gömleğimin yaka düğmesini sertçe çekiştirdim ve iliğinden çıkardım. Sırtımı ve başımı oturduğum soğuk deri koltuğa yasladığımda Nasya'nın nereye gittiğini sorgulayıp duruyordum.

Bakışlarım yana düşen başımdan boş salonda dolandı ve dağ evinin birinci katında bulunan tek odanın kapısında durdu. Yatak odamın kapısıydı.

Sessiz salonda yanan şöminenin çıtırtıları ve yatak odasından gelen belli belirsiz tıkırtılar dışında hiçbir ses duyulmuyordu. Kıstığım gözlerimle ışığı yanan odanın dışarıya yansıttığı gölgeyi kestirdim bakışlarıma. Nasya'nın üzerindeki elbiseyi çıkardığını anlayabiliyordum.

Sessiz bir yutkunuşla başımı terse çevirdim ve yüzümü tavana döndüm. Onu röntgenlemek istemediğimi biliyordum hatta aslına bakarsam onunla cinsel anlamda herhangi bir yakınlaşma bile istemiyordum. Bunun benim gardımı düşüreceğinden öyle emindim ki.

O kadının teni, kokusu ve sıcak vücudu tüm kontrolümü kaybetmeme neden oluyordu. Dünya üzerinde bana bunu yapabilen ilk kadındı o. Birçok kadın tanıdım ve farklı deneyimler yaşadım fakat Nasya'nın yaydığı o tutkuyu hayatım boyunca hiçbir kadında göremedim.

Çoğu zaman bana 'Git.' diyen güzel dudaklarına rağmen 'Al beni.' diyen gözleri tüm hücrelerimi uyarıyordu.

Onu o lanet kokteylde gördüğüm ve hatta öncesinde duyduğum anda önce sesi zihnime sinsi bir zehir saldı, ardından ürkek duran bakışlarıyla tüm ipleri küçük parmaklarına doladı. Görünmez bir tasma boynuma tam da o gecede geçmiş ve beni bu kadının kölesi yapmıştı.

Güldüm. Birinin kölesi olmak pek benlik değil aksine düzenli baskınlık kurabileceğim itaatkâr kadınlarla bunca zaman sıkıntısızca yaşamıştım ama bu hırçın, öfkeli, hadsiz ve aynı zamanda kışkırtıcı derecede çekici olan bu kız; bir devri kendiyle birlikte kapattı.

Garip olansa bunu farkında bile olmadan yapmasıydı. Hiçbir çaba göstermedi. Hiç numara çekmedi ya da ilgim için özel şeylere gerek duymadı. O, öylece durdu. Onu o yapan tüm o can sıkıcı ve kalp kırıcı şeylerle orada öylece durdu. Ve ben, onu istedim.

Ben sevdim. Onu kendim için istedim, sanki bunca zaman ihtiyacım olan her şeymiş gibi istedim. Yıllarca aramadığım ama ansızın bulduğum bir amaç gibi. Ne arayacağımdan bile habersizken varlığıyla tüm bilinen denklemleri sabote etti.

Yıllar önce, bu dağ evinde annemin intiharı ile gömdüğüm masumiyetimi, üzerindeki tüm toprakları temizleyerek gün yüzüne çıkardı. Üstelik bunu gözlerimin içine öfkeyle bakarken ve bana hakaretler savururken yaptı; ilmek ilmek ve yavaş yavaş.

Hiç düşünmeden arkadaşı için beni Melikşah'a sattı ve korkusuzca gözlerimin içine bakarak bunu itiraf etti. Hissettiği yoğun duygulara rağmen ona her yaklaştığımda yüzüne sıkıca tutturduğu öfke maskesini korudu fakat şimdi...

Kayıp ayların ve araya giren insanların ardından burada bana beni istediğini açık yüreklilikle belli ediyor ve bunu yaparken oldukça cesur görünüyordu.

Siktiğimin iplerini eline alması beni neden bu kadar yükseltiyor, bilmiyordum. Başka bir kadının değil karşımda sesini yükseltmesi, iznim olmadan gözlerime uzun süre bakamayacağını çok iyi bilirken Nasya'nın lanet sınırlarımı elini kolunu sallayarak geçişi ve ona bu izni verişim her seferinde beni dumura uğratıyordu.

Bakışlarım tavanda dolanırken duyduğum adım sesleriyle hafifçe doğruldum oturduğum koltukta. Gözlerim odanın içine giren kadının üzerinde tutunduğunda yaşadığım küçük kalp çarpıntısını saklamaya çalışarak sessizliğimi korudum.

Üzerinde dolaptaki pijama takımlarımdan birinin üstü öylece salınırken küçük kalçalarını örten birkaç santim saten kumaşla güzel bacakları öylece ortadaydı. Tepesinde basitçe topladığı saçlarıyla alelade bir topuz oluşturmuş fakat bu haliyle gördüğüm tüm kadınlardan çok daha güzel olduğunun farkında bile değildi.

"Tüm gece o rahatsız edici elbiseyle kalamazdım." Yüzündeki umursamaz gülümsemeyle ellerinin üzerini örten uzun kolları yavaşça geri kıvırdı ve bakışları bana döndü. "Oldukça rahat ama."

Sessizce kıkırdadığında yüzümde alaylı bir gülümseme görünüp kayboldu. Az önce yaşanan o tatsız diyaloğu kuran iki kişi biz değilmişiz gibi davranması kafamı karıştırıyordu.

"Sen de üzerine rahat bir şeyler giy hadi, ben mutfakta olacağım." Çıplak ayakları yerdeki parkelerde cılız sesler yayarken yönünü beklemeden mutfağa çevirdi.

"Ne bu şimdi?" Olup biten her şey öyle tuhaf ki az önce birbirimizi boğacaktık ama şimdi kahve yapmaya mutfağa mı gidiyor?

Oturduğum koltuktan kalktım ve yavaş adımlarım mutfağa doğru döndü. Kapıdan içeri girdiğimde Nasya'nın eğilip alt dolapların kapaklarını açıp bir şeyler aradığını görüyordum.

Gözlerim eğilmesiyle yukarı toplanan pijamadan kendini gösteren kırmızı dantel iç çamaşırına döndü. Nefes almayı kestiğim ve yutkunmak denen eylemi unuttuğum saniyelerde gözlerim güzel kalçalarının arasında zarifçe tutunan tangada gezindi. Açık kalan dudaklarımı kapattım ve hızla dikkatimi toparladım.

"Tencereler nerede ya?" Eğildiği yerden kalktığında gözlerimi bir suç işlemiş çocuk gibi kaçırdım üzerinden.

'Topla kendini Pars! Topla!'

"Sana diyorum." Küçük parmakları yüzümün önünde şıklattı ve kıkırdayarak dalgınlığımı giderdi.

"E-efendim?" Kekeledim mi az önce! Siktir!

"Tencereler nerede?" Başı omuzunun üzerinden geriye döndüğünde alt dolaplara kısa bir bakış atıp yeniden bana döndü. "Genelde alt dolaplarda olur diye biliyorum ama burada sadece kuru gıda ve ıvır zıvırlar var."

Başını hafifçe yana eğdiğinde ayaklarından birini bacağına yasladı ve benden bir cevap almayı beklercesine bir sağa bir de sola salındı.

"B-ben bilmiyorum, ne yapacaksın tencereyi?" Sikiyim öyle masum gözüküyorsun ki! Üzerinde emanet duran o pijamadan seni kurtarıp solumda duran soğuk mermerin üzerine sermek istiyorum.

Genişçe sırıttı. "Makarna." Kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı "Makarna mı?"

"Makarna, harika yaparım. Peynirli makarna sever misin?" Gözleri parlarken bacağına yasladığı ayağı yere indirdi ve ilerleyip üst dolapları açmaya başladı ve lanet pijama bu kez tamamen beline kadar sıyrıldı.

'Sikiyim kızım, niye tanga lan!'

Hızla arkamı döndüm ve ilerleyip buz dolabını açtım. Boğazımdan yanaklarıma yükselen bir volkan vardı ve bunu ancak soğuk buzdolabının esintisi dindirirdi.

'Güzel kalçaları o küçük tangayı öyle sıkı kavramış ki! Ben böyle işin içine...'

'Düşünme Pars. Başka şeylere odaklan.'

Gözlerim buzdolabının raflarında dolanırken bir tabağın içinde duran muzları gördüm. "Bak muz." Odağımı değiştirmek için kendi kendime söylenirken uzanıp bir muz aldım kendime ve kapağı kapatıp korkuyla geriye döndüm vücudumu.

Nasya bir tencere bulmuş ve içini musluktan akan suyla doldurmaya başlamıştı bile. "Buldum bile." Bakışları suyun dolmasını beklerken beni buldu ve gözleri elimdeki muzda tutundu.

"İştahını kapatacaksın. Bence bunu yapmamalısın." Sıcak gülüşü pembe yanaklarında yer edinirken elimdeki muzu tezgâha bıraktım ve üzerimdeki ahmaklığı silkelediğim omuzlarımda uzaklaştırdım üzerimden.

"Nasya ne yapmaya çalışıyorsun?" Sorgulayıcı sesimle ellerim gövdemde birleşti.

"Acıktım ve makarna yapıyorum." Yeniden kıkırdadı. Dudaklarımda alaylı bir gülümseme oluştu. "Ciddi misin?"

"Glüten alerjin mi var? Mesela annemin varmış. Senin de varsa eğer başka bir şey hazırlarım." Dolan tencereyi musluğu kapatarak ocağın üzerine aldığında altını yaktığı tencereden uzaklaştı ve yanımda durdu. "Var mı alerjin?" Yumuşak sesiyle başını hafifçe yana eğdi ve olabilecek en sevimli haliyle iri gözlerini yüzüme çevirdi.

"Alerjim yok ama burada bahsettiğim şey yemeğin türü değil, bahsettiğim bu yaptığın şey." Gözlerim, yüzümde özenle gezinen irilerinde dolandı.

Lanet kalbim öyle hızlı atıyordu ki ritmi kulaklarımda yankılanıyordu resmen.

"Üzerini değiştir ve gel, bana yardım edeceksin; hadi."

Söylediğimi duymazdan gelirken omuzlarımdan tuttu ve beni mutfağın kapısına kadar ittirdi. "N-Nasya?"

"Hadi, acele et. Tüm hazırlığı kendim yapamam hadi." Kıkırdayarak beni salona ittirdi ve ardımdan kapıyı kapattı.

Öylece durmuş olup biten her şeye bir anlam vermeye çalışıyordum. Yüzümde salak bir gülümseme yer ederken takındığı bu tavır siniri mi bozsa da hoşuma da gittiğinden neredeyse emindim artık.

Güçlü bir nefes çektim içime ve yönümü yatak odasına çevirdim. Adımlarım ışığı açık odaya vardığında yatağın üzerinde dağınıkça duran elbisede dolandı gözlerim.

Uzanıp elime aldığım küçük elbiseyle ağırca çöktüm yatağın üzerine. Avuçlarımın arasında sessiz bir iç çekişle okşadığım elbiseyi istemsizce yüzüme doğru çektim ve burnuma bastırdım. Kapanan gözlerimle genzime dolan o temiz koku boğazımı kurutup kalbimi çıldırmış gibi hızlandırıyordu.

Şimdi içeri gidip boynuna sarılsam, yüzümü tenine yaslasam aynı kokuyu alabileceğimi biliyorum. Ama bunu yapacak cesaretim yok, o yüzden bu iyiydi. Bu güvenli olandı.

Kokusunu elbisesinden çalmak, içime çekmek ve zihnimi varlığının kanıtı olan kokusuyla ödüllendirmek şu an için en iyisiydi aksi halde yaşanan şu an rüya mı bilmeyecektim.

Nasya şu an buradaydı, mutfakta. Annemin türlü türlü yemekler yaptığı o mutfakta bizim için bir şeyler hazırlıyordu, gerçekti. Avuçlarımın arasındaki elbise kadar gerçek, o elbiseden genzime dolan hoş koku kadar güzel bir gerçekti bu.

 

 

♟♟♟

 

NASYA

Tenceredeki su yavaşça fokurdamaya başlarken dolaptan henüz çıkardığım salata malzemelerini dikkatle yıkamaya başladım.

Yüzümde salak bir gülümseme ve midemin üzerinde gereksiz bir kargaşa vardı. Bu gece yaşanan onca şeyin ardından âşık olduğum adamın evinde ve mutfağındaydım. Ve ona çok özel tarifli makarnamdan yapacaktım.

"Delilik bu." Heyecanlı fısıltımla kulaklarımın heyecanla yandığını hissedebiliyordum.

Bu geceyi olabilecek en iyi şekilde değerlendirmem gerekiyordu, aylardır onu görmek ve duymak için çıldırırken şimdi kendi dağ evinde benim tutsağımdı. Oldukça tuhaf ve de komik olan bu durum, yüzümse sessiz bir gülümsemeye neden olmuştu.

Bir adam için bunları yapabileceğimden bile habersizdim, birini bulmuşken yeniden kaybetmekten deli gibi korkacağımdan da öyle.

Onunla ilgili o kadar çok şey araştırdım ki yokluğunda oluşan bütün o boşlukları yine onunla ilgili küçük ipuçlarıyla doldurdum.

Hatırlamadan önce edindiğim bazı sıcak bilgiler ve sonrasında hafızama hücum eden tüm o detaylarla ona oldukça hazırdım. Her şeyine hazırdım, üstelik her şeyimle.

Dağ evine girdiğimiz anlarda bir itaatkâr gibi davrandığım o küçük birkaç saniye kalbimi deli gibi attırsa da sonrasındaki sert tavrını geri püskürtmek için ipleri elime almam gerekti. Fakat içinde yatan bir sahip vardı ve onun teslimiyeti kendi güçlü parmaklarına bırakılmasından hoşlandığını biliyordum ama bunu benden kaçıp gitmek istemediği başka bir zaman deneyecektim.

Sırıtmaktan yanaklarım ağrırken hala bunu durduramıyordum.

Yıkadığım sebzeleri kesme tahtasının üzerine aldım.

"Pars hadi, salata yaparken yardıma ihtiyacım var." Bağırtım mutfakta dolandığında çekmeceden aldığım bıçağı tahtanın üzerine bıraktım.

Mutfağın kapısı açıldığında gözlerimi omzumun üzerinden geriye çevirdim. Siyah saten pijama takımının iri vücudunu özenle sardığını gördüğümde sessiz bir nefes çektim içime. İçim gıdıklanıyordu ve buna engel olmaya bile çalışmıyordum.

"Nasya dışarıdan söyle gelsin işte, uğraşmak zorunda değilsin." Adımları yanımda durduğunda önümdeki kesme tahtasını ona doğru ittim.

"Mızıkçılık yapma. Sipariş edilen hiçbir yemek benim makarnamdan daha lezzetli olamaz." Kıkırdayarak arkasından dolandım ve ocağın üzerinde hazırda bekleyen tavanın altını açtım.

"Benden ne yapmamı istediğini anlamadım?" Eline aldığı bıçakla şaşkınca kesme tahtasına bakıyordu.

Ona doğru gülerek birkaç adım attım ve uzanıp kolunu tuttum. "Öncelikle kollarını geri sıyıralım." Pijamasının kollarını yavaşça dirseğine doğru katladım ve her iki kolu içinde aynı adımları izlediğimde şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Bakma öyle, salatayı sen yapacaksın. Hem ben de bu sırada makarnanın sosunu hazırlayacağım." Kesik bir kahkahayla arkamı döndüm ve buzdolabına doğru yöneldim.

"Daha önce hiç salata yapmadım ben." Tedirgin sesiyle içten bir kıkırtıyla omuz silktim. "Her şeyin bir ilki vardır paşam."

Açtığım dolaptan çıkardığım dil peyniriyle kapağını kalçamla ittirerek kapattım. Bedenimi arkaya döndüğümde Pars'ın bana inanamaz bir ifadeyle baktığını görüyordum.

"Ne? Senden adam öldürmeni istemişim gibi davranma, altı üstü birkaç salata ve marul. Hadi ama." Neşeli sesimle şu an üzerindeki afallamanın beni ne kadar eğlendirdiğini asla tahmin edemezdi.

"Adam doğramamı isteseydin bunu rahatlıkla yapardım ama salata mı? Hayır. Bu benlik değil." Sesi oldukça ciddi kulağa gelse de yüzü şaşkın bir oğlan çocuğu gibiydi.

"İğrençsin gerçekten, insan eti doğramak salata doğramaktan daha kolay geliyor olamaz?" Buruşan yüzümde bakışlarım yüzüne döndü.

"Çok fazla insan öldürdüm Nasya. Fakat hiç salata yapmadım." Tek kaşı küstahça havalandığında söylediği şey şaka mı değil mi bilmiyorum ama oldukça dürüst görünüyor.

"Kurbanların hakkında konuşmayacağım. Bilmemeyi yeğlerim ama yap şunu işte, ortadan ikiye ayır ve küçük küçük doğra."

Peyniri paketinden ayırdığımda, hafifçe yağlanan tavaya bıraktım ve bir kaşık yardımı ile usulca erimesini izledim.

"Gerçekten bunu yapmak istemiyorum. Bu çok saçma." İnadı tutmaya başlıyordu ve bu beni hiç istemesem de delirtiyordu.

'Sana itaat etmeye ve minnoş bir kadın olmaya çalışıyorum be adam, kes şu tükürdüğümün hıyarlarını.'

"Pars, o salataya elimi sürmeyeceğim ve sen hepsini doğrayacaksın. Başla bir yerden beni delirtme!" Azarlayıcı sesimle bakışları yeniden önündeki tahtaya döndü. "Denerim. Yalnızca denerim ama fazlası için zorlamayacağım."

"Başla artık." Alaylı sesimle bıçağı avuç içinde sağlamca tuttu.

Tıpkı bir kasabın sıkıca kavramasını andıran bu tutuşla, az önce söylediği şeyler konusunda ciddi olduğunu düşünmeye başlıyordum. Bir adamı kesmeye kalksa bu sıkı tutuşla o bıçak elinden asla kaymaz, işte öyle bir hâkimiyeti var demir parçasının üzerinde.

"Ortadan." Kendi kendine komutlar verirken salatalığı ortadan ikiye ayırdı ve parmaklarının arasında sabitlediği salatalığı büyük bir dikkatle kesmeye başladı.

Her bir hamle bir öncekinden daha kusursuz olurken yüzünde şaşkın bir gülümseme oluşuyordu.

'Kimse sana sıradan işleri yaptırmadı mı be adam? Yüzündeki şu çocuksu heyecana bak.'

Sıcak bir gülümseme ile onu izlerken bir yandan da peyniri erimeye bıraktım. Kaynayan suyun tuzunu attığımda kaşığın ucuna aldığım tadımlık bir yudumla üflediğim makarna suyunu Pars'ın ağzına doğru kaldırdım.

"Ne bu?" Kaşıktaki suya baktığında şaşkın bakışları yüzüme döndü. "Uzaylı gibi davranma ya! Makarnanın suyu işte, tuzuna bakacaksın. " Dudaklarına doğru yükselttim ve dikkatle içti ılık suyu. "Nasıl?"

Sorgulayıcı sesimle başı yavaşça sallandı. "Bence iyi, genelde az tuzlu tercih ederim. Bir de sen dene istersen, sonra tüm sorumluluğu bana atma, seversin sen bunu bana sık sık yapmayı."

Sivri diliyle dudakları alayla kıvrıldığında sertçe vurdum koluna. "Geri zekâlı!" Geri çekildim ve tencereye daldırdığım kaşığı öfkeyle dudaklarıma kaldırdım ve soğutma gereği duymadan içtim.

"Sshh! Ah!" Tezgâha fırlattığım kaşıkla avuç içimi yanan dudaklarıma bastırdım.

"Yavrum dikkat etsene ya!" Elindeki bıçağı bırakıp telaşla bana döndü bedenini. "Çek bakayım elini." Parmakları dudaklarıma bastırdığım avucu geri çektiğinde eğdiği boynuyla yüzünü benim hizama indirdi ve dikkatle baktı dudaklarıma. "Kızarmış." Fısıltılı sesiyle acıyı çeken oymuş gibi buruştu yüzü. "Üfleyeceğim."

Verdiği bilgilendirme ile başımı yavaşça salladım. Ardından temiz nefesi yüzümde yayılmaya başladı. Dudaklarımın üzerinde dolanıp ağzımın içine dolan serin havayla acı ansızın kesiliyordu.

Yüzümdeki acılı ifade silinirken gözlerim onu böyle yakında görebilmenin keyfine varmaya başladı. Biçimli düz kaşları, uzun gür kirpikler ve kahvenin en koyusuna ev sahipliği yapan gözleri. Hafif kalkık burnu ve öpülesi kırmızı dudakları.

Bastıramadığım bir iç çekiş göğüs kafesimden yukarı yükseldiğinde anlamış olacak ki bakışları gözlerime döndü ve üflemeyi bıraktı. Birkaç saniye bana böyle yakın dururken ağırca yutkunuşunu görüyordum. Belirgin âdemelması hafifçe aşağı ve yukarı hareketlendi ve kendini geri çekti.

"Krem bulalım sana." Sersem bir ifadeyle geri çekildiğinde uzanıp kolunu tuttum. "Gerek yok, geçti."

Bakışlarım güzel yüzünde dolandı; iki aydır görmeyi deli gibi arzuladığım o güzel yüzde, duymayı istediğim sesin çıkış kaynağı olan dolgun dudaklarda.

"Emin misin?" Dalgın bakışları dudaklarımda dolandığında usulca salladım başımı. "Gerçekten iyiyim." Yüzümde yayılan gülümseme ile hafifçe tebessüm etti.

"Biraz dikkatli ol, öfken sürekli kendine zarar veriyor Nasya." Yumuşak sesi zarif bir uyarı bırakırken kolunu ellerimden çekti ve salatasını hazırlamaya geri döndü. "Belki de beni öfkelendirmemelisin artık." Alaycı kıkırtımla tezgâhta hazırla bekleyen makarnaları sıcak suyun içine bıraktım.

"İnanılmazsın gerçekten." Gözleri alayla yüzümde dolandı ve burnundan histerik bir nefes verdi.

"Her koşulda üste çıkarım, bu benim özel gücüm." dedim alaycı bir kıkırtıyla. Aynı alayla cevap verdi. "Söylemesen asla fark edemezdim, uyarı iyi oldu."

İkimizde yaptığımız işlere geri döndük. Doğradığı salataları dikkatle büyük salata kâsesine boşalttı ve marulları dikkatle kesmeye devam etti, bense onun yaptığı herhangi bir işe verdiği bu konsantrasyonu içim gide gide izledim.

Onunla buna yakın tek bir anımız bile yoktu, yalnızca bana kahvaltıya geldiği gün mutfakta yan yanaydık. Onu anımsıyordum. Ateşi oldukça yüksekti fakat bana karşı duyduğu ilgiyi asla saklamayan şımarık bir çocuk gibiydi.

Şimdi ise kırgın bir erkek çocuğu gibi ondan istediklerimi öyle ya da böyle yapıyor fakat eski zamanlarındaki o bulaşkan hallerin yerinde şimdi yeller esiyordu.

Gururu kırılmış bir adamdan geriye ne kaldıysa onunla idare ediyordum. Başka bir adama tercih edilmenin yıkımını nasıl toparlayacağımı bilmiyordum. Bildiğim bir şey varsa o da lanet hafızam ortalardan kaybolmasaydı Alphan'a karşı hiçbir ilgi beslemeyeceğimdi.

Onun yanında kendimi hiç bu kadar rahat hissetmemiştim, içimden geldiği gibi davrandığım tek bir an bile olmamıştı ama Pars'ın yanında böyle bir durumdayken bile oldukça rahattım.

Gerçek aşk denilen zırvalık bu değilse başka ne olabilirdi? Benim Pars'a her bakışımda göğüs kafesimden yukarıya çıkan bu telaş aşk değilse başka ne olabilirdi?

Eriyen peyniri büyük servis tabağına boşalttığım makarnanın üzerine yavaşça dökerken Pars'ın kollarını ada tezgâhına dayamış ve avuç içlerini çenesine yaslamış bir şekilde beni izlediğini görebiliyordum.

"Harika kokuyor." Yaptığı samimi itirafla kendimden emin bir şekilde diktim omuzlarımı. "Kendi özel tarifim..." dedim kıkırtıyla. "Bunu bininci kez falan söyledin, anlamamam imkânsız."

"O kadar uyuz bir adamsın ki..." Sinirle sırıtırken bana keskin bir gülüşle karşılık verdi. "İltifat sayarım." Uzanıp makarnayı örttüğüm peynirden bir parmak aldı ve ağzına attı. "Hmm!" Verdiği bu doğal tepkiyle beğendiğini anlıyordum.

"Evet, lezzetli biliyorum. Sen şanslı bir adamsın, bu tarifi tadabilen çok önemli insanlardan birisin, bir diğeri Defne'ydi."

"Öyle mi? Tüm hayatım boyunca bu başarıyı hatırlayacağım ve tanıdığım herkese övünerek bahsedeceğim." Alayla güldüğünde gözlerimi devirdim. "Ya var ya bazen dünyanın en tatlı adamısın bazen de içinden ukala bir pislik çıkıyor." Öldürücü bakışlarımı yüzüne çevirdim.

"Tamam tamam, hadi anlat bana bu harika tarifi nasıl buldun? Kimden öğrendin?" Masanın üzerinde duran tabakları ve çatalları iç içe koydu ve eline aldığı tabaklarla yönünü salona döndü, ben de elime aldığım makarna ve salata tabağı ile peşine takıldım.

"Aslında yurttayken sabah kahvaltılarında verilen peynirleri saklardık ve akşama makarna ile birlikte bu şekilde tüketirdik." Kıkırdayarak şöminenin önünde duran küçük ayaklı tepsiye bıraktık elimizdeki tabakları.

"İmkânsızlıklar içinden böyle bir lezzet mi çıkarttın?" Takdir edercesine çıkan sesiyle gururla gülümsedim. "Evet, hatta peynir sıradan yağlı bir peynirdi ve makarna tuzsuz buz gibi tatsız bir makarnaydı ama ben ve Defne onu en iyi hale getirirdik."

Uzanıp aldığım tabaklara servis ettiğim makarnayı ona doğru uzattım ve kendi tabağıma uzandım. "Tatmama izin ver." Uzanıp eline aldığı çatalı makarnaya daldırdı ve buharı üzerinde tüten makarnayı dikkatle ağzına attı.

Yüzünde tatmin olmuş bir gülümseme oluşurken memnun bir şekilde salladı başını. "Bak, buna bayıldım işte." Gözleri lezzetle devrilirken bir çatal daha aldı ağzına. "Hım..." Çiğnediği lokmayla eş zamanlı olarak sallanan başıyla yüzünde içten bir gülümseme oluştu.

Ağzındaki lokmayı bitirdi ve boğazını temizledi. "Aslında peynir en sevdiğim tat aromasıdır benim, pizzayı da peynirli yerim örneğin. Bilmiyorum o ekşi ve tuzlu tat beni tatmin ediyor gibi."

Bakışları yüzüme döndüğünde ansızın unuttuğum bir şeyi hatırladım. "Bir dakika, hemen geleceğim."

Hızla oturduğum minderden kalktım ve mutfağa doğru koştum. İçki rafında gördüğüm kırmızı şarabı çekip aldığımda raftan aldığım iki kadehle beraber salona geri döndüm.

Pars'ın çatalı tabağına bırakıp beni beklediğini gördüğümde genişçe gülümseyerek şöminenin önündeki mindere çöktüm. Sıcak ateş bacaklarımı ısıtırken kadehleri elimde sıkılaştırdım ve şarabı ona uzattım.

"Bence iyi bir ikili olurlar." Makarnayı gösterdiğimde sorgularcasına bir bana bir de şaraba baktı. "Bilemiyorum, şarap seni çarpıyor."

Tek kaşı havaya kalktığında utangaç bir gülümseme ile konuştum. "Yanında sarhoş olmaktan korkmadığım tek kişi sen olabilirsin Pars, dünyanın herhangi bir yeri ya da bu dağ evi fark etmez; yanındayken tüm sınırları aşabilecek kadar kontrolsüz hissediyorum çünkü beni koruyacağını biliyorum."

Şişeyi uzanıp kucağına bıraktığımda dudaklarında sıcak bir tebessüm oluştu ve başını hafifçe salladı. "Sadece bir kadeh." Kadife tonlamasıyla birlikte uyarıcı sesi kulaklarıma ulaştığında başımı onu onaylarcasına salladım ama yapmayacaktım. Tek kadehle kalmayacaktım.

Dikkatle açtığı şarabı iki elimde tuttuğum kadehlere yavaşça döktü ve şişeyi yere bıraktı. "Hadi bakalım, sen daha denemedin." Uzanıp kendi bardağını elimden aldığında öncesinde şaraptan bir yudum aldım. "Güzelmiş."

Şaraba bakarak yaptığım küçük itirafla içten tebessümle beni izlediğini görüyordum. Yanaklarındaki gamzeler iki koca çukura dönüşürken dikkatimi topladım ve makarnadan bir çatal aldım.

Ağzımın içimde yayılan yoğun peynir tadı ve damağıma bıraktığı lezzetle gözlerim zevkle kaydı. "Gerçekten harika olmuş." Gözlerim heyecanla kocaman olurken onun şarabından aldığı yudumla beni dikkatle izlediğini görüyordum.

Bir çatal daha aldım ve bir çatal daha, öyle lezzetliydi ki her lokma bir diğeri için oldukça ikna edici bir zemin hazırlıyordu.

Pars'ın ara sıra yediği birkaç lokmayla çoğu zaman beni dikkatle izlediğini görüyordum. Ateşin kırmızısı güzel yüzünde gölgelenirken karaları ateşin harını göz bebeklerinde ayna gibi yansıtıyordu.

"Uzun zamandır peynirli makarna yememiştim biliyor musun?" Gülümseyerek ona bakarken bir çatalı daha kaldırdım dudaklarıma doğru.

"Neden? Artık istediğin her an yapabileceğin bir yemek değil mi?" Şarabını yudumlarken oturduğu minderde rahat bir pozisyon aldı.

Ağzımdaki lokmayı bitirdim ve şarap kadehini elime alarak bende minderde rahat bir oturuşa kavuşturdum kendimi.

"Aslında öyle." Kadehimden bir yudum aldım ve Pars'ın beni izleyen güzel gözlerine çevirdim bakışlarımı. İçimi bir volkan gibi kaynatan, boğazımda kuruluğa sebep olan ve beni yapılacak en çılgın şeylere ikna edebilecek gözlerine...

"Ama makarna bana yurttaki günlerimi ve o zamanlarda yaşadığım boşluk hissini hatırlatıyor, anlıyor musun?" Sesim mi titredi benim?

'Hayır Nasyacığım, duygusallığın ne yeri ne de zamanı. Topla kendini.'

"Şimdi ailenle beraberken yeniden aynı yemeği yemek, canını mı yakardı?" dedi boğuk bir mırıltıyla.

Tam şu an, sanki bir düğüm boğazımda takılmışta beni bir kelime daha kurarsam ağlatacakmış gibi hissettirdi. Sadece başımı sallamakla ve dolan gözlerimi yüzünden kaçırmakla yetindim.

"Zordur eminim. Tüm çocukluğunu yapayalnız geçirmek oldukça zordur." Sesi neredeyse titrek bir empati ile çıkarken parlayan gözlerimi onunkilere çevirdim ve zar zor yutkundum.

Boğazımı yırtarak geçen bu tükürükle kendimi birkaç saniye içinde toparladım ve hüzünlü bir gülümseme eşliğinde konuştum. "Zordu ama en zoru, geldiğim noktada kimseye kızamamak."

Sol gözümden bir damla yaş yanağıma doğru istemsizce aktığında Pars'ın eli yüzüme doğru uzandı. Sıcak parmakları yanağımda kaşıntıya sebep olan yaşı dikkatle sildiğinde gözlerimi kapattım ve yüzümü büyük avuç içine bastırdım.

Ondan böyle bir hamle beklemediğimden mi ya da bana kızgın olmasının acılarımı umursamamasına neden olacağını düşündüğümden mi bilmiyorum, beni şaşkına çevirse de sanki tenime temas ettiği an boğazımdaki düğümü ansızın çözmüştü.

Fazla konuşan bir adam değildi ama anladığını ve acımı kendiyle paylaştığını hissediyordum.

"Bak bir kendine." diye fısıldadı. Avuç içine bastırdığım yüzümde kapalı bir şekilde duran gözlerim yüzüne doğru açıldı. "Bak kendine Nasya, ne kadar güçlü olduğuna bak. Yaşadığın tüm o berbat yılların sana kazandırdığı dik duruşa bak." Güzel dudaklarında hüzünlü bir gülümseme oluştu. "Benim sende görür görmez ve hatta daha görmeden ilgimi çeken şeydi bu dik tarafın. Bunu sana o yıllar getirdi, kabul et."

Yüzümden geri çekilen elle dikkatimi toparladım ve devam etmesini bekler bir ifade ile izledim onu. "Kenan'ın kızı olarak büyüseydin, tüm o yüksek sosyetede istediğini almaya alışmış sıradan kadınlardan biri olsaydın seni özel kılan ne olurdu? Sende her bir kapının anahtarı var, her şeyin en kötüsünü gördün güzelim. Hiçbir şey gözünü korkutamaz, bu senin en büyük silahın."

Şarabından bir yudum daha aldı ve dirseklerini bağdaş kurduğu dizlerine yasladı, bakışları cayır cayır yanan şömineye döndüğünde gözlerinde saklı bir hüzünle ateşin hırçın yanışını izlemeye başladı.

"Sanki şey gibi bahsediyorsun, bu bir ödülmüş gibi." dedim alayla akan burnumu içeri çekerken.

"Kesinlikle öyle çünkü." Başı yavaşça bana döndü. "Bu senin şansın. Zaman içinde içine girdiğin her ortamda birbirinin aynısı olan bir sürü kadın tanıyacaksın, karakterleri birbirinden kopya, tavırları kasıntı... Sonra kendine bakacaksın. Farklı olduğunu anlayıp ne kadar özel olduğunu benimseyeceksin."

Söylediği şeyle sessizce kaldım. Bu, Alphan'ın 'Tüm sosyete arkandan bir varoş olduğunu konuşuyor.' söyleminin bir benzeriydi ama Pars bunu varoşluk değil de özel bir yetenek gibi adlandırıyordu. Diğerlerinden farklıydım ve bu fark geçen birkaç ayda beni çok rahatsız hissettiriyordu.

Hep aklımda o 'Arkandan neler söylüyorlar.' diye dolanan fısıltı vardı. Fakat şimdi, tüm kadınların hayalini kurduğu adam karşımda durmuş, 'Sen hepsinden başkasın.' diyordu.

Aylardır stilimi ve adabımuaşeretimi geliştirmeye çalıştım, Alphan'ın öz güvenimde açtığı deliği onarmaya çalıştım fakat Pars bunun bir sorun değil farklılık olduğunu söylüyordu. İçimde açılan o 'Ben buraya ait değilim' hissini birkaç kelimeyle söküp alıyordu.

"Bunu nasıl yapıyorsun Pars?" Dudaklarımda şaşkın bir gülümseme yer ederken bakışları gözlerimde durdu. Kaşları şaşkın bir ifade ile çatıldı. "Neyi?"

"Bana bu kadar iyi gelmeyi nasıl başarıyorsun? Öyle değişik bir zehrin var ki şeytan tüyü mü bilmiyorum ama aynı anda hem dünyanın en pislik adamı hem de en akıl almaz centilmeni gibi davranabiliyorsun." Sessizce tebessüm ettiğimde gözlerini ukalaca devirdi.

"Şeytan tüyüm falan yok, ben sadece ne görürsem onu söylerim. Bu bazen hoşuna gitmez bazense içini rahatlatır ama bu; hep buydu. Bana bakınca ne görüyorsan oyum Nasya; sana hiç yalan söylemedim, ben kimseye yalan söylemem. O yüzden duyduğun her şey yani benden duyduğun her şey, her zaman doğru olacak. Bunu unutma." Şarabından bir yudum daha aldı.

"Senden duyduğum her şey her zaman doğru olacak. Bu hem ürkütüyor hem de içimi rahatlatıyor, biliyor musun?" Tedirgin sesimle sorgulayıcı bir ifade takıntı yüzüne.

"Anlamadım?" Dedi "Ya bir gün karşıma geçip 'Seni istemiyorum.' dersen? O zaman ne yaparım mesela?"

Başını yeniden şömineye çevirdi ve dudaklarında anlam veremediğim bir tebessüm oluştu, bu soruma bir cevap değildi hem de asla değildi.

Aklından ne geçiyor göremiyordum ama bir gün böyle bir şey derse ne yapardım sahiden? Böyle net bir adamın beni sevdiğine inanmaya devam etmek için elimde hiçbir umut kalmazdı.

"Pars." Fısıltılı titrek sesimle parlayan bakışları yüzüme döndü. "Efendim Nasya?" Sesi sanki boğazına bir düğüm takılmış da konuşmakta zorluk çeker gibi çıkıyordu. "Beni affedip affedemeyeceğini bilmem gerek." Gözlerim dolarken önümdeki silueti buğulu bir camın ardında kalıyordu.

"Nasya." İtiraz edici sesiyle sorumun cevabından kaçıyordu. "Bilmem gerek. Seni gerçekten kayıp mı ettim, bilmem gerek." Genzim deli gibi yanarken sanki biri açık yarama kolonya dökmüş gibi sızlıyordum.

Elimdeki şaraptan koca bir yudum aldığımda kadehimin tamamen boşaldığını gördüm. Uzanıp şişeyi almak istediğimde şişeyi saran parmaklarımın üzeri Pars tarafından sarıldı. "Bir kadeh demiştik." dedi.

"Lütfen bırak." Yanaklarımı yakıp geçen bir damla çeneme doğru aktığında bakışları süzülen yaşta dolandı ve elini şişeden geri çekti. "Teşekkür ederim." dedim ve şarap şişesini alıp kadehimi yavaş yavaş doldurdum.

Şişeyi bacaklarımın arasına bıraktığımda anın getirdiği korku ve kaybetme duygusuyla kadehimden büyük bir yudum daha aldım. Normal şartlarda üç yuduma bölebileceğim bir koca yudum.

"Lütfen söyle bana." Dudaklarımdan geri çektiğim şarapla ondan bir cevap almak istiyordum. Ben onun için yanıp tutuşurken o benden çoktan gitmiş miydi, bilmem gerekiyordu.

Gözlerim üzerinde dolandı bir cevap alma umudu ile ama o başını yukarıya çevirdiğinde tavanda öylece duran destek kütüğünü izledi bir süre. Baktığı yere baktığımda neden bir cevap vermek yerine orayı izlediğini anlayamıyordum. "Pars." dedim fısıltıyla.

"Annem." dedi elindeki şaraptan bir yudum almak için konuşmasını bölerken, içtiği yudumla devam etti. "Burada öldürdü kendini." Yeniden kütüğe döndü yüzü.

"Bak, orada." Bakışlarıyla gösterdiği kütük güzel gözlerinin dolmasına neden oluyordu. "Saatlerce orada asılı kaldı." Hala aynı yerde tutunan gözleri ve titreyen sesiyle devam etti. "Ne onu kurtarmaya gücüm yetti ne de ölmüş bedenini aşağıya indirmeye. Orada, gün ağarana kadar öylece sallandı."

Bakışları elindeki şaraba döndüğünde büyük bir yudum aldı kadehinden. "Babam bizi bulana kadar orada kaldı, o yukarıdaydı bense tam ayaklarının dibinde. Uyudum, uyandım hala tepemde sallanıyordu." Yanakları hüzünlü bir gülümseme ile aydınlanırken gözlerinden birkaç damla yaş aktı.

"Hani Ateş ile uçakta konuşuyordunuz ya, benden kaçıp İstanbul'a dönmek istediğin o gün, sana annemin intihar ettiğini söylemişti. Doğruydu. Annem kaçmayı tercih etti Nasya, babamla yaşamaktansa gitmeyi." Şimdi gözleri yüzüme döndü.

"Seni çoğu zaman ona benzetiyorum. İstemediği hiçbir şeyi yaptıramazdın ona. Baskılardın belki, döverdin, işkence ederdin ama o hep kendince bir kaçış yolu bulurdu." Yüzündeki gülümseme silindi. "Seni öyle uzun zamandır istiyorum ki bana göre oldukça uzun bir zaman." Söylediği şeyle ağırca yutkundum, bu hala umut var demek değil de neydi?

"Bana Alphan'ı istiyorum dediğinde seni çekip almak istedim, tıpkı babamın annemi çekip aldığı gibi, sen bunu bilmiyorsun tabi. Babam da tıpkı benim gibi annemi ilk gördüğünde âşık olmuş, yıllarca kendini istemeyen bir kadını zincire vura vura tutmuş yanında. Ben de sana aynını yapmak istedim. Bunca zaman babama kızdığım ve onu suçladığım her ne varsa aynını senin için yapmayı istedim. Çünkü bu lanet duygu öyle bir şey ki öncesini ve sonrasını düşünemiyorsun."

Duyduğum şeyler gerginlikle şarabımdan bir yudum almama sebep olurken Pars anlatmaya devam etti. "Ama yapmadım. Yapamadım çünkü bana göre gerçek sevgi böyle bir şey değildi, seni zorla yanımda tutamaz mıydım sanıyorsun? Beni Kenan mı durduracaktı?"

Alayla kıvrıldı dudakları, gözlerinde gördüğüm bariz karanlık içimi ürpertirken başını iki yana salladı. "Beni hiçbir şey durduramazdı. Sen hariç. Beni yalnızca senin karşıma geçip başka birini seviyorum demen durdurabilirdi. Öyle de oldu." Kadehinden son yudumu alırken suratı sinirle kasıldı.

"Pars aklım karışık-"

"Duydum Nasya, bu gece bunu birçok kez duydum ama yetmiyor. İçim kaldırmıyor!" Kadehi elinde öfkeyle sıkarken çaresizce izledim yüzünü.

"Seni seviyorum." Fısıltılı sesim çaresizce dolandı aramızda.

"Ondan sonra." dedi. Başım hızla yüzüne döndü ve ne demek istediğini anlamaya çalıştım. "Ne?"

"Ondan sonra diyorum, beni ondan sonra sevdin. Dudaklarına değdin, belki tenine dokundun, yanında sarhoş oldun. Tüm bunlar içine sinmedi ve sen, tüm bu olan şeylerden sonra bana geldin."

Oturduğu minderden kalktı, elindeki kadehi yere bırakarak ilerideki koltuklara doğru ilerledi.

"Yanılıyorsun." itiraz eder sesimle kadehteki son yudumu da aldım ve bardaktan kurtulup ayağa kalktım.

Başım hafifçe dönerken şarabın beni çarptığını o an anlıyordum, o an bedenimin kontrolüm dışında salındığını ve görüşümü bulanıklaştırdığını anlıyordum.

"Yanılıyorum öyle mi?" Koltuğa ağırca oturduğunda sırtını geri yasladı. "Onu sevmedim. Onu deneyip sana gelmedim, sen o hayatımdayken bile hep oradaydın, aramızda."

"Kes şunu." dedi azarlayıcı bir fısıltıyla.

Daha fazla dinlemek istemiyordu. Alphan'la ilgili herhangi bir şey sinirini nasıl bozuyor, görüyordum.

"Kesemem ya kesemem! Bilmeni istiyorum. Sana karşı hissettiğim her duyguyu bil. Ondan sonra istemiyorsan beni isteme. Üzerine gelmeyeceğim ama bil. Seni her lanet gün özlediğimi bil, sarhoşken gidecek tek yerimin senin kapın olduğumu bil. Hatırlayamıyorken bile hislerimin beni sana sürüklediğini bil Pars. Farkında bile değilken seni nasıl istediğimi bil."

Adımlarım birbirine dolanırken yönümü oturduğu koltuğa doğru çevirdim. "Beni dinliyor musun? Beni duyuyor musun? Görüyor musun Pars, beni görüyor musun?" Titreyen sesimle tam dibinde durduğumda usulca eğildim üzerine doğru.

 

 

♟♟♟

 

PARS

Alnını yavaşça benimkine yasladığında elleri dizlerime baskı uygulayarak bedenimden güç aldı.

"Beni gör istiyorum, beni anla." Mırıltılı sesiyle, çoktan sarhoş olduğunu görebiliyordum. "Artık tartışmayalım istiyorum, kızmayalım birbirimize ne olur. Birimizden biri haklı çıksa ne olur, sabaha kadar birbirimizi suçlasak ne değişecek; söyle bana." Sıcak nefesi ince bir meltem gibi esti yüzümde.

"Nasya ben tartışmıyorum, anlatıyorum. Bana nasıl hissettirdiğini anlatıyorum, nasıl çaresiz bıraktığını." Lanet sesim titriyordu, bana böyle yakınken aksi mümkün değildi ki zaten.

"Haklı olmak istemiyorum Pars, seninle olmak istiyorum. Seni seviyorum. Başka kimseyi değil seni. Hatırlamadan önce de seni seviyordum. Hafızamı kaybettiğimde bile seviyordum seni, anlamam böyle uzun sürmemeliydi özür dilerim."

Gözlerim böyle yakındayken güzel yüzünü ve bakışlarındaki pişmanlığı daha net seçiliyordu artık. Sesindeki acıyı hissedebiliyordum; tenimde, ruhumda, kalbimde. Yüzümün hemen bir santim önünde duran güzel yüz ağırca yutkunmama sebep olurken gardım düşüyordu. Ördüğüm duvarlar yerle bir olurken mantığım ve istikrarım hezeyana uğruyordu.

Karşımdaki kadının nefesi nefesime karışmaya can atarken iri gözleri yüzümde dolanıp dudaklarımda tutundu. "Seni seviyorum, yemin ederim sadece seni."

Usulca kucağıma oturduğunda ince bilekleri boynumu sardı. Ağırlığı oturduğum kanepede üzerime eklenirken nefesim yaşanan anın yakınlığıyla hızlanıyor ve gözlerimi kapayıp güzel kokusunu solumaya mecbur bırakıyordu beni.

"Nasya." Kuru boğazımdan çıkan bu fısıltı ıslak bir öpüşle bölündüğünde küçük dudaklarının arasına aldı dudaklarımı.

"Adımı sadece senden duymak istiyorum. Sadece seni istiyorum. Bu sevgi canımı yakıyor." Öpüşlerinin arasında ağzımın içine bıraktığı iniltiyle devam etti. "Dindir acımı Pars. Yalvarırım dindir özlemimi."

Küçük bedeni kollarımın arasına sokulmuş ve beni ansızın tutuşan çıra gibi ateşe vermişti. Öpüşleri sevgimin önüne çekilen buz dağını saliseler arasında eritirken ellerim ince belini usulca sardı.

Kalçalarının kucağımda bıraktığı baskılı sıcaklık erkekliğimin sızlanmasına ve hareketlenmesine neden olurken dudaklarımın arasına aldığım küçük dudakları sertçe emmeye başladım.

Nefeslerimiz birbirine karışıyor, bu kadının üzerimde yaydığı bu etki tüm silahlarımı işlevsiz kılıyordu. Tüm anlaşmalar feshediliyor ve tüm hatalar hiç var olmamış gibi siliniyordu.

Avuçlarımın arasına aldığım kalçaları ile üzerindeki pijama çoktan yukarı toplanmış ve lanet tangalı kalçaları avuçlarıma teslim etmişti.

"Ssssh!" Acı bir inilti erkekliğimin sertleşmesiyle ısırdığım dudaklarının içine doğru aktığında kendimi toparlamam gerektiğini biliyordum.

Şu an sarhoştu ve bu böyle bir anda olsun istemiyordum. Lanet olsun durmam gerekti.

Dudaklarımdan ayrılan dolgun dudakları boynuma doğru kayarken âdemelmamın üzerinde bıraktığı sert emişle boğazımdan yukarıya boğuk bir inilti kaçtı.

"Ahh!"

'Durmam gerek.'

Kendi kendime verdiğim hiçbir telkin işe yaramazken küçük elleri pijamamın üzerinden gözle görülür bir belirginliğe ulaşan aletimi kavradı.

"Siktir!" Hızla belini kavradım ve ayağa kalkarak onu altımdaki kanepeye serdim.

Kıkırdayarak bana bakarken onda daha önce görmediğim bir cilveyle kıvranıyordu altımda.

"Sarhoşsun." Alnımı alnına bastırdım ve nefes nefese kalmış bir vaziyette, içgüdülerimi dizginlemeye çalıştım.

"Aklım başımda benim." Yüzümü küçük avuçlarının arasına aldı ve dudaklarımı usulca sarmaladı nefesiyle.

'Sikiyim kızım öyle uzun zamandır bekliyorum ki seni, bana bunu yapma. Böyle bir anda olsun istemiyorum, bana bunu yapma.'

"Nasya." Dudaklarını sertçe kavradım ve yukarı toplanan pijamanın yardımı ile küçük kadınlığını dantel tangasının üzerinden sertçe ezdim avuç içimde. "Aahhh!" istekle altımda kasıldığında alnımı alnına hızla çarptım, soluklarım giderek hırıltılara dönerken avuçlarımdaki dantelle harmanlanan kadınlığı sertçe okşamaya başladım.

Titrek kasılmalar bedeninde yayılmaya başladığında dudakları çaresizce ayrıldı ve boğuk iniltisi dağ evini sardı.

"Ahhhh, Pars." Yanakları kızarıyor, gözleri muhtaçlıkla yüzümde dolanıyordu ve ben kendime bunu ona sarhoşken yapmamam gerektiğine ikna etmeye çalışıyorum.

"Böyle olmaz." Söylediğim uyarıcı sesle beni durdursun isterken iki parmağım yana kayan tanganın içine doğru kaydı.

Durmamın gerektiğini söylerken duramayışımın çaresizliği ile o bir şeyler yapsın istiyordum.

Islak kadınlığı parmaklarımla buluşurken içimde ansızın yükselen bir volkanla dudaklarını sertçe kavradım. Isırdığım alt dudağı kendime çekerken acılı bir inlemeyle fısıldadım.

"Sarhoşsun böyle olmaz. Nasya bana durmam gerektiğini söyle, yalvarırım." Neredeyse sızlanıcı sesimle ondan bir atak bekliyordum.

Küçük elleri pijamama doğru sinsice uzandığında saten kumaşın üzerinde sertçe avuçladı erkekliğimi. "Ah, siktir!" Çaresizce inlerken buluyordum kendimi.

"Böyle olmaz." dedi dudaklarını dişlerimin arasından kurtardığında. Gözleri arsız bir şehvetle parlarken devam etmek istediğini görebiliyordum.

"Beni..." dedim ve sustum. Kuruyan boğazım konuşmama engel olurken avuçlarındaki erkekliğimin üzerinde yaptığı her hareket mantığımı devre dışı bırakıyordu. "Seni ne?" Gözleri kayarken arsız bir sırıtışla ısırdı alt dudağını.

"Beni mahvediyorsun?" Hızla dudağını kavradım ve kadınlığındaki parmaklarımı dudaklarının arasından hafifçe yukarıya kaydırdım.

"Aaah!" Kasılmaya başladığında klitorisinin iki parmağımın arasında can çekişmesine izin verdim.

Altımda deli gibi titrerken erkekliğimdeki eli kasılmaların etkisiyle boşa düştü, şimdi sadece kızarık yüzünde gözleri zevkle tavana dönüyor ve üzerindeki saten pijamanın ardından dikleşen göğüs uçları aldığı zevki bana kanıtlıyordu.

Alnımı alnına yasladım ve sıktığım dişlerimin arasından bir emir savurdum nefes nefese kalan dudaklarının üzerine. "Gözlerime bak."

Verdiğim komutla bakışları ansızın gözlerime döndü, çaresizce kasılan yüzüyle altımda kıvranırken bakışları daha fazlasını ona vermem için yalvarıyordu. Dudaklarıma doğru kaldırdığı yüzüyle onu öpmemi ister gibi bir arzuyla kavrulduğunu görebiliyordum.

"Şşş, kal orada." Başını koltuğa geri yasladığımda dudaklarımı hemen dudaklarının önünde tuttum fakat öpmedim.

Bu kışkırtma ve ulaşılmazlık klitorisindeki düzenli baskıyla birleştiğinde boğuk iniltileri dağ evinin içinde bir yakarışa dönüşmeye başladı.

"Aaah, Pars! L-lütfen öp beni!" Gözleri dudaklarımda çaresizce dolanırken parmaklarım daha da hızlandı, bu kez gözleri artık verdiğim komuta uyamıyordu.

Kasılarak altımda titremeye başladığında kadınlığının suları sertçe avuç içime doğru püskürdü. Tam o sırada dudaklarını sertçe kavradım ve içi hala kasılırken ve altımda istekle boşalırken öpüşüme karşılık vermesini sağladım.

Açlıkla tutunduğu dudaklarımı yemek ister gibi ısırmaya başladığında yüzümde karanlık bir gülümseme yer etti. Külotunun içindeki ıslak parmaklarımı geri çektim ve onun orgazmın getirdiği boşalmayla yorgun düşen bedenini izledim.

İstemsiz kasılmalar ve titremelerle tatmin olmuş bir şekilde utangaçça gülümserken uzanıp külotunun açık kalan kısmını kapatırken kadınlığının bir kalp gibi attığını görüyordum. Tangasının üzerinden kadınlığına baskılı bir öpücük bırakırken elleri hızla saçlarıma tutunduğunda yüzümü kadınlığına bastırdı ve kıkırdadı.

"Hayır, bu gece daha fazlası olmayacak." Geri çekildiğimde saçlarımdaki elleri koltuğa düştü ve uzanıp pijama üstümü bacaklarına doğru düzelttim. "Elimi yıkayıp geleceğim."

Arkamı dönüp banyoya doğru ilerlerken ardımdan bağırışını duydum. "Bu hala bana aitsin demek değil mi?" Hala şehvetle titreyen sesine rağmen takındığı güleç tını yüzümde sakin bir gülümseme yaydı. "Bu ne demek bilmiyorum Nasya." dedim alaycı bir yorumla.

Yatak odasına doğru ilerledim ve banyoya girip ellerime aldığım sabunla dikkatle köpükledim elimi. Az önce yaşanan şey yüzümde sinsi bir sırıtışa neden olurken bakışlarım aynadaki aksime döndü. "Âşıksın bu kadına biliyorsun değil mi?" Kendi kendime bıraktığım soruyla yüzümdeki gülüş genişledi. "Tabi ki biliyorsun."

Kendi kendime mırıldanırken Nasya'nın sesi kulaklarıma çarptı. "Neyi biliyorsun?" Sorgulayıcı bir bakışla banyonun kapısına yasladığı başı bana dönüktü.

Duruladığım elimle havluya uzandım ve bakışlarımı ona çevirdim. "Artık uyuman gerektiğini, gözlerin kayıyor." Hafif bir tebessümle yaptığım bu yorum onun kapıya yasladığı vücudunu bana çevirmesine ve yanıma yaklaşmasına sebep oldu.

Elimdeki havluyu askıya geri bıraktığımda tam yanımda durdu ve yüzünü yorgunca gövdeme yasladı. Dudaklarından dışarıya küçük bir esneme firar ederken mırıldandı. "Uyumak istemiyorum."

"Esnemene bakacak olursak vücudun aynı fikirde değil." Sessizce gülümserken küçük kolları bedenime sarıldı.

"Ya yarın beni yeniden görmezden gelirsen ya bu geceden sonra seni yeniden kaybedersem?" Titreyen sesiyle yaşadığı duygu geçişiyle şarabın çarptığını anlıyordum.

Ellerim saçlarına doğru kalktı ve usulca okşadım güzel siyahları. "Seni yatağa götürelim." Saçlarından kayan ellerimle bacaklarını ve sırtını destekleyip küçük bedenini kollarıma aldım. Elleri kucağına düşerken başı göğsümde öylece kalıyordu.

"Yalvarırım yarın uyandığımda yanımda ol Pars. Ne olur bırakma beni." Mırıltılı sesiyle gözlerinin kapandığını görüyordum.

Adımlarım yatak odasının içine döndüğünde onu yavaşça geriye sıyırdığım pikenin içine yerleştirdim ve geri çekildim. Zar zor açtığı gözleri yüzümde dolandığında kolları bana doğru uzandı. "Yanımda kal." Alt dudağı bükülürken sessiz bir nefes çektim içime. "Senin gibi hırçın bir kadının böyle minik bir prensese dönüşeceğini kim bilebilirdi?"

Yüzümdeki sakin gülümseme ile yavaşça uzandım yanına. Kendini bana doğru yaklaştırdı ve başını göğsüme yasladığında hafif kolu göbeğimi sıkıca sardı.

Her an kalkıp gidebilecekmişim gibi güçsüz kollarıyla sıkıca sarmaya çalışırken iyice yerleşmeye çalışıyordu. "Bana bunu yapan sensin. Yalnızca sen." Mırıltıyla birlikte aldığı derin soluklar sessizliğe büründürdü odayı.

Boşta kalan kolumu kaldırıp elimi saçlarına doğru yükselttiğimde yavaşça okşamaya başladım. "Bana da bunu yaptırabilen yalnızca sensin." diye fısıldadım fakat çoktan uyuya kalmıştı.

Göğsüme düzenli bir şekilde vurmaya başlayan nefesi içimi gıdıklarken, karnıma sarmaya çalıştığı kolu yüzümde saklayamadığım bir gülüş belirmesine neden olmuştu.

Saçlarının kokusu genzime dolarken, saçlarımdaki elini beline götürüp bedenime daha fazla baskı uygulamasını sağladım. Yavaşça kaldırdığım başımla, saçlarının arasına küçük bir buse kondurduğumda, yüzünü göğsüme sürterken belimdeki elini kalbimin üzerine konumlandırmıştı.

Ve gözlerimi, sıcak nefesleri eşliğinde hayatımdaki en güzel geceye yumdum.

 

 

 

33. Bölümden kesit.

 

 

♟♟♟

 

 

Nasya'dan ;

 

 

Bakışları yüzümden terse döndü ve yüzünü elinin içinde duran yanık yüzüğe çevirdi.

 

 

"Bir şey mi oluyor ben anlamıyorum..." tedirginlikle fısıldadım.

 

 

Bir anda böyle geri kaçması beni mahveder, bana yeniden sırtını dönmesi hayatımı tepetaklak eder biliyorum.

 

 

"Pars..." gözlerim dolarken elini sertçe sarstım. "Bak bana ne bu şimdi..." genzim yanarken birazdan bir ayrılık konuşması yapacak gibi bakıyordu gözlerime.

 

 

"Nasya ben-" sustu.

 

 

"Sen ne! ne sen yaa?!" bağırdığımda dolan gözlerim görüşümü bulanıklaştırıyordu. "Sakın bana yapamamayız falan deme! bak bana!" yeniden sarstım ve bakışını bana çevirmesini sağladım.

 

 

"Dün gece ve bu sabahtan sonra bana sakın yapamam deme! öldürürüm seni... yemin ederim öldürürüm Pars..." sol gözümden bir damla yaş aktı.

 

 

"Nasya..." boştaki eli göz yaşıma doğru kalkarken hızla çektim yüzümü ellerinden.

 

 

"Dokunma! az önce bizi hiç kimse ayıramaz diyordun! az önce ya" ellerim yatak odasını gösterirken bağırışım salonda yayıldı. "Az önce kimse çekip alamaz seni benden diyordun! şizofren misin sen oğlum?! gel gitlerin mi var..." bağırmaktan boğazım sızlarken başını yere eğdi.

 

 

"Bana bak dedim!" hızla çıplak gövdesine vurdum. geriye doğru sendeledi.

 

 

"Evlenmemeliyiz... yani, biz evlenmemeliyiz..." dedi fısıltıyla.

 

 

"Hayatımın sonuna kadar sevgilin olarak mı kalmalıyım ? nedir yani evlilikten mi korkuyorsun ?! daha öncede evlenmedin mi sen Pars, ne bu şimdi anlamıyorum."

 

 

Bakışları anlamsızca yüzümde dolandığında, hiç bir şey dememeye yeminli gibiydi.

 

 

"Tamam be! meraklısı benmişim gibi davranma. Evlilik yok tamam mı? ama bir gün elinde yüzükle gelirsen bu kez ben süründüreceğim seni." kırgın itirazımla yüzünde mimik oynamadı.

 

 

"Evlilik manyağı falan değilim, bana bu yüzüğü alan sensin. Dün gece benim için aldığını söylediğin için bende- ne bileyim bir sembol gibi düşündüm, ama saçmalıktı kabul. tamam mı, atalım gitsin küllerin içine." içimde bastırdığım korku, onu yeniden kaybetmeyeydi. Bir evlilik yüzünden hayatımdan çıkmasına dayanamazdım her halde..

 

 

Uzanıp elindeki yüzüğü alacakken avucunu kapattı.

 

 

"Ver atacağım yeniden ver." sert tonlamamla uzanıp elimi tuttu. "Benim çocuğum olmayacak." dedi.

 

 

Öyle bir anın içinde öyle tuhaf bir tınıyla söyledi ki bunu. ne diyeceğimi bilemiyordum, öylece baka kaldım yüzüne. ama o bakışlarını tuttuğu bileğimde sabitledi.

 

 

"Beynimin içinde bir tümör var, iki ay önce aldırdım fakat tedaviyi en başında reddettiğim için artık baba olamayacağımı biliyorum. Tüm bunların yanında tümör sonsuza dek gitmedi, yeniden nüksedebilir. " şakakları çaresizce titrerken devam etti.

 

 

"Seni benden kimse alamaz, ama sen yanımda kalmak istemezsen bunu gurur meselesi yapmayacağım. Çünkü biliyorum ki hiç bir kadının elinden bu hak alınmamalı, sen harika bir anne olacaksın, ve belki de sağlıklı bir adamla olacaksın, kafasının içinde saatli bir bombayla gezen bir adamla değil." gözleri yüzüme döndüğünde göz akının kırmızıya döndüğünü ve kendini nasıl sıktığını görebiliyordum.

 

 

"Bizim için çok daha güzel bir hayat isterdim, ama elimde yalnızca bu var. çürük bir adam..." dudakları hüzünlü bir kasılmayla kıvrıldı.

 

 

"Pars..."

 

 

Omuzlarım öylece çöktüğünde ne diyeceğimi bilmiyordum.
Çocuk umurumda değildi, dünya üzerinde bir sürü sahipsiz bebek varken benim doğurmamın ne önemi olurdu ki, pek tabi birine anne ve baba olabilirdik ama o, o beynini içindeki tümörden bahsediyor...

 

 

 

Loading...
0%