Yeni Üyelik
33.
Bölüm

Bölüm 33/ Ten Uyumu

@nurdogru26

 

Bölüm 33/ Ten uyumu

 

 

Bölüm Şarkısı / Mabel Matiz- Gel Gönlümü Yerden Yere Vurma Güzel

 

 

Bölüm Şarkısı / Melike Şahin- Ellerin Hani ?

 

 

 

♟♟♟

 

NASYA
 

Kulaklarımda dolanan kuş cıvıltıları ile rahat yatağın içinde gerinirken gözlerim zar zor aralanıyordu. Alnımın ortasında hissettiğim ağrı ile dün geceyi anımsadım. Şarabı fazla mı kaçırmıştım, bu ağrının sebebi bu mu olmalıydı?

Yüzümdeki gülümseme genişledi ve ellerimi arkamda kalan yastığa doğru devirdim. Bedenimi usulca geriye döndüğümde Pars'ın orada olmadığını görüyordum. Ani bir sıçrama ile yatakta toparlandım ve bir süre öylece yatağın boş tarafını izledim.

Beni sarmalaması gereken yerde yeller esiyordu. Boş yastığına baktığım her an içimdeki boşluk hissi, onu kaybetmiş olma korkumu tetikliyordu.

''Gittin mi?'' Dudaklarımdan umutsuzca dökülen birkaç kelime ile ruhumda hüzün dalgası dolandı.

Dün geceden sonra öylece çekip gitmiş miydi yani? Ama biz aramızda bunca zamandır konuşamadığımız her şeyi konuşmuştuk. Öylece gitmiş olmamalı değil mi, üstelik dün geceki yakınlaşmamızdan sonra. Bana hala kızgın olsa bedenime dokunmazdı, öyle değil mi?

Kıyasların içinde kalıp ruhuma eziyet eden bir sürü soruyu zihnimde dolandırıp durdum. Gece kolları arasında ve kokusunu soluyarak uyuduğum adam, bu sabah öylece gitmişti.

Yine yurt dışına çıktı belki de. Dün yakınlaştık fakat sabah pişman olmuş olamaz mı? Yapamayacağını düşündü ve gitti. Ben uyurken gitti çünkü uyanık olsam zorluk çıkaracağımı biliyordu.

Titreyen çenem ve dolan gözlerimle üzerimdeki tişörtü bacaklarımdan aşağıya çektim ve yavaşça kalktım yataktan. Görüşüm bulanıklaşırken ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Oysa dün gece sorunlarımızı bir nebzede olsa rahatlattı gibi gelmişti. Beraber yemek yapmıştık, şarap içmiş ve sevişmiştik fakat şimdi bu dağ evinde, gece oldukça huzurlu gelen bu soğuk yatakta yapayalnız uyanıyordum.

Adımlarım banyoya doğru döndüğünde elimi yüzümü yıkayıp defolup gitmek istediğimi biliyordum, burada daha fazla kalamazdım ve kendime bunu daha fazla yapamazdım. Ben elimden ne geliyorsa yapmıştım ama Pars Bey öylece çekip gitmişti.

'Çekip gitmek az kalır, buna düpedüz kaçmak denir!'

Banyo kapısından geçtiğim sırada kulağıma çarpan tok tını ile öylece eşikte kaldım.

''Bugün bununla uğraşmayacağım, yarının sorunu olarak kalmasını istiyorum. Anladın mı Kuzgun?'' Bu, Pars'ın çoğu zaman takındığı tahammülsüz tınısıydı. Evet, kesinlikle oydu.

Gitmemişti yani öyle mi? Sadece erken uyanmıştı ama gitmemişti. ''Neler düşündüm öyle, Allah kahretsin.''

Yüzümde yayılan sıcak gülümseme ile henüz girdiğim banyonun kapısından geri çıktım ve adımlarımı salona doğru çevirdim. Gözlerim odanın köşesinde duran büyük koltuklara döndüğünde Pars'ı dizinin üzerinde tuttuğu laptopa kaşları çatık bir şekilde bakarken buluyordum.

Kuzgun gergin bir ifade ile boynunu ovuştururken bakışlarım odada dolandı. Şömine çoktan sönmüş ve salon soğuğa teslim olmuştu fakat Pars yalnızca altındaki eşofmanla duruyordu. Bedeni çıplakken nasıl olur üşümez diye düşünmeden edemiyordum zira ben üstümdeki kısa tişörtle çıplak bacaklarımı soğuk ürpertiden kurtaramıyordum.

Gözlerimi güzel dudakları, âdem elması, kalın kolları arasında gezdirirken bir kez daha kapılıyordum kusursuzluğuna.

'Bu adam dün gece bizimle defa sevişti.'

Zihnimde dolanan gerçekle, bedenim ansızın ısınıyordu. Yine kokusunu içime çekeyim, o âdem elmasını yine öpeyim istiyordum. Ben bunları yaparken o da beni sıkıca sarsın ve ellerini vücudumda fütursuzca gezdirsin...

'Hey, hey! Kendine gel Nasya! Görmüyor musun yalnız değilsiniz. Toparlan artık.'

İç sesimin uyarısıyla düşüncelerimi sustururken kendime çeki düzen verdim. Haklıydı.

Varlığımı hala fark etmedikleri için uyandığımı belli edercesine hafifçe öksürdüm. Pars'ın bakışları sol dizinde dengede duran laptoptan bana döndüğünde gözleri birkaç saniye yüzümde dolandı ardından çıplak bacaklarıma indi.

Kaşları giderek çatılırken öfkeli bakışlarını Kuzgun'a çevirdi ve huzursuzca yutkundu. Aynı anlarda Kuzgun refleksle başımı omuzunun üzerinden geri çevirdiğinde beni görür görmez tekrar yüzünü Pars'a döndü.

''Günaydın.'' dedim geniş bir sırıtışla yanlarına doğru ilerlerken.

Pars'ın bakışları sırtı bana dönük duran Kuzgun'da birkaç saniye daha gezindikten sonra güzel dudakları aralandı. ''Günaydın, hayatım. Gidip üzerine bir şeyler giymek ister misin? Şömine yanmıyor, üşümeni istemem.''

Uyarıcı bakışları bacaklarımda dolandığında umursadığım tek şey onun tarafından şahsıma kurulan o özel kelimeydi.

'Hayatım.'

Daha bir kaç dakika önce beni terk ettiğine ve sonsuza kadar gittiğine inandığım adam bana 'Hayatım' demişti.

Yanaklarım içte bir yanmayla kızarırken bedenimdeki soğuk ürperti yerini heyecanlı bir yanmaya bıraktı.

Utangaç bir tebessümle başımı birkaç kez salladım. ''T-tamam hayatım.'' Titreyen sesimle ondan içten bir tebessüm kazanıyordum.

Gözlerindeki karalar aramızdaki mesafeye rağmen beni olduğum yerde sarıp sarmalıyor ve ruhumu aşkının alevlerine teslim ediyordu. Yıldızlar, güneş böyle tepedeyken görülebilir miydi, üstelik Pars'ın gözlerinde? Belli ki görülebiliyormuş.

Arkamı döndüm ve bir çocuk sevinciyle koşar adım yatak odasına geri döndüm.

Avuç içlerim alev alev yanan yanaklarımı sarmaladığında, derin ve titrek bir nefes çektim içime.

''Gitmemiş ki, gitmemiş.'' Fısıltılı sesimle adımlarım gardıroba döndü.

Açtığım kapaklarla içinden çekip aldığım gri bir eşofman altını bacaklarımdan yukarı geçirdim, ellerim ısınmama yardımcı olacak kıyafetler ararken zihnim sürekli aynı kelimeyi çalıp duruyor.

'Hayatım.'

Bunun ne demek olduğunu biliyorum, bunun Pars ve ben için ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Bu, yeniden denemek demekti. Bu ikimize ve ilişkimize bir şans vermek demekti.

Önceki gibi kolay olmayacaktı elbette, güven probleminin ikimizin de zihninde dolanacağı açık fakat zerre umurumda değildi. Aylardır kalbimin yersiz yurtsuz kalışı bir kelime ile son buluyorsa ve kalbimin ritmi bir bakışla tepe taklak oluyorsa gerisinin önemi yoktu. Her sorunu halledebiliriz, halledebilirim; biliyordum.

Günlerce bu adamın ışığı yanmayan pencerelerini izledim ben, kendi yaptığım ahmaklıkları telafi etmek için bir şans dileyip durdum Allah'tan, şimdi o şans bana verilmişti. İçimdeki sönmüş kandillerin fitilleri birer birer yanmaya başlamıştı ve hayatımın bundan sonrasında olacak olanlar beni bilinmez bir telaşa gebe bırakıyordu.

En başında, hayatıma girdiği için lanetler savurduğum bu adam, dostum dediğim kızı tanımama yardımcı olurken eksik yanım olarak duran ailemi öylece avuçlarımın içine bırakmıştı. Üstelik tüm bunları ona güveneyim diye yapmıştı.

Başta onun için yalnızca bir gecelik bir kadındım fakat sonra bir şey oldu. Onun ve benim aramda, benim çok geç kabullendiğim, kendime bile itiraf edemediğim bir şeyler. Öyle ya da böyle âşık olmuştuk, hayatımda ilk kez âşık olmuştum.

Ne yapacağımı bile bilemezken bir hafıza kaybıyla her şeyi tepetaklak ettim. Şimdi ise tüm arzularım gerçek oluyor gibiydi. Hayalini kurduğum her şeyi bizzat yaşıyordum, ailemle ve sevdiğim adamla dilediğim hatta hayal bile edemediğim bir hayat beni bekliyordu.

Üzerimdeki pijama üstünü çıkardım ve askıdaki uzun kollu tişörtlerden birini çekip aldım ellerime, beklemeden giyindiğimde dağılan saçlarımı hızla tepemde bir topuz haline getirdim. Uzun kolları yavaşça geri katladım ve ellerimi kullanabileceğim bir rahatlıkla salaş tişörtün içinde derin bir nefes aldım. Paçalarım ayaklarımın üzerine düşerken hızlı bir müdahale ile onları da geriye katladım ve bu büyük adamın kıyafetlerini üzerime uygun bir hale getirebildiğim kadar getirdim, çünkü şu an o gece elbisesini giyemeyecek kadar rahat ve soft hissediyorum kendimi.

Yüzümdeki gülümseme ile raftan bir tişört çektim ve ellerimdeki uzun kollu tişörtle salına salına salona geri döndüm. Kuzgun çoktan gitmişi ve Pars ortalarda görünmüyordu. Çatılan kaşlarımla bir süre odayı süzdüm ve bunca zaman adını bile anmanın kalbimi acıttığı adamın o güzel adın sesledi dudaklarım. 'Pars?''

Sesim salonda yayıldı ve mutfaktan beni bulan bir cevapla bölündü. ''Mutfaktayım, güzelim.''

İçim titredi. Kelimenin tam anlamı ile içim cılız bir arzuyla titredi. Güzelim mi? Bugün daha ne kadar güzel gidebilirdi, bilmiyordum.

Utangaç bir gülümseme eşliğinde adımlarım mutfağa doğru ilerlerken içeriden gelen tıkırtıları duyabiliyordum. Eşikten geçip mutfağın içine doğru ilk adımımı attığım sırada Pars'ı tezgâhın üzerinde duran kupalara kahve doldururken buldum.

Sırtı bana dönükken ve yaptığı her harekette kasları genişlerken ön göremediğim bir iç çekiş yayıldı dudaklarımda dışarıya. Dün geceyi anımsadım yeniden, beni serdiği kanepede nasıl soluksuz bıraktığını ve sadece ellerini kullanarak arzularımı dindirdiğini anımsadım.

Öpüşünü ve bu temasın içimde uyandırdığı o heyecanı anımsadım. Güzel dudakları ve şehvetle kızaran yüzü gözlerimin önüne serilirken kulaklarımın yamacında sisli kelimeleri tekrar etti.

'Gözlerime bak.'

Emir verici tonlaması ve üzerimde yaydığı hakimiyet, günlük hayatta ipleri elimde tutmayı seven beni, nasıl da iradesiz bırakmıştı. O henüz bilmese de ben hakkında bazı kirli bilgiler öğreneli çok olmuştu.

Begüm'ün Doğa ve Pars arasında geçen meyhane muhabbetini, yoğun ısrarlarım sonucu bana anlatışının ardından aradan geçen iki ayda, sahip ne itaatkâr ne gayet iyi öğrenmiştim.

İnternette bazen korkunç bazen de soft bilgiler dolanıyordu fakat dün akşamki o kısıtlı anda Pars'ın hâkimiyeti oldukça hoşuma gitmişti.

Korkunç yönleri elbette vardı, bir blogda ölçülü şiddetten bahsettiklerini okumuştum ve herhangi birinin beni dövmesi zevk alacağım son şey bile olamazdı fakat bu konuda Pars'ın bana kıyamayacağına duyduğum eminlik içimi rahatlatıyordu.

Yani kelepçeye varım fakat kırbaç mı? Asla!

Düşüncelerim yüzümde alaylı bir gülümseme oluştururken Pars'ın başı omuzunun üzerinden geriye döndü. ''Neye gülüyorsun sen?'' Kaşları çatıldığında anlam vermeye çalışır bir ifade ile süzdü beni.

''Aklıma bir şey geldi de ona gülüyorum. Önemsiz bir şey, boş ver.'' Geçiştirircesine verdiğim cevapla yanına doğru ilerledim ve ellerimi tezgâha yasladım.

''Kahve'ni şekerli mi yoksa şekersiz mi içersin, bilmiyorum. O yüzden,'' Tezgâhın üzerindeki kristal şekerliği önüme doğru sürdü ve ağır kapağını yavaşça kaldırdı. ''Tercih senin.'' dedi.

Sessizce kıkırdadım ve kâseden üç şeker alıp büyük kupanın içine attım. ''Dün salata yapmaya öcü gibi bakarken bugün kahveler senden yani, öyle mi?'' diye mırıldandım.

''Öcü gibi bakmıyordum, daha önce yemek yapmamış bir adam olarak temkinli davranıyordum sadece, fakat kahveyi sık sık yaparım, bunda bir sorun yok.'' çekmeceyi çekip bir çay kaşığı aldı ve bardağımın içine daldırıp ağır ağır karıştırmaya başladı.

''Bu arada...''Tezgâha yaslı ellerimi geri çekip kolumdan sarkan tişörte bakarak fısıldadım. ''Ev soğuk, üzerine bir şey giysen iyi olur diye düşündüm.'' Yüzümdeki gülümseme ile ellerimdeki tişörtü ona doğru uzattım.

Çay kaşığını bardaktan geri çekti ve lavabonun içine bırakarak bedenini bana döndü. ''Çok düşüncelisin.''

Alayla süzdü beni ve ellerimdeki tişörtü sıkıca tutup beni kendine çekmek için bir halat olarak kullandı. Güçlü kolu belimi sıkıca kavradı ve bedenlerimiz birbirine mıhlandı. Tam şu saniyede heyecanla nefesimi tuttum, yüzümdeki sırıtışın yerini kızaran yanaklarım ve hızlanan kalbim aldı.

''P-Pars!" Kesik fısıltımla boştaki eli çeneme doğru havalandı, iri parmakları yüzümü kavradığında başımı usulca yukarı kaldırdı ve bizi göz göze getirdi. ''Güne seninle başlamak nasıl hissettiriyor, biliyor musun?''

Erkeksi tonlaması kasıklarımı karıncalandırırken teninden aldığım elektrik her seferinde beni hayrete düşürüyor, Bedenime her teması midemde bir şeyleri hareketlendiriyordu. Bu da yetmezmiş gibi yanaklarımı alev alev yakıyor, onunla yapılabilecek tüm çılgınlıkları hayal ettiriyordu.

Şu anlarda yeniden anımsadığım ve dile bile getirilemeyecek kadar karanlık düşüncelerimle, gözlerimi utançla kaçırdım yüzünden. Bakışlarım gövdesindeki küçük yaralara kaydığında birkaç saniye izledim onları. Böyle kusursuz bir bedende bu can yakıcı izler neden vardı, merak ediyordum.

Birinin ona bunu yapmasının imkânı yoktu, buna izin verecek bir adam değildi. Kimse Pars'ı incitemezdi fakat o zaman neydi bu yaraların sebebi? Kendi kendine mi yaptı yoksa? Her biri uzun zaman önce kapanmış gibi görünüyordu fakat neyin böyle izlere sebep olduğunu merak etmeden duramıyorum.

''Yüzüme çevir gözlerini.'' dedi. Emri vaki fısıltı, benden isteneni yapmama sebep olurken göz göze geldik, yeniden. Parlayan gözleri saklı bir şehvetle üzerimde dolanırken yüzümde sakin bir gülümseme oluştu.

''Nasıl hissettiriyor?'' dedim Aklım hala yaralardaydı fakat dikkatim, gözlerim yüzüne değdiği an kayıp gidiyor ellerimden. Öfkemi ya da merakımı, sevincimi yada üzüntümü anlamsız kılan gece gibi gözleri...

''Hala uyuyor muşum gibi hissettiriyor. Yaşanan her an, bir rüyanın parçasıymış gibi.'' Alnını benimkine yasladığında dudakları usulca dudaklarımı örttü ve nefesi öpüşü ile birlikte damağıma yayıldı.

Yumuşak dudakları, dudaklarımda tutkuyla hüküm sürüyordu. Sanki kendini çekerse bu an son bulacakmış ve bunu istemiyormuş gibi. Kendine, varlığımı kanıtlamak ister gibi...

Kapattığım gözlerimin ardından, karşılık verirken boşalan ellerimi ensesine doğru uzattım, yere düşen tişörtü önemsemedim. Eğdiği boynunda saç bitimlerine ancak yetişen bileklerimi birbiri üzerine oturtarak yumuşak saçlarını usulca okşadım ve onu kendime iyice bastırdım.

İri bedeni benimkiyle birleştiğinde, soğuk havaya rağmen ateş saçan teni, tüm benliğimi ürpertti. Öyle sert ve sağlam bir tutuşla sarmalıyordu ki bedenimi, kollarında canımı teslim edebilir gibiydim. Tutuşlarıyla beni yönlendiriyor, öpüşleriyle göğüs kafesimi deli gibi çırpındırıyordu.

Dünün aksine bugün daha sıkı kavrıyordu dudaklarımı. Daha kontrollü ve sertti, nefesleri hızlanmıyor adeta hırıltılara dönüşüyordu ve bunu yaparken benim içimde habersizce yaktığı volkanın farkında bile değildi.

Hissettiğim kontrollü baskı ve irademi devre dışı bırakan dokunuşlar, öpüşlerinin arasında ürkek bir inilti yaymama sebep oldu. ''Ah!''

İniltim kulaklarına ulaştığı sırada sert soluklarla kızaran yüzünü benden geriye çekti, ben de öpüşme sırasında hazla kapanan gözlerimi yüzüne doğru aralandığımda, suratının zevkle kasıldığını görebiliyordum. Sanki durmak için kendini zorluyor gibiydi. Oysa ben durmasını hiç istemiyorum.

"Pars." İstekli bir fısıltıyla adını mırıldandığımda zar zor yutkundu ve toparladı kendini.

"Sabahları biraz yüksek uyanabiliyorum, o yüzden lütfen bir adım geri çekil ki seni arkandaki tezgâha sermeyeyim." dedi.

Sesi hayvansı bir hırıltıyla çıkarken, sözcükler şaka gibi geliyordu fakat ses tonu şaka yapmadığının en büyük kanıtıydı. Yüzümde yayılan tatmin dolu gülüşü alt dudağımı ısırarak durdurdum ve boynunda boşa çıkan ellerimi iyice sıkılaştırarak bedenimi onunkine bastırdım.

Parmak uçlarıma kalktığımda göğüs uçlarımın istekle sızladığını hissediyordum. Ani bir kararla onun da bunu hissetmesini isteyerek göğüslerimi çıplak gövdesine bastırdım. Bedenimi onunkine hafifçe sürterken kulağına doğru havalanan dudaklarımdan bir fısıltı bıraktım.

"Durmak istemiyorum."

Tam bu sırada, birbirimize temas eden bedenlerimizin de yardımıyla kadınlığımın üzerinde, göbeğimin hemen altında hissettiğim sertlikle şaka yapmadığına artık neredeyse emindim. Erkekliği öyle sert ve sıcaktı ki üzerindeki pijamayı es geçip tenimde kızgın bir demir gibi belli etti varlığını.

"Nasya." Hırıltıyla fısıldadığı ismim içimi ürpertirken, kapalı tuttuğu gözleriyle aldığı derin soluklar, burun kanatlarını hareketlendiriyor ve yakışıklı yüzünde istekli kasılmalara sebep oluyordu.

Durmak istemediğini görüyordum, daha fazlasını istiyor, Bana gelince, benimde Ondan daha fazlasını istediğimi biliyordum.

Bahsettiği gibi beni ardımdaki ada tezgahına çarpsın ve tüm kontrolünü kaybetsin, üzerimde tüm şehvetini dindirsin ve bana kollarının arasında acımasızca sahip olsun istiyorum.

Başta bana çılgınca gelen tüm o baskınlığını bedenime hükmederken kullansın ve bunu yaparken bana hiç acımasın. Hem de hiç acımasın!

Düşüncelerim, kadınlığımı sızlandırırken boynuna sarılı kollarımdan güç aldım ve yüzümü onun ateş gibi yanarak kasılan yüzüne yasladım.

Onu içimdeki karanlık düşüncelere davet eden bakışlarımı korkusuzca gözlerine diktim, ve aldığı hırçın nefeslerle kapalı tuttuğu gözlerini açmasını bekledim.

"Bak bana Pars... gözlerini aç ve yüzüme bak..."

Kapalı gözleri yüzüme doğru aralandı ve içime işleyen bakışlar bana yapabileceklerinin kısa bir fragmanını sundu. Göz bebeklerinin kocaman olduğunu ve arzularının keskin bakışlarında can bulduğunu gördüm, bu görüş artık durmamam gerektiğini fısıldadı kulağıma.

Hızla yapıştım dudaklarına, yeni tutuşturulmuş bir parça kömürü kavramış gibi yaktı tenimi. Yalnızca bedeni değildi ısı saçan, dudakları da yanıyordu.

Öpüşlerim dudaklarını örttüğünde iştahla emmeye başladım. Her öpüş kasıklarımdaki sert erkekliği usulca hareketlendiriyordu.

Artık daha fazla dayanamadığında ipleri eline almaya kararlı olduğunu fark ettim. İradesinin Kontrolünü kaybettiğinde bu kez o ,sertçe kavradı dudaklarımı, benim öpüşümün aceleciliği onun öpüşünün sertliği ile kıyaslanamazdı bile.

İri kolu beni hızla belimden yakaladı ve yerden havalandırarak mutfağın ortasında duran ada tezgahına çarptı. Öyle hızlı ve öyle ansızındı ki, bilincim gerçekliği kabullenmeye fırsat bulamamıştı.

"Ahh..."

"O kadar iyi biliyorsun ki! Beni nasıl delirteceğini çok iyi biliyorsun." Gözleri açık ve bakışları alev alev yanan bir şehvetle yüzümü izliyordu.

"Biliyor muyum, tartışılır ama bilmek istiyorum. Görmek, içindeki canavarı en berrak haliyle tanımak istiyorum."

Dudaklarımız ayrılmıştı fakat alnını alnıma bastırdığında nefesi öne düşen saçlarımı uçuruyor ve yanaklarımı şehvetin etkisi ile yakıyordu.

"Göster bana sevgilim, senin olmak nasıl hissettiriyor bilmek istiyorum."

Soluk soluğa yaptığım konuşmayla yüzünde karanlık bir gülümseme oluştu, dudakları yanağımı hafifçe okşarken öpmeyip yalnızca bu temasla beni beklenti içinde kasıyordu.

"Korkmayacak mısın? Söyle bana, seni şimdi burada kendimin yaparsam ve aklının bile almayacağı şeyleri üzerinde denersem, ürkmeyecek misin?"

Hayvansı hırıltısıyla bana güzel ve çirkin filmini hatırlatıyordu, bir canavarın kollarında ürkekçe başına gelecek şeylerden habersiz bekleyen bir kızdım ben.

Kendi canavarımın kollarında ona tüm maskelerini indirmesi için neredeyse yalvarıyordum.

Tenime her dokunuşunda, aynı beklentiyle titriyor ve bana vereceği her şeye karşı bilinmez bir açlık duyuyordum.

Ten uyumu denen şey buydu işte, planlamaya ve özel hazırlığa gerek duymaksızın ansızın yükselebildiğin kişiyle arandaki o uyumdu.

Benim Pars dışında kimseye hissedemediğim şey buydu. Onun nefesine, öpüşüne, dokunuşuna karşı engellenemez bir ihtiyaç duyuyordum.

Onu istiyordum, tüm karanlık huylarıyla birlikte. Tümüyle , bütünüyle istiyordum.

Belimi saran kolu yavaşça geri çekilirken hissettiğim yeni bir ürperti ile titredim. İri elleri bacaklarımı kavradığında ayak bileğimden okşayarak yukarı çıktı.
Sıcak nefesi kulak mememi sarmaladığında ıslak öpüşüyle bir gülüş bıraktım.

"Yatakta nasıl bir adam olduğumu bilmiyorsun? Sana neler yapabileceğimi. O güzel bedeninde ne tür izler bırakacağımı ve en derin arzularına kadar ulaşacağımı."

Duyduklarım şehvetimi arttırıp kasılmama sebep olurken, kesik bir iniltiyle konuştum. "Göster bana, tüm karanlık yönlerini göster ve bırak seni her şeyinle seveyim..."

İç bacaklarıma doğru yükselen parmakları ile beni sertçe iki yana ayırdı ve hızlı bir hamleyle kasıklarımın arasına yerleşti.

"Kaldıramazsın..." neredeyse acı çeken bir tınıyla hırladı ve
Kulağımı okşayan sıcak dil benden uzaklaştığında geri çekilip rahat bir hamleyle erkekliğini, üzerindeki pijamaya rağmen kadınlığımın üstüne bastırdı.

"Öyle masumsun ki, ürkek. Tüm bu oyunlar sana yalnızca eğlenceli geliyor ama değil." Kendini yeniden sertçe bastırdı kasıklarıma.

"Bilemezsin..." iniltiliyle titrerken onu ikna etmeye çalışıyordum.

"Nefret edersin, henüz beni bile sindirememişken o yönümden nefret edersin."

Sertliğin daha da büyüdüğünü hissedebiliyordum, dün gece bir kaç saniye dokunabildiğim o iç gıdıklayıcı alet, şimdi bacaklarımın arasında istemsizce kasılıyordu.

Bu kasılma kadınlığımı istekle hareketlendirirken kendimi ona doğru bastırmaktan başka bir çare bırakmadı irademe.

"Yapamam Pars, istesem de yapamam. Bildiğim tek bir şey varsa oda seni sevdiğim. Her şeyinle beraber."

Bu karşılık nefesinin hırıltısını arttırdığı sırada elleri beni boynumdan sıkıca kavradı ve deyim yerindeyse suratımı suratına sertçe geçirdi.

"Ne yapmaya çalışıyorsun bilmiyorum ama aklımı kaybettireceksin bana! Böyle konuştuğun her an senin için daha ne kadar delirebilirim bilmiyorum."

Sözlerinin ardından sertçe yapıştı dudaklarıma, öyle iştahlı öpüyordu ki kesik iniltilerim ve aldığım ısırıklı ıslak öpüşlerle, beni neredeyse yemeye çalıştığını düşünüyordum.

İstediğimi veriyordu, o hayvansı yönü zar zor araladığım boşluktan bana göz kırparken, ben; korkmak şöyle dursun, zevkten kasım kasım kasılıyordum.

Her öpüşle bedenlerimiz belli bir ritme tutunuyor ve bizi birbirimize iyice kenetliyordu. Kadınlığımın üzerinde pijamamı parçalayıp içeri girmek ister gibi hareketlenen bir sıcaklık vardı ve ben onu deli gibi istiyorum.

"Bırak kendini, kaybet kontrolünü yalvarırım..." istekli sızlanışımla erkekliğini bir kez daha çarptı kadınlığıma, sarf ettiğim her söz daha da harlanmasına neden oluyordu biliyorum, duyduğu her şey aletini taşlaştırıyor gibiydi.

Korkuyordum, o sertliğin bana yapabileceklerinden deli gibi korkuyordum ve aynı zamanda istiyordum. Her bir hücremle onu kendime istiyordum.

Kadınlığımın sızlayan duvarlarının acısını, dokunuşuyla dindirsin istiyordum, içimdeki sıcaklığı kendi sıcaklığıyla harmanlasın ve bu yangın ikimizi de soluksuz bıraksın.

Sertçe öpülen dudaklarım, acımasızca sömürülürken çaresiz bir inilti bıraktım mutfağın içine. "Aıhh!"

Onun öpüşlerine karşı güçlü durmamın imkânı yokken nefeslerimizin arasına acıyla karışık iniltiler bırakmaya devam ediyordum.

Boynumu sertçe okşayan parmaklarıyla dudaklarımı şişirene ve zonklatana kadar öpmeye devam etti, dili dişlerimin arasından damağıma kadar ulaşırken kasılan kadınlığımla kasıklarımda yüksek bir ateş peyda oldu. Kadınlığımın iç duvarları istekle titriyordu ve ben , altımdaki tanganın üzerine sıcak zevk suyumun aktığını hissediyordum.

Sadece öpüşüyle sırılsıklam olurken, hissettiğim o devasa aleti aldığımda beni nelerin beklediğini tahmin bile edemiyordum.

Mutfağı dolduran nefesler ve Pars'ın erkeksi iniltileri kulaklarıma çarptıkça çıldırıyorum ve bu çıldırış beni acılı bir istekle kadınlığımın üzerindeki erkekliğe sürtünmeye mecbur bırakıyor. Beni ona mecbur bırakıyor.

"Deli oluyorum sana." Ağzımın içine bıraktığı hayvansı iniltiyle konuştuğunda, boynumdaki elleri hızla aşağıya kaydı ve tişörtün üzerinden sutyensiz göğüslerimi sertçe kavradı.

"Her bir zerren için deliriyorum Nasya! Tüm kıvrımlarında dolanmak istiyorum. Bütün bedeninde sonu gelmeyen bir gezinti istiyorum! Sikiyim beni mahvettin, senden tüm hıncımı almak istiyorum!"

Büyük avuçlarının içinde kaybolan göğüslerimle bedenime bıraktığı acı nasıl olur da kadınlığımı sular içinde bırakırdı ki. Aldığım zevkle giderek sertleşen erkekliğe yeniden bastırdım kadınlığımı, daha fazlasını istiyordum.

İçinde bulunduğum şu anda, hissettiğim yoğun duyguyla üzerimdeki pijamayı parçalasın ve beni becersin istiyorum.

"Pars." Alt dudağını sertçe ısırdım ve onun sert tavırlarına ayak uydurduğumu belli ettim.

"Ateşle oynuyorsun! Haberin bile yok ama ateşle oynuyorsun! " Bir bağırışı andıran iniltiyle giderek daha da yükseldiğini hissediyordum.

Elleri tişörtün içine öyle hızlı daldı ki ne zaman sıcak eller soğuk tenimde dolanmaya çıktı bilmiyordum.

"Yanmaktan korkmuyorum..." titrek sesim ve sertçe ezilen bedenimin sızısıyla bıraktığım inilti, dokunuşlarını daha da acımasızlaştırıyordu.

Göbeğimi sertçe okşayarak yukarı doğru yükselirken göğüslerim öylece teslim oluyordu parmaklarına. Hassaslaşan uçları elmas gibi sertleşmiş ve her dokunuşunu iliklerime kadar hissettirirken Pars, parmaklarının arasında usulca ezmeye başladı beni.

Alnını alnıma sertçe çarptığında göğüslerimi büyük bir açlıkla kavradı ve hayvansı bir hırıltı bıraktı yüzüme.

"Söyle bana sevgilim, canının yanmasını göze alabilir misin?"

Sorduğu soru nefes nefese yüzüme çarparken, bedenime uyguladığı bu baskı beni zevkten mahvediyordu. Kızaran yanaklarım ve kayan gözlerimle, istekle salladım başımı.

"Alabilirim..." alt dudağımı ısırdığımda, kadınlığıma dayanan aletinin sarhoşluğuyla kendimden geçmek üzereydim.

Başımı zevkle geri ittiğimde kendimi öngöremediğim bir refleksle ada mutfağının üzerine serdim. "İstiyorum... beraberinde gelen her şeyi istiyorum..." sesim neredeyse bir sızlanma gibi çıkıyordu. Annesinden ısrarla bir şeyler isteyen bir çocuk gibi yakarıyordum.

Şimdi üstünde öylece uzandığım bu tezgâh, bana toplantı odasında masanın önünde dururken beni azdıran görselini hatırlattığında şehvetle tısladım. "Senin olmak istiyorum."

Başımı hafifçe yüzüne doğru çevirdiğimde yüksek tezgâha rağmen bana yukarıdan bakan yine o oluyordu. Tıpkı hayal ettiğim gibi bu tezgâha ya da o toplantı masasına yatsam da beni kolaylıkla erkekliğine bastırabilecek kadar iri ve uzundu.

Hızla üzerime doğru geldi ve boynumu saran parmakları ile kontrollü bir nefes kesilmesine sebep oldu. İri parmakları boynuma uyguladığı baskıyla nefesimi keserken , sanki yaşadığım her şey ağır çekime alınıyor gibiydi. Kulağımda dolanan istekli itirafla, kadınlığıma yaslanan erkekliğe ittirdi beni.

"Sikiyim! Seni öyle uzun zamandır istiyorum ki?! Böyle altımda kıvranıp gözlerime istekle bakmanı ve nefessiz kalan yüzünle bana daha fazlası için yalvarmanı. "

Pijamamı baskılayan alet içime girmeye yeminli gibi benimle bütünlenirken, nefessizlikten kısılan sesim, kesik iniltiler vermeme sebep oluyordu.

"Durmamı istediğinde, koluma dokun." Verdiği emirle başımı usulca salladım.

Saniyeler içinde geri çekilen bedeni şimdi yalnızca boğazımda sarılı olan elleriyle yetinmeme neden olurken, altımdaki pijamanın sertçe çekip çıkarıldığını hissettim.

Hassaslaşan duyu ve his organlarımla, Parsın külotumu yavaşça bacaklarımdan aşağıya çektiğini hissediyordum.

Normal şartlarda asla hissedemeyeceğim öyle çok ayrıntı hissediyordum ki, aldığı hayvansı hırıltılar ve bedenimin üzerinde kurduğu hakimiyet.

Tüm bunlar nefesime odaklandığım sırada kulaklarıma çarparken ben, ıslak kadınlığımın üzerine çarpan havayla titredim.

"Bak bana." Beni ada tezgahında boynumdaki elinden aldığı güçle kendine doğru havalandırdığında, yüzüme doğru eğildi. Boğazımı saran parmaklarını birer birer açtığına derin bir nefes aldım.

"Hahhhh..." göğüs kafesim deli gibi çarparken, kulaklarım hafifçe çınlıyordu.

"Durmamı istediğin anda dururum. Söylemen yetecek..." gözleri benimkilere şehvetli bir istekle bakarken, heyecanla salladım başımı.

"Şimdi." Bileklerimi tek elinde birleştirdi ve beni sertçe tezgaha uzattı.

"O güzel parmakların, ben onları işe yarar bir yerde kullanana kadar başının üzerinde kalsın."

Ellerimi kafamın üzerinden geri verip, sert tezgaha bastırdığında, gözleri içindeki karanlıkla birlikte benim gözlerimde tutundu.

"Sadece şunu bil. Eğer hissedeceklerin sana zevk vermeyecek olursa, bunu bir daha yapmam. Görmek istediğini ve bilmek istediğini söyledin ve sana göstereceğim fakat değersiz hissedersen yada kırılmış, beni durdurmaktan sakın çekinme."

Uzanıp dudaklarımı sıkıca kavradı ve yumuşak bir öpücük bıraktı.

Alnını alnıma yasladı ve fısıldadı. "Sen tüm zevklerden daha önemlisin Nasya. İstediğin bu değilse bunu açıkça söyle." Burnumun ucuna bıraktığı küçük bir öpüşle geri çekildi ve dikeldi.

Elleri tişörtümün içine girdiğinde okşayarak göğüslerime kadar sıyırdı ve sertleşen göğüs uçlarımla karşı karşıya geldi.

Bakışları göğüs uçlarımda dolandığında dudaklarında kısa bir gülümseme oluştu ve ardından gözlerini yüzüme çıkardı.

"Demek hoşuna gitti." Kızıl kahveye çalan gözleriyle utangaç bir tebessümle salladım başımı.

"Evet. Çok hoşuma gitti." Arsız yorumumla parmak uçları sertçe göğüs uçlarımı kavradı ve acı bir çığlık atmama sebep olacak şekilde sıktı.

"Aaııhhh!" Tüm bedenim sızıyla titrediğinde Pars'ın iri bedeni üzerime doğru uzandı.

"Sesini kıs. Evin etrafı adamlarla dolu. Başka birinin zevkle attığın nidaları duymasını istemiyorum!" Uyarıcı sesiyle dudaklarımı birbirine mıhladım.

Avuçlarının arasında sıkıştırdığı göğüslerimi ansızın kavrayan dudaklarıyla, ben daha acısını atlatamadan dil darbeleri vurmaya başlıyordu.

Islak öpüşler ve göğsümü sırılsıklam eden sıcak nefesler, hazla kasılmama sebep olduğunda, ellerim reflekse saçlarına doğru kaydı.

Parmaklarım saçlarının arasında dolandığında göğüs ucumu sertçe ısırdı ve beni tiz bir çığlığa itti.

"Ah neden?!" Acıyla kasılan yüzüm, Parsın göğüslerimden geri çektiği yüzüyle karşı karşıya geldiğinde bileklerimi bir kez daha kavradı ve başımın üzerinden ada tezgahına bastırdı.

"Bir daha söylemeyeceğim. Ellerin başının üzerinde kalacak, taki ben aksini söyleyene kadar." Kararlı bakışları ve ıslak dudaklarıyla bıkkınca ofladım.

"İyi be. İyi..." isyankar sesimle yüzünde kısa bir gülümseme yer edip kayboldu, öyle çabuk olmuştu ki gerçekten güldü mü ? Yoksa öyle olmasını mı hayal ettim bilmiyorum.

Bedenimi okşayan elleri, göğüslerimle temas eden dudaklarıyla bir bütün yakaladığında, bir senfoni gibi sistematik bir şekilde aşağıya doğru kayıyordu.

Göğüs kafesimin ortasına yakıcı öpücükler bırakarak göbeğime doğru inerken, asıl hedefinin kadınlığım olduğunu anlamam çok uzun sürmedi.

Nefeslerim hızlanırken, kendime sürekli sessiz olmam gerektiğini telkin edip durdum. Ama sıcak dudaklar kasıklarımın etrafında basınçlı daireler çizerken, boğuk iniltilerimi zapt etmek epey zordu.

"P-pars..." titrek nefesimle birlikte fısıldadığım isim, onu içine çekildiği transtan kurtaramamış gibiydi.

Öpüşleri kadınlığımın dudaklarıyla buluştuğunda, sularımın dudaklarının sıcağıyla buharlaştığını hissediyordum.

"Ahhh..." kasılan bedenimle uzandığım masada hafifçe dikeldim ve bacaklarımın arasına güzel yüzünü nasıl gömdüğünü izledim.

Kalçalarımın altına uzanan iri elleri beni sıkıca kavradı ve kadınlığımı istekli dudaklarına bastırdı.

"Ahhh..." içimi talan eden öpüşler ve ıslaklığımın içinde sakince kayan dil, beni çaresiz bırakırken kendimi bütün benliğimle bu adamın kollarına bıraktım.

Sivri dil tutunduğu rotada giderek hırçınlaşıyor ve az önce göğüs uçlarıma bırakılan istekli öpüşler şimdi klitorisimin üzerinde yankılanıyor.

Kulaklarıma çarpan emme sesi ve Pars'ın zevkle çıkardığı boğuk iniltiler, giderek yükselmeme ve titrememe sebep olurken, dilini ustaca kadınlığımın girişine çarpmaya başladı.

Sanki bir tür trans halindeydi, hipnoz olmuş gibi bir hamleyle beni bacaklarımdan tutup yeniden kendine doğru çektiğinde artık kadınlığım ve dudakları arasında hiç bir boşluk kalmıyordu.

Kirli sakalları tenime ince çizikler atarken, aç öpüşleri içimdeki volkanı giderek yükseltiyor ve beni bilinmez bir bekleyişe itiyordu. Daha fazlasını istiyordum, yalnızca öpülmek yetmezdi, ondan çok daha fazlasını istiyordum.

Başımın üzerindeki ellerimden aldığım destekle kadınlığımı ağzına iyice bastırdım. Diline duyduğum açlıkla titremeye başlarken , göğüs uçlarımın sızıyla can çekiştiğini hissediyordum.

Kalçalarımı saran iri eller beni avuçlarında ezerken, ağzının hakimiyetine aldığı kadınlığımla, çıldırmama neden oluyordu.

Bedenimin her yerinde dolanıyordu. Tüm kontrolümü ele geçirip beni dört bir yandan kuşatmıştı.

Kadınlığımın hassas Dudakları, yeniden onun dudakları tarafından kapandığında, nefesiyle beni dişlerinin arasına hapsetti.

Bu aç öpüşler ve birbirine bulanan ıslaklığımız zihnimin içindeki ihtimalleri körüklüyor ve bu ihtimaller zihnimi çıldırtıyordu.

"Ohhh... Sevgilim!" Ağzımın içinden mutfağa bıraktığım kısık iniltiyle fısıldadım.

Bu hissin bağımlısı olabilirdim, bu duygunun açlığını çekebilirdim. Biliyorum, dün geceden ve bu andan sonra tüm arzu kriterlerim değişiyordu. Pars'ı hayal ederken kurduğum o sahnelerin içine renkli kareler kazınıyordu artık.

Beni bağlıyordu, bir kelepçe ya da urgan kullanmadan varlığına ve kendine bağlıyordu. Lanet olsun ki ona bağlanmaktan ve bu hissin bağımlısı olmaktan hiç korkmuyordum.

Klitorisime üst üste inen sert darbeler, nefeslerimi güçlendirdi ve göğüs kafesim içimde yükselen volkanla deli gibi yükselmeye başladı.

Kasıklarımın etrafı kuvvetli bir karıncalanmayla sızlarken, bacaklarım ve belim deli gibi kasılıyordu. Şimdi, tüm ıslaklığımla onun dudaklarına bırakıyordum kendimi, yeniden.

Sıcak nefesi belli belirsiz kadınlığımın dudaklarını ısıtırken, sert parmakları varlığımın gerçekliğini kanıtlıyor gibiydi.

Ben vardım. Yaşıyordum. Onun dudakları kadınlığımın üzerinde böyle istekle ve açlıkla dolanırken ben yaşadığım koca hayatın içinde ilk kez var olduğumu hissediyordum. Vardım. Buradaydım. Onun nefeslerinin arasında ve arzularının içinde.

"Benim için gelmeni istiyorum. Şimdi." Bacağımın iç kısmına bıraktığı şehvetli fısıltıyla hızla ıslak yüzünü benimkine çevirdi. Biçimli çenesinden süzülen sular ve kızaran dudaklarıyla, öldürücü bakışlarını gözlerimde sabitledi.

"Ellerini serbest bırak ve iç güdülerini sal." Sözlerinin ardından hızla yeniden gömüldü kadınlığıma, fakat bu kez, daha sert ve tehlikeli.

Uzun dil boylu boyunca yaladığı dudakların ardından , deliğimin girişinden durmuş ve içeriye doğru güçlü bir hamleyle giriş yapmıştı.

Hissettiğim bu yabancı his ve bedenime verdiği adrenalinle serbest kalan ellerimi Parsın saçlarına attım. Avuçlarımın arasındaki başını, aldığım hazla kadınlığıma bastırırken, hafifçe içime dalan dili daha da ilerledi.

"Ssshhhh ahhhh, Pars!" çaresizce adını inledim.

İçime doğru derin bir yolculuğa çıkan sıcak et parçası, kadınlığımın duvarlarına çarpmaya başladığında, artık susmak için çok geçti. Durmak içinde öyle.

"P-Pars!" Titrek sesimle aldığım nefesler ve verdiğim iniltiler artık durdurulamaz bir boyuta ulaşıyordu.

Şehvetle hırıldarken istemsizce kasılıyordum altında. Beklentiyle dahasını istiyordum ama o duruyordu. Sıcak elleri kalçalarımda gezindiğinde , sırılsıklam kadınlığımın üzerinden geri çektiği diliyle öylece duruyordu.

"Durma." dedim muhtaç bir inlemeyle.

"Durma ne?" Dudakları sinsice kıvrıldı. "Söyle bana, durma ne? "

"P-pars..." titrek çenemle onu izliyordum.

"Durma ne? Dün geceden beri yaptığın küçük itaatkâr oyunlarını görmediğimi mi sandın?" Kalçalarımın altındaki ellerini çekti ve bacaklarımın arasından dikelerek , iri gövdesini üzerime doğru uzattı.

Alnını usulca alnıma bastırdı. "Gururum okşandı, benim için yaptığın bu çalışma gururumu okşadı ama söyle bana güzelim. Gözlerime bakınca ne görüyorsun?" İniltili sesinin yanı sıra kızıla çalan karaları bir cevap ister gibi dolandı yüzümde.

Ellerinin biri uzandığım ada tezgahından destek alırken, diğerini sırılsıklam kalan kadınlığıma indirdi. Sıcak parmakları, kasılan kadınlığımın dudaklarını öyle yavaş okşuyordu ki, bunu beni çıldırtmak için yaptığını biliyordum.

"Söyle bana, gözlerime bakınca ne görüyorsun." Klitorisimin üzerinde dairesel hareketlerle küçük okşamalar bırakmaya başladığında, gözlerim zevkle kayıyor ve iniltilerim, sıktığım dudaklarımın arasında boğuklaşıyordu.

"Korkmadığını söyle. Benden ve bu karanlıktan korkmadığını." Elleri yeniden durdu. Fakat bu seferki daha fazla acı vermişti çünkü neredeyse orgazm olmak üzereydim.

Ama bu acımasız herif, zevkimi yarıda kestiği için, beklentili kasılmalar ölümüme sebep olacak!

"Pars!" İçinde bulunduğum durumun yüksekliği ve klitorisimin iki parmağının arasında sıkışıp kalmasıyla utançla kaçırdım gözlerimi. Israrcı olmasını beklediğim saniyelerde üzerime gelmeyerek bana istediğimi vermiyordu.

Parmakları usulca hareketlendiğinde biri kadınlığımın girişinde usulca dolandı. diğer iki parmağının arasında sıkıştırdığı klitorisimi hafif bir baskıyla sıktığında acı ve zevkin vücuduma hücum ettiğini o an hissettim.

"Sshh! Ah!" Altında kontrolsüz kasılmalarla titrerken sıktığı klitorisimi usulca okşamaya başladı. Önce sert bir hareketle uyarıya geçen kadınlığım şimdi şefkatli parmakları tarafından delirmeme sebep olurcasına okşanıyordu.

Sıcak eller öyle sistematik hareket ediyordu ki, içimde durmaksızın yükselen bir volkanın tüm bedenimdeki hakimiyeti ele geçirdiği hissediyordum. Kasıklarımın içinde bir karmaşa baş gösterirken Pars'ın parmakları tarafından bedenime bırakılan zevk dalgası kadınlığımın iç duvarlarını istekle kasıyordu.

"Benim hırçın itaatkarım..." kulağıma bıraktığı fısıltıyla iniltilerim eşliğinde geniş bir gülüş yayıldı yüzümde.

"Lütfen!" dedim dudaklarım titrerken ve yüzüm alev alev yanarken. "Lütfen durma." Yalvaran titrek iniltilerimle alt dudağını sertçe ağzımın içine sokuşturdu.

"Em." Yüzüme doğru bıraktığı emirle benden isteneni yapıyordum.

Büyük bir açlıkla emerken onunda ellerinin giderek hızlandığını hissediyordum. Damağıma yayılan bu tat, benim kadınlığımın aromasıydı ve bunu bilmek iyice çıldırmama sebep oluyordu. Gözlerim zevkle kayarken kasılarak ağzımdaki dudağı emmeye bıraktım.

Elleri ansızın teması durdurduğunda isyan eder bir bağırış bıraktım. "Ah! Hadi ama!"

"Emmeye devam etmediğin sürece benden hiçbir şey almayacaksın. Buna kontrol güdüsü denir." Karanlık bir gülüşle yüzümü süzerken hafifçe dokundu klitorisime ve yeniden konuştu. "Şimdi Em."

Dudağını ağzıma sokuşturduğunda açlıkla sarıldım dudaklarına. Emmeye başladığımda kadınlığımın üzerindeki hareketlilik giderek yükselmeye başladı. Kasılan içim ve titreyen bedenimle dudaklarımın arasından, aldığım zevkin kontrolsüzlüğüyle kaçan dudağı her seferinde korkuyla yeniden kavrıyordum.

İçimde yükselen şehvet, kadınlığımın duvarlarını zevk suyuyla doldurmaya başladığımda emdiğim dudağa rağmen iniltilerimi bastıramıyordum. "Ahm! "

Tir tir titriyordum ve yanaklarım alev alev yanıyordu. Kasıklarımdaki keskin haz kadınlığıma doluşuyordu ve ben bu adamın ellerinin arasında kontrolsüzce sızlanıyordum. "Aaah..."

Dudağını bıraktım ve kendimi sert tezgâhta geri verdiğimde bedenim artık aldığı zevkin getirilerini gerçekleştiriyordu. Yay gibi kıvrılan belim ve kadınlığımdaki sert parmaklara bastırdım kendimi.

Bacaklarım deli gibi titrerken zevk sularım ön görülemez bir istekle bedenimi terk etti. Pars'ın ellerini yıkayıp geçen sularım, kalçalarıma doğru akarken içimdeki ateş, geride öylece harını bırakıyordu.

Bedenim hala titriyor, bacaklarım yaşadığım orgazmın etkisiyle güçsüz kalıyordu. Aldığım sert solukları düzene sokmaya çalışıyordum ama göğüs kafesim öyle hızlı inip kalkıyor ki buna engel olamıyordum.

"İşte böyle." Pars'ın baskın tınısı kulaklarıma ulaştığı sırada, uzanıp titreyen dudaklarımın üzerine bir öpücük bıraktı. Ardından soluk soluğa kalan burnuma ve alnıma.

Bu üç öpücük, yüzümde sakin ve utangaç bir gülümseme yayarken ellerini ıslak kadınlığımın üstünden geri çekti.

Ada mutfağının üzerinde nefes nefese kalan bedenimi usulca giydirmeye başladığında sessizce kıkırdadım.

Az önce bacaklarımdan aşağıya bırakılan tangam şimdi dikkatle yukarı toplanıyor ve pijamam mutfak zemininden kurtulup bacaklarıma geri dönüyordu.

Belime kadar çektiği pijamayla beni üşümekten kurtardı ve ardından yukarı sıyırdığı kazağımı usulca aşağıya çekti.

"Gel bakalım." Diğer eliyle beni belimden tuttu ve tezgâhın üzerinde oturttu. Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum. Bakışlarım kızarık yüzündeyken beni bedenine yasladı ve tüm kontrolün kendinde olduğunu ima eden bir sesle fısıldadı. "Kollarını boynuma sar."

İstediği şeyi yaparak güçsüz kalan kollarımı omuzlarına doladım. Beni yavaşça kucağına çektiğinde refleksle bacaklarımı beline doğru sardım. Kalçam havalandığında beni tek koluyla rahatça kucağına alarak çıktı mutfaktan

"Ne yapıyorsun?" Şaşkın kahkahamla sessiz bir sırıtış bıraktı bana.

Başımı omuzuna doğru yasladığımda düşeceğim diye hiçbir korku duymuyordum. Belimi öyle sıkı tutuyordu ki değil düşmem, kaymam bile imkânsız gibiydi. Üstelik ağırlığımın onu etkilemediğinden neredeyse emindim.

Adımları yatak odasına döndüğünde beni de kucağında tutarak banyoya doğru ilerledi. "Elimi yıkayacağım."

Musluğu tek eliyle açtı ve ıslattığı parmaklarına sıvı sabunu usulca sıktı. Köpürttüğü parmaklarını akan suyun altına sokarak duruladığında, dikkatle onu izliyordum.

Böyle kucağında takılmak çok güzeldi ama bacaklarım öyle güçsüz ki daha ne kadar ona asılı durabilirim bilmiyordum.

Kapattığı musluğun ardından, elini askıdaki havluya gelişi güzel kuruladı. Diğer elini yavaşça kalçalarıma sardı. "Sal bacaklarını, titriyorsun." dedi buğulu bir sesle.

"Pars ya!" Utangaç sesimle bacaklarımı saldım ve şimdi tüm hakimiyet ondaydı.

Bir eli kalçalarımda diğeri belimdeyken beni yavaşça çıkardı banyodan. Yatağa doğru ilerlediğimizde beni bırakmadan yavaşça uzandı yatağa, üzerinde öylece kaldığımda başımı göğsüne yerleştirdim.

Kafasının altına çektiği yastıkla bir süre öylece kaldık. Yüzümün altında atan kalbini duymak, dünyanın en eşsiz melodisi gibiydi. Sevdiğim adamın kolları arasında, göğsüne sığınmış haldeydim.

Sanki onun kolları arasında, sonsuza kadar böyle olursam beni her şeyden koruyabilecekmiş gibiydi. Ve ben... Dünyanın tüm zorluklarından sıyrılıp varlığı ile sonsuz bir huzura sığınacaktım.

"Seni seviyorum." Fısıltılı sesim aramızdaki sessizliği bölerken başımı usulca yüzüne doğru çevirdim.

kalçamdaki eli yavaşça yüzüme doğru kalktı, ıslak parmakları yanaklarımda usulca dolanırken gözlerini yüzümdeki sakin gülümseme ile kapattım.

"Seni çok seviyorum Nasya. Seni hayal edemeyeceğin kadar çok seviyorum." İri parmaklar dudaklarıma doğru kaydığında öpülmekten tahriş olan ve şişen dudaklarım ıslak parmakların ferahlığı ile bir nebze rahatlıyordu.

"Bundan sonra ne olacak bilmiyorum ama seni kaybetmek istemiyorum." Yaptığım itiraf yüzümün altındaki kalbin ritmini değiştirirken aldığım bu reaksiyon hoşuma gidiyordu.

"Bundan sonra hiçbir güç seni benden alamaz yavrum, hiçbir el çekip koparamaz yanımdan. Sen benimle olmak istediğin sürece hiçbir şey bizi birbirimizden ayırmayacak, söz veriyorum." Elleri saçlarına doğru yükseldi ve şefkatli dokunuşlarla okşadı.

Aklıma ansızın gelen şeyle birlikte hızla üzerinden toparlandım ve kalktım. "Ne oldu?" derken şaşkın bakışları yüzümde dolanıyor, alnı kırışıyordu. "Bekle."

Kıkırdayarak yataktan kalktım ve koşar adım salona döndüm. Saatler önce sönen şöminenin önünde diz çöktüm ve küllerin arasındaki yüzüğü parmaklarımın yardımı ile bulup çıkardım. Yanmaktan kararmış ve sislenmişti ama elması bir ay kadar parlak duruyordu.

Hızla yerden kalktım ve yatak odasına ilerledim. Yatağa heyecanla zıpladığımda Pars uzandığı yerden usulca dikeldi, gözleri ellerimdeki yüzüğe döndü. Ani bir hamleyle, yüzüğü; uzanıp açtığım avuçlarının içine bıraktım.

Ne yaptığımı asla anlamıyordu ve bu anın getirdiği şaşkınlıkla beni sorgulayan bakışları üzerimde dolanıyordu. Başımı yavaşça yana eğdim ve birkaç saniye kapattığım gözlerimle içime sert bir nefes çektim.

Tüm cesaretimi toplayarak yeniden araladım bakışlarımı güzel yüzüne. "Yanında olmak istiyorum, hayatımın son gününe kadar yanında." Elimi ona doğru uzattım ve yüzük parmağımı öne çıkardım. "Son günüme kadar." dedim titreyen sesimle.

Delilikti bu, biliyorum. Delilikti ama onun için zaten deli oluyordum. Üstelik bu yüzük, benim ahmaklıklarım olmasa aylar önce takılmış olacaktı parmağıma.

Gözlerim Pars'a döndüğünde ağırca yutkunurken buldum onu. Bakışları elime döndü. Yüzündeki afallamayı görebiliyordum, onun gibi bir adamı böyle şaşkın görmek güneş tutulması gibi bir doğa olayıydı ama başarmıştım.

"Hadi." Elimi yeniden önüne doğru ittirdim. Bakışları yüzüme döndü, gözleri inanamaz bir ifadeyle gözlerimde dolandı. "Nasya."

"Hadi Pars. O yüzük benimdi, onu ait olduğu yere iade et." Titreyen sesim ve sızlayan genzimle içinde bulunduğum anın absürtlüğüne ve heyecanına inanmıyordum. Zorla evlenme teklif ettiriyordum. Şaka gibiydi.

"Bu çok..."

"Hızlı mı? Bence yeterince zaman kaybettik. Ben seni istediğimi biliyorum, her gün ve her gece. Ama sen fikrini değiştirdiysen..." Elimi yavaşça geri çekerken hızla bileğimi tuttu ve elimi kendine doğru çekti.

Başını iki yana salladığında, gerginlikle aralandı dudakları. "Hayır tabi ki, asla. Senden asla vazgeçmedim. Sadece korkularım var"

'Korkuların? Senin? Hadi be oradan!'

"Anlamadım?" dedim alayla kıkırdarken.

"Nasya hayatımda bir şeyler değişti. Benim..." bileğimi serbest bıraktığında durumun ciddi olduğunu anlıyordum.

Yataktan kalktı ve elindeki yüzüğü avuçlarının arasında sıkarak salona doğru ilerledi. Yatağın ortasında, odanın içinde bir başıma kaldığımda sert bir duvara çarpmış gibiydim.

Bu teklifi kolaylıkla yapar diye umuyordum. Aylarca peşimden koşan adam neden bir teklifte böyle zorlanırdı ki? "Ne oluyor şimdi?" Alnım kırışırken hızla peşinden salona ilerledim.

Odanın içinde öylece arkası dönük dururken elindeki yüzüğe baktığını görüyordum. Kafasında bir şeyler alıp veriyor gibi bir hali ve gergin bir duruşu vardı.

Güvenmediği için mi böyle yapıyordu? Bana ya da bize güvenmiyor mu? Hala...

"Pars..." Arkasından yaklaştım ve usulca koluna sarıldı ellerim.

Ona sebebini sormaya deli gibi korkuyordum. Alacağım cevaptan, onu kaybetmekten korkuyordum.

"Seni böyle bir şeye mecbur edemem ben." dedi. Gözlerim yüzüne döndüğünde burnunun kızardığını görebiliyordum.

'Ne mecburu? Neyin mecburiyetinden bahsediyorsun?'

"Ne oluyor." Hızla önüne doğru bir adım attım ve bizi yüz yüze getirdim. Bakışları yüzümden terse döndü ve gözlerini yeniden avucunun içinde duran yanık yüzüğe çevirdi. "Bir şey mi oluyor, ben anlamıyorum?" Tedirginlikle fısıldadım.

Bir anda böyle geri kaçması beni mahveder, bana yeniden sırtını dönmesi hayatımı tepetaklak ederdi. Biliyordum.

"Pars." Gözlerim dolarken elini sertçe sarstım. "Bak bana, ne bu şimdi?" Genzim yanarken birazdan bir ayrılık konuşması yapacak gibi bakıyordu gözlerime.

"Nasya ben..." Sustu.

'Susma işte, susma lanet olsun. Sen susunca kafamın içi konuşmaya başlıyor, ihtimaller canımı yakıyor susma!'

"Sen ne! Ne sen ya!" Bağırdığımda dolan gözlerim görüşümü bulanıklaştırıyordu.

"Sakın bana 'Yapamamayız.' falan deme! Bak bana!" Yeniden sarstım ve bakışını bana çevirmesini sağladım.

"Dün gece ve bu sabahtan sonra bana sakın 'Yapamam.' deme! Öldürürüm seni. Yemin ederim, öldürürüm Pars." sol gözümden bir damla yaş aktı.

"Nasya..." Boştaki eli gözyaşıma doğru kalkarken hızla çektim yüzümü ellerinden.

"Dokunma! Az önce 'Bizi hiç kimse ayıramaz.' diyordun!"

Ellerim yatak odasını gösterirken bağırışım salonda yayıldı. "Az önce 'Kimse çekip alamaz seni benden.' diyordun! Şizofren misin sen oğlum?" Bağırmaktan boğazım sızlarken başını yere eğdi.

Bu korkumun sesiydi. Böyle avaz avaz bağıran korkumun ta kendisiydi. Yeniden ondan uzak kalmak zorunda kalabilirdim, bir anda çekip gidebilirdi. Bunu kolayca yapardı ve ben, o istemezse sesini bile duyamazdım. Az önce yaşadığımı hissettiren adamın sesini bile duyamazdım.

"Bana bak, dedim!" Hızla çıplak gövdesine vurduğumda güçsüzce geriye doğru sendeledi. "Bir şey söyle! Gebertirim seni. Bana bir şey söyle ölü gibi durma karşımda." Öfkeme rağmen sesim tiz bir tınıyla titredi.

"Evlenmemeliyiz. Biz evlenmemeliyiz." Zar zor kurduğu kelimeler fısıltıyla dolandı kulaklarımda.

"Hayatımın sonuna kadar sevgilin olarak mı kalmalıyım? Nedir yani, evlilikten mi korkuyorsun? Daha önce de evlenmedin mi sen Pars, ne bu şimdi anlamıyorum."

Bakışları anlamsızca yüzümde dolandığında hiçbir şey dememeye yeminli gibiydi. Sanki bir şeyler söylemeliydi de nasıl söylemesi gerektiğini kestiremiyor gibi.

"Tamam be! Meraklısı benmişim gibi davranma. Evlilik yok tamam mı? Ama bir gün elinde yüzükle gelirsen bu kez ben süründüreceğim seni."

Kırgın itirazımla yüzünde mimik oynamıyordu.

"Evlilik manyağı falan değilim, bana bu yüzüğü alan sensin. Dün gece benim için aldığını söylediğin için ben de bir sembol gibi düşündüm ama saçmalıktı, kabul. Tamam mı? Atalım gitsin küllerin içine."

İçimde bastırdığım korku, onu yeniden kaybetmeyeydi. Bir evlilik yüzünden hayatımdan çıkmasına dayanamazdım herhalde.

Uzanıp elindeki yüzüğü alacakken avucunu kapattı. Bakışlarım sitemle yüzüne döndüğünde titreyen çenemle yeniden bağırdım. "Ver! Atacağım yeniden küllerin arasına, ver."

Sert tonlamamla uzanıp elimi tuttu. Kan çanağı gibi kızaran bakışları gözlerimde tutunduğunda boğuk sesiyle zar zor birkaç cümle kuruverdi. "Benim çocuğum olmayacak Nasya." dedi. Öyle bir anın içinde, öyle tuhaf bir tınıyla söyledi ki bunu ne diyeceğimi bilemiyordum.

Yüzüne öylece bakarken bakışlarını, tuttuğu bileğimde sabitledi. "Beynimin içinde bir tümör var, iki ay önce aldırdım fakat tedaviyi en başında reddettiğim için artık baba olamayacağımı biliyorum. Tüm bunların yanında tümör sonsuza dek gitmedi, yeniden nüksedebilir."

Gözleri hala bileğimdeydi, sanki bana bakarsa gardı düşecekmiş gibi davrandığını görebiliyordum. Güçsüzlüğünü saklamaya çalıştığını görüyordum.

Titrek ses yeniden güçlü bir maske takındı ve kulaklarımı doldurdu. Şakakları titrerken devam etti. "Söylediğim gibi, seni benden kimse alamaz ama sen yanımda kalmak istemezsen bunu gurur meselesi yapmayacağım. Çünkü biliyorum ki hiçbir kadının elinden bu hak alınmamalı. Sen harika bir anne olacaksın ve belki de sağlıklı bir adamla olacaksın, kafasının içinde saatli bir bombayla gezen bir adamla değil."

Gözleri yüzüme döndüğünde kendini nasıl sıktığını görebiliyordum. "Bizim için çok daha güzel bir hayat isterdim ama elimde yalnızca bu var. Çürük bir adam." Dudakları hüzünlü bir kasılmayla kıvrıldı.

"Pars." Omuzlarım öylece çöktüğünde ne diyeceğimi bilmiyordum.

Çocuk umurumda değildi, dünya üzerinde bir sürü sahipsiz bebek varken benim doğurmamın ne önemi olurdu ki? Pek tabi birine anne ve baba olabilirdik ama o, beyninin içindeki tümörden bahsediyordu.

Bu şeyler ne kadar ciddi olabilir, yurttan biliyordum. Kızlardan birinin sürekli bayılmaları sonucu doktor kontrolü ile tümör olduğu ortaya çıkmıştı ve bir sene içinde öldü.

Şimdi sevdiğim adama bakıp onun bir sabah ansızın gidebileceğini düşünmek boğazımdan yukarıya bir ağlama hissi yükseltiyor.

"Seni hiçbir şeye zorlayamam. Senden tüm bunları alamam. Sadece sevgimi verebileceğim bu ilişkiye seni hapsetmek bencillik değil nedir?"

Yaşadığımı hissetmem ve hayatta kalmam için sadece ona, aşkına, bana duyduğu koşulsuz sevgine ihtiyacım varken bunun farkında olmaması ruhuma dokunmuştu.

Küçümsediği o sevgisini sözde bencillik yapmamak için çekip alsa üzerimden, geride nasıl bir enkaz bırakacağını bilememek aptallık değil de neydi?

Hızla boynuna doğru atıldım ve onu sertçe bastırdım kendime. Kollarım öyle sıkı tutunuyordu ki ona, kokusu genzime dolarken ve varlığı tüm sıcaklığıyla kollarımın arasındayken her günümü onunla geçirmek istiyordum. Onun dışında hiçbir şey istemiyorum ve ondan başka hiçbir şey düşünmüyorum.

"Seni çok seviyorum aptal herif, bebek umurumda değil, kafanın içindeki bomba da öyle. Her günü istiyorum senden, bana verebileceğin her günü, her dakikayı ve saniyeyi."

Titreyen sesimle yanaklarımdan akan yaşlarla belimi saran iri kol bana bir karşılık verirken rahatlamış bir nefes verdim dudaklarımın arasından.

Beni kendine kenetlediği her an, dakikalardır kontrol edemediğim kaybetme korkusu yerini huzura bırakıyordu. Geçtiğimiz kasvetli dakikaların ardından; yanımda olduğu sürece her şeyi aşacak güce sahip olabileceğime daha çok inandım.

"Bırakma beni Pars. Hastalığın seni benden almasına izin verme, olur mu? Ben yıllardır bekliyorum seni, kalbimi senin için sakladım, ruhumu ve tüm sevgimi uğruna harcamayı bekledim. Sen de beni bırakma, yalvarırım!" Sesim giderek hıçkırıklara dönerken korkularım ağlama olarak kendini gösteriyordu.

Pars'ın diğer eli saçlarıma kalktığında yavaşça okşadı ve rahatlatıcı bir fısıltıyla konuştu. "Beni senden ölüm bile ayıramaz güzelim, bizi hiçbir şey ayıramaz. Yemin ederim."

Kollarım iyice sıkılaştığında onu var gücümle sıkmak istiyordum hatta içime sokup kalbimin içinde saklamak. Hiçbir hastalık onu bulmasın ve hiçbir ayrılık bize uğramasın diye.

Onu diğer tüm insanlardan saklamak istiyordum, dünyanın tüm kötülüklerinden ve üzüntülerinden.

Sanki benden ayrılırsa savunmasız olacakmışız gibi daha çok sıktığımda belimdeki eli, beni hafifçe itti. "Nasya, nefes..."

Daha da sıktım. Öyle ki bu anın içinde ikimizde kalalım diye, bir an öncesi ya da sonrası değil, bu anın içinde.

"Yavrum yavaş." Kesikçe öksürürken sarılan kollarımın sıkmanın etkisiyle kızardığını fark ettim ve hızla geri çekildim. Rahat bir nefes çekti içine ve yeniden öksürdü. "Güzelim ölüyordum be." Sırıtarak nefeslenirken mahcup bir bakışla süzdüm yüzünü.

Uzanıp avuçlarının arasında sıktığı yüzüğü aldığımda ne yaptığımı anlamaya çalışarak bana baktı. "Bunun ait olduğu yer burası." Parmağıma geçirdiğim yüzükle dudaklarında şaşkın bir gülümseme yer etti.

"Bu halin beni her saniye biraz daha şaşkına çeviriyor biliyor musun?" Uzanıp elimi tuttu ve yüzüğü parmağımdan çıkardı. "Ya ne yapıyorsun?" İtiraz eden sesimle, dizlerinin üzerinde usulca çöktü ve elindeki yüzüğü bana doğru uzattı.

"Usulüne uygun yapalım ama şunu bil ki önünde diz çöktüğüm ilk kadınsın. Sahi ya, karıştırdım. Bir kez daha çökmüştüm bir kadının önünde ama neyse ki o da sendin." Sırıtarak tek dizini kaldırdı ve elimi parmaklarının arasına aldı.

Dişlerimin arasından alaylı bir hırıltı bıraktım. "Kafana bir tane geçirmemek için kendimi öyle zor tutuyorum ki! Bak aynı boy hizasına da indik zaten!"

"Ciddileşebilir misin sevgilim, önemli bir anın içindeyiz." Pis pis sırıtarak beni susturdu ve yapay bir öksürükle nefesini toplar gibi yaptı. "Nasya Sipahi, seni en başta sadece tek gecelik ilişki için isteyen ve sonrasında başına bir sürü dert açan; bu kontrol manyağı ve sorunlu adamı, bundan sonraki hayatını zehretmek için eşin olarak kabul ediyor musun?" dedi. Sırıtıyordu.

Hatırlattığı şeyler sinirimi bozduğu için yerdeki dizine küçük bir tekme savurdum. "Öküz!" Öfkeyle tısladığımda sinirimden nasıl zevk aldığını attığı şen kahkahadan anlıyordum.

"Söyle bana dünyanın en özel kadını, bunca yıllık hayatımda, nerede olduğunu bile unuttuğum kalbimi bana hatırlattıktan ve beni en büyük acıların içinde kıvrandırdıktan sonra, evlilik teklifimi ret mi edeceksin?" Sesi hafifçe titrerken yüzündeki gıcık sırıtış yumuşak bir tebessüme dönüştü.

"Dünyanın en sadist adamı, tüm kontrol manyaklıkların ve benden önceki çapkın tavırların bir yana yaşattığım onca kötü şeyden sonra evlilik teklifini kabul edeceğim, çünkü çok daha kötüleri seni bekliyor. Ha ha ha!"

Alaylı kahkahamla yeniden gülmeye başladı. "Uzat artık şu elini." dedi gülüşlerinin arasında. "Emin misin daha kötü günler diyorum bak." dedim sinsice gülerken.

"Benim tüm kötü günlerim, yanımda olmadığın günlerdir güzelim, varlığın, yanımda olduğu sürece hiçbir kötülük beni korkutamaz." Parmağımın üzerinden geçirdiği yüzük yavaşça yerine oturduğunda, yüzümde sakin bir gülümseme oluştu ve ona doğru eğilip boynuna sarıldım. Bu kez daha nazikçe.

İkimizde sendeleyerek yere düştüğümüzde beni usulca kucağına çekti. "Gidip güzel bir kahvaltı yapalım, kurt gibi açım." Öpüşleri şakaklarımda peşi sıra bırakılırken kıkırdadım. Gözlerim yüzüne döndü. "Duş almam gerek ve kıyafet bulmam, anlarsın ya."

"Kıyafet işini hallederiz. Sen hızlı bir duş al ve ben de bu sırada birkaç telefon görüşmesi yapayım, olur mu? Malum, Londra'ya dönmeyeceğim için orada ayarlanmış birkaç toplantının ertelenmesi gerekiyor."

Elleri usulca saçlarımda dolanırken başımı yavaşça salladım. "Ama günün geri kalanında benimsin." dedim sırıtarak.

"Akşam sekizde bir iş yemeğim var, o zamana kadar senin olabilirim." Dedi. "Ben de gelsem?" Başımı yavaşça eğdiğimde şaşkınlıkla bana bakıyordu.

"İş yemeğine mi?" Şaşkın bir gülüş, dudaklarında yer etti.

"Evet, hep yanında olmaktan bahsederken şaka mı sanmıştın?"

Sırıtırken derin bir nefes çekti içine. "Pekâlâ ama sıkıldım diye darlamayacaksın beni, kabul mü? Belki ben toplantıdayken sen bar kısmında takılırsın."

Omuzumu silktim ve onaylar bir fısıltı bıraktım. "Yanında olduğum sürece sıkıntı yok ama öncesinde Davut'u göndersen de benim telefonumu ve çantamı getirse evden? Belki birkaç kıyafet de getirir."

"Ben yanındayken telefona neden ihtiyacın olsun ki?" küstah sesi gözlerimi devirmeme neden olduğunda, sorusunu alaylı bir fısıltıyla cevapladım.

"Ben bir iş kadınıyım farkında mısın? Başında olmam gereken bir işim ve iş konusunda taviz sevmeyen bir babam var. Yine de her şeye rağmen bu günümü sana armağan ettim fakat en azından bana ulaşabilecekleri bir yer olmalı." Sırıtarak kalktım kucağından ve o da yavaşça toparlanarak kalktı yerden.

"Pekala, Sen duştan çıkana kadar burada olur." uzanıp saçlarımı yavaşça öptü.

"Teşekkürler biricik nişanlım. Nasıl da her şeyi hemen çözüme ulaştırırsın." Şımarıkça yüzüğümü yüzüne doğru kaldırdığımda dudakları sakince kıvrıldı.

"Seninle gurur duyuyorum Nasya." dedi. Bendeki şımarıklığın aksine onun yüzü oldukça gururlu bir tebessümle duruyordu karşımda. Şaşkınca sırıttım. "Anlamadım."

"Dönüştürdüğün bu kadınla gurur duyuyorum, hayatının kontrolünü eline alman ve şirkette kısa zamanda edindiğin statü, her şeyinle hayranlık duyulacak bir kadınsın, sana sahip olduğum için şanslı olduğumu hissediyorum."

Söylediği şey kalbimi deli gibi çırpındırırken onun gibi başarılı bir adamdan aldığım övgü omuzlarımı dikiyor ve özgüvenimi tamamlıyordu.

"Teşekkür ederim, yani bunu senden duymak benim için çok özel, bir varoş olduğumu düşünebilirdin." dedim alayla gülümserken. Hiçbir şey anlamadan şaşkın bir ifadeyle bana bakıyordu. "Ne?"

"Sosyete de birileri yetimhaneden ve gece kondu mahallesinden geldiğim için asla başarılı olmayacağımı düşünüyor. yani umurumda bile değiller ama ön yargıları mide bulandırıcı. "

"Onları umursamaman gerektiğini zaman içinde anlayacaksın, sen dünden bugüne her şeyinle çok özelsin Nasya. Bu gerçeği hiçbir fısıltı değiştiremez."

"Öyle ama sırf o pislikler duyacak diye eski evime bile gidemiyorum, yani 'Umurumda değiller.' diyorum ama sanırım umurumdalar. Bir ara babama orayı benim için almasını söylemiştim ama sonra vazgeçtim. O ev tüm iyi kötü anılarımla dolu. Anlarsın ya bazen kaçıp saklanmak ihtiyacı duyarsın, ben de düşündüm ki belki orası benim sığınağım olabilir fakat tüm bu insanlar o şansı da aldı elimden. Kim bilir ne durumdadır şimdi, eminim birileri yerleşmiştir bile."

Adımları yanıma doğru yaklaştığında yüzünde sakin bir gülümseme yer etti, elleri usulca yüzümü avuçlarının arasına aldı.

"O insanlar hep konuşur sevgilim, sosyetede doğsaydın da konuşacaklardı, önce bunu anlamalısın, sonrasında ise, o evde kimsenin oturmadığını bilmeni isterim."

Dudaklarım hayretle aralandığında şaşkın bir fısıltıyla konuştum. "Nasıl yani, nereden biliyorsun? Ali orayı çoktan vermiştir kiraya, paragözün teki o adam."

"O evde kimse oturmuyor Nasya, sen aksini söyleyene kadar da kimse oturamaz." Şaşkınlıkla çatıldı kaşlarım. "Pars?"

"Aylar önce satın aldım orayı, tüm olaylardan önce. Tüm bu kaostan önce gizlice üzerine geçirdim evi. Sanırım o kadar gizliydi ki sana haber vermeyi unutmuşum." O alayla sırıtırken, ben şaşkınlıkla yüzüne bakıyordum.

"S-sen ciddi misin?" Genzim sızlarken gözlerim sevinçle doldu.

"Evet güzelim, o ev senin adına. Belki soy adın değiştiği için noterde gözükmüyordur fakat küçük bir düzeltmeyle sorun ortadan kalkacaktır. Ev senin, üstelik uzun zamandır. Oraya ne zaman gitmek istersen gidebilirsin. İnsanların ne dediğiyle ilgilenme. Her biri mutsuz onların, bir başkasının başarısını da takdir edemezler bu yüzden. Öyle saldırganlar ki hiçbir güzelliği görmez gözleri. Nereden biliyorsun diye sorma, sen gelene kadar bende o canavarlardan biriydim."

Beni yavaşça yüzüne yaklaştırdığında dudakları dudaklarımı örttü. Usulca öptü ve geri çekildi. "Sen benim mucizemsin ufaklık. Öyle plansız, öyle dürtüsel davranıyorum ki yanında, her şey bir yana sen bir yana. Anlıyorsun, değil mi?"

"Pars." Hızla göğsüne yasladığım yüzümle sertçe sardım kollarımı bedenine. Benim için haberim bile olmadan öyle çok şey yapmıştı ki...

Hayatım boyunca böyle sevileceğimi hayal bile edemeyen kimsesiz bir kızdım ben, tüm eksik parçalarımı tamamlamıştı bu adam. Öyle büyük bir çabayla sevmişti ki beni, herkesin onun gibi olacağını düşündüğüm anlarda bunun yalnızca ona has bir özellik olduğunu anlamıştım.

 

 

♟♟♟

 

PARS

Kravatı yumuşak bir hamleyle yukarıya çekerken Nasya'nın banyodaki suyu kapattığını duyuyordum. Başım omzumun üzerinden geriye döndüğünde yatağın üzerindeki kıyafetlerine göz gezdirdim.

O duşunu alırken Davut çoktan bir kaç parça kıyafet alıp gelmişti, bense bir kahve ile ayıldıktan sonra giyinmeyi nihayet bitirmiştim.

"Sen çoktan hazırsın." Kıkırdayarak banyodan çıktığında gözlerim güzel bedenine döndü.

Üzerinde sıkıca bağladığı bornozu ve ıslanınca daha da siyahlaşan güzel saçları ile öylece duruyor karşımda.

"Davut'a senin için bir şeyler getirttim, kahvaltı için rahat birkaç parça." Başımla yatağı işaret ettiğimde uzanıp askıdaki ceketi üzerime geçirdim.

"Evden bir şeyler getirebilirdi aslında." Mahcup fısıltısı ile sessizce gülümsedim. "Telefonunu getirdi zaten fakat kıyafet istemek biraz tuhaf geldi. Yani yenisini almak varken." Bedenimi yavaşça ona doğru çevirdiğimde ıslak adımlarla yatağa doğru yürüdüğünü görüyordum.

"Gerçekten tuhafsın Pars." Alayla gülerken uzanıp telefonunu yatağın üzerinden aldı.

Dalgın bir ifade ile muhtemelen gelen bildirimleri inceliyordu fakat bu dalgın an, onu rahatça incelememe fırsat tanıdı.

Islak omuzları ve güzel göğüslerinin üzerinde bağladığı sıkı havlu ile içimi ürpertiyordu. Her şeyini izliyordum. Saç uçlarından sırtına doğru akan su damlalarını ve kızarık yüzünü, ıslanan uzun kirpiklerinin birbirine yapışmasını ve dikkatini verdiği telefona alt dudağını stresle kemirerek baktığını.

Güzel kaşları çatıldığında fark ediyorum ki telefonunun ekranında onu huzursuz eden bir şey görüyor olmalı. "Sorun yok değil mi?"

Fısıltılı sorumla irkilerek yüzünü bana çevirdiğinde başını yavaşça iki yana salladı. "Hayır, sadece asistanımdan gelen birkaç bildirim, işle ilgili."

Dudaklarında zoraki bir gülümseme belirdiğinde içimi huzursuz eden bir his boğazımı doldurdu. Yalan söylüyordu. Bunu açıkça görebiliyordum fakat üzerine gitmeyecektim. Bana yalan söylememeyi kendi tercih edene kadar aramızdaki güvenin asla oluşmayacağını biliyordum.

"Eğer şirkette önemli bir işin varsa seni bırakabilirim." Yanına doğru attığım adımlarla ellerim ceketimin düğmelerine döndü. Dalgın bir mırıltıyla düğmeyi ilikten geçirdim. "Yüzün düştü bir anda, o yüzden söylüyorum."

Yanında durduğumda telefonun ekranını kendine çevirdi ve hızlı bir hamle ile ekranı benden sakladı.

'Yapma bunu işte güzelim, yapma bunu bana.'

"Yok, çok önemli bir şey değil. Sadece evden bilgisayarımı alabilirsem harika olur." Dudaklarına yapay bir tebessüm yerleştirdi ve tedirgin gözlerini yüzümde gezdirdi. "Tabi eğer 'Yolumuz uzar.' dersen gideceğimiz yere getirmesi için bir korumayı ararım."

Göğsüne yapıştırdığı telefona kayan gözlerim, birkaç salise bu gergin beden dilini süzdü.

"Sorun değil. Önce kahvaltı yaparız sonra da eve uğrayıp bilgisayarını alırız. Hem yemek için uygun bir şeyler giyersin." İstemsiz bir adımla üzerine doğru eğildim ve ıslak saçlarını hafifçe okşarken alnına sıcak bir öpücük bıraktım. "Seni arabada bekliyorum." Fısıltımla geri çekilerek beklemeden çıktım odadan.

İçimde, göğüs kafesimin üzerinde bir sıkıntı yerleşti. Bana açıkça yalan söylüyordu ve bunu evlilik teklifimi kabul ettikten kısa bir süre sonra yapıyordu.

Neydi onu bu tedirginliğe iten bilmiyorum ama geri dönüp elindeki telefonu parçalara ayırmak istiyordum. Şimdi içime ekilen bu şüphe tohumlarının kaynağı olan o telefonu yok etmek istiyordum.

'Bana neden yalan söylüyorsun ki! Bana ne sikime yalan söylüyorsun! Birbirimize her şeyi anlatabileceğimiz o noktada değil miyiz lan biz! Birbirimizle rahatça iletişim kurabileceğimiz o yerde değil miyiz? Peki şimdi bu ne Nasya! Sikiyim bu tedirgin halin ne!'

Öfkeyle dağ evinin kapısını çarpıp dışarı çıktığımda adımlarım hazırda bekleyen arabaya doğru ilerledi.

"Pars bey."

Davut'un sesi, aracın kapısını açtığım sırada beni bulduğunda, gergin bir nefesle durdum ve elimi aracın tepesine öfkeyle sardım. Avuç içimde ezilen soğuk demirle, nihayet adımları yanımda durdu ve nefes nefese konuştu.

"Melih'in izini bulduk efendim. Carlos sizi doğrudan aramak istemiş fakat ben, gece herkese haber vermiştim. Rahatsız edilmek istemediğinize dair. O yüzden bana ulaştı. Emrinizi bekliyorlar. 'Girsinler içeri.' dediğiniz anda gireceğiz."

Gergin mavi gözler üzerimde dolandığında genzimden içeriye hızlı bir soluk aldım.

"Girsinler içeri Davut. O şerefsizi öyle ya da böyle yakalayıp bana getirsinler! Bu gece o iti, tavana zincirle asılmış bir şekilde görmek istiyorum." Dişlerimin arasından öfkeyle konuştuğumda hızla arkasını döndü ve telefonu kulağına yaslayarak ondan istediğim şeyi yerine getirmeye koyuldu.

Melih bana Melikşah'ı getirecekti! Melikşah ise uzun zamandır uğraşamadığım en büyük sorunumdu! O adamın azı dişinden kendime bir kolye yapacaktım. Bana karşı haddi aşmak ne demek gösterecektim!

Dağ evinin ana kapısı açıldığında Nasya, elindeki telefonuyla birlikte çıktı içeriden. Gülen gözleri beni bulduğunda içimdeki rahatsız his boğazımı doldurdu, yeniden.

'Ne saklıyorsun benden! O siktiğimin telefonuna girmem iki dakikamı bile almaz! Ama bana neden yalan söyleyesin anlamıyorum! Bu sabah siktirip gidebilirdin fakat benimle kalmayı seçen sendin! Şimdi o sıkıca kavradığın telefonda benim bilmemem gereken ne var!'

"Geldim." Kıkırdayarak arabaya doğru yaklaştığında ben de şoför koltuğuna oturdum ve kapımı kapattım.

Aracı çalıştırdığımda yan kapım Nasya tarafından açıldı ve neşeli bir kıkırtıyla içeri girdi. "Bekletmedim değil mi?" Gözleri ışıl ışıl parlarken yüzümde gergin bir gülümseme oluştu ve bakışlarım avuçlarındaki telefona kaydı.

"Hayır güzelim. Aksine oldukça hızlıydın." Uzanıp emniyet kemerini kavradığımda ellerindeki telefonu iyice çekti kendine doğru. Sıktığım dişlerimle yavaşça geri çekildim ve kemeri kilide taktım.

'Nasya!'

"Saçlarını neden kurutmadın." Gözlerim yüzüne döndüğünde alnımı yavaşça onunkine yasladım ve güzel kokusunu içime çektim.

'Başka bir kadın yanımda o sikik telefonunu böyle tedirgince saklasa her şeyi bambaşka yapardım ama sen Nasya... Sikeyim, sana aşığım kızım! Bana yanlış yapmamanı dilemekten başka çarem kalmıyor.'

"Kendi kendine kurur, hem bugün hava güzel." Uzanıp dudağımı yavaşça öptüğünde yüzümde istemsizce bir gülümseme yayıldı.

Geri çekildim ve klimayı açtım. "Yine de riske atmayacağım." Gaza yüklendiğimde araba yavaşça hareketlendi.

"Ya çocuk muyum ben?" Neşeli itirazı ile yarım bir gülüş eşliğinde cevap verdim. "Benim için çocuktan bir farkın yok yavrum. Hasta olmanı istemiyorum."

Arabanın içi sıcak havayla dolarken bakışlarım dikiz aynasından arkaya döndü, koruma araçlarının bizi takip ettiğini gördüğümde gevşedim ve dikkatimi yola verdim.

"Nereye gidiyoruz?" Koltukta yerleşirken uzanıp radyoyu açtı ve kanallar arasında geçmeye başladı.

"Güzel bir kahvaltı yapalım diyorum, deniz kenarında ve sessiz sakin." Bakışlarım yüzüne döndüğünde radyoda duyduğu şarkıyla heyecanla kocaman oldu gözleri.

"Bu şarkı, benden sana gelsin." Bilmiş bir ifade ile gülüşü genişlediğinde dikkatimi şarkının sözlerine verdim.

Neydi ne oldu bu sıradağlar

Uzuyor, uzuyor aramızda

Kor alevleri yangını söndür

Tütüyor güneşin burnumda

Bakışlarım yüzüne döndüğünde ağırca yutkundum. Gözleri dolarken sessizce eşlik etti şarkıya.

"Gurur ne yabancı bir kelime" Başını yavaşça bana doğru eğdiğinde usulca omuzuma yaslandı. "Geri dön yanıma" Başını boynuma doğru sokuşturdu ve şarkıyı dinlememe izin verdi.

Bu deli yüreğin (deli yüreğin) kilidi dilin (kilidi dilin)

Çözelim hadi (çözelim hadi) düğümlerini (düğümlerini)

Acısı diri (acısı diri) eskisi gibi (eskisi gibi)

Çölüme su ver (çölüme su ver) ellerin hani? (ellerin hani?)

Ellerin hani?

Ellerini koluma sardığında sıkıca tutundu omuzuma, kokusu ıslak saçlarından genzime dolarken gördüğüm bu sevgi kalbimi çıldırmış gibi hızlandırıyordu. Bana ithaf ettiği şarkı ile aslında içindeki duyguları en berrak haliyle sunuyordu gözlerimin önüne.

Ne dedin ne diye sana kızdım

Silinir cüretin izi kalpten

Yarası dilin en acı olanı

O bile unutuldu yeminle

"Çok güzel bir şarkı." Başımı, omuzuma yasladığı başına yavaşça dayadım.

" Kaza yaptığım gün, Defne bana her şeyi itiraf ettiği sırada radyoda bu şarkı çalıyordu." Sesi neredeyse ağlak bir titreklikle çıkarken burnundan içeriye sessiz bir nefes çekti.

" Seni Denizle görmüş olmanın acısını iliklerime kadar hissediyordum, her şeyim vardı. Babam , ailem her biri yanımdaydı ama ben seni istiyordum Pars..." dedi.

Ağırca yutkunduğumda konuşmasına müsaade ederek sessizliğimi korudum.

" Seni istiyordum. Hiç bir şeyi istemediğim kadar çok hemde. "

"Ve sonra, gittiğinde, Çekip Londra'ya gittiğinde, bir şey beni yeniden bu şarkıya iteledi. Sen yokken ne çok dinledim, bilmiyorsun." Sesi yeniden titrerken sessiz bir nefes çekti içine.

"Evinin yanmayan ışıklarına bakarak çaresizce mırıldanırdım, asla okumayacağın mesajlar atmadan önce ve sonra. Haberin bile yokken ne çok anı biriktirdim seninle , bir bilsen." Başını geri çektiğinde yüzünü yüzüme çevirdi. "Üstelik hatırlamamıştım bile. Seni hatırlamamıştım ama kalbim yine seni seçti."

Göz pınarlarına dolan yaşların yanaklarına düşmesi an meselesiyken genzim sızladı. Başımı yeniden yola döndüğümde sessiz bir nefesle topladım kendimi.

"Çok yorduk birbirimizi güzelim. Bilerek ya da bilmeyerek çok yorduk."

Kolumu tutan eller iyice sıkılaştığında yüzünü boynuma doğru bastırdı. İçine çektiği derin bir nefesle kokumu içine nasıl özlemle çektiğini hissediyordum. Sıcak nefesi boynumda yayıldığında dudakları sessiz bir öpücük armağan etti tenime.

"Nasya." İçimde ansızın yükselen şehveti durdurmak ister gibi kıstım boynumu.

"Ne?" dedi kıkırdayarak. "Bu anı ne kadar hayal ettim biliyor musun sen? Kokunu özlemişim ya resmen." Yeniden burnunu bastırdı tenime.

Bu kez nefesini sesli bir şekilde içine çekmesi erkekliğimi hareketlendirdiğinde istemsiz bir kahkaha ile geri çekildim. "Yavrum, araba kullanıyorum."

Çaresiz itirazımla heyecanla geri çekildi. Kolumu saran elleri de bedenimden ayrıldığında kucağındaki telefonu aracın önüne bıraktı ve hevesli bir nefes çekti içine.

"Etkileniyorsun sen." dedi kıkırdayarak. Bakışlarım yüzüne döndüğünde gözlerinin pantolonumda dolandığını görüyordum.

"Ya Nasya!" Ceketi çekiştirip önümdeki kabarıklığı kapatmaya çalışırken yeniden bir kahkaha kopardı. "Ya inanamıyorum libidon nasıl bu kadar yüksek olabilir?" Şaşkınlıkla karışık kıkırtısı ile sıkkın bir nefes verdim.

"Gözlerini pantolonumun üzerinden çek. Sapık gibisin farkında mısın?" Alayla sırıtırken hızla omuzuma vurdu. "Sapık değilim, sadece kumaş pantolonlar seni tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor."

"Sen de hazır gözler önündeyken bakayım mı diyorsun?" Gözlerim yoldayken yanaklarımda geniş bir sırıtış yer etti.

"O kadar gıcıksın ki yani gerçekten sapık olduğumu düşünmüyorsun her halde." Kıkırdayarak bana doğru yaklaştığında kendini zorlayarak yüzüme doğru uzanıp dudaklarını kulaklarıma bastırdı. "Söyle bana yoksa sapık mıyım?" Fısıltılı sesiyle kasıtlı bir şekilde inledi.

"Siktir!" Hızla çektim kafamı geri.

"Ha ha ha hah, belki kişisel sapığınımdır." Sol eli usulca dizimde dolandı ve kasıklarıma doğru kaydı. "Lan!"

Arabayı hızla kenara çektiğimde ani frenle kıkırdayarak koltukta sarsıldı. "Ay, ne oluyor ya!"

Kahkahasıyla birlikte hızla üzerine doğru eğildim ve kemerini kilitten çıkardım. Daha ne olduğunu anlayamadan belinden kavradığım küçük bedeni sertçe kucağıma oturttum.

"Ha ha ha! Ya ne yapıyorsun deli herif?" Koltuğu hızla geri çektiğimde direksiyonla aramdaki mesafe genişledi. "Pars."

Bacaklarını sıkıca kavrayıp iki yanıma çektim ve sırtımı koltukta geri verdim. "Araba kullanırken ya da herhangi bir yerde, zamanın ve mekânın bir önemi yok, bana bunu sen yapıyorsun."

Bacağını okşayarak kalçasına çıkardığım elimle uzanıp sol bileğini kavradım. "Şimdi dokun." Sertçe pantolonumun önündeki şişliğe bastırdım avuç içini.

Gözleri şaşkınlıkla kocaman olurken yanaklarında kızarık bir tebessüm oluştu. "Pekâlâ, tamam." Avucunun içini dolduran şişliği keşfetmek ister gibi dolandı parmakları ince kumaşın üzerinde.

"Nasya!" İniltiyle belinden kavrayıp onu göğsüme yasladım. "Bunu sana neden gösteriyorum biliyor musun? Çünkü bu küçük numaraları baş başayken severim fakat dışarıda bu beni zora sokar. Tam da bu sebepten küçük baş belası, beni kışkırtmaman gerekiyor."

Hırıltılı nefesimle sertçe kavradım dudaklarını, öpüşüme karşılık verirken elleri omuzlarıma yükseldi ve üzerinde oturduğu sertliğe bastırdı kalçasını. "Peki ya seni zor durumda bırakmak istiyorsam?" Kulağıma doğru yükselttiği dudakları ile yavaşça dişledi etimi ve tısladı. "Ya yaramazlık yapmak istiyorsam efendim?" dedi.

Duyduğum son kelime ile neye uğradığımı şaşırıyordum fakat bilincim kulağımdan boynuma yayılan sıcak nefesle beni işlevsiz hale getirirken , aletimin sıkı kalçalarının altında daha da irileştiğini hissettim.

"Başını belaya sokacaksın yavrum, başını büyük belaya sokacaksın." Belini kavradığım gibi yan koltuğa bıraktım onu yeniden. "Yanakların kızardı, ha ha ha!"

Eğleniyor gibiydi. Oysa ben, kasıklarıma saplanan keskin ağrı ile aracı çalıştırdım ve titrek bir nefesle dikkatimi toplayarak yola döndüm. "Dün gece ve bu sabah rahatlamış bir ruh halindeyken böyle konuşmak kolay olmalı." Kravatımı gevşettim ve açtığım camla içerideki sıcağın aksine dışarıdaki soğuk rüzgârın beni sakinleştirmesini bekledim.

"Bu konuda haklısın ama sana dokunmamı engelleyen sendin, şimdi sızlanma." Neşeli cıvıltısıyla aracın içini doldurduğunda yüzümde içten bir gülümseme oluştu.

Bu halleri öyle garipti ki aslında onu yeni yeni tanıyordum, severken nasıl bir kadına dönüştüğünü yeni görüyordum. Bunca zaman onu karşılıksız bir ilgiyle sarmalayan benken şimdi bana böyle sıcak ve içten oluşu her defasında afallamama ve aptal aptal sırıtmama sebep oluyordu.

"Sahi daha ne kadar bekleyeceğiz? Yani utanıyor falan değilsin her halde?" Bana bile bile bulaşıyor ve bu lanet sevimli halleri beni delirtiyordu.

"Temkinli ilerliyorum sevgilim, seni korkutmak istemem." Sinsi bir sırıtışla aracı restoranın önüne yaklaştırdım.

"Ne demek o şimdi?" Bedenini bana döndüğünde meraklı bir ifade ile kaşlarını dikti ve beni süzdü. "Az çok bir fikre sahipsin gibi hissediyorum." dedim sırıtarak. Motoru durdurduğumda geri yaslanıp tüm dikkatimi üzerine çevirdim.

"Ne demek bu şimdi?" Yanaklarında koca bir gülümseme belirdiğinde sessiz bir tebessümle bakışlarımı arabanın ön camına döndüm.

"İnelim mi artık?" Gözlerim restoran kapısını gösterirken sıkkın bir nefesle toparlandı ve uzanıp telefonunu aldı.

"Bu konuşma burada bitmedi ama." Kapısını açtığında ben de kendi kapımı açtım ve aşağıya indik. "Az çok bir fikre sahipmişim."

Kendi kendine homurdanırken yanına yaklaştım ve kolumu omuzuna atarak onu yavaşça göğsüme yasladım. "Söylenme kendi kendine, söylenme huysuz kadın."

Gülerken dudaklarımı alnına bastırdım ve bir öpücükle birlikte omuzunu serbest bırakarak elimi beline sardım ve bizi içeriye doğru yönlendirdim.

"Ben huysuz değilim." Sevimli bir aksilikle restoran kapılarından girdik. "Hiç olur musun sevgilim, gördüğüm en uysal kadınsın sen."

İçeri girdiğimizde karşılama hostesinin güler yüzüyle karşılaştık. "Hoş geldiniz efendim, nasıl yardımcı olabilirim?"

"Kahvaltı yapacağız, teras masalarından birine servis açın." Sözlerim sonlandığında genç kız, elindeki listeye kısa bir göz gezdirip gergince bana döndü. "Efendim bir organizasyon sebebiyle teras kapalı, belki içeride bir masa..."

"Terasta bir masa istiyorum. İçeride isteseydim bunu belirtirdim." Gerilen şakaklarımla Nasya'nın bakışlarını üzerimde gezdirdiğini görebiliyordum. "Fakat efendim masalar rezerve edi-"

"Yetkili birini çağır bana." Gergin sesimle Nasya yavaşça elimi tuttu ve dikkatimi kendine çevirdi. "İçeride de yiyebiliriz sevgilim."

Şaşkın bakışları yüzümde dolandığında sakin bir nefesle omuzlarımı silkeledim. "Sana bu manzarayı göstermek için buraya getirdim ve orada yiyeceğiz."

Yüzümdeki soğuk gülümseme ile yanımıza doğru gelen restoran müdürü telaşla yanımızda durdu. "Pars Bey, hoş geldiniz. Bir sorun yoktur umarım?" Bakışları gergin yüzümde dolanırken sinirli bir gülüş yayıldı dudaklarımda.

"Bana terasta bir masa ayarlarsan sorunumuz kalmayacak." Bakışlarım ceketine iliştirilen isme döndü. "Serter Bey." dedim dişlerimi sıkarak.

"Tabii ki efendim. Arkadaş yeni, sizi tanıyamamış, kusuruna bakmayın. Buyurun, buyurun lütfen." Saygıyla ileriyi gösterirken Nasya'nın belindeki elim sıkılaştı ve adımlarımızı terasa çevirdik.

"Gerçekten uyuz bir adamsın değil mi? Yani genel tavrın bu senin." Şaşkınlıkla beni süzerken uzanıp saçlarına kısa bir öpücük bıraktım. "Aslında oldukça sakin bir yapım var. Yeter ki işler istediğim gibi gitsin."

Nihayet terasa vardığımızda müdürün bize gösterdiği masaya doğru yaklaştık. "Aksilik için kusura bakmayın efendim."

Mahcup bir gülümseme ile geri çekildiğinde uzanıp Nasya'nın sandalyesini çektim. "Gel böyle sevgilim." Gülümseyerek sandalyeye oturuşunu izlediğimde bende karşısındaki sandalyeye geçtim.

"Güzel bir kahvaltı yapmak istiyoruz ve peynirli gözlemelerinizden de olsun." Gözlerim Nasya'ya döndüğünde onun elindeki telefona tedirgince bir şeyler yazdığını görüyordum.

Tüm sinir uçlarım gerildiğinde gergince kıpırdandım.

"Hepsi bu kadar, hanımefendi pek menü seçecek durumda değil." Sahte bir gülümseme ile sözlerimi bitirdiğimde müdür genişçe sırıttı. "Derhal geliyor Pars Bey." Arkasını dönüp yanımızdan uzaklaştığında gözlerim Nasya'nın üzerinde dolandı.

Nihayet dikkatini ekrandan çektiğinde telefonu masanın üzerine ters bir şekilde bıraktı. "Ne güzel bir yermiş burası." Sahte bir gülümseme ile rıhtıma çarpan dalgaları izlerken tüm gücümle sıktım oturduğum sandalyenin kol kısımlarını.

"Öyle. Israr etmemin bir anlamı vardı." Tüm hevesim kursağıma dizilirken gözlerini yüzüme çevirdi. Tedirgindi, görüyordum. Bir şeyler çevirdiği her halinden belliydi, saklayamıyordu bile.

"Bir sorun olmadığına emin misin? Yani gözlerin sürekli telefonda." Yüzümdeki sahte gülüşle ağırca yutkundu. "Söyledim ya, şey... Şirkette ilgilenmem gereken bazı şeyler vardı, ama birkaç mesajla hallettim."

'Yapma lan işte! Yalan söyleme!'

"Hallettiysen..." sırtımı sandalyede geri verdiğimde başını yavaşça salladı.

"Bugünü herhangi bir şey bozamaz, iş bile olsa." Sıcak gülümsemesi ile yeniden gülümsedim. Bakışları terasta dolandığında sinsi bir sırıtışla gözlerini yüzüme çevirdi. "Ne yaptın ettin bizi terasa oturttun." Gözleri kısıldığında bir süre süzdü beni.

"Uzatmasak mı artık?" Alayla devirdim gözlerimi. "Uzatmak değil de tuhaf geliyor. Sanırım seninle ilk kez dışarıda bir şeyler yaptığımız için böyle fakat insanlara karşı takındığın bu tahammülsüz tavrın her seferinde beni şaşırtıyor."

"Şaşacak bir şey yok. İnsanlar tahammülümü hak etmiyor." Bakışlarım masada ters bir şekilde duran telefona döndü.

"Ama bana karşı öyle değilsin." Masaya yasladığı kolları ile sıcak bir gülümseme eşliğinde beni izledi. "İstisnasın. Söyledim sana, sen hayatımın istisnasısın."

Uzanıp masanın üzerinde duran ellerini avuçlarımın içine aldım. Baş parmağım, sisli yüzükte dolanırken mırıldandım. "İstisnasın ve benim için çok önemlisin. Sana asla yalan söylemem, ihanet etmem ve arkamı dönmem."

Bakışlarım ellerimizin yanındaki telefona kaydı birkaç saniyeliğine ve ardından yüzüne döndüm. "Sen de güzelim. Bana sakın yalan söyleme, ihanet etme ve arkanı dönme olur mu?"

Gözlerim iri gözlerinde dolanırken bakışlarını kaçırdı ve gergince gülümsedi. "Seni çok seviyorum ve yemin ederim bile isteye seni üzecek hiçbir şey yapmam." dedi.

"Seni çok seviyorum Nasya, bir kez daha canımı yakarsan toparlanamam. Anlıyorsun beni, değil mi?"

Başını yavaşça salladığında üzgün bir ifade ile gülümsedi. "Bir daha olmayacak Pars, söz veriyorum." Avuçlarımın arasındaki minik eller yavaşça okşadı parmaklarımı.

Yanımıza yaklaşan iki garson masa servisine başlamak için masanın başında durduğunda ellerimiz birbirinden ayrıldı.

Duyduklarım bir nebzede olsa içimi rahatlatırken aklım hala masadaki ters duran telefondaydı. Benden ne saklıyordu bilmiyordum ama onu böyle geren ve huzursuz eden şey, dolaylı yoldan beni de geriyordu.

Masaya açılan servisle birlikte koca bir tepsiyle yanımızda yeni bir garson durdu. Yerleştirdiği kahvaltılıklarla Nasya'nın bakışları denize doğru dönüyordu.

Dalgınca dalgaları izlerken masanın üzerindeki telefon titremeye başladı. Topladığı dikkatiyle hızla eline aldığı telefonu gergince süzdü.

"Şey, iki dakika müsaade et. Hemen geleceğim." Aceleyle masadan kalktığında daha bir şey söyleyemeden öylece uzaklaştı yanımdan.

"Ne oluyor Nasya! Ne oluyor?!"

Gözden kaybolup terasın diğer ucuna doğru döndüğünde önümdeki sofra çoktan kurulmuş ve garsonlar yanımızdan uzaklaşmıştı.

Yavaşça sandalyemi geri ittim ve Nasya'nın az önce ilerlediği uca doğru yürüdüm. Temkinli adımlarla ilerlerken kulaklarıma çarpan sesiyle durdum.

Bakışlarım tırabzanlara yaslanan bedenini bulduğunda rüzgârdan uçuşan saçları ile kulağındaki telefona gergince fısıldıyordu.

"Alphan neden anlamıyorsun? Konuşamam, diyorum."

Duyduğum isimle bedenimde bir sıcaklık yayılırken duyduğum bu şeyin bir kâbus mu yoksa gerçek mi olduğunu idrak etmekte zorluk çekiyordum. Ayaklarımın altındaki zemin hafifçe titredi. Pantolonumun ceplerine sıkıştırdığım ellerimi geri çektiğimde omuzlarım olduğum yerde çöküyordu.

"Tamam diyorum, tamam! Akşam konuşacağız!" Sesi kulaklarımı doldururken geriye doğru çekildim.

Bir adım atıp beni bekleyen felakete doğru ilerleyebilirdim, bir kaç adımla dün gecenin ve bu sabahın yaşattığı tüm etkiyi yerle bir edebilirdim. Yapardım , bunu biliyorum yapardım...

Şimdi şu an bir kaç adımla ona ulaşabilir, avazım çıktığı kadar bağırabilirdim. O küçük bedenini avuçlarımın arasına alıp, bütün öfkemle sarsarken , avaz avaz hesap sorabilirdim!

'Ne oluyor lan! Ne oluyor Nasya?! Ne yapıyorsun sen?! Ne yapıyorsun?! ' Diye boğazına sarılabilirdim.

Öğreneceğim şeylerden böyle korkmasam! Aciz olmasam, eğer aciz olmasam yapardım.

Dün geceden ve bu sabahtan sonra, ondan gördüğüm aşkın gerçekliğine inanmasam dakikalar içinde her şeyi tepetaklak ederdim.

Hesap sormak kolaydı?! Ama duyacaklarımın korkusu bedenimde öyle büyük bir çaresizlik yayıyor ki. Ben bir adım bile atamıyorum.

Ona doğru bir adım atamıyorum. Bizi geri dönüşü olmayan bir çıkmaza sokacağına duyduğum eminlikten midir bilmiyorum ama yapamıyorum.

Ve dönüyorum, yavaşça arkamı dönüyorum...
Tüm korkularımın içinde, zihnimdeki fısıltılarla birlikte geri dönüyorum.

Masaya doğru attığım her adımda, genzimin büyük bir acıyla yandığını ve görüşümü bulanık bir bariyerle sardığını görüyorum.

Sandalyemi geri çekip otururken biliyorum ki, bu kaybetme korkusu bana çocukluğumun aralık kalan kapısından gelen bir sızıntı.

Hayatım boyunca önemsediğim tek kadının, tamda bana kendini açtığı zamanda, çekip gideceğine duyduğum korku. Öyle bir korku ki, bir kez daha o şerefsizin bana tercih edileceğine duyduğum tedirginliğe rağmen susuyorum.

Ruhum göğüs kafesimin içinde çırpınırken, puslu gözlerimin kadrajına giren Nasya'yı görüyorum.

Masaya doğru attığı adımlarla, yüzündeki gülümseme sisli bir görsel olarak gözlerimin önünde yer ediyor ve ben kaçırıyorum gözlerimi, kimseden gözlerini kaçırmamaya yeminli olan ben.

En büyük korkularımın ve pişmanlıklarımın üzerine üzerine giden ben, bu kadının gözlerinden kaçırıyorum gözlerimi.

Bakışlarım hırçın denizin köpüklü dalgalarında dolanırken, genzimin sızısını uzaklaştırıyorum üzerimden, topluyorum kendimi, zor olmuyor... alışık olduğum bir durum olduğu için, başkasının kafayı yiyeceği şu anlarda ben sessiz bir nefesle dindiriyorum tüm öfkemi.

Yaklaştığı masada az önce kalktığı sandalyesine çökerken , sıkkın bir nefesle birlikte sesine sahte bir heyecan yerleştirişini duyuyorum.

"Her şey harika görünüyor, acıkmışım da."

Bakışlarım üzerine döndüğünde , Uzanıp peynir tabağından aldığı parçayı ağzına attığını görüyordum, gözlerim yüzünde tutundu.

Bakıyorum yüzüne, güzel yüzüne.
Her bakışımda beni çılgına çeviren güzelliğine ve merak ediyorum.

'Daha sabah saf bir aşk gördüğüm gözlerinde şimdi neden yalan görüyorum Nasya? Neden sensizlikle olan imtihanım bitmiyor?'

Ağırca yutkunduğum sırada, sıktığım dişlerimin arasında bir soru beliriyor. Bana ve korkularıma rağmen, kalan son kırıntısıyla gururum tarafından sorulmuş bir kaç kelime.

"Kimdi o Nasya?" Şakaklarım gerilirken sesimi oldukça sakin tutuyorum.

"Kim, kimdi sevgilim?" Stresli bir kıkırtıyla beni süzüyor. "İyi misin sen?"

Gözlerimi sorgulayan bakışları ile genişçe sırıtıyorum. "Çok iyiyim, kimdi arayan? Burada konuşamayacağın kadar önemli olan şey neydi?"

Aynı sırıtışla bir cevap bekliyordum. Deliriyor muydum? Belli ki öyle, aksi halde içimi dolduran öfke dışımda nasıl bir gülüşe dönüşürdü?

"Asistanım, bir evrak gönderecek bana. Bilgisayarı aldığımda hızlı bir kontrol yapıp mail atacağım."

Çatalını sıkıca tuttu ve bakışlarını önündeki salatalara çevirdi. Çatalına aldığı salatalığı titreyen eliyle birlikte ağzına atarken bakışlarım dudaklarında kaldı.

'O dudaklarından daha ne kadar yalan duyacağım? Hiç mi acıman yok, hiç mi tereddüt etmiyorsun Nasya?'

"Asistanın." Başımı öfkeyle salladım ama bana bakmadığı için göremedi. "Hı hı, hadi başlayalım. Deniz havası insanı acıktırıyor."

'Artık bana yalnızca yalan söylemiyor! Bana Alphan ile ilgili yalan söylüyor! Bu her şeyi değiştirir! Tüm bu güzel anları öldürür! Bu yalan, bu sabahı ve dün geceyi mahveder!'

"Başlayalım sevgilim." dedim.

Bastırdığım dişlerim şakaklarıma keskin bir ağrı saplarken çenem kontrolsüz sıkılmayla uyuşmaya başlıyordu.

"Hadisene." Kıkırdayarak önümdeki tabağa birkaç parça kahvaltılık koydu ve kendi kahvaltısına geri döndü.

"Teşekkür ederim." Bakışlarım tabağa döndüğünde, yutkunmakta bile zorluk çekiyordum. Değil bir lokma yemek, nefes almak bile giderek güçleşiyordu.

'Neden Nasya, neden hala konuşuyorsunuz? Neden yanımdayken bile gizli saklı onunla iletişim kurmaya çalışıyorsun.'

Gözlerim yüzüne döndü.

'Ne istiyorsun benden Nasya? Hala aklında o varsa niye buradasın? Derdin ne lan senin...'

Telefonum çalmaya başladığında dikkatim dağıldı ve Nasya'nın üzerinden geri çektim gözlerimi. Cebinden çıkardığım telefonu cevaplayarak yasladım kulağıma.

"Efendim Sofia?" Sıkkın bir nefesle gözlerim terasta gezindi. "Rahatsız etmiyorum değil mi?" Neşeli sesi kulaklarımda dolandı.

"Pek müsait değilim. Sorun ne?" Tersleyici sesimle bir süre sessizleşti. "Adil amcanın yanından çıktım, akşamki iş yemeği öğleden sonraya alındı. Yani haber vermek istedim, biliyorsun devlet onayını resmileştireceğiz bu yemekte."

"Kafanıza göre saat mi değiştiriyorsunuz?!" Ansızın yükselen sesimle Nasya'nın gözleri sakince üzerime döndü. "Baban böyle olsun istedi, ben sadece..."

"Kapat Sofia! Saati bana mesaj at!" Kapattığım telefonu sertçe fırlattım masaya.

"Sen iyi misin?" Gözleri üzerimde dolanırken ansızın beliren sinirimi çözmeye çalışıyor gibiydi.

"İş yemeğini erkene çekmişler. Kafalarına göre!" Dizim sabırsızca titrerken güzel yüzünde sakin bir gülümseme oluştu. "Önemli değil, bir şeyler atıştırır öyle geçeriz."

Uzanıp öfkeyle yumruk yaptığım elimi tuttu. Sıcak avuç içi bedenimdeki öfkeyi söküp aldığında, derin bir iç çekiş bıraktım masaya.

'Yapmazsın güzelim. Bana bunu yapmazsın be. Vardır bir açıklaman senin, bunu yapmazsın. Bana böyle bakarken, böyle dokunurken, bize bunu yaşatmazsın.'

Telefon titrediğinde elimi ellerinden geri çektim ve ekrandaki mesaja verdim dikkatimi.

Sofia: İş yemeği için 12:30'da restoranda olacağız. Adamlar 13:00'te orada olacak. Baban 'Erkenden gitmemiz gerekiyor.' dedi.

Kilitlediğim ekranla dikkatimi önümdeki tabağa çevirdim. Masaya gelen yeni bir garson sıcak gözlemeleri önümüzdeki tabaklara servis ederek uzaklaştı masadan.

"Ay, uzun zamandır yememiştim." Çatalı bırakıp sıcak gözlemeyi üfleye üfleye büktü parmaklarının arasında. "Neyli acaba?" Gülümserken masadaki sert havayı yumuşatmak ister gibi bir hali vardı.

"Peynirli. Sana soracaktım neyli istediğini fakat telefonunla meşguldün." Aldığı ısırıkla yüzündeki gülümseme silindi ve tedirgin bakışları üzerime döndü. "Peynirli çok severim."

'Yine aynı lanet gülüş. Her şeyiyle sahtelik barındırıyor! Gerçekliğini ona mı gösteriyorsun Nasya?'

"Biliyorum, en azından dün geceden sonra peyniri sevdiğini biliyorum."

Tüm bedenim stresle kasılırken bu kadının bana şu an armağan ettiği bu dakikaların geçici olduğunu biliyorum.

Neden şu masayı ters düz edip avaz avaz hesap sormuyordum?! çünkü inanmak istemiyorum! Beni yeniden yüz üstü bırakacağına, yeniden o şerefsizin kollarına koşacağına inanmak istemiyorum!

'Dün geceden sonra, bu sabahtan sonra buna inanmak istemiyorum! Seni kaybetmek istemiyorum!'

Kırılan kalbimin çatlaklarını aşkıyla onarırken beni yeniden yıkıp geçemezdi. Bir kez daha yokluğuyla sınanırsam kırılan gururumla kalmaz un ufak olurdum.

Çünkü biliyorum ki; Varlığım, O'nun yokluğunda hiçbir şey ifade etmiyordu.

Kalbim yaşadığı her şeye rağmen atmaya devam ediyorsa içinde taşıdığı o aşk sayesindeydi, onun aşkı sayesinde.
Ve bu kalp, İhanetinin darbesini kaldıramayacak kadar güçsüzken, varlığının her bir zerresine, her ihtimaline muhtaçtı. İşte bu yüzden kaybetmek istemiyordum.

 

 

 


34. Bölüm alıntısı

 

 

Yüzünde öfkeli sakin bir gülüş yayıldığında kafasını onaylar bir şekilde salladı. Neyi onayladığını bile bilmiyorum ama sanki kafasında bir şeyleri yerine oturtuyor gibiydi.

 

 

"Evet..." dedi sıktığı dişlerinin arasından tıslarken.

 

 

Avuçlarının direksiyona uyguladığı baskı aracın içinde cılız bir ses yaydı.

 

 

"Neden geldi bilmiyorum... biz aylar önce ayrıldık..." kemerimi açıp bedenimi ona döndüğümde , kara gözleri öfkeyle suratıma çarptı.

 

 

Şimdi kızıl kahveye bulanan karalar yüzümde parlakça dolanırken öfkeli soluklarının burun kanatlarını hareketlendirdiğinş görüyordum.

 

 

"Telefonunu ver."

 

 

Direksiyonu saran ellerinden birini bana doğru uzattı.

 

 

Parmakları öfkeyle titrerken sıkmanın etkisi ile esmer teni beyaza dönüyordu.

 

 

"Pars..." avuçlarımın arasında ki telefonu gergince geri çektim.

 

 

"Telefonu ver Nasya! Bana telefonunu ver! " bağırtısı arabanın içinde yankılandığında olduğum yerde sıçradım.

 

 

"Versene lan şu siktiğimin telefonunu! Bilmiyormuyum sanıyorsun! Anlamadım mı sandın lan! Onunla bütün gün mesajlaştığını anlamadım mı?! Gözlerimin içine baka baka!"

 

 

Hızla bileğimi kavradığında canımı yakma pahasına çekti elimi kendine doğru.

 

 

"Bana bunu yapmamalıydın! Bana bunu yapma dedim! " alnını benimkine sertçe çarptığında öfkeyle hırladı.

 

 

"Sana dedimki bir daha aynısı olursa dayanamam! Toparlanamam dedim Nasya! Kaldıramam ! Söylemedim mi lan!" Sertçe avuçlarımda ki telefonu çekip aldı ve geri yaslandı.

 

 

Gözlerimden ansızın boşalan yaşlar yanaklarımı yakarken, bakışlarım Alphan'a döndü.

 

 

Onu çıplak ellerimle boğmak istiyorum!
Bütün çabamı sadece varlığıyla yerle bir etmişti. Ne söylesem ne anlatsam boştu işte...

 

 

"Peşimi bırakmıyor!" Dedim bağırarak.

 

 

Bakışlarım Parsa döndüğünde telefonumu yüzüme doğru uzattı.

 

 

"Şifreni gir!" Telefonu tutan Eli deli gibi titrerken şifreyi girdim.

 

 

"Pars aylardır peşimi bırakmadı! Bu günü mahvetmesini istemedim... benim yüzümden yeniden onunla uğraşmak zorunda kalmanı istemedim..."

 

 

Sinir boşalması ile ağlarken açıklama yapmaya çalışıyordum.

 

 

Gözlerim elindeki telefona döndüğünde titreyen parmakları ile mesajları aradığını görüyordum.

 

 

"Bırak göreyim! Bırak gerçekten rahatsız mı ediliyorsun yoksa beni sırtımdan bir kez daha mı bıçaklayorsun göreyim!"

 

 

 

 

Öfkeli solukları nihayet mesaj sekmesini açması ile sessizliğe gömüldü.

 

Loading...
0%