Yeni Üyelik
34.
Bölüm

Bölüm 34/ Seninim

@nurdogru26

 

Bölüm şarkısı : Tual - Tiryakinim 🎙

 

 

Bölüm 34 - Seninim

 

 

 

♟♟♟

 

NASYA

Arabada süren sessizlik, havadaki gerginliği iliklerime kadar hissetmeme neden oluyordu. Bakışlarım Pars'ın üzerinde dolandığında onun öfkeli bir suratla aracı kullandığını görebiliyordum.

 

Bütün gün telefonla uğraşmamdan duyduğu rahatsızlığın farkındaydım. Sinirlendiği şey toplantı değildi, biliyordum. Nasıl olduğunu bilmiyordum ama sanki hissediyordu. Konuştuğum kişinin Alphan olduğunu açıkça sormasa da hissediyordu.

Aramızdaki güveni yeniden oluşturmaya çalıştığımız şu günde, lanet bir gölge gibi düştü üzerime Allah'ın belası herif.

Sürekli mesaj atıyor, engelliyorum başka bir numaradan arıyor.

Her şey böyle yeniyken Alphan'ın gölgesi üzerimize düşmesin diye uğraşıyorum ama Pars'ı daha da işkillendiriyorum gibi.

İyi mi ediyorum kötü mü bilmesem de bu sorunu tek başıma çözmeye çalışıyorum işte.

Çünkü, Alphan için yeterince gerilmişken bir de beynindeki tümörle strese girmesini istemiyorum.

Araba evin büyük demir kapılarından geçerken güleç bir sesle fısıldadım.

"Hemen laptopu alır gelirim."

Şakakları gerilirken bana bakmamaya çalıştığını görüyordum.

"Olur."

Sanki gözleri üzerime döndüğü her an, canı yanıyor gibiydi.

Ona bunu yapmak istemiyordum ama Alphan'la uğraşması gereken bendim, o değil. Bu sorumluluğu ilişkimiz için alıyordum.

Araç, açılan kapılardan içeri girdiğinde bakışlarım evin ana kapısına takıldı. Alphan öylece merdivenlerde oturuyordu. Gözlerim kocaman olurken, nefes almayı bıraktığımı fark ettim.

'Lanet olsun.'

Bakışlarım Pars'a döndüğünde gözlerinin kapıdaki Alphan'ı bulduğunu gördüm.

"Pars." Titreyen sesim genzimi deli gibi yakıyordu.

Yüzünde öfkeli ama sakin bir gülüş yayıldığında kafasını onaylar bir şekilde salladı.

Neyi onayladığını bile bilmiyordum ama sanki zihninde bir şeyleri yerine oturtuyor gibiydi.

"Evet?" dedi sıktığı dişlerinin arasından tıslarken. Avuçlarının direksiyona uyguladığı baskı aracın içinde cılız bir ses yaydı.

"Neden geldiğini bilmiyorum. Biz aylar önce ayrıldık."

Kemerimi açıp bedenimi ona döndüğümde kara gözleri öfkeyle suratıma çarptı.

Şimdi kızıl kahveye bulanan karalar yüzümde parlakça dolanırken öfkeli soluklarının burun kanatlarını hareketlendirdiğini görüyordum.

Direksiyonu saran ellerinden birini bana doğru uzattı.

"Telefonunu ver." Parmakları öfkeyle titrerken sıkmanın etkisi ile esmer teni beyaza dönüyordu.

"Pars..." Avuçlarımın arasındaki telefonu gergince geri çektim.

"Bana telefonunu ver!"

Bağırtısı arabanın içinde yankılandığında olduğum yerde sıçradım.

"Versene lan şu siktiğimin telefonunu! Bilmiyor muyum sanıyorsun? Anlamadım mı sandın? Onunla bütün gün, gözlerimin içine baka baka mesajlaştığını anlamadım mı?"

Hızla bileğimi kavradığında canımı yakma pahasına çekti elimi kendine doğru.

"Bana bunu yapmamalıydın! Bana bunu yapma, dedim!" Alnını benimkine sertçe çarptığında öfkeyle hırladı.

"Sana 'Bir daha aynısı olursa dayanamam, toparlanamam.' dedim Nasya! Söylemedim mi lan?" Avuçlarımdaki telefonu sertçe çekip aldı ve geri yaslandı.

Gözlerimden ansızın boşalan yaşlar yanaklarımı yakarken bakışlarım Alphan'a döndü.

Onu ellerimle boğmak istiyordum. Bütün çabamı sadece varlığıyla yerle bir etmişti. Ne söylesem, ne anlatsam boştu işte.

"Peşimi bırakmıyor!" dedim bağırarak.

Bakışlarım Pars'a döndüğünde telefonumu yüzüme doğru uzattı.

"Şifreni gir!"

Telefonu tutan eli deli gibi titrerken şifreyi girdim.

"Pars aylardır peşimi bırakmadı! Bugünü mahvetmesini istemedim. Benim yüzümden yeniden onunla uğraşmak zorunda kalmanı istemedim."

Sinir boşalması ile ağlarken açıklama yapmaya çalışıyordum. Gözlerim elindeki telefona döndüğünde titreyen parmakları ile mesajları aradığını görüyordum.

"Bırak, göreyim! Gerçekten rahatsız mı ediliyorsun yoksa beni sırtımdan bir kez daha mı bıçaklıyorsun, göreyim!"

Öfkeli solukları nihayet mesaj sekmesini açması ile sessizliğe gömüldü.

Mesajları hızla yukarı kaydırdığında gözleri ekranı kararlı bir şekilde taradı.

"Özledim seni. Sen de özledin, biliyorum güzel sevgilim." Sesli bir şekilde okuduğu mesajla öfkeyle kıvrıldı dudakları.

Ardından benim mesajlarıma döndü gözleri.

"İstemiyorum, diyorum ruh hastası! Ne yaşıyorsun kendi içinde bilmiyorum ama defol git başımdan! Rahat bırak beni artık Alphan!"

Mesajımı okuduğunda hızla bugüne geldi ve son mesajları okudu.

"Ben artık dayanamıyorum sevgilim. Bitir artık şu inadını. Çok sarhoştum. Sana varoş diyen dilimi sikeyim, yapma kızım be."

Durdu.

Bakışları ekrandan bana döndüğünde yüzünde kısa bir afallama görünüp kayboldu.

"Sana varoş dedi, öyle mi?"

İfadesiz yüzünde beliren sorgulayışla şaşkın bir şekilde izledim onu.

"O yüzden bu sabah bana 'Varoş olduğumu düşünebilirdin.' dedin."

"Pars görmüyor musun? İstemediğimi söylüyorum, her mesajına verdiğim cevaplar ortada." Yeniden dolan gözlerimle neden hala sakinleşmiyor anlamıyordum.

"Bizi birbirimizle kıyaslıyorsun." Telefonu kucağıma bıraktığında uzanıp şoför kapısını açtı.

"Pars."

Hızla arkasını döndüğünde üzerime doğru eğildi ve öfkeyle tısladı.

"Beni o şerefsizle kıyaslıyorsun! Ne geçiyor aklından, hangimiz daha iyiysek o mu? Söyle lan bana, ne geçiyor aklından?"

"Salak salak konuşma!" Bağırtım yüzüne doğru yükseldiğinde, sıktığı dişlerinin arasından hırladı.

"Siktiğimin arabasından çıkayım deme! Otur orada! Otur ve ona yapacağım şeyleri izle!"

Avuç içimi öfkeli soluklarla inip kalkan göğüs kafesine yasladığımda kalbinin deli gibi çarptığını hissettim.

"Umurumda mı sanıyorsun! Ona ne olacağı umurumda mı Pars! Tek düşündüğüm sendin."

Aynı öfke benden de ona karşı yükseldiğinde başını öfkeyle salladı.

"Göreceğiz! Umurunda mı değil mi göreceğiz!"

Daha ne olduğunu bile anlayamadan geri çekildi ve çıktı araçtan.

Ellerim kapımın kulpuna dönerken daha ben açamadan arabadan aşağıya inip kapıları üzerime kilitledi.

"Kal orada!"

İşaret parmağı aracın içindeki bana döndüğünde adımları Alphan'a doğru ilerledi.

Alphan şaşkın bir ifade ile oturduğu merdivenden kalktığında yönünü kendine gelen Pars'a doğru çevirdi.

"Ne oluyor bura-" Sözleri yarıda kesilirken Pars yakalarından kavrayarak onu yerden havalandırdı.

"Pars!" Korkuyla kapı kulpuna uzandım fakat araba kilitliydi. Olup biteni çaresizce izlemekten başka şansım yoktu.

Alphan'ın sırtı bahçe duvarına sertçe çarparken Pars'ın tek elle onu havada asılı tuttuğunu görüyordum.

Ardından açık olan camdan bana ulaşan öfkeli bir bağırış koptu bahçede.

"Aç lan kulaklarını! Aç, beni iyi dinle!"

Pars'ın haykırışı ile evin ana kapısı açıldı. Gözlerim Alphan'ın üzerine döndüğünde yetişemediği Pars'a çaresizce yumruklar savurduğunu görüyordum.

"O kadın benim! En başından beri benim! Bana ait!"

Hızla kendine doğru çektiğinde alnını sertçe çarptı Alphan'ın alnına.

Boştaki eliyle boğazından kavrayıp onu yeniden duvara yapıştırdı.

"Sense aklını kaybettiği bir dönemden faydalanan bir virüssün! Hepsi bu! O kadın benim!"

Az önce yakasını kavrayan el şimdi arabanın içindeki beni gösterirken alnını geri çekti ve tekrar çarptı.

"Benim! Ve benim olan bir şeye hiç kimse dokunamaz! Neden biliyor musun?"

Geri çekildi ve havada savrulan yumrukla olduğum yerde korkuyla sıçradım.

Alphan, suratına inen sert darbeyle burnundan boşalan kan eşliğinde kesik bir çığlık bıraktı bahçede.

"Ah, siktir!"

Begüm korkuyla o tarafa ilerlerken yeniden zorladım kapımı. Ama ne benim zorlayışım ne begümün bağırtısı Pars'ı durduramadı.

"Çünkü öldürürüm! Kadınıma gözünü diken, gölgesine kapılan, sesine tutunan kim olursa olsun öldürürüm! Etini kemiğinden ayırır, senden geriye bir hiç bırakırım!"

Alphan'ın az önce duvarla bütünleşen sırtı şimdi yerdeki çakıl taşlarının üzerine fırlatılıyordu.

"Bir daha," Pars yerde debelenen Alphan'a sert bir tekme savurduğunda birkaç takla atarak arabaya doğru yuvarlandı. "Almayacaksın adını ağzına!"

Yerden toparlanıp kalkmaya çalışan Alphan'ın başı, Pars'ın ayakkabısı ile ezilirken yerdeki keskin çakıl taşlarına doğru bastırıldı.

Yüzüm acıyla buruştu çünkü o taşlar epey keskindi. Yani canının yandığından neredeyse emindim.

"Bunu kibar bir uyarı say." Geri çektiği ayağı ile sertçe bir tekme savurdu karın boşluğuna. "Bir daha konuşarak anlatmayacağım sana! Böyle kibar da davranmayacağım!"

Yerden kolayca havalandırdığı Alphan'ı birkaç büyük adımla içinde bulunduğum arabanın kaputuna çarptı.

Bakışları bana döndüğünde ona ne yaptığını görmem için yakınıma getirdiğinin farkındaydım.

İstediğinde nasıl bir canavara dönüştüğünü açıkça izletiyordu bana.

Benimse gözlerim doluyor ve her yaş yanaklarımdaki ıslaklığa karışıyordu.

Alphan için değil, bana böyle güvensiz olduğu için ağlıyordum. O ise gözlerinde yalnızca öfkeyi besliyordu. Ellerinin altında çırpınan Alphan'ın bedenine yaptığı eziyetle, içindeki öfkeyi giderek büyütüyor ve bunu bana açık açık seyrettiriyordu.

Gözleri gözlerime "Bak, ona ne yapıyorum." der gibi bakarken başımı iki yana salladım.

"Seni seviyorum. Sadece sen..." Fısıltılı sesimi duymuyordu ama dudaklarımı okuduğuna adım gibi emindim.

Derin bir rüyadan uyanır gibi irkildiğinde ellerini kaputa yasladığı Alphan'ın kafasına doğru yöneltti. Saçlarını sıkıca kavradığında yüzünü siyah spor arabanın kaputuna sertçe vurmaya başladı.

Her vuruşta içinde bulunduğum araba titriyor ve Alphan'ın suratında yayılan kan ön cama saçılıyordu.

Bir balyozun tok demire vuruluşunu andıran yüksek sesle oturduğum koltukta sıçradım ama Pars durmak istemiyor gibiydi. Kaldırıp yeniden kaputa geçirdi kafasını. Yeniden ve yeniden...

Bir sıçradım.

İki sıçradım.

Üç sıçradım.

Her vuruş, Alphan'ın yüzünü kanlar içinde bırakırken Begüm çığlık çığlığa bahçedeki korumalardan yardım istiyordu.

"Bir şey yapsanıza! Ne bakıyorsunuz? Öldürecek, bir şey yapın!"

Korumalar gergince Pars'a doğru yaklaştıklarında ona dokunmaktan ya da müdahale etmekten çekiniyor gibiydiler.

Benim yeni tanıştığım bu kontrolsüz öfke, bahçemdeki korumalar tarafından çok daha önce görülmüş gibiydi.

Kimse Pars'a müdahale etmedi. Edemedi. Bense orada öylece durmuş, sakinleşmesini bekliyordum.

Alphan'ın aldığı nefesler ağzından köpüklü kanla boşalırken Pars, bilinci kayan bedenini benim camıma doğru sürükledi.

Şimdi Alphan'ın kanlı yüzü ile karşı karşıyayken fark ettim ki ona hiç acımıyordum.

Umurumda olan tek şey Pars ve onun güvenine verdiğim o büyük zarardı.

Kanlı yüz, camıma sertçe bastırıldığında Alphan'ın zar zor açılan mavileri yüzümde çaresizce dolandı. Ardından Pars'ın sesi kulaklarımı doldurdu.

"Durdur beni! Şimdi burada beynini uçurmaya yeminliyim! Ama durdurursan biter! Bana 'Dur.' dersen dururum!"

Alphan'ın kafasını kapalı cama yeniden çarptığında gözlerim Pars'ın öfkeyle yanan karalarında dolandı.

Belinden çektiği silahı camımdan geriye çektiği kafaya yasladığında mermiyi namluya sürdü.

Begüm'ün çaresiz bağırtısı ile bize doğru koştuğunu görüyordum.

"Pars yapma!"

"Söyle!" dedi bağırırken. Gözleri öfkeyle titriyordu.

" 'Dokunma ona.' de, bırakayım! 'Bağışla canını Pars.' de! Hadi! Senin için zor olmayacaktır! Daha önce de yaptın, hadisene! Bana onun canı için yalvardın, yine yap! Sana söz bırakacağım! Ama söyle! 'Alphan'ı bırak, onu seviyorum çünkü.' de! Beni şüphenin alevlerine atma! Bak yüzüme, söyle! Şimdi, şu an! Yap artık seçimini! Benim bir yalana daha toleransım yok, şimdi haykır gerçeği bana!"

Begüm, Pars'ı kolundan tutup geri çektiğinde iri beden bir milim bile sarsılmadı. İstikrarlı bir şekilde sıkıca tuttuğu silahı Alphan'ın yüzüne dayamaya devam etti.

"Pars, yeter artık! Delirdin mi, bırak çocuğu! Konuşmak için geldi! Sadece konuşmak için!"

Begüm'ün çığlıkları ve Pars'ın koluna bütün gücüyle asılması hala bir işe yaramazken sesi korkuyla titriyordu.

Bense gözlerimi Pars'ın öfke dolu kızıllarından bir saniye bile ayırmadım.

"Söyle hadi! Bitsin her şey, söyle lan!" Bağırtısı aralıklı camdan içeriye dolarken sızlayan genzim gözlerimi dolduruyor ve görüşüm gözyaşı duvarımla dolup taşıyordu.

"Kapımı aç." dedim titreyen dudaklarımla.

"Söyle!"

"Pars kapımı aç!"

Sıktığım dişlerimle öfkeyle tısladım. Alphan'ı tutan elini serbest bıraktı ve pantolonunun cebinden anahtarını çıkarıp kilitleri açtı.

Alphan Pars tarafından tutulmayı bıraktığı anda yere kapaklanmıştı.

Bedeni aldığı darbeler sonucu dik duramayacak kadar çok hasarlı gibiydi.

Kapımı açıp aşağıya indiğim sırada Pars'ın namlusu çoktan yerde can çekişen Alphan'a dönmüştü bile.

Onu yerden kaldırma gereği bile duymuyordu. Sadece yüzümde dolanan yakıcı gözleriyle bakışlarıma tutundu.

İndiğim aracın kapısından aldığım destekle ona doğru bir adım attım ve bizi birbirimize yaklaştırdım.

"Söyle hadi." Sesi titrerken bu yakınlık gözlerindeki öfkeyi yumuşatıyordu.

" 'Bırak.' de, bırakacağım. Söyle." Fısıltılı sesiyle koluna sarılan Begüm, yanımızdan uzaklaştı ve yerdeki Alphan'ı kontrol etmek için ona doğru ilerledi.

"Pars, seni seviyorum."

Yanaklarımdaki yaşlar çeneme doğru akarken şakakları gergince hareketlendi.

"Ben bunları duymak istemiyorum! Bana gerçeği ver! Kalbin kimin için atıyorsa onu duymak istiyorum! Bak bana Nasya, yüzüme bak! "

"Bakıyorum aptal, bakıyorum! Duymuyor musun? Seni seviyorum, diyorum! Seni."

"Bak gözlerime!" Boynunu eğip yüzümüzü aynı hizaya indirdiğinde aramızdaki kısa mesafeye rağmen temas etmemeye yeminli gibiydi.

Bedeni titriyordu fakat Alphan'a doğrulttuğu silah sapa sağlam duruyordu yerinde.

"Hiç kolay olmadı güzelim! Dün gece seni affetmem, bu sabah o teklifi diz çökerek etmem hiç kolay olmadı!"

"Biliyorum. İkimizin de halledilmesi gereken sorunları var, biliyorum. Ama ben tamamen seninim."

Titrek fısıltımla ellerimi güzel yüzüne doğru uzattığımda tek istediğim onu biraz sakinleştirebilmekti ama izin vermedi.

Kafasını geri çekti ve sıktığı dişlerinin arasından tısladı.

"Hayır, bilmiyorsun! Bu siktiğimin hayatının içinde gururumdan başka hiçbir şeyim yok! Onu da senin için kaç kez çiğnediğimi bilmiyorsun! Elini tutabilmek için ne çok şeyi sindirmem gerekti, bilmiyorsun! Beynimi yiyip bitiren şüphelerin bana ne denli zarar verdiğini bilmiyorsun! O yüzden artık bitti. Bana şimdi burada bir cevap vereceksin! Bana ne istediğini gözlerime baka baka söyleyeceksin! "

Kurduğu her kelime kızıl kahveleri saydam bir camın arkasında bırakırken öfkeli solukları burun kanatlarını indirip kaldırıyordu.

"Onu öldüreceğim! Şimdi burada, senin gözlerinin önünde! Tekrar ediyorum, bunu yalnızca sen durdurabilirsin ama bu durduruş senin ve benim ihtimalimizi bitirir! Bunu bil! Onu seçtiğin an-"

Sözleri yarıda kalırken Alphan'a doğrulttuğu silahı tutan elini, sertçe tuttum bileğinden.

"Biliyordum!" Öfkeyle başını sallarken seçtiğimin Alphan olduğunu sanarak kıvrıldı dudakları. "Biliyordum." dedi bu kez sol gözünden bir damla yaş akarken. "Onu seçeceğini adım gibi bili-"

Sözlerini yeniden yarıda kesti çünkü bunun sebebi ellerinde sıkıca kavradığı silahı bileğini yönlendirerek kalbime çevirmemdi.

Namlunun soğuk ucunu göğüs kafesime bastırırken dudakları saklanamaz bir şaşkınlıkla aralandı ve elini geri çekmeye çalıştı.

"Ne yapıyorsun?" Şaşkın telaşı ile silahı bedenimden uzaklaştırmak istedi ama tüm gücümle sarıldım bileğine.

"Nasya bırak! Napıyorsun?" Şimdi şaşkınlığın yerinde korku vardı.

Parmağını tetikten hızla geri çektiğinde silahın ansızın ateşlenmesinden nasıl korktuğunu görüyordum.

"Seninim Pars, sadece senin, seni Seviyorum. Seni istiyorum başka hiç kimseyi değil. Alphan'ı gözlerimin önünde öldürsen de kalbime bir silah dayasan da bu gerçek değişmeyecek. Seni hala seviyor olacağım ben."

Gözleri şaşkın bir ifade ile gözlerimde tutundu. "Silahı bırak. Mermiyi uca sürdüm, silahı bırak güzelim."

Ben onun kaybetmekten en çok korktuğu şeydim. Bunu şu anlarda, dakikalar önce bir canavara dönüşen adamın gözlerindeki tedirginlikten; hiçbir insana ya da herhangi bir olaya böyle tedirgin yaklaşmamasından anlıyordum.

"Bana güvenmen gerek Pars, kolay olmayacak ama güvenmen gerek. Seni bir kez daha yüz üstü bırakmayacağım. Sana ihanet etmeyeceğim ve yalan söylemeyeceğim. Duydun mu? Artık hiçbir şeyi saklamayacağım senden, söz veriyorum. Ne olursa olsun, ilişkimizi ilgilendiren her şeyi bileceksin."

Gözleri göğsümde dayalı duran silahtan bir salise bile ayrılmadı.

"Silahı bırak." dedi trans halindeyken.

"Beni dinliyor musun?" Bileğini sertçe kendime doğru çektiğimde silah göğüs kafesime battı. "Sshh!"

Acıyla inlediğimde Pars hızlı bir hamle ile bileklerimi kavrayıp beni ters çevirdi ve silahı yere fırlattı.

Şimdi sırtım onun göğsüne çarparken elleri göbeğimi ve göğüs kafesimi arkadan sıkıca sardı.

Dudakları ve korkulu nefesleri kulağıma çarparken fısıldadı. "Bir daha bunu asla yapma! Bir daha asla Nasya!"

Nefesi saçlarımın arasından akıp tenime karışırken ben de nefes nefese fısıldadım.

"Bir daha benden şüpheye düşme. Beni deneme ve test etme Pars, aramızdaki güven doğal bir şekilde oluşmalı; birilerini öldürerek değil."

Bedenimi serbest bıraktığında usulca döndüm ona doğru. Dibimde öylece duruyor ve yorgun bir ifade ile beni süzüyordu.

"Onu öldürmeye gelince..." dedim bakışlarım Alphan'a döndüğünde. "Bence birini sadece asalak diye öldürmek acımasızca ama eminim bu kibar uyarı onun bir şeyleri idrak etmesine sebep olur. Benim defalarca kez anlatmaya çalıştığım şeyi nihayet kavramış gibi."

Dudaklarımdaki alaylı gülüşle gözlerimi Pars'a çevirdim. "Gidip laptopu alacağım ve buradan çekip gideceğiz." dedim.

Ellerim yüzüne doğru uzandığında beni sorgulayan gözlerle süzüyordu.

"Belki de bugünü burada bitirmek en iyisi." Yüzünü ellerimden çektiğinde olanları hala sindiremediğini görebiliyordum.

"Pars."

Dudaklarım hayretle aralandığında boşta kalan ellerim yavaşça indi.

"Şu an, bu en doğrusu olacak Nasya." Geri çekildi ve yere düşen silahını alarak aceleyle beline yerleştirdi.

"Pars bunu yapma işte! " Bağırtım bahçede yayıldığında arabasına doğru ilerlerken bana üstünkörü bir cevap verdi. "Hiç bir şey yapmıyorum güzelim, yalnızca biraz sakinleşmem gerek."

"Dalga mı geçiyorsun? Üzülme diye yaptım! Sana bu yüzden anlatmadım, neyini anlamıyorsun? Delireceğim ya!"

Bağırtım bahçede yayılırken şoför koltuğuna doğru ilerledi ve kapıyı açtı. "Beni yalnızca sen üzebilirsin, bunu hala anlamadın değil mi?!" Şoför koltuğuna oturdu ve kapısını kapatarak hızla uzaklaştı bahçeden.

"Hay ben böyle işin içine sıçayım ama ya!" Öfkeli bağırışım bahçede yankılandığında Alphan yerde iniltiyle kıvranıyor ve başındaki korumalar ona yardım etmeye çalışıyordu.

"Ne oluyor Nasya?" Begüm şaşkın bir yakarışla yanıma geldiğinde olan bitene bir anlam vermeye çalışıyordu.

"Bir şey yok! Bu pislik..." Alphan'a doğru ilerledim ve korumaları ittirerek geri çektim üzerlerinden. "Başıma bela oldu benim!"

Öfkeyle üzerine doğru eğildim. "Sana dedim ki 'Uzak dur! Benden uzak dur!' Neyini anlamadın? İşsiz kalma diye uğraştım! Bana yaşattıklarına rağmen insanlık yaptım sana! Neyini anlamadın?" Suratına sert bir tokat indirdiğimde avuç içim kan içinde kalıyordu.

"Yok artık, ne yapıyorsun?" Begüm kolumdan tutup beni ayağa kaldırdı. "Delirdin mi, ne yapıyorsun?! Çocuk ne durumda bir de se-"

"Atın şunu kapıya!" Bağırışım bahçede yankılandığında korumalar şaşkınca beni izledi. "Ne bakıyorsunuz öyle, 'Atın.' dedim! Elini kolunu sallayan herkes nasıl girebiliyor bu tükürdüğümün evine, anlamıyorum! Bu pislik bir daha bu eve girmeyecek!"

"Nasya!" Begüm kolumu sarstı ve dikkatimi kendine çevirdi. "Sakin mi olsan, çocuk zaten berbat durumda."

"Sakin falan olmayacağım! Bu pislik saatlerdir çabaladığım her şeyin içine sıçtı. Bu da yetmezmiş gibi buraya gelerek üzerine mum dikti. Bana akıl verip durma, anladın mı! Girmeyecek bir daha bu eve! Ne o ne de senin o salak burjuva arkadaşların gelmeyecek buraya! İnsanları arkalarından yargılayan kasıntı sahte tipler! Gerçekten arkadaşın olduklarını bile sanmam Begüm!"

Öfkeyle arkamı döndüm ve eve doğru ilerledim. "Çıktığımda o bok torbasını bahçemde görmeyeceğim!"

Ana kapıdan içeri girerek adımlarımı yatak odama doğru çevirdim. Basamakları çıkarken avuçlarımdaki telefonda Davut'un numarasını buldum ve telefonu kulağıma yasladım.

Nihayet çıktığım basamaklar odama ulaşırken içeri girdim ve yatağın üzerindeki bilgisayar çantamı alarak koluma geçirdim.

Açılan telefonla Davut'un şaşkın sesi kulaklarımda dolandı. "Efendim Nasya Hanım?"

"Toplantı hangi restoranda olacak?"

Tepemde topladığım saçlarımı sertçe çekip açtım ve serbest bıraktım.

"Efendim b-ben..." Kekelerken söylemek istemediğini anlıyordum.

"Bana bak Davut, şu restoranın yerini söyle yoksa seni bir sonraki görüşümde buna pişman ederim!"

Birkaç saniye nefeslendiğinde isteksizce mırıldandı. "Adresi size mesaj atacağım." Kapattığı telefonla tüm dikkatimi toparladım. "Güzel."

Adımlarım odanın çıkışına döndüğünde beklemeden merdivenlere yöneldim. İndiğim basamaklarla açık olan ana kapıdan geçip dışarı çıktım.

Alphan'ın az önce uzandığı yerde küçük bir kan birikintisi duruyordu ama kendi yoktu.

"Nasya." Begüm ün verandaya yaslanan bedeninden beni bulan sesiyle yüzümü ona çevirdim. "Efendim?" dedim bir süre süzerken onu.

Sırtını yasladığı duvardan ayrıldı ve bana doğru yaklaştı. "Arkadaşlarım hakkında bu eve giremeyecekleri ile ilgili söylediğin o şeyler, ciddi değildin herhalde; değil mi?"

"Gayet ciddiydim. İstemiyorum o asalakları etrafımda. Her biri senden faydalanıyor, görmüyor musun? Farkına varmıyor, olamazsın."

Öfkeli fısıltımla şaşkınca süzdü beni. "Onlar benim dostum. İnsan arkadaşlarını iyileri ve kötüleri ile sever ve senin aksine ben onların iyi insanlar olduklarını düşünüyorum kardeşim. Bu ev benimde evim, buraya kimin gelip gideceğine bırak da karar vereyim."

Ağzından çıkan her bir sözcük bana gerçekleri yansıtıyor gibiydi. Belki de haklıydı. Bu ev, benim olduğundan çok onun eviydi.

Yüzümde üzgün bir gülümseme yer ederken salladım başımı. "Haklısın tabi." dedim sessiz bir nefes eşliğinde.

"Haklısın Begüm, burası senin de evin. Hatta senin evin. Sonradan gelen benim, biricik arkadaşların tarafından aşağılanan da benim. O meyhanede duyduğum hakaretlerden sonra onlarla arana mesafe koymayan da sensin canım ablacım. Ben anladım seni."

"Nasya yanlış anlıyorsun." Dudakları hayretle aralandı.

"Aksine, ben çok doğru anladım seni ama geç anladım." Hızla arkamı döndüm ve garaj yoluna doğru ilerledim.

Aracımın kapısını açıp içine girdiğimde kontaktaki anahtarı çevirdim ve beklemeden uzaklaştım yalıdan.

 

 

♟♟♟

Pars, restoranın kapılarından içeri girdiğinde VIP alandaki kalabalığa döndürdü bakışlarını. Şirket çalışanları çoktan gelmiş ve ön sunum için hazırlıklara başlamışlardı bile.

Adımları o tarafa döndüğünde beyninin içindeki uğultularla bugünün ve bu yemeğin bir an önce bitmesini arzuluyordu.

Tek bir kelime edecek gücü yoktu kaldı ki devlet çalışanları oldukça pimpirikli adamlardı. Yani bu yemek aklının başında olması ve tüm dikkatinin projede kalması gereken bir yemekti.

Ama Pars'ın aklı dakikalar önce yanından ayrıldığı kadındaydı. Yaşanan o kaos ve içinde ansızın beliren öfke ile aşık olduğu kadının gözleri önünde bir adamı öldürebilecek aşamaya gelmişti.

Bu da yetmezmiş gibi kendinin bile şaşırdığı birçok şey yapmıştı. Nasya için bir kısas savaşının ortasında kalmıştı.

Bunca zaman kendini hiç kimseyle bir tutmayan ve egosunun üzerine gölge bile düşürmeyen bu adam, bir kadının kafasındaki kıyasların içinde sıkıştığını fark etmişti.

Parsa göre yaptığı her şey Alphan'ın yaptıkları ve yapmadıkları ile kıyaslanacaktı. Sürekli bir sınav hali Nasya ile aralarındaki ilişkinin içinde devam edecek miydi?

"Pars."

Sofia'nın güler yüzü ile kendine doğru gelişini gördüğünde düşük omuzlarını dikti ve yüzüne sakin bir ifade yerleştirdi. Çünkü kimsenin onu bu şekilde görmesine izin vermezdi. İçindeki savaşın dışarıdan görülmesine gerek yoktu.

"Günaydın." dedi. Sofia'nın yanında durduğunda bakışları çoktan hazır olan yemek masasına döndü. "Günaydın, iyi misin ?" Sorgulayıcı ses yüzünü Sofia'nın mavilerine çevirmesine neden olduğunda dudaklarında sahte bir tebessüm yerleşti.

"Tabii ki. Her zaman." Geçiştirircesine verdiği cevapla konuyu hızla değiştirdi. "Sunum için tüm dosyalar hazır mı? Önlerine bir portföy koymamız gerekecek." Bakışları yeninden masaya döndü.

"Her şey hazır, merak etme. Ama sen kötü gözüküyorsun bir sorun mu var?" Sofia'nın okyanusları koyu kahvelerle temas etti. "İyiyim Sofia. Gayet iyiyim." Pars biliyordu ki Sofia bir terslik olduğunda anlardı.

Çocukluk arkadaşlarının en berbat yanı buydu. Onlar en berrak halinizi tanırlardı. Sonrasında edinilen her dost, oluşturduğunuz kişiliğinizi görürken çocukluk sırdaşlarınız her şeyi apaçık görürdü.

Sofia'nın yüzünde sakin bir tebessüm oluşurken bir adım geri atıp Pars'a alan açıyordu. "Peki. Sen iyiyim diyorsan öyledir."

Sofia aptal bir kadın değildi, bu adama bakınca üzerindeki yorgunluğu da içindeki sıkıntıyı da görebilecek kadar iyi tanıyordu onu. Yalnızca sebebini çözemedi. Böyle önemli bir günde aklının nerede olduğunu çözemedi. Üzerindeki yorgunluğun sebebini de öyle.

Pars'ın sakladığı yorgunlukla masaya doğru gidişini öylece izledi ardından. Ağır adımları kendi sandalyesine doğru ilerlerken Sofia'nın dudaklarından yorgun bir nefes yayılıyordu.

Garip bir şekilde Pars'taki negatif enerjiyi kendi üzerinde de hissediyordu. Tam da bu sebeple az önce gayet yerinde olan enerjisi şimdi çökmüştü.

"Merhaba." Murat'ın fısıltılı sesiyle irkilerek arkasını döndüğünde onu görmenin mutluluğu ile gülümsedi. "Geciktin." dedi kıkırdayarak ona doğru bir kaç adım attı.

"Trafik işte, İstanbul'u bilirsin." Murat'ın yüzündeki sıcak gülümseme ile Sofia'yı izleyişi, üçüncü bir kişi tarafından izleniyordu.

Pars, henüz oturduğu sandalyeden onları gözlemlerken yeni fark ettiği bir şey sezinledi. Üçünün çocukluğa dayanan arkadaşlıklarında farkına varamadığı fakat şimdi Murat'ın farkında olmadan Sofia'ya olan ilgisini aşikâr bir şekilde gösteren bakışlarını...

"Neyse ki adamlar henüz gelmedi. Gel hadi." Sofia neşeli bir hamleyle Murat'ın koluna girip onun masaya doğru çekiştirirken Murat'ın yüzündeki koca gülümseme masanın başında oturan Pars'ın gözlerini bulduğunda ansızın soldu.

Sofia'nın ellerinden geri çektiği koluyla acele ile topladı kendini. "Kardeşim." Gergin bir gülümseme ile Pars'ın solundaki sandalyeye çöktü.

"Senin burada ne işin var?" Pars'ın Sorgulayıcı bakışları Murat'ın üzerinde dolanırken Sofia sevecen bir sesle araya girdi. "Gelecek olan Atakan Bey'in Murat'la sıkı bir dostluğu var. Ben de düşündüm ki burada olursa işimizi kolaylaştırır."

Pars'ın tersleyici sesi ile dik bakışları Sofia'ya döndü. "Sana düşünmeni söyleyen kim?" Sıktığı dişleriyle genç kadının yüzündeki gülümseme yavaşça silindi. "Ben sadece işini kolaylaştırmak istedim."

Sofia'nın kırgın sesinin ardından Murat, araya giriyordu. "Bu adamlar tanıdık yüz görmeyi severler abiciğim. İnan, böylesi daha iyi olur." Sahte bir gülümseme ile ortamı yumuşatmaya çalışıyordu.

"Sana fikrini sormadım." Gözleri çocukluk arkadaşının yüzünde dolandığında yeniden Sofia'ya çevirdi yüzünü. "Ve sen Sofia, sadece bir çalışansın. Kendi şirketinmiş gibi davranmayı kes. Üzerine vazife olmayan şeyleri yapma! Eğer Murat'a ihtiyaç duysaydım onu kendim çağırırdım."

Sıktığı dişlerinin arasından tıslarken Murat yavaşça kalktı oturduğu sandalyeden. "Sakin ol kardeşim. Giderim, sorun değil." Geri çekildiğinde Pars'ın bir şey demesini bekledi çünkü kırıcı olmuştu.

"En doğrusu bu zaten." dedi Pars, ketum sesiyle. Yüzünü masaya çevirdi. Murat ağırca yutkunurken arkasını döndü ve hissettiği kırgınlıkla beklemeden çıktı restorandan. Sofia, olan bitene bir anlam vermeye çalışırken çekip giden Murat'ın ardından baka kaldı.

"Buna gerek var mıydı Pars?" Şaşkın sesiyle soğuk suratlı adamı süzdü. "Senin için buradaydı, sadece yardımcı olmaya çalışıyordu." Fısıltılı sesine rağmen hesap soran tınısı Pars'ı gerdiğinde uzanıp Sofia'nın bileğini kavradı. Onu sertçe kendine çektiğinde burun buruna geldiler.

Sofia'nın gözleri Pars'ın yüzünün önünde durduğunda yanakları ansızın kızarıyordu. Gözleri kendini öfkeyle izleyen karalardan dudaklarına kayıyordu. Bu yakınlık, parfümünün kokusunu almasına izin veriyor ve içinde büyüyen heyecan kesik nefeslere sebep oluyordu.

"Aç kulaklarını, iyi dinle! Murat olmaz. Anladın mı? Onu kendine stres topu olarak seçemezsin! Aklından bile geçirme!" Hırıltısıyla Sofia'nın şaşkın gözleri Pars'ın karalarına döndü. Dudakları aralandı. "Ne saçmalıyorsun sen?"

"Sakın görmediğimi sanma. Seni kendim kadar iyi tanıyorum! Onun ilgisini kullanarak kendine bir kalkan oluşturmana izin vermem! Dostum dediğim adamın ilgisini kuşanıp karşımda süzülmelerin sikimde bile değil! Ama o anlamaz, senin bu yüzünü göremez! Öfkesini bana yöneltir Sofia ve o zaman seni elimden kimse alamaz!"

"Madem böyle dikkatlisin, tüm bunları senin için yaptığımı da görüyor olmalısın! Senin için yapabileceklerimin bir sınırı yok Pars."

İtiraf niteliğindeki sözleriyle Pars sıkıca tuttuğu bileği geri ittirdi. "Bu, bu şirketteki son toplantın. Sonra siktirip gideceksin! Sen, sana verdiğim dostluk şansını bile hak etmiyorsun."

Sıktığı dişleriyle tıslarken bakışları restoranın kapısında duran silüete takıldı. Nasya omuzundaki bilgisayar çantası ile öylece durmuş Pars'ı ve Sofia'yı izliyordu.

Dakikalar önce gördüğü bu manzarada onları böyle dip dibe görmek afallamasına sebep olurken olup biten her şeye şahit olmuştu fakat duyamamıştı Nasya. Aşık olduğu adamın, ona aşık olan kadınla neredeyse öpüşecek kadar yakın oluşuna tanıklık etmişti.

Pars'ın bakışları Nasya'yı bulduğunda olduğu yerde kalıyordu. Ne gördüğü ve ne anladığını düşünmeye başlarken Nasya'nın dolan gözlerini ve geriye doğru atılan adımlarını görünce restoranı terk etmek üzere olduğunu fark etti.

"Hay sikeyim!" Sandalyesini sertçe ittirdiğinde Sofia'yı kenara ittirdi ve hızla Nasya'ya doğru koştu. "Nasya!"

Arkasını dönen kadın kapıdan çıkmadan önce kolları, Pars'ın elleri ile sarıldı. Bedeni arkasındaki adama çevrildiğinde hayal kırıklığı dolu gözleri ile süzdü Pars'ı.

"Ne işin var burada senin?" Genç adamın fısıltılı sesiyle Nasya yavaşça çekti kollarını Pars'ın ellerinden.

"Ben de kendime şu an aynı soruyu soruyorum." Dudaklarında hüzünlü bir tebessüm oluştu.

"Saçmalama, sandığın gibi bir şey değildi." Pars'ın açıklama yapmaya çalışan sesiyle Nasya'nın gözleri Sofia'ya döndü.

"Öyle mi? Az önce bahçemde Alphan'ı öldürmek üzere olan adam mı söylüyor bana bunu? Üstelik hemen ilk aşkıyla dip dibe bulduğum halde." Dişlerini sıkarken kıskançlığının gözlerini öfkeyle parlattığı apaçık görülüyordu.

"Gel buraya." Uzanıp elini tuttuğu kadını peşinden sürükleyerek restoranın bar kısmına doğru çekiştirdi.

Nasya ise Pars'ın ellerinde yürütülürken gözlerini Sofia'nın yüzüne çevirdi. Onun Parsı ve kendini öfkeli bakışlarla izlediğini görüyordu. Sanki Pars onunmuş da Nasya ortaya çıkan hesapsız bir kadınmış gibi bir eminlik vardı Sofia'nın üzerinde.

"Otur." Nasya'yı yavaşça bar sandalyesine oturtan Pars karşısındaki sandalyeye çöktü.

"Ne var biliyor musun? Buraya gelirken aklımdan geçen saçmalıkları düşünüyorum." Nasya'nın kırgın öfkesi sıktığı dişlerinin arasından Pars'a ulaştı. "Öfkeliydin ve ben peşinden gelip yanında olmak istedim. Dün geceden ve bu sabahtan sonra." Gözleri elindeki yüzüğe döndü. "Bu yüzükten sonra!" dedi parmağındaki yüzüğü göstererek.

"Artık kaçmak ve yanlış anlaşılmaktan sıyrılmak için buraya geldim! Çözeriz, dedim. Ben onunla her şeyi çözerim, dedim fakat gördüğüm tablo bu! Beni bekleyen bu! Sen ve unutamadığın aşkın!"

"Buraya bu yüzden mi geldin?" Pars'ın dudaklarında varla yok arası bir tebessüm görünüp kayboldu. "Aramızı düzeltmek için, bizim için." dedi fısıltıyla.

"Sen beni duyuyor musun?" Nasya'nın azarlayıcı sesiyle Pars daldığı hayal âleminden sıyrıldı. "Duyuyorum." dedi yeniden gülümserken.

"Bir de gülüyor musun? Kızın ağzına düşüyordun mal herif! Anlat bana ne bu? Ben Sare olacağım o da Deniz mi? Söylesene böyle bir durumda ben ikinizi de öldürmez miyim?" Elini Pars'ın beline doğru uzatıp dakikalar önce yerine sokuşturduğu silaha yaptığı baskıyla tısladı.

"Yemin ederim öldürürüm! Başıma ne geleceği umurumda bile olmaz, sizi gözümü bile kırpmadan öldürürüm!"

Pars'ın aşkla parlayan gözleri Nasya'nın öfkeli karalarında dolanırken yüzünde çocuksu bir heyecan peyda oldu.

"Komik mi?" Nasya, elini iyice bastırdı ceketin üzerinden silaha doğru.

"Hiç değil. Komik değil sevgilim." Dudaklarındaki gülümseme büyürken Sofia onları izliyordu. Oturduğu sandalyeden Pars'ın yüzündeki sıcak gülümsemeyi izliyordu.

Dakikalar önce üzerinde olan kasvet ansızın uçup gitmiş, ruhsuz bakan gözleri Nasya'ya döndüğünde can bulmuştu. Dudaklarındaki sıcak gülümseme ile gözlerini büyük bir hayranlıkla Nasya'nın yüzünde gezdirişini görüyordu.

Ağırca yutkundu. Bu kadının Pars için yalnızca bir eğlence olduğunu düşünürken bu adamın her bir zerresiyle ona ait olduğunu anladığı an, bu andı.

Yanında nasıl neşeli bir çocuğa dönüştüğünü daha açık gördüğü tek bir an bile olmamıştı. Konu yalnızca tutku değildi, Pars âşık olmuştu.

Nasya'ya âşık olmuştu. Ona, daha önce hiçbir kadına bakmadığı gibi bakıyordu. Bu adamın böyle bakabileceğini bile bilmezdi ama bakıyordu işte.

"Gülme anlat! Ne yapıyordunuz dip dibe, söyle!" Elini silahtan geri çektiğinde Pars'ın gövdesini güçsüzce ittirdi.

"İşten kovuyordum, hepsi bu. Ve uyarıyordum." Yanaklarındaki gülümseme yerli yerinde dururken Nasya'dan gördüğü bu tavır keyiflenmesine sebep olmuştu.

"Şimdi ben de sana inanmasam mesela! Çeksem silahını dayasam o kadının bok sarısı saçlarına! Sorsam sana 'Ver kararını.' diye?! Söylesene nasıl hissettirir! Üstelik benim yeterli sebeplerim var, sizi dip dibe gördüm! Bence oldukça yeterli bir sebep? He, ne dersin?" Sıktığı dişleri ve öfkeyle kızaran yanaklarıyla Pars'tan bir cevap bekliyordu.

"'Öldür.' derim. Vur onu. Gel hıncını alamazsan beni de vur ama inan bana, senden başka hiçbir kadını istemediğime inan; seni hiçbir erkekle paylaşmayacağıma inandığın gibi. Nasya sevgimin kontrolsüz bir baskısı var ve yalvarırım korkup uzaklaşma benden."

Konunun yönü ansızın değişiyordu. "Öfkemin keskin ucuyla karşılaştığında hep böyle sar beni, derim. Sev beni; tüm iyi ve kötü yanlarımla, tıpkı dün gece söylediğin gibi. Her şeye rağmen Nasya, her şeye rağmen sev beni." Gözlerinin içi kaybetme korkusuyla parlarken Nasya'nın yüzündeki öfke yavaşça silindi.

"Pars." Nasya'nın titreyen sesinin ardından Pars'ın elleri karşısındaki kadının güzel yüzüne doğru yükseldi ve alnını onun küçük alnına yavaşça bastırdı.

"Söyle bana, seni kaybetmeyeceğimi bilmem gerek. Kimsenin aklını karıştıramayacağını, istediğin tek şeyin ben olduğumu bilmem gerek. Ait kalabilir misin Nasya, bana ait kalabilir misin?" Gözleri usulca kapanırken ellerinin arasındaki güzel kadının kokusunu usulca çekti içine.

"Hatan başka bir kadın olmadığı sürece burada olacağım." Nasya'nın fısıltılı sesi ve utangaç bakışları Pars'ın kapalı gözlerinde dolandı. Uzun kirpiklerinde ve kusur bilmeyen yüzünde.

"Asla. Başka bir kadın asla olmayacak. Aradığım her şeyi sende bulduğumu biliyorum. Tüm kalbimle ve ruhumla seninle olmak istiyorum. Sonsuza kadar..." Gözleri Nasya'nın yüzüne doğru açıldı.

"Sonsuza kadar," dedi genç kadın, utangaç fısıltı ile. "Sonsuza kadar Pars. Sonsuza kadar sen." Elleri Pars'ın boynuna sarıldığında dudakları usulca yapıştı karşısındaki adamın dudaklarına.

Nefesleri birbirine karışırken Pars'ın elleri Nasya'nın yüzünden aşağıya kaydı, ince beli sıkıca sardığında onu sandalyesiyle birlikte çekti kendine doğru. İki yana ayırdığı bacaklarının arasına hapsettiği kadın kollarının arasında kaybolurken bedenleri birbirine uyumlu bir şekilde tutundu.

"Seni seviyorum." dedi Pars fısıltı bir sesle öpüşünü sonlandırırken. "Seni çok seviyorum." dedi Nasya fısıltılı bir karşılıkla.

 

 

♟♟♟

 

NASYA

Önümdeki bilgisayardan ayırdığım gözlerimi, karşımdaki toplantı masasına döndürdüğümde Pars'ın yemeğini çoktan bitirdiğini görüyordum. Solunda kalan takım elbiseli ve huysuz suratlı olan bir adamla arasında geçen konuşma ile tüm dikkatini ona verdiğini de öyle.

Oturduğu sandalyede emin bir şekilde durmuş ve bilge bir surat ifadesi ile sakince bir şeyler anlatıyordu. Bakışları solunda oturan Sofia'ya döndüğünde ondan birkaç dosya devralıyor ve içlerinden birini memnuniyetsiz suratlı adama uzatıyordu.

Masadaki boş tabaklar masanın etrafındaki garsonlar tarafından hızla toparlandığında Pars'ın az önce dosyayı uzattığı adam dikkatle açıyordu önünde sayfaları.

Sofia gergince Pars'ı süzerken Pars'ın gözleri dudaklarından verdiği kısa bir nefesle restoranın içinde beni buluyordu.

Dudaklarında sessiz bir tebessüm yer ettiğinde yavaşça göz kırpıyordu. Tüm bu gerginliğin içinde bana hediye ettiği gülüşle genişçe sırıtıyordum.

Elimi terlemişim gibi yüzüme doğru sallıyordum. Bu aslında onun gergin bir ortamda olduğunu anlamamı ve ironik bir şekilde bununla eğlenmemi simgelerken şakamı havada yakalıyor ve hafif bir omuz hareketiyle dudağının sol tarafı kıvrılıyordu.

Gözlerini devirdiğinde "Benim için hiç sorun değil." dercesine sallıyordu başını. Üzerindeki özgüven içimde bir şeyleri gıdıklarken onu çalışırken izlemenin beni etkileyen bir şey olduğunu fark ediyordum.

Ellerim boynuma doğru giderken düşüncelerim utanmama sebep oluyor ve bakışlarımı yüzünden kaçırıyordum. Böyle bir libidoya sahip olduğumu bile bilmezdim fakat bu adam tüm duygularımı yükseltiyordu.

Telefonumun sessiz çalışı masada yayıldığında Pars'ın da dikkati çoktan ciddi bir ifade ile karşısındaki adama dönüyordu.

Uzanıp elime aldığım telefonla arayanın Begüm olduğunu görerek meşgule attım. Şu an onunla konuşmak istemiyorum, bu lanet şeyde yanımda olmalıydı. Alphan'ın yanında değil kız kardeşinin yanında.

Gözlerim Parsı buldu yeniden, hararetli sohbeti soğuk suratlı adamın katı ifadesini yumuşatırken masada daha sakin bir hava oluşuyordu. Ne yapıyorsa kesinlikle işe yarıyor, ne anlatıyorsa o ölü bakışlı adamın dudaklarında tatmin olmuş bir gülüş yayıyordu.

Aynı anda avuçlarımda tuttuğum telefon yeniden çalıyordu ve Begüm'ün ısrarlı arayışına bir son vermek adına cevapladığım telefonu kulağıma yaslıyordum.

"Nihayet." Sesindeki sabırsızlıkla oturduğum sandalyede geri yaslandım. "Begüm şu an konuşmak istemiyorum, lütfen ısrarlı arayışlarına bir son ver." Sıktığım dişlerimin arasından bırakılan fısıltı ablamın sıkkın bir nefes vermesine neden oldu.

"Beni yanlış değerlendiriyorsun Nasya, yanlış anlaşılıyorum ve bunu düzeltmek istiyorum." Sesi neredeyse öfkeli geliyordu.

"Ben çok iyi anlıyorum. Senin arkadaşların ile arana çekemediğin o çizgi benim hayatımı nasıl etkiliyor, farkında mısın? Belli ki değilsin aksi halde bunu bana bilerek yapmanı asla affetmezdim." Histerik bir nefes verdim ve bir cevap bekledim.

"Sen her şeyden daha önemlisin, bunu sürekli söylemem mi gerekiyor sana! Fakat o insanlara hiç şans vermeden öylece hayatımızdan çıksın diyemezsin. Alphan konusunda seni uyarmıştım, bunu seçen sendin. Şimdi beni mi suçlayacaksın?"

"Diyebilirim!" dedim hafifçe yükselen sesimle. Afallayan fısıltısı ahizede duyuldu. "Ne?"

"Öylece hayatımızdan çıksın, diyebilirim! Senin pislik arkadaşların benim huzurumu etkiliyorsa hayatımda istememek en doğal hakkım! Tek bir hatam varsa o da Alphan pisliğine bir şans vermekti ama ben tüm bunları aklım başımda değilken yaptım. Peki sen?"

"B-ben ne Nasya?" Sesi üzgün bir havaya büründü.

"Sen hangi aracın camına kafa attın da 'Arkadaşlarım kardeşime istediğini yapar ve söyler çünkü onlar benim dostlarım.' diyorsun? İradeni nasıl bir trajedi aldı elinden de bana sırtını dönüyorsun?"

Nereden geldiğini bilmediğim bir sızı genzime yerleşirken aslında Begüm'e nasıl kırıldığımı şimdi daha iyi anlıyordum. Ne olursa olsun arkamı kollar sanmıştım, kardeşlik böyle bir şey değil miydi zaten?

"Ablacığım eve gel. Gel, yüz yüze konuşalım. Kimseyi sana tercih etmiyorum, yanlış anlıyorsun." Onun da sesi titrerken sert bir nefes çektim içime.

"O eve bir daha dönmeyeceğim. Uzun bile sürdü aslında, hayatım boyunca yalnız yaşadım ve bir aile evinde sıkışıp kalmak iç huzurumu mahvediyor. Başımın çaresine bakacağım artık." Telefonu bir cevap almadan kapattım ve dolan gözlerimi tavana bakarak rahatlatmaya çalıştım.

Sessiz bir nefes dudaklarımdan dışarı süzülürken Pars'ın bakışları sorgular bir ifade ile yüzümde tutunuyordu. Kaşları usulca çatıldığında, "Neler oluyor?" der gibi eğdi başını.

Dudaklarımda sahte bir gülümseme oluşurken omuz silktim ve geçiştirircesine mırıldandım. "Sorun yok." Dudaklarımda tutunan bakışlarla sıkkın bir nefesle oturduğu sandalyeden kalktı.

"Ne yapıyorsun manyak herif?" Kendi kendime mırıldanırken toplantının ortasında masadakileri bölerek izin aldı ve aceleci adımlarla bana doğru yaklaştı. Usulca yanımdaki sandalyeye çöktüğünde iri bedeni üzerime döndü.

"Neden doldu senin gözlerin?" Sandalyemin bacaklarını kavradı ve beni oturduğum sandalyeyle birlikte bacaklarının arasına çekti.

Elleri sandalyemin kol kısımlarını sarmaladığında titreyen çenem ve dolan gözlerimle, dokunsalar ağlayacak kadar hassas hissediyordum kendimi. "B-bir şey yok." Bakışlarımı kaçırdım gözlerinden.

"Yavrum?" Çenemi yavaşça kavradı ve yüzümü kendine çevirdi. "Bir şey var işte, neden saklıyorsun? Söyle bana, canını ne sıktı senin?"

Çenemi sarmalayan el yavaşça tenimi okşarken dolan gözlerimden birkaç damla yaş aktı yanağıma doğru.

"Şşş!" Sakin bir fısıltıyla çenemdeki elini indirdi ve büyük ellerini bedenime sarıp beni kendine usulca bastırdı. Şimdi saçlarımda dolanan parmakları ile sessizce ağlıyordum.

 

Beni gövdesine bastırırken dudakları saçlarımın üzerinde yerini aldı. "Anlat bana, ne olduğunu söyle güzelim. Canını sıkan neyse söyle halledeyim." Sesinin tınısı tatsız bir hal aldığında şu an konuşmak istemediğimi biliyordum.

Şimdi yalnızca kollarımı bedenine sarıp kendimi iyice göğsüne bastırdım. Kalbi yüzümün hemen altında atarken saçlarımda şefkatle dolanan eller rahatlamama ve sakinleşmeme neden oldu.

Gözyaşlarım durdu ve yüzümde sakin bir gülümseme oluştu. "O kadar iyi geliyorsun ki bana..." Fısıltılı itirafımla saçlarımın üzerinde bir öpücük daha dolandı. "Bunun için buradayım sevgilim, senin için. Söyle bana, seni böyle üzecek ve gözyaşlarına sebep olacak ne yaşandı? Kimdi telefondaki, canını ne sıktı?"

Yavaşça geri çekildiğinde hiç istemesem de bedenindeki kollarım gevşedi. Sandalyemde geri yaslandığımda uzanıp yanaklarımdaki ıslaklığı yavaşça sildi.

"Bak bana." dedi dudaklarında hüzünlü bir gülümseme oluşurken. "Seni ağlarken görmek istemiyorum, anladın mı? İçinden çıkamadığın, canını sıkan her neyse söyle bana; senin için halledeyim güzelim."

Yavaşça bana doğru yaklaştı ve alnını benimkine yaslarken yüzümdeki avuçlar kucağımda duran ellerimi kavradı. "Bir şey saklamak yoktu artık, öyle konuştuk. Değil mi?" Kara gözleri yüzümde dolanırken dudaklarında sakin bir gülümseme oluştu.

"Evet, söz verdik." Aynı sakin tebessüm bende de yer edindi. "Öyleyse dinliyorum." Burnuma kondurduğu küçük öpüşle aramızdaki bu fısıltılı diyalog Sofia'nın sesiyle bölündü.

"Pars." Alnını benimkinden geri çektiğinde omuzunun üzerinden geriye döndü. "Geleceğim Sofia, oyala biraz." Pars'ın gergin sesiyle ben de gözlerimi Sofia'ya çevirdim.

Cam gibi maviler Pars'ın üzerinde hüzünlü bir ifade ile dolandı ve kısa süreliğine bana kaydığında, beni öldürmek ister gibi bakıyordu. Eline bir fırsat geçse bunu düşünmeden yapardı. Tıpkı benim ona yapacağım gibi.

"İmzalar atılacak, toplantıyı sonlandırmak istediklerini söylüyorlar. O yüzden uzatılacak bir durum yok. Adam ikna oldu gel ve bitir işi." Geri çekildiğinde Pars'a ilerideki toplantı masasını gösterdi.

Pars'ın dudaklarından güçlü bir nefes dışarıya kısık bir ıslıkla çıkarken yüzünü bana döndü, benimse bakışlarım Sofia'nın onu izleyen gözlerinde duruyordu.

Pars'ın sıcak dudakları uzanıp yüzüne çektiği ellerimin üzerinde dolanırken Sofia'nın gözünden bir damla yaş sessizce aktı. Öyle ani olmuştu ki aceleyle arkasını döndü ve ifadesiz tutmaya çalıştığı suratı ile yüzündeki hüznü kovdu.

Acı çekiyor gibi görünüyordu. Bu kadının gerçekten Pars'ı bu denli sevdiğini bilmiyordum. Tuhaf bir rahatsızlık hissi tüm bedenimi kaplıyor ama neyse ki onun bugün şirketteki son günüydü. Pars bu işi benim için halletti ve Sofia artık bir sorun değil. Hiç bir zaman değildi ya gerçi.

"Bana bir kaç dakika ver güzelim, hemen geleceğim." Parmaklarımın üzerindeki sıcak dudaklar kısa bir öpüş eşliğinde fısıldarken gözlerim Pars'a döndü.

Bana bakarken yüzünde beliren o ifadeyi izledim, gözlerinin içinde beliren parlak yıldızı. Yalnızca bana özel o bakışı ve bana hitap ederken takındığı yumuşak tınıyı...

Tüm bedenim tatmin duygusu ile dolduğunda şimdi şu an kendimi dünyanın en şanslı kadını gibi hissediyordum. Ve fark ediyordum bir kez daha, bu adamın bana ait olduğunu iliklerime kadar hissediyordum.

"Git hadi," Uzanıp yanağını yavaşça okşarken devam ettim. "Hallet şu işi sonra gel yanıma. Seni gözlerimin önündeyken bile özlüyorum." Uzanıp yavaşça dudaklarının üzerine bastırdım dudaklarımı.

Nefesi küçük bir ritim bozukluğu ile titrerken hiç zaman kaybetmeden karşılık veriyordu bana. Alt dudağımı dişlerinin arasında sıkıştırıp ağzımın içine doğru fısıldadı. "Böyle yaparsan bir adım bile uzaklaşamam yanından, sonsuza kadar kalırsın dudaklarımın arasında."

Geri çektiğim yüzümle sinsice sırıttım ve ellerim usul usul yükseldi omuzlarına. "Sonsuza kadar burada kalmak istemiyorum çünkü istediğim sadece bir öpücük değil."

Parmaklarım iri omuzlarını yavaş yavaş okşadı. İstekli bir ifade ile geri çekilip sandalyeme yaslandım. "Şimdi bir an önce git ve işini hallet. Bana birkaç saat değil birkaç gün lazım, seninle istediklerimi yapabilmem için."

Dudaklarımdaki sinsi sırıtışla şehvet dolu gözlerimi pantolonuna doğru çevirdim. Siyah takımın önünde kendini belli eden şişlik, içimdeki kelebekleri deli gibi uçururken bir öpücükle nasıl böyle sertleşir anlamıyordum.

Ama bu lanet uyum, benim elimde Pars'a dair kullanabileceğim bir silah gibi, tüm istediğimi almamı sağlayacağı gibi onun da benden her istediğini almasını sağlayacaktı.

Düşüncelerim yüzümde sinsi bir sırıtış daha yaydığında Pars oturduğu sandalyeden havalandı ve histerik bir gülüşle üzerime doğru eğildi.

Saçlarımı örten dudakları arasından bir fısıltı bıraktı, ikimizin duyabileceği o boşluğa. "Bu iddialı sözleri, yataktayken hatırlatacağım sana. Durmak istediğinde ve ben buna izin vermediğimde fısıldayacağım kulağına."

Geri çekildiğinde duyduğum şeyler gözlerimin kocaman olmasına ve ağırca yutkunmama sebep oluyordu. Böyle artist artist konuşmanın elbet bir getirisi olacaktı fakat bunu ilk ağızdan duymak kadınlığımın duvarlarını sızlattı.

Pars çoktan yanımda ayrılmış ve emin adımlarla toplantı masasına ilerlerken Sofia'da peşinden onu takip ediyordu. Bense oturduğum sandalyede hareketlenen kelebeklerim ve yüzümdeki şaşkın telaşla elimi kolumu nereye koyacağımı bilemiyordum.

Derin bir nefesle toplamaya çalıştığım dikkatimle yapmam gereken bir şeyi ansızın hatırladım. Babamı aramam gerekiyordu. Evden ayrılacağımı benden duymalıydı çünkü bildiğim bir şey varsa o da bu gece orada kalmayacağımdı.

Fazla mı fevriydim? Belki. Ama değer verdiğim insanlardan aynı değeri göremediğimde artık çabalamayacaktım. Defne'nin tüm hatalarını öyle uzun süre görmezden geldim ki sonunda yine ben zararlı çıktım.

Bundan sonra buna izin vermeyecektim. Hayatımda olmak isteyen herkes bunun için üzerine düşen sorumlulukları yerine getirecekti.

Uzanıp telefonu elime aldım ve daha fazla oyalanmadan rehberde babamın numarasını buldum. Kulağıma yaslanan telefonla sandalyede gergince geri yaslandım.

İlk çalışta olmasa da nihayet açılan telefonla sesi kulaklarımda dolandı. "Söyle babacığım?" Sesi yorgun geliyordu, muhtemelen yoğun bir günün içindeydi.

"Müsait misin baba?" Bilgisayarın kapağını yavaşça kapattım ve omuzumla sıkıştırdığım telefondan çektim elimi. "Müsaitim güzel kızım? Bir şey mi oldu? Sen iyisin değil mi?"

Telaşlı sesi yüzümde sakin bir gülümseme yayarken laptopu çantasına yavaşça yerleştirdim.

"Bir sorun yok, ben gayet iyiyim. Bir şey söylemek için aradım seni." Masanın üzerindeki dokümanları yavaşça bir araya toplarken meraklı fısıltısını işittim. "Dinliyorum kızım? Ne oldu?"

"Ben bugün evden ayrılıyorum." Sözlerimin ortasında Pars'ın solumda belirdiğini fark ediyordum. Alnı kırışmış bir şekilde beni süzerken yavaşça oturdu solumdaki sandalyeye. "Onu haber verecektim." dedim, dikkatimi yeniden babama çevirirken.

"Anlamadım? Ne demek bu şimdi?" Ciddileşen sesiyle yineledi sorusunu. "Bir sorun mu var Nasya?" dedi.

"Bir sorun yok baba, eski evime yerleşeceğim bir süre, daha sonra bir ev ayarlayacağım. Ama bu gece geldiğinde evde olmayacağım, onu haber vermek istedim." Avuçlarımın arasındaki kâğıtları bilgisayar çantasının yan cebine yerleştirirken Pars'ın çenesine yasladığı eliyle beni dikkatle dinlediğini gördüm.

"Nasya bir sorun olmadıysa bir anda nereden çıktı bu taşınma fikri? Seni daha yeni bulmuşken üstelik." Üzgün tını yüzümde buruk bir gülümseme oluşturdu.

"Sanki uzağa gidiyormuşum gibi davranma baba. Ben hayatım boyunca tek yaşadım, alışkın değilim kalabalık eve. Böylesi çok daha iyi olacak benim için, hem şirkette bütün gün birlikte olacağız zaten bir değişiklik olmayacak ki."

Neşeli tutmaya çalıştığım sesle bir süre sessiz kaldı. Telefonun kapandığını düşünerek kulağımda sıkıştırdığım telefonu geri çekip ekrana baktım. "Baba?" Saniyeler hala alarken nihayet konuşmaya karar veriyordu.

"Anlamaya çalışıyorum seni, biz mi yanlış bir şey yaptık? Biliyorsun annen ve ben yeniden denemeye karar verdik ve ben düşündüm ki her birimiz aynı çatı altında gerçek bir aile olabiliriz."

"Biz gerçek bir aileyiz zaten baba, yalnızca ben kendi alanımı istiyorum. Sizi terk ediyormuşum gibi konuşma." Sessizce kıkırdadım.

"İstediğin gerçekten buysa sana mani olamam, yalnızca benim için bir kez daha düşünmeni istiyorum. Ev konusuna gelince o eski eve geri dönmene izin veremem, üstelik şirkete de uzak. Merkezdeki dairelerden birine yerleşebilirsin."

"Bir yolunu bulacağım, beni merak etme."

"Sen benim kızımsın, bu dediğin mümkün değil. Sana birkaç adres göndereceğim. İçlerinden birine yerleş, içine sinmezse kendine başka bir daire bakarsın ama o ev olmaz Nasya. Anlıyorsun beni değil mi? Bu arada gidip kafa dinlemek gibi bir şey değil, temelli yerleşmekten bahsediyorsun."

Kararlı konuşması bıkkınca oflamama sebep oldu. "Tamam baba, en azından senin için bunu yapabilirim." dedim, hiç istemesem de.

"Şimdi kapatmama gerekiyor, sen sanırım Pars ile berabersin. Bugün şirkete gelmeyeceğini düşünüyorum, doğru mu?"

Sessizce kıkırdadım ve bakışlarımı Pars'a çevirdim, gözlerini bir saniye bile çevirmedi üzerimden.

"Öyle olacak sanırım, ben bugünün dosyasını mail attım Esin'e. Gün içinde önemli başka bir şey yoktu diye hatırlıyorum."

"Sorun olmaz, keyfine bak. Kendini çok yorma ve zorlama. Doktorun ne dediğini hatırlatmak istemiyorum sana."

"Tamam, baba. Dikkat edeceğim. "

"Seni seviyorum babacığım, bir şey olursa ulaş bana, adresleri gönderiyorum birazdan."

"Ben de seni seviyorum baba. Hoşçakal." Telefonu kapatıp kol çantama yerleştirdiğimde Pars sıkkın bir nefes aldı ve konuşmaya hazırlandı.

"Eski mahalleye mi dönüyorsun?" Yavaşça dibime çektiği sandalyeyle aramızdaki mesafeyi kapattı. "Bana kalsa yerleşirdim ama hayır. Fakat başka bir eve yerleştiğim doğru."

Dudaklarımda beliren buruk tebessümle kaşları çatıldı. "Evde bir şey mi oldu? Benden sonra? Biri bir şey mi söyledi?" Masanın üzerinde duran ellerimi usulca avuçlarının arasına aldı.

Anlatıp anlatmamak arasında kaldığımda yanımda ondan daha sağlam duran kimsemin olmadığını fark ettim. Güven kelimesinin içimde karşılığı bu adamdı. Beni asla terk etmeyecek ve sırtını dönmeyecek tek bir kişi göstermem gerekseydi eğer parmağım onu işaret ederdi.

"Begüm canımı sıktı ama sorun yok."

Yaptığım açıklama sesimin titremesine neden olduğunda gözlerim Pars'ın yüzünde dolandı. Bana tüm hüznümü ve mutsuzluğumu unutturan yüzünde.

Şakakları yavaşça hareketlendiğinde sıktığı dişlerinin arasından fısıldadı. "Ne söyledi? Canını böyle sıkacak kadar önemli ne oldu güzelim? Anlat bana."

"Bilmiyorum, belki ben abartıyorum fakat Alphan konusunda yanımda olmasını bekledim. O pislik ve diğerleri arkamdan atıp tutarken hala onlarla görüşmeye devam etmesi ağrıma gidiyor. Yani bir düşününce ben Begüm'ün yerinde olsaydım, sevdiğim birine arkadaşım dediğim herhangi bir insan zarar verse, tavrımı açıkça koyardım."

"Ne söyledi sana?" Tınısı kalınlaşırken fark ettim ki Begüm'e bilenmeye başlıyordu. Ellerini kendi ellerimin arasına aldım ve usulca okşadım. "Sakin ol."

"Sakinim ben. Ben sakinim de sen sorularıma cevap vermedikçe geriliyorum. Seni böyle ansızın ağlatacak kadar ne söyledi? Ne kadar ileri gitti bilmem gerek." Koyu kahveler yerini kızıllara bırakırken ciddi ciddi yükselmeye başladığını görüyordum.

"Pars, saçmalama. O benim kız kardeşim, kalkıp hesap mı soracaksın?"

"Tam olarak öyle yapacağım. Kibar bir uyarı."

"Ay yok artık, senin kibar uyarını birkaç saat önce gördüm ben, kardeşime bunu yapmana izin verir miyim sanıyorsun?"

Sesim ciddileşirken şaşkın bir ifade takındı gözlerine. "Saçmalama güzelim, kalkıp ağzını burnunu dağıtacak değilim ya da kafasına silah dayayacak, sadece durması gerektiği yeri hatırlatacağım."

"Ben hatırlatırım merak etme, bu işe karışmamanı rica ediyorum. Biz bir şekilde çözeriz bunu. Hem Begüm seni sever, aranızın bozulmasını istemem."

"Siktir etsene. Senin için tüm gemileri yakar limanı da ateşe veririm. Kimsenin sevgisine ihtiyacım yok, onayına da öyle. Tek istediğim insanların seninle konuşurken temkinli olmaları, ağızlarına gelen her şeyi öylece söyleyemezler. Kardeşin ya da baban bana hiç fark etmez. Seslerinin tonlarına bile dikkat edecekler." Uzanıp sandalyemin bacaklarını tuttu ve beni kendine doğru çekti, yeniden. "Ve sen de sevgilim, onlara durmaları gereken yeri açıkça göstereceksin. Gözündeki yaş yalnızca mutluluk için akmalı, aksine sebep olan herkes beni kendine düşman eder."

Yüzüme yaklaştırdığı yüzüyle usulca kavradı dudaklarımı. Nefesi içime akarken sandalyeyi saran elleri kalçalarıma doğru yükseldi. Hızlanan nefeslerimiz birbirine karıştığında kasıklarımda saniyeler içinde beliren ihtiras kesikçe inlememe sebep oldu.

"Pars dur." Nefes nefese geri çekildiğimde dudaklarıma bıraktığı sert öpüşün etkisi sızlayan tenimde kendini belli ediyordu.

"H-haklısın. Evet, haklısın tamam." Geri çekildi ve kızaran yüzüyle birlikte pembeleşen dudaklarını ovuşturdu bir kaç kez.

Sert bir nefes verdiğinde omuzları dikelerek bedenini ele geçiren şehvetten uzaklaştırdı beynini. Fakat pantolonunun önündeki o şişlik, onu indirmek hiç kolay olmasa gerekti.

"Bak ne diyeceğim." Sol el kızarık yanağımda yerleştiğinde sıcak parmak uçları tenimde dolandı. "Benimle yaşa." Sola eğdiği başıyla içten bir tebessüm bıraktı bana. "Zaten evleneceğiz, bunu uzatmanın anlamı ne ki, birlikte yaşayalım." gülüşüyle kısılan gözleri yüzümde tutundu.

"B-biz mi?" Kalbimin sesi iç dünyamda yankılar çığırırken ansızın gelen bu teklif, yanaklarımı daha da ısıttı.

"Evet, sevgilim, biz. Sen ve ben, birlikte yaşayalım. Ben her geceye seninle dalıp her sabaha seninle uyanmak istiyorum, yanımda ol istiyorum Nasya, her bir saniyeyi istiyorum senden. Bu sabah bana söylediğin gibi, her şeyi istiyorum. Seninle ilgili her şeyi." Yüzünü boynuma doğru sokuşturdu ve derin bir öpüş bıraktığı gerdanımda sıcak bir nefesle konuştu. "Hemde öyle uzun zamandır istiyorum ki pratikte aylar ama yüreğimde binlerce asır geçti."

Ürperen tenimle kendimi geri çekmek istediğimde iyice gömdü yüzünü boyun kıvrımıma. "Pars."

"Çok uzun zamandır istiyorum seni. Zaman dediğim lanet kavramı varlığınla baştan yazmak istiyorum. Seni istiyorum, sahip olduğun her şeyle." Utançtan ve tüylerimi diken diken eden şehvetten duyduğum hazla sessizce kıkırdadım.

"Evime eşyaların saçılsın, yastığımda saç tellerini bulayım istiyorum. Öfkeni," İri avuç içi usulca sırtımı destekledi ve beni kendi bedenine mıhladı. "Sevgini, şefkatini, ilgini. Seni istiyorum sevgilim, seni evimde görmek istiyorum. Bana bir yuva ver hadi, tüm günün yorgunluğundan kaçıp gelmek isteyeceğim bir ev. Hiçbir yere ait olamayan bu adama neşe saçan bir anahtar armağan et, çevirdiği kilidin tüm kapıları sana açılsın."

Sözleri ruhumun içinde kuvvetli bir hissi serbest bıraktı. Bu şehvetten daha güçlü, arzudan daha keskindi. Şimdi kulaklarımda dolanan bu fısıltılar göğüs kafesimi doldurup taşırıyor ve beni bu adama sırılsıklam âşık ediyordu, olduğumdan daha da âşık... Sanki daha fazlası mümkünmüş gibi.

"Kapıları bana açılan bir ev." dedim heyecandan titreyen sesimle.

"Kapıları, pencereleri, her şeyi sana açılsın. Attığım her adım beni sana çıkarsın. Kabul et, hayatımda hiçbir şeyi bu kadar istemedim. Yemin ederim istemedim güzelim."

Duyguları tek taraflı değildi. Geceleri yorgunca başımı koyduğum şey bir yastık değil de onun sıcacık göğsü olsun istiyordum. Beni bir yorgan değil, büyük kolları kavrasın ve hiç bırakmasın.

Gözümü güzel kokusuna açayım ve işittiğim ilk ses onun güven veren aşk dolu tınısı olsun. Bana açılan bir kapının aksine; sadece ona açılacak kapılarım olsun.

Dört duvar ve eşyalardan oluşan bir ev değil, aşk kokan bir yuvamız olsun. İçinde sadece Pars ve Nasya'nın hüküm sürdüğü. Her şey bitip herkes evine çekildiğinde, evimin Pars olduğu bir hayat...

"Tamam. Peki, tamam." Yanaklarımı dolduran bir gülümseme engellenemez bir şekilde ortaya çıktığında Pars'tan bir öpücük daha alıyordum. Bu kez daha hassas bir tutunuştu bu fakat çok daha fazla tutku barındırıyordu.

 

 

 

♟♟♟

 

 

 

 

♟♟♟

 

 

35. BÖLÜM ALINTISI

 

 

 

PARS

 

 

"Bu, zaman içinde bayılacağın bir olaya dönüşecek, belki ağzındayken pek öyle değildir ama.." sustum.

 

 

"Ama?" dedi merakla.

 

 

"İçindeyken daha iyi hissedeceksin." Uzanıp dudaklarına uzun bir öpücük bıraktım ve geri çekilip boxer'ımı üzerime geçirdim.

 

 

"Bende ondan korkuyorum ya..." mırıldanırken ,adımları odanın içindeki banyoya döndü, şaşkınlıkla pantolonumu çekip üzerime geçirdim.

 

 

"Neyden korkuyorsun..." peşinden gittiğimde açtığı suyla yüzünü ve ağzını yıkadığını görüyordum.

 

 

"Nefesim kesildi Pars, kinaye yapmıyorum, gerçek manada nefesim kesildi, daha ilerisini düşünemiyorum." havluya kuruladığı yüzüyle sinsi bir sırıtış bıraktım.

 

 

"O öyle olmuyor be güzelim, sandığın gibi bir şey değil... " ona doğru ilerledim ve beline sardığım kolumla kendime yapıştırdım.

 

 

"Zevkle kıvranıyor olacaksın sana söz veriyorum. Ve teşekkür edeceksin tanrıya, beni sana verdiği için." gözlerim pantolonuma döndüğünde sinsice sırıttım. "Böyle bir aletle birlikte." küstahça kahkaha attığımda, gözlerini alayla devirdi ve kıkırdadı.

 

 

"Öyle mütevazisin ki, gerçekten tam bir beyefendilik örneği." ellerini boynuma doğru sardı ve omuzlarıma tutundu.

 

 

"Mütevazi olunacak bir durum değil, bu bir ayrıcalık ve tadını çıkaracağım, seninle birlikte." onu erkekliğime bastırdığımda, yüzü tahammülsüz bir ifadeyle buruştu.

 

 

"Gerçekten Pes.." alnını çeneme doğru bastırdı ve göğüs kafesime sıcak bir fısıltı bıraktı.

 

 

"Yine de teşekkür ederim, bu güzel an için ve -" sustu.

 

 

"Ve?"

 

 

"Ve o lezzetli ön aperatif için, yemekten önce iyi geldi ha ha ha." kahkahası banyoda yankılandığında, yüzümde bezgin bir gülümseme yer etti.

 

 

"Güzelim Öyle arsız ve yaramazsın ki, beni çıldırtıyor bu hallerin." belinden sıkıca kavrayıp hızla arkasını çevirdiğimde, yüzü aynaya döndü ve arkasından ona sarılan bedenimi görerek sinsice sırıttı.

 

 

"Seninle yapmayı istediğim öyle çok şey var ki, " dedi ve kalçalarını henüz sızısı dinen erkekliğime bastırdı. "İkinizle.." diye ekledi, kışkırtıcı bir fısıltıyla.

 

 

"Neyi merak ediyorum biliyor musun ? İçini kendimle doldurduğumda da böyle arsızca konuşabilecek misin bakalım." kulağına doğru inen dudaklarımla, kulak memesini dişlerimin arasında sıkıştırdım ve yavaşça emdim, kesik bir iniltiyle kollarımın arasında erirken , aletime bastırdığı kalçası iyice kıvrıldı.

 

 

"O güzel suratın zevkle kayarken ve küçük bedeninin tüm kontrolü ellerimdeyken de böyle konuşabilecek misin..." hırıltılı nefesimle şehvetle kayan gözleri yanaklarının kızarmasına ve iniltiler bırakmasına sebep oldu.

 

 

"Şu kulak olayı beni mahvediyor, bunu yapma.." kendini topladı ve kollarımdan sıyrılıp banyodan çıktı.

 

 

♟♟♟

Loading...
0%