Yeni Üyelik
35.
Bölüm

Bölüm 35 /Aydınlığını da istiyorum

@nurdogru26

 

(BÖLÜM YETİŞKİN İÇERİK BARINDIRIR. RAHATSIZ HİSSEDECEKLERİN O KISMI ATLAMASINI TAVSİYE EDERİM.)

 

 

Hoş geldin bir tanem <3

 

 

Umarım hayat iyi gidiyordur, sıkıntılar her daim olur önemli olan onları arkanda bırakabilmek bunu sakın unutma, gözünü açabildiğin her gün , açmaya cesaret edemeyenlerden daha güçlü olduğunu sakın unutma. Bunları sana söylerken kendime de hatırlatıyorum orası kesin...

 

 

Birbirimizden güç alıyoruzdur belki de, ne dersin?
Bölümü Keyifle okuman dileğiyle, Hoşçakal <3

 

 

Kitap instagramı : aidiyetofficial

 

 

benim instagramda : nurdogru26

 

 

 

 

Gelecek Bölümde görüşürüz <3

 

 

 

 

Bölüm 35 / Aydınlığını da istiyorum
Bölüm Şarkısı / Nova Norda - Aşka Çarem yok

 

 

PARS

Gözlerim önümde akıp giden yolda tutunurken Nasya'nın dikkatle beni izlediğini görebiliyordum. Bakışları dakikalardır üzerimdeydi ve bu yeni hali beni gereksiz bir telaşa iteliyor.

Bunca zaman benden köşe bucak kaçan bu kadın, şimdi sanki her ayrıntımı ezberlemek ister gibi izliyor beni. Ara sıra bana armağan ettiği iç çekişler eşliğinde dakikalardır güzel gözlerinin hapsinde olduğumu biliyordum.

Bedenini bana doğru kaydırdı ve omuzuma usulca yasladığı başıyla sessiz bir fısıltı ile mırıldandı. "Nerede yaşayacağız?''

Yüzümde sakin bir gülümseme yerleşti. "Şilede bir evim var, orada kalacağız. Gözlerden uzak ve güvenlik açısından sağlam." Düşük tuttuğum tonlamamla yavaşça kaydırdığı yüzünü benimkinin hemen yanında durdurdu.

Sorgulayıcı bakışları yüzümde dolandığında alt dudağını kısa bir süreliğine kemirdi ve sıkkın bir nefes eşliğinde konuştu. "Bilmek istediğim tek bir şey var." Gözleri kısıldığında hesap soran bakışlarla gözlerime tutundu.

Kaşlarım şaşkın bir ifade ile çatıldığında bir süre yüzünde dolanan gözlerim yeniden yola döndü. "Dinliyorum, güzelim."

Ses tonu bir kavgayı başlatmak ister gibi çıkışırcasına dolandı kulaklarımda. "Daha önce oraya herhangi bir kadını götürdün mü? Bilmem gerek. Yani yatağında ya da mutfağında birilerini becerdiysen bunu aklından bile geçirme. Orada asla yaşamam." Sıktığı dişlerinin arasından gizli bir tahammülsüzlükle bir cevap beklemeye başladı.

Dudaklarım alayla kıvrıldığında bu kıskanç tavırları içimi gıdıklıyordu. Onun tarafından böyle sahiplenilmeyi istemek ve bunu sorgusuzca benimsemek benim gibi bir adamın yapacağı bir şey değildi ama oluyordu işte, yapacak hiçbir şey yoktu.

"Cevap vermeyecek misin?"

"Şiledeki eve benimle gelecek tek kadın sen olacaksın ve tekrar ediyorum, sandığın gibi playboy falan değilimdir Nasya. Önüme gelen her kadınla beraber olan hovardalardan hiç olmadım. "

"Öyle mi?"

'Alay mı o sesindeki sevgilim?'

"Bana inanmıyor musun?" Sesimin ciddileşmesiyle, sıkılan dişlerinin arasından öfkeli bir tıslama bıraktı.

"Bir düşünelim. Hande, Deniz, Sofia; bunlar bildiklerim. Bilmediğim daha kaç kadın var, tahmin bile etmek istemiyorum. Bana kalırsa tek kriterin sarışın kadınlar gibi geliyor aksi halde bu kadınların her biri öyle basit ki kaliteli bir zevke sahip olduğunu bile düşünemeyeceğim."

Kıskançlığının getirdiği memnuniyetle sessizce güldüğümde karın boşluğuma sert bir dirsek yedim ve acıyla buruştu yüzüm. "Siktir, acıdı ama!" İsyankâr sesimle bir kez daha indirdi karın boşluğuma dirseğini. "Pars, seni öldürürüm!"

Yeniden üzerime doğru atıldığında korkuyla açıklama yapmaya çalıştım. "Yavrum, sakin ol." Gülerek aracı kenara çektiğimde gidene kadar dayak yememek adına onu sakinleştirmem gerektiğini biliyordum aksi halde eli çok ağırdı ve canımı epey yakıyordu.

Durdurduğum aracın içinde bedenimi ona döndüğümde öfkeli gözleri ateş saçıyordu. Alayla kırıştı alnım. "Ne bu şimdi?"

"Ne, ne? Yattığın tüm o kızlarla ben sana nasıl güveneceğim ya!" Ellerini göğsünde birleştirdiğinde gözlerime 'Bir şey söyle de içim rahat etsin.' der gibi bakıyordu.

"Sadece bir kadın sevgilim, sadece bir kadın umurumda." Ellerim saçlarına doğru havalandığında öne düşen perçemini yavaşça kulağının arkasına verdim ve avuç içim yanağını sardığında devam ettim. "Dünya üzerinde tek bir kadını istiyorum, onu umursuyor ve onunla olmayı arzuluyorum. Yalnızca o kadın yol boyu izlesin beni, yalnızca o kadın yaksın canımı."

Alnımı yavaşça alnına yasladığımda gözlerimiz birbirini buldu. Öfkesi çoktan dinmiş, bakışları yeniden aşkla dolmuştu.

"O kadın sensin Nasya, senden öncekiler yalnızca bir arayıştı. Yaşadığımı hissetmeye çalışıyordum. Bir erkeğin yapabileceği her saçmalığı yaptım belki de ama olmadı." Dudaklarım hafifçe burnunun üzerine temas ederken sessiz bir öpücük bıraktım.

"Ne başarı doyurdu beni ne de kadınlar. Ama sen güzelim," Histerik bir nefes verdim burnumdan dışarıya, dudaklarımda umut dolu bir gülümseme yer ederken yeniden fısıldadım. "Sen her şeyi değiştirdin, sen beni değiştirdin. Yerini bile unuttuğum kalbimin ihtiyacı olan şeyi verdin bana, senden öncemi yaşanmamış sayıyorum."

"Benden öncesi yok." dedi kıskanç bir fısıltıyla.

"Yemin ederim yok. Ben bugün on iki yaşında bir çocuğum, yeniden doğdum. Öldüğüm yaşımda yeniden dirildim, seninle." Parmaklarım yanağını okşarken güzel dudaklarında hüzünlü bir gülümseme yer etti.

"On iki mi? Neden özellikle on iki?" Sorgulayıcı sesiyle ağırca yutkundum.

Düşünülmeden edilen kelimelerin arasında yarama en yakın olan kısmı çekip almıştı merak çemberinin içine.

"Pars?" Sorgulayıcı gözleriyle yüzümdeki gülümseme hüzne bulandı. "Annemin öldüğü yaşım." Geri çekilmeden önce alnına hafif bir öpücük bıraktım ve geri çekildim.

"Pars..." Sesi titredi. Bana acıması isteyeceğim son şeydi fakat birine kendimi rahatça ifade edebildiğim tek an bu andı her halde.

Nasya duvarlarımı önce rengârenk boyalarla canlandırıp ardından bir bakışıyla tümünü yerle bir etmişti. Bana yaşama amacımı vermiş ve yaşanan onca şeye rağmen benimle kalmayı seçmişti.

"Efendim güzelim?" Çalıştırdığım arabayla yüzümdeki hüzünlü gülümseme büyüdü.

"Seni çok seviyorum. Yaşın kaç olursa olsun, çok seviyorum. Biliyorsun değil mi?" Başını yavaşça yüzüme doğru eğdiğinde sevimli bir gülümseme ile kafamı dağıtmaya çalıştığını görüyordum.

"Bak bunu bilmem iyi oldu. Sinirini bozacağım bir şey olursa on iki yaşıma sığınabilirim." Acımı alaya alırken onun da sinirlerini gererek dikkatini dağıttım.

Benim için omuzlarına böyle bir yük almasına gerek yoktu çünkü yıllardır bu ağırlıklarla yaşamayı zaten öğrenmiştim. Onu yanımda istiyordum ama acılarımı paylaşmak için değil, ona harika bir hayat sunmak ve dünyanın en mutlu kadını yapmak için.

Bana gelince, ben hep kendim hallettim sorunlarımı. Yine aynını yapardım sorun olmaz, yeter ki o kafaya hiçbir şey takmasın. Nitekim Nasya iyi olursa ben de iyiydim zaten. Ben iyiydim.

"Bari söyleme be adam! Yani önceden yiyeceğin haltlara sevgilini hazırlamak nedir? Bu da Pars Katipoğlu taktiği mi?" Kıkırdadı ve yanaklarında değim yerindeyse türü henüz keşfedilmemiş binlerce çiçek açtı.

"Ben dürüst bir adamım sevgilim. Benimle ilgili iki şeyden emin olabilirsin ve hayatın boyunca bunlardan emin kalabilirsin."

"Neymiş o iki şey?"

Araba Sipahi yalısının güvenlik kapısında durduğunda demir bariyer yavaşça kaymaya başladı ve ben de bakışlarımı Nasya'ya çevirdim.

"Birincisi ve en önemlisi, seni şartlar ne olursa olsun seveceğim ve bu asla değişmeyecek."

Kaşları hayretle ve munzur bir gülüş eşliğinde havalandı. "Asla?"

"Asla, ikincisi ise sana asla yalan söylemeyeceğim çünkü-"

"Çünkü sen dürüst bir adamsın. Evet, tamam, biliyorum. Öyle çok tekrar ediyorsun ki zihnim cümleyi kendi tamamlıyor."

Kesik bir kahkaha ile konuşmasını bitirdiğinde açılan güvenlik kapılarından içeriye doğru ilerledim ve yüzümdeki sırıtışla aracı garaj yoluna park ettim. Tam o sırada Begüm'ün ana kapıdan çıktığını ve kulağına yaslı bir telefonla konuşurken bizi fark edip kısa bir şaşkınlık yaşadığını görüyordum.

"Seni burada bekleyeceğim." Gerilen şakaklarımla sıktığım dişlerimin arasından Nasya'ya bıraktığım bilgilendirmeyle uzanıp yanağıma sıcak bir öpücük bıraktı. "Sakin ol. Bırak, ailemle olan problemlerimi kendim halledeyim." Güleç sesiyle ve sahte bir tebessümle indi arabadan.

Begüm'e kırgın olduğunu biliyordum ama yanımda bunu belli etmek istemediğinin farkındaydım. Ateşe barutla gitmeyecek kadar akıllı bir kadındı fakat içimde ansızın beliren öfkeyle gözlerimin önünde telefon konuşması yapan kadını izledim öylece.

Nasya yanından geçip konuşma gereği bile duymadan açık ana kapılardan içeri girdiğinde Begüm de peşinden bakıyordu. Onu ne kadar kırdığından ya da ağlamasına sebep olacak kadar içerlettiğinden haberi var mıydı acaba?

Oysa o Nasya'nın güveninin ne zor kazanıldığını şimdiye kadar anlamış olmalıydı ama hayır. Umurunda olduğunu bile sanmam. Kardeşlerimden biri, arkadaş dediğim insanlar tarafından hayal kırıklığına uğratılsaydı tavrım kesinlikle başka olurdu.

İçimdeki çatışmanın önüne geçemediğimde öfkemin hâkimiyeti eline almasına izin veriyordum. Aracın kapısını açtığımda Begüm'ün bakışları bana döndü ve telefondaki konuşmasını sonlandırarak yanıma doğru birkaç adım attı.

"Sakinleşmiş gibisin." Buruk bir gülümseme ile dip dibe geldik. "Görüntüm seni yanıltmasın, oldukça gerginim, bir yay kadar." Şakaklarım gerilirken suratındaki gülümseme silindi ve bir şeylerin ters gittiğini anladı.

Meraklı gözleri yüzümde dolandı. "Bir sorun mu var?"

"Sorun sensin!" Yüzüne doğru eğildiğimde sıktığım dişlerimin arasından öfkeyle fısıldadım. "Sorun senin sikik arkadaşların! Sorun tam olarak Begüm Sipahi, senin abla olma konusundaki büyük başarısızlığın. Tam bir hayal kırıklığısın!"

Sözlerim yüzüne sert soluklarla çarparken gözlerinin dolduğunu görüyordum. "Pars, ben sadece..."

"Sen sadece vasat bir karaktersin. Evlat olmayı başaramamış, ailesinin yanında bile kalamamış, annesinin sevmediği, babasının yokluğunu bile umursamadığı vasat bir klişesin!"

"Sen..." Dudakları hayretle aralandığında garaj yoluna bir aracın girdiğini duydum. Başım omuzumun üzerinden geriye döndüğünde Kuzgun'la göz göze geldik.

Oturduğu şoför koltuğundan beni süzerken öfkemi öyle hızlı anladı ki saniyeler içinde inip yanımıza doğru ilerledi. "Pars.

Sahte bir gülüşle Begüm'ün solunda durduğunda gözlerim ağlamak üzere olan kadına döndü. "Ben sadece ortak bir yol bulmaya çalışmıştım." Sesi titrerken Kuzgun gergince süzdü onu.

"Senin tek bir yolun var, o da kardeşin! Ortak yol bulamazsın! Aslında baksana, artık Nasya'ya yalnızca kardeşin olarak saygı duymayacaksın. O konudaki başarısızlığın gözler önünde ama benim nişanlıma bir daha o sikik arkadaşlarından biri, senin bu omurgasız duruşun yüzünden tek bir damla döktürürse canlarını yakarım Begüm. Can yakmaya da önce senden başlarım. Duydun mu beni?"

Kuzgunun eli kolumu dikkatle sardığında beni Begüm'ün dibinden geri çekti ve göz temasımızı sağlayarak sakin bir tonla konuştu. "Sorun ne? Nasya'ya bir şey mi oldu?"

Kelimeleri öyle dikkatli seçiyordu ki sesinin tınısını bile sakin modda tutuyordu. Şimdi fark ettim, Kuzgun sinirimi göğsünde yumuşatabilen tek insandı sanırım. Böyle anlarda durumu öyle iyi idare ediyordu ki şaşıp kalıyordum.

"Sor, sana anlatsın. Sor ona hadi! Ne harika bir abla olduğunu anlatsın! Tek bildiği kaçmak olan bu korkak," Bakışlarım Begüm'e döndüğünde yanağından aşağıya bir damla yaş aktı. Umursamadan devam ettim. "Sana nasıl bir hayal kırıklığı olduğundan bahsetsin!"

Arkamı döndüm ve adımlarımı daha fazla zarar vermemi engellemek adına araca döndüm.

Bu işe karışmayacaktım. Madem Nasya'nın istediği buydu, bunu yapmayacaktım fakat akıttığı o gözyaşlarının bir bedeli olmalıydı.

 

 

♟♟♟

Pars'ın aracına doğru attığı büyük adımları izleyen Kuzgun, gergin bir nefesle tüm dikkatini toparladı ve yüzünü Begüm'e çevirdi. Onun, hayal kırıklığı ile Pars'ın peşinden baktığını görebiliyordu. Güzel yüzünde akan yaşlarla, yaşadığı hayal kırıklığı suratına ansızın kazınmıştı sanki.

Kuzgun'un elleri Begüm'ün omuzunu usulca sardığında genç kadının dalgın bedenini kendine çevirdi ve onun şok halindeki ifadesini çoktan aracına binen Pars'tan kendine çekti.

"Bak bana," Parmakları yanaklarındaki yaşı usulca sildiğinde yumuşak tuttuğu sesiyle konuştu. "Böyle sinirleneceği ne yaptın?" Sorduğu soruyla Begüm çaresizce başını iki yana salladı.

"Hi-hiçbir şey. Ben ona hiçbir şey yapmadım ama o öyle kötü ki, öyle karanlık..." Gözleri dolarken Pars'ın ona az önce söylediği tüm o sözleri hazmedemiyordu. Boğazının ortasında bir yumru gelip öylece yerleşmiş ve suratına sert bir tokat yese canını sanki daha az yakarmış gibi hissediyordu.

"Nasya ile ilgili bir şey mi oldu? Konu ablalığın gibi geldi bana." Elleri Begüm'ün saçlarını okşarken onun rahatlaması için elinden geleni yapıyordu.

"Alphan olayı, telefonda bahsettim sana. Sabah çocuğu ölmekten beter etti burada, ben de ona yardım etmek istedim fakat Nasya 'Arkadaşlarını tercih ediyorsun.' diye çıldırdı. Şimdi de evde, eşyalarını toplayacak muhtemelen ve ben kardeşimle konuşamadım bile. Daha onunla konuşamadım." Kesik hıçkırıklarla ağlamaya başladığında yüzünü kuzgunun göğsüne bastırdı ve ondan bir şefkat bekledi.

Kuzgun'un sevgi dolu sarılmasıyla kollarında rahat hissettiği bu adam sakince fısıldadı. "Pars, söz konusu Nasya olunca keskin çizgiler çiziyor. Bunlar sana özel değildi, önce bunu anlamalısın. Ve o kötü biri değil Begüm, sadece iletişim dili bu. Sen ve ben böyle insanları diğerlerinden daha çabuk fark ederiz, öyle değil mi güzelim?"

Kuzgun'un elleri saçlarına yükseldiğinde Begüm korkuyla fısıldadı. "Beni Nasya'dan uzaklaştırmasına asla izin vermem, o benim kardeşim."

Begümün bıraktığı bu korkulu fısıltı tam da Pars gibi narsist adamların yapacaklarından duyduğu eminlik yüzündendi. Kardeşini ondan uzak tutmak isterse tutacağını biliyordu.

"Öyle bir şey elbette yapmaz. Tek derdi Nasya'nın mutlu olması, anlıyor musun? Başka bir şey istemiyor. Onu bir kurt gibi düşün, sürüsü var, seçtiği belli başlı insanlar ve onlar isteseler de istemeseler de Pars'ın himayesindeler. Canları, duyguları ve mutlulukları için çabalar. İnan bana tek derdi kendi sürüsünü korumak. Şimdi, topla kendini ve gidip kız kardeşinle konuş. Yanlış anlaşılmayı düzelt ve sonrasında her şeyin nasıl çözüldüğüne bak."

Begüm duyduğu sözlerle sessiz ve güçlü bir nefes çekti ve sarıldığı göğüsten geri çektiği başıyla Kuzgun'u izledi. "Nasya, kendine inandırman gereken asıl kişi o. Pars zaten Nasya ne isterse onu yapacaktır." Saçlarına bıraktığı öpücükle geri çekildi ve Begüm yüzündeki yaşları yavaşça sildi.

"Sen de gidip onunla konuş. Ben kötü bir insan değilim Kuzgun, konuş Pars'la. O, benim için önemli. Bana sarf ettiği tüm o sözler canımı yaktı." Hızla arkasını döndü ve daha fazla ağlamamak adına aceleyle eve girdi.

Kuzgun içine çektiği derin bir nefesle Begüm'ün açık olan ana kapıdan içeri girişini izledi. Onun Pars'ı abisi gibi kabul ettiğini çok daha önce fark etmişti ve bu kırgınlık kardeşinden gelmiş gibi içerlenmesinin asıl sebebinin bu olduğunu biliyordu.

Düzeltmek zorunda olduğunu da biliyordu çünkü Begüm'e verdiği değerin bilincinde olan bir adamdı. O kadının üzülmesini ve hiç hak etmediği sözler duymasına tahammül edemiyordu.

Bedenini arkasına dönüğünde sıkkın bir nefesle adımlarını Pars'ın aracına doğru çevirdi. Yüzüne sakin bir gülümseme yerleştirdiğinde bir tehdit gibi görünmemesi gerektiğini kendine hatırlatması gerekti. Aracın yanında duran adımlarıyla yavaşça yan kapıyı açtı ve sessizce koltuğa oturdu.

Sağ ayağı aracın dışına sarkarken bakışlarını şoför koltuğundaki Pars'ın öfkeli yüzüne çevirdi. Elindeki telefona gergince bir şeyler yazarken Kuzgun hafifçe öksürdü ve dikkatini üzerine çekti. "Yoğun bir gün, diyorsun."

"Melih'i sonunda yakaladım. Şile'deki eve götürdüler. Onunla uğraşıyorum ve evet, gergin bir gün. Gözümü açtığım andan beri her şey bok gibi." Sıktığı dişlerinin arasından verdiği özetle Kuzgun artık daha da temkinli olması gerektiğini anlıyordu.

"Sabah Alphan'ı benzetmişsin, rahatlatmıştır seni." Alaylı sesiyle durumu normalize etmeye çalışıyordu.

"Asıl eziyeti bu gece Melih çekecek. Gerginlikten omuzlarım ağrıyor ve bir şekilde yumuşamam gerek, anlıyorsun değil mi?" Öfkesi bir an olsun yumuşamazken Kuzgun başını yavaşça salladı. "Begüm de bu öfkenin kurbanı oldu, desene." dedi mırıltıyla.

"Begüm yalnızca kendi bencilliğinin kurbanı oldu. Sınırı aştı ve durması gereken yeri gösterdim. Hepsi bu." Telefonunu ceketinin iç cebine yerleştirdiğinde Kuzgun diğer ayağını da aracın içine alarak aslanın inine yavaşça süzüldü.

"Kötü bir niyeti olmadığına eminim. Sadece dengeyi sağlamaya çalışıyor ve her şey üzerine kaldığı için bazen ne yapacağını bilmeyebilir. O bir insan Pars. Hata, biz insanlar için varlığını korumuyor mu?"

"Nasya'ya karşı hata yapamaz. Kardeşi dahi olsa buna izin vermem." Sesi yükselirken aracın içinde dolanan baskın hırıltı Kuzgun tarafından baş sallamalı bir onay aldı.

"Anlıyorum. Seni çok iyi anlıyorum ama ilk kez bir kardeşi oldu ve deneyimliyor. Ondan net bir tavır görmeyi beklemek haksızlık olur. Kendinle kıyaslama Pars, sen yıllardır abisin ama o henüz birkaç aylık bir abla." Yüzündeki hüzünlü gülümseme ile Pars'ın öfkesini bir nebze olsun dindirmeyi umdu.

"Fazla koruyorsun. " Pars'ın sorgulayıcı sesi meraklı gözleriyle birlikte Kuzgun'un üzerinde dolandığında ağırca yutkunan Kuzgun oluyordu. Gergince gülümsedi ve durumu toparlamaya çalıştı.

"Koruma değil, onlar kardeş. Bir şekilde halledecekler ama senin dilin zehirli bir hançer gibi Pars, çizik attığın her ruh kararmaya başlıyor ve Begüm'le ilgili emin olduğum bir şey varsa sana çok önem verdiği. Abisi olarak görüyor ve sözlerin ruhunu acıttı."

"Hoşlanıyorsun." Pars bedenini usulca Kuzgun'a döndüğünde gerilen şakakları ve şaşkın bakışları ile bir cevap bekledi.

"N-ne?" Kuzgun gergince kıpırdandığında Pars, emin bir şekilde salladı başını.

"Ondan hoşlanıyorsun. Artık eminim." Bunu bir suç işlemiş gibi lanse ederken sıktığı dişleriyle devam etti. "Bu hoşlantı karakterini değiştirmesin Kuzgun. Güvenimi sarsma benim. Aşkın insanı nasıl bir aptala dönüştürdüğünü çok iyi biliyorum. Sakın!"

Neredeyse tehditkâr çıkan tonlama, karşılık olarak Kuzgun'dan yorgun bir nefes aldı. Omuzları çöken genç adam yılgın bir fısıltıyla konuştu. "Sana olan sadakatimi hiçbir duygu değiştiremez Pars. Bunu biliyorsun. Beni bilirsin, yapma."

"Begüm'den bir süre uzak durmalısın belki de. Artık Nasya benimle birlikte ve onu gözlemlemen gereken ya da koruman gereken bir durum söz konusu değil. Sen de kendi hayatına odaklanabilirsin."

Bu bir rica ya da öneri değildi. Öyle görünüyordu ama değildi. Bu bir emirdi ve Kuzgun bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Bu, 'Begüm'le olamazsın.' demenin başka bir yoluydu.

"Nasıl istersen abi." dedi sessiz bir fısıltıyla. "Sen ne dersen o." Yavaşça arabadan aşağıya indiğinde eğilip aracın içine son bir çaba bıraktı. "Ama o kız sana çok değer veriyor Pars, seni hiç sahip olmadığı abisi gibi görüyor." Yüzünde hüzünlü bir gülümseme oluşurken sızlayan genziyle devam etti. "Ben uzaklaşırım ama sen kal. İnan bana en az İdil kadar çok seviyor seni." dedi çaresiz bir fısıltıyla.

Pars'ın yüzü umursamaz bir ifade ile Kuzgun'dan terse dönerken duygularını belli etmemek adına tınısına acımasızlık kuşandı. "Kimseye 'Beni sev.' demedim Kuzgun! Ve yalnızca kendi kardeşlerimin abisiyim! Önüme gelene merhamet dağıtan bir adam hiç olmadım."

"Begüm hak ediyor Pars, merhametini de abiliğini de hak ediyor. Yine de karar senin. Ben hep öyle yaparım bilirsin, son karar hep senindir." Geri çekildi ve aracına doğru ilerledi.

Pars, oturduğu koltukta önündeki direksiyona sert bir yumruk indirdi. Öfkesi dalga dalga yayılırken Kuzgun'un Begüm'e vurulduğunu çoktan anlamıştı. Uzak duracağından emindi ama kardeşi olarak gördüğü bir adama bunu yaptırmak hoşuna gitmiyordu.

 

 

♟♟♟

 

NASYA

Yatağın üzerine bıraktığım bavulun kapağını geriye doğru verdiğimde adımlarımı giyinme odama doğru çevirdim. Askıdaki elbiseleri yavaşça çekip aldığımda zihnimin önüne yüzümü gülümseten anılar seriliverdi.

Babamın beni almaya geldiği gün kapanmayan el çantasına sıkıştırdığım birkaç parça kıyafeti anımsadım. Şimdiyse kollarımın arasına sığmayan elbiselerle büyük ve sağlam bavuluma doğru yürüyordum.

Hayatın benimle ilgi daha nasıl planları olduğunu bilmiyordum ama her biri diğerinden çetindi. Yine de içimde varlığını bile bilmediğim bir gücü uyandıran her zorluk sonucunda bana hep güzel şeyler armağan ediyordu.

Kollarımın arasındaki elbiseleri askıları ile birlikte yavaşça bavulun içine bıraktım ve birkaç parça iç çamaşırı almak için odaya geri döndüm.

Kimsesiz bir kız olarak geldiğim bu evden âşık olduğum adamla yaşamak için ayrılıyordum. Ruhumda adlandıramadığım bir telaş vardı ve bir çocuk heyecanıyla doluydum.

Çekmeceden çektiğim birkaç takımla birlikte pijama rafından gelişi güzel birkaç parçayı tutuverdim avuçlarımın arasında. Yönüm odanın içine döndüğünde Begüm'le karşı karşıya geldik. Yüzümdeki gülümseme silinirken aslında bu evden neden ayrıldığımı anımsadım bir kez daha.

Sevdiğim adamla yaşayacaktım evet ama kız kardeşim bana fazlalıkmışım gibi hissettirdiği için gitme kararı almıştım. Bu gerçek beni bir kez daha sarmaladığında yüzümü ayakuçlarıma çevirdim ve oyalanmadan bavula doğru ilerledim.

Elimdeki parçaları da aceleyle bavula yerleştirirken Begüm'ün adımlarının bana doğru geldiğini duyuyordum. Saniyeler içinde sırtımdan sıkıca sarıldı. Kolları gövdemi sardığımda ağlamaklı bir sesle fısıldadı. "Seni çok seviyorum ablacığım." Sesindeki titreklikle genzimin sızladığını hissediyordum. "Kırdıysam affet, böyle içerleyeceğini tahmin edemedim."

Kolları beni daha da sıkı sararken öylece kaldık orada. "Begüm, lütfen." dedim. Benim de sesim titriyordu. "Özür dilerim Nasya, ben sadece arada kaldım. Ben arada kaldım." Tekrara düşerken sessiz hıçkırıklarla ağlamaya başladı. "Ama kalmamalıydım haklısın, kalmamalıydım. Sen benim için dünyada değer verdiğim tek şeysin bunu belli etmeliydim özür dilerim."

Hıçkırıklar sesini ve nefesini keserken gözlerimden birkaç damla yaş süzüldü. Öylece çeneme doğru kaşıntılı bir yol oluştururken sıkıca kapadım gözlerimi. "Ben senin düzenini bozdum Begüm, biliyorum."

"Saçmalama. Hayır, lütfen öyle söyleme. Sen benim tüm hayatımı düzene soktun." Geri çekildi ve bir adımla yanımda durduğunda gözlerimi yüzüne doğru araladım. Ağlamaktan kızaran burnu ve ıslak kirpikleri ile başını çaresizce iki yana sallıyordu.

"Sen benim kardeşimsin, nasıl benim düzenimi bozabilirsin! Ne olur düşünme böyle. Kardeşiz biz Nasya, Alphan ya da diğerleri hepsi gider. Her biri çıkar hayatımızdan ama biz," Uzanıp ellerimi sıkıca tuttu ve beni kendine doğru çekti. "Sen ve ben ayrılamayız ki. Biz kardeşiz. Kavga ederiz belki ya da yanlış anlaşılırız ama ayrılamayız ablam."

Beni sıkıca kendine doğru çektiğinde kollarını bir kez daha sardı bedenime. Sırtıma tutunan ince bileklerle ağlayarak konuşmaya devam etti. "Biz kardeşiz Nasya, ben Defne değilim. Öylece çıkaramazsın beni hayatından, izin vermem."

Elleri saçlarıma doğru kalktığında titreyen parmaklar saç tellerimde dolandı. "Aptallık ettim, özür dilerim. Düşünmem gerekirdi, senin adına düşünmem gerekirdi ama yapamadım. Öyle uzun zamandır herkesi anlamaya çalışıyorum ki kardeşim ve arkadaşlarımın duygularını kıyaslayacak kadar aptallaştım. Yapmamalıydım, biliyorum. Özür dilerim."

Dudakları saçlarıma şefkatli bir öpücük bırakırken kalbimin yumuşadığını hissediyordum. "Ben birini böyle sevmenin nasıl bir his olduğunu yeni öğreniyorum. Anne olmuş gibiyim ama kimse anneliğin nasıl olduğunu anlatmıyor. Ablalık da öyle, ne yapmam gerek çözemedim ama artık anlıyorum. Senin için gerekirse herkesi silebileceğimi biliyorum."

Ellerim yavaşça sırtına doğru havalanırken kırgınlıkla sarıldım bana tutunan bedene. Sarılmamla ağlaması hızlanırken kollarımın arasında nasıl titrediğini görebiliyordum ve bu hali genzimi bir kez daha yakıp geçti.

"Ağlama." dedim fısıltıyla. Kollarım iyice sıkılaştığında bu kez daha içten sarıldım. "Ağlama Begüm, ikimizde bu konularda çok tecrübesiziz ve yanlış anlaşıldık." Ellerim saçlarına doğru kalktığında yavaşça okşadım ve geri çekildim.

Onun da kolları bedenimden geri çekildiğinde yüzündeki yaşları hızla sildi ve derin bir nefes alarak dudaklarına hüzünlü bir tebessüm yerleştirdi. "Bundan sonra öyle dikkat edeceğim ki söz veriyorum. Kimsenin seni üzmesine izin vermem." Elleri yüzüme doğru kalktığında yanaklarımı usulca okşadı. "Söz veriyorum ablacığım, bir daha asla böyle hissetmeyeceksin."

Yüzümde hüzünlü bir gülümseme oluşurken beni bir çocuk gibi sevmesi hoşuma gitmişti, Başımı yavaşça salladım. "Artık toparlanalım mı? Eşyalarımı toplamam gerek." Konuyu dağıtmak için geri çekildim ve bakışlarımı bavula çevirdim.

"Taşınmaya kararlı mısın?" dedi buruk bir fısıltıyla.

"Pars'a taşınıyorum." Heyecanla alt dudağımı ısırdığımda bu telaşı onunla paylaşmak istediğimi biliyordum.

"Dün gece iyi geçmiş desene." Buruk bir kıkırtı bıraktı.

"Harikaydı." Heyecanla büyük bir nefes çektim içime. "Şimdi de bana beraber yaşamayı teklif etti ve sanki kalbim heyecandan patlayacak." Ellerimi saçlarımın arasından geçirip geri verdiğimde Begüm'ün yüzünde alaylı bir gülüş belirdi.

"Yoksa siz," Kaşları havalandığında, meraklı bir fısıltıyla sorguladı. "Dün gece..." dedi kıkırdayarak.

"Yani." dedim yanaklarım alev alırken. "İnanmıyorum Nasya, hahaha!" Yüzündeki hüzün tamamen kaybolduğunda nasıl heyecanlandığını görüyordum. "Bana korktuğunu söylemiyor muydun sen? Konu Pars olunca korku da bitti mi?" dedi omuzuma yavaşça vururken.

"Ayy, hayır! O iş henüz olmadı." Utançla yüzümü avuçlarımın arasına sıkıştırdım, parmaklarımın arasından tek gözümü açarak ona baktığımda şaşkınlığının daha da arttığını görüyordum.

"Anlamadım? Oldu mu olmadı mı?" Alaylı sesiyle yüzümü perdeleyen ellerimi yavaşça geri çektim. "Olmadı yani o raddeye gelmedik." Bedenimi konuşmanın utancından kaçmak için giyinme odasına çevirdim.

"Anlamıyorum ya." Peşimden gelirken merakı sırıtmama ve kızarmama sebep oluyordu. "Neyi anlamadın ya?"

Geceliklerin olduğu askılara doğru yöneldiğimde yanımda durdu ve heyecanla fısıldadı. "Yani öpüştünüz falan ama ilerisi olmadı mı? Hem de Pars gibi bir adam..." Yeniden kıkırdadığında gözlerimi şımarıkça devirdim.

"Pars gibi bir adam evet, ama ileri gitmiyor. Anlamıyorum neden ama sanki belli bir çizgi var ve onu aşmıyor." Çekip elime aldığım birkaç gecelikle bıkkınca Begüm'e döndüm. "Hayır, yani Deniz pisliğine seks odası açan adam; bana gelince sadece bir yere kadar götürüyor olayı." Sitemkâr sesimle Begüm bir kez daha kahkaha attı.

"Ya gülme Begüm, utanıyor mu anlamıyorum ki? Hayır, arsızlık konusunda ne kadar uç noktalarda olduğunu gördüm ve utangaçlığının yakınlaşmada pek devreye girmediğini de biliyorum ama sanki özellikle o aşamaya getirmiyor bizi."

"Aklıma bir şey geliyor ama çok saçma." dedi kıkırdayarak. "Ne?" dedim merakla fısıldarken.

"Evliliğe saklıyor olabilir mi? Hani, bilirsin daha özel..." Kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı. "Nasıl ya?"

"Ya hani bazı adamlar buna önem verir ya, gerçi çok demode bir olay bana kalırsa ama Pars belki de o ilk geceyi bekliyordur."

"Begüm ilk gecesi falan kalmadı. Öpüşmeden ileri gittik hem de birçok kez."

"Bir karar ver sen de. Dokunuyor mu dokunmuyor mu?" Alayla kıkırdadığında bıkkınca ofladım ve yönümü odaya çevirdim.

"Sorun da o, dokunuyor ama yalnızca dokunuyor." Elimdeki gecelikleri bavula fırlattığımda Begüm giyinme odasının kapısına yaslanıp beni süzdü. "Dokunuyor?" dedi merakla beni süzerken.

"Offf!" Utançla yüzümü ovuşturdum ve bıkkınlıkla fısıldadım. "Dokunuyor. Hem de öyle manyakça dokunuyor ki tüm korkum uçup gidiyor ve daha fazlası için yalvarıyorum ama..."

"Ama?"

"Ama duruyor. Yalnızca beni mutlu ediyor ve elini yıkayıp çıkıyor işin içinden."

"Hahahahah, ay hahahah!" İçten kahkahası odaya yayıldığında öfkeyle bavuldaki geceliklerden birini ona doğru savurdum. "Gülme bak! Geberteceğim ya! Sorun ne anlamıyorum, sana soruyorum, sen de alay ediyorsun anca."

"Ya alay değil ama anlayamıyorum. Bir kör bile Pars'ın yürüyen libido olduğunu anlar. Adam her an sevişmeye hazır bir auraya sahip ve sen gelmiş 'Bana dokunmuyor.' diyorsun. Hahaha, pardon dokunuyordu, hahaha!"

Yeniden güldüğünde bavuldan birkaç parçayı daha savurdum ona doğru. "Ya bak var ya!"

"Tamam tamam, bir şey demedim." Gülmesine ara verirken yerdeki kıyafetleri toplayıp bana doğru geldi. "Aynı evde yaşayınca ne yapacak bakalım." dedi sessiz bir gülüşle. Elindeki kıyafetleri düzgünce bavula bıraktı ve geri çekilip bana baktı. "Senin için delirdiğini biliyorum, yani aklına hiçbir şüphe gelmesin. Bence yalnızca özel olmasını istiyor."

Sesi şefkatle üzerimde dolanırken derinden bir iç çekiş bıraktım ona doğru. "Umarım öyledir." Aksi halde başka sebepler arayacaktım altında.

"Öyledir, öyle."

Bavulun kapağını kapattığında, fermuarını yavaşça çekti. "Nerede olacaksınız? Yan evde falan mı?" Meraklı sesiyle yatağın üzerinden indirdiği bavulla karşımda durdu.

"Şile tarafında bir evmiş, sen de gelsene."

"Ne?" Alayla kıkırdadı.

"Ne ne? Hem yerleşmeme yardım edersin hem de Pars'ı gözlemlersin; neden böyle yapıyor diye."

Heyecanla kocaman olan gözlerimle yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. "Ablan psikolog diye onu böyle kullanamazsın." dedi gözlerini sinsi bir alayla kısarken.

"Evet kullanırım. Hadi ama! Hem akşam yemeği yeriz. Kuzgun'u da ara, o da gelsin."

"O aşağıda zaten."

"E tamam, ne güzel işte." Heyecanla uzanıp bavulun kulpunu çektim.

"Bilmem ki, bence iyi bir fikir deği-"

"Begüm lütfen ya! Hem gerginliğimi de alırsın, onunla bir evde yaşamaya başlayacağım ve bu cinsel ve duygusal gerilimin en azından ilk akşam yemeğinde yanımda ol."

"Peki." Burnundan histerik bir nefes verdi ve uzanıp bavulun kulpunu tuttu.

Birlikte odanın çıkışına doğru ilerledik ve merdivenlere yöneldik. Ana kapıdan çıktığımız sırada korumalardan biri hızla elimizdeki bavulu alıp geri çekildi. "Pars'ın aracına yerleştirilecek."

Verdiğim bilgilendirmeyle adımları beklemeden ilerideki araca döndüğünde bakışlarım Begüm'e döndü. Onun Pars'ın arabasına tedirginlikle baktığını görüyordum. "İyi misin sen?"

Meraklı fısıltım buruk tebessümüyle cevap bulurken başını usulca salladı. "Kendi aracımla takip edeceğim sizi." Bakışları garaj yolunda dolandığında şaşkınlıkla bahçeyi taradı. Kaşları çatılırken birkaç adım atıp bahçeye doğru ilerledi. "Kuzgun nerede?"

"Belki bir işi çıkmıştır, ara istersen. Akşam mutlaka gelip bize katılsın, yemeği dört kişilik hazırlarız." Güleç bir sesle yanına yaklaşıp koluna girdiğimde adımlarımız garaj yoluna döndü.

Pars'ın gözleri oturduğu şoför koltuğundan bizi bulduğunda sakin bir bakışla süzdü bizi. "Pars'a soralım, o bilir." Kolundan çıkıp arabaya doğru birkaç adım attığımda kapıyı açtım ve eğilip Pars'a doğru yaklaştım. "Sevgilim, Kuzgun nerede?" Sorgulayıcı sesimle gözleri benden arkamda duran Begüm'e döndü.

"Halletmesi gereken bir işi vardı ve gitti. Lazım mıydı?" Kısılan gözleriyle bakışları yüzüme döndü.

"Evet, lazım. Bu akşam hep birlikte yemek yiyeceğiz. Begüm bizimle geliyor. Sen de onu ara, Şile'ye geçsin. Hepimizin rahatlamaya ihtiyacı var, sakin bir akşam geçiririz." İtiraz etmek ister gibi aralanan dudakları benim devam edişimle yarıda kesildi. "Yerleşirken kardeşimin desteğini almak işime yarayacak."

Yüzümdeki tebessümle açılan dudakları sıkkınca kapandı ve burnundan dışarıya sert bir nefes vererek başını salladı. "Peki, sen nasıl istersen. Ben haber veririm." Bakışları yeniden Begüm'e döndüğünde gerilen şakakları ile bana döndü. "Sen iyi misin peki? Yani gerçekten onu yanında istiyor musun? Daha bugün..."

"Pars lütfen, o benim kardeşim ve sorunumuzu çözdük. Uzatmasan mı artık?"

"Peki, ona da peki. Hazırsan gidelim." Aracı çalıştırdığında geri çekildim ve yüzümü Begüm'e çevirdim. "Kuzgun'u Pars arayacak, tahmin ettiğim gibi bir işi çıkmış fakat bizimle orada buluşacak, gidelim mi?"

Yüzündeki hüzne bir anlam veremesem de gülümsedi ve başını yavaşça salladı. "Gidelim." Adımları kendi aracına döndüğünde bende Pars'ın yan koltuğuna yavaşça oturdum.

Kapattığım kapıyla birlikte Pars'a dönen yüzüm ondaki gerginliği anlamama sebep oluyordu. "Bir şey mi oldu?" Sorgulayıcı sesimle aracı hızla garaj yolundan çıkardı ve yönümüzü yola çevirdi.

"Bir şey olmadı güzelim. Sadece anlam veremiyorum bazı şeylere." Ceketinin iç cebine daldırdığı eliyle çekip çıkardığı telefonda birkaç tuşlama yaptı ve kulağına yasladı.

"Anlamadığın nedir? " Bedenimi yavaşça ona döndüğümde bana bir cevap veremeden telefon açıldı.

"Kuzgun." Sert sesi ile tüm dikkati yoldaydı. "Akşam Şile'deki evde ol, Nasya dördümüzün yemek yemesini istiyor." Bir cevap bile beklemeden kapattığı telefonla yeniden ceketine yerleştirdiği telefonu sessiz bir nefes vermeme sebep oldu.

"Öyle kalassın ki yani gerçekten çok ketum bir tipsin, var ya..." Çıkışırcasına söylenmem sağ elini bana doğru uzatmasına sebep olduğunda göğüslerimi sıyırıp geçen kol emniyet kemerini bulup beni oturduğum koltuğa bağlamasına sebep oldu.

Kilide geçirdiği kemerden geri çektiği eli direksiyonu sardığında yüzünde sakin bir tebessüm oluştu. "Tüm insanlığa sevgi ve neşe mi saçmalıyım? Benden bunu mu bekliyorsun." dedi.

Öylece donakalırken dudaklarım hayretle aralandı. "Ben öyle mi diyorum şimdi? Kuzgun'u arayıp çocuğa 'Şile'ye gel.' diye emir savuruyorsun, kardeşime öldürecek gibi bakıyorsun. Şu gözlerin bir bana dönünce parlıyor. Evet, kabul ediyorum, bu harika bir his ama diğer insanlara karşı böyle öfkeli olman sence de tuhaf değil mi?"

"Sabahki olay mı yine? Nasya ben iyilik meleği değilim, hiç değildim. Ben hep buydum. Bu gerçekle yaşamaya alışman gerekecek çünkü etrafa ışık saçan adamlardan asla değilim."

"Karanlığıma da var mısın, diyorsun yani?"

"Belki de." Sesi oldukça ciddi çıkarken sorduğu gizli sorunun cevabını kendi içimde biliyordum.

Ben onun karanlığına da bataklığına da vardım. Onunla her şeye vardım.

"Bir şey söyleyeyim mi? Böyle devam etmez bu. Sana biraz farklılık lazım, bir sıyrılman gerek bu kasıntı hayattan. Hatırlasana, Lizbon'dayken nasıl başkaydın."

"Başka?" Kaşları şaşkınca çatıldı.

"Evet, başkaydın. Kısa şortun, salaş gömleğin, atını rüzgâra karşı sürerken bambaşka bir adamdın. Seni burası bozuyor. Sanki bir kostüm giyiyorsun, haricimde herkesin yanında sıkıca kuşandığın karanlık bir kostüm."

Kaşları düzeldi ve dudakları sakince kıvrıldı. "Edebi yönün mü kuvvetlenmiş senin?"

"Alaya alarak konudan kaçamazsın. Birçok şey değişiyor Pars, ben de değiştim."

"Şimdi sıra sende diyorsun yani." Suratındaki tebessüm sırıtışa dönerken alayla devirdim gözlerimi.

"Aynen öyle diyorum, sen de koyacaksın elini taşın altına." Sert çıkan tonlamamla yüzü ansızın ciddileşirken sıkkınca bir nefes verdi. Omuzları havalandığında kasıntı bir ifade ile mırıldandı.

"Beni değiştirmeye çalışıyorsun." Suçlar gibi çıkan sesiyle bu manipüleye gelmeyecektim.

"Evet, bunu gizlemiyorum. Seninle olmak istiyorum ve bunun için kendimden ödünler verdim ve vereceğim, ilişki dediğin böyle yürür zaten. Ve sende benim için tavizler veriyorsun, biliyorum ama daha fazlasını istiyorum."

"İstiyorsun." Kaşları şaşkınca havalandığında kendimi böyle açıkça ifade etmeme şaşırıyor gibiydi.

"İstiyorum sevgilim." Elimi dizine doğru uzattım ve bacağını yavaşça okşadım. "Başımızdan geçen onca şeyi düşünsene. Birbirimizi sürekli yaralayıp durduk, şimdi onarma vakti. Beni yalnızca sen onarabilirsin Pars."

"Nasya..." Sağ eli bacağında dolanan elimi usulca kavradığında sesi yumuşuyordu.

"Ve seni yalnızca ben iyi edebilirim." Ona doğru eğildiğimde uzun boynunda dudaklarım için bir bölge sahiplendim ve sıcak öpücüğümü öylece armağan ettim tenine.

"Nasya." Sesi şehvet ve huzur karışımı ile çıkarken kıstığı boynuyla yüzünü yavaşça saçlarıma bastırdı.

"Seni seviyorum Pars, karanlığınla beraber seviyorum ama aydınlığını da istediğim için kızamazsın bana." Boynuna bıraktığım sıcak nefesle hafifçe irkildi ve geri çekildi.

"Nasıl yapacağımı bilmiyorum." dedi boğuk bir fısıltıyla. "Ben, ışığın nasıl saçıldığını bilmem. Öğrenmedim öylesini." İtiraf niteliğindeki sözler yüzümde buruk bir tebessüme neden oldu.

Böyle zamanlarda onunla değil de on iki yaşındaki haliyle konuşuyor gibi hissediyordum. Sevilmeyen bir çocuğun öfke giysisini soyunduğunda altında yatan savunmasız yanıydı bu, kısa ve nadirdi ama bunu bana gösterebiliyor olması kalbimi kaynatıyordu.

"Öğreteceğim." dedim fısıltılı sesimle başımı omuzuna yasladığımda. Gözlerim önümüzde akıp giden yolda tutunduğunda devam ettim. "Her şeyi öğreteceğim, söz veriyorum."

"Sana, hayat önüne engeller koysa da nasıl gülebileceğini göstereceğim. Karanlığı kuşanmadan da nasıl güçlü olunduğunu, acımasızlık kalkanını kuşanmaya gerek olmadan nasıl hayatta kalacağını öğreteceğim sevgilim."

Ellerimi parmaklarının arasından geçirdim ve devam ettim. "Kazanmak için bazen kaybetmenin de gerekli olduğunu ve her düşüşünde yanında olacağımı göstereceğim. Korkmayacaksın söz veriyorum. Seni her seferinde kaldıracağım Pars, hepsini zaman içinde öğreneceksin."

Elimi saran eli usulca parmaklarımın arasından sıkılaştı ve avuçlarımızı birbirine mıhladı. "Sen bana yapmayı hiç istemeyeceğim şeyler yaptıracaksın Nasya, İlk kez korkuyorum. Senden ve içimde uyandırdığın duygulardan korkuyorum." Dudakları saç diplerimi sardığında sıcak nefesi üzerimde yayıldı.

Yüzümde sakin bir tebessüm oluşurken söylediği bu sözler, beni neden böyle memnun ve tatmin hissettiriyordu bilmiyordum. Fakat bunun sebebi belki de onu diğer kadınlara nasıl davranırken görmemden kaynaklanıyordu. Onlar adına üzülsem de kendi adıma özel hissettiriyordu işte.

Ben başkaydım, ben özeldim, Pars için önemliydim. Sadece arzu değildi bu, aşktı, bağlılıktı, teslimiyetti... Belki de aidiyet... Benim ona, onun da bana ait olması tam da böyle bir şeydi.

 

Adil Katipoğlu önündeki anlaşma nüshasını incelerken Selim'in huzursuzca kıpırdanmasına tam on beş dakikadır sabrediyordu. Ağzında bir bakla vardı ve ilk fırsatta çıkarmayı bekliyor gibiydi.

"Güzel. Anlaşma tamam, bir ara o adamları gerçekten ikna edemeyeceğiz diye düşünüyordum. Lanet, devlet işleri." Dosyayı üzerine kapattığında oturduğu koltukta geri yaslandı ve solundaki puro kutusundan bir dal alarak ucunu ateşe verirken sert bir nefes çekti içine.

Keyifle üflediği duman odanın içine yayılırken gözleri Selim'in üzerinde birkaç saniye dolandı ve hafifçe boğazını temizlediğinde yanına girdiğinden beri onu böyle kıpır kıpır edenin ne olduğunu öğrenmeye karar verdi.

"Konuş." Kollarını önündeki masaya yasladığında sigarasından bir nefes daha çekti.

"A-anlamadım efendim?" Selim'in kekeleyen sesiyle sabırsızca hareketlendi şakakları.

"Geldiğinden beri kıvranıp duruyorsun, söyle işte ne oldu? Ne duydun yine, dökül."

"Efendim ben söylemesem?" Tedirgince yutkunurken gözleri Adil'in gergin bedeninde dolandı. "Selim! Canımı sıkma, bir sürü işim var, seninle uğraşamam!"

Adil'in bağırtısı odada dolandığında Selim olduğu yerde irkildi ve kendini toplayarak anlatmaya başladı. "Pars Bey, dün geceyi Nasya Hanım'la geçirmiş ve bu sabah da Şiledeki evin ikisi için hazırlatılmasını istemişler."

Adil'in alnı kırıştı ve şaşkın bir ifade ile buruştu yüzü. "İkisi için?" Sorgulayıcı sesiyle Selim hızla salladı başını.

"İkisi için efendim, orada birlikte yaşamaya başlayacaklarmış. Ferhat'ın söylediğine göre, güvenliğin sayısını çoğaltmış. Nasya Hanım için olmalı." Dedikoducu bir fısıltıyı andıran tonlaması ile Adil'in ne kadar öfkelendiğini anlayamıyordu.

"O kızla bir evde yaşayacak öyle mi! Benim oğlum, herkesin içinde onu yerin dibine sokan bir kadını yeniden yatağına alacak öyle mi!" Öfkeyle, elindeki puroyu küllüğe bastırdığında Selim söylememesi gereken bir şeyi söylediğini fark ederek korkuyla bakışlarını yere indirdi.

"Adil Bey..." Fısıltılı sesiyle konuştuğunda dilini bir türlü tutamamanın ıstırabını çekmeye başlıyordu bile.

"Aracı hazırlat bana. Hemen!" Adil Katipoğlu'nun bağırtısı ile beklemeden odadan çıkan Selim, telaşla şirketin koridoru boyunca koşturmaya başlıyordu.

"Ulan Selim! Bir tutamıyorsun dilini. Sana kaldı sanki değil mi, aptal! Canın ruhuna fazla mı geliyor, anlamıyorum!" Aceleyle merdivenlere yöneldiğinde asansörü bile bekleyemeden merdivenleri koşar adım inmeye başladı.

 

 

♟♟♟

 

PARS

Oturduğum bahçe sandalyesinde sırtımı geri verip başımı gökyüzüne çevirdim. Hava giderek kararırken yorgun gökyüzündeki belirgin hilal, öylece seyrediyordu tepede.

Kulaklarımda dolanan ateş çıtırtısı ve Nasya'nın neşeli gülüşü oturduğum koltukta beni sarmalarken sessiz fakat güçlü bir nefes çekiyorum içime. Yana devrilen başım açık mutfak kapılarından içeriye döndüğünde onu görüyorum.

Üzerindeki rahat eşofmanlarla mutfağın içinde bir o yana bir bu yana öylece koşturuyordu.

Saçlarını tepesinde toplamış, ocağın sıcağından yüzü kızarmış ve inatla bu yemeği kendi hazırlamayı seçmiş olmaktan hiçbir pişmanlık duymuyordu.

Yanaklarımda sakin bir gülümseme yer ederken avuçlarımın arasındaki viskiden bir yudum aldım ve gözlerimi yeniden gördüğüm güzel kadına çevirdim.

Birkaç gün öncesine kadar sanrısını gördüğüm kadının, şimdi bizim evimizde bizim için yemekler hazırlayışını ve telaşının çenesine vuruşunu duyuyordum.

Küçücüktü, ufak tefek ve sabırsız bir öfke topu gibiydi. En azından çoğu zaman... Fakat şimdi sevdiği insanlara bir şeyler hazırlarken neşe saçıyordu etrafa. Işığı karanlığımın tüm kasvetini silikleştirirken can suyum olduğunu anlıyordum bir kez daha.

Değişmek istiyordum, onun için değişmek. Yanında rahat edebildiği bir adama dönüşmek, onu canını yakmadan sevmek istiyordum. Sızlatmadan sarmalamak, incitmeden tutunmak istiyordum yamacındaki dallara.

Ama korkuyordum, sevgi nedir bilmeyen yüreğimle; ona değersiz hissettirmekten, ruhunu zedelemekten korkuyordum.

Hakkım mı bu kadın, onu bile bilmiyordum. Benim gibi bir adamla olmak gibi bir laneti hak ediyor mu, bilmiyordum. Değişmek istiyordum, onun için ve onunla değişmek.

Ama korkuyordum, çünkü böylesini hiç tatmadım. Duvarlarımın altında ne olduğunu ben bile bilmiyorum.
Sızımı, yaramı önüne serersem beni nasıl karşılardı; bilmiyordum. Dayanabilir miydi tüm maskelerime, sevebilir miydi? Her şeye rağmen sevebilir miydi beni?

"Begüm ya!" Kıkırtısı kulaklarımda bir kez daha dolandığında elindeki kesme tahtasını dikkatle tezgâhın üzerine bıraktı.

Muhtemelen salata yapacak diye düşünürken zihnime dün gece geliyordu. Bir kadının benden istediği en absürt şeyi istediğini anımsıyordum ve yüzümdeki gülümseme böylelikle genişliyordu.

Birçok kadın için, birçok şey yaptım. Hediyeler, mücevherler aldırdım ama hiçbirine salata yapmamıştım örneğin.

O benden salata istemişti, bir kap salata. Yapabileceğimi bile sanmazken hiç farkında olmadığım bir yeteneğimi keşfetmiştik birlikte.

Bana bunu yapıyordu işte. Farkında bile olmadan beni bambaşka yönlerimle tanıştırıyordu ve yanındayken tüm planlarım işlevsiz kalıyordu. Tüm kalıplarım yerli yersiz yıkılıyordu.

Bilmediğim bir filmin figüranı olurken buluyordum kendimi, her daim başı çeken ben bir yan karakter oluveriyordum ansızın ama o hep parlıyordu. Her adımda daha da güzelleşiyordu, her sözcükte beni kendine daha da bağlıyordu.

Ceketimin iç cebindeki telefonun çalışı ile irkilerek toparlandım oturduğum koltukta. Ayaklarımın altındaki çimenler ezilirken çekip ellerime aldığım telefonun ekranında gördüğüm isimle ruhum kasvetle doluyordu. Az önceki huzurun yerini şimdi sıkıntı ve tasa alıyordu ve ben telefonu meşgule veriyordum.

Bakışlarım yeniden Nasya'ya döndüğünde bu anı hiçbir şeyin bozmasını istemezken buluyordum kendimi ama lanet telefon yeniden çalıyordu. Cevaplamak ve önümdeki ateş çukurunun içine fırlatmak arasında kaldığımda cevaplayarak kulağıma yaslıyordum.

"Müsait değilim baba." Sıktığım dişlerimin arasından tıslarken ahizede patlayan sesiyle kulak zarımda bıraktığı rahatsızlıkla telefonu kulağımdan geri çektim.

"Siktirme ulan bana müsaitliğini! Neredesin sen? Söyle bana geleceğim, neredesin? "

"Ne oluyor?" Gergin hırıltımla sesi bir kez daha patladı ahizede.

"Onu sen bana söyleyeceksin! O kadının senin yanında ne işi var ulan! Atlatmak için aylardır İngiltere'de değil miydin sen? Ne işi var yanında! Gurursuz musun Pars sen! Onursuz musun? Herkesin içinde itin götüne sokup çıkardı seni, onunla hala ne işin var?"

Sıkkın bir nefesle gözlerim Nasya'ya döndü. "Seviyorum." dedim umursamaz bir alayla.

"Sikerim senin sevgini! Duydun mu beni? Senin sevgini de o kancık karıy-"

"Düzgün konuş lan!" Bağırtım bahçede yayıldığında sıktığım dişlerimin arasından güçlü bir tehdit savurdum. "Düzgün konuş, sıkma benim canımı! Adını bile ağzına alırken iki kere düşün, işlerin rengini değiştirtme bana!" Azar gibi çıkan tonlamamla birkaç saniyeliğine sessizliğe gömülen telefon ardından suratıma kapatılıyordu.

Avuçlarımda öfkeyle sıktığım telefonu önümdeki ateş çukurunun içine fırlattım. Hiç düşünmeden, duraksamadan ve kontrolsüzce.

"Sen iyi misin?" Kuzgun'un sesiyle yüzüm garaj yolundan bahçeye açılan patikaya döndü.

Böyle bir anın üzerine gelmesi şansı mıydı yoksa şanssızlığımı bilmiyordum.

"Harikayım! Bomba gibi! Sen?" Hırıltı ile koltuğa kendimi geri bıraktım.

"Telefonun durumuna bakılırsa iyi değilsin gibi." Karşımdaki koltuğa çöktüğünde üzerindeki deri ceketi çıkardı ve oturduğu koltukta yana doğru bıraktı.

"Adil." dedim. Dişlerim öyle güçlü bir sıkılmayla gıcırdadı ki ismi ağzımdan hakkaniyetli bir küfür gibi savruldu. Yavaşça öne doğru eğildiğinde dirseklerini dizlerine yasladı ve dikkatle süzdü beni. "Ne istiyor?"

"Ölmek." dedim seğiren yüzümle. "Ölmek istiyor ve belli ki bunu bana yaptırmakta oldukça kararlı." Bedenimde kol gezen öfke omuzlarımın titremesine sebep olduğunda dışarıdan nasıl görünüyorum bilmesem de Kuzgun'un tedirgin bakışlarıyla iyi durmadığım kesindi.

Avuçlarımın arasındaki viskiyi hızla kafama diktiğimde boş bardağı solumdaki sehpanın üzerine bıraktım.

"Sakin olman gerek, konuşmuştuk. Hatırla, affetmeyi deneyecektik."

"Siktir git, Kuzgun! O adam affımı hak etmiyor. O siktiğimin istismarcısı hiçbir boku hak etmiyor! Bana sikim sokum akıllar vermeyi kes! Senin yöntemlerini denedik, bir boka yaradığı yok! Sıra benimkilerde! Ona durması gereken yeri göstereceğim!"

"Pars..." dedi uyarıcı bir sesle.

"Ne var lan! Ne Pars?"

"Baban senin tetikleyicin. Eğer onu bağışlayamazsan kendinle barışamazsın. Defalarca kez aynı şeyi konuştuk. Sıyrılman gerek geçmişinden, kurtulmalısın bu döngüden." Sesinin tonunu sakince tutarken devam etti gevelemeye. "Bunca yıl öfken sadece kendine zarar verdi ama artık durman gerek."

Bakışları omuzunun üzerinden geriye döndüğünde Nasya'ya baktı ve yüzünü yeniden bana döndü. "Bana ne söylediğini hatırlıyor musun?" Gizemli fısıltısıyla gözlerim usulca kapandı. Hatırlıyorum diyemedim, ama hatırlıyordum.

" 'Öfkem artık tek kişilik değil.' demiştin. 'Hıncımın Nasya'ya zarar vermesinden korkuyorum.' dedin. Bana bunu sen söyledin. O hastane koridorunda, içerideki kadını kaybetme korkusuyla dolup taşarken bana ilk kez bir umut ışığı yaktın sen. Aralandı o perde artık kardeşim, ısındı buzdan kalbin. Yalnızca sana ait değil, göğüs kafesinin içindeki kalp yalnızca sana ait değil, ona da bulaşır nefretin ve kinin."

"Kuzgun..." Yutkunmak istedim fakat boğazımdaki düğüm nereden çıkıp gelmişti öyle.

"O Sare değil Pars, nefretin zarar verir o kıza. Deniz de değil, itaatle yetinsin."

"Biliyorum." Kapanan gözlerim yüzüne aralandı. "Biliyorum kuzgun, bunları çok iyi biliyorum."

"O Nasya Pars, bu dünyadan bile değil. Öfken gözünü korkutur, kinin kalbini karartır o kızın."

"Biliyorum."

"O zaman dur artık. Bırak, Adil'le olan savaşını, dön artık dünyaya. Annen gitmeyi kendi seçti. Gitti ve inan bana kardeşim, senden intikamını falan almanı beklemezdi. Hayatını yaşamanı isterdi. Babanı affetmeni, yüreğine omuzuna yük olan her şeyi özgür bırakmanı isterdi."

"Ona ihanet ediyormuş gibi hissediyorum. O adama her bakışımda, başarılarımla her nemalanışında sanki annemin altındaki tabureye bir tekme savuruyormuşum gibi hissediyorum."

"Ama öyle bir şey yok. Bu, yalnızca kafanın içindeki o boktan seslerle alakalı bir durum. Annen senden hiçbir şey beklemiyor Pars, mutlu olman dışında hiçbir şey beklemiyor."

"Ben mutluyum." Gözlerim Nasya'ya döndüğünde sızlayan genzime rağmen dudaklarımda sakin bir gülümseme oluştu. "Onunla mutluyum."

"Şimdi öylesin, şu an öylesin. Peki, sonra Pars?"

"Sonra ne?" Gözlerim yüzüne döndüğünde neden bahsettiğini anlayamıyordum.

"Baban yüzünden büyük bir öfke patlaması yaşadığında, işler istediğin gibi gitmediği için karanlığa çekilişinde ne olacak?"

"Ne saçmalıyorsun sen?" Sesim giderek gerilirken sabırsız bir nefes çekti içine.

"Kaç kırbaç vuracaksın ona? Acını dindirmek için ne kadar yakacaksın canını?"

"Kuzgun..."

"Kaldırabilecek misin? Bu öfken seni canavara çevirdiğinde onda bıraktığın izleri her görüşünde mahvolacaksın. Nefret edeceksin lan kendinden! Seni tanıyorum Pars! O kadının canını bir öfke anında, seks adı altında yakarsan bunu kaldıramayacağını görüyorum. Onu nasıl sevdiğini görüyorum, gördüğüm için diyorum. Yapma, öfkeni artık körükleme. Sonuçları ağır olacak, yapma."

Sözleri bilincimde bir kurşun etkisi yarattığında ansızın kesiliyordu nefesim. Söyleyecek hiçbir şey bulamazken öylece kalıyordum karşısında.

Gözlerim Nasya'ya döndüğünde ağır çekime alınıyordu sanki tüm kareler. Begüm'le kıkırdayarak bir şeyler konuşuyordu. Güzel yüzünde keşfedilmemiş bin bir çiçek, etrafında yayılan o neşeyi izliyordum öylece.

Söndürürsem o neşeyi, ne olacaktı? Parlamazdı artık gözleri. Bana her bakışında içimi titreten gözleri puslanırsa? Üstelik benim yüzümden. Değişirse? Onda sevdiğim her şeyi öylece söküp alırsam bir öfke anımda, ne olacaktı?

Yerine koyamazdım ki bir daha, güldüremezdim gözlerini. Biliyorum, konuşmazdı kahkahaları. Peki, ne yapardım? Onu söndüren ben olursam nasıl yaşardım?

"Pars, değişiyorsun. Farkında bile değilsin ama değişiyorsun. Şimdi bunu baltalama, yalvarırım." Kuzgun'un umut dolu fısıltısı ile kafamın içindeki alıp vermelerden bu ana geri dönüyordum.

"Peki." Afallayan sesimle başımı onu onaylarcasına salladım. "Peki, Kuzgun. Adil'e bir şans daha vereceğim. Geçip karşısına konuşacağım." Rahatsızca kıpırdandım oturduğum koltukta.

"İşte böyle." dedi heyecanla gülümserken. "İşte bu şekilde yapacaksın kardeşim. Ufak ufak ama etkili adımlarla gideceğiz." Yüzündeki gülümseme büyürken sessiz bir nefesle topladım kendimi.

"Gidip hazırlığa yardım edeceğim." Oturduğum koltuktan kalktığımda bana şaşkınlıkla bakarak merakla fısıldadı. "Ne hazırlığı?"

"Salata." Yüzümde mimik bile oynamazken hala kafamın içinde alıp veriyordum.

Adımlarım bahçeden mutfağın açık kapısına doğru ilerlediğinde içeri girdim ve Nasya'nın yıkadığı marulları bir kâsenin içine aldığını gördüm. "Fırını kapatsana." dedi domatesleri açık musluğun altına sokarken.

Begüm kendinden isteneni yapmak için arkasını döndüğünde yüz yüze geldik. Kırgın bakışları yüzümde tutunduğunda varlığımı ilk fark eden o oluyordu. Hızla yanımdan geçip fırına doğru ilerledi ve kapattı. "Kuzgun gelmiş, ben gidip bir bakacağım." kaçarcasına çıktığı mutfakta beni ve varlığımın farkında bile olmayan Nasya'yı baş başa bırakmıştı.

Sessiz adımlarım arkasına doğru ilerlerken kendi kendine söylenişini duyuyordum. "Kaç tabi, Kuzgun'muş. Bizim de sevgilimiz bahçede ama kaçmıyoruz işten, değil mi?" Kendi kendine bıraktığı kıkırtı ile yüzümde sakin bir gülümseme yerleşti. Kollarımı sessizce göbeğine sardığım sırada korkuyla sıçradı. "Ay!"

Şaşkınlıkla başını arkaya çevirmeye çalıştığında buna izin vermeyerek sıkıca sarıldım ona arkasından. Ellerim ince belinde dolandığında eğdiğim boynumla çenemi sol omuzuna yerleştirdim. "Senin sevgilin burada." dedim kulağına doğru fısıldarken.

"Ödümü kopardın ama ya!" dedi neşeyle cıvıldarken.

Domatesleri teker teker yıkayıp kabın içine bırakırken öylece ne yaptığını izledim büyük bir dikkatle. "Yardıma mı geldin yoksa?" Alaylı sesiyle dudaklarımı köprücük kemiğine doğru bastırdım.

"Seni çok seviyorum Nasya, bunu biliyorsun değil mi?" Yüzüm öylece orada gömülürken musluğu kapattığını duyuyordum. Şaşkın sesi kulaklarımda dolandığında kendini geri çekti ve yüzüm boşa düştü. Sıkıca beline tutunan kollarımın arasında zarifçe döndüğünde bizi yüz yüze getiriyordu.

"Biliyorum tabi ki, ama ne oldu sana şimdi?" Sorgulayan gözleri ve yanaklarındaki sıcak gülümseme ile alnımı alnına bastırdım ve kapadığım gözlerimle güzel kokusunu sessizce çektim içime.

"Seni çok seviyorum. Sahip olduğum, olacağım her şeyden daha çok seviyorum." diye yineledim sözlerimi.

Dudaklarımın üstü sıcak öpüşüyle örtülürken nefesi yüzümde yayıldı. Öpüşüne sakince bir karşılık verdiğimde belindeki ellerim usulca sıkılaştı ve onu kendime iyice bastırdım. Nefeslerimiz birbirini sardığı sırada yavaşça geri çektiğim dudaklarımı sus çizgisine bastırdım.

"Canını asla bilerek yakmam. İstemediğin hiçbir şeyi yapmam Nasya." Çaresiz fısıltım, içimdeki korkuların sözcüsü gibi döküldü dudaklarımdan.

"Biliyorum sevgilim." dedi sakin ve güven dolu bir sesle. "Sabahki şey yüzünden mi böyle içerledin sen yoksa?" Geri çekildiğinde iri gözleri yüzümde tutundu. "Sabahki ney?" dedim meraklı bir sorgulayışla.

"Hani boğazımı sıktın ya, şeyde, mutfak tezgâhının üzerindeyken." Sinsice sırıttığında gözlerim alayla devrildi ve yüzümde istemsiz bir gülümseme yayıldı. "Bahsettiğim o değildi ama eğer hoşuna gitmediyse?" Alayla havalandı kaşlarım. "Bir daha yapmam."

Göz kırptığımda yanaklarının kızardığını barizce görebiliyordum. "Hayır, ondan değil." Sesi içine kaçarken alt dudağını utangaç bir ifade ile dişledi.

"Neyden?" İleriye doğru bir adım atıp onu mutfak tezgâhı ile aramda sıkıştırdım. Gülüşünü bastıramıyordu. "Sen öyle 'can yakma' deyince aklıma o geldi."

"Canın mı yandı?" Kalçası tezgâhla ezilirken başını masumca iki yana salladı. "Yani evet, pek konforlu bir durum olduğunu söyleyemem ama hoşuma gitti."

Gözleri yüzümden kaçarken dudaklarımdaki gülümseme sırıtışa dönüyordu. "Bak sen şu işe, kendini böyle arsızca ifade etmen hoşuma gitti."

Belindeki kollarımdan birini çözdüğümde parmaklarım güzel yüzüne doğru yükseldi. Küçük çenesini kavradığımda kaçırdığı bakışlarını yeniden kendime çevirdim. "Benimle alay mı ediyorsun sen?" Kısılan gözleriyle huysuz bir fısıltı bıraktı.

"Hayır, sadece senden böyle şeyler duymak tuhaf ama hoş. İç gıdıklayıcı derecede hoş." Çenesini yavaşça yukarı kaldırdığımda uzanıp dudaklarına ısırıkl bir öpüş bıraktım ve geri çekildim.

"Ssshhh!" Kızaran dudağını hafifçe emdi ve serbest bıraktı.

Gözlerim ıslak dudakta öylece takılı kalırken erkekliğimin sızladığını, büyük bir açlıkla kasıldığını hissettim. Aylardır sevişmemiş olmanın getirdiği bir gerginlikle yakınıyordu adeta.

"Peki, buna varım." Sinsice sırıttı. "Neye?" dedim şaşkın bir ifade ile.

"Buna işte. Isırığa, boyun sıkmaya ama kırbaç olmaz. O konuda anlaşalım da."

"Ne diyorsun sen?" Şaşkınlıkla sırıtırken emin bir ifade ile devam etti.

"Kırbaca diyorum, yokum. Canımı çok yakar. Ellerimi bağlamak istersen eğer," Bileklerini yüzüme doğru kaldırdı ve birbirine yapıştırdı. "Onları sen isteyene kadar başımın üzerinden geri çekmem. Faydalı bir yerde kullanana kadar yani."

Arsızca ısırıp bıraktığı dudağıyla kumaş pantolonumun içindeki hareketlilik kasılmama sebep olmuştu. "Nasya."

Bir hırıltıyı andıran bu fısıltım hoşuna gitmiş olacak ki devam etti. "Ya da göğüs uçlarıma bir klips takmak istersen," Bakışları göğüslerine döndü ve sessiz bir iç çekişle yeniden bana döndü. "Ona da onay verebilirim. Sen söyleyene kadar boşalmama oyu-"

"Siktir!" Hızla geri çekildiğimde karın kasım istekle geriliyordu. "Sussana yavrum. Neler söylüyorsun öyle." Afallamış bir şekilde kendimi toparladım ve ceketimin uçlarını barizce sertleşen aletimi kapatmak için çekiştirdim.

"Hahaha..." Neşeyle kahkaha attığında yüzümde utangaç bir sırıtış yayıldı. "Seni buna pişman edeceğim. Haberin bile yok ama pişman olacaksın." Alaycı tehdidim bana doğru gelip ansızın kavradığı aletimle yarıda kesildi.

Geriye doğru bir adım attığımda sırtım buzdolabına çarptı. Küçük ellerinin arasında sıkıştırdığı aletim, sıcak temasıyla beni kesik bir iniltiye mecbur bıraktı. "Ah!"

"Beni tehdit etme, göster." Meydan okurcasına yüzüme dikilen iri gözlerle kasıldı yüzüm. Parmaklarını serbest bırakması derin bir nefes vermeme sebep olurken, kendimi tacize uğramış gibi hissediyordum.

Düşüncem yüzümde şaşkınlık ve afallama olarak karşılık bulurken kendimi amaçsızca sırıtmaktan alıkoyamadım. Arkasını dönüp tezgâha doğru birkaç adım attığı sırada arkasından hızla ilerledim ve belinden kavrayarak onu yerden havalandırdım.

"Hahaha, ne yapıyorsun?" Kıkırtısı mutfakta yayılırken kolumun altına aldığım küçük bedeni mutfaktan çıkardım ve yönümü yatak odasına doğru çevirdim. "Pars ne yapıyorsun?"

Kıkırtısı evin içini doldururken içeri girdim ve kapıyı ardımdan kapattım. Kilidi çevirdiğimde ne olup bittiğini anlayamadan onu sertçe yatağın üzerine fırlattım. Kıkırtısı giderek yükselirken ne yaptığımı anlamaya çalışır gibi toparlandı yatakta. "Kal orada."

Üzerimdeki ceketi çekip çıkardığımda yatağın ayakucuna bıraktım ve boynumdaki kravatı çekip aldım ellerime.

"Ne bu şimdi?" dedi kıkırdarken. Hala ciddiyetimin farkında değildi ve bu beni inanılmaz azdırıyordu. Kravatı avuçlarımda birkaç tur döndürdüğümde yüzümde karanlık bir gülümseme yayıldı.

"Buraya gel." Gözlerimle pantolonumun önündeki kabarıklığı işaret ederken Nasya'nın yüzündeki gülümseme ansızın siliniyordu. Yerine kızaran yanaklar ve heyecanla kocaman olan gözler alıyordu. "P-Pars..."

Bastıramadığı utangaç gülüşüyle dudaklarını ısırdı ve gözleri pantolonumda dolandı. Bakmayı en çok sevdiği yerde...

"Gel buraya. Bir daha tekrar etmeyeceğim." Sesim ciddileşirken kalçasını bana doğru kaydırmaya başladı. "Cık cık cık, ellerinin üzerinde sürünerek geleceksin." Bakışlarım beklentiyle dolandı yüzünde.

Emrime uyacak mıydı, bilmiyordum. Şu an bildiğim tek şey kasıklarıma saplanan ağrı ve bir an önce o güzel dudakları tarafından sarmalanma isteğimdi.

Yatakta ellerinin üzerine durdu ve sessiz kıkırtılarla bana doğru süründü. Bu işi ciddiye almıyordu çünkü şimdi ona eğlenceli gelen bu anlar birazdan nefessiz kalmasına yol açacaktı ve bundan bihaberdi.

Yatağın ucunda durduğunda gözleri kumaş pantolondaki şişlikte dolandı. Yarım adım atarak tam dibinde durduğumda güzel yüzü ve aletim arasında yalnızca birkaç santimlik bir boşluk vardı.

Elimdeki kravatı yavaşça boynuna bağladığımda gelişi güzel bir düğüm attım ve onu pantolonuma doğru bastırdım. "Öp."

Verdiğim emirle, titrek nefesler eşliğinde gözleri yüzüme döndü. Gözlerinde gördüğüm korku muydu? Korkmuş muydu?

"Nasya!" Geri çekildiğimde yüzümdeki sertlikte sesimle birlikte silindi. "Sen, korkuyor musun?" Yavaşça dizlerimin üzerine çöktüğümde boynundaki kravatı aceleyle çözdüm. Ellerinden tutup onu kalçasının üzerine oturttuğumda öylece dip dibeydik. "Güzelim?"

Sorgulayıcı sesimle başı iki yana sallandı. "Ne o zaman? Neden bana öyle bakıyorsun?" Göğüs kafesimin içinde ansızın yayılan kasvetle onu bir anda böyle yaparak kendimden uzaklaştırmış olabilir miyim, diye sorgularken buluyordum kendimi.

"Sadece, ne yapacağımı bilmiyorum." Gözleri yere inerken şaşkınlıkla idrak etmeye çalışıyordum. "Nasıl yani?"

"Yani, nasıl yapacağımı bilmiyorum." Gözleri yüzüme döndüğünde yanaklarındaki kızarıklığın genişlediğini görüyordum. "Ben daha önce..."

"Biliyorum. Bunu biliyorum ama böyle gerilecek bir şey değil ki bu." Ellerim güzel yanaklarını sarmaladığında usulca okşadım. "İçgüdüsel bir şey. Anlıyor musun? Belki de sevmeyeceksin ki böyle bir durumda bunu bana söylemekten çekinmemelisin."

Alnımı alnına yasladığımda parlayan gözleri yüzümde tutundu ve dudakları sakin bir gülümsemeyle can buldu. "Yani, bilgisiz oluşum seni mutsuz etmiyor mu?"

"Ne?" şaşkın bir gülüşle başımı iki yana salladım. "Asla... Asla etmiyor. Aksine." burnumu onunkine hafifçe sürttüm. "Aksine özel hissettiriyor. İnanılmaz özel."

"Gerçekten mi?" İnanamaz bir ifade ile beni süzdüğünde anlıyorum ki kendi içinde bu duruma benim adıma bir yargıya varmış. "Sana asla yalan söylemem." dedim sakin bir gülümseme ile.

"Huh!" Derin bir nefes verdi ve rahatlamış bir hamleyle düştü omuzları. "Ne bileyim, sen öyle profesyonelsin ki... Bense..."

"Tamam, bak bunu şimdi düşünmeyelim olur mu? Zaten benim hatamdı, böyle bir anda dışarıda misafirlerimiz varken." Sırıtarak geri çekildim ve konuyu dağıttım. Çünkü kendini yetersiz hissediyordu ve bu saçmalıktan başka bir şey değildi.

"Ne, hayır!" İtiraz edercesine çıkan sesiyle hızla ayağa kalktı.

"Ne hayır yavrum, çıkalım daha sonra..."

"Hayır ya, hayır!" Neredeyse oyuncağı elinden alınan bir çocuk gibi sızlanmaya başlıyordu.

"Güzelim, önümüzdeki tüm günler ve geceler bizim." Şaşkınlıkla sırıtırken beni göğsümden ittirmeye başladı. " 'Hayır.' dedim." Sırtım odanın duvarına çarpana kadar geri ittirdiğinde ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum.

"Nasya?"

"Hayır." dedi fısıltılı bir şehvetle.

Sırtım duvarla bütünleşirken uzanıp dudaklarıma sıcak bir öpücük bıraktı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan önümde dizlerinin üzerine çöküyordu.

"N-Nasya!" Elleri pantolonumun kemerini hızla kavradı ve küçük bir çabayla çekip açtı.

Bacaklarımdan aşağıya düşen pantolonla birlikte boxserımın beline yükselen elleri hiç oyalanmadan aşağıya kaydı. Beni karşısında öylece savunmasız bırakırken aletimin diklikle yüzüne doğru savruluşunu görüyordum.

"Nasya!" Hırıltılı nefesimle küçük avuç içi aletimi kavradı. Sıcak parmakları meraklı bir utangaçlıkla etrafında dolanırken ne yaptığını bile bilmiyordu fakat bana kafayı yedirtecek kadar şehvet pompalıyordu.

"Yönlendir beni." dedi gözleri oturduğu zeminden bana dönerken. "Güzelim, emin misin?" dedim kesik sesimle. Başını heyecanla salladı.

Avuçlarında tuttuğu aletimi, ağzına doğru kaldırdığında ıslak dudakları çekingen bir öpüş bırakıyordu uç kısmına.

"Hah! Sikiyim!" İrkildim ve güçlü bir inilti bıraktım.

Uzanıp çenesini sıkıca kavradığımda boynunu geri verdi ve güzel yüzünü benimkine çevirdi. Başparmağım kızarık dudaklarında dolandığında ona yapmak istediğim tüm çılgın düşünceler zihnime hücum ediyordu.

"Ağzını aç." Verdiğim komutla aralanan dudakları ile körpe bir heyecanla öylece kendinden isteneni yapıyordu. "Dilini dışarıya çıkar." İsteklerime böyle itaat etmesi beni giderek sertleştirirken pembe dili usulca sızdı dışarıya. "Şimdi, al ağzına."

Gözlerim avuçlarında acemice tuttuğu alete dönerken kendinden isteneni yaparak dudaklarının arasından içeriye doğru sokuşturdu erkekliğimi. Sıcak, titrek nefesler ve ıslak diliyle sıkıca yumduğum gözlerim eşliğinde çenesindeki elim usulca saçlarına doğru yükseldi.

Dudaklarının üzerinden içeriye hızla kaydığımda tüm kontrolümü kaybediyordum. Dilini refleksle içeri çektiğinde küçük ağzını orantısız bir güçle zorladım ve aletimi sıkıca kavrayan dudaklarının arasında gidip gelmeye başladım.

Bıraktığı boğuk iniltiler ve hızlanan nefesiyle araladığım gözlerim yüzüne döndü. Oturduğu yerde, ağzına sığdırmaya çalıştığı aletle, ürkekçe beni izliyordu.

"İşte böyle." Saçlarını sıkıca kavradığımda tüm kontrolü ele alıyordum. "Tam da böyle güzelim." Kendimi daha da içeriye ittirdiğimde beni ağzına tümüyle alsın istedim. Bütünümle içinde, sıcaklığında ve ıslaklığında hayat bulmak...

Yaşaran gözleri ve tıkanan boğazıyla her darbem onu daha da nefessiz bırakırken küçük burun kanatları nefes almak için delice inip kalkıyordu. Geri çekilip kendimi içeri her ittirişimde boğazını zorladığımı biliyordum ama durmam mümkün bile değildi.

Giderek kızarmaya başlayan yanakları ve hızlanan nefesleri beni daha da çıldırttığında iki elimle kafasını sıkıca kavradım ve tüm gücümle ağzından içeriye ittirdim.

Çırpınışa dönen iniltileriyle yanaklarının ve boğazının aletimle dolup taştığını görebiliyordum. Koca bir lokma almış da çiğneyemiyor gibi cebelleşmeye başladığında öğürmeyle karışık iniltiler bırakmaya başladı.

Gözlerinden akan yaşlarla akları kızıla dönüyor, yüzü nefessizlikle kasılıyordu. Bense durduğum yerde ondaki bu çaresizliğin getirdiği azgınlığı tadıyordum.

Giderek hızlanmaya başladığım sırada bacaklarıma tutunan tırnakları, beni acıtırcasına sıktı ve tavana dönen gözleriyle morarmaya başladığını gördüm. Ağzından hızla çıktığımda, soluk soluğa nefeslenmeye başladı.

Damağına yayılan zevk sularım ve kendi salyaları aldığı hırıltılı nefeslerle dışarı sıçrarken kızarık gözleri yüzüme döndü. "Devam et." dedi aç bir hırıltıyla.

Eminliğini bile sorgulayamazdım artık, öyle ki aletim şişmekten kızarmış ve emilmekten sırılsıklam olmuştu. Kötüydüm, bu zamana kadar hiç olmadığım kadar kötü.

"Gel buraya." eğilip ıslak dudaklarına sert bir öpüş bıraktım ve geri çekildim, boynundan kavrayıp onu aletime bastırdığımda bu kez kontrolü ona veriyordum. "Al ellerinin arasına ve ona ne yapmak istiyorsan yap. Tamamen senin."

Hırıltılı emrim, bekletilmeden yerine getirilirken kavradığı aletimi heyecanla sokuşturdu ağzına. Ellerim saçlarını şefkatle okşarken az önce ona yaptırdıklarımı referans alarak emmeye başladı. Her seferinde ağzına girip çıkan aletim, boğuk iniltileri ve sert vakumlarıyla kasılmaya başlıyordu.

"Ssshhh, evet!" Boğuk iniltim neredeyse yalvarırcasına çıkarken daha da hızlandı ağzı. Ani bir hamleyle beni boğazına kadar ittirdiğinde öğürmelerine rağmen durmadı ve bana hayatımda yaşadığım en iyi orgazmı yaşattı.

Ağzının içinde gidip geldiğim sırada, istemsizce patlayan aletim zevk sularımı boğazına boca ederken kesik iniltilerle saçlarını kavradım ve son damlasına kadar emebilmesi için ağzının içine birkaç kez pompaladım.

Geri çekildiğimde nefes nefese öylece kalıyordum. Ter içindeydim ve gözlerim karşımdaki kadının ıslak dudaklarında ve döllerimle kaplı çenesinde dolandı. "Ne yaptın lan bana?" Uzanıp alnımı alnına bastırdım. "Bana ne yaptın sen?"

Hayran bakışlarım yüzünde dolandığında hala soluklarını toparlayamadığını görüyordum. Çenesine kayan parmaklarımla taşan döllerimi dudaklarından içeriye sürükledim ve ağzını kapattım. Avuç içini dudaklarına perdelediğimde şehvetle fısıldadım. "Yut beni." Şaşkınca bana bakarken devam ettim. "Yut, her bir damlasını yut."

Elimi geri çektim ve dikkatle süzdüm yüzünü. Gerdanında gördüğüm bariz hareketlilikle ağzının içindeki sıvıyı yavaşça yuttu. "Yuttum." Gözleri şaşkın bir heyecanla parlıyor ve benden bir aferin ister gibi yüzümü süzüyordu.

"Gel buraya, " Uzanıp elini tuttum ve onu ayağa kaldırdım. Ellerim dağılan saçlarına döndüğünde öne düşen birkaç teli geriye verdim. "Nasıl hissettirdi?"

Sorgulayışımla utangaç bir gülümseme bıraktı yüzüme. "Güzel." Gözlerini kaçırdığında çenesini kavradım ve yeniden kendime çevirdim. "Eğer sevmediysen bana söyleyebilirsin."

"Hayır, gerçekten güzeldi ama garipti. Sadece garip..."

"Garip olan ne?" Gözleri hala açıkta duran aletime döndüğünde heyecanla alt dudağını ısırdı ve bıraktı. "Biraz şey, yani..."

"Ney? Kendini kötü hissetmiyorsun değil mi? Yani eğer öyleyse benden çekinmene gere-"

"Hayır, dedim ya! Kötü falan hissetmiyorum, saçmalama artık." Azarlayıcı sesiyle derdinin ne olduğunu merak ediyordum. "Büyük ve..." Sustu ve gözleri yüzüme döndü.

"Ve?" Şaşkınlıkla kırışan anlımla sorunun ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Diğer tüm kadınların hoşuna giden bu ayrıntı, onu rahatsız mı etmişti?

"Yani, pornolardakiler gibi değil. Anlarsın ya, onlar daha standarttı." Utangaç sesiyle sert bir kahkaha attım.

"Bu, zaman içinde bayılacağın bir olaya dönüşecek. Belki ağzındayken pek öyle değildir ama..." sustum. "Ama?" dedi merakla.

"İçindeyken daha iyi hissedeceksin." Uzanıp dudaklarına uzun bir öpücük bıraktım ve geri çekilip boxerımı üzerime geçirdim.

"Ben de ondan korkuyorum ya." Mırıldanırken, adımları odanın içindeki banyoya döndü. Şaşkınlıkla pantolonumu çekip üzerime geçirdim. "Neyden korkuyorsun?" Peşinden gittiğimde açtığı suyla yüzünü ve ağzını yıkadığını görüyordum.

"Nefesim kesildi Pars, kinaye yapmıyorum. Gerçek manada nefesim kesildi. Daha ilerisini düşünemiyorum." Havluya kuruladığı yüzüyle sinsi bir sırıtış bıraktım.

"O öyle olmuyor be güzelim, sandığın gibi bir şey değil." Ona doğru ilerledim ve beline sardığım kolumla kendime yapıştırdım. "Zevkle kıvranıyor olacaksın sana söz veriyorum. Ve teşekkür edeceksin tanrıya, beni sana verdiği için." Gözlerim pantolonuma döndüğünde sinsice sırıttım. "Böyle bir aletle birlikte." Küstahça kahkaha attığımda gözlerini alayla devirdi ve kıkırdadı.

"Öyle mütevazısın ki gerçekten tam bir beyefendilik örneği." Ellerini boynuma doğru sardı ve omuzlarıma tutundu.

"Mütevazı olunacak bir durum değil. Bu bir ayrıcalık ve tadını çıkaracağım, seninle birlikte." Onu erkekliğime bastırdığımda yüzü tahammülsüz bir ifadeyle buruştu.

"Gerçekten pes." Alnını çeneme doğru bastırdı ve göğüs kafesime sıcak bir fısıltı bıraktı. "Yine de teşekkür ederim, bu güzel an için ve..." sustu.

"Ve?"

"Ve o lezzetli ön aperatif için, yemekten önce iyi geldi, hahaha!" Kahkahası banyoda yankılandığında yüzümde bezgin bir gülümseme yer etti.

"Güzelim öyle arsız ve yaramazsın ki, beni çıldırtıyor bu hallerin." Belinden sıkıca kavrayıp hızla arkasını çevirdiğimde yüzü aynaya döndü ve arkasından ona sarılan bedenimi görerek sinsice sırıttı.

"Seninle yapmayı istediğim öyle çok şey var ki," dedi ve kalçalarını henüz sızısı dinen erkekliğime bastırdı. "İkinizle." diye ekledi kışkırtıcı bir fısıltıyla.

"Neyi merak ediyorum biliyor musun? İçini kendimle doldurduğumda da böyle arsızca konuşabilecek misin bakalım?" Kulağına doğru inen dudaklarımla kulak memesini dişlerimin arasında sıkıştırdım ve yavaşça emdim.

Kesik bir iniltiyle kollarımın arasında erirken aletime bastırdığı kalçası iyice kıvrıldı. "O güzel suratın zevkle kayarken ve küçük bedeninin tüm kontrolü ellerimdeyken de böyle konuşabilecek misin?"

Hırıltılı nefesimle şehvetle kayan gözleri yanaklarının kızarmasına ve iniltiler bırakmasına sebep oldu. "Şu kulak olayı beni mahvediyor, bunu yapma." Kendini topladı ve kollarımdan sıyrılıp banyodan çıktı.

Bakışlarım karşımdaki aynaya döndüğünde ayların gerginliği öylece uçup gitmiş ve yüzüme adeta kan gelmişti. Rahatlamıştım ve keyiflenmiştim. Dağılan saçlarımı el yordamı ile düzeltirken yüzümdeki sinsi gülüş eşliğinde banyodan çıktım.

Gözlerim odanın içinde dolandığında Nasya'nın çoktan odadan çıktığını anlamıştım. Adımlarım mutfağa döndüğünde gergince Begüm'le konuştuğunu ve utana sıkıla bana kaçak bakışlar attığını görüyordum. Bu ilk seferiydi ve muhtemelen herkesin bildiğini düşünüyordu. Bu utangaçlık ona öyle yakışıyordu ki...

Yan bir bakış atıp sırıtarak bahçeye doğru ilerledim ve Kuzgun'u ateş başında hazırlanmış bir sofrada otururken buldum.

"Neredeydiniz? Biz sofrayı hazırladık bile." Neşeli sesiyle anlıyordum ki Begüm'le birlikte vakit geçirmek ona iyi geliyordu.

"Bir konuşma yapmamız gerekti, bilirsin." Geçiştirircesine yanına doğru ilerledim ve yanındaki sandalyeyi çektim. "Harika iş çıkarmışsınız." Yüzümdeki gülümseme onu afallattığında sorgularcasına süzdü beni.

"Sen iyi misin?"

"Harikayım, bomba gibi." Çektiğim sandalyeyi geri ittirdim ve karşıdakine doğru ilerledim.

"Neden oturmadın?" Meraklı sesiyle Nasya ve Begüm'ün bize doğru gelişini duyuyordum. "Kız arkadaşın otursun." dedim.

Kuzgun'un yüzündeki afallama iki katına çıktığında yüzümdeki gülümseme daha da genişledi.

"Evet, salata da geldi. " Begüm, ortaya bıraktığı büyük kâse ile Kuzgun'un yanındaki sandalyeye oturdu.

Kuzgun'u bulan gözlerimle beni şaşkınca süzmeye devam ettiğini görüyordum. Ona hafifçe göz kırptığımda Nasya'nın yanımdaki sandalyeye çöktüğünü hissettim.

"Güzelim..." Elimi oturduğu sandalyenin sırt kısmına attığımda utangaç bir gülümseme ile eğdi başını. "Sevgilim..." dedi çekingence.

Yanakları al al olurken uzanıp masanın başında duran tepsideki köfteleri servis etmeye başlıyordu.

"Harika kokuyor, ellerinin değdiği nasıl da belli." Eğilip tabağıma köfte bırakan elini yavaşça öptüm.

"Pars ya!" Utangaç bir fısıltıyla kıkırdadı ve bıraktığı köfte ve soslu patatesle birlikte diğerlerine de servis yapmaya başladı.

"Gerçekten harika kokuyor." Begüm çekingence bana bakarken ortamı yumuşatmak istediğini görüyordum.

"Kesinlikle öyle." Yanaklarımda sıcak bir gülümseme oluştuğunda o da şaşkınlıkla gülümsedi.

Tam bu sırada Kuzgun hala şaşkınca beni izliyor ve dalıp gitmişçesine üzerimi tarıyordu.

"Afiyet olsun." Nasya kendi tabağına da koyduğu birkaç parçayla tepsiyi yeniden başlangıç yerine bıraktı.

Uzanıp masanın altından yavaşça dizini okşadım ve eğilip kulağına fısıldadım. "Beni bu yemeklere alıştırırsan her gün isteyebilirim, biliyorsun değil mi?" Yüzü bana döndüğünde aşkla bakan gözleri bir kez daha parladı ve içten bir tebessümle konuştu.

"Ben de her gün senin için yemekler yaparım. Neden olmasın ki?" Dizini sarmalayan elimi yavaşça tuttu ve usulca okşadı.

"Sana öyle aşığım ki her gün biraz daha büyülüyorsun beni. Söylesene nasıl oluyor bu?"

 

Dalıp giden sesimle omuzunu yavaşça benimkine çarptı ve hoşnut bir bilgelikle fısıldadı. "Bilmiyorum ama eğer çözersem sana söylerim, çünkü aynı durum benim için de geçerli."

 

 

 

 

 

36. Bölüm alıntısı

 

 

 

 

"Üzerinde böyle küçük bir gecelik varken etrafta dolanman hoşuma gitmez." gözleri yeniden bana döndüğünde, bantlama işi bitmişti ama avuçlarının arasındaki küçük ayağımı baskın bir uslulukla okşamaya başladı.

 

 

"Gecenin bir vakti, sadece kalçalarını örten bir bez parçası ile onca adamın içine dalmamanı yeğlerim." yine aynı uyarıcı ses, sanki normaldeki yumuşak tını uçup gitmişte içindeki hayvansı yön sakin kalmaya çalışıyor gibi.

 

 

"Ne bileyim, gittin sandım... düşünemedim onu hem sen ne yapıyordun orada, Melihle birlikte..." gözlerim kısıldığında, sıkkın bir nefes çekti içine, burun kanatları havalandı.

 

 

"Çalışma." dedi kestirip atarken.

 

 

"Çalışma? Birini tavandan aşağıya sarkıttığın ne tür bir çalışma bu?" gözlerim üzerindeki kan lekelerine döndü. "Epey kirlenmişsin de üstelik." alayla gülümsedim.

 

 

"Bilmene gerek yok sevgilim, görmende gerekmezdi fakat kafana eseni yapan bir kadın olduğunu unutuyorum çoğu zaman."

 

 

"O ne demek şimdi?" ayağımı okşadığı ellerinden geri çektim ve küskünce dudak büktüm.

 

 

"Daha önce bir kadına evden çıkma dememe gerek kalmazdı çünkü onlar zaten ne yapacaklarını bilirdi ama sen? Sana özel bir kurallar kitapçığı yazmam gerekecek." sinsice sırıttığında, öfkeyle uzanıp aldığım yastığı kafasına fırlattım.

 

 

"Ben senin kölen değilim, kurallar kitapçığını yediririm sana Pars!" öfkeyle tıslarken uzanıp kaçırdığım yaralı ayağımı aldı ve kendine doğru çekti, dudakları yara bandının üzerinden yaramı sardığında, utanarak geri çekmek istedim ama bileğim öyle sıkı tutuluyordu ki yapamadım.

 

 

"Ya yapma.." kıkırtımla birlikte dudakları ayak bileğime doğru yükseldi, yumuşak öpüşleri bacaklarımdan yukarı devam ederken vücudumda garip bir istek peyda oldu, ona ve öpüşlerine karşı.

 

 

"Pars..." iniltimle birlikte yatakta geri kaçtım fakat ben kaçtıkça o üzerime doğru tırmandı, bedeninin gölgesi üzerimde yükselirken dudakları kısa geceliğin üzerinden baskın öpüşlerle göğüslerime kadar yükseldi, neşeyle kıkırdarken ayağımın acısını unutuyordum, gerdanıma yükselen öpüşleriyle kulak mememe kadar sürükledi kendini, ardından sert öpüşler sivri dişleriyle birleşti ve ısırdığı kulağıma dişlerinin arasında ezerken hayvansı bir hırıltı bıraktı.

 

 

"Seninle İlgili öyle bir kural kitapçığı yazacağım ki her satırında bu küçük bedenine yapacağım manyaklıklardan bahsedilecek, benimle böyle arsızca konuştuğun için seni nasıl cezalandıracağıma dair bir dolu ayrıntı. " bıraktığı hırıltıyla sessizce irkildim, zihnim beklentiyle dolup taşarken, henüz banyodan çıkmama rağmen kadınlığımın nasıl kasıldığını hissediyordum.

 

 

Kulağımı serbest bıraktığında, dudaklarıma sıcak bir öpücük bıraktı ve yavaşça dikeldi üzerimden, yatağın üzerindeki çantayı aldı ve geri çekildi.

 

 

"Şimdi yatakta kal ve ben kısa bir duş alana kadar uslu bir kız ol." hafifçe göz kırptığında, adımları odadaki banyo yerine salona döndü.

 

 

"Banyo bu tarafta.." dedim kıkırdarken.

 

 

"Kısa bir işim var, pikeyi üzerine çek." verdiği geçiştirici cevapla uzanıp pikeyi dizlerime çektim ve bıkkınlıkla yatakta yerleştim.

 

Loading...
0%