Yeni Üyelik
36.
Bölüm

Bölüm 36 / Alphonse Lavella

@nurdogru26

 

 

Merhabalar 🖤 Up uzun bir bölümle geldim size, umarım okurken bol bol keyif alıp satır aralarına bolca yorumlar yapacağınız bir bölüm olur bebeklerim 🥹

 

 

 

Bölüm yetişkin içerikler içeriyor, rahatsız olacak olanlarım o kısımları atlamalarını rica ediyorum 😘

 

 

 

 

Sizi çok seviyorum ciddili diyorum bak, böyle sanki her hafta mutlaka bir arkadaş gurubumla buluşmak zorun gibi hissederek buraya geliyorum ve ruh halim inanılmaz iyi etkileniyor yalan yok, ay aman neyse uzatma Nur ya. Keyifli okumalar bebeklerim aşklarım 😍

 

Oy vermeyi unutmayın😘

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm 36 - Alphonse lavella

 

 

 

 

 

Bölüm şarkısı - Furkan halıcı - Kör zaman

 

 

NASYA

Kuzgunun askerlik anıları tüm masada kahkahalara sebep olurken aslında ne de komik bir çocuk olduğunu yeni anlıyordum.

Begümle nasıl da uyumlulardı. Biri dünyanın en sakin ve problem çözer kadınıydı, diğeriyse hayatı pek ciddiye almayan uçarı bir adam.

Yüzümdeki sakin gülümseme ile gözlerim Pars'a döndü. Anlatılanlar karşısında sessizce tebessüm ettiğim sırada güzel yüzünü izledim. Elindeki kristal bardakta dolanan dalgın gözleri ve kısa sakallarının arasından kendini gösteren derin gamzeleri ile oldukça sakin ve uysal gözüküyordu.

Bütün gece bana bulaşmış ve temasını hiç kesmemişti. Yemek öncesinde aramızda yaşanan o özel an, sanki bizi birbirimize biraz daha yaklaştırmıştı. Ama şimdi gördüğüm bu manzara sessiz bir iç çekişe neden oluyordu.

Huzurlu gözüküyordu fakat kafasının içinde bir yerlerde sıkışıp kalmış gibi dalgındı. Bedenen burada ve bilincinin bir kısmı bu masada ama ruhu başka diyarlarda dolanıyor gibiydi.

Çok şey var biliyordum. Konuşamadığı, anlatamadığı çok şey vardı. Hislerini açmak konusunda diğer herkesten daha ketumdu ama bu da tıpkı bana benzediğini hissettiriyordu.

Begüm ve Kuzgun'un arasındaki o sakin elektrik nasıl uyumluysa ben ve Pars arasında da o uyumun olduğunu fark ediyordum. İkimiz de inatçı, ikimiz de duygularını ifade etmekte zorlanan karakterleriz. Tutkumuz, öfkemiz ve sevgimiz öyle benzer ki Pars'la, kalbim neden onu seçti ve ruhum neden onun varlığıyla soluklanıyor; şimdi daha iyi anlıyorum.

Biz aynıyız. Sevgisizliğimiz, yalnızlığımız, bağlılığımız ve takıntımız ile birebir aynıyız.

Yanaklarımdaki tebessüm giderek genişlerken yavaşça oturduğum koltukta ona doğru kaydım. Şaşkınlıkla bana bakarken ellerimi geniş koluna sardım ve dünyanın en huzurlu yerine yasladım başımı, omuzuna.

Çok geçmeden saçlarımın üzerine viski kokulu bir öpücük armağan etti ve şefkat dolu bir sesle fısıldadı. "Her şey harikaydı güzelim, ellerine sağlık. Yoruldun biliyorum ama bu, şimdiye kadar geçirdiğim en hoş akşam yemeğiydi." Yeniden öptü ve tamamladı. "Dağ evindeki baş başa yediğimiz yemekten sonra."

Sessiz kıkırtısıyla yüzümde utangaç bir gülümseme belirdi. Bakışlarım masada dolanırken Pars'ın kolu yavaşça ellerimin arasından çekildi ve tam da itiraz edeceğim sırada omuzlarımı sardı. Beni kendine daha da çektiğinde başım göğsü ve boynu arasına yerleşiyordu.

Söylenmeye hazır tuttuğum dudaklarım memnun bir ifadeyle kapandığında Begüm'ün sorusu dikkatimi çekti. "Tamam işte, cevap ver! Kaçamazsın. Hahaha!" Elindeki şaraptan bir yudum aldı ve kendinden gayet emin bir ifade ile geri yaslandı oturduğu koltukta.

Alnım kırışırken bakışlarım Kuzgun'a döndü. Sorulan soru neydi bilmiyorum, o kısmı Pars'a dalıp giderken kaçırmıştım ama cevap vermemek için direnişini görebiliyordum. "Böyle saçma testlerle iç dünyamı görebileceğine gerçekten inanıyor değilsin herhalde, değil mi?" dedi alayla.

"Tam da öyle düşünüyorum. Hadi, kaçma. Cevap ver." Yeniden kıkırdadı.

"Tamam, bak bu; popüler kültürün psikolojiden hiçbir halt anlamayan avareleri tarafından uydurulmuş bir şehir efsanesi. Birini 'Yolda yürürken karşına şu çıktı, bu çıktı.' diye test yaparak çözemezsin Begüm." Kuzgun'un küstah gülüşüyle Begüm gözlerini deviriyordu.

"Madem gerçek değil, o halde daha iyi ya, cevap ver hadi. Ne olacak sanki?" Israrlı sesiyle bakışlarım Pars'a döndü, onun da dikkatle muhabbeti dinlediğini fark ediyordum.

"Tamam, güzelim. Sor baştan. Ama," İşaret parmağı sözlerinin dikkate alınmasını istercesine havalandığında devam etti "Bunun saçma bir test olduğunu da kabul et." Göz kırptı ve elini oturduğu koltuğun kollarına sardı. "Gönder gelsin." dedi kasıntıyla.

"Tamam. Şimdi şöyle, kapat gözlerini." Begüm istediğini almış bir çocuğun heyecanıyla başladı sorular sormaya.

"Kapattım." Kuzgun'un kapanan gözleri ile bu didişmenin keyfine varıyordum.

"Şimdi, aniden bastıran bir sağanak yağmurun altında yürüyorsun." Fısıltılı sesiyle ben de gözlerimi kapattım ve gizliden gizliye teste katıldım. "Bir de bu da yetmezmiş gibi fırtına çıkıyor."

Birkaç saniye vererek hayal etmemize izin verdiğinde kendimi uzun gri bir yürüyüş yolunda buluyordum. Yağmur başlamış, fırtınalı gökyüzünde şimşekler çaktırıyor. Tam o sırada Begüm'ün sesi yeniden kulaklarımda canlandı. "Gideceğin yere koşsan bile, minimum beş dakika sürecek. Yani her halükarda ıslanacaksın."

"Hıhı." dedi Kuzgun alaycı bir mırıltıyla.

"Ne yapardın? Soru bu. Şimdi seçenekleri vereceğim ve sen de birinde karar kılacaksın." Kıkırdadı. "Gözlerinizi açabilirsiniz." dedi.

Açılan bakışlarımla bana bakıp güldüğünü görüyordum. Tam o sırada Pars başını eğdi ve yüzüme şaşkınca baktı. "Sende mi katıldın?" Genişçe sırıtırken utangaçça salladım başımı. "Merak ettim, ne var?" Göğsünden geri çekildiğimde bakışlarım Begüm'e döndü.

"Hadi seçenekleri söyle." Kollarımı masaya dayadım ve ondan bir cevap bekledim.

"Pekâlâ, tamam. En azından birinin testimle ilgili olduğunu bilmek, iyi hissettirdi." Yeniden kıkırdadı ve büyük bir dikkatle konuştu. "Seçenekler şunlar: Birincisi, büyük bir ağaç bulup yağmur bitene kadar beklerim. İkincisi, yağmurun ne kadar süreceğini bilmediğim için gideceğim yere kadar koşarım. Üçüncüsü, şemsiyesini paylaşacak birini bulurum ya da şemsiye alabileceğim bir yere kadar koşarım. Dördüncüsü, çantamda daima katlanabilir bir şemsiye taşırım."

Verdiği şıkları şaşkınca düşünürken Kuzgun beklemeden verdi cevabını. "Dört tabi ki. Eğer bir yürüyüşe çıktıysam ve yanımda bir çanta taşıyorsam tüm olasılıkları düşünmüşümdür, yani şemsiyem zaten var." Alayla kesik bir kahkaha attığında bardağından bir yudum aldı.

Begüm'ün bakışları bana döndüğünde kaşları merakla havalandı. "Tamam." dedim gergince kıpırdanırken. "Sanırım, büyük bir ağaç bulurum ya da bir dükkâna sığınırım işte. Öyle bir şey, yağmurun dinmesini beklerim." Gergince sırıtırken bakışları Pars'a döndü. "Sen hangisini seçtin?" diye sordu.

Şaşkınlıkla gözlerimi Pars'a çevirdim. "Sende mi katıldın teste, hahaha." Heyecanla gülerken sıkkın bir nefesle Begüm'ün sorusuna cevap verdi. "İki. Yağmurun ne kadar süreceğini bilmediğim için gideceğim yere kadar koşardım. Her türlü ıslanacaksam beklemenin ya da sığınmanın anlamı yok." Dudaklarında sessiz bir gülümseme oluşan Begüm, başını onu onaylarcasına salladı.

"Tamam. Öncelikle Nasya, birinci şıkkı seçtiğin için senden başlayacağım." Nefeslendi ve bilmiş bir tınıyla devam etti.

"Sen, insanlarla arandaki sorunları halletmeden önce karşı tarafın soğumasını ve öfkesinin dinmesini bekleyen bir karaktere sahipsin. Sevgilin ya da arkadaşın fark etmeksizin içindeki tüm öfkeyi kussun, bağırıp çağırsın ve sakinleşsin istersin ve sonra da kendi tarafında olayların nasıl olduğunu soğukkanlılıkla sunarsın. Bazıları bunu akıllıca bulurken bazıları sinsice bulabilir." dedi.

"Vay be." Şaşkınca kıkırdadım. Gözleri Pars'a döndü. "İkinciyi seçtin, değil mi?" dedi. Gözlerini kısarken sıkkın bir nefes çekti.

"Evet, iki."

"Sen içindekilerin hepsini döktüğün sürece kavganın sonucunun ne olacağını umursamıyorsun çünkü kendi bakış açından hep haklısın ve tartışacak bir şey yok. Yani özetle senin taktiklerinin arasında alma-verme yok. Karşındaki öfkelenirse sen daha çok öfkeleniyorsun, eğer karşındaki bağırırsa sen haykırıyorsun. Bu seni tartışmak için çok uygun bir insan yapmasa da en azından nerede durduğunu anlamak kolay."

"Bak şimdi korkmaya başladım." diyerek konuşmaya dâhil oldum. "Demek sen hep haklısın, he?" Pars'a dönen gözlerimle omuzumu yavaşça çarptım omuzuna.

"Aksi bir durum hiç görmedim." dedi küstahça ve ekledi. "Ben hep haklıyımdır." Kolunu yeniden omuzuma attı ve beni kendine çekti.

"Neyse ki," dedim kısa bir iç çekişle "Ben de kavga sırasında anlayışlı bir insanmışım da ortalığı ateşe vermeyeceğiz." Kıkırtımla, dudakları yavaşça alnımın üzerinde sıcak bir nefes yaydı. "Neyse ki." dedi kinayeyle.

"Sana gelince Kuzgun, sen dördü seçtin ve bu da her suçlamaya bir cevabın, her yanlışına bir özrün olduğunu gösteriyor. Sana göre Kuzguncuğum; bir tartışma, atışma yeteneğini bilediğin bir gösteri ama bu tavrın bazen başkalarına bunaltıcı ve kaypakça gelebilir. Ama büyük olasılıkla bunun için de bir açıklaman vardır. Hahaha." Yaptığı yorumla hepimizden kısa bir kahkaha duyuldu.

"Sağ ol gerçekten, en harika açıklamayı bana ayırmışsın. Şimdi bu gerçek mi yani? Buna inanıyor olamazsın. Yırt at o zaman diplomanı." Kuzgun gereksizce gerilirken Begüm bir kahkaha daha attı. "Tavrına bakınca yüzde yüz gerçek bence." dedi.

"Tamam, gerilmeyelim. Sen bir test yap bize Kuzgun, hadi bir de senin yöntemlerini deneyelim." dedim sakin bir gülümseme ile.

Sanki bunu bekliyormuş gibi heyecanla oturduğu koltukta havalandı ve elindeki kadehi masaya bıraktı.

"Bilinen en eski testi deneyeceğim. Güven testi." Gözleri Begüm'e döndü ve elini ona doğru uzattı. "Var mısın küçük hanım?" Sinsice sırıttığında Begüm alaylı bir kıkırtıyla ayağa kalktı.

"Asıl saçmalık bu test. Birine kendini öylece bırakırsan güvenirsin, bırakmazsan güvenemezsin; olay bu mu? Saçmalık ama peki. Sen benim testime katıldın ben de seninkine seve seve katılırım."

Birlikte bahçenin içinde açıklık bir alana çıktılar ve masadan uzaklaştılar. Begüm, Kuzgun'un önüne geçtiğinde ne yaptıklarını daha iyi görebilmek için Pars'ın omuzundan geri çekildim ve tüm dikkatimi onlara çevirdim.

"Şimdi, kaldır kollarını iki yana," dedi Kuzgun emin bir fısıltıyla.

Begüm kendinden isteneni yaparak ellerini iki yana açtı. "Ve lütfen gözlerini kapat." diye ekledi.

Begüm kıkırdayarak gözlerini kapattığında derin bir nefes aldı. "Tam arkandayım, seni tutacağım ve kendini bütünüyle bana bırakmanı istiyorum. Hadi." dedi sırıtırken.

Begüm bir derin nefes daha çekti, bedenini yavaşça arkaya verdi ve son anda bacağını büktü. Sarsılarak düşecekken Kuzgun onu kollarından yakaladı. "Güven testi dediğin budur Begüm Hanım, birinin sana gerçekten güvenip güvenmediğini böyle anlarsın." Kırgın gülümsemesiyle olup biteni anlayamıyordum.

"Ne oldu şimdi?" dedim merakla fısıldarken.

"Begüm, Kuzgun'a güvenmiyor." dedi Pars sinsice sırıtıp.

"Kendini bırakamadığı için mi? Yani belki kasıtlı yapmıştır, uyuzluk için."

"Onu bilmem ama öyle bir anda beden koruma içgüdün devreye girer. Kasıtlı bile yapamazsın çünkü düşmekten korkarsın."

"Peki, eğer bıraksaydı?" dedim heyecanla sorgularken.

"Eğer bıraksaydı tamamıyla güvendiğini gösterirdi. 'Uçurumdan atlarım senin için, çünkü beni tutarsın, bilirim.' demenin başka bir yolu." dedi Kuzgun masaya üzgün bir suratla otururken.

"Hadi gel Nasya." dedi Begüm, ellerimi tutup beni oturduğum koltuktan kaldırdığında. "Ne, hahaha, ne yapacağız?" dedim merakla.

"İkimizin arasındaki güvene bakmak istiyorum." Tedirgince gülümsedi. "Pekâlâ." dedim gergince.

"Önce sen kendini bırakacaksın kollarıma, kabul mü?" dedi onaylamamı beklerken. "Peki, tamam." Önüne geçtim ve komutunu bekledim. "Kaldır kollarını iki yana."

Yavaşça açtığım kollarımla içinde bulunduğum duruma fazla önem verdiğimi anlıyordum ama asıl, Pars bana kendini bırakır mıydı, onu merak ederken buldum kendimi.

"Şimdi arkandayım ve seni tutacağım. Bırak kendini." dedi. Bedenimi usulca geri verdiğimde korku ve tedirginlik arasında kaldım. Ya düşersem? Siktir, ya düşersem?

Refleksle kasıldığımda bacağım büküldü ve Begüm beni hızla tuttu kollarımdan. "Peki." dedi kulağıma doğru fısıldarken. "Bu günden sonra bu beni o kadar da şaşırtmadı ama unutma ablacığım, seni her zaman tutarım." Yanağıma bıraktığı öpücükle beni yeniden doğrulttu.

Utangaç bir gülümseme ile kendimi mahcup hissediyordum. Ona güvenememiştim ve bahsettikleri bu güven olayını daha iyi kavrıyordum şimdi.

Pars elindeki viskiden bir yudum aldı ve biten bardağı masaya bırakarak ayağa kalktı. "Neyse. Hava soğudu, içeri mi geçsek?"

"Bir dakika bir dakika, gel buraya." Uzanıp elini tuttuğumda sıkkın bir nefesle başını geri verdi.

"Gerçekten mi? Bunu yapmayacağım." Nasıl böyle ansızın anlamıştı, bilmiyorum ama anlamıştı işte. Bu, güven testi denen şeyi yapacağımızı anlamıştı ve kaçıyordu. "Hadi ya, mızıkçılık yapma." Kolundan çekiştirerek onu bahçedeki açıklığa çektim.

Begüm yerine otururken Kuzgun gergin bir sesle aramızdaki diyaloğa dâhil oluyordu. "Nasya bunu denemek istemezsin, o kendini bana bile tamamen bırakamıyor. Durumu kişisel algılamanı istemem." dedi

Kaşlarım çatıldığında ne demek 'Bana bile.' diye düşünmeden edemedim.

"Sen arkadaşısın Kuzgun, ben sevgilisiyim." dedim kıskanç bir tıslama ile.

"Yavrum, sevmiyorum bu işleri. Yapma, lütfen." Pars'ın huzursuz sesiyle kolunu sertçe sarstım. "Yapacağız dedim, görmek istiyorum."

"Nasya minicik bir şeysin. Nasıl bırakacağım kendimi kollarına, kurban olduğum. Olacak iş mi? Bunun güvenle bir ilgisi yok. Bir altmış boylarında minyatür bir figür gibisin, kolların nasıl taşısın beni?"

İtirazlarını peş peşe sıralarken öfkeli bir solukla hırladım. "Tutarım! Bunun boyla ne ilgisi var, delirtme beni. Olay o değil."

"Hay böyle işin içine ya!" Öfkeyle arkasını döndü ve kollarını iki yana açtı. "Tamam, geri çekil." dedi huysuz bir sesle.

"Bekle, mesafeyi ayarlamam gerek." Heyecanla geri çekildim ve aramızdaki boy farkını da hesaba katarak mesafeyi ayarladım. "Şimdi arkandayım ve düşmene asla izin vermeyeceğim, söz veriyorum. Bırak kendini bana."

"Kişisel algılama." diye yineledi Kuzgun huzursuz bir sesle. "Kapa çeneni be!" dönüp bağırdığımda Pars'tan kısık bir kıkırtı duydum.

"Hazır mısın?" dedim bir kez daha ayaklarımı sağlamlaştırdığımda. "Sanırım." dedi ruhsuz bir sesle.

"Güzel, şimdi." Derin bir nefes aldım ve ellerimi ona doğru kaldırdım. "Bırak kendini."

Sıkkın bir nefesle bedenini geri verdiğinde neredeyse olacak diye düşlerken bacakları ansızın kırıldı ve yere kapaklandı. Düştüğü yerde öfkeyle gülmeye başladığında havadaki ellerim, yüzümdeki gülümsemeyle birlikte sönüyordu. Kollarım iki yanıma indiğinde Pars'ın oturduğu yerden bana dönen karaları, bahçe ışıklarının yansımasıyla parlarken dudaklarında hüzünlü bir gülümseme oluştu.

"Üzgünüm," dedi yavaşça yerden kalkarken. Üzerini silkeledi ve bana doğru gelip öylece duran bedenimi kollarının arasına aldı. "Güzelim özür dilerim, yapamıyorum. Kimseye yapamıyorum." dedi fısıltıyla.

"Ben kimse değilim." dedim sızlayan genzim ve titreyen nefesimle. "Biliyorum Nasya ama güven konusunda ciddi sorunlarım var. Herkese ve her şeye karşı." Dudakları saçlarıma üst üste onarıcı öpücükler bırakırken Begüm konuyu dağıtmak istercesine araya girdi.

"Hadi, şimdi Nasya denesin. Erkeklerin güven konusunda ne ketum olduğunu hepimiz biliriz ama Nasya nasıl tepki verecek, merak ediyorum."

"Gerek yok, bence bu saçmalığa bir son verelim." Pars'ın gergin sesiyle itiraz edercesine geri çekildim kollarından. "Hayır, yapacağız." dedim.

Parlayan gözlerimle onu izlerken sıkkınca ofladı. "Nasya, kendini bana bırakamayacağını ikimiz de biliyoruz. O yüzden..."

"Denemek istiyorum. Ben bilmiyorum mesela bırakabilecek miyim bırakamayacak mıyım? Sen nasıl böyle eminsin acaba!"

Hızla arkamı döndüm ve kollarımı iki yana açtım. "Şimdi," dedim derin bir nefes alarak. "Kendimi sana bırakıyorum ve düşmeme izin vermeyeceğini biliyorum." Bedenimi hiç düşünmeden geri verdiğimde bacaklarım kırılsın diye bekledim ama tereddüt bile etmeden arkaya devriliyordum.

Bedenim ağır çekimde geriye doğru düşerken Pars'ın kolları belimi sıkıca yakaladı. Gözlerimi yüzüne doğru çevirdiğimde ona ne kadar güvendiğimi bir kez daha anlamıştım. Kardeşime değil ona güvenmiştim ve o düşmeme izin vermedi. Yüzümde sessiz bir gülüş yer ettiğinde şaşkın bir afallama ile kollarında tuttuğu bana bakıyordu.

"Nasya." dedi ağırca yutkunurken. Olan bitene bir anlam veremediğini anlıyordum.

"Anlaşılan sana güveniyorum Pars Katipoğlu. Hem de herkesten daha fazla." Yavaşça doğruldum kollarından ve yönümü bizi şaşkınlıkla izleyen Begüm'e çevirdim.

Gözleri hüzünlü bir ifade ile önüne döndüğünde kendimi kötü hissetmiştim. "Yani evet, tamam. Bence bu daha hissel bir şeydi." diyerek konuyu dağıttım ve masaya doğru ilerledim.

Oturduğum koltukta Pars'ı bulan gözlerimle onun hala bana şaşkınca baktığını görüyordum. "Gelsene." dedim kıkırdayarak. Dalgın ifadesini yüzünden kovduğunda beklemeden yanıma doğru geldi ve usulca oturdu.

"Biz artık kalkalım." Kuzgun yavaşça havalandı oturduğu koltuktan. "Ben de kalkayım, saat neredeyse iki. Sabah bir sürü işim var zaten." Begüm de oturduğu koltuktan kalktığında, bende ayağa kalktım.

"Tamam, o halde bu akşam burada olduğunuz için teşekkür ederim. Bunu sık sık yapalım." Kıkırdayarak Pars'ın kolunu sarstığımda hala afallamış olduğunu görüyordum. "Kalk hadi, yolcu edelim." diye uyardığımda bakışları Kuzgun ve Begüm'e döndü.

"Kendileri gitsinler işte, ne diye yolc-" Koluna küçük bir cimcik attığımda acıyla inledi. "Ssh, yavrum ne yapıyorsun?" Şaşkınca bana bakarken sıktığım dişlerimin arasından tısladım.

"Kalksana be adam. Kalk, yolcu edeceğiz." Kolunu tutup kaldırdığımda sırıttı ve yönünü Begümlere döndü.

"Geldiğiniz için tekrar teşekkür ederim, bunu bir daha yapalım." dedi sahte bir tebessümle. "Evet, sık sık yapalım." dedim heyecanla gülerken.

"Bence de, sevdim ben bu dörtlüyü." Begüm'ün gözleri Kuzgun'a döndüğünde Kuzgun da bana ve Pars'a dönen gözleriyle memnunca konuştu. "Yemekler harikaydı. En kısa zamanda yeniden, seve seve."

Ardından peş peşe garaj yoluna doğru ilerledik ve onları arabalarına kadar yolcu ettik. Bindikleri araçlar birer birer çalışırken Pars'ın güçlü kolu beni belimden sıkıca sardı ve çenesi omuzuma dayandı. Öylece evimizin ilk misafirlerinin gidişini izliyorduk.

"Her şey harikaydı, çok eğlendim." Kulağıma bıraktığı fısıltıyla kendimi iyice ona doğru sokuşturdum ve garaj yolundan çıkan araçlarının arkasından el sallayarak güvenlik kapılarının kapanışını izledim.

"Demek bana güvenmezsin he." Dirseğimi hızla karın boşluğuna geçirdiğimde kısa bir kahkaha attı. "Biliyordum," dedi geri geri adım atıp benden kaçarken. "Bu konunun öyle çabuk kapanmayacağını biliyordum." Arkasını döndü ve eve doğru koşmaya başladı.

"Gel buraya gel, öyle sıyrılamazsın." Kıkırdayarak peşinden eve doğru koştuğumda onu bahçe kapılarından salona girerken gördüm ve peşinden içeriye daldım.

Koltukların arkasına doğru saklandığında uzanıp önümdeki kanepeden bir kırlent aldım avuçlarımın arasına. "Ben sana güveniyorum ama sen?" dedim öfkeyle kıkırdarken.

Elleri ileriye doğru kalktığında içten gülüşlerle kendini savunmak istercesine mırıldandı. "Yavrum yapım böyle benim, soğuk bir tipim biliyorsun. Güvenemiyorum öyle hemen, haha."

"'Hemen güvenemiyorum.' diyor bir de! Bak, savunmaya bak." Elimdeki kırlenti ona doğru fırlattığımda havada yakaladığı kırlenti arkasına sığındığı kanepenin üzerine bıraktı.

"Güzelim sana özel değil ki, vallahi değil." Yeniden kıkırdadığında başka bir kırlent alıp yeniden fırlattım ona doğru. Eğildiğinde başını sıyırıp perdelere çarptı.

"Ben özelim ama Pars, ben özel değil miyim, nasıl güvenmezsin ya?" Bir kırlent daha, bu sefer tam karın boşluğuna.

"Sevgilim, özelsin tabi ki. Sen hayatımdaki en öze-"

"Ya sus be sus!" Bir kırlent daha fırlattığımda yarıda kalan sözünü gülerek tamamladı.

"Hayatımdaki en özel şey sensin, yemin ederim." Bana doğru yavaşça yaklaşırken bir kırlent daha aldım elime. Ne çok kırlent varmış koltukta diye düşünmeden edemiyordum.

"Çözmeye çalıştığım bazı kişisel problemlerim var ve bunlar seninle ilgili değil, kendimle ilgili. Yemin ederim." Yanıma doğru temkinle yaklaşırken kırlenti ona doğru savurdum ve beni kollarımdan yakalayıp bedenine çarptı. "Yemin ederim senden öncesine dayanan sorunlarımla alakalı, sana özel değildi."

Elleri saçlarıma doğru havalandığında yüzümü yavaşça avuçlarının arasına aldı ve alnını alnıma bastırdı. Bunu yapmasını hep çok sevmişimdir. Güzel yüzü böyle yakınımdayken tüm öfkem dinip gitse de nefesine böyle yakın olmak hep içimi ısıtıyor.

"Yine de kalbim kırıldı." dedim küskün bir kıkırtıyla.

"Özür dilerim ama biliyorsun ki aramızda çözemediğimiz bazı sorunlar vardı. Bugün her birine bir cevap alsam da kendi içimde bilincim buna çabuk ayak uyduramamış demek ki. Sana güveniyorum, inan bana. Zaman içinde daha da fazla olacak biliyorum ama şu anki bu gelişme seni üzmemeli. Biz çok şey yaşadık yavrum, biliyorsun. Her şey yavaş yavaş oturuyor yerine."

"Ama ben sana güvendim. Bıraktım kendimi kollarına, hem de hiç düşünmeden." dedim haklı bir gururla. "Biliyorum ve bu benim için çok önemliydi, bunu bil. Yalnızca bunu bilmen bile yeter."

Dudakları usulca benimkileri sarmaladığında ellerim boynuna doğru uzandı ve beni öpmek için eğilmesini fırsat bilerek kollarımı omuzlarına sardım. Nefesi içime akarken öpüşüyle can buluyordu ruhum, beni her öpüşünde aynı şey oluyordu.

Kalbim bu anın heyecanı ile titrerken içimde bir çocuk sevinç çığlıkları atıyor. Ona dokunmak, bana dokunması tüm sesleri kısıyor. Soluk renkler canlanıyor ve hayat hiç anlam veremediğim bir yerden can buluyor yeniden dudaklarında.

Ellerim geniş omuzlarında usulca dolanırken iri kolu belimi sardı ve beni yerden havalandırdı. Bacaklarımı beline sardığımda adımlarımız sessiz öpüşler eşliğinde yatak odasına doğru ilerliyordu.

Giderek hızlanan öpüşleri ve hırçınlaşan soluklarıyla kasıklarımda ansızın peyda olan sızıyla vücudumu iyice bastırdım onunkine. Kalçalarımın altında hissettiğim sertlik pijamamın üzerinden beni zorlarken bu hissin yaşattığı susuzluğu beni öpen dudaklarında gidermeye çalıştım.

"Kafayı yedirtiyorsun bana." Dudaklarımdan geri çekildiğinde alnını alnıma yasladı ve hayvansı hırıltıları alnıma düşen bir kaç tel saçı uçuşturdu.

Çoktan yatak odasına girdiğimizde sırtım saniyeler içinde yatakla buluşuyordu. Bakışlarım uzandığım yataktan yüzüne döndüğünde yanaklarının kızardığını görüyordum. Koyu hareleri irileşmiş ve içindeki hayvanı öylece gözler önüne sermişti.

Beline doladığım bacaklarım, iri elleri tarafından sertçe yatağa bastırıldı. Sessiz bir kıkırtı ile bana yaptığı şeyleri izliyordum. Yataktan aldığı destekle üzerime uzandı ve diziyle yaptığı küçük bir açma hareketi erkekliğini bacaklarımın arasına yerleştirdi.

Kasıklarımın üzerinde hissettiğim aletle kesikçe inledim. Bedenim beklentiyle kasılırken elleri tişörtümün içinden yukarıya doğru ilerledi.

İçimde giderek yükselen adrenalinle boğazımı yakan kuruluk yutkunmama neden oluyordu. Göğüslerim iri parmaklar tarafından sarıldığında avuçlarının içinde usulca ezmeye başladı. Altında istemsizce kıvranırken buluyordum kendimi. Bedeninin ağırlığıyla hareketsiz kalırken vücuduma bıraktığı kışkırtan dokunuşlar kadınlığımın ıslanmasına neden oldu.

Karıncalanma hissi iç duvarlarımı sarmalarken Pars'ın dudakları boynumda kendine bir rota oluşturdu. Sıcak dil istekle kasılan boynumda ürpertici emişler bırakırken dudaklarımdan dışarıya kesik bir inilti yayıldı. "Agh!" Titredim.

"Öyle güzel kokuyorsun ki..." Sözleriyle eş zamanlı olarak derin bir nefes çekti içine.

"Bütün yemek kokusu sinmiştir üzerime." dedim. Hala kasılıyordum, beklentiyle titriyordum fakat bu yorumu yapmasam olmazdı.

Geri çekildi ve göğüslerim hala avuçlarının arasında sertçe okşanırken alnını alnıma bastırdı, Kara gözleri beni bulduğunda zar zor bir yutkunuşla topladı dikkatini. "Bahsettiğim şey teninin kokusu, parfümünün ya da üzerine sinen diğer şeylerin değil; sana has olan o güzel ten kokusu. Bunu hiç pir şey perdeleyemez."

Dudaklarımı kavrayan sert dişler beni yemek ister gibi içine çekerken şişen göğüs uçlarımı parmaklarının arasında kıstırdı ve canımı yakmak pahasına çekti kendine doğru.

"Sshh." Acıyla inledim dudaklarının arasında. Bedenim her yandan saldırı altındaydı ve bu kuşatma kadınlığımı sırılsıklam yapmıştı. Büyük bir istekle kasılan bir inilti mırıltısı bıraktım dudaklarının arasına.

Bedenimdeki açlığın onun tarafından da hissedildiğini öyle iyi anlıyordum ki elleri göğüslerimi serbest bıraktı ve göbeğimi okşayan sıcak eller aşağıya doğru sert bir rota oluşturdu.

Kasıklarımın üzerinde dolanan parmakları içimdeki kelebekleri uçuştururken beklentiyle bastırdım kendimi yatağa. Parmakları eşofmanın içine doğru kayarken refleksle uzanıp bileğini tuttum. "Pars."

İniltiyle titreyen sesim dikkatini yüzüme çevirmesine neden olduğunda eşofmanımın içine giren birkaç parmakla durdu ve sorgular bir ifade ile süzdü beni. "Güzelim." dedi sesi şehvetli bir karanlıkla çıkarken. Onu neden durdurduğumu merak ediyor gibiydi.

"Fazlasını istiyorum." dedim merakını gidermek istercesine. "Artık daha fazlasını istiyorum." Elim usulca aşağıya doğru kaydığında eşofmanının üzerinden belirgin bir sertliğe ulaşan erkekliğini kavradım.

"Siktir!" Gözlerini sıkıca yumduğunda ağırca yutkunuşunu görüyordum.

"Seni istiyorum, her şeyinle birlikte." Sesimdeki açlıkla ne büyük bir beklenti içinde olduğumu anlamaması artık imkânsızdı.

Parmaklarım eşofmanının içine daldığında bokserını hızlıca aşıp parmaklarımı irileşen erkekliğine sardım. Boğuk iniltiyle yeniden yüzüme doğru açtı gözlerini. "Seni istiyorum." Dedim. Bu kez sesim ürkek bir kız gibi çıkmıyordu.

"Seni uzun zamandır istiyorum." Parmaklarım, avuçlarımda hareketlenen erkekliğin etrafında usulca kayarken suratının ansızın kasıldığını görebiliyordum. Bu sabah dudaklarımın arasındayken de aynı ifadeyle inliyordu.

Toplantı günü, tüm ciddiyetiyle sunum yaparken onun o yakışıklı suratı sevişirken nasıl olur diye düşündüğümü anımsadım, tanrım güzelliğinden hiç bir şey kaybetmiyormuş.

"Canını yakmak istemiyorum." dedi fakat titrek iniltilerinin sebebi avucumun içine sığmakta zorlanan erkekliğinin bedeninde yarattığı muhtaçlıktı. Durmadım. Sistematik hareketlerle okşadığım alet giderek ısınıyor ve avuçlarımın arasında daha da devleşiyordu.

"Siktir!" Hızla dudaklarıma yapıştığında bunu öyle plansız yapmıştı ki... Anlıyordum o an, kadınlığımda dolanan parmakları bana ne hissettiriyorsa aletine sıkıca tutunan parmaklarımda ona aynı çaresizliği hissettiriyordu.

Hayvansı öpüşlerine rağmen kendini avuçlarımın arasında ileri geri kaydırmaya başladığında yüzümde sinsi bir sırıtış yayıldı. Onun beni öperken göremediği fakat benim yüzümde küstahça yayılan bir sırıtıştı bu.

Avuçlarımın arasında kendini kaybetmişti, bu kadar kolaydı. Onu yönlendirebilmem bu kadar kolaydı, onunda hassas noktası buraydı. Bir kadın olarak bunu keşfetmek hoşuma giderken dudakları çeneme doğru kaydı. Parmaklarımın arasında sıkıca kavradığım alet, istekle kıpırdanırken dişleri sertçe çeneme geçti ve hayvansı bir hırıltıyla tısladı. "Bana bunu yapma yavrum. Kontrolümü kaybediyorum, yapma." Tekrara düşen kelimeleri kulaklarıma doğru yükselirken çenemdeki dişlerin acısıyla inledim. "Ah!"

Yakarışı andıran iniltimle, çenemi sarmalayan dişler usulca geri çekildi. Sıcak öpüşleri tenimde onarıcı boşlukları doldururken avuçlarımın arasındaki erkekliği sertçe sıktım. "Sshh!"

Geri çekildi ve alnını alnıma bastırdı. Gözleri gözlerimde durduğunda biraz tehditkâr çokça şehvet dolu fısıltısı yüzümde yayıldı. "Avuçlarının arasındaki o şey, oyuncak değil yavrum. Öyle sert davranırsan acısını çıkarır." Gözleri dudaklarıma kayarken devam etti tüm üstünlüğüyle. "Güzel bedenin için zararlı olacak hamleler yapıyorsun, bil diye söylüyorum."

Dudaklarımın üzerine varla yok arası bir öpücük kondurduğunda sinsice kıkırdadım. "Yaramazlık yaparsam cezamı da alırım yani." dedim.

"Hem de tahmin edemeyeceğin bir şekilde. O yüzden uslu kız ol ve ona iyi davran." Dudakları karanlık bir gülümseme ile kıvrıldığında bir kez daha sıktım aletini avuçlarımda. Bu kez tırnaklarımın etine girdiğini hissedebiliyordum.

"Siktir!" Acıyla inlediğinde hızla elimi eşofmanının içinden çekip çıkardı. Sıkıca tuttuğu bileğimi başımın üzerinden yatağa bastırdığında boştaki el tişörtümü hızla yukarı sıyırıyordu.

"Hahaha, ne yapıyorsun?" Kıkırtım odada yayıldığında ben daha ne olduğunu anlayamadan göğüslerim sert emişlerine teslim oluyordu. Dişleri tenimi sıyırıp geçerken ıslak dil peşinden acıyı süpürüp alıyor ve geride tatlı bir sızı kalıyordu.

"Aaah!" İniltim odanın içini bu kez daha gür doldururken bileğimdeki eli aşağıya indi ve göğüslerimi saran dudaklara eşlik etmeye başladı. Parmakları vücut kıvrımlarımda ezici okşamalar bırakırken tenimi nasıl hoyratça ezdiğini tüm benliğimle hissediyordum. Fakat hoşuma gittiğini anlamam çokta geç olmadı. Bana dokunuşu o kadar gerçekti ki varlığımın kanıtını bu yatakta iliklerime kadar hissettiriyordu.

Sert parmakları eşofmanıma doğru kaydığında hiç oyalanmadan aşağıya çektiği fazlalıktan kurtardı beni. "Pars."

Külotumun iplerine asıldığında etimi sızlatma pahasına parçaladığını duyuyordum. Saniyeler arasında altında çırılçıplak kaldığımda göğüslerimdeki öpüşler göbeğime doğru ilerledi ve hiç vakit kaybetmeden sırılsıklam olan kadınlığıma doğru kaydı.

Bedenim beklentiyle kasılırken kendimi yatağa doğru bastırıyordum. Elleri iç bacaklarımı sardığında bedenini yavaşça yatakta aşağıya çekti. Aralanan kadınlığıma günlerce aç kalan bir adam gibi saldırdığında ıstırap dolu bir inilti bıraktım odaya. "Ah, siktir!"

Ama beni duymuyordu. Kirli sakalları kadınlığıma bir kaç kılıç darbesi gibi batarken dişleri de dudaklarını ısırıp sertçe kendine çekiyordu. Dili yeniden sebep olduğu acılı dindirmek için onarıcı darbelerle boşluğu dolduruyordu. Tahrip ediliyor ve yeniden onarılıyordu.

Her seferinde bedenime yayılan muhtaçlık artıyordu. Sivri dili belirlediği bir rotada aşağı ve yukarı kayıp duruyordu.

Titriyorum. Üzerinde uzandığım yatakta kadınlığımın üzerinde dolanan istekli emişler ve öpüşlerle birlikte titriyorum. Nefesim boğukça boğazımı zorlarken ben sırılsıklam oluyorum. Onun dilinin ıslaklığı kadınlığımın üzerine yayıldıkça üşüyorum ve kasılıyorum, büyük bir istekle. Daha fazlasını istiyorum, korkuyorum ama istiyorum.

"Buna hiç doymayacağım." Emişlerinin arasında bıraktığı itirafla utançla kızarıyorum ve hissettiğim yoğun arzu bu utancı silip atıyor. Kalçalarımdan aldığım destekle kendimi daha fazla bastırıyorum güzel dudaklarına. Onların böyle bir işe yarayacağını kim düşünürdü?

"Ah!" İniltim odayı doldururken içim hararetle kaynamaya başlıyor. Karın boşluğumda dolanan sancı iç duvarlarımı zevkle doldurduğunda büyük bir arzuyla ve istekle titremeye başlıyorum. Ama Pars hiç durmuyor, dili kadınlığıma üst üste darbeler vururken ben kayan gözlerim ve avuçlarımın altındaki çarşafa geçen tırnaklarımla kendimi sıkıyorum ama o indirdiği darbelere ara vermiyor.

Göğüs uçlarımın beklentiyle gerildiğini ve kadınlığımın acıyla sızladığını hissettiğim saniyelerde bir şey daha hissediyorum. Kadınlığımın girişinden içeriye sızan ve zaten kaybetmek üzere olduğum kontrolü eline alan sıcak dil, sıvıştığı boşluktan içime sokulurken darbelerini yeniden başlatıyor ve o an.

Açılıyor önümde başka dünyanın kapıları, onun baskınlığıyla ve benim muhtaçlığımla güzelleşiyor dünya, gözlerim aldığım zevkle buğulanırken boğazımı yakan iniltiler tüm eve yayılıyor.

Bir sıtmanın etkisi gibi titreyen bedenim nihayet tüm zevk sularımı kadınlığımın kapılarına dayanan dudaklara devrederken titremem de son buluyor. Şimdi yalnızca içimin çekilmesi ve yaşadığım mutluluk hissinin vücuduma bıraktığı tatlı bir halsizlik kalıyor geride.

Pars'ın dudakları kadınlığımdan geri çekilirken yataktan aldığı destekle yukarıya doğru tırmanıyor ve ıslak yüzü benim yüzümün önünde duruyor.

Gözlerim dudaklarına kaydığında kapalı tuttuğu ağzından bir damla düşüyor dudaklarımın üzerine. Ardından anlıyorum orada neyi sakladığını ve yavaşça aralıyorum dudaklarımı.
Gözlerinde sinsi bir gülüş oluşurken dudaklarının usulca açılışını görüyorum. Sonra, yanaklarıma sıçrayıp ağzıma dolan sıvıyla kendi tadımı alıyorum.

Daha yutkunamadan yapışıyor dudaklarıma ve hangimizin daha çok yuttuğunu kestiremeden iştahlı bir öpüşle bastırıyor beni yatağa. Dilinin damağımda yaydığı sıcaklık ve kendi suyumun o hoş tadı tüm boğazıma yayılıyor.

 

 

 

♟♟♟

 

PARS

Banyodan gelen su sesi ile toparlandığım yataktan üzerime çekidüzen vererek kalktım.
Adımlarım yatak odasının kapısına döndü. Nasya banyoda oyalanırken Melih'le kısa bir hasbihal yapacak kadar iyi hissediyordum kendimi.

Adımlarım ana kapıya döndüğünde oyalanmadan çıktım evden. Bahçedeki korumalar benimle birlikte yönlerini arka bahçeye çevirdiğinde Davut'un sesi bir adım gerimde duyuldu. "Efendim ana evdeki kişisel eşyalarınız getirildi, siz yemek yerken odanıza bıraktı çocuklar."

Verdiği bilgilendirme ile başımı usulca salladım. Nihayet karanlık patikadan çıkıp Melih'in tutulduğu barakaya doğru ilerledim. Kapıdaki korumalardan biri kapıyı açıp geri çekildiğinde aceleci adımlarla ilerledim kulübenin içine.

Melih tavandaki kütüğe ellerinden zincirlenmiş bir şekilde sallanırken gözlerim üzerinde dolandı. Alaylı ifadesi ve sağlam yüzüyle öylece duruyordu karşımda. "Melih." Adımlarım o tarafa doğru ilerlerken dudaklarında sakin bir gülüş oluştu. "Nihayet karşılaştık Pars."

Alaylı sesiyle başımı usulca salladım. "Nihayet." Mırıltılı sesimle solumda kalan masaya doğru yürüdüm. "Nihayet Melih, öyle çok bekledim ki bu anı..." Masanın üzerinde duran neşteri çekip aldım ellerime.

"Kabul et iyi saklandım senden." Alaylı kahkahasıyla başımı bir kez daha salladım.

"Şanslıydın, kafam öyle dağınıktı ki seninle ilgilenemedim," Avuçlarımın arasında sıkıca kavradığım neşterle yönümü ona döndüm. "Kusuruma bakmayacaksın artık. Hem ne demişler?" Adımlarım tavandan sarkan bedenine dönerken devam ettim "Geç olsun, güç olmasın."

Dibinde durduğumda bakışları elimdeki keskin alete döndü. "Sakal tıraşım gelmişti zaten." Yeniden alayla sırıtırken benden hiç korkmadığını görüyordum. Garip bir şekilde hoşuma gidiyordu bu iplemez halleri.

"Hadi sana bir itirafta bulunayım," dedi gözlerini gözlerimde sabitlerken. Kaşlarım havalandığında merakla bekledim. "Senin tarafında işkenceye uğrayacak olmak içimi gıdıklıyor. Yani herkesin bir kariyer planlaması vardır ya Pars, benimkinde senin ellerinde acıyla kıvranmak vardı." Dudakları yeniden kıvrıldığında kesikçe kahkaha atmaya başladı. Şimdi benimde dudaklarım yavaşça kıvrılırken istemsizce sırıtırken buldum kendimi. "Çok garip. Senin adamlarımın arasında olmanı istediğimi fark ettim. Şu an burada, bu farkındalığa vardım."

Sözlerimi dikkatle dinlerken elimdeki usturayı sertçe indirdim yanağına. Öyle ani olmuştu ki konuşmamın devamını beklerken yanağında derin bir yarık açılıyordu. "Ah!" Acıyla yakarırken yanağının etinin ikiye ayrıldığını ve beton zemine yoğun bir şekilde boşaldığını görüyordum.

"Ama gel gör ki böyle bir şey imkânsız, ne üzücü değil mi?" Artık gülen yalnızca bendim, elimdeki neşteri karın boşluğuna sertçe bastırdım ve gözlerimi yüzüne çevirdim. "Oysa bu şeytan tüyüyle ekibimde olsaydın, işime çok yarardın." Yavaşça etine geçirdiğim usturayı yukarıya doğru çekerken derisinin nasıl da zar zor kesildiğini hissediyordum.

Kanı üzerimde pijamaya sıçrarken sıktığı çenesiyle boğukça inledi. "Sadist şerefsiz!" Öfkeyle hırlarken suratını kaplayan kan türkülerine karışıyor ve etrafa sıçrıyordu.

"Sadist mi?" dedim alayla sırıtarak. Neşteri iyice içeri ittirdiğimde bir yakarış daha bıraktı evin içine. "Öldürsene lan işte! Öldür!"

Neşterin sivri ucunu bedeninden geri çektiğimde üzerindeki birkaç et parçasıyla birlikte çıktı içinden. "Emri vakilerden hiç hoşlanmam Melih!"

Usturayı arkaya doğru uzattığımda Davut hızla yanıma gelip elimden aldı. Boşa düşen ellerimle Melih'in saçlarını sıkıca kavradım ve boynunu geriye doğru büktüm. "Seni öldürmek istemiyorum Melih, en azından şimdilik." Hırıltılarla inlerken genzime dolan kan kokusuyla sert bir nefes çektim içime. "İstediğim cesedini izlemek değil, sen bana Melikşah'ı getireceksin! Onu istiyorum! Yalnızca onu! "

Başını geriye doğru savurduğumda bağlı olduğu demirle birlikte geriye doğru sallanmaya başladı. "İşte o zaman sözüm olsun, kariyer planlamandaki her bir ayrıntıyla özel olarak ilgileneceğim." Kollarımı yavaşça geri sıyırırken acısına rağmen bıraktığı kıkırtı ile dikkatimi üzerine çekmeyi başarıyordu.

"Hahaha, asla gelmez. Kendini benim için riske atmayacak kadar akıllı bir adam Melikşah. Ama sana gelince, bir kadın için her şeyi silecek kadar aptal bir herifmişsin." Yeniden gülmeye başladığında dikkatle izledim kanlı yüzünü. Ellerim diğer kolumu da katlarken devam etti. "O kadının sana ihanet ettiğini bile bile yanında tuttun. Gerçekten seks senin için bu kadar önemli mi? Yani senin gibi bir deha, sikinin çizdiği haritayla mı ilerliyor? Hahaha!" Her gülüşü karın boşluğundaki kanamayı hızlandırıyor ve yanağındaki yarığı büyütüyordu.

Dudaklarım sinsice kıvrıldı. "O kadın bana ihanet etmedi, öyle olması için her şeyi yaptınız ama etmedi." Adımlarım yavaşça bedenine doğru ilerlerken gözleri sahte bir şaşkınlıkla parladı. "Öyle mi? Bilgisayarına sızdığımız halde mi bunu savunuyorsun?"

"Bunlar eski haberler Melih, şimdi dayandığın bu sorunlar çok uzun zaman önce çözüme ulaştı." Uzanıp boğazını sıkıca kavradım ve alnını sertçe kendiminkine geçirdim. "Melikşah nerede, sen oradan başla." Sıktığım dişlerimin arasından tıslarken yeniden acılı bir kahkaha attı.

"Onu asla satmayacağım, bunu çok iy-" Sözleri yarıda kalırken boştaki elimi karnındaki kesiğe doğru bastırdım. Parmaklarım sıcakkanın içine batarken etini avuçlarımın arasında buruşturdum.

"Aaaaaağğğ!" Boğazını yırtan bir yakarışı suratıma bırakırken çektiği acı yüzümde tatmin olmuş bir gülüş yaydı. "Melikşah nerede?" dedim yeniden.

"S-seni öl-öldüreceğim!" Öfkeyle sayıklarken parmaklarımı sıkılaştırdım ve canının acısını hızlandırdım. "Sikeyim! Şerefsiz!" Boğazı bağırışının zorlamasıyla öksürmeye iterken alnımı alnından geri çektim ve elimi karın boşluğundaki yarıktan çekip çıkardım.

Parmaklarım ve avuç içim tamamıyla canlı bir kırmızıyla kaplanırken asılı olduğu demirlerin ucunda titremeye başlıyordu. Acısı bedenini dayanılmaz bir şoka iterken sıktığı dişleriyle gözleri yavaşça kaymaya başladı.

Kulübenin kapısı korumalardan biri tarafından açıldığında içeriye giren telaşlı adam Davut'a doğru ilerledi tedirgince bir şeyler fısıldadı.

"Ne oluyor?" bakışlarım Davut'a döndüğünde onun gergince bana gelişini izledim. Adımları yanımda durdu ve ikimizin duyabileceği bir sesle konuştu. "Adil bey, size ulaşamayınca güvenlik hattını aramış, buraya geliyor efendim." Gerginliğinin sebebini az çok anlıyordum. Gelişi hayra değildi, zaten Adil'in içinde olduğu hangi iş hayra olur ki?

"Beni öyle zorluyor ki sonunda birimizden biri bir diğerine zarar vermek zorunda kalacak!" Sıktığım dişlerimin arasından öfkeyle tıslarken gözlerim açık olan ana kapıya döndü. "Kapat!" Korumaya verdiğim bağırtılı komutla kapıyı hızla kapattılar.

Gözlerim masanın üzerine dönerken, uzanıp öylece duran beze elimdeki kanı kuruladım. Bakışlarım Melih'in titreyen bedenine dönerken dizlerinin kırıldığını ve yere çökmek üzere olduğunu görüyordum.

"Kaldırın!" Bağırışımla korumalar onu iki kolundan tutup ayağa kaldırdı.

 

 

 

♟♟♟

 

NASYA

Kapattığım suyla birlikte saçlarımdan süzülen suları parmaklarımın arasında bükerek sıktım. Islak adımlarım dikkatle banyonun içine atılırken odanın içinin ne kadar sessiz olduğunu fark ediyordum. Pars çoktan uyumuş olmalı, aksi halde en azından birkaç tıkırtı duyardım.

Askıdaki bornozu üzerime geçirdim ve iplerini sıkıca bağlayarak yatak odasına doğru ilerledim. Gözlerim boş odada dolandığında alnım kırışıyordu.

"Hayatım?" Seslenişim cevapsız kalırken neden yatakta olmadığını düşünmeden edemiyordum. Yönümü odanın çıkışına çevirdiğimde salona doğru ilerledim. "Sevgilim neredesin?" Başımı kapıdan dışarıya çevirdiğimde evin de bomboş olduğunu görüyordum.

"Ne oluyor be?" Hızla arkamı dönüp yatak odasına girdim. Adımlarım yerde açık bir şekilde duran bavula döndüğünde aceleyle içinden bir gecelik bir de külot çekip aldım.

Bornozdan hafif bir kurulama sonrası kurtulup geceliği ve külotu üzerime geçirdiğimde ıslak saçlarımı omuzumdan geriye verdim ve aceleyle çıktım yatak odasından.

"Pars." Adımlarım mutfağa doğru döndüğünde kapıdan içeriye çevirdiğim kısa bir bakışla orada olmadığını görüyordum.

"Nerede bu adam?" Giderek gerilirken adımlarım ana kapıya döndü. Açtığım kapıyla birlikle loş bahçeye doğru birkaç adım attım. Ayaklarımın altındaki çimler çıplak tenimi rahatsız etse de durmadım.

Ateş çukuru çoktan sönmüş, sofra kalıntıları öylece masanın üzerinde duruyordu. Pars'ı hiç bir yerde göremiyordum. Bahçenin içi bomboştu, korumalar bile yoktu etrafta.

Korku içimi nedensizce sardığında evin arkasına doğru adımladım. "Pars!" Sesim titrerken yeniden mi gitti diye düşünmeye başlıyordum. Ama neden gitsin ki? Her şey çok güzel giderken neden bıraksın?

Onu kaybetme korkumun böyle bir anda çocukça meydana çıkması sinirimi bozarken gözlerim evin arkasında uzanan patikaya takıldı. Küçük bahçe ışıkları ile aydınlatılmış karanlık bir yol, bir korku filminin giriş sahnesini andıran türden.

Adımlarım o tarafa ilerlerken ayaklarım çimlerden sivri çakıllara geçiş yapıyordu. "Ahh! Acıdı." Tabanlarımın sızısıyla acı bir inilti bıraktım.

"Kapat!" dedi tok bir ses. Bağırış cılızca kulaklarıma çarparken acımı unutuyordum.

Ardından bir kapı kapanma sesi duydum. Sertçe üzerine örtülmüş gibiydi fakat etrafta ne bir ev ne de kapı vardı. Şaşkınlıkla sesin geldiği yöne doğru ilerlerken Pars'ın boğuk hırıltısını duydum. "Kaldırın!" Ağırca yutkundum ve adımlarım karanlık yola doğru döndü. Taşlara aldırış etmeden sessizce ilerledim.

Rüzgâr ıslak saçlarımı çekiştiriyor, ince geceliği delerek tenimi ürpertiyordu.

Nihayet cılız ışıklı yol büyük bir açık alana çıktığında karşımda tek katlı büyük bir kulübe gördüm. Duvarları oldukça sağlam görünse de bir kulübeydi işte, kapısında bir sürü adamın beklediğini gördüğümde sessizce bulduğum ilk çalılığın arkasına yanaştım. İçeriden gelen inleme sesleri ve öfkeli hırıltıları görebilmem mümkün değildi ama duyuyordum.

Çalıların arasında yavaşça ilerlerken ayağım bir kıymığa battığında ansızın yakardım. "Aaah!" Bağırtımla birlikte kendimi yere attığımda karanlığın içinde acıyla kıvranmaya başladım.

"Kim var orada?" Korumaların seslenişiyle korkuyla bağırdım. "Benim, Nasya." Acıyla ayağımı kucağıma doğru çektiğimde ellerinde silahlarla çalılıkları yararak yanımda durdular.

"Efendim, iyi misiniz?" dedi içlerinden biri silahı beline sıkıştırırken uzanıp ellerimi tutup beni kaldırdı düştüğüm yerden. "Değilim, hem de hiç."

Sızıyla söylenirken kulübenin önündeki adamlardan biri ana kapıyı açıp içeri girdi. O küçük boşluktan içeriyi görebildiğimde Pars'ı kolları geri sıyrılmış ve öfkeyle içeri giren adama bakarken buldum.

"Ne var lan!" Bağırtısı açık kapıdan bana ulaştığında korumadan aldığım destekle kendimi topladım ve çalılıkların arasından çıkmak için bir adım attım.

"Ah!" Acıyla devrilecekken koruma refleksle kolunu belime doladı ve bakışlarını ayağıma çevirdi. "Ayağınız kanıyor." dedi gergince.

Gözlerim aşağıya döndüğünde kıymık sandığım şeyin aslında bir cam kesiği olduğunu görüyordum. "Hay ben böyle işin ya!"

"Gelin efendim." Kolunu dikkatle bacaklarımın altından geçirdi ve beni kucağına aldı. Yukarı sıyrılan geceliğimi aşağıya doğru çekiştirsem de mümkün görünmüyordu.

Beni kulübeye doğru ilerletirken gözüm yeniden açık kapıya döndü. Pars'ın kapıdan hızla çıkışını gördüğümde gözlerim şimdi daha net seçebildiğim kulübenin içine kayıyordu.

İçeride tavana asılı bir şekilde duran adamı gördüğümde bunun Melih denen adam olduğunu anlayarak kısa bir şaşkınlık geçirdim. Her yeri kan içindeydi ve zar zor ayakta duruyor gibiydi.

"Yavrum." Pars'ın gergin sesiyle yanımda durması bedenimi sertçe saran ellerine dönüştü. Beni korumanın kollarından öyle sert ve aceleyle çekmişti ki kucağına, kendimi havada savrulurken buluyordum. "Ay, yavaş." dedim refleksle.

"Ne oluyor lan!" Korumaya doğru büyük bir adım attığında adam geriye doğru bir adım kaçtı. "Yürüyemiyordu efendim, ben de düşmesin di-"

"Kucağına alabileceğini mi düşündün? Öylece! Kucağına alabileceğine karar verdin yani!" Öfkeden titrerken gözlerim suratındaki korkunç ifadede takılı kaldı. "Aşkım, yardım etmeye çalıştı." dedim fısıltıyla.

"Ne işin var senin gecenin bir vakti bahçede!" Bağırtısı üzerime döndüğünde küskünce sustum. Alt dudağım bükülürken gözlerimi yüzünden kaçırdım. "Bağırma bana."

Sıkkın bir nefesle sesinin tonunu ayarlamadığını o an fark etti. Başımı göğsüne doğru yatırdığında kollarıyla bacaklarımı perdeledi. Dudakları alnıma küçük bir fısıltı bıraktı. "Özür dilerim güzelim..."

Geri çekildiğinde bakışları yeniden korumaya döndü. "Benimle gel!" Yönünü eve doğru döndüğünde bakışlarım arkamızdan gelen korumaya döndü. Neden onu da çağırmıştı ki? Zavallı adamın yüzünün nasıl beyaza döndüğünü gördüğümde haline acıyordum ama tek kelime daha edip azar yemek istemiyorum.

"Hasta olacaksın, böyle çıkılır mı dışarıya?" Azarlayıcı sesiyle sessizliğimi korudum ve kollarında tıpkı bir çocuk gibi ayaklarım sallana sallana eve kadar taşındım.

Ana kapıdan geçip yatak odasına doğru ilerlediğinde korumanın eve girmediğini görüyordum. Bedenim sıkıca kavradığı kollarında yatağa taşınırken beni yavaşça uzattı.

Yatağa yasladığı diziyle bacağımı tutup ayağımı yavaşça dizinin üzerine bıraktı. Eğdiği başıyla kısılan gözleri kanayan ayağımda dikkatle gezindi. "Hareket etme." dedi fısıltıyla.

Nedenini anlayamadığımda sızımın üzerinde hafif bir esinti hissettim. Zihnimde ansızın beliren anılarla onu gördüğüm ilk geceye dönüyordum. Ellerim küçük kesikler içindeyken sıcak nefesinin yaramı sardığını ardından mendilinin avuçlarıma bırakıldığını bir kez daha anımsadığımda dudaklarımda anlamlı bir gülümseme yer etti.

Nefesi ayağımdaki kesikte dolanırken hızlı bir hareketle ete tutunan camı dikkatle çıkardı."Ahh!" Bağırışımla uzanıp bileğini tuttum. "Acıttın!" Azarlayıcı sesimle sıkın bir nefes verdi ve elindeki küçük cam parçasını başucumdaki komodine doğru fırlattı.

"Bekle burada." Uzanıp saçlarıma hızlı bir öpücük bıraktı ve çıktı odadan. Cılızca kanayan ayağımı yavaşça çektim kendime doğru. Kesik küçüktü fakat sızısı can yakıcıydı.

Komodinin üzerindeki kanlı parçaya baktım. Bütün halinde öylece çıkmıştı, içerde hala bir şeyler kalıp kalmadığını merak ederek iyice inceledim ayağımı ama sadece küçük bir yarık ve bordo bir kan vardı.

"Ayakkabısız nasıl çıkarsın bahçeye?" Yatak odasına girdiğinde elindeki küçük bir çantayla birlikte yaklaştı yanıma. Yatağa çöktüğünde dizinin üzerine bıraktığı ayağımı. Çantadan çıkardığı dezenfektanla temizlemeye başladı.

Acıyla geri kaçırdığım ayağı sıkıca bileğinden kavradı. "Sık dişini biraz." Yüzündeki ciddiyetle uzanıp sildiği yarayı üflemeye devam etti. Elindeki kanlı bezden kurtulup çantadan çıkardığı bantla birlikle paketini çekip açtı.

"Neredesin diye bakmaya çıkmıştım." dedim acıyla kıpırdanırken.

Üflediği dudaklarıyla birlikte bakışları elindeki banttan bana döndü. Uyarıcı bakışları memnuniyetsizce üzerimde dolandığında üflemeyi bıraktı ve bandı dikkatle yapıştırdı.

Elleriyle sıkılaştırırken mırıldandı. "Üzerinde böyle küçük bir gecelik varken etrafta dolanman hoşuma gitmez." Gözleri yeniden bana döndüğünde bantlama işi bitmişti ama avuçlarının arasındaki küçük ayağımı baskın bir uslulukla okşamaya başladı. "Gecenin bir vakti, sadece kalçalarını örten bir bez parçası ile onca adamın içine dalmamanı yeğlerim." Yine aynı uyarıcı ses. Sanki normaldeki yumuşak tını uçup gitmiş de içindeki hayvansı yön sakin kalmaya çalışıyor gibi.

"Ne bileyim, gittin sandım. Düşünemedim onu. Hem sen ne yapıyordun orada, Melihle birlikte?" Gözlerim kısıldığında sıkkın bir nefes çekti içine, burun kanatları havalandı. "Çalışma." dedi kestirip atarken.

"Çalışma? Birini tavandan aşağıya sarkıttığın ne tür bir çalışma bu?" Gözlerim üzerindeki kan lekelerine döndü. "Epey kirlenmişsin de üstelik." Alayla gülümsedim.

"Bilmene gerek yok sevgilim, görmen de gerekmezdi fakat kafana eseni yapan bir kadın olduğunu unutuyorum çoğu zaman."

"O ne demek şimdi?" Ayağımı okşadığı ellerinden geri çektim ve küskünce dudak büktüm.

"Daha önce bir kadına evden çıkma dememe gerek kalmazdı çünkü onlar zaten ne yapacaklarını bilirdi ama sen? Sana özel bir kurallar kitapçığı yazmam gerekecek." Sinsice sırıttığında öfkeyle uzanıp aldığım yastığı kafasına fırlattım.

"Ben senin kölen değilim, kurallar kitapçığını yediririm sana Pars!" Uzanıp kaçırdığım yaralı ayağımı aldı ve kendine doğru çekti, dudakları yara bandının üzerinden yaramı sardığında utanarak geri çekmek istedim ama bileğim öyle sıkı tutuluyordu ki yapamadım.

"Ya yapma." Kıkırtımla birlikte dudakları ayak bileğime doğru yükseldi. Yumuşak öpüşleri bacaklarımdan yukarı devam ederken vücudumda, ona ve öpüşlerine karşı garip bir istek peyda oldu.

"Pars." İniltimle birlikte yatakta geri kaçtım fakat ben kaçtıkça o üzerime doğru tırmandı. Bedeninin gölgesi üzerimde yükselirken dudakları kısa geceliğin üzerinden baskın öpüşlerle göğüslerime kadar yükseldi.

Neşeyle kıkırdarken ayağımın acısını unutuyordum. Gerdanıma yükselen öpüşleriyle kulak meme kadar sürükledi kendini.

Sert öpüşler sivri dişleriyle birleşti ve ısırdığı kulağıma dişlerinin arasında ezerken hayvansı bir hırıltı bıraktı. "Seninle ilgili öyle bir kural kitapçığı yazacağım ki her satırında bu küçük bedenine yapacağım manyaklıklardan bahsedilecek. Benimle böyle arsızca konuştuğun için seni nasıl cezalandıracağıma dair bir dolu ayrıntı." Bıraktığı hırıltıyla sessizce irkildim.

Zihnim beklentiyle dolup taşarken henüz banyodan çıkmama rağmen kadınlığımın nasıl kasıldığını hissediyordum. Kulağımı serbest bıraktığında dudaklarıma sıcak bir öpücük bıraktı ve yavaşça dikeldi üzerimden. Yatağın üzerindeki çantayı aldı ve geri çekildi.

"Şimdi yatakta kal ve ben kısa bir duş alana kadar uslu bir kız ol." Hafifçe göz kırptığında adımları odadaki banyo yerine salona döndü. "Banyo bu tarafta." dedim kıkırdarken.

"Kısa bir işim var, pikeyi üzerine çek." Verdiği geçiştirici cevapla uzanıp pikeyi dizlerime çektim ve bıkkınlıkla yatakta yerleştim.

 

♟♟♟

 

PARS

Avuçlarımın arasında sıktığım çantayla birlikte adımlarım açık olan ana kapıya döndü. Eşiğin birkaç adım önünde bekleyen koruma, bakışlarını yerde sabitlemiş öylece duruyordu.

Elimdeki çantayı ilerideki koltuğun üzerine doğru fırlattığımda kulaklarımda Nasya'nın mırıltısı dolandı. "Gelirken su getirebilir misin sevgilim?" Uykulu sesiyle yeniden sessizleşti. "Birazdan yanındayım güzelim."

Kapıdan geçip dışarıya doğru bir adım attım ve ardımdaki kapıyı yavaşça kapattım. Davut bahçenin girişinde gergince beklerken gözlerim karşımda korkuyla dikilen korumaya döndü.

"Adın ne senin?" Eş zamanlı olarak arka patikaya doğru ilerlediğimde onunda peşimden geldiğini duyuyordum. "Bülent efendim, adım Bülent." Davut'un silueti yanımda belirdi. "Bülent ekibe yeni katıldı Pars Bey, henüz sizi tanımıyor." Yaptığı açıklama memnuniyetsiz bir nefes vermeme sebep oldu.

"Ne büyük şanssızlık," diye mırıldandım ve gözlerim Davut'a döndüğünde devam ettim. "Ne büyük aptallık."

Nihayet adımlarım Melih'in tutulduğu kulübenin önünde durduğunda yönümü arkamdan gelen Bülent'e çevirdim. Olduğu yerde kaldı ve gergince bir bana birde Davut'a çevirdiği gözleriyle yutkundu.

"Buraya gel." Başımla önümdeki boşluğu gösterdiğimde istemeyerek de olsa dibime kadar geldi. "Efendim, ben sadece yardım etmek istedim. Canı yandığı için yardım etmek istedim."

Parmaklarım omuzunu sertçe kavradığında avuçlarımın arasında tüm gücümle ezdim. "Sshh." Acıyla buruşan yüzü bedenimin öfkeyle seğirmesine neden olurken elim boynundaki kravata doğru ilerledi.

Uzanıp sıkı düğüme doğru yönelttim dikkatimi ve usulca çözerek geri çekildim. Parmaklarımın arasındaki kravatı büyük bir dikkatle katlamaya başladığımda Davut yeniden konuştu. "Efendim Nasya Hanım'ı tanımıyordu, sizin vereceğiniz tepki-"

"Sus Davut, tek bir kelime daha edersen canını yakarım!" Avuçlarımın arasındaki kumaş birikintisini korumanın yüzüne doğru kaldırdım. "Ağzını aç."

Kendinden isteneni büyük bir korkuyla yapsa da gözlerinin tedirginlikle dolduğunu görüyordum. Davut'tan yardım ister gibi ona döndü, bense büktüğüm kravatı dişlerinin arasından içeriye sokuşturdum.

Tedirgince burnundan aldığı kesik nefeslerle bana bakarken uzanıp sol kolunu sertçe kavradım ve bir salise bile oyalanmadan terse büktüm.

Boğuk çığlığı bahçede sessizce yankılandığında diğer kolunu kavradım ve sırtına doğru çekerek terse çevirdim. Şimdi yakarışları yere düşmesine ve iniltiyle ağlamasına sebep olurken uzanıp ağzındaki kravatı çekip aldım ve acılı ağlayışının melodisini netleştirdim.

"Ekipte kalabilirsin. Sen bunu yalnızca bir uyarı say." Bakışlarım Davut'a döndüğünde Bülent'inde sızlanan yüzünü Davut'a çevirdim. "Davut sana anlatsın; nasıl bir adam olduğumu ve Nasya'nın kim olduğunu, her bir ayrıntısıyla. Böylece belki bir sonraki seferde kadınımı kucağına almak yerine başka bir yol bulursun!"

Avuçlarımın arasındaki kafayı yere doğru ittirdiğimde bahçeye kapaklandı. Dikkatimi yeniden Davut'a çevirdim ve suratımdaki seğirmeyle derin bir nefes çekerek öfkemi dindirmeye çalıştım. "Hastaneye götürsünler. Tedavisi bitene kadar maaşını düzenli yatır, sonra onu etrafımda olmaya uygun bir hale getir Davut. Çömezleri yakınıma sokarsan olacağı budur! İşini en başta düzgün yaparsan karşımda kimseyi savunmana gerek kalmayacaktır aksi halde kolunu kırmam gereken kişi sen olursun!"

"Haklısınız efendim, özür dilerim. Nasya Hanım için güvenliği kuvvetlendirmek istediğinizden tam bir eğitimden geçemeyen bazı adamlar var, en kısa zamanda her biriyle ilgileneceğim." Mahcup sesiyle başımı birkaç kez salladım.

"Melih'e gelince, bu gece Nasya'nın daha fazla gerilmesini istemiyorum, o yüzden onunla ilgilen ki ölmesin! Henüz bir sikime yaramadı!"

"Nasıl isterseniz Pars Bey."

"Pars!" Adil'in bağırtısı bahçede yankılanırken başım omuzumun üzerinden geriye döndüi İçime sabır dolu koca bir nefes çektim. Bedenim ağırca arkama dönerken adımları öfkeyle yanımda durdu. "Neden telefonuna ulaşamıyorum senin?"

Azarlayıcı sesiyle omuzlarımı gevşettim. "Bağırma. Gel benimle!" Adımlarım patika yola dalarken peşimden gelişini duyabiliyordum. Köseli ayakkabıları çakılları ezerken tokça bir ses yayıyor.

Bahçeye doğru ilerlediğimde akşamki keyifli sofranın kalıntılarına doğru ilerledim ve sandalyelerden birine bıraktım bedenimi. Adil karşımda durdu ve sabırsız bir sesle homurdandı. "Ne bu? Evcilik mi oynuyorsun!"

"Otur." Sakin tutmaya çalıştığım tınıma rağmen stresle sallanan bacağım masayı titretiyordu.

Adil Bey'in iğrenici bakışları masada dolandığında karşımdaki sandalyeye çöktü ve sabırsızca kollarını masaya dayayarak araladı bozuk ağzını.

"Ne sanıyorsun lan? Ne olacak sanıyorsun? Seni gerçekten sevecek mi? Yaşattığı ve söylediği onca şeyden sonra kendini böyle mi avutuyorsun!" Önündeki tabağı ileriye doğru savurdu.

"Dinle beni." Alt dudağımı öfkeyle dişledim ve Kuzgun'un bana söylediği tüm o şeyleri zihnime hatırlattım. Adil benim tetikleyicimdi ve onunla aram düzelirse her şey çözüme gider.

"Senin neyini dinleyeceğim lan! Nasıl bir hayal kırıklığı olduğuna bir bak. Paren'den daha aşağılık bir adama dönüştün. Seni sevmeyen ve istemeyen bir garson parçasını alıp nasıl bir statüye yükselttin. Şimdi de önüne bir kap yemek koyulan köpekler gibi kuyruk sallıyorsun! Hayatım boyunca oğlum olmandan hiç bu kadar utanmadım!"

Sarf ettiği ağır cümleler şakaklarımı geriyor ve çene kasım sıkılmaktan zonkluyordu.

Dirseklerimi masaya yasladım ve sinirli bir tebessümle başımı salladım. "Bir kez olsun dinle beni, sus ve seninle konuşurken siktiğimin çenesini kapalı tut lan!" Dişlerimin arasından öfkeyle hırladığımda afallamış bir ifade ile kaldı.

"Âşık oldum." dedim bir suçu itiraf eder gibi. Sanki 'Birini öldürdüm baba.' der gibiydim ama cinayet ikimizin arasında pek de mevzusu büyütülecek bir olay değildi. "Takıntı yaptın!" dedi elinde olsa suratıma bir tokat indirebilecek bir öfkeyle.

"Âşık oldum!" dedim sesim onunkinin birkaç desibel üzerinde çıktığında. "Takıntı değil, öyle olsa tıpkı senin yaptığını yapardım ama âşık oldum. Onu başka bir adama bırakacak kadar çok üstelik. Senin aksine ben âşık oldum. Takıntı olsaydı canını yakardım. Hapseder, ırzına geçer sonra da birkaç demet şakayıkla gönlünü almaya çalışırdım. Eğer bu takıntı olsaydı tüm öfkemi döve döve üzerinde dindirirdim. Senin gibi! Öyle değil mi?"

Sözlerim suratını beyaza buluyor ve burun kanatları öfkeyle kalkıp iniyordu. "Seni öldürürüm Pars! Benimle konuşurken haddini aşma, seni öldürürüm!" Masaya sertçe indirdiği yumrukları suratımda öfkeli bir sırıtışa döndü.

"Ben evleneceğim." dedim yavaşça geri yaslanırken. Ellerim sandalyenin kollarını sardı ve rahat bir ifade ile yineledim. "Onunla evleneceğim. Hem de en kısa zamanda."

Gözlerime sanki suratına bir silah doğrultmuşum gibi büyük bir öfkeyle bakarken devam ettim. "Ne zaman olur, bilmiyorum; evlilik hakkında ne düşünüyor, bilmiyorum. Onu bu konuda ürkütmek istemem fakat artık beraber yaşıyoruz ve bu resmi olmasa da bir evlilik. Hatta düşündüm de..."

Alaylı bir sırıtışla salladım başımı. "Bir magazin açıklaması yapmak çok daha iyi olur çünkü onu yanımda görecekler ve hakkında ileri geri konuşulmasını istemiyorum. Nasya'nın canını sıkacak hiçbir şey olmasını istemiyorum!" Son kelimeler uyarı niteliğindeydi, oldukça mimiksiz bir surat ve baskın tınımla çıkmıştı boğazımdan.

"Nasya'nın canını sıkmak istemiyorsun öyle mi? Sen o kızla evleneceksin, ben de buna müsaade edeceğim öyle mi? "

"Öyle, hatta bak ne diyeceğim," yeniden toparlandım oturduğum koltukta ve kollarımı masaya yasladım. "Nikâh şahidim olsana." Yeniden sırıttım. Onun o boktan suratındaki şaşkınlık ruhumu doyuruyordu.

"O kızı aileme almam! Siktiğim bir kadının kızını gelinim olarak almam! Oğluma köpek gibi davranıp herkese rezil eden o kız, benim soyadımı taşıyamaz!" Yavaşça kalktı oturduğu sandalyeden ve üzerime doğru eğildi. "Buna mani olmak için her şeyi yaparım! Seni kaybetme pahasına da olsa. Çünkü kadınlar yalnızca sömürürler. Ben seni böyle yetiştirmedim! Seni bir kadının kuklası olabilecek kadar zayıf eğitmedim! Her şeyi verdim sana nankör! Tüm hayatımı üzerine kurdum!"

"Siktir lan oradan." Öfkeyle hırladığımda uzanıp yakalarımı kavradı. "Seni sen yapan benim Pars! Benim oğlum karşıma geçip bir kadın yüzünden babasına kafa tutuyorsa eğer o kızı da beraberinde getirdiği her şeyi de söker alırım elinden!"

Bileğini sertçe kavradım ve hızla ayağa kalktım. Bedeni benim tarafımdan geri itilirken önümdeki masayı büyük bir öfkeyle ileriye doğru devirdim. "Dene beni! Ne kadar ileri gidebileceğimi görmek için dene! Sana ne kadar benzediğimi görebilmek istemiyor muydun? Dene beni baba."

Öfkeli bağırışı bahçede yankılanırken gözlerinde ansızın karanlık bir alev doğuyordu. "Beni tehdit mi ediyorsun? Gözümün içine baka baka beni tehdit mi ediyorsun Pars!" Üzerime doğru bir kaç adım attığında aynı öfkeyle ona doğru yürüdüm. "Alenen!"

Dişlerimin baskısı hırıltımı ıslıklı bir hale büründürürken evin ana kapısı Nasya tarafından açıldı. Babam ve ben dip dibe geldiğimizde aldığımız öfkeli soluklar birbirimize çarpıyor ve nefreti kuşanan harelerimiz iç içe geçiyordu.

"P-pars?"

Nasya'nın fısıltılı şaşkın sesi kulaklarımda dolanırken babam, sıkılan dişlerinin arasından fısıldadı. "Buna izin vermeyeceğim. Asla!"

Şakakları gerilirken sıktığım çenemin arasından bir fısıltı bıraktım ona. "Sana yemin ederim, o kadının saçına rüzgar değerse senin soluğunu keserim! Burnu kanarsa, bedenindeki kanı kuruturum! Bunu uyarı say, tehdit say, ne sayarsan say! Beni herkesten daha iyi tanıyorsun! O kadın senin yüzünden üzülürse tüm hayatını cehenneme çeviririm ve bunu öyle büyük bir zevkle yaparım ki yıkılışın muazzam olur. Çünkü beni bilirsin, ben bir şeyi yaparsam en kusursuz haliyle yaparım."

Söylediğim son sözler ağırca yutkunmasına sebep olduğunda bir adım geri atan o oluyordu. Saklamaya çalıştığı afallamasıyla arkasını döndü ve bir süre açık kapıda bekleyen Nasya'yı süzdü. "Vasatın altı!"

Suratına doğru savurduğu hakaretle bağırtım bahçeyi inletti. "Baba!"

Uyarıcı sesimle beklemeden uzaklaştı yanımızdan. Garaj yoluna doğru gözden kaybolurken içime sert bir nefes çektim.

Bakışlarım şaşkınlıkla bana bakan Nasya'ya döndüğünde olan bitene bir anlam veremediğini görebiliyordum. Hızla ona doğru ilerledim ve tek ayağının üzerinde duran küçük bedenini kucakladım. "Gel bakalım." Sıktığım çenemin sızısına rağmen tonlamamı yumuşak tutmaya çalışıyordum.

"Onun derdi ne?" Kucağımda salınırken gözleri yüzümde dolanıyordu. "Yani cidden ne, amacını çözemiyorum bir türlü." Söylenirken anlıyordum ki az önce duyduğu o hakaret sinirini bozmuştu. Adımlarım yatak odasına dönerken sıkkınca bir nefes çekti içine. "Aptal şey." Küskünce mırıldanırken yüzümde sakin bir gülümseme oluştu.

Onu ve yerli yersiz sızlanmalarını sevdiğimi fark ediyordum. Birini sevdiğini ya da sevmediğini saklama gereği bile duymuyordu. O içinden ne geliyorsa onu yapan bir kadındı. Onu tanıdığım ilk günden beri beni büyüleyen şeylerden biri de buydu.

Bu kadını seviyordum, sevilebilecek en yoğun şekilde. Âşıktım ve bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Kendimden vazgeçebileceğim anlar yaşadım ama ondan geçemedim fakat biliyorum ki Adil rahat durmayacak. Bu evlilik süresi uzadıkça, ilişimizi baltalamak için bir sürü şey yapacak ve herhangi bir girişimde Nasya'nın pes etmesinden korkuyorum.

Adil'le çatışmaya alışkınım, onunla nasıl baş edileceğini biliyorum ama o bilmiyor. Korkup vazgeçmesinden ya da yorulup pes etmesinden korkuyorum.

Nihayet yatak odasına girdiğimizde yatağın üzerine yavaşça uzattım bedenini. "Ayağa kalkmaman gerekiyordu." Başını yastıkta yerleştirip rahat bir pozisyon bulduğunda pikeyi üzerine doğru çektim. "En azından bu gecelik." diye ekledim.

"Bahçedeki bağırışlar ve kırılan tabak çanak seslerinden sonra merakım ve ben burada uzanmaya devam edemezdik." Alaylı sesine rağmen sesindeki kırgınlığı seziyordum.

"Küçük bir anlaşmazlık." Bakışlarım yüzünden kaçarken yavaşça kalktım yataktan uzanıp elimi tuttu ve beni durdurdu. "Beni istemiyor değil mi? " Üzgün mırıltısıyla yüzümde sakin bir gülümseme oluştu.

"Onun ne istediğinin bir önemi yok, kafanı böyle şeylere takma." Uzanıp parmaklarımı saran elini yavaşça öptüm. "Benim yüzümden tartışmanızı istemezdim, özür dilerim." Sesi titredi.

"Saçmalama." Yavaşça çöktüm yatağın yanına. Dizlerim yerle bütünleşirken elini avuçlarımın arasına aldım ve bir kez daha öptüm. "Biz babamla hiçbir zaman iyi anlaşan ikili değildik. Kişisel algılama o kendi isteğimle yaptığım her seçime karşı böyle bir tavır takınır."

"Yine de vasat olduğumu düşünüyor." Gözlerini kaçırdı ve ağırca yutkundu "Vasatın altında." diye düzeltti.

"Nasya," Ellerini serbest bıraktım ve yüzünü avuçlarımın arasına aldım. "Yavrum, huysuz bir ihtiyarın söylediği şeyler için böyle içerlemeyeceksin değil mi?" Bakışlarını yüzüme çevirdiğinde buruk bir gülümseme yayıldı dudaklarında. "O huysuz ihtiyar, senin baban."

"Sen bu zamana kadar gördüğüm en özel kadınsın. Vasat falan değilsin, alışılmadıksın. Diğerlerinin bunu anlamasını beklemenin bir anlamı yok. Her gözün göremeyeceği, görse de anlayamayacağı bir hazinesin; sevgilim." Yavaşça dudaklarına doğru eğildim ve sıcak bir öpücük bırakarak alınlarımızı birbirine bastırdım. "Ben şanslı bir adamım, hayatımda olduğun için şanslı bir adamım."

Yanaklarında içten bir gülümseme oluştuğunda kızarmaya başladığını görebiliyordum. Utancın bir kadına böyle yakışacağını kim bilebilirdi.

"Gidip banyo yap, çok kötü kokuyorsun." diye kıkırdadı. "A öyle mi?" Genişçe sırıtırken üzerimdeki kurumuş kanı geceliğine sürdüm. "Iy, ya Pars, öğ!" Aşırı tepkisiyle beni üzerinden itti ve kıkırdadı.

"Tamam tamam, gidip yıkanacağım ve sende yataktan çıkma. Bunu sana bugün ikinci deyişim." Gülerek yerden kalktığımda adımlarım banyoya döndü, yüzümdeki gülüş silinirken içimdeki kasvet yeniden belli etti kendini.

Adil ile ilk kez böyle açık açık dikleşmiştik birbirimize. Bundan sonrasında ne olacak bilmiyordum, babamın nasıl çirkinleşebileceğini kestiremiyorum ama Nasya'nın üzülmemesi için her şeyin hızlıca hallolması gerekiyor ve buna hazır mı değil mi bilmiyorum.

 

 

 

 

♟♟♟

 

 

 

NASYA

Banyodan gelen su sesi ile üzerimdeki pikeyi yavaşça geri sıyırdım ve usulca kalktım yataktan. Gözlerim dakikalar önce merak radarıma giren siyah kutuya kaydığında yatak odasının köşesine doğru ilerledim.

Üzerinde P&K harflerinin işlendiği kadife kutunun yanına yavaşça çöktüğümde kapağını açtım. Bakışlarım heyecanlı bir tedirginlikle omzumun üzerinden banyonun kapısına döndü.

Yakalanmaktan korkan bir çocuk gibi yüzümde sinsi bir gülümseme oluştu ve dikkatimi yeniden kutuya çevirdim. İçinde bir sürü ajanda vardı. Kimisinin derisi aşınmış kimisi oldukça yeniydi. Uzanıp eski olan ajandalardan birini aldım, üzerinde 2002 yazan bir ajandaydı.

Sayfalarını yavaşça araladığımda bunun bir günlük olduğunu görüyordum. Şaşkınlıkla aralana dudaklarımla bunların Pars'ın yıllar içinde tuttuğu günlükler olduğunu anlamam uzun sürmedi.

Orta sayfalardan birini açtığımda 28 Temmuz başlıklı sayfada gezindi gözlerim. Sayfanın köşesine küçük bir kap kek çizmiş ve üzerine bir mum eklemişti. Altında "İyi ki doğdum ben!" yazıyordu.

İçimi saran heyecan ve yüzümdeki sırıtış, doğum gününü öğrenmiş olmanın verdiği farkındalık sayesindeydi. Başladım okumaya.

 

 

 

-28 Temmuz-

 

 

 

Annemin ölüm yılı. Tam bir senedir onsuz yaşıyorum. Bazen sabahları odama gelip beni öperek uyandırmasını özlediğimi fark ediyorum ama şimdi sesini unutuyorum. Görüntüsü fotoğraflar ile bir şekilde canlı kalıyor ama mimiklerini unutuyorum. Kızgınken nasıl baktığını unutuyorum. Annemi unutuyorum. Hiçbir şeyi unutmak böyle acı olmamıştı ama onu unutuyorum. İdil çok farkında değil olanın bitenin, Paren ise pek konuşmuyor benimle bu konuyu ama ben onu hiç unutmamayı isterdim. Fakat şimdi hatıralarımda yalnızca bir ipin ucunda sallanışı tazece duruyor. Saçlarını çok severdim mesela, gülüşünü, yemeklerini severdim ama her birini unutuyorum. Bana nasıl sarılırdı unutuyorum. Kendimi suçluyorum, onu koruyamadığım için kendimi suçluyorum. Onu babamdan korumaya öyle odaklanmıştım ki kendinden korumayı unuttum. Bazen dalıp giderdi ve ben sadece dinleniyor derdim ama o kendi içinde koca bir savaş veriyormuş.

 

 

Sonraki sayfayı çevirdiğimde, sızlayan genzimden içeriye bir nefes çektim.

 

 

 

-29 Temmuz-

 

 

 

Babam bu gün beni şirkete götürdü, yeniden. O aptal yerin umurumda bile olmadığını söyledim ve bu onu öfkelendirdi. Öfkelendi ve bunu hiç sevmem. Onun öfkelenmesini sevmem. Sinirini benden çıkardığı sürece sorun yok ama az kalsın Paren'i dövecekti. Onu öfkelendirmemeliyim, kardeşlerimi elinden alacak gücüm yok.

 

 

 

-30 Temmuz-

 

 

 

Paren için bir uçurtma yaptım, çok mutlu oldu. Yarın bahçede uçuracağız. İdil biraz kıskanıyor ama yine de onların didişmesini seviyorum. Uçurtmayı annemin sevdiği renklerden yaptım, belki gökyüzünde süzülürken anneme kadar ulaşır ve bir şekilde onlara iyi baktığımı görür. Görür değil mi? Kardeşlerim benim her şeyim, onlara çok iyi bakıyorum anne. Bizi görüyor musun?

 

 

 

-31 Temmuz-

 

 

 

Babam uçurtmayı parçaladı.

 

Sonrası yok, her sayfa boştu. Sızlayan genzim görüşümü bulanıklaştırırken diğer ajandalardan birini çekip aldım.

1993... Sayfaları parmaklarımın arasında bükerken bir çizime denk geldim ve durdum. Küçük bir kızın karakalem çizimi duruyordu sayfanın ortasında, altında el yazısı ile Sofia yazdığını görüyordum. Sessiz bir nefes çektim ve bir önceki sayfayı çevirdim.

 

 

 

-2 Ocak-

 

 

 

Bugün annem, babama rahatsız olduğumu söyledi böylece evde kalabildim. Sofia ile birlikte arka bahçedeki özel yerimize gittik. Onunlayken çok huzurlu hissediyorum, çünkü biliyor, hakkımdaki her şeyi biliyor, buna rağmen korkmuyor benden. Birlikte kardan adam yapmak istedi ama ben daha önce hiç yapmadım ki. Fakat o bana gösterdi. Beremi o ormanda bir yerlerde, bir kar yığının üzerine bıraktım. Şimdi ne yapıyor, bilmiyorum. Sofia'nın beni sevdiğini biliyorum, bende onu seviyorum. Ona babamın anneme davrandığı gibi davranmayacağım. Şimdi bilmiyor ama ileride evleneceğiz. O zaman annemi de alacağım babamın ellerinden. Sofia ve annem iyi anlaşıyor; annem çoğu zaman onun saçlarını örer, uzun altın sarısı saçlarını. O zaman çok seviyorum onu, saçlarındaki ışıltılar yüzümü güldürüyor ve gözleri sanki deniz gibi. Lizbon'daki evin sahiline benziyor. Ona bunu bir kaç kez söyledim ama orayı bilmediği için bunu anlayamıyor. Oranın denizi çok güzeldir.

Ağırca yutkunurken ajandayı hızla kapatıp sertçe kutunun içine fırlattım. Sadece küçük bir çocukmuş bunları karalarken, bunu unutmamam gerekti. Onun Sofia'ya günümüzde nasıl davrandığını bizzat gördüm. Buna odaklanmalıyım.

Kutunun kapağını kapatıp hızla yatağa doğru ilerlediğimde banyodaki suyun kapatıldığını duyuyordum. Aceleyle pikenin içine sıvıştığımda Pars'ın beline sardığı bir havluyla banyodan çıktığını görüyordum.

"Nasya." Tok sesiyle başımı yastıkta diktim. Sanki dakikalardır orada uzanıyormuşum gibi bir sersemlik takındım yüzüne. "Hı?"

"Evlenelim mi?" Omuzu banyonun sövesine yaslanırken şaşkınca dikeldim yatakta.

"Anlamadım." Şaşkınca ona bakarken devam etti. "Evlenelim mi? Şimdi şu an gidip evlenelim." Adımları bana doğru gelirken afallamış bir ifade ile ıslak bedenini yanıma sürükleyişini izledim. Kıkırdadım. "Ne?"

"Bir ülke seç, gidip evlenelim." Yavaşça yanıma çöktü ve uzanıp ellerimi ellerinin arasına aldı. "Sessiz sedasız, öylece gidip evlenelim." dedi ısrarlı ve emin bir tonla.

"Pars." Yavaşça dikeldim yatakta. "Acele ediyormuşuz gibi hissediyorsun biliyorum ama ben daha fazla beklemek istemiyorum."

"İyi de nasıl olacak o?" Dudaklarımdaki tebessüm genişlerken olan bitene bir anlam veremiyordum.

"Şimdi kalkacağız ve uçağa atlayacağız, sen nereye istersen oraya gidip evleneceğiz. Yalnızca bir yer seç. "

"Ben..."

'Delilik bu.'

"Evlenmeyi arzuladığın bir yer var mıydı ya da görmek istediğin?" dedi heyecanla beni süzerken.

O an zihnim bana hiç beklenmedik bir anı armağan ediyordu. Pars'ın ölüm haberini beklerken annemle görüşmeye gittiğim gün, nerede evlenmek istediğimi seçmiştim zaten. Lizbon'da, o sahil evinde, bu adamla...

"Yavrum?" Islak elleri yüzümü sardığında neden böyle sessiz kaldığımı sorguluyordu. "Lizbon." dedim buruk bir sesle. Oranın okyanusunu Sofia'nın gözlerine benzettiğini bilmek canımı yakmıştı.

"Lizbon?" dedi alnı kırışırken şaşkın bir gülüşle.

"Sorgulama, orada evlenmeyi arzuluyordum işte." Bakışlarım yere inerken hızla uzanıp dudaklarıma yapıştı ve öyle içten bir öpüşle beni yatağa geri düşürdü ki kıkırtıma mani olmamıştım.

Islak beden üzerime uzanırken beni altında ezerek dudaklarımı sarmaladı. Öpüşündeki tutku göğüs uçlarımı sertleştirirken kesik bir iniltiyle kasıldım altında.

Geri çekildi ve gülen gözlerle alnını benimkine yapıştırdı. "Gidiyoruz o halde, Lizbon'a." Bir çocuk neşesiyle cıvıldayarak kalktı üzerimden.

Ben de uzandığım yatakta ıslanan geceliğimde afallamış bir kıkırtı bırakıyordum odaya. "Evleniyoruz yani." dedim şaşkın bir fısıltıyla.

"Evleniyoruz." dedi tok ve yüksek sesiyle. "Evleniyoruz sevgilim." Çoktan kıyafet dolabını açmış ve üzerine bir şeyler geçirmeye başlamıştı bile.

İçimde ansızın tutuşan heyecanla, öylece kalakalıyordum.

 

 

 

♟♟♟

 

NASYA

Üzerimdeki pikeyi oturduğum koltukta boynuma kadar çektiğimde içten bir esneyişle gözlerim yaşardı. Bakışlarım Pars'a döndüğünde onun telefonuyla uğraştığını görebiliyordum.

Uçak neden hala kalkmamıştı anlamıyorum, neredeyse bir saattir kapıları kapanmış uçağın içinde bekliyorduk ve uyku yorgun bedenimi yavaş yavaş kontrol altına alıyordu.

"Neyi bekliyoruz?" Sorgulayan bakışlarımla oturduğum koltukta kıpırdandım. Gözleri yüzüme döndüğünde yanaklarında sıcak bir gülümseme oluştu ve telefonu yanındaki sehpanın üzerine bıraktı. "Sana küçük bir sürprizim var, onu bekliyoruz."

Bedenini yavaşça yanıma doğru çekerken kaldırdığı pikenin içine girdi ve beni belimden kavrayarak kucağına çekti. Yapmak istediği şeyi anlayarak ona yardım ettiğimde kollarının arasında öylece uzanır pozisyona geçiyordum, sağ eli kalçamı sararken beni düşmemem için sağlamca destekledi.

Dudaklarını saç bitimime bastırdığında yorgun bir mırıltıyla konuştu. "Benim için, bu ani ve gösterişsiz düğünü kabul ettin fakat yalnız olmanı istemiyorum." Alnım şaşkınca kırıştığında uyku sersemi bir şekilde yüzüne çevirdim gözlerimi.

"Kim geliyor ki?" Mırıltılı sorumla dudakları alnıma sıcak bir öpücük armağan etti. "Kimi isterdin?" Kelime oyunu yapıyordu.

'Kimi istediğimin ne önemi var, sen kimi çağırdın onu söylesene be adam.'

"Ya Pars söyle işte." Kollarında dikeldiğimde dudakları sinsice kıvrıldı. "Biraz daha sabretmen gerekecek, eminim birkaç dakikaya gelmiş olurlar." 

Bu sürprizin tam anlamıyla bir sürpriz olmasını istediğini görebiliyordum ve gereksiz ısrarımla anın tadını kaçırmak istemedim fakat bir tahminim elbette vardı. Zaten ondan başka şu an yanımda olacak kimse de yok.

"Sahi, bu Lizbon'da evlenme olayı nereden çıktı?" Meraklı fısıltısıyla dikkatimi toparladım ve yoğun parfüm kokusunu usulca içime çektim. Her kokladığımda ruhumu ısıtan ve bana ev gibi hissettiren o muazzam kokuyu...

"Uçağın düştüğünde biliyorsun ki annemle görüşmeye gitmem gerekti." Bakışlarım yüzünde dolanırken genzim hafifçe yanıyordu. O zaman âşık olduğumu kendime bile itiraf edemediğim bu adamı kaybettim sanarak nasılda ömrümden birkaç yılı savurmuştum boşluğa, şimdiyse hayallerimi gerçeğe çeviriyor.

"Evet." dedi, devam etmemi ister bir tonlamayla.

"Annem bana ne tür bir gelinlik istediğimi sorduğunda doğal olarak kızı olduğumu bilmiyordu ve hak verirsin ki bu bir gelinlik randevusuydu."

'Ne saçmalıyorum ben?'

"E yavrum?" Alaylı merakıyla aceleyle fısıldadı ama ben öylece bir anda söyleyemiyordum işte. 'O zamanlar sana kan kustururken aslında hayalinle evlilik düşlerine dalan bir manyaktım.' nasıl denir ki ?

"Eesi işte, o zaman sormuştu. Nasıl bir şey istersin, dedi. Düğün nerede olacak, konsept falan; anlarsın ya." Bakışlarımı yüzünden kaçırdığımda sıkkınca nefeslendi. "Yavrum taksit taksit gitmesene, anlat işte."

"Ya Lizbon dedim işte, Allah Allah! 'Lizbon'da evleneceğim, salaş bir şeyler olsun; ata da binebileyim, suya da girebileyim.' demiştim."

Kızgınca kucağından kalkmak için bir hamle yaptığımda beni sıkıca tuttuğu belimden kucağına geri oturttu. "Şş, sakin ol." alayla mırıldanırken benim bu çekingen tavırlarımın onu nasıl eğlendirdiğinin oldukça farkındaydım.

"O kadar uyuz bir adamsın ki, zorla her ayrıntıyı istiyorsun; değil mi?"

"Her birini." dedi. Yüzünü boynuma doğru sokuşturdu ve derin bir nefes çekti içine. "Seninle ilgili her ayrıntıyı bilmek istiyorum." 

Yüzümde utangaç bir gülümseme oluşurken yanaklarımın içten bir yanmayla kavrulduğunu hissediyordum. "Pars." Fısıltılı sesimle gömüldüğü yerde mırıldandı. "Hı?" 

Oldukça rahat olmalı ki geri çekilip yüzüme bakma gereği bile duymuyordu. Aldığı derin soluklarla ruhum bir nesne olsaydı muhtemelen çekip alıverirdi kendine diye düşünürken kıkırdadım.

"Ne oldu?" Başını geri çekti ve sarhoş bir ifade ile yüzümde tutundu kapkara gözleri.

"Ben o gün seninle evlenmeyi hayal etmiştim." Sesim titrediğinde sessiz bir nefesle yeniden aralandı dudaklarım. "Lizbon'daki o sahil evinde, kumsalda sen ve ben. Benim üzerimde uçuş uçuş bir elbise seninkinde salaş bir takım."

Gözlerim heyecanla kocaman olurken buruk bir tebessümle beni dinlediğini görüyordum.

"Güneş batarken birbirimize evet diyoruz, sonra öpüyorum seni," Ellerim çenesine doğru havalandığında kirli sakallarında hafifçe gezdirdim parmaklarımı ve devam ettim. Durmaksızın öpüyorum, senin olduğumu bilerek benim olduğunu bilerek öpüyorum."

Yüzümdeki hüzünlü gülümseme aslında mutluluktan doğan ağlama hissinden başka bir şey değildi.

"Güzelim," Dolan gözlerime şaşkınlıkla bakarken kalçamdaki el yanağıma doğru havalandı. Yüzlerimiz birbirimizin parmakları arasında okşanıyordu. "Neden parlıyor o üzüm gözlerin?" Beni usulca yüzüne doğru çekerken alınlarımız birbirine temas etti ve güzel nefesi meraklı ifadesiyle dolandı yüzümde.

Bense duyduğum bu benzetmeyle şaşkınca gülümsedim. "Üzüm gözlü müyüm ben?" dedim dudaklarım şaşkınlıkla arlanırken. Elim yavaşça kucağıma geri iniyordu, içinde bulunduğum anın tadına varabilmek için. İri parmakları yanaklarımı okşarken kendimi dokunuşunun sarhoşluğuna teslim ettim.

"Üzüm gözlüsün." Sesinin tınıları aşkla dolu olsa da kendinden gayet emin görünüyordu.

"Üzüm yeşil olur Pars, renk körü falan mısın sen?" Kıkırdadım, küstahça onu köşeye sıkıştırmaktan nasıl da zevk alıyordum.

Dilini damağında vurarak bilge bir ifade ile şaklattı. "Hayır, sevgilim. En lezzetli olan üzümler siyah olanlardır, mora çalan siyahlar. " Elleri yanağımı usulca okşarken devam etti. "Çoğu zaman yapay bir ışığın altındaysak senin de gözlerin mora çalıyor ama güneş tepedeyken oldukça koyular. O yüzden sen benim üzüm gözlümsün. Alphonse Lavella, siyah üzümün en lezzetli türüdür ve senin gözlerin bana her defasında onları anımsatır. İri, büyük ve koyu." 

Bir konu hakkında nasıl böyle emin ve büyüleyici bir şekilde bilgi sahibi olabilir, anlamıyorum. Sanki o benim her adımından bir şeyler öğrenebileceğim muazzam bir bilgi kaynağı gibi. Çekici olması bir tarafa her başkaldırışımı ustaca bertaraf edişi içimi gıdıklıyor, sanki ona karşı haklı çıkamazmışım gibi hissediyorum. Hoş haklı çıkmak da istemiyorum ya.

Düşüncelerim yüzümde sıcacık bir gülümsemeye sebep olurken o güzel tınısıyla saatlerce konuşsa saatlerce dinleyebilirim diye düşündüm.

"Neye gülüyorsun?" Meraklı gözleri muzipçe yüzümde dolandığında kendimi kucağına iyice yerleştirdim. Onunlayken kendimi bir çocuk gibi hissediyorum, bunun en büyük nedeni oldukça iri olması ve diğer nedenleri saydıkça uzar. Sanki o etraftayken kaygılarım uçup gidiyor, düşünmeyi bile bırakıyorum. O benim yerime düşünür, biliyorum çünkü zihnine ve aşkına işte bu kadar çok güveniyorum.

Fakat o güvenmiyor. Bana henüz o kadar da güvenmiyor.

Sessiz bir iç çekişle başımı göğsüne sokuştururken ansızın bir soru kaçıveriyor dudaklarımdan, planlanmamış ve nedensizce. "Sofia ile sen, neden olmadınız?" Duyulmayacak kadar sönük bir mırıltıyla yeniden sessizliğe gömülüyorum.

"Ne?" şaşkınca  aşağıya doğru eğdiği yüzüyle bizi göz göze getiriyor. Meraklı suratını tanıyorum. Merak ediyor böyle bir anda neden bunu sorduğumu. Ben de olsam ederdim.

"Sofia ve sen, çocukluk arkadaşısınız. Yani neden olmadı, bilmek istiyorum." Gözlerim saklı bir korkuyla gözlerinde dolandığında kara harelerinde bir telaş arıyorum. Adını duyduğunda ya da Sofia'yı hatırladığında heyecana kapılan bir ifade.

"Neden olsun?" Suratıma sanki 'Ne saçma bir soru bu?' der gibi bakarken sıkkın bir nefesle yeniden konuştum.

"Yani çocukluk aşkın değil mi bu kız? Neden ayrıldınız, hayat sizi niye bugün olduğunuz duruma getirdi?" Biraz sitem biraz da rahatsızlık hissiyle kollarının arasında kıpırdandığımda burnundan dışarıya sıkkın bir nefes verdi.

"Gerçekten evlenmeye giderken bana eski sevgilileri mi soracaksın?" Alayla kıvrılan dudaklarıyla başını geri çekti ve göz hizamdan çıktı.

Gergince oturduğum kucakta toparlandım ve kaşlarım çatılırken alt dudağımı kemirmeye başladım.

"Yavrum iyi saatte olsunlar mı geldi, nedir bu?" Alayla beni ve suratımdaki bariz öfkeyi süzerken sabırsızca susturdum. "Neden kaçıyorsun bu konudan? Hayır, yani neden kaçıyorsun? Sen bana Alphan'la ilgili ne sorsan söyl-"

"Nasya!" Ansızın yükselen öfkesiyle olduğum yerde hafifçe sıçradım ve sustum.

"Alphan, senin ve benim aramda muhabbeti geçebilecek bir konu değil. Benimle onun hakkında bir şeyler konuşma gibi fikrin varsa at kafandan." Çene kası gerilirken ağırca yutkundum. 

"O kadar geniş bir yapım yok! Sana gelince ise Sofia'yı sorgulamaktan vazgeç. İsteseydim olabilecek olan her ilişki, olmamışsa şunu bilmen yeterli; aradığım o türden kadınlar değildi hatta bir kadın bile aramıyordum." dedi. Öfkesi öyle kudretliydi ki şaşkın bir ifade ile dinlemekten başka çarem yoktu.

 "Seni bulduğumda her şeyim vardı. Bir karım, bir metresim ve birkaç oyuncağım. Ben sana planlayarak da âşık olmadım. Öylece girdin hayatıma işte. Başıma daha önce hiç gelmemiş bir şeydi bu ve çok özel. Sen özelsin. Sofia'dan ya da aklına takılan diğerlerinden daha özelsin, çünkü seni seviyorum. Âşık oldum, anlıyor musun? Ben ilk kez âşık oldum." 

Karaları sertçe yüzümde dolanırken bir kez daha yutkundum. Alphan'ın adını duyduğu anda öfkeyle tüm duygularını suratıma çarpmıştı. Aslına bakarsam işime de gelmişti. Saatlerce uğraşsam tek seferde bunca şey öğrenemezdim ama öfkelendiğinde dilini çok iyi kullanıyor.

'Tabi birde yatakta.'

Düşüncelerim ansızın kıkırdamama sebep olurken bu ani değişimime bir anlam veremeyerek çatık kaşlarla beni izledi. "İyi misin?" 

"Hahaha!" Sende de ne libido varmış da bu günlere saklamışsın!

"Yavrum?" Çatık kaşları düz bir zemine dönerken böyle içten kıkırdayışım onunda dudaklarını alayla kıvırmasına sebep oluyordu.

"Pardon, sadece aklıma bir şey geldi." Kesik gülüşlerimin arasında açıklama yaparken uçağın kapısı yavaşça açılmaya başladı.

"Geldiler." Pars beni kucağından kaldırıp yanındaki koltuğa bırakırken oturduğu koltuktan kalktı ve açık uçak kapısına doğru ilerledi. Bende peşinden kalktım ve bacaklarımdaki pikeyi deri koltuğa fırlattım. "Nihayet." dedim kıkırtıyla ve Pars'ın yanına doğru ilerleyip koluna girdim.

Havaalanının pistine giren siyah ciple yüzümde koca bir gülümseme oluşuyordu. "Kuzgunun arabası." diye mırıldandım.

Kaşları hafifçe havalandığında bilmiş bir ifade ile "Ve tabi..." dedi. Gözlerim, Pars'ın güzel yüzünden aracın açılan kapılarına dönerken Begüm'ün heyecanla uçağa doğru koştuğunu görüyordum. Suratında uykulu bir heyecan ve üzerinde pijamalarıyla merdivenleri koşar adım çıkmaya başladı.

"Evleniyorsun." Çığlığa yakın bir sesle merdivenleri yarılarken uzanıp Pars'ın yanağına sıcak bir öpücük bıraktım. "Seni çok seviyorum." 

Begüm çoktan uçağın içine girerek boynuma atlamıştı bile. Geriye doğru bir adım sendelediğimde neşeli cıvıltısı kulaklarımda dolandı. "Size inanamıyorum, biz daha birkaç saat önce yemek yedik be! Madem evlenecektiniz, niye söylemediniz?" 

Daha Begüm'ün sorusuna bir cevap veremeden Kuzgun merdivenleri bitirip içeriye doğru yöneldi. "Hayırlı olsun." dedi bana bakarak sırıtırken. Bakışları Parsa döndüğünde hafif bir göz kırpmayla yineledi. "Hayırlısı olsun abi." Uykulu gözlerine rağmen yüzündeki neşeyi seçebiliyordum.

"Olacak, böylesi en hayırlısı olacak." dedi Pars tok tınısıyla. Ardından uçağın kapısı kapandı ve her birimiz koltuklarımıza oturduk. Uzanıp kemerimi takacağım sırada Pars'ın iri elleri ellerimi sardı ve beni durdurdu "Bana bırak." 

Yanaklarındaki derin gamzelerle yüzüme içten bir gülümseme bırakıyordu ve o an ansızın zihnimdeki korkular peyda oldu.

 

 

 

--------

 

 

 

"Pars!" Bağırtım bir çığlık gibi uçakta dolandığında gözlerimi sıkıca yumup uçağın her an parçalara ayrılacağına olan inancımla ölümümü bekliyordum.

 

 

 

Sola yatan kanat beni ileri kaydırırken kollarım iri eller tarafından tutuldu ve bedenim güvenli kollar tarafından sarıldı.

 

 

 

"Şşş! Yok bir şey, yok bir şey." Pars'ın tedirgin sesi titrekçe kulaklarımda dolandığında alarm susuyordu.

 

 

 

"N-ne oluyor?" Ağlamaya dönen gözlerimle kendimi onun gövdesine bastırdım.

 

 

 

"Düşüyoruz." Hızla beni kollarında taşırken uçağın kapısına doğru ilerledi. Adımları geri çekilirken o istikrarla ileriye doğru büyük adımlarla bizi kapıya yaklaştırıyordu.

 

 

 

"Efendim, atlamaları gerek." Pilotun telaşlı sesi ile beni sıkıca sol koluyla kendine yapıştırdı ve ayaklarımı yere bıraktı.

 

 

 

"Bak bana!" Alnını benimkine yasladığında giderek sarsılan uçakla bedenlerimiz titriyordu.

 

 

 

"Ölmek istemiyorum." dedim, Gözümden akan yaşlarla konuşmaya çalışırken sağ eliyle ilerdeki çantalardan birini çekip aldı. Ağır sırt çantasını arkama geçirdiğimde kollarımı tutup kulplardan geçirdi. 

 

 

 

"Ne yapıyorsun?" dedim titrek sesimle.

 

 

 

"Korkma. Hız treninde yüksekten inişe geçmek gibi. Panik yapma." Yüzünde telaşlı bir gülümseme oluşurken belimdeki kilidi sıkıca bağladı.

 

 

 

"Ateş!" Bağırtısı ile koltukların arasına kapaklanan Ateş korkuyla bize doğru sürünmeye başladı.

 

 

 

 "Sıkı tutacaksın!" Bakışları Ateş'e döndüğünde emir verir bir tonlama ile konuştu.

 

 

 

Uzanıp gömleğini kavradım, parmaklarım ondan güç alırmışçasına sıkı sıkıya tutunuyordu avuçlarımın arasındaki kumaş parçasını  "Ne yapıyorsun?" dedim titreyen çenemle.

 

 

 

"Korkma güzelim. Gözlerini yum ve paraşütü yönlendirmesine izin ver. Yamaç paraşütünde ikinci oldu, yani güvendesin."

 

 

 

"Pars Bey, acele etmezsek kurtaramayacağız." dedi pilot.

 

 

 

"Ateş." Verdiği komutla Ateş yanımda ayağa kalktığında önüme geçti.

 

 

 

Pars bir adım geri attığında, avuçlarımın arasındaki gömlek öylece kayıyordu, yüzündeki gizli öfkeyle şakakları gerilirken, Ateş'in beni kendi belindeki kemere bağlamasına müsaade ediyordu.

 

 

 

"Korkma." Ateş'in telaşlı sesi beni sararken ben gözlerimi Pars'a çevirdim.

 

 

 

"Sende gel, lütfen." Ağlayan gözlerim buğulanırken uzanıp uçağın kapısını açtı. 

 

 

 

Sırtımdan vuran sert rüzgâr hıçkırık benzeri bir nefesi almaya beni zorlarken yoğun hava akımının içinde bağırtısını duyabiliyordum.

 

 

 

"Geleceğim. Sana söyledim, seni bırakmam." Uzanıp Ateşle aramızdan uzattığı başıyla dudaklarıma sıcak bir öpücük bıraktı.

 

 

 

"Pars." Ellerim yeniden yakalarını sarmak için havalanacakken  geri çekilip alnıma dolu bir öpücük armağan etti.

 

 

 

"Geleceğim."  gözlerimin içine bakarken beni göğsümden geriye doğru itti.

 

 

 

"Aaa!" Çığlık çığlığa kalıyordum.

 

 

 

-----------

Uçağın düştüğü o güne giden zihnimle  hızla kemerimi bağlayan ellerini tuttum. Şaşkın bakışları yüzüme döndüğünde ikimizin duyabileceği bir fısıltıyla mırıldandım. "Beni bırakmak yok." 

Şaşkınca kısılan gözleri 'Neden bahsediyorsun?' der gibi gezindi yüzümde.

"Beni bırakmak yok, uçak düşerse ya da bir aksilik olursa beni yalnız göndermeyeceksin." dedim. Titreyen çenemle, görüşüm ansızın bulanıklaşmıştı.

Kısılan gözleri yavaşça düzeldi ve yüzünde sakin ama hüzne bulalı bir gülümseme oluştu. "Asla. Seni hiçbir koşulda bırakmayacağım. Artık asla." Eğilip dudaklarıma sıcak bir öpücük bırakırken uçak sarsılmaya başlıyordu.

Korkuyla onu geri ittim ve kemerini işaret ederek titrek bir fısıltı bıraktım. "K-kemerin, kemerini tak." Ona bir şey olacak, yeniden öylece kaybolup gidecek ellerimden diye deli gibi korkuyordum. Sevdiğim insanlara karşı kuşandığım bu takıntılı tavır beni her seferinde korkutuyordu. Ama Pars, bu dünyada şimdiye kadar sevdiğim ve sevebileceğim her şey.

Bunu artık kabul ediyorum ve onunla geçirdiğim her an için minnettarım.

 

Uçak normal seyrine çoktan ulaşmış ve Lizbon'a tahmini birkaç saatlik bir yolumuz kalmışken, oturduğum koltuktan yavaşça havalandım.

Pars'ın bakışları koyu bir muhabbetin içine daldığı Kuzgun'dan bana döndüğünde sorgulayan gözleri üzerimde dolandı. "Yavrum?" dedi, başı yavaşça yana eğilirken.

"Biraz uzanacağım, Begüm'ün yanındayım." Başım uçağın arka tarafına döndüğünde Begüm'ün birkaç dakika önce uyumak için geçtiği yatak odasını gösteriyordum.

"Seninle geleceğim." Oturduğu koltuktan kalktı ve bana doğru birkaç adım attı. "Kendim gidebilirim sevgilim, buna gerek var mı sence?" dedim.

Sesimdeki uykulu alay ondan belli belirsiz bir gülümseme alırken yanıma çoktan varmış ve kolunu belime sarmıştı bile. "Ayağın yaralı ve içim rahat etmez."

Beni yavaşça uçağın arkasına doğru yönlendirirken sessizce gülümsedim. "Hep böyle mi olacak?" Bakışlarım attığımız adımlarla eş zamanlı yüzüne döndüğünde kaşları hafifçe çatıldı. "Hep nasıl?" dedi.

"Ayağımın bir sorun yaratmadığını biliyorsun ama yine de her adımımda yanımda olmaya çalışıyorsun. Bundan sonra da böyle mi olacak?" Gördüğüm ilginin şımarıklığıyla nihayet yatak odasının kapısında durduk.

"Şikâyetçi misin?" dedi, tam da ben sırtımı kapıya yaslayıp yüzümü ona döndüğüm sırada. "Öyle demedim." diye mırıldandım.

Bakışlarım uçağın ön tarafına doğru kayarken hızlı bir gözlemle Kuzgun'un görüş alanında olmadığımızı anlayabiliyordum. Kollarım usulca boynuna doğru uzandığında parmak uçlarıma havalandım ve omuzuna tutunan ellerimin desteğiyle dudaklarına sıcak bir öpücük bıraktım.

Kolu belimi öyle hızlı kavradı ki sanki hamlemi havada yakalayıp benim masumane verdiğim öpücüğe ihtiras katmayı planlamış gibiydi. Bedenlerimizi birbirine sıkıca yapıştırdığında belimdeki kol ayaklarımı yerden havalandırdı ve yüzümüzü aynı hizaya getirdi.

Pars'ın dolgun dudakları benimkileri sarmalarken dili ustaca damağıma yayılıyordu. Öpüşü sertleşirken kasıklarımda ansızın oluşan arzu alevi ile kesikçe inledim. Sırtımı arkamdaki kapıya yasladığında beni ayaklarımın üzerine bıraktı ve belimdeki kolunu geri çekerek avuç içlerini arkamdaki kapıya yasladı.

Eğdiği boynuyla alnını alnıma bastırdığında ikimizde saniyeler süren tutku dolu öpücüğün etkisiyle nefes nefese kalmıştık. Aldığı tok hırıltılar yüzüme vururken utangaç bir gülüşle dudaklarımı dişledim.

"Şu lanet düğün olduktan sonra sen ve ben güzelim, uzunca bir süre yatak odamızdan çıkmayacağız." dedi. Sesindeki dürüstlüğü iliklerime kadar hissettim. Blöf yapmıyordu. Canıma okumaya kararlı gibiydi, bunu yapabileceğini en açık şekilde hissettirmişti bana.

İri bedeni vücudumu usulca ezerken arkamdaki kapıyla onun arasında kısa bir süre nefessiz kalıyordum. Yanaklarım alev alev yanarken bir hırıltı daha bıraktı nefessiz yüzüme doğru.

"Anlaşılmadıysa diye söylüyorum, seni uzun zamandır istiyorum. Ve bu bekleyiş nihayet bir sona ulaşacağı için her adımda dibindeyim." Burnunu yanağıma sertçe bastırırken hafif bir hareketlenmeyle devam etti.  "Çünkü bu şey; bir rüya mı yoksa gerçek mi, bilmiyorum güzelim. Sen burada mısın yoksa bu ansızın uyanacağım bir kâbusa mı dönüşecek, bilmiyorum."

Alnını alnıma yeniden yasladığında koyu hareleri benim gözlerimde şehvetle dolandı ve güzel dudakları bir kez daha aralandı. "O yüzden her adımda dibindeyim. Şikayetçi olsan da bu konuda yapabileceğim bir şey yok. Seni gözümün önünden ayırdığım son seferde işler sarpa sardı ve böyle bir şeyin olmasına bir daha asla izin vermeyeceğim." 

Dudaklarımı yeniden kavradı ve sivri dişlerinin arasında sertçe ezerek ruhumu nefesine kattı.

Loading...
0%