Yeni Üyelik
37.
Bölüm

Bölüm 37 / Kilometrelerce Koştuklarımız

@nurdogru26

 

BÖLÜM SONUNA TEK BİR SORU BIRAKTIM, VERECEĞİNİZ CEVAPLARI MERAK EDİYORUM 💭

 

 

Bölüm 37 / Kilometrelerce koştuklarımız

 

 

Bölüm Şarkıları

 

 

Mabel matiz / Kömür🎶

 

 

Aydilge / Sade Şarkı🎵

 

 

OY VERMEYİ VE YORUM BIRAKMAYI UNUTMA, ÖPTÜM ÇOK <3

 

 

Spoiler ve ansızın gelen soru cevap etkinlikleri için instagram ( aidiyetofficial ) sayfasını takip etmeyi unutmayınız efendim <3

 

 

KEYİFLİ OKUMALAR ❤

 

NASYA

Güneş okyanusun üzerinde yükselirken kulaklarımda dolanan dalga sesleri ile uzandığım hamakta yavaşça sallanıyordum. Dizlerimdeki pike sallanan bedenimden giderek sıyrılıyor ve ben bir gram uyku uyumayan gözlerimle sahili izliyorum.

Bacaklarımın dibinde kapalı bir şekilde duran günlüğe dönen bakışlarımla derin bir nefes çektim içime. Birkaç parça eşya almak için küçük bir el çantası hazırlarken Pars'ın günlüklerinden birini de bırakıvermiştim çantanın içine.

Öğrenirse çok kızacak biliyorum ama onunla ilgili asla söylenmeyecek şeyleri anca böyle öğrenebilirim. Sevmeyi ve merhameti unutan bu adamın soğuk tarafını besleyen geçmişi öğrenmem gerek, biliyorum.

Gözlerine her baktığımda gördüğüm kırgın çocuğun sebebini öğrenmem gerekiyordu, günlüklerse beni tüm bilinmezlikten kurtaracak tek bilgi kaynağıydı. Öyle de oldu. Sayfalarca travmaya şahitlik eden gözlerim her satırda bir öncekinden daha da ağırlaştırdı omuzlarımı.

Bunları okumak bile ruhumu böyle boğarken tüm bunları küçücük bir çocukken yaşadığını bilmek beni mahvediyordu. Ne çok isterdim o yıllarda onunla olmayı, yanında bulunmayı... Annesiyle birlikte kurtulmaya çalıştığı o karanlıktan kaçıp kurtulması için her şeyi yapardım.

Yine günlük sayfalarının arasında birçok cevap bulmuştum kafamın içindeki seslere, örneğin Sofia. Öğrendiğim onca şeyden sonra o kızın varlığı canımı yakıyordu fakat artık değil.

Pars'ın göğsündeki o küçük lekelerin sigara yanıkları olduğunu öğrendiğim bir günlük sayfasında bu vahşiliğin sebebi olan kişiyi de öğrenmiştim. Sofia çenesini kapalı tutamadığı için Pars'ın uğruna her şeyi yapmayı göze aldığı annesi, ölümüne dayak yemişti. Bu da yetmezmiş gibi Adil denen pislik sigarasını acımasızca oğlum dediği küçük bedenin üzerinde söndürmüştü.

Benim her bakışımda içimin gittiği adamın bedeninde, kendi babasından aldığı kalıcı izler vardı. Acısı çoktan geçmiştir fakat sızısı? Gönlünün sızısı? Karşı koyamayışının çaresizliği, hiç sevilmeyişinin...

Ona gösterilen bu sevgisizlik benim bile canımı yıllar sonra böyle yakıyorsa, o küçük çocuk kim bilir neler hissediyordu? Peki bugün? Bugün neler hissediyor?

Artık biliyorum. Neden ışık saçamadığını biliyorum. Her şeyiyle karanlığı yansıtan bu adamı, karanlığın yoğurduğunu görüyorum. Gülüşlerinin içinde bile saklanan o burukluğun nedenini artık anlıyorum. Ve kabul ediyorum; yara bere içindeki bu adama kör kütük aşığım.

Bana buraya geldiğimiz ilk gün sahilde otururken söylediği sözü anımsıyorum. "Yanımda ol istiyorum! Sikeyim çabalıyorum işte, sana değerli olduğunu göstermek için çabalıyorum! Ben bir kadına nasıl özel hissettirilir bilmiyorum, öğrenmek zorunda kaldığım bir şey değildi."

Değil bir kadına herhangi birine nasıl özel hissettirilir bilmiyordu. Her şeyi bilen bu adam, acıtmadan incitmeden nasıl sevilir bilmiyordu. Bense bu keşmekeşin içindeki adama canımı istese verecek kadar âşık olmuştum.

Canımı yakmayacağına, incitmeyeceğine ve beni üzmeyeceğine emindim. Bile isteye asla yapmazdı ama farkında olmadan takındığı o keskin tavrın nedeni, kişiliğinin bir parçasıydı işte. Bunları bilmek kendimi daha tedirgin hissettirse de artık bir bilinmezle savaşmıyordum. Ondan asla duyamayacağım birçok şeyi birkaç sayfanın arasında kolaylıkla bulmuştum. Pars'a ve beraberinde gelen her şeye hazırdım.

Buraya son gelişimi ve bu sahilde yaşadığım her şeyi düşünüyorum. Pars'ın hayatındaki kadınları öğrendiğim o yoğun süreçte hissettiğim rahatsızlık hissini ve bu adamın ısrarla benim peşimden koşuşunu. O günlerde beni korkutan ilgisi şimdilerde arzuladığım tek şey olmuştu.

Yüzümdeki sakin gülümsemeyle evin arkasını dolanan ayak sesleriyle dağılan dikkatimle birlikte başımı omuzumdan geri çevirdim. Davut'un, yanında birkaç adamla sahile doğru oldukça sessiz ilerlediğini görerek kaşlarımı çattım. Oturduğum salıncaktan havalandım ve yere düşmek üzere olan pikeden kurtulup peşlerine takıldım.

"Davut." Birkaç adım arkasında ilerlerken seslenişimi duyarak durdu ve ellerindeki çiçek demetiyle birlikte bana çevirdi yüzünü. Bakışlarım kucağında duran hasır sepetteki beyaz güllere döndüğünde yüzümde şaşkın bir gülümseme oluşuyordu.

"Günaydın efendim, erkencisiniz." Yakalanmış bir çocuk gibi tedirgince beni izlerken gözlerim ilerleyen korumalara döndü. Ellerinde taşıdıkları kutularla öylece yürüyüp gittiler yanımızdan.

"Bunlar ne?" dedim elindeki gülleri gösterirken.

"Nikâh için hazırlıklar efendim, Pars Bey geceden haber vermişti, biz mi uyandırdık sizi yoksa?" Tedirgince arkamdaki verandaya döndüğünde gözlerinin Pars'ı aradığını görüyordum.

"Hayır, ben zaten uyuyamamıştım ve biraz dışarıda oturmak istedim." dedim. Adımlarım birkaç küçük hamleyle yanında durduğunda gözlerim sepetteki tomurcuk güllere döndü. Daha açmamışlardı bile, öyle taze ve öyle canlı duruyorlardı ki.

"İzninizle biz hazırlıklara devam edeceğiz. Eğer bir isteğiniz olursa birkaç görevli geldi, mutfağa geçiş yapmışlardır, onlara seslenebilirsiniz." Yüzündeki soğuk ifade ile arkasını döneceği sırada uzanıp kolunu tuttum ve onu durdurdum.

"Davut." Seslenişimde elindeki sepetle bana döndü ve kolunu ellerimden hızla geri çekerek gergince yüzümde gezdirdi koyu mavilerini. "Buyurun hanımefendi?" dedi.

"Bana karşı neden böylesin?" dedim, bir adım daha atıp tam dibinde durduğumda. Gözlerindeki soğukluğun sebebini merak ediyordum. Onu tanıdığım günden beri sürekli aynı bakan soğuk gözleri ve rahatsız ifadesiyle beni sevip sevmediğini bir türlü çözemiyordum.

"Nasıl efendim?" dedi. Yüzünde ilk kez soğukluk dışında bir ifade yakalamıştım, şaşkınlık.

"Neden varlığım seni rahatsız ediyormuş gibi hissediyorum? Pars'a nasıl düşkün olduğunu az çok görebiliyorum ve duyguların benim için önemli." Yüzümdeki sakin gülüşle bakışlarını yüzümden ayakuçlarına çevirdi.

"Benim sizinle ilgili bir şey söyleme ya da düşünme hakkım yok efendim, yalnızca Pars Bey'in mutlu olmasını arzuluyorum. Uzun zamandır mutlu olması için elimden geleni yapıyorum ve siz bunu sağladığınız sürece benim için hiçbir sorun yok." dedi.

Sesi yine aynı tahammülsüz tınıyı kuşandığında benim onun karşısında Pars'a yaptığım uçarılıkları düşünürken buluyordum kendimi. Hayatlarını Pars'a adayan bu adamlar, efendilerini mahvettiğime birçok kez şahit olmuşlardı.

Davut tabi ki bana karşı soğuk olacaktı, şimdi daha iyi anlıyordum. Bu sadakatinin getirisiydi, ona kızamıyorum bile. Ne tuhaf, eski Nasya şimdi 'Sana mı soracağım?' derdi ama o kadar şey yaşadım ki şimdi sevgili nişanlıma böyle bağlı bir adamın aslında en doğrusunu düşündüğünü kabulleniyorum.

"İzninizle." Geri çekilip arkasını döndüğünde yüzümdeki sakin gülümseme ile bir kez daha seslendim, arkasını çoktan bana dönen bu orta yaşlı adama doğru. "Onu üzmeyeceğim Davut. Söz veriyorum." Neşeli sesimle başı omuzunun üzerinden bana döndü ve birkaç saniyeliğine görünüp kaybolan gülümsemesiyle bunca zamanın üzerine ilk kez bana gülümseyişini görüyordum. Ve öylece önüne dönerek uzaklaştı yanımdan.

Ayaklarımın altındaki sıcak kumla birlikte içime güçlü bir nefes çektim ve yönümü verandaya doğru döndüm. Adımlarım usulca az önce kalktığım hamağa doğru ilerlerken içerideki hareketlilik dikkatimi çekiyordu. Çatılan kaşlarımla evin büyük camlarından gördüğüm hareketliliği izliyordum. Birkaç çalışan salondaki büyük masaya kahvaltı için servis açmaya başlamıştı bile.

Adımlarım içeri dönerken sürgülü kapılardan geçtim ve salonun büyük açıklığına doğru ilerledim. Genç kızlar aralarında kıkırdayarak neşeyle çalışırlarken varlığımdan haberdar bile değillerdi, böylece ben de onları rahatça izleyebiliyordum.

Bakışlarım birbirileriyle omuz omuza sessizce didişen iki kızda tutunduğunda gözlerimin önüne ansızın serilen siluetle ağırca yutkundum. Boğazımda plansızca yükselen ağlama hissiyle Defne'yi özlediğimi anlıyordum. Böyle özel bir günde, onu ne çok özlediğimi... Tüm yıllarımın arkadaşı, tüm çaylaklıklarımı birlikte atlattığım insan.

Yurttan sonra okul hayatında yaşadığımız o sıkıntıları ve harçlığımızı çıkarabilmek için gittiğimiz garsonluk işlerini anımsıyordum. Gözlerimin önünde hüzünden saydam bir duvar yükseliyor ve beni yutkunmaktan bile aciz bırakıyordu.

Bugün evleniyorum ve kardeşim dediğim kız bunu göremiyor, oysa bu günlerin hayalini en çok o kurardı, o romantik olanımızdı. Bu özel günde beni asla yalnız bırakmayacağını içten içe hep bilirdim ama şimdi burada değildi işte.

Hırsı gözünü boyamıştı belki de ya da Pars mıydı gözünü boyayan? Pars gibi bir adam kimin gözünü boyamazdı ki, biz yetimhane kızları bir yana birçok jet sosyete tanımıştım onun için deliren.

Beni kıran bana bunu yapmasıydı, bir erkek için yapması. Çünkü ben ona yapmazdım, yapmadım. Ama onun aklından ne geçiyordu ki kim bilir bana bunu yapmıştı işte, şimdi ağlamama ramak kalırken onu yanımda istediğimi kabullensem ne değişecekti, gelemezdi. Gelse de eskisi gibi olmazdı.

Ben her şeyi unutsam, yeniden sarılsam boynuna ve geçip giden günlerde yaşadığım her şeyi anlatsam ona, beni bir kez daha sırtımdan vurmayacağının garantisi yoktu. Üstelik kurduğu o cümleler, onu son görüşümde yüzüme haykırdığı o iğrenç ithamlar; nasıl unutacaktım her birini.

"Günaydın." Begüm'ün sesi beni düşüncelerimden tutup çıkardığında irkildim ve üzerimdeki afallamayı savuşturdum. Gözlerim üzerine döndüğünde Lizbon için hiç de uygun olmayan kalın pijama takımlarıyla yanımda durdu. "Günaydın."

"Neyin var?" Uykulu sesiyle beni süzdüğünde yüzümdeki afallamayı anlamıştı. Ona baktım, sakince aldığım birkaç saniyelik nefeslerle izledim yüzünü.

Onu affetmiştim ama Defne'yi edemiyor muydum? Defne sadece yalnız ve tecrübesiz bir kızdı ve bana daha iyi bir hayat yaşayabilmek için yalanlar söylemişti. Pars'tan para almış ve yanımda kalmıştı ama mecburdu, sonrasında iş yerinin havaya uçtuğunu ve aracını kaybettiğini öğrenmiştim.

Yani diğerlerine bencillik gibi gelen şeyin Defne'yi ve hayat tarzımızı bildiğim için mecburiyet olduğunu anlamıştım ama affedemiyordum. Begüm bana rağmen ne Alphan'a ne de diğerlerine mesafe koymazken onu affetmiştim ama Defne'yi; çocukluğumun, gençliğimin destekçisi Defne'yi affetmiyor muydum yani?

"Düşünüyorum." dedim, dalgınca adımlarım verandaya dönerken.

Peşimden geldiğini biliyordum ve kendimi yavaşça salıncağa bıraktım. Begüm de yanıma usulca çöktüğünde dudaklarından derin bir esneyiş kaçıvermişti.

"Gergin misin? Erken uyanmışsın." Başını omuzuma doğru kaydırdı ve ellerini koluma sararak öylece salladı bizi hamakta.

"Değilim, sadece..." Ona düşüncelerimden bahsetmeye çoktan karar vermiştim bile. Şüphe böyledir, düştüğü yerde kalmaz giderek çoğalır ve bir kanser hücresi gibi sarar tüm düşüncelerini.

"Sadece ne?" dedi.

"Defne, onu özlediğimi fark ediyorum." dedim. Fısıltım öyle suçlu bir tınıyla çıkmıştı ki Begüm sessiz bir nefes aldı ve verdi. Daha büyük bir tepki beklerdim ondan, ne bileyim 'Ne saçmalıyorsun, ne Defne'si!' falan demesini en azından ama o sessizce nefeslenmekle yetindi.

"Demek Defne." dedi, yine aynı durağanlıkla.

"Hani bana dedin ya, 'Ben Defne değilim, beni hayatından çıkaramazsın.' diye." Suçluluk duygusu denen rahatsız his tüm boğazımı içten içe sarıyordu.

"Hıhı." dedi. Tüm dikkati bendeydi fakat aşırı tepkiden kaçınmaya çalışıyor gibiydi aynı zamanda.

"Defne tüm çocukluğum benim, yani onu da öylece çıkarmamalıydım hayatımdan. Beni asla anlayamazsın belki ama birlikte geçen aç gecelerden bahsediyorum, azarlarla geçen günlerden, soğukta kalarak cezalandırıldığımız bir sistemde birbirimize sarılarak sağ çıktık biz." Anlatırken sesim titriyordu, yaşadığım tüm o çocukluk anıları gözlerimin önünde akıp gidiyordu işte. Defne'yi özlediğimi daha nasıl anlayabilirdim?

"Yurttan sonra istese tek başına devam edebilirdi hayatına ama beni bırakmadı." Sızlayan bir genizden içeriye çekilen havanın ne çok can yaktığını yeni anlıyordum. "Erkeklerle arası her zaman benimkinden iyiydi ve bir yer açtı kendine ama beni bırakmadı. İnsan kardeşini bırakabilir mi?" Dolan gözlerim öyle zorluyordu ki beni, başım yavaşça omuzuma yaslanan Begüm'e döndü.

"Bırakamaz." dedi huzursuz bir sesle.

"O beni bırakmadı. Ben insanlardan bir şeyler almaya alışık biri hiç olmadım. Ama o istemesem de sarıp sarmaladı beni, ben soğuk nevaleydim ama o annelik duygusuyla dolu ışıl ışıl bir kızdı. Yıllarca sahip çıktık birbirimize, sonra Pars geldi." Onu suçlamıyordum, geldiği için asla pişman değildim ama onun gelişi hayatımın düzenini alt üst etmişti işte.

"Defne her zaman biraz kıskançtı, onun fıtratında var bu. Pars'ı görünce yerimde olmak istemesini o zamanlar da anlıyordum şimdi de. Ama bunu beni sevmediği için istemiyordu, o böyle işte, değişemez hep böyleydi. Ben onu yıllarca böyle kabullendim, şimdi neden burada değil peki? Bu hayat beni değiştirdi mi? En yakın arkadaşlarımızı tüm kötülüklerine rağmen severiz demiştin hatırladın mı? Ben neden yapmadım bunu, onu yalnız bıraktım."

Yanaklarımdan düşen yaşlar çenemi sıyırıp kucağıma düşmüştü. Begüm'ün elleri kolumdan geri çekildiğinde beni sıkıca tutup göğsüne yasladı ve bir abla sıcaklığıyla sıvazladı sırtımı.

"Büyüyorsun." dedi. Titrek sesinin tınısında gurur gizliydi. "Şimdi sorguladığın her şey, büyümenin sana getirdiği sancılardan başka bir şey değil. Bu senin hayatın güzelim, onunla ne yapmak istersen yapabilirsin. Yanında kimi istersen tutabilirsin, kendi doğruların bile bazen yanlış çıkabilir, olgunlaştıkça değişir çünkü sen olgunlaştıkça resmin renkleri değişir, insanların rolleri değişir."

Elleri saçlarımı usulca okşarken kapattığım gözlerimle kendimi gördüğüm şefkate teslim ediyordum.

 

 

♟♟♟

 

PARS

Sırtım soğuk duvarı sarmalarken kulaklarım duyduğum sözlerle çınlıyordu. Nasya'nın ablasının kollarında sessizce ağlayışını görüyordum. Benim için hayatında yaptığı en büyük fedakârlığı ilk ağızdan duymuştum.

Bunca zaman bunu hiç düşünemedim, onu özleyeceğini hiç düşünemedim. Çünkü ben bana ihanet eden birini özlemezdim ama o özlüyordu, benim hissedemediğim insani duygular onun güzel yüreğinde rahatsızca kıpırdanıyordu.

O kızın yüzünü bile görmek istemezken şimdi sevgilimin en özel gününde burada olmasını istediğimi biliyordum. Begüm'ü getirmiştim evet ama onun bunca zaman kardeşim dediği kişi Defne'ydi.

Yalnız kalmaması için tüm dünyayı buraya yığabilirdim Defne dışında ama o Defne'yi istiyordu. Dile getiremese de onu istiyordu.

İçime çektiğim derin nefesle düşen omuzlarımı dikleştirdim ve dağılan dikkatimi toparlayarak adımlarımı mutfağa doğru çevirdim. Attığım adımlarla aklımda alıp vermeye çoktan başlamıştım.

Defne'nin Nasya'ya yeniden zarar vermesinden korkuyordum fakat şimdi öğrendiğim bu hüznünü görmezden gelebilecek miydim? Hiç sanmıyorum. Defneyi mi istiyordu? Peki. Eğer yanında onu istiyorsa bunu yapardım, mutlu olması için her şeyi yapardım.

"Günaydın efendim." Mutfak kapılarından içeri girdiğimde Davut'un silueti bahçeden mutfağa açılan kapıda göründü. "Günaydın Davut." dedim sıkkın bir nefesle kahve makinesine doğru ilerlerken.

Görevliler çoktan etrafta koşuşturmaya başlamıştı bile. Davut ise içeriye girerek yanıma doğru yaklaştı. "Yorgun gözüküyorsunuz." dedi, adımları birkaç santim önümde durduğunda.

"Öyle mi?" alayla kıvrılan dudaklarımla uzanıp açık raftan iki kupa aldım. Tezgâhın üzerine bıraktığım kupalardan birine şekerlikten üç şeker attığımda burnumdan aldığım sert bir nefesle konuştum. "Hazırlıklar bitti mi?" dedim. Bitmediğini biliyordum ama neden geç kalındı öğrenmenin en iyi yolu buydu.

"Hayır, efendim. İstediğiniz çiçekler seralardan yeni toplandı. Onları beklediğimiz için aksaklıklar oldu fakat bir saatten daha kısa sürede hazır olaca-"

"Ne kadar zor olabilir ki?" dedim, kupalara kahveleri yavaşça doldururken. "Ne kadar zor olabilir Davut, sade bir tören için organizasyon hazırlamak ne kadar zor olabilir?" Kahve makinesini yerine bıraktım ve ellerime aldığım kupalarla bedenimi ona döndüm.

"Efendim, çiçekçiler tomurcuk gülleri toplamayı reddettiği için bulmam biraz uzun sürdü, şayet açmış güller isteseydiniz çokta-"

"Neden tomurcuk istedim sence?" Ona doğru bir adım atıp dibinde durduğumda yavaşça eğildim üzerine. "Siktiğimin nikâhında tomurcuk güller dışında hiçbir bok arzulamadım sence neden?" Sıktığım dişlerimin arasından tısladığımda bakışlarını yerde sabitledi.

"Çünkü tomurcuk gelecek demektir. Açmış güller değil tomurcukları istememin sebebi buydu. O kadına yarını armağan etmek istiyorum, bugünü değil." Geri çekildim ve adımlarımı mutfağın kapısına çevirdiğimde yavaşladım.

"Nikâhı birkaç saat erteleyeceğiz." dedim sıkkın sesimle. "Anlamadım efendim." Şaşkın sesiyle başım omuzumun üzerinden geri döndüğünde göz göze geldik.

"Nikâhı birkaç saat erteleyeceğiz ve sen de İstanbul'u arayıp Defne denen pisliği buraya getirteceksin." Duyduğu sözler afallamasına sebep olurken kaşları şaşkınlıkla havalandı "Defne?" dedi şaşkınca.

"Evet. Kimseye bir şeyden bahsetme, git getir şu kadını." Arkamı döndüm ve beklemeden çıktım mutfaktan. Adımlarım verandaya açılan sürgülü kapılardan geçerken Nasya'nın dalgınca hamaktan kumsalı izlediğini görüyordum.

"Günaydın sevgilim." diyerek dikkatini üzerime çektim. Yüzünde koca bir gülümseme ile bakışları bana döndü "Günaydın damat bey." dedi kıkırdayarak.

Ağlamasını çoktan dindirmiş ve yüzünde mutlu ifadesi takılıydı ama beni kandıramayacağını hala öğrenemedi.

"Günaydın, dünyanın en güzel gelini." Yanına doğru ilerledim ve elimdeki kupalardan şekerli olanı ona doğru uzattım. Güzel parmakları sıcak kupayı sardığında kupasını aldı ve hamakta yavaşça geri yaslandı.

Ayakları aşağıya salınırken bakışları kumsala döndü ve yanaklarında sahici bir gülümseme oluştu. "Hazırlığa gerek var mıydı ki? Sadece dördümüz olacağız yani sade bir nikâhta yeterliydi." dedi.

"Oldukça sade zaten." Yavaşça yanına çöktüğümde ağırlığım, bana doğru kaymasına neden oluyordu.

Sessizce kıkırdadı ve başını omuzuma yaslayarak sessiz bir nefes çekti içine. "Hala inanamıyorum." dedi hülyalı bir mırıltıyla. "Neye?" dedim.

Kahveyi sol elimde sıkıca tutarken sağ kolumu usulca omuzuna sardım ve hamakta geri yaslanarak onu göğsüme doğru yasladım. Parmaklarının arasındaki kupayı dikkatle tutarken hamağı hafifçe sallamaya başlamıştım bile.

"Evleniyoruz; öylece, habersiz." Gizli saklı bir şeyler karıştıran bir çocuğun telaşı ve heyecanı ile konuşmaya devam etti. "Annem ve babam duyunca ne yapacak bilmiyorum ve tabii Adil Bey. Sonuçta beni istemediğini bir kız kulesine yazmadığı kaldı." dedi ve alayla kıkırdadı.

"Kenan'ın bir şey diyeceğini düşünmüyorum ama Gülsüm aksilik bakımından babama oldukça yakın, onun moralini bozabiliriz." dedim ve burnumdan histerik bir nefes bıraktım.

"Annemle neden elektriğiniz uymuyor anlamıyorum." Sesi neredeyse üzgün çıkmıştı. "Çünkü ben Adil Katipoğlu'nun oğluyum, akıllı olan her kadın benden pek hazzetmez zaten." dedim alayla.

"Sen baban gibi değilsin!" dedi sertçe çıkışırken. "Çabalıyorum güzelim, onun gibi olmamak için çabalıyorum." Dudaklarım saçlarını sararken küçük bir öpücük bıraktım.

"İdil ve Paren'e haber verdin mi?" dedi heyecanla geri çekildiğinde. Bakışları yüzüme dönerken sıkkınca bir nefes verdim ve kupamdan bir yudum kahve aldım.

"Pars?" Sorgulayıcı sesiyle gözlerim güzel yüzüne döndü. "Hayır."

"Ama neden?" Neredeyse azarlıyor gibi çıkan sesiyle omuzundaki kolumu geri çektim ve kahve kupasını hamağın yanındaki masanın üzerine bırakarak toparlandım.

"Çünkü duyulsun istemiyorum." dedim. Bakışlarım yüzüne döndü yeniden. "İdil duyarsa herkes duyar, kardeşimin ağzında bakla tutamama gibi bir huyu var." diye bitirdim açıklamamı.

İdil'i tanıyorum, bu güzel haberi birkaç kişiye uçurur ve onlarda saatler içinde diğerlerine yayardı. İpin ucu öyle hızlı kaçar ki elimden, bunu göze alamam.

"Saçmalama. Kardeşlerinin de burada olmasını istiyorum." Hızla ayağa kalktığında kahve kupasını benimkinin yanına bıraktı ve karşımda dikelerek ellerini beline yasladı. "Arar mısın lütfen? Söyleme evleneceğimizi, buraya geldiklerinde öğrenirler ama onlar olmadan evlenmeyeceğim." dedi.

Yüzümde şaşkın bir gülümseme oluşurken neden böyle ansızın kardeşlerimi ister olmuştu anlayamıyorum. "Hayatım anlamıyorsun galiba, İdil bir şekil-"

"Pars, evlenmem." Ellerini küskünce göğsünde birleştirdiğinde dudaklarını büktü ve yineledi. "Eğer kardeşlerin bu özel günde bizimle olmazsa vallahi de billahi de evlenmem. Hem onlardan başka kimin var senin Allah aşkına, hadi ya."

Israrı ile sıkkınca yüzümü ovuşturdum ve geri çektim ellerimi. "Yavrum işleri karıştırma, böylesi daha uygun diyorsam bil ki öyledir."

'Neden ısrar ediyorsun anlamıyorum?'

"Sen bilirsin." dedi ve kızgınca arkasını dönerek evin içine girdi.

"Ne oluyor şimdi?" Hızla ayağa kalktığımda hamaktan yere düşen defteri gördüm.

Bakışlarım ters dönen günlükte gezinirken başımdan aşağıya boşalan kaynar suyla eğilip yerdeki defteri aldım. Ön yüzünü çevirdiğimde bunun benim günlüğüm olduğunu fark ediyordum.

Eğildiğim yerden kalktığımda avuçlarımın arasında öfkeyle sıktığım ajandayla zihnim bir sürü ihtimali seri verdi önüme. Ne okumuştu? Ne kadarını? Bana sormadan iznim olmadan bunu nasıl yapar aklım almıyor! Siktiğimin günlüğüne nasıl ulaştı, anlamıyorum!

Avuçlarımda buruşan ajanda ile birlikte evin içine daldım. Gözümün önünde yükselen karanlık boğazımda öfkeli bir gıcıklama yayarken adımlarım yatak odasına döndü.

O sırada Kuzgun'un odasından çıkıp bana doğru geldiğini görüyordum. "Günaydın." dedi esneyerek. Öfke bedenimi öyle hızlı sarmıştı ki durup ona bir cevap bile verme gereği duymadan yatak odasının kapısından geçip ardımdan sertçe çarptım.

"Nasya!" Bağırışım odada yankılandığında banyodan gelen sesi kulaklarıma ulaştı.

"Ben söyleyeceğimi söyledim Pars, boşuna ısrar etme. Onlar gelmeden 'Evet.' falan demem." dedi alaycı bir yorumla. Hızla banyoya doğru ilerledim ve kapıyı sertçe geri çarptığımda olduğu yerde sıçradı. "Ay ne oluyor?" dedi kıkırdayarak bana bakarken.

Aldığım öfkeli soluklar bedenimi titretirken nasıl olurda bana sormadan özelimi karıştırdığını sorguluyordum. Nasıl böyle bir şeye cüret eder, anlamıyorum.

Bakışları elimdeki ajandaya döndüğünde yüzündeki gülümseme silindi ve tedirgin bakışları yüzüme döndü. "Pars." dedi fısıltıyla.

"Ne cüretle!" Öfkeyle üzerine doğru yürüdüğümde gözlerinin korkuyla açıldığını görüyordum. "Pars, ben..." dedi ve geriye doğru çekildi.

"Öylece alıp okuyabileceğine seni ne ikna etti lan?"

Bağırarak üzerine doğru yürüdüğümde sırtı banyonun duvarını sarana dek geriye doğru kaçtı. "Pars dur." Gözleri korkuyla baksa da ben öfkemi dizginleyemiyordum.

Kuzgun'un bahsettiği, beni defalarca kez uyardığı o öfke sarmalının içine çoktan çekilmiştim ve bundan sonra duramayacağımı çok iyi biliyorum. Duramam, öfkem önce beni sonra karşımdakini yakıp yıkıncaya kadar duramam.

Üstelik şimdi, ilk kez biri tüm açıklığıyla içimi dışımı görmüştü! İznim bile olmadan! Buna nasıl cüret eder, çıldıracağım.

"Ne geçiyordu aklından!" Dibinde durduğumda sertçe çenesini kavradım ve başını arkadaki fayanslara çarptım. Acıyla inledi.

"Sınırları bilmez misin sen? Söyle bana!" Öfkem bedenimi titretirken gözlerinin dolduğunu görüyordum.

'Durmam gerekiyor. Sikeyim, durmam gerekiyor. Onu korkutuyorum.'

"Ben s- sadece..." Kekelemeye başladığında sıkılan çenesi morarmaya başlıyordu.

"Sen sadece ne? Hakkımdaki her boku bilmek mi istiyorsun? Söyle bana. Daha mı iyi hissettirecek!"

"Pars sakin ol." Gözünden bir damla yaş yanağından aşağıya akarken parmaklarımın arasında kayboldu.

Alnımı alnına sertçe çarptım ve çenesindeki elimi geri çekerek avuçlarımı ardındaki duvara geçirdim. "Bok gibi bir hayattan geldim! Oldu mu? Leş gibi bir geçmişi sırtımda kambur gibi taşıyorum! Öğrenmişsindir zaten!"

Duvara çarptığım günlüğü banyonun diğer ucuna fırlattığımda yeniden hırladım. "Neden bu kadar boktan bir adamım çözdün mü? Söyle bana! Neden istediğin gibi biri olamıyorum okudun mu? Kaçını okudun söylesene! Ne kadarını? Bana sormadan geçmişime öylece dalabileceğine seni inandıran neydi!"

Bağırtım her kelimede kirpiklerini titretirken burnunun ucu kızarıyor ve gözlerine dolan yaşlar yavaşça yanaklarından firar ediyordu. "Söyle bana ne değişti şimdi! Bilmen neyi değiştirdi! Yine mi kaçacaksın?"

Hızla geri çekildim ve ellerim banyonun kapısını gösterirken yeniden bağırdım. "Yine mi gideceksin? 'Yapamam ben Pars.' mı diyeceksin? Eğer öyleyse git. Şimdi siktiğimin kapısından çık ve git! Okudukların seni korkuttuysa git!"

Öfkeden titreyen sağ kolum kapıyı işaret ederken az önce onu yapıştırdığım duvardan beni korkuyla izliyordu. "Bakma bana öyle! Gideceksen git! Ben alışkınım, yıkılmam git. Kaldıramayacağını biliyorum zaten beni ama gideceksen şimdi-"

Sözlerimi daha bitirememiştim ki hızla çıktı banyodan. Ellerim öylece havada kalırken az önce durduğu duvarda tutundu gözlerim. Göz pınarlarım deli gibi yanarken gideceğini hiç düşünmediğimi o an fak ediyordum. 'Git.' demiştim ama gitmezdi.

'Gitmemeliydi.'

Kolum yavaşça yere inerken adımlarım Nasya'nın az önce yaslı olduğu duvara döndü.

Sırtımı yasladığımda başımı ardımdaki duvara sertçe çarptım. Bedenim yavaşça kayarken soğuk fayansların üzerine bıraktım kendimi. Yere öylece çökerken dizlerimi kendime doğru çektim ve kollarımı diz kapaklarıma yaslayarak başımı kollarımın arasına gömdüm.

Gitmişti.

Ben elimin değdiği, gözümün gördüğü her şeyi lanetlemeye yeminli bir adam gibi onu da soldurmayı başarmıştım. Uğruna her şeyi göze aldığım kadını ellerimle göndermiştim, üstelik düğün günümüzde.

Ne kadarını okumuştu kim bilir? Ne biliyordu hakkımda? Küçük yaşta elime silah alıp bir adamın kafasını uçurduğumu mu okumuştu yoksa içimdeki kötülüğün satırlara daha çok küçük yaşta yansıyışını mı?

Aydınlığımı isteyen bu kadın, içimde hiçbir ışık olmadığını anlamıştı. Kalamazdı zaten, kimse kalamaz böylesine zifiri bir yerde. O da kalamadı. Yaşam enerjisi bendeki Azrail'in tezadına düşerken nasıl kalırdı?

Başka bir hayatta başka kimliklerde belki, bunda değil. Artık değil. Gitti işte. Annem gibi, gitti...

Bitti işte, ihtimalim de bitti. Mutlu olma ihtimalim de bitti. Onun sevgisi bile beni değiştirmeye yetmemişti, aksine benim kasvetim onun ruhunu soldurdu.

"Hoşça kal." dedim kesik bir fısıltıyla. Gözlerim yerdeki mermerde dolanırken dudaklarımda sessiz bir gülümseme oluştu. "Bu kadar mutluluk bile fazlaydı zaten bana." Gözlerim öylesine doluydu ki görüşüm artık bulanık bir görselle parlıyordu.

Bu kaybedişimin en gerçekçi haliydi. Ayaklarımın altındaki fayans kadar soğuk, sırtımı yasladığım duvar kadar sertti. Aklım başımda ama değil de aynı zamanda, aksi halde gidişine müsaade ediyor oluşum nasıl bir açıklamayla karşılık bulur?

Duyduğum adım sesleriyle başım heyecanla banyonun kapısına döndü. Nasya'nın geldiğini düşünürken Kuzgun'un silueti bulanık gözlerimin önünde belirdiğinde içimdeki son ihtimali de öldürüyordum. Belki gitmemiştir diyen o küçük, cılız, güçsüz ihtimali.

Gitmişti.

Kuzgun' un açık olan banyo kapısında durmuş şaşkın bir şekilde beni izlediğini görüyordum. "Pars." dedi, sesi bir fısıltıyla kulaklarıma ulaşırken.

Sol gözümden bir damla yaş plansızca yanağımdan aşağıya kaydı. "Gitti mi?" dedim. Boğazım öyle kuruydu ki sesim öksürüğün ardından kurulan kelimelerin tınısı kadar çatlakça çıkıyordu.

"Kim?" dedi afallamış bir yüzle. "Nasya. Gitti mi?" diye yineledim.

"Ne saçmalıyorsun? Kahvaltı sofrasındayız seni bekliyoruz, ne yapıyorsun orada?" dedi ve içeri girerek bana doğru yaklaştı.

"Kahvaltı mı?" Şaşkın bakışlarım yüzüne döndü. Suratımdaki afallamayı avuç içlerimin ovuşturmasıyla kovaladım ve dağılan dikkatimi toparladım.

'Gitmemiş miydi? Ama...'

"Evet, kızlar başladı bile. Sonrasında denize gireceklermiş. Davut nikâhın akşam olacağını söyleyince serinlemeye karar verdiler ama senin neyin var? Pars bir şey mi oldu?" Yavaşça yanımda yere çöktüğünde banyo zemininde oturdu.

"Nasya içeride yani?" dedim. Tekrar duymak istiyordum, ikna olana kadar defalarca kez.

"Evet abi, içeride. En son pankeke bal sürüyordu." dedi ve sakince gülümsedi.

"Gitmedi." Derin bir nefes çektim içime, öyle derin ki tüm ruhumun karmaşasını susturuyordu.

"Pars ne oluyor? Tartıştınız mı yoksa?" Kaşları çatıldığında beni çözmeye çalışıyordu.

Hızla oturduğum soğuk zeminde toparlandım ve ayağa kalktım, adımlarım lavaboya doğru döndüğünde açtığım suyu sertçe çarptım yüzüme.

Kendime gelmem gerek, sikeyim onu böyle kaybedemem. Kendime gelmem gerek. Neden gitmedi ki? Hala evlenmek istiyor mu yoksa günü mü mahvetmemeye çalışıyor, bilmem gerek.

Kapattığım suyla birlikte hızla yüzümü havluya kuruladım ve çıktım banyodan. Adımlarım salona döndüğünde masanın ucunda oturmuş pankek yerken buluyordum onu. Begüm'le bir şeyler konuşurlarken gözlerim yüzünde gezindi. Aklından ne geçiyordu bilmem gerek.

"Günaydın." dedim fısıltıyla masaya doğru ilerlerken. "Günaydın." dedi Begüm güleç bir ifadeyle ve tabağından bir salatalık alıp ağzına attı.

Bakışlarım Nasya'ya döndüğünde gözlerinin elindeki pankekte olduğunu görüyordum. Bana bakmıyordu.

Sıkkın bir nefes alarak ona doğru ilerledim ve yanındaki sandalyeyi çektim. Gözleri bir salise bile kaymadı üzerime ama 'Oturma.' da demedi. Normalde çemkirmesi gerekmez miydi?

'O kadar mı çıkardın beni gözden güzelim? Kızmıyorsun bile.'

"Pankek mi yapmışlar?" dedim sandalyeye çökerken. Pankek umurumda bile değildi, tek derdim gözlerini yüzüme çevirmesiydi. Bana bakıp, 'Evet pankek yapmışlar.' dese ve gözleri benimkilere bir kez olsun çarpsa anlardım ne hissettiğini ama bakmıyordu.

"Evet, çok lezzetli olmuş." dedi Begüm.

Kuzgun da masada bize katıldığında Begüm'ün yanındaki sandalyeyi çekti ve oturdu.

Önümdeki tabağa bir pankek koyduğum sırada gözlerim kaçakça Nasya'da dolandı ama beni görmüyordu bile. Bakışlarım çenesine döndüğünde parmaklarımın izinin hafif bir kızarıklıkla kendini belli ettiğini görüyordum.

Avuçlarımın arasında tuttuğum tabağı tüm gücümle sıktım, ona bunu yaptığım için kendime çok daha fazlasını yapabilirdim. Elimi parçalayana kadar önümdeki masaya geçirebilir, acısını hissedene kadar kendime eziyet edebilirdim ama hiçbir işe yaramaz. Yüzündeki o kırgınlık, onu hiçbir şey silemez.

Mahvettim işte, her şeyi mahvettim, Öfke krizlerim birçok kez hayatımdaki kadınlara zarar vermişti ama o Nasya'ydı. Ona sevgim bile zarar verecek diye korkarken, siktiğimin bir günlüğü bana bunu yaptırmıştı. Geçmişim öyle büyük bir lanet taşıyor ki bahsi geçtiği her yer böyle lekeleniyor işte.

"Biz kahvaltıdan sonra sahile ineceğiz, sen de gelsene." dedi Begüm heyecanla pankekten bir ısırık aldığı sırada.

Zihnim anın gerçekliğine dönerken avuçlarımda sıktığım tabağı serbest bıraktım ve ağırca yutkundum.

"Yani madem ertelendi nikâh, biraz serinleyelim dedik." Gülen gözleri bir bende bir de Nasya'da gezindiği sırada başımı usulca salladım.

"Olur." dedim. Bakışlarım Nasya'ya döndüğünde, onun buna karşı gelmesini bekledim ama yapmadı. Yani beni yanında bile istediğinden şüpheliyken bir de benimle denize mi girecek?

Zihnimdeki dalgınlığı Nasya'nın yumuşak sesi bıçak gibi kestiğinde Begüm'e çevirdiği gözleriyle huzursuzca mırıldandı "Ama ben bikini falan getirmedim." Kardeşine bakıyordu ama gözleri bir kez olsun bana dönmedi.

'Bana neden bakmıyorsun? Kafayı yiyeceğim, bana neden çevirmiyorsun o güzel gözlerini?'

"Hallederiz güzelim." dedim heyecanla araya girerken.

Begüm'ün bakışları bana döndüğünde Nasya da baksın diye bekledim ama o sadece "Olabilir." demekle yetindi.

'Ne bok yedim lan ben!'

"Davut!" Bağırışım odada yankılandığında Nasya sessizce sıçradı. Bunu yalnızca ben fark etmiştim ama bu fark ediş beni mahvetti. Düşmanımın kör kurşunuyla delik deşik edilseydim eğer canım çok daha az yanardı.

Sevdiğim kadının sesimden korkması boğazımda geçilmez bir bariyer oluştururken Davut aceleyle içeri girdi ve yanımda durdu. "Buyurun efendim." dedi.

"K-kızlara bikini ayarlasınlar ve gelinlik için," Bakışlarım Nasya'ya döndüğünde ağırca yutkundum ve ona doğru hafifçe eğilerek sessiz bir fısıltıyla konuştum. "Gelinlik için birkaç model getirsinler, sen de aralarından birini seç olur mu?" dedim.

İşte bu tam da 'Ne gelinliği Allah'ın ruh hastası, seninle evlenmektense kendimi öldürürüm daha iyi.' diyeceği kısımdı. Biliyorum, hazırdım.

"Olur." dedi yine yüzüme bakmadan.

'Olur dedi. Siktir! Olur mu dedi?'

"T-tamam." dedim ve geri çekildiğimde gözlerim Davut'a döndü. "Birkaç saat içinde gelinlik için birileri gelsin, salaş bir şeyler aradığımızı söyle. Denize girip ata binebileceğimiz tarzda bir şeyler." dedim.

Davut başını olumlu anlamda salladı ve hızla ayrıldı yanımızdan, bakışlarım Nasya'ya döndüğünde hala benimle evlenmek istediğini öğrenmenin verdiği afallamayla onu öylece izleye kalıyordum.

Az önce yaşanan şeyden sonra, günlükte yazan onca şeyden sonra hala benimle olmak istiyordu yani öyle mi? Gitmiyordu. Ne benden ne de bizden gitmiyordu.

"Ben deniz öncesi pek yiyemem ama bikiniler gelene kadar bir duş alacağım, size afiyet olsun." Begüm güleç bir sesle tabaktaki pankeki ağzına tıkıştırdı ve kalktı masadan.

"Ben de yardım edeyim." Kuzgun da peşinden kalktığında şaşkınlıkla bakakalıyordum. "Müsaadenizle." dedi ve Begüm'le birlikle kıkırdayarak uzaklaştılar masadan.

'Banyo yaparken mi yardım edeceksin? Siz hangi ara bu kadar yakınlaştınız ulan?'

Bakışlarım gözden kaybolan ikiliden önümdeki tabağa döndüğünde, gözlerim kaçakça Nasya'ya doğru kaydı. Parmaklarının arasında büktüğü pankeki sessizce yemeye devam ediyordu.

"Nasya." dedim. Sesim öyle kısık çıkıyordu ki duyulduğundan bile şüpheliydim. Cevap vermedi. "Özür dilerim." dedim.

Şimdi yüzümde bedenimle birlikte yavaşça ona doğru döndüğünde boştaki elini avuçlarımın arasına aldım ve yavaşça üzerine doğru eğildiğimde elini sertçe çekti avuç içimden. Gözlerim boş kalan ellerime döndüğünde ağırca yutkundum.

"Hak ettim," dedim başımı yavaşça sallarken. "Çok daha fazlasını hak ettim ama bak bana." Elim yüzüne doğru kalktığında sandalyesini sertçe geri itti ve elindeki pankeki tabağa bırakarak kalktı masadan.

Öylece oturduğum sandalyede salondan sahile açılan kapılardan çıkışını gördüm. Öfkeyle denize doğru yürürken geriye ittirdiğim sandalyeden kalktım ve peşine takıldım. Adımlarım sıcak kumlara karıştığında arkasından seslendim. "Nasya."

Sesim kumsalda yayıldığında hazırlıkları yapan korumalar bize bakıyordu. Onlara öfkeyle önlerini dönmelerini işaret ettiğimde koşarak Nasya'ya yetiştim ve aramızdaki mesafeyi kapattım. "Güzelim konuşmayacak mısın?" Uzanıp kolunu tuttuğumda sertçe geri çekildi.

"Bunu ben seçiyorum." dedi. Sesi titrerken gözleri nihayet yüzüme döndü. Bana asırlar gibi gelen bu ayrılık nihayet bir sona ulaşırken neyden bahsettiğini anlayamıyordum. "Seni ben seçiyorum. Henüz öğrendiğim geçmişine rağmen seviyorum." dedi.

Sol yanağından bir damla yaş aktığında burnunu içine çekti ve devam etti "Seni seviyorum. Geçmişinle, bugününle ama duracaksın Pars." Bana doğru bir adım atıp dibimde durduğunda aşağıdan yukarıya çevirdiği bakışlarıyla gözleri dolmaya devam ederken yeniden konuştu. "Beni incitmeden sevmeyi öğreneceksin, öfkeni kontrol edeceksin. Bir kez daha canımı böyle yakarsan, kalbimi böyle kırarsan yemin ederim giderim. Bu kez gerçekten." dedi.

"Bir dahası olmayacak. Asla." dedim. Gözlerim alev alev yanıyordu! Sikiyim böyle duygu yüklü bir adam değildim ben, bana ne oluyor lan!

"Ben Deniz değilim, Sare ya da diğer orospulardan biri. Ben Nasya'yım. Geçmişini öğrenmek için bu kadar çabalamam bile saçmalık. Sen hakkımdaki her şeyi biliyorsun ama ben birkaç sayfa okuyamıyor muyum? Yaptığın ya da yaşadığın hiçbir şey umurumda değil, anlamıyor musun? Seni seviyorum geri zekâlı, bu sabaha kadar da bir kez olsun korkmadım senden ama şimdi... Şimdi yaptığın bu saçmalığı düzelteceksin. Onaracaksın Pars." İşaret parmağını göğsüme bastırdı ve devam etti "Sarstığın bu güvenimi onaracaksın." dedi ve geri çekildi.

Güçlü bir nefesi ciğerlerimden dışarı boşaltırken omuzlarım rahatlamış bir ifadeyle çöküyordu. Düzeltmek için gerekirse dünyayı terse çevirirdim, yeter ki bizden vazgeçmesin.

Bakışlarım bana arkasını dönen güzel kadına döndüğünde onu üzerindeki kıyafetlerle denize doğru yürürken buluyordum. Saçları rüzgârda uçuşuyor, öfkeli adımları ayaklarının altındaki kumu etrafa saçıyordu ama o durmadı. "Nasya?"

Beklemeden kendini suyun içine attığını gördüm. Peşinden suya atladığımda yüzme bilmediği halde yaptığı bu saçmalık beni geriyordu, hızla belinden kavradım ve bedenini kendime doğru çektiğimde suyun içinde yavaşça salınmaya başladık.

Titreyen dudakları, ıslak saçları ve uzun kirpiklerinden damlayan sularla bana bakıyordu. "Canımı çok yaktın." dedi. Çenesi titrerken devam etti. "Ruhumu acıttın."

Dudaklarım dudaklarını öyle hızlı kavradı ki acısına verecek tek bir cevabım yoktu ama ona duyduğum pişmanlığın büyüklüğünü hissettirebileceğimi biliyordum. Yavaşça kavradığım alt dudağını içime çekerken usulca emmeye başladım, bana karşılık vermemeye yeminli gibiyken üst dudağını aldım bu kez ağzıma. "Lütfen," dedim çaresizce inlerken. "Yalvarırım öp beni, karşılıksız durma böyle, öp beni."

Nefesim onunkine karışırken onunki bana kayıtsız kalıyordu, ıslak yüzünde hissettiğin sıcak yaşlarla bedenlerimizi birbirine iyice mıhladım. Dudaklarından geri çekildiğimde alnımı onun alnına yasladım ve gözlerimiz birbirini buldu. "Affettireceğim, neye mal olursa olsun affedeceksin beni. Söz veriyorum."

Yeniden yapıştım dudaklarına, bu kez daha hırçın öpmeye başlıyordum. Öpüşüme küskünce karşılık bulduğumda belini saran ellerim yüzüne doğru yükseldi, yanaklarını avuç içlerime aldığımda dudaklarım çenesine doğru kaydı. Hafifçe kızarık duran küçük çenesine...

Her öpüş sessizce hıçkırmasına sebep olurken kendime lanetler savuruyordum. Ona bunu yaptığım için, bize bunu yaptığım için lanetler savuruyordum.

Kadınlar nasıl sevilir hiç öğrenmemiştim. Benim yöntemlerim farklıydı, ağırdı. Nasya'nın kabul edemeyeceği kadar ağır. Durmam gerekiyor, artık durmam ve düzelmem gerekiyor. Onu kaybedemem, bizi kaybedemem.

 

Dakikalardır sıcak suyun bedenimdeki kasveti silmesini bekliyorum, dakikalardır duşa kabinin içinde durmuş olup biten tüm karmaşayı sindirmeye çalışıyorum.

Babamın önünü kesebilmek için aldığım bu ani evlilik kararı bünyemde öyle büyük bir stres yayıyor ki, henüz güven problemlerimiz bile halledilmemişken ikimizin de birbirine karşı yaraları böyle açıkken Nasya ile evleniyor olmak dengemi allak bullak ediyor.

Onun yeni yeni sahip olduğu güvensizliğiyle canını yakmamdan ne denli korktuğunu biliyorum. Bana gelince ise her an yeniden terkedilmenin verdiği korkuyla kıvranıp duruyorum.

Hata mı yapıyorum? İkimize de haksızlık mı tüm bu olanlar, bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var, o kadın nefes almamın tek nedeni, varlığımı anlamlı kılan ruhumun pasını usulca silen her şey. Onu kaybetmekten deli gibi korkuyorum, bu korku beni olmadığım bir adama çeviriyor fakat ben onunla değişmekten oldukça memnunum.

Tek korkum şu ki; ya tüm değişimlere rağmen ona hala fazla gelirsem, aşırılıklarım ve baskınlığımla bunaltırsam ne olur? Çeyrek asrı geçen hayatımda onun için değişime açık olduğumu biliyorum fakat tüm değişimlerden sonra bile ona yeterli gelmezsem ne olacak?

Ben Alphan gibi kulüp adamı olamam ya da Nasya'nın istediği türde bir enerjiyle dolup taşamam biliyorum fakat o öyle çömez ki, öyle bakir hislerle dolu ki daha fazlasını isteyecek biliyorum. Normal bir hayat, normal bir çift olmak isteyecek. Hakkı da ama ben nasıl hiç olmadığım o adama dönüşeceğim?

Tüm şartları zorluyorum ve her birini zorlamaya devamda edeceğim, umudum şudur ki bunlar ona yetsin. Sadece sevgim aramızdaki bu bağı sağlamlaştırmaya yetsin aksi halde mutsuz bir ilişkinin içinde sıkışıp kalmasından korkuyorum.

Ne çok şeyden korkuyorum; konu Nasya olunca her bir şeyden korkuyorum. Onu üzecek, mutsuz edecek her şeyden. Yıllardır korku denen hissi yaşamamış olmanın afallaması var üzerimde, ben tüm canavarlarımla hayatın çok başında tanışmış ve her birini yenmişken şimdi bu ufak kadın yeni korkular ekiyor ruhuma. İçerisinde kaybetme ve zarar verme temalarını barındıran taptaze korkular.

Kulaklarımda çınlayan kapı tıklatması ile uzanıp sıcak suyu usulca kapattım. "Gel." Duvardaki havluyu aldığımda belime sararak çıktım duşa kabinde.

Davut'un telaşla açtığı kapı bizi karşı karşıya getirirken stresli bir surat ifadesi ile içeri girdi ve kapıyı ardından örttü. "Sorun ne?" dedim, belimde sıkılaştırdığım havluyla birlikte ona doğru ilerlerken.

"Melikşah." dedi sessiz bir fısıltıyla. Üzerine doğru yürüdüğümde zorlukla yutkundu ardından bakışlarını yere indirdi. "Melikşah, ne?"

"Efendim Defne Hanım, Melikşah'ın elindeler. Evine gidildiğinde orada bulunamayınca bize gönderilen bir mesajla karşılaştık." dedi.

Şakaklarım gerilirken bunu Nasya'nın böyle bir günde duyması demek, tüm düğünü berbat etmesi demekti. Çünkü arkadaşı o şerefsizin elindeyken bana asla 'Evet.' demez, biliyorum. "Devam et."

"Melih'i istiyor Pars Bey. Defne'ye karşılık o şerefsizi istiyor ve oldukça ciddi." dedi ve ceketinin cebinden çıkarttığı telefonu birkaç tıklama sonrası bana doğru uzattı. Elinden çekip aldığım telefonla hazırda bekleyen videoyu oynattım.

*

Melikşah'ın mide bulandırıcı suratı kadrajıma girdiğinde sarı dişleri ekranda parlakça gözüktü ve aldığı derin soluklarla konuştu. "Sevgili Pars, bak burada kimler var."

Kamera eski bir deponun içini gösterirken Defne'nin elleri ve ayakları bağlı bir şekilde yatağa bağlandığını görüyordum, ağzına sıkıştırılan bir bez parçasıyla nasıl korku dolu olduğunu da öyle.

"Merhaba de Defne, eminim biricik arkadaşın Nasya da bu videoyu izleyecektir, ona bir şeyler söyle hadi." dedi ve kuvvetli bir kahkaha attı ardından kamera Defne'nin ağlayan ve çırpınan bedeninden yeniden Melikşah'a döndü.

"Melih'i istiyorum, onu sapasağlam vereceksin bana, aksi halde bu küçük postacı güvercinini birkaç parçaya ayırıp güzel karına düğün hediyesi olarak kargolarım."

 

*

Ardından kapanan video ile avuçlarımın arasında sıktığım telefon birkaç çıtırtı yaydı. Davut uzanıp ellerimdeki telefonunu usulca alırken beklenti dolu bir ifade ile süzdü beni. "Ne yapmamızı istersiniz efendim?" dedi korkuyla.

"Nikâhı öne çek, bir saat içinde Nasya'nın karım olmasını istiyorum."

Şaşkınca aralanan dudakları, duyduklarının doğru olup olmadığını sorgulayan gözleriyle birlikte üzerimde dolandı.

"Bu nikâhı şimdi kıymazsam bir daha kıyamam! Evleneceğimi biliyor! Babamın öğrenmesi an meselesi! Git siktiğimin nikâh memurunu getir! Gelinlik olayı ne durumda?"

"Nasya Hanım bir tanesini seçtiler bile efendim, sizin içinde bir damatlık seçmişler." dedi, hala şaşkınlığı sürerken başımla onayladım.

"Güzel, gidip işleri hızlandır ve çeneni kapalı tut! Nasya bunu Lizbon'da öğrenmeyecek! Burayı mahvetmeyeceğim, Defne denen o kız yüzünden yeterince sorun yaşadık, düğün günüme gölge düşürmesine izin vermem!"

"Nasıl isterseniz, o halde kuaförlerin hazırlıklara başlamasını söylüyorum ben efendim. "

"Acele et, benim damatlığımı da odama göndert."

Aldığı emirle hızla açtığı banyo kapısından çıkıp uzaklaştı, odanın kapısının kapatıldığını duyduğumda ise sert bir nefes alarak yatak odasının içine doğru ilerledim.

"Nasya bunu öğrendiğin de kafayı yiyecek." Attığım birkaç adımla kendimi yatağa bırakırken odamın kapısı usulca tıklatıldı.

"Gir Davut." dedim bıkkın bir sesle. Islak sırtım yattığım yatakla birleşirken açılan kapıyla birlikte başım hafifçe dikeldi.

Görmeyi beklediğim kişi Davut'tu, elinde Nasya'nın benim için seçtiği damatlıkla birlikte içeri girmesine hazırdım ama karşımda onu görmeyi beklemiyordum.

"Sofia." Yatakta hızla toparlandım ve ayağa kalktım.

İçeri girip kapıyı üstüne ittirdiği sırada ağlamaya hazır gözleriyle bana doğru birkaç adım attı ve dibimde durdu. "Tebrikler." dedi. Dudaklarında hüzünlü bir gülümseme oluşurken burnunun ucu kızarıyordu.

"Senin burada ne işin var?" Şaşkınca az önce içeri girdiği kapıya çevirdim gözlerimi, onun burada ne işi vardı?

"Arkanı kollayacağımı söylemiştim hatırlıyor musun? Deniz'in bebeğinin senden olmadığını öğrendiğimiz gece, sanırım arkanı kollarken bazen kötü haberlerle de karşılaşabilme ihtimalini unutmuşum." Gözleri yüzümde dolanırken devam etti. "Evleneceğin gibi."

"Sofia niye tüm sınırlarımı zorluyorsun benim! Niye duracağın yeri hiç bilmiyorsun sen! Burada ne işin var kızım senin! Ben bu durumu Nasya'ya açıklayamam!"

Bileğini sertçe kavradım ve odanın kapısına doğru sürükledim. "Pars dur." Kolunu ellerimden geri çekti ve yanağından ansızın firar eden yaşı güçlü bir ifade ile elinin tersiyle sildi.

"Ne 'Dur.' lan! Bir gün! Siktiğimin bir gününü istiyorum tanrıdan; olaysız geçsin, sorunsuz bitsin ve ben artık Nasya'ya kavuşabileyim diye sadece bir gün lan! Gözümü açtığımdan beri başıma gelmeyen kalmadı! Şimdi de gelmişsin karşımda..." Sustum, titreyen kirpikleri ve saydam mavileriyle sanırım ilk kez ne kadar acı çektiğini anlıyordum.

Bir kadının acı çektiğini böyle olağan anlayabilmek tuhaftı, Nasya ölen birçok duygumu canlandırırken içine empatiyi de eklemeyi unutmamıştı işte.

"Sofia lütfen." dedim dişlerimi sıkarken, şakaklarım geriliyor ve her an Nasya tarafından yanlış anlaşılmaya sebebiyet verecek olmak beni zorluyordu.

"Seni durdurmak için gelmedim." dedi. Bir adım atıp dibimde durduğu sırada gözleri benimkilerde dolandı, dudaklarında yeniden aynı hüzün peyda oldu. "İstesem bunu çok kolay yolla yapardım Pars, babanı buraya göndermem yeterdi ama hayır." Elleri benim elime doğru uzandığında avuçlarının arasında hapsetti parmaklarımı.

Şimdi gözleri usulca okşadığı parmaklarımda dolanırken kesik bir mırıltıyla konuştu. "Mutlu olmanı dilemek dışında hiçbir şey yapmayacağım, o kızla mutlu olmayacağını biliyorum ama seni durdurmaya çalışmayacağım, neden biliyor musun?" Gözleri yüzüme döndüğünde ağırca yutkundu ve benden sıkkın bir nefes kazandı.

"Bilmiyorum," elimi ellerinden geri çektim ve bir adım geri çekildim. "Ve merakta etmiyorum. Sana gelince; beni tehdit etmeyecek kadar akıllı bir kadın olduğunu biliyorum, babamı buraya gönderemezsin çünkü bu sonun olur, beni durduramazsın çünkü o kadın hayatta değer verdiğim he-"

"Sonum olur öyle mi?" dedi histerik bir nefesle. "Söylesene bir kurşun yarası mı sonumu getirir benim, yoksa karşımda durup o kadın benim her şeyim demen mi? Ben ölümden korkmayı çok küçük yaşta bıraktım Pars, bana gelip ellerin kan içinde titreye titreye bir adamın ölüşünü anlatırken, sendeki o yoğun korkuyu giderebilmek için önce kendimdeki korkuyu öldürdüm ben! Ve ölüm korkusu dediğin bok Pars Katipoğlu, babanın sizin kaçacağınıza emin olmak adına gözlerimin önünde babamı öldürmesiyle birlikte tamamıyla silindi benden. Senin yıllarca beni suçladığın, 'Sattın, güvenimi kırdın.' dediğin o olay, küçük bir kızın babasının canını kurtarmak için verdiği bir bedeldi sadece. Nitekim işe de yaramadı zaten, Adil Bey benden tüm ailemi aldı. Bir babam vardı, onu da aldı. Bunca sene kaçıp gittiğime inanmak işini kolaylaştırmış olmalı, ne komik. Beni suçlamak baya kolay, oysa ben babana rağmen senden nefret etmedim. Ne senden ne de babandan, her şeye rağmen."

"Ne saçmalıyorsun sen? Bana babam Rusya'da kaldı dedin. Ne bu şimdi Sofia, yeni bir oyun mu?" Alayla arkamı döndüm ve odanın içine doğru ilerledim, söylediği şeyler beynimde keskin uğultular yayarken küçük bir kahkaha dolandı kulaklarımda.

"A tabi oyun, hı hı! Senin en azından kardeşlerin vardı, ben paralı bakıcılarla büyütüldüm Pars, dedemin bir kez bile görmek istemediği torununu bakıcılara emanet etmesi sonucu bu günlere kadar geldim ama bunun için de burada değilim biliyor musun?"

Arkam ona dönükken boğazımdan aşağıya sert bir yutkunuş bıraktım, babamın ona böyle büyük bir zarar vermiş olacağını bunca zaman nasıl düşünmem, ansızın ortadan kaybolmaları nasıl mantıklı gelir?

"Bunun için geldim." dedi.

Başım omuzumun üzerinden geri dönerken parmaklarının arasında salladığı bileklikte öylece duruyordu karşımda.

"Annemin." Hızla ona doğru ilerledim ve elindeki bilekliği sıkıca kavradım ama bırakmadı diğer ucunu. "Serpil teyzenin." dedi gülümserken.

Öyle sıkı tutuyorduk ki bilekliğin iki ucunu birinden biri daha sıkı asılsa ikiye bölünecekti ama yapmadık.

"Günlerce aradım bu bilekliği! Günlerce Sofia! Sende ne işi var?" Öfkeyle hırladığımda dudaklarındaki gülümseme gözünden akan yaşla süslendi. "Bana vermişti çünkü." dedi.

Suratımdaki öfke yerini şaşkınlığa bırakırken devam etti "Bir gün evleneceğimize inanıyordu ve bir keresinde; saçlarımı ördüğü günlerden birinde bileğinde gördüm, çok beğenmiştim ve o hiç düşünmeden çıkartıp avuçlarıma bıraktı."

"Annem o bilekliği sana vermez, o kendi annesinden ona kalan son yadigardı!" dedim öfkeyle bilekliğin ucunu sertçe kendime çekerken. Sofia da bileklikle birlikte dibime kadar girdi ve şimdi burun buruna gelmiştik.

"Ama verdi," dedi fısıltılı bir çaresizlikle. "Verdi Pars, o gitmeyi çok önceden koymuştu kafasına, erken gideceğini biliyordu ve gitmeden önce gelinine bir armağan bıraktı. Anlattığına göre sen hep benimle evleneceğini söylermişsin ona." Nefesi yüzüme çarparken ağırca yutkundum. "Annem böyle bir şey yapmaz." diyebildim sadece.

Gözlerim bilekliğe döndüğünde alnını göğsüme yasladı ve mırıltıyla devam etti. "Senin için gelin olarak beni seçmişti, ama eminim Nasya'yı da severdi." Bilekliğin ucunu bıraktığında elleri iki yanına düştü. Başını yaslandığı göğsümden yukarı çevirdiğinde göz göze geldik. "Onu da severdi." dedi ve gözlerinden akan yaşlarla gövdemdeki yanıklara yükselen dudaklarıyla sessiz bir öpücük bırakarak geri çekildi.

Neye uğradığımı şaşırdığım sırada odanın kapısı çalındı. Tedirgince o tarafa dönen bakışlarımla seslendim. "Kim o?"

"Benim efendim Davut, damatlığınızı getirdim." dedi.

"Gir." dediğimde kapıyı açarak içeriye doğru bir adım attığında Sofia'yı görerek eşikte dona kaldı "E-efendim..." dedi şaşkınca bana bakarken.

"Girsene lan içeri! Kapat şu kapıyı!" Öfkeyle tısladığımda hızla içeri girdi ve kapıyı ardından kapattı.

Elindeki damatlıkla birlikte bana doğru gelirken bakışları Sofia'nın üzerinde dolandı. "Damatlığınız hazır." Yatağın üzerine serdiği kıyafetlerle geri çekildi ve bir bana bir de Sofia'ya bakakaldı. "Ne tuhaf değil mi?" dedim alayla. "Nedir efendim tuhaf olan." dedi şaşkınca.

"Sofia işte bak." Onu gösterirken devam ettim. "Öyle elini kolunu sallaya sallaya giriyor içeri, ne acayip iş Davut ya, sanki dışarıda bir düzine koruma yok, öyle yolgeçen hanı gibi giren çıkan belli değil!"

Öfkeye bürünen sesimle yaptığım kinayeyi hızla kavradı. "Efendim çocuklar Sofia hanımın şirkette çalıştığını bildiği için..."

"Sorun yok Pars, gidiyorum zaten."

Sofia'nın kırgın sesi benden sıkkın bir nefes aldı ve memnuniyetsiz bir tını takınarak aralandı dudaklarım. "Anlıyorum Sofia, haksızlığa uğradın ama bir önemi yok. Artık hiçbirinin bir önemi yok, ben âşık oldum. İlk kez," Ona doğru birkaç adım attım ve dip dibe geldik. "Senden sonra biraz pisleştim kabul. Tüm kadınlardan senin hıncını çıkarttım, ona da eyvallah ama âşık oldum. Şimdi senin kendi isteğinle babama her şeyi anlatman ya da anlatmaman hiçbir şeyi değiştirmez, annemin sana bilekliği vermesi de öyle. "

"Sadece," dedi, elleri dudaklarımın üzerini örterken beni susturdu. "Bana sadece şunu söyle, eğer Nasya hiç gelmeseydi yine de sen ve ben olmaz mıydık Pars?" dedi.

Dudaklarımdaki parmaklarını yavaşça geri çektim ve yanaklarımda yayılan sessiz bir gülümseme ile cevap verdim. "Olurduk Sofia. Ama sen Deniz olurdun bense Pars, anlıyor musun? Bizden daha fazlası olmazdı çünkü benden daha fazlası çıkmazdı. "

"Ama onun için yaptıklarına bir bak, benim için de yapardın." dedi sesi titrerken.

"Yapmazdım. Eğer benden şu an dürüstlük bekliyorsan, cevabım bu. Yapmazdım Sofia, bana tüm bu aykırılıkları yaptıran tek kadın Nasya, haricinde kimse için tek bir adım atmazdım."

"Ama ona kilometrelerce koşuyorsun." dedi, hüzne bulalı bir bakışla. "Tüm ömrüm boyunca da koşacağım." dedim sakin bir gülüşle.

"Çünkü âşık oldun." dedi. Kendini ikna etmek ister gibi ve bir adım geri çekildi. Başımı onaylarcasına sallarken bana doğru kaldırdığı kollarıyla başı yavaşça sola eğildi.

"Son bir kez sarılsak?" Öyle zor duyulmuştu ki sesi, algılamam neredeyse birkaç saniye sürdü. "Sofia." dedim rahatsız bir ifadeyle. "Son bir kez çocukluk arkadaşım, sadece bir kez." diye fısıldadı.

Hızla ona doğru ilerlediğim sırada kollarını boynuma sıkıca doladı. Benim ellerim iki yanımda boşta salınırken o yüzünü boynuma iyice sokuşturdu ve derin bir nefes aldı.

"Seni hep seveceğim," diye fısıldadı ve devam etti. "Sana hep kilometrelerce koşacağım, bunu sakın unutma. Ben bunca yıl hiçbir erkeğe dokunmadım, bundan sonra da dokunmayacağım. Ben hep senin kalacağım Pars, ben hep o küçük, sevgi dolu, korumacı çocuğun güzel Sofia'sı olarak kalacağım." Omuzuma bıraktığı öpücükle hızla geri çekildi ve ben daha ne olduğunu anlayamadan odadan dışarıya doğru koşarak çıktı.

Öylece olduğum yerde kalırken duyduklarım afallamama sebep oluyordu. Bunca zaman beni mi beklemişti yani, bunca yıl? Ne büyük bir irade.

"Efendim iyi misiniz?" Davut'un şaşkın bakışları ile gözlerim yüzüne döndü. "Evet, çık da hazırlanayım, nikâh memurunu hallettin mi?" Yatağın üzerindeki kıyafetlere doğru ilerlerken ondan onay dolu birkaç kelime aldım.

"Evet efendim, birkaç dakika içinde burada olacaklar. Nasya Hanım da hazırlanmaya başladı, her şey bir saate tam istediğiniz gibi hazır olacak."

"Güzel." Uzanıp yatağın üzerine bıraktığım bileklikle birlikte Nasya'nın benim için seçtiği salaş beyaz gömleği üzerime geçirdim.

Davut kapıyı kapatıp çıktığında yatağa yavaşça çöktüm ve az önceki bilekliği avuçlarımın arasına aldım.

Annemin bu bilekliği ne çok sevdiğini anımsıyorum, bana 'Bunu ileride karına vereceğim.' dediğini. Paren kıskanırdı ama annem ısrarla 'Pars'ın karısı takacak.' derdi.

Dudaklarımda oluşan sıcak gülümseme ile avuçlarımda tuttuğum bilekliği dudaklarıma yükselttim. "Beni görüyorsun biliyorum, beni duyuyorsun anne." Sessizce öptüğüm altın parçasını geri indirdim dudaklarımdan ve bakışlarım başımla birlikte tavana döndü.

"Onu harika bir kadına vereceğim, en az senin kadar güçlü ve senin kadar asi." Dudaklarımda hüzne bulalı bir tebessüm yer ederken devam ettim. "Onun için deliriyorum ama artık benden korkuyor, nasıl sileceğim o korkusunu bilmiyorum. Yalvarırım yanımda ol, bugün ve sonrasında evliliğimin her gününde burada ol. Korkuyorum anne, ben ilk kez evleniyorum ve bu evlilik denen olay beni korkutuyor. Çünkü o Sare değil biliyorum, o hiç kimse değil, yanlış bir şey yapmaktan korkuyorum."

 

♟♟♟

 

NASYA

Duvağı küçük bir tel tokayla saçlarımın arasına sıkıştırdığımda bakışlarım aynada siluetime döndü. Midemin üzerinde dolanan bir sancı heyecanın getirisiyle beni mide bulantısına itelerken kuaför çantasından yaydığı malzemeleri yavaş yavaş topluyordu.

"Çok güzel görünüyorsun ablacığım." Begüm'ün titreyen sesiyle bana bakışını aynadaki suretinden gördüğümde kızaran yanaklarımda utangaç bir gülümseme yer etti.

"Bilmiyorum." dedim utangaç bir fısıltıyla. Bakışlarım üzerimdeki gelinliğe döndüğünde bunun hayal ettiğimden bile güzel olduğunu biliyordum.

Hayallerim konusunda hep biraz cimri olmuşumdur zaten. Gerçekleşmeyeceğini bildiğimden midir nedir, hep biraz eksik kurulurdu onlar. Ama bu kez önüne geçemiyorum, ucu bucağı olmayan bir sürü hayalim var. Her birini Pars'la gerçekleştirmek istiyorum.

Bugün olduğum yerde, Lizbon'daki bu sahil evinde sevdiğim adamın karısı olacak olmak kurduğum ilk uçarı hayaldi, nitekim gerçek de oluyor.

Dudaklarımda umut dolu bir gülümseme oluşurken Begüm çalan telefonu ile birlikte müsaade isteyerek çıktı odadan. Makyöz de topladığı çantasıyla birlikte çıkarak kapıyı kapattığında tek başıma kalıyordum odada.

Bakışlarım devasa camlardan sahile açılan manzaraya döndüğünde gözlerim can alıcı okyanusun görselinde tutundu. "Nasya Ersoy." dedim buruk bir fısıltıyla. "Senden sadece yirmi dört saat isteyen bir adamın karısı oluyorsun. Kısacık ömrün boyunca hayalini bile kurmadığın birçok şeyi avuçlarına bırakan bu adam, şimdi de tüm teslimiyetini sana sunuyor." Gülüşüm genişlerken tamamladım. "Ve sen de tüm teslimiyeti bu kontrol manyağının eline bırakıyorsun."

Sessizce kıkırdadım. Delilikti bu, üstelik onun bazen nasıl gözünün döndüğünü bilmeme rağmen delilik. Ama ben hiçbir zaman kolay yolu seçmezdim.

Pars zordu. Bu zamana kadar başıma gelen en büyük zorluktu ama aşıktım işte, kör kütük aşıktım. Zorluklarına da vardım güzelliklerine de, zahmetsiz rahmet mi olurdu zaten? Ben çektiğim ve çekeceğim her zahmete hazırdım, onunla geçecek koca bir ömür için her birine hazırdım.

Mantığımı devre dışı bırakalı çok olmuştu, gerçekçi yanım bu adamın hayatıma girdiğim gece benliğimi sessiz sedasız terk ederken ben buraya varacağından bihaber olduğum bu yolculuğa gözü kapalı atlamıştım.

Begüm'ün de söylediği gibi büyüyorum ve her an resmin renkleri değişiyor. En başında pisliğin teki olduğuna emin olduğum bu adama karşı duyduğum çekim beni deli gibi korkuturken şimdi tüm kontrolümü bu çekime bırakıyorum.

Onunla yok olmaktan da onunla çoğalmaktan da korkmuyorum. Ondan korkmuyorum.

Bir kez olsun bencillik yapıyorsam bu olsun, o bencillik Pars olsun.

Hayatım boyunca benim için kimsenin yapmadığı şeyleri aylar içinde önüme serip ruhumu çırpındıran bakışlarını, yüzümde her gezdirişini anımsadıkça sevgimin boyutu artıyor.

Hayatım boyunca içten içe aradığım bu ilgi ve bağlılık, bir kokteylde karşıma çıktı.

Şimdi bu adamın avuçlarımın arasına bırakıp gittiği bir mendil parçası bağlarımızı oluştururken sağlamlaştırmak benim işimdi.

O kavuşmamız için her şeyi yapmıştı, bense sonsuza dek yan yana kalmamız için her şeyi yapacaktım.

Odamın kapısı açıldığında, zihnimdeki düşünleri uzaklaştırdım ve bakışlarım omuzumun üzerinden geriye döndü. Sofia içeriye girip kapıyı ardından kapattığında, kilidi usulca çevirdi.

"Ne yapıyorsun?" Oturduğum pufun üzerinden kalkarak makyaj masasından uzaklaştım ve ona doğru ilerledim. "Konuşacağız." dedi. Gözlerinin akı kırmızıya dönmüş ve ağladığı her halinden belli oluyordu.

"Senin burada ne işin var Allah'ın belası!" Üzerine doğru ilerleyip göğsünden sertçe geri ittirdiğimde sırtı kapıya çarptı. Bana bir karşılık vermek niyetinde değildi, sanki içi boşalmış bir çuval gibi salınıyor karşımda. Ruhsuz bir beden gibi.

"Sofia bak defol git! Bugün yeterince gerginim, tüm sinirimi senden çıkarırım!" Bağırışımla birlikte elindeki anahtara uzanan ellerim anahtarı geri çekmesi ile havada kalıyordu. "Derdin ne senin be!" diye bağırdım.

"Dinleyeceksin beni." Odanın içine doğru ilerleyerek benim az önce kalktığım pufa sakince oturdu. Bakışları elindeki anahtardan üzerime döndüğünde gözleri gelinliğimde dolandı, dudaklarında anlam veremediğim bir gülümseme oluştuğunda dolan gözlerinden birkaç damla yaş yanaklarına doğru aktı.

"Sofia defol git! Benim seninle konuşacak hiçbir şeyim yok!" Ona doğru ilerlediğimde anahtarı dizlerinin arasına sakladı ve yüzündeki yaşları silerek derin bir nefes aldı.

"Eğer gitmeseydim," dedi ve anlatmaya devam etti. Beni duymuyordu bile. "Eğer gitmek zorunda kalmasaydım Nasya, seni gözü görmezdi bile. O zaman üzerindeki o gelinlik benim üzerimde olurdu, içindeki o heyecansa benim içimdeki mezarlığın aksine ruhumu renklendirirdi ama gitmek zorundaydım."

Mavileri yüzüme döndüğünde zihnime günlük sayfalarında yazan satırlar geldi. Sofia'nın gözlerini Lizbon'daki sahile benzetiyordu, bakışlarım kumsala döndüğünde sahiden de aynı tonlarda olduğunu anlıyordum. Boğazımda oluşan yumruyla derin bir nefes çektim içime. Her şeye rağmen canımı yakıyor işte, onun bir kadından böyle hayranlıkla bahsetmesi canımı yakıyor.

"Sana yalvarmaya geldim." dedi. Sözleri dikkatimi yeniden ona çevirmeme sebep olduğunda zihnimin içindeki ikilemden ansızın sıyrıldım. "Gerekirse ayaklarına kapanırım, bunu yaparım." Gözleri yeniden dolarken şaşkınlıkla alnım kırışıyordu.

"Sen bana yalvaracaksın?" dedim alayla sırıtırken.

"Gerekirse." dedi ve oturduğu puftan kendini kaydırarak yere çöktü. Dizlerinin üzerinde bana doğru bakarken yüzümdeki sırıtış yerini afallamaya bırakıyordu. "Sofia derdin ne?" dedim şaşkın bir fısıltıyla.

"Çok seviyorum." dedi. Kesik bir hıçkırıkla yanakları sicim gibi ıslanmaya başlıyordu.

"Onu her şeyden çok seviyorum, sahip olduğum olacağım her şeyden çok. Çok seviyorum Nasya." Ağlamaktan kelimeler dudaklarında boğuklaşıyordu.

"Sofia kalk yerden! Saçmalama kalk!" Hızla ona doğru gidip kolunu tuttum, ne olursa olsun böyle küçülmesini istemezdim.

"Yalvarırım." dedi, kolunu tutan elime sarıldığında. "Eğer "Yapamam." dersen, eğer sen gidersen durdurmaz. Git Nasya." Yüzünü elime yasladığında onu ilk kez böyle çaresiz görüyor olmak beni şaşkına çeviriyordu. "Ailenle mutlu ol, Alphan'a git ama git. Çekil aramızdan yalvarırım." dedi ve titremeye başladı.

Elimi sertçe geri çektiğimde yere kapaklandı. "Kalk yerden! Salak mısın nesin be! Gelmiş buraya bana 'Çekil aradan.' diyorsun. Ne arası Sofia! Ben miyim aranızda olan! Madem öyle aylarca uzaktaydım ondan o zaman girseydin hayatına! Benim gitmem sorunu çözseydi, hafızamı kaybettiğimde Pars'tan zaten gitmiştim, o zaman olurdu."

"Yalvarırım git, artık biliyor. Benim suçum olmadığını biliyor. Eğer şimdi gidersen bana gelir. Deniz mi olmamı istiyor, Deniz olurum onun için. Derdim sadece o ama sen varken olmaz ki. Bir kadın olarak sana yalvarıyorum, nefes alamıyorum." Elini göğsüne sertçe bastırdı ve devam etti. "Ben nefes alamıyorum, onsuz nefes alamıyorum." dedi.

"Davut!" Bağırışım odada yankılandığında korkuyla bakışları kapıya döndü.

"Yapma! Sadece konuşmaya çalışıyorum! Sana bir şey yapmıyorum, niye anlamıyorsun!"

"Davut!" diye bağırdım yeniden ve ona doğru bir adım atıp üzerine doğru eğildim.

"Aç kulaklarını beni iyi dinle. Değil ayaklarıma kapanman, önüme dünyaları sersen ben o adamı bırakmam! Ama senin için üzülüyorum, onun görmezden gelmeleri epey acıtır biliyorum fakat yine de hayatına bakmanı dilemekten başka çarem yok. Hak ver, bana gelip ağladığında 'Peki olur.' deyip gideceğimi düşünemezsin değil mi?" Alayla başımı iki yana salladım. "Gücün varsa öldür beni, anca o zaman Sofia." dedim ve geri çekildim.

Odanın anahtarını düştüğü yerden çekip aldığımda hızla kapıya doğru ilerledim ve kilidi açtım. "Tek derdin parası." dedi yerden öfkeyle kalkarken. Açtığım kapıya yasladığım elimle alayla kıkırdadım. "Sahiden mi ya?"

Bakışlarım kapıya döndüğünde Davut'un kapıda gergince dikildiğini gördüm ve başımla içeriyi işaret ettim. "Çıkar şunu evimden!" dedim tıslayarak.

"Burası bizim evimizdi! Bizim! Buranın sahili bile ona beni hatırlatıyor!" dedi, üzerime doğru yürüdüğünde burun buruna geldik.

"O sahilinde unutturacağım seni. Kumların üzerinde, okyanusun derinliklerinde, ihtimalini bile sileceğim Sofia. Yok zaten de, eğer varsa da silip atacağım bu gece o ihtimali de Pars'ın zihninden." dedim alayla. Ama söylemesi kadar rahat hissettirmiyordu bu ihtimalin varlığı, canımı yakıyordu.

"Ben onun çocukluğuyum Nasya, bununla savaşamayacaksın." dedi gözleri dolup taşarken.

"Bense geleceğiyim Sofia, sonraki bütün sayfalar benimle ilgili olacak." Omuzundan tutup Davut'a doğru ittirdiğimde öfkeyle tısladım "At şunu dışarıya!"

Ardından Sofia'yı kolundan sürüye sürüye çıkardı evden. Pars'ın ortalarda olmayışı içimi rahatlatırken bugünü bir de bu geri zekâlıyla lekelememek işime gelmişti ama söyledikleri...

O onun geçmişiydi, ya aklında hala bir ihtimal varsa.

'Saçmalama Nasya, olsaydı olurdu. Sen Alphan diye ortalarda dolanırken Pars Sofia'yı kolaylıkla alabilirdi hayatına ama olmadı. Düşünme artık saçma sapan şeyler.'

İçeri girdiğimde Begüm şaşkınca peşimden içeri daldı. "Ne bu şimdi?" dedi Sofia'nın çıktığı kapıyı gösterirken.

"Evlendiğin kişi Pars olunca bazı pürüzler çıkabiliyor. Önemli bir şey değil, saçım dağılmamış değil mi?" dedim alayla kıkırdarken.

Begüm de şaşkınca güldüğünde arkama geçerek duvağımı düzeltti. "Harika gözüküyorsun." dedi gururlu bir tonlamayla.

Derin bir nefes çektim içime ve omuzlarımı iyice diktim. "Harika gözüküyor olmak yetmez," Aynaya doğru ilerlediğimde rujumun kenar çizgilerini elimle sabitledim ve geri çekildim. "Kusursuz olmam gerek." diye ekledim.

"Sen iyi misin?" dedi. Bana bakan şaşkın bakışlarıyla bir şeylerin yanlış gittiğini anlıyordu elbette ama durup açıklama yapmak istemiyorum. Sofia benim için bir sorun olamaz, yalnızca kısa süreli bir rahatsızlık verebilir ki onu da kolaylıkla savuşturabilirim başımdan.

Odanın kapısında beliren Kuzgun yüzündeki geniş sırıtışla bize bakarken heyecanla girdi konuya. "Pars çoktan yerini aldı, memur da geldi eğer sen de hazırsan?" dedi ve bir süre beni izledi. "Hazırım." dedim sıcak bir gülümseme ile.

"O halde." Bana doğru geldi ve kolunu önüme doğru uzattı. Kırışan alnımla ne olduğunu anlayamıyordum. "Seni biz götüreceğiz Pars'ın yanına kadar." dedi Begüm, solumda durup diğer kolunu uzatırken.

"Ciddi misiniz?" Alayla kıkırdadım. "Evet." dedi ikisi de aynı anda.

Kesik bir kahkahayla ikisinin de koluna girdiğimde sert bir nefesle konuştum. "Hadi o zaman." dedim ve kıkırdadım.

Adımlarımız odanın kapısına yöneldiğinde Davut gergince ana kapıdan içeri giriyordu. Yönümüz sahile döndüğünde omzumun üzerinden başımı ona çevirdim ve kısa bir göz işareti ile "Hallettin mi?" der gibi bir bakış attım. Gözlerini yumdu ve başını olumlu anlamda salladı.

Yüzümde oluşan geniş gülümseme ile yönümü sahile çevirdim, artık hiçbir sıkıntım kalmamıştı. Şimdi gidip sevdiğim adamın karısı olabilirdim.

Adımlarımız sahile açılan büyük kapılara döndüğünde gözlerimin önündeki küçük organizasyon yanaklarımda içten bir gülümseme yaydı.

Pars'ın önünde beklediği yüksek nikâh masası ve ayakta bizi bekleyen memurla masaya sarılı uçuş uçuş kumaşları seyrettim. Gölgelik oluşturulan bir çardak beyaz güllerle süslenmiş ve hemen sağımda ve solumda konumlandırılan birkaç sandalye.

Bakışlarım sandalyelere kaydığında İdil'in heyecanla bana bakışını gördüğümde neye uğradığımı şaşırıyordum. Gözlerim Paren'i ararken onun evin arka tarafından koşarak gelip İdil'in yanındaki sandalyeye oturduğunu gördüm. Aynı heyecanlı bakış onun da yüzünde asılı kaldığında bir bana bir de abisine bakıp sırıtıyordu.

Gözlerim Pars'a döndüğünde ellerinde tuttuğu çiçek buketiyle bana doğru birkaç adım attı, üzerindeki salaş beyaz takım esmer teninde parlarken Lizbon'un sıcağından mıdır bilmem boğazımın kuruduğunu hissediyordum. Attığı her adım kalbimin ritmini bozarken dip dibe geldik.

Begüm ve Kuzgun kollarımı serbest bıraktılar ve kendileri için ayrılan nikâh masasının başına doğru ilerlediler.

Pars ve ben öylece karşı karşıya kaldığımızda ikimizin de yüzünde şaşkınlık taşıyan ve heyecanla kavrulan koca gülümsemeler vardı.

"Çok güzelsin." dedi titreyen sesiyle. Onu ilk kez böyle heyecanlı görüyordum. Ellerindeki buketi bana doğru uzattığında gözlerimden zar zor ayırdığı karaları bana uzattığı çiçeğe döndü.

Uzanıp çiçek buketini tuttuğumda kendime doğru çektim fakat Pars çiçeği bırakmadı, şimdi gözleri yeniden yüzüme döndüğünde fısıltıyla konuştu, yalnızca ikimizin duyabileceği bir yükseklikle.

"Bunlar tomurcuk güller sevgilim. Beyaz güller bana her zaman seni anımsattı, senin kadar masum, senin kadar saf ve güzel. Büyüleyiciler orası kesin ama tomurcuk olmalarını istememin tek nedeni var."

Çiçeği avuçlarıma bıraktı ve ellerini geri çektiğinde kalbimi çıldırmış gibi attırdığından habersizce devam etti. "Bunlar yarının gülleri sevgilim, henüz açmadılar ve seninle birlikte açacaklar. Sana tomurcukları armağan ediyorum çünkü istediğim bugün değil. Senden yalnızca bugünü istemiyorum bir tanem, senden geleceği istiyorum. Sana geleceği armağan ediyorum. Kendi geleceğimi tüm sadakatimle birlikte bırakıyorum avuçlarına."

Uzanıp dudaklarıma sıcak kısa bir öpücük bıraktı ve alnını alnıma yaslayarak yüzünü yüzümün önünde durdurdu. "Seni hiç kimseyi sevmediğim kadar çok sevdim ve bugün şahit olsun ki ömrümün son gününe kadar da seveceğim."

Geri çekildiğinde elini bana doğru uzattı ve ona katılmamı bekledi. Bense duyduğum sözlerin içimdeki şüpheleri en derinlere gömmesinin rahatlamasıyla sessiz bir nefes çektim.

Gözlerim doluyor genzim yanıyordu. İnsan mutluluktan ağlamak ister mi, ben istiyorum. Şimdi bana rüya gibi gelen bu anın getirdiği mutlulukla hüngür hüngür ağlamak istiyorum.

Bana geleceğiyle birlikte armağan ettiği çiçek buketini sol elime aldığımda sağ elimle bana uzattığı elini sıkıca tuttum, tüm gücümle sıkıca sarıldım iri parmaklarına.

Yüzündeki gurur dolu ifade ile yönümüzü nikâh memuruna çevirdi ve adımlarımız kumlara batıp çıkarken geleceğimize doğru ilerledik.

 

 

 

YAZAR MERAK EDİYOR.

 

 

Pars gibi bir adamla karşılaşsaydınız, Nasya'nın yerinde olsaydınız tutunduğunuz tavır nasıl olurdu? Yani; Böyle hırçın, yaralı bir adamı sevginizle düzeltebileceğinize inanıyor musunuz? Etraftaki yoğun ilgi (Parsa kadınların gösterdiği ilgi) gözünüzü mü korkuturdu yoksa hepsini tükürür atarım mı derdiniz? İnanılmaz merak ediyorum egeheh 🥹.

 

 

Cevapların yanına burçlarınızıda yazında gelecek kitaplarda karakterlerinizden esinlenebileyim nihahajhah 😂

 

 

100% dürüst olun ama lütfen :)

 

 

 

♟️♟️♟️♟️

 

 

 

 

38. BÖLÜM ALINTISI

 

 

"Öyle çok bekledim ki seni." Alnını alnıma yasladığında sıcak nefesi yüzümde yayılıyordu.

 

 

"Altımda şöyle neşeyle kıvranman ve tüm benliğinin daimi sahibi olabilmek için öyle çok bekledim ki." Dudaklarımı sertçe kavradı ve gülüşümü nefesimle beraber kendi dudaklarının arasına hapsetti.

 

 

Kesik iniltimle hissettiğim utanç duygusu beni geri çekilmeye ikna etti.

 

 

"İnsanlar gelebilir..." dedim fısıltılı bir çaresizlikle.

 

 

Alnımdan geri çekildi ve etrafı alayla tarafı, "burada sen ben ve tanrı dışında hiç kimse yok." Gülen gözleri bilgece yüzüme döndü.

 

 

"Özel mülküme hiç kimse giremez. Ve kilometrelerce alanda tek bir koruma bile istemedim-" burnunu yavaşça yanağıma sürttüğünde usulca okşadı tenimi. "Neden biliyor musun?" Dedi baştan çıkarıcı bir iniltiyle.

 

 

"Neden..." dedim titrek bir heyecanla.

 

 

"Çünkü bu gece istediğin kadar bağırabilirsin, seni durdurmayacağım. Sesin tüm sahili sarabilir susturmayacağım." Geri çekildiğinde gözlerinde ansızın yanan şehvet alevi ruhuma kadar ulaştı.

 

 

Boğazım saliseler arası kupkuru kalırken, bu gece bana yapmak istediği şeyleri düşünmeden edemiyordum.

 

 

Bağırtmak konusunda oldukça ciddi gözüküyordu orası kesin fakat böyle söylemesi tüylerimi diken diken ediyor işte.

 

 

"Pars..." dedim fısıltılı bir titreklikle.

 

 

"Adımı güzel ağzından duymak beni her seferinde mahvediyor." Alnını yeniden alnıma yasladı ve içimi titreten , kadınlığımın içinde tarifsiz bir haz yayan sözlerine devam etti.

 

 

"Öyle sertleşiyorum ki, her seferinde kendi kendime üstesinden gelmem gerekiyor. Ama bu gece, tüm Lizbon'u ismimle inletebilirsin, sonuçlarına katlanabildiğin sürece güzel karım, adımı istediğin kadar haykırabilirsin."

 

 

Dudaklarıma yapıştı ve beni büyük bir açlıkla öpmeye başladı, dişleri tenimi sıyırıp geçiyor ve üzüm kokulu nefesi ıslak diliyle sızının üzerini serinletiyordu.

Loading...
0%