Yeni Üyelik
38.
Bölüm

Bölüm 38/ Söz.

@nurdogru26

 

 

 

UYARI; Bölüm yetişkin içerikli sahneler içermektedir, midesi hassas olanların o kısımları atlamaları rica olunur.

(kitap kaldırılır ise çizgi studio da nurdogru) hesabından ulaşabilirsiniz❤️

 

 

 

 

Keyifli okumalar bebeklerim, yorum bırakmayı ve oy vermeyi unutmayın. Bu gün biraz keyifsizim, o yüzden pek muhabbetli havada olmadığımdan girişi kısa tutuyorum, Sizi seviyorum. Kendinize çok iyi bakın sonraki bölümde görüşmek üzere 👋

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm şarkısı - Dilerim ki - Dolu kadehi ters tut
Bölüm adı - Söz

 

NASYA

Hafif müzik sahil boyunca dolanıyor, yanı başımızda yanan ateşin çıtırtısı kulaklarıma doluyor. Ayaklarımın altında yavaşça ezilen sıcak kumla birlikte dakikalardır Pars'ın kollarında usulca dans ediyorum.

Elleri belimde sıkıca tutunduğundan beri sıcak teni ruhumu alev alev yakıyor. Alnı benim alnıma öyle sıkı yaslı ki kapalı gözleri ve dudaklarında dakikalardır yer eden tebessümle bir hayalin içinde salınıyoruz. Ateş başında kopan kahkahaları ve dönen muhabbetleri umursamadan sadece kendimize bir an yaratıyor ve onun içinde kayboluyoruz. Kokusu genzimi varlığıyla dolduruyor ve beni neredeyse ağlamaklı bir mutluluğa iteliyor.

"Pars." Titrek sesimle belimi kırılacak bir eşya gibi tutan kaba eller, yerini sıkıca sarılan kola bıraktı. Bedenimi kendininkine öyle sıkı bastırdı ki aramızdan rüzgârın bile geçmesine izin vermek istemez gibi bir ifadeyle araladı gözlerini.

"Söyle güzelim," dedi küçük bir iç çekişle. "Söyle güzel sevgilim." Karaları yüzüme doğru yükseldiğinde yanaklarımı yakan bir gülümseme dudaklarımda yer etti.

"Seni çok seviyorum." dedim fısıltı ile. Titrek nefesim ve bedenimin sıkıca sarılışı soluğumu kesse de hiç şikâyetçi değildim işte.

Onun kollarının arasında kendimi küçük bir kız gibi hissederken dolgun dudakları aralandı. "Gerçek mi bu?" dedi. Kaşları şaşkınca çatıldığında yeniden konuştu. "Söyle bana Nasya, yaşadığım şu an gerçek mi?"

Öyle sahici bir soruydu ki içinde hiçbir kinaye barındırmıyordu. O kadar çok şey yaşamıştık ki gerçekliğimizi sorgulaması beni sadece gülümsetti.

"Gerçek sevgilim," dedim fısıltıyla. Ardından dudaklarına doğru yaklaştım ve etrafımızı saran kalabalığın çekincesiyle kısa bir buse kondurup geri çekildim.

"Bizim kadar gerçek, hisset bak." Başımı yaslı olduğum alından geri çekip yüzümü hafifçe esen rüzgâra döndüm.

"Tenimize çarpan rüzgâr kadar gerçek." Bakışlarım yeniden yüzüne döndüğünde beni dikkatle izlediğini görebiliyordum. Ağzımdan çıkan her kelimeyi hülyalı bir bakışla dinliyordu.

"Ayaklarımızı yakan kum kadar gerçek." dedim, kumların arasındaki ayağımı onunkine usulca sürttüğümde.

Kısa bir gülümseme sessiz bir iniltiyle dudaklarından kaçtığında tok sesi aramızdaki küçük boşlukta yükseldi.

"Gördüğüm en güzel kâbuslardan birinde gibiyim."

Duyduğum şey beni şaşkına çevirirken kafa karışıklığı ile baktım yüzüne "Kâbus mu? Bu an sana kâbus gibi mi geliyor?" diyerek ekledim, neredeyse kırılmıştım. Böyle bir ana nasıl kâbus diyebilirdi.

"Evet, kâbus gibi çünkü ben haftalar boyu seninle olduğum tüm o rüyalardan, sensizliğe uyandığım gecelerle cezalandırıldım. Her biri bu an kadar gerçek hissettiriyordu ama..." Sustu. Burnundan içeriye sert bir soluk aldığında sözlerini tamamlasın istedim.

"Ama?" diye ekledim ve bana hislerini anlatmaya devam etmesini istedim.

"Ama artık uyanmak yok Nasya. Artık bu rüyadan uyanmak yok, artık sensiz gece yarılarına uyanıp lanetler savura savura acıya boğulmak da yok."

Yüzünü benimkine yavaşça yasladı ve dudaklarımı öyle baskın bir hamleyle kavradı ki kafam bir boşlukla geri savruldu fakat dudakları beni sarmalamada hiçbir aksaklığa uğramadı.

"Artık," dedim nefes nefese öpüşlerinin arasında. "Artık uyanmak yok, ne bensiz gece yarıları ne de bensiz gün doğumları yok."

Öpüşüne karşılık verirken belimdeki kol çabasız bir hamleyle beni havalandırdı ve ayaklarım yerden kesildiğinde kendimi Pars'ın yüzüyle aynı hizada buluveriyordum.

Dudaklarını boynuma bastırdığında kendinden emin bir fısıltıyla sarmaladı beni.

"Bundan sonra sensiz nefes bile alabileceğimi sanmıyorum." dedi. Kıkırdadım.

Ayaklarım boşlukta usulca salınırken uçuşan gelinliğimin tülleri bacaklarımı sarıyordu.

"Bundan sonra bensizlik yok." dedim, alnımı alnına yasladığımda.

Kollarım geniş omuzlarını sardı. "Bundan sonra sensizlik de yok Pars Katipoğlu." diye bitirdim.

Gözleri yüzümde dolandığı sırada sessiz bir iç çekişle beni yere bıraktı ve yüzümü avuçlarının arasına alarak yeniden konuştu.

"Sonraki bütün yıllarım senin, sonraki bütün yıllarını da kendime aldım Nasya Katipoğlu. Bundan sonra bize birbirimizden başkası yok." Tebessümü dudaklarını kıvırdığında güzel gülümsemesi içimi ısıtarak öylece varlığını korudu karşımda.

Bakışları kısa süreliğine ardımızda kalan eve döndüğünde kendini toparladı ve geri çekildi yüzümden. "Şimdi," dedi ve kulağıma doğru eğilip içimi ürperten bir fısıltıyla devam etti.

"Misafirlerimize eşlik et, ben hemen döneceğim." Dudakları omuzumuzdaki çıplaklıkta sıcakça yerini aldığında öperek geri çekildi.

"Nereye gidiyorsun ki?" dedim şaşkın bir ifade ile. Bakışlarım eve döndüğünde Davut'un onu verandada beklediğini görüyordum.

"Ufak bir işim var hemen geleceğim." Saçlarıma bıraktığı öpücükle daha fazla soru sormama fırsat vermeden uzaklaştı yanımdan.

Öylece eve doğru gidişini izlerken Davut ve ikisinin arasındaki bu gizli saklı şeyler kısa bir an da olsa sinirimi bozmuştu. Az önce ayrı nefes almak bile yok derken şimdi...

"Nasya." Dikkatimi dağıtan ses İdil'in sesiydi. Kumların üzerinde elinde sıkıca tuttuğu telefonuyla kıkırdayarak bana bakıyor ve yanındaki yumuşak minderi gösteriyordu. "Gel hadi." dedi sevecen bir fısıltıyla.

Bende son kez Pars'ın gözden kaybolduğu eve doğru baktım fakat ortalarda görünmüyordu.

Mutsuz bir nefes çektim içime ve ateş başında koyu muhabbete dalan guruba katılmaya karar verdim. İdil'in yanındaki minderde yerimi aldığım sırada bana yeni doldurduğu şarap kadehini uzattı. "Al bakalım."

Kıkırtısı beni de gülümsettiğinde oturduğum minderde rahat bir pozisyon alıyordum. Bakışlarım yüzünde dolandığında onun abisine ne kadar benzediğini o an fark ettiğimi anladım. İri siyahları ve uzun kirpikleriyle bana bakıyordu.

Sıcacık bir gülümseme ince yanaklarında yer ederken avuçlarının arasındaki telefonu birkaç hamleyle açtı ve kamerayı açarak bizi ansızın bir öz çekim ile ödüllendirdi. Yüzümde oluşan şaşkınlıkla kıkırdadığımda başını omuzuma yasladı ve birkaç fotoğraf daha çekti.

"Hatıra kalsın istiyorum." diyerek kısa bir açıklama yaptığında video kaydını başlatarak sevecen bir konuşmayla kadraja kendini soktu. "Evet, bugün Lizbon'dayız, sahil evinde." Etrafı gösterdi ve arka kamerayı çevirerek ateş çukurunu çekerken konuşmaya devam etti.

"Ateş başında oturmuş abimin evliliğini kutluyoruz ve tabii..." Kamera bana döndüğünde şaşkınlıkla dona kalıyordum.

"Dünya üzerindeki en büyüleyici gelinde burada, yeni kan. Katipoğlu kanı. Tamam, peki..." dedi ve kamerayı yüzüme doğru yaklaştırdı.

"Evet, gelin hanım duygu ve düşüncelerinizi alayım." diyerek bir muhabir edasıyla konuştu ve ardından kıkırdadı.

"Ee, peki. Öhö..." Kendimi topladım ve şarabımdan bir yudum alıp kadehimi kameraya doğru kaldırdım.

"Bugün bir Katipoğlu olarak heyecanlıyım, mutluyum ve..." dedim ardından yaptığım şeyin saçmalığına kesik bir kahkaha bıraktım.

"Ve?" dedi neşeli bir cıvıltıyla.

"Ve kocamı çok seviyorum, yani eğer bunu izleyecek olursan Sayın Pars Katipoğlu." Kadehi bir kez daha kadraja doğru kaldırdım ve kendimi alayla süzerek devam ettim.

"Böyle bir afeti yalnız bıraktınız beyefendi. Nasıl olur bu, söyleyin bana. Hani artık ayrılmak yoktu?"

Sözlerim beni de İdil'i de kahkahalara boğarken kamerayı durdurmadan önce kadrajı kendine çevirdi.

"Abi sana inanmıyorum hemen gelininin yanına döner misin? Delirdin mi, böyle bir kadın bırakılır mı? Hahaha!" Güldü ve ardından kapattı kaydı.

İkimizde kıkırdadığımızda gözlerimin neredeyse yaşardığını söylemem mümkündü.

İdil eğlenceli bir kızdı, diğer Katipoğlu bireylerinin aksine tasasızdı. Sanki bu dünyada büyümemiş gibi ama nedenini de anlıyordum, Pars'ın onları koruma konusundaki başarısından kaynaklanıyordu.
Tüm darbeleri kendi üzerinde toplamış ve kardeşleri birkaç sıyrıkla çıkmışlardı o çocukluk yıllarından.

Benim kocam bir kahramandı, hayatına girdiği herkesi koruyan ve kollayan bir kahraman. Tüm karanlık sancılarına rağmen kalbi bembeyazdı, ruhu tüm masumiyetini saklıyordu derinlerde.

"Nasıl hissediyorsun peki?" Telefonunu kumların üzerine bıraktığında şarap kadehini eline aldı ve tüm dikkatini bana çevirdi. Bir cevap bekleyen bakışları yüzümde dolanırken yorgun bir nefes çektim içime.

Sahiden nasıl hissediyordum? Korkuyor muydum? Hazır mıydım mesela, geri döndüğümüzde olacaklara hazır mıydım? Annem ve babam duyduğunda ne olacaktı? Peki, Adil Bey ne yapacaktı?

"Nasya?" Sorgulayıcı gözler üzerimde dolanırken sorusuna cevap vermekte geciktiğimi anlıyordum. "Gerginim biraz." dedim, şarabımdan bir yudum alarak kendime yutkunma payı bırakıyordum.

"Gayet normal, insan her gün evlenmiyor sonuç olarak." dedi ve sırıttı.

"O yüzden değil, sanırım döndükten sonra olacaklar beni kaygılandırıyor." Fısıltım öyle suçlu çıkıyordu ki buraya gelirken her şey nasıl da heyecan vericiydi ama döndüğümüzde hayatın gerçekleriyle yüz yüze geleceğimizden emindim.

"Ah tabii," Bilmiş bir ifadeyle salladı başını. "Babam ve sizinkiler duyunca..." diye ekledi.

Yüzünde hüzünlü bir gülümseme oluştuğunda kısa bir sürede hüznünü sildi ve neşeyle fısıldadı.

"Bak ne diyeceğim, eminim abim her birini halledecektir. Yani babamla nasıl baş edeceğini iyi bilir o. Senin ailene gelince, Kenan amca sever abimi. Anneni pek tanıma fırsatım olmadı fakat abim onu da ikna edecektir merak etme. Hem zaten o bir şey yapıyorsa sonrasında olacakları muhakkak düşünür, yani ailede zekâ dağılımının büyük payını onun aldığı bir gerçek. Yakışıklılık da onda tabi fakat güzelliği ben almışım değil mi, hahaha!" Yeniden kıkırdadığında beni de güldürüyordu.

Ne tuhaf kız, sanki hiçbir olay onun nezdinde büyük bir ciddiyet taşımıyor gibi. Sanki hiç büyümemiş de hep küçük pembe dünyasında yaşıyor.

"Güzellik genleri kesinlikle sende." dedim onu onaylarcasına ve tatmin olmuş bir bakışla yeniden kıkırdadı.

"Sadece bir şey isteyeceğim." dedi. İkimizin de gülüşü ansızın kesilirken onun yüzünde konuşma boyunca ilk kez gördüğüm bir ciddiyet yer ediyordu. "Tabii, elimden gelen bir şeyse neden olmasın." Tebessümüm ondan yarım bir gülüş alsa da yeniden ciddi bir ifadeye bulandı yüzü.

"Kolay bir hayatı yok." dedi. Durdum, kimden bahsettiğini anlamam birkaç saniye sürdüğünde devam etti. "Hiç olmadı, yani o kolay olanı seçmedi. Gerçi hiçbir zaman seçmez ya orası da ayrı." Histerik bir gülüşle devam etti. "Abim ağır şeyler yaşadı, belli etmez ama çok ağır şeyler yaşadı. Ben birçoğunu hatırlamam ama o her bir anı zihninde taşıyor. Onun laneti de kuvvetli hafızası bence."

Neredeyse üzgün bir tonlamaya dönen tınısı ikimizin duyabileceği bir yükseklikle aramızda dolanıyordu. Gözleri yavaşça doluyor ve bu doluş onun iri karalarını parlatırken ben sözünü kesmeden anlatacaklarını dinliyordum.

"Bizim babamız zor bir adamdır, kendimi bildim bileli öyleydi. Ama bu zorluklar sadece Pars'ı etkiledi." Gözleri benimkileri bulduğunda kirpiğine dayanan gözyaşı inatla salınmıyordu aşağıya. "Abim babamla en çok yüzleşen çocuğuydu. Hepimizden daha asiydi, hepimizden daha öfkeliydi ama sustu. Onun karşısında hep sustu. İtaat ne demek bilir misin? Bir insanın hiç sevmediği, kabullenemediği bir insana mecburi itaati ne demek? Berbat bir his yani eminim öyledir ben bilmem gerçi, ben gördüğümü söylerim."

Gözyaşı firar edecekken hızla elini tersiyle kurtuldu ondan ve yeniden konuştu. "Abim babam ne isterse yaptı, bütün hayatı boyunca o ne isterse onu yaptı. Annenin katiliyle bir evde tıkılıp kalsaydın ve bu katil senden sorgusuz sualsiz bir itaat bekleseydi ne yapardın? Söyle bana, ne kadar dayanabilirdin? Kaç gün? Abim yıllardır dayanıyor. Babama ve onun tüm tahriklerine katlanıyor, bizim için."

Ağırca yutkundu ve acı çeker bir ses tonuyla tekrar etti. "Bizim için." şimdi yanağından aşağıya akan yaşı yakalamakta güçlük çekerken çenesine ulaşamadan yarı yolda sildi attı ve suratına koca bir gülümseme yerleştirdi.

Oldukça gerçekçi bir gülümseme ama bu mümkün mü? Az önceki acıya rağmen bu gülüşün gerçekliği dehşet verici.

"Mutlu bir aileden gelmedi ve ben eminim ki hiçbir zamanda mutlu bir aile hayali kurmadı. O çoktan bitmiş bir hayatın içinde yaşayıp giden mutsuz ve ruhsuz bir adamdı işte. Paren de ben de bunu sorgulamayı bırakalı çok olmuştu fakat sonra," Gözleri yüzümde dolandığında sıcak bir gülümsemeyle süzdü beni. "Sen geldin, ona gülüşlerini kazandırdın, ruhunu canlandırdın. Çoktan ölmüş bir adamın toprağına döktüğün can suyuyla bize hayal bile edemeyeceğin kadar büyük bir sevinçle geldin."

Uzanıp elimi sıkıca tuttuğunda duyduklarım genzimi sızlatıyordu. Öğrendiğim onca şeyin yanı sıra İdil'in kalbime dokunan cümleleri beni mahvediyor ama tarifsiz bir mutluluğa gark ediyordu.

"Biz mutlu bir ailede büyüyen çocuklar değiliz Nasya ama ben mutlu bir insanım. Bu mutluluğu bana armağan eden adamsa senin kocan. Ruhumu kanatlarının altında saklayan ve bana sağlıklı bir hayat sunan senin sevdiğin adam. Şimdi senden istediğim tek bir şey var, naçizane tek bir arzu. Yalvarırım onu üzme, bazen zor olabilir ama bilmiyor," Başını iki yana salladığında gözlerinden peş peşe birkaç damla aktı ve devam etti. "O nasıl mutlu olunur bilmiyor, öğrenmedi. Bizi koruyan oydu ama onu kimse korumadı. O yüzden nasıl sevilir onu bile yeni keşfediyor, bunu sakın unutma. Kolay değil, hiç değil biliyorum ama yalvarırım abimi incitme."

Ellerini ellerimden geri çektiğinde hızla oturduğu minderden kalktı ve elindeki kadehi kumlara saplayarak uzaklaştı yanımdan. Yanaklarımdan aşağıya yavaşça süzülen sıcak yaşlarla öylece kala kalıyordum. İdil aptal bir kız değildi, pembe bir dünyada da yaşamıyordu. Her şeyin farkındaydı ama takındığı maskeye rağmen tek arzusu Pars'ın mutlu olmasıydı. Sadece Pars'ın mutlu olması.

"Gülümse biraz." Kuzgun'un yanımdaki mindere çökmesi ile dağılan dikkatimi toparladım ve yanaklarımda yer eden yaşları aceleyle siliverdim. "Söylemesi ne kolay." diye mırıldandım.

Bakışlarım yerdeki kumlarda dolanırken ağlama isteğimi bastırmaya çalışıyordum. Tam o sırada kadrajıma giren mendille şaşkınca dona kaldım. "Hastane odasında bırakmıştın, düşündüm ki bundan iyi düğün hediyesi olmaz." Alaylı sesiyle dudaklarımda sıcak bir tebessüm oluştu.

Uzanıp aldım elindeki mendili, parmaklarımın arasında usulca açtığım sırada işlemelerde gezindi gözlerim. Bu Pars'ın bana verdiği mendildi, ta kendisiydi.

"Sonuçta düşününce sen Pars Katipoğlu'nun karısısın, sana ne pahada bir hediye alsam az kalacaktı. Laf aramızda bende o kadar para da yok zaten." Yeniden kıkırdadı.

Bakışlarım yüzüne döndüğünde alayla devirdim gözlerimi. "Gerçekten mi?" dedim yaptığı kinayenin saçmalığına.

"Sahiden bak, öyle gözükmüyor biliyorum ama ağzımda altın kaşıkla doğmadım ben." Yeniden sırıttı. Benimle alay ediyordu ama ciddiydi de aynı zamanda.

"Şimdi bakınca sana, altın kaşık olmasa da bir kepçesi var gibi." dedim onu süzerken. "Pars sağ olsun, tüm hayatımı değiştirdi benim." dedi. Sesindeki ciddiyetle yüzümdeki alayı silmişti.

"Yapıyor öyle şeyler." dedim bakışlarım yeniden elimdeki mendile döndüğünde. Benim de hayatımı bu mendille birlikte değiştirmişti.

"Canını sıkan ne?" Sesi, 'Sorun varsa çözeyim.' der gibi bir netlikle çıkıyordu. "Yok bir şey. Yani aslında var da ben hallederim." dedim ve siyah saten mendili bileğime usulca doladım.

"Anlat bana, emin ol yardımcı olabilirim." Israrcı sesiyle alayla kıkırdadım.

"Senin olayın ne Kuzgun?" Bakışlarım yüzüne döndüğünde sorumun onu şaşırttığını görüyordum. "Bir olayım yok." dedi gülümserken.

"Var bir olayın ama çözemiyorum. Pars'la ne gibi bir bağın var ki? Yani ağzında altın kaşık olmayıp burada bulunan iki kişi var, biri sensin biri ben. Benimle evlendi. Peki sen?" Kısılan gözlerimle süzdüm onu.

Keskin bir kahkaha attığında yaydığı ağzıyla sesini inceltti ve fısıldadı. "Ay ben de işte ne yapayım, Pars'la olan ilişkimizi gizli tutmaya çalışıyordum ama yakalandım mı?" Elini ileriye doğru bir kadın edasıyla savurduğunda bastıramadığım bir kahkaha attım.

Gay taklidi yapmakta böyle iyi olması tuhaftı ama şu an ne yapsa kafamı böyle dağıtamazdı her halde. Ardından ikimizde gülmeye başladık ama o ellerini havada savurup komiklikler yapmaya devam etti.

"Ciddiyim ben. Kimsin sen?" dedim kıkırtımı zar zor durdurduğumda.

Derin bir nefes aldı ve ciddiyete büründü. "Öncelikle erkeklerle ilgilenmem. He eğer ilgilensem Pars ilgimi çeker miydi, çekerdi. Hahaha!" dedi ve yeniden sırıttı.

"Kuzgun!" dedim omzuna sert bir yumruk indirdiğimde. "Tamam ama en başta bir konuya açıklık getirelim, hedefim Pars değil, hedefim ablan." Gözleri Begüm'ü gösterirken devam etti konuşmaya. "Ben de psikoloğum bildiğin gibi." dedi ve sıcak bir gülümseme ile. "Yani Pars ve ben bilgisayar kodu yazmıyorsak ya da adam öldürmüyorsak sence ne yapıyor olabiliriz?"

Kaşları havalandığında beni sorgulayarak bir süre bekledi. "Ne yapıyor olabilirsiniz?" dedim. Bir süre düşünürken ardından gözlerim fal taşı gibi açıldı "Hadi be! Sen onun doktorusun." Şaşkınlıkla açık kalan ağzım ondan baş sallamalı bir onay aldı. "Tam üstündesin, ayağını geri çek." Sessizce kıkırdadı.

"Yani psikoloğusun. Sana anlatıyor her şeyini." Şaşkınlığım giderek katlanırken ansızın zihnimde beliren bir gerçekle karşı karşıya kalıyordum.

Kuzgun bana yardım edebilirdi. Pars'ı anlamam için ve ona karşı nasıl davranmamla ilgili yardım edebilirdi.

"Evet, ama bunu ulu orta yaymıyoruz. Bilen kişiler sadece Begüm ve sensin. Bilirsin böyle bir adamın zihnini bilmek başkaları tarafından beni koca bir dilim pasta gibi gösterebilir ve hedefe koyulmayı istemem."

Söylediklerinden hiçbir şey anlamadım ama tabii ki gidip herkese anlatacak değildim.

"Onu tanıyorsun." dedim fısıltıyla. "Onu tanıyorum." dedi, başını beni onaylarcasına sallarken.

"O yüzden bahçede 'Bana bile güvenmiyor.' dedin."

"Zekâ küpü maşallah." dedi ve alayla sırıttı.

"Ya! Seni var ya." Koluna sertçe vurduğumda nihayet susuyordu. "Tamam, sakinleş."

Kendini geri kaydırdığında gülerek bir süre onu izledim.

Onun benim bile bilmediğim bir sürü şey bildiğini o an fark ediyordum. O yüzden hep yanındaydı, o yüzden hep bizimleydi.

Bizimleydi? Bir dakika, Pars gittiğinde Kuzgun hayatımıza ansızın dâhil olmuştu. Yoksa...

"Bana göz kulak olmanı istedi senden." dedim şaşkınlıkla dona kalırken. Aynı şaşkınlık onda da vardı. "Ne?"

"Ülkeyi terk ettiğinde sen sürekli bizimleydin, akşam yemeklerinden tut gece kulüplerine kadar. Senden bunu Pars istedi." dedim, yeniden zihnimdeki hatıraları kontrol ederken.

"Şey..." Ağırca yutkunduğunda bakışları Begüm'e döndü.

Bende başımı o tarafa çevirdiğimde Begüm'ün bizi tebessüm ederek izlediğini görüyordum. "Yeni mi anladın?" dedi bana bakarak.

Bizi başından beri duyduğunu bilmek beni şaşkına çevirirken yavaşça yanıma doğru kaydı ve devam etti. "Kuzgun en başından beri Pars için bizimleydi, öyle değil mi?" Bakışları Kuzgun'a döndüğünde onun şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemeyişini görüyordum.

"Hadi ama salak mıyım sence? Sen Pars ne derse onu yaptın, hepsi bu. İlk günden beri biliyordum." Alaylı gülüşüyle aralarında görünmez bir düello başlatmış gibiydiler.

"Sadece Nasya'ya göz kulak olmamı istemişti Begüm, haricinde yaşanan her şey kendi tercihimdi." dedi kuzgun. Yüzünden belli olmasa da sesinde kendini aklama çabasını seziyordum.

"Daha saçma çok az şey duydum Kuzgun. Ama sorun değil, benim için büyütülecek bir durum hiç değil, öyle olsaydı çok önceden bilirdin." dedi.

Kuzgun'un sert yutkunuşu Begüm'den küçük bir göz kırpma alırken kız kardeşim yanımızdan kalktı ve sahil evine doğru umursamazca salınmaya başladı.

"Neydi bu şimdi?" dedim şaşkınca.

"Bu benim aptallığımın getirisiydi. Mühim değil." Oturduğu yerden kalktığında uzanıp kolunu tuttum.

"Bekle, Pars'la ilgili yardımın gerekirse eğer, yani... Of, böyle de söylenir mi bilemedim ama işte hani nerde ne yapmam gerektiği gibi konularda seni arasam olur mu?" Bir avazda soruvermiştim.

Yüzünde sakin bir gülümseme yer ederken başını usulca salladı. "Nasıl rahat edeceksen... Ama onunla bunca zaman bensiz baş ettin, eminim kendi yöntemlerinle hayatta kalabilirsin. Şimdi müsaadenle gidip ağzımın payını almam gerek." Arkasını döndü ve Begüm'ün peşinden sahil evine doğru ilerledi.

 

 

Begüm mutfaktan içeri bir hışım girdiğinde raftan çektiği bardağı öfkeyle sıktı avuçlarının arasında.

Aylardır bildiği gerçeği olağan bir şekilde Kuzgun'un ağzından duymak bütün mentaline bir balyoz gibi inmişti. Bu çocuktan uzak durması gerektiğini bildiği halde buna engel olamadığında durum, onu buraya kadar getirmişti işte.

Musluğu açtığında titreyen ellerinde taşıdığı bardağı suyla doldurdu.

"Aptalsın kızım sen! Aptal." Kendi kendine hayıflanırken mutfağa giren hizmetlilerle sert bir nefes çekti içine ve topladı dikkatini.

"Efendim bir şey mi istemiştiniz?" dedi kızlardan biri Begüm'e bakarken.

Dolan bardakla birlikte kapattığı musluktan geri çekildi ve kalçasını tezgâha yasladı. Yüzünde geniş bir gülümseme yayılırken başını iki yana salladı ve elindeki bardağı gösterdi. "Su istemiştim ama hallettim. Sorun yok." dedi ve koca bir yudum aldı bardaktan.

Bakışları mutfak kapısında beliren Kuzgun'a döndüğünde gözlerini alaylı bir öfkeyle devirdi.

"Konuşalım mı?" dedi Kuzgun ona doğru birkaç adım attığında. Dip dibe geldiklerinde Begüm elinde tuttuğu bardakla birlikte geri çekildi ve Kuzgun'u görmezden gelerek mutfaktan çıktı. Adımları yatak odasına döndüğünde oyalanmadan içeri girdi ve kapıyı ardından açık bıraktı.

Konuşmak mı istiyordu? Peki. Canını sıkan şeylerden kaçmak yeterince yorucuydu artık yüzleşmek gerekiyordu, bir yerden başlayabilirdi.

Kuzgun içeri girip kapıyı kapattığında bakışları odanın köşesindeki koltukta oturan Begüm'ü buldu. Bacak bacak üzerine atarak rahatça geri yaslanmış ve avuçlarında sıkıca tuttuğu bardakla Kuzgun'a bakıyordu.

"Daha önce söylemem gerekiyordu, biliyorum." dedi Kuzgun endişeli bir fısıltıyla. "Saklayabildiğin de söylenemez zaten." dedi Begüm ayağı stresle sallanırken.

"Begüm Nasya'yı kontrol etmemi isteyen Pars'tı evet ama sen..."

"Ben?" dedi Begüm sözünü keserken. Genişçe sırıttı. "Ben bonustum, eğlenceliydim, takılmakta sorun görmedin."

"Begüm öyle değil." İtiraz eden çıkışıyla ona doğru bir adım attı Kuzgun.

"Sorun yok Kuzgun, ben bile bile yaptım ne yaptıysam. Sana fazla anlam yüklemedim, yani sen de yükleme." Göz kırptığında hızla oturduğu koltuktan toparlanarak kalktı. Adımları Kuzgun'a doğru döndüğünde yanından geçip gitmeden önce sıktığı dişleriyle fısıldadı. "Sadece bir kaçamaktı, ikimiz için de." dedi ve omuzunu ona çarpmadan yanından ilerledi.

Kolunu saran sert tutuşla geriye doğru çekilirken Kuzgun bütün gücüyle onu kendine doğru çekti ve dip dibe geldiler. "Kaçamak falan değildi. Sen benim için kaçamak olamayacak kadar önemlisin."

Gerilen şakaklarıyla tonlamasını sakin tutmaya çalışsa da Begüm'ün alayından kurtaramadı kendini. "Ama sen benim için bir kaçamaksın, fazlası olmaz." Kolunu sertçe çekti Kuzgun'un ellerinden ve geri çekildi "Neden olmaz biliyor musun?" dedi, dik tutmaya çabaladığı başıyla.

"Begüm..." dedi Kuzgun çaresizce. Neden duymak değil, anlaşılmak istiyordu.

"Neden olmaz, biliyor musun Kuzgun?" dedi yeniden.

"Neden olmaz Begüm, söyle." Kuzgun'un sert çıkışı Begüm'den kesik bir kıkırtı aldı fakat genzinin sızısını bir tek kendi hissedebiliyordu.

"Çünkü ben kronik yalancılarla ilgilenmem." Bir adım atıp az önce açtıkları mesafeyi kapatırken yeniden dip dibe geldiler. "Çünkü ben korkak adamlarla ciddi ilişkilere girmem." dedi ve geri çekildi.

"Ben miyim korkak?" dedi Kuzgun öfkeyle bağırırken.

"Hıhı, hayatım boyunca gördüğüm en korkak adamsın. Pars'ın korkusundan attığın adımı bile hesaplarsın sen be! Becerdiğin Begüm'ün lafı mı olur! Tabi ki gelip bana anlatamazdın çünkü benden de korktun, en azından Nasya'yı korurken avunduğun bir kucak vardı. Hiç yoktan iyidir, değil mi?"

Bağırtısı odada yankılandığında Kuzgun hızla ona doğru ilerledi ve kolunu tutarak bedenini kendininkine çarptı. Begüm'ün elindeki bardak sarsılan yere düşerken Kuzgun'un öfkeli sesi odayı doldurdu.

"Değer vermek ne demek bilir misin sen? Korkudan değil, sevgiden kaynaklı tedirginlikten haberin var mı? Ben Pars'tan korkmam. Ona saygı duyarım, onu severim ve isteklerini her zaman yerine getiririm. Daha önce de söylerdim, hatırla. Beni bir köpeğe benzettiğinde hiç yadırgamadan kabullendim bu iltifatı. Ben sadakat konusunda köpek gibiyimdir Begüm. Sana gelince; karşına geçip 'Pars istiyor diye buradayım.' diyemezdim çünkü gizli kalmasını istedi ve öyle de kaldı. Ama senden korktuğum için şu anda yalan söylediğimi düşünüyorsan yanılıyorsun çünkü bu çırpınışım avunduğum bir kucağı kaybetmemek için değil! Bu değer verdiğim kadını kaybetmemek için! Korkaklık ve sevgiyi birbirine karıştırma. Senden korkmuyorum Begüm, bunun adı o değil. Bunun adı sevgi."

"Sevgiymiş." Hızla geri çekildi ve kendini Kuzgun'dan uzaklaştırdı. "Pars 'Begüm'den uzak dur.' dese arkana bile bakmadan gidersin sen be!" Boğazı yırtılana kadar bağırdığında Kuzgun'dan bir cevap bekliyor gibi durdu. "Söyle hadi Talha, 'Gitmem.' de!"

"Giderim." dedi Kuzgun başını sallarken "O 'Git.' dediği anda giderim." dedi.

"En azından dürüstsün." dedi Begüm alayla sırıtırken, gözleri doluyor ve görüşü bulanıklaşıyordu.

"Pars'a olan sadakatimin önüne hiçbir duygu geçemez Begüm. Kendi çıkarlarım da buna dâhil." Sesi çatallı çıkarken tüm şeffaflığıyla duruyordu Begüm'ün karşısında. Onu anlamayacağını biliyordu ama yapabileceği başka hiçbir şey de yoktu.

"Pes gerçekten." Genç kız hayal kırıklığı dolu bir tebessümle geri çekildi ve sırtını Kuzgun'a döndüğünde az önce girdiği kapıdan ilerleyerek öylece gözden kayboldu.

PARS

Rüzgârı usulca okşarken Davut'un sakin sesi kulaklarımda dolandı. "Arzu ettiğiniz gibi her şey hazırlandı efendim."

Başımı usulca sallarken Rüzgar'ın sevinçli kişnemeleri eşliğinde uzanıp yelelerine küçük bir öpüş bıraktım.

"Güzel. Şimdi o bölgedeki tüm korumaları çitlerin gerisine kadar çek. Uçan bir kamera dahi istemiyorum. Yalnız kalmak istiyorum, onunla hiçliğin ortasında yapayalnız kalmak." Bakışlarım Davut'a döndü ve ekledim. "Anlaşıldı mı?"

"Fakat efendim ya bir aksilik olursa? En azından denizdeki devriyeleri çekmesem olmaz mı? Uyarıda bulunurum, kıyıya çok yaklaşmazlar." Tedirgin sesi beni sakince gülümsetti.

"Hiç kimse olmayacak Davut. Aksilik ihtimaline gelince, kimse düğün günümde bana saldıracak kadar aptal değildir. Ben düşmanlarımı bile zeki adamlardan seçerim. Sen ne diyorsam onu yap." dedim.

Bakışlarını yüzümden yere indirdiğinde başını onaylarcasına salladı. "Nasıl isterseniz Pars Bey." dedi ve geri çekildi.

 

 

 

 

NASYA

Kulaklarımda hafifçe dolanan müzik ve Begüm'ün kıkırtılı konuşmasını, avuçlarımın arasında tuttuğum şarap kadehiyle birlikte öylece izliyordum.

Güneş çoktan dağların arasında batmaya başlamıştı, Lizbon'un sıcağı yerini ılıkça esen rüzgâra bırakıyordu. Üzerimdeki gelinlikle kumların üzerinde oturmuş yakılan ateş çukurunun etrafında bir yer edinmiştim.

Begüm'ün anlattıkları Paren tarafından büyük bir ilgiyle dinlenirken Kuzgun' un bu bariz ilgiden nasıl da rahatsız olduğunu görebilmek yüzümde munzur bir gülümseme yaydı.

Bakışlarım Begüm'e döndüğünde onun heyecanla adadaki birkaç günü anlatışını duyuyordum. "Başta Pars'ı görünce korktum, işin ilginç yanı aylardır insan görmeyip kıyıya bir ceset vurmasıydı ama neyse ki hallettik." dedi içten bir kıkırtıyla.

Sessiz bir iç çekişle şimdi gülerek anlattıkları şeylerin zamanında canımı ne çok yaktığını hissettim. Gözlerim dakikalar önce yanımdan ayrılan Pars'ı bulabilmek umudu ile eve açılan büyük kapılara döndüğünde ortalarda olmadığını görebiliyordum.

Nereye gider ki anlamıyorum. 'Hemen geleceğim.' demişti oysaki.

"Aslına bakarsan şimdi düşününce senin Nasya'nın ablası olduğunu düşünmek delilik gibi." dedi Paren tok bir kahkaha ile. "Bir de bana sor." dedi Begüm hafifçe omzunu onunkine çarparken.

Kuzgun avuçlarının arasındaki kadehi kuvvetle sıkarken üzerindeki tatlı kıskançlığı belli edememesi beni eğlendiriyordu ama o pek de aynı fikirde değil gibiydi.

"Sen iyi misin?" dedim fısıltıyla ona doğru eğildiğimde. Bakışları yüzüme döndüğünde yanaklarında sahte bir tebessüm oluştu ve başını hiçte inandırıcı olmayan bir ifade ille salladı. "Harikayım, neden olmayayım ki?" Ardından kadehindeki tüm şarabı boğazından aşağıya boca etti. Begüm'ün kaçak bakışları Kuzgun'a döndüğünde neye sebep olduğunu görüyordu.

Garip olansa bunu bilerek yaptığını şu an fark etmemdi. Ne aptalım! Biricik ablam Kuzgun'un damarına basarak kendine eğlence arıyor bense farkında bile olmadığını sanıyorum.

"Atıştırmalık bir şeyler alıp geleceğim." dedi Begüm kıkırdayarak kumların üzerinden kalkarken. "Ben de geleyim." dedi Paren heyecanla.

Tam o sırada herkesin sesini kesen ve tuhaf bir durum yaratan tok ses konuştu. "Otur Paren, ben yardımcı olurum." Bu Kuzgun'un sesiydi ve Paren'e itiraz etme şansı bile tanımadan ayağa kalkmış ve Begüm'le burun buruna gelmelerine neden olmuştu.

"Küçük Hanım." dedi Kuzgun, eli eve açılan koca pencereleri gösterirken. Ardından gergin şakaklarına rağmen suratına buram buram sahtelik kokan bir gülümseme yerleştirdi. "Peki." dedi Begüm kıkırdayarak ve Kuzgun'un önüne düşerek eve doğru ilerlediler.

Bakışlarım Paren'e döndüğünde onun şaşkınca içeriye birlikte ilerleyen Kuzgun ve Begüm ikilisine baktığını görebiliyordum. Rahatsız olmuştu, her halinden belliydi. Durumu toplamak bana kalmıştı.

"Sizin nikâha yetişebildiğinize inanamıyorum." dedim sahte bir heyecanla.

"Abim ansızın kapıya adam gönderip apar topar Lizbon'a getirince ben de ne olduğunu anlayamadım ama çok da sorgulamıyorum. Sonuçta o abim." dedi İdil kıkırdayarak. Nihayet başı telefonundan kalkmış ve konuşmayı bir yerinden yakalamaya çalışmıştı.

"Al benden de o kadar. Pars bir anda 'Gel.' deyince çıkıp geldim. Ama sizin adınıza çok mutluyum." dedi Paren ve ekledi. "Kendi adıma da öyle, sonuçta insanın abisi bir kez âşık oluyor, hele benimki için bu tamamen delilik." dedi ve histerik bir gülüş bıraktı.

"Daha önce de evlendi ama tabi bu kez farklı." dedim utangaç bir gülümseme ile.

"Sare'den mi bahsediyorsun?" dedi Paren alayla.

"Sare tabi başka kim olacak?" İdil'in azarlayıcı sesi beni güldürdüğünde bilmiş bir ifade ile yeniden konuştu. "Abim o düğüne geç kalmıştı, hatta..." dedi ve Paren'e döndü. "Toplantıda mıydı yoksa iş yemeğinde mi hatırlayamadım ama geç gelmişti değil mi?" diye bilgisini teyit etmek istedi.

"İş toplantısı." dedi Paren bıkkın bir sesle ve gözleri bana döndü. "Aylarca Pars'ın düğünden kaçmak istediği konuşuldu. Gazeteleri bir hayal et; iş kıyafetiyle nikâhına gelen umursamaz bir damat. Herkes bunun gösteriş evliliği olduğunu biliyordu. Pars öyle umursamazdı ki sonrasında basın açıklamasını bile babam ve Sare tek başına yapmışlardı."

"Hahaha! Evet ya, kameraların karşısına geçip açıklama bile yapmamıştı. Ne uyuz ama!" dedi İdil alayla ve yeniden kıkırdadı.

İkisi de abilerinin bu hallerine alışıktı, sanırım Pars'ın o umursamaz ve bencil tarafına herkes alışıktı. Şimdi bizim için girdiği tüm bu zahmet artık daha da anlam kazanıyordu gözümde.

Bana geleceği armağan etmek adına tüm gece tomurcuk güller aratmıştı ve gelinliğin hayalimdekine uygun olması için küçük de olsa bir çaba göstermişti.

'Takdire şayan.'

Düşünceler yüzümde sıcak bir tebessüm yaydığında duyduğum kişneme sesiyle başım omuzumun üzerinden geri döndü. Pars'ın Rüzgar'ın üzerinde kumların arasından bize doğru dört nala gelişini gördüğümde yanaklarım koca bir sırıtışla büyüdü ve heyecanla kalktım oturduğum minderden. "Pars!" dedim neşeyle bağırırken.

Atın yularlarını sıkıca geri çektiğinde birkaç adım önümde durdu ve hızla aşağıya atladı. "Seni kaçırmaya geldim." dedi içten bir sırıtışla.

Ben daha ne olduğunu anlayamadan belimden kavradığı gibi omuzundan geri verdi bedenimi. "Ay hahahah, ne yapıyorsun!" Kıkırtım sahilde yayılırken İdil'in kahkahasını duydum.

"Abi ciddi olamazsın, oturuyorduk işte ya!" İsyankâr sesi Pars tarafından net bir cevap aldı. "Geri geldiğimde burada olmayın. Sizler için ayarlanan otellere yerleştirileceksiniz ya da çiftlik evine geçin ama herhangi bir görevli hazırlama şansım olmadı. Neyse ne. Karımı kaçırıyorum." dedi ve ben sırtından aşağıya salınırken umursamazca ata doğru ilerledi.

"Delisin sen ya!" dedim sessiz bir kıkırtıyla.

"Gel bakalım." Beni belimden kolayca kavrayıp rüzgârın üzerine bindirdi. Öyle ani ve öyle çabasızdı ki kendimi oyuncak bir bebek gibi hissettirmişti. Uçuş uçuş gelinlik giymiş oyuncak bir bebek...

Hızla arkama atladığında sırtımdan uzandı ve bacaklarımı iki yana ayırarak beni Rüzgâr'ın üzerinde binici pozisyonuna getirdi. "Anlaşılan gelinlik tam da hayal ettiğimiz gibi. Ata binebildiğini görmek güzel." dedi kıkırdarken.

"Pars ya!" dedim utangaç bir fısıltıyla.

Elleri sıkıca kavranan bacaklarımdan okşayarak yularlara kaydığında ise geri çektiği deriyle yönümüzü sahil evinin tersine doğru çevirdi.

"Şimdi güzelim." dedi ve korkuyla Rüzgar'ın saçlarına tutunan ellerimi avuçlarının arasına alarak yuları bana tutturdu. "Gidelim." diye bitirdi sözlerini.

Ardından avuçlarının arasında ezilen ellerim ve sırtımı sarmalayan göğsüyle sertçe çekti yuları ve atı kumların üzerinde yürütmeye başladı. Saniyeler içinde batan güneş ve ılık hava saçlarımdan geçip tenimde yayılmaya başlamıştı bile. Kahkahalarım hızlanan atın üzerinde tüm sahile yayılırken Pars çenesini omuzuma yasladı ve bizi giderek daha da hızlandırdı. Öyle ki Rüzgar'ın üzerinde aldığım bu hız beni Pars'ın kollarının arasında zıplatıyor ve gelinliğim hava akımının kurbanı olarak bir o yana bir bu yana savrulup duruyor.

Gülmekten nefesim kesilirken yanaklarımın acıdığını hissediyordum fakat öyle çok eğleniyor ve öyle gerçek dışı hissediyorum ki duramıyorum. Pars'ın kollarının arasında rüzgârın sırtında dörtnala sahil boyunca gidiyorum ve ben bu adamın daha birkaç saat önce karısı oldum.

Hayatımın son birkaç ayının öncesiyle hiçbir ilgisi yok ve ben bu rüya gibi anların içinde asırlarca kalmak istiyorum. Onun sıcak teni sırtımı sararken güçlü kolları belimi desteklerken ve iri elleri benimkileri kavrarken kokusuyla ve bana aşıladığı güven duygusuyla asırlarca yaşamak istiyorum.

Omuzumun üzerinde yayılan sıcak nefes kulağıma doğru tok bir tını bıraktığında sesi içimde ansızın bir heyecan yayıyor. "Dünyada gördüğüm en güzel kadınsın Nasya Katipoğlu ve şu çılgınlığa bak ki benim karımsın." Sözleri yüzümde sessiz bir gülümseme yayarken şaşkın bir şekilde ileride hali hazırda kurulu olan oturma alanına bakakalıyordum.

Başım yaşadığım şaşkınlığın etkisiyle omzumun üzerinden geri döndüğünde burun buruna geldik. "Bu gece özel olsun istiyorum güzelim, her şeyiyle özel." Dudaklarımın üzerine sıcak bir öpücük bıraktı ve atı yavaşça durdurdu. "Gel bakalım." Elleri yulardan geri çekildiğinde attan aşağıya indi ve beni belimden kolayca kavrayıp yanına çekti.

Bakışlarım kumların üzerinde serili olan halı ve üstüne bırakılan pofuduk minderlere döndü. Ortada güzel bir yer masası üzerindeyse taze meyveler ve koca bir şarap şişesi duruyordu. Büyük beyaz bir çadır; içinde yanan küçük süs lambalarıyla ışıl ışıl parlarken beyazlar içindeki yatağı gördüğümde gergince yutkundum.

Bu gerçekten oluyor muydu? Tanrım gerçekten mi?

"Beğendin mi?" Kulağıma doğru bıraktığı fısıltıyla arkamdan uzanıp göbeğimi sardı. Sırtımı küçük bir hamleyle kendi bedenine yaslayarak omuzuma üst üste birkaç küçük öpücük bıraktı.

"Hangi ara hazırladın tüm bunları?" Şaşkınlıkla ona dönen yüzümle bedenimi saran kolun içinde kendimi yavaşça arkaya çevirdim. Sorduğum soru güzel dudaklarında kibirli bir tebessüme neden oldu.

Bakışlarım etrafı tararken ortalarda kimsenin olmaması tuhaftı. Nasıl olur da böyle güzel bir yere hiç kimse gelmez? Üstelik bu güzel gün batımını izlemek gibi bir fırsat varken...

Ben etrafı süzerken o rahat durmamaya yeminli gibi sürekli bir temas halindeydi. Burnunu yanağımda hafifçe aşağı yukarı kaydırıp kokumu derince içine çekiyor ve birbirine yaslı bedenlerimizi her hamlede daha da kenetleniyordu.

"Baş başa kalmamız için saatler saydım." Şehvetli fısıltısıyla ellerini bacaklarımın altından geçirdi ve rahat bir hamleyle beni kucakladı. "Ay ne yapıyorsun!"

"Nihayet," dedi fısıltıyla. "Karımla baş başa kalmış olmanın tadına varıyorum." Dudakları kulağıma; içimi ürperten ve midemi hareketlendiren bir fısıltı bıraktı. "İtiraf etmeliyim ki tüm gün bu anı bekledim. Bu gelinliğin içinde seni gördüğüm ilk andan beri hayalini kurduğum tek şey bu andı."

Tınısı açlık çeken bir adamın baskın hırıltısıyla çıktığında sessiz ve utangaç bir kıkırtı bıraktım.

Adımları ilerideki yumuşak minderlere döndüğünde oyalanmak istemeyen bir tavırla beni yerdeki yüksel minderin üzerine serdi. Bu ani bırakış içimdeki gülme isteğini tetiklediğinde ise kendimi tutamıyordum. "Hahaha..."

Sesim, boş alanda yankı ile çoğaldığında sırtım çoktan yerle birleşmişti. Yüzündeki munzur ifade ile iri bedeninin gölgesi üzerimde yükseldi. Ardından kendini rahatlamış bir nefes eşliğinde üzerime bıraktı.

Gülüşlerim onun çocuksu tavrıyla artarken boynumu yastıkta geri verdiğim ve nefesimi toparlamaya çalıştım. "Delirdin mi? Hahaha! Öyle bırakılır mı bir anda?" Kesik kahkahalarım çocuksu itirazımla birleşti.

İçim neşeyle ve arzuyla dolup taşıyor ve bunun getirisi olan şımarıklığım beni neşeli gülüşlere iteliyordu. Benim gülüşlerimin arasında onun hiç sarsılmayan tutkusu kendini belli ettiğinde dudakları boynuma doğru usulca sokuldu ve sıcak öpüşleri gerdanımda cılız bir ürperti yaydı.

Şimdi elleri yukarı toparlanan bol yırtmaçlı gelinliğimin arasından bacaklarıma kayarken iri parmakları tenimi sıyırarak yukarıya doğru yükseldi. Parmak uçlarında taşıdığı elektrik tenimi ürpertip bedenimi kasarken bastıramadığım bir inilti kaçıverdi dudaklarımdan.

"Ah!" Altında toparlanmaya çalıştım fakat ağır bedeniyle beni mindere bastırdı.

"Öyle çok bekledim ki seni," Alnını alnıma yasladığında sıcak nefesi tenimde yayıldı. Kara gözleri yüzümde büyük bir açlıkla dolanırken aldığı soluklar sert nefeslere sebep oluyordu. "Altımda şöyle neşeyle kıvranman ve tüm benliğinin daimî sahibi olabilmek için öyle çok bekledim ki." Dudaklarımı sertçe kavradı ve gülüşümü nefesimle beraber kendi dudaklarının arasına hapsetti.

Kesik iniltimle hissettiğim utanç duygusu beni geri çekilmeye ikna etti. Durmak istemiyordum. Şu an hissettiğim bu çekime karşı koymak neredeyse imkânsızdı ama açık alanda öylece sevişemezdik. Her an birkaç koruma gelebilir ve içinde bulunduğumuz bu özel an Pars'ın kıskanç öfkesiyle bölünebilirdi.

"İnsanlar gelebilir." dedim çaresizce. Alnımdan geri çekildi ve keskin bakışlarıyla etrafı alayla taradı. "Burada sen, ben ve tanrı dışında hiç kimse yok." Gülen gözleri bilgece yüzüme döndü. "Özel mülküme hiç kimse giremez. Kilometrelerce alanda tek bir koruma bile istemedim." Burnunu yavaşça yanağıma sürttüğünde usulca okşadı tenimi. "Neden, biliyor musun?" dedi baştan çıkarıcı bir iniltiyle.

"Neden?" dedim titrek bir heyecanla.

Her şeyi çoktan düşünmüş ve tüm önlemleri almıştı. Bunu bilmek neden içimi rahatlattı, anlayamıyordum.

"Çünkü bu gece istediğin kadar bağırabilirsin, seni durdurmayacağım. Sesin tüm sahili sarabilir, susturmayacağım." Geri çekildiğinde gözlerinde ansızın yanan şehvet alevi ruhuma kadar ulaştı.

Boğazım saliseler içinde kupkuru kalırken bu gece bana yapmak istediği şeyleri düşünmeden edemiyordum. Onun baskınlığını bunca zaman yalnızca hayal etmiştim fakat şimdi dakikalar içinde gerçeğini deneyimleyecek olmak midemi kasıyordu. Bağırtmak konusunda oldukça ciddi gözüküyor orası kesin fakat böyle söylemesi tüylerimi diken diken ediyor işte.

"Pars." dedim istek dolu fısıltıyla.

"Adımı güzel ağzından duymak beni her seferinde mahvediyor." Alnını yeniden alnıma yasladı ve içimi titreten, kadınlığımda tarifsiz bir haz yayan sözlerine devam etti. "Öyle sertleşiyorum ki, her seferinde kendi kendime üstesinden gelmem gerekiyor. Ama bu gece tüm Lizbon'u ismimle yankılatabilirsin. Sonuçlarına katlanabildiğin sürece güzel karım, adımı istediğin kadar haykırabilirsin."

Dudaklarıma yapıştı ve beni büyük bir açlıkla öpmeye başladı. Dişleri dudaklarımı sıyırıp geçiyor ve üzüm kokulu nefesi ıslak diliyle sızının üzerini serinletiyordu. Ağır beden beni altında usulca ezerken öpüşlerinin açlığı ona çaresizce karşılık vermeme sebep oluyordu.

Beni belimden hızla kavradı ve sırtımı minderden ayırdı. Elleri kalçalarımı sardığında yerle temasımı tamamıyla kesiyor ve beni kucağına sertçe oturtuyordu. Domine etmeyi benimseyen iri elleri bacaklarımı sertçe iki yana ayırdı ve öylece aletinin üzerinde kalakaldım.

Beline doğru yönlendirdiği dizlerimle tamamen sarmıştım onu kasıklarımın arasında. Kadınlığımın altında hissettiğim sıcaklık ve ağırlığımın üstüne binişiyle canımı sızlatan sertlik, onun erkekliğinin kanıtıydı. Oradaydı, ince tangamın hemen altında. Aradaki fazlalıklardan kurtulmak için çıldırıyor ve bunu tüm benliğime hissettiriyor.

"Sürekli böyle sert olması..." İniltiye çalan tıslamam ondan karanlık bir gülüş aldı. Dudakları hafifçe kıvrıldığında bakışları gözlerime döndü. "Söz konusu sen olduğunda, ona söz geçiremiyorum. Hak ver bize, görüp görebileceğimiz en baş döndürücü kadınsın." Sıktığı dişlerinin arasında sıkıştırdığı iltifat, sessiz bir gülüşe neden olurken kollarımı omuzlarına sardım ve bedenimizi birbirine yasladım. Alnını benimkine çarptığında iniltiye yakın soluklarla kadınlığımı zorlayan aletini kıyafetlere rağmen içime doğru ittirdi.

"Shh!" Kesik iniltimle kalçamı yavaşça kıvırmaya başladım. "Bak, ne diyeceğim?" dedim arsız bir fısıltıyla. Dudaklarım yavaşça kulağına doğru kaydığında nefesimi kulak memesi ve boynu arasındaki boşluğa üfledim.

Boğukça inledi. Boynunu zevkle geri verdiğinde âdemelması geri düşen gerdanında kendini gösterdi. Şimdi küçük ve çıldırtıcı öpüşlerim o tarafa kayarken iniltili bir tonla fısıldadım. "Bu gece," Birkaç öpücükle ardımda tatlı bir ıslaklık bırakarak devam ettim. "Tüm sahili inletebileceksem eğer..." dedim ve dudaklarım nihayet belirgin âdemelmasının üzerinde durdu.

"Hah!" Kesik bir irkilme ve bıraktığı hayvansı iniltiyle birlikte aletinin titrettiğini hissettiğimde sinsice sırıttım ve belirgin elmayı dudaklarımın arasına alıp usulca emmeye başladım. "Siktir!"

Boğuk bir yakarışı andıran bu hırıltıyla beni belimden tutup geri çekmek istedi fakat kollarım öyle sıkı tutunmuştu ki omuzlarına, buna izin vermedim. "Bekler misin lütfen!" dedim alaycı bir kıkırtıyla.

"Yanlış sularda yüzüyorsun yavrum, bu ilk gecemiz. O kadar da delirtmek istemezsin beni." Alnını alnıma bastırdı ve şehvetle yanan karalarını gözlerimde delirmiş gibi gezdirdi. Burun kanatları aldığı sert soluklarla inip kalkıyor ve titreyen dolgun dudakları hırçınca tutunacak bir dal arıyordu.

"Ne yaparsın mesela?" dedim. Kalçamı usulca öne çektiğimde kendimi geri verdim ve aletinin üzerine hafifçe oturup kalktım.

"Nasya!" Bir aslanın tok kükreyişini andıran hırıltının bana nasıl böyle haz verdiğini bilmiyorum fakat uç noktasını görmek istiyorum. "Kocacığım." dedim, onun ismimi haykırışına bir karşılık olarak.

"Kötüyüm. Aylardır kötüyüm ve inan bana güzelim tüm hıncımı senden çıkarmamı istemezsin." Karanlık yüzünde kıvrılan dudakları bana uyarıcı bir sırıtış bırakırken kalçamı iyice bastırdım erkekliğine. "Ben yıllardır fena haldeyim Pars, benim gözümü korkutmaya çalışma..." Sözlerim hızlı hamlesiyle çığlığa dönüştüğünde beni sertçe yerdeki kumlara serdi. "Aa! Hahaha!"

Gülmeye başlamıştım ki nefesimi kesen keskin nefes, dudaklarımı sertçe ağzının kontrolüne hapsetti. Dişleri bir pastayı yemeğe çalışan adamın açlığıyla dudaklarımı sızlatırken iniltilerim acıyla karışık çoğaldı. "Aahh!"

Dudakları hızla aşağıya doğru kaydığında gerdanım sert soluklarıyla ödüllendirildi. Başta canımı yakan bu öpüş giderek kasıklarımı alevler içinde bırakıyordu.

Elleri gelinliğimin üzerinde baskınca tırmanırken dudakları göğüs dekoltemden içeriye süzüldü. İri parmakları öpüşlerini kolaylaştırabilmek adına straplez gelinliğin ön kısmını sardığında parçalarcasına aşağıya doğru çekti. Kulaklarımda dolanan yırtılma sesiyle inilti ve kıkırtı karışımı bir ses bıraktım.

Hiç şikâyetçi değildim. İstediği şey, gelinliği üzerimde parçalamak mıydı; peki. Bana uyar.

Göğüslerimi dantel sütyenden çekip çıkardığında dudakları susamışçasına saldırdı tenime. O an, daha önceki yakınlaşmalarımızdan hiçbirinde hissetmediğim bir sahipleniş hissediyordum. Göğüs uçlarım öpülmekten şişiyor, dili tahriş olan yeri hayvanca yalayıp ferahlatıyordu.

"Pars!" Bağırtım sahil boyunca yankılanırken beni duymadığını biliyordum. Yalnızca bıraktığı iştahlı iniltiler kulaklarıma kadar ulaşıyor ve bu işitiş bedenime duyduğu açlığı anlamama olanak sağlıyordu.

"Ahhh!" Göğüslerimin her biri kısa geçişler arasında sömürülürken kumların üzerinde çıldırmış gibi çırpınıyordum. Bu adamın beni neredeyse yemek istediğini düşünmeye başlıyorum artık fakat bu arzu ve açlık temini ürpertiyor, kadınlığımı sular içinde bırakıyordu.

"Ah!" Boğuk iniltimle ellerim saçlarına doğru alçaldı ve göğüslerime saldıran adamın dağılan perçemlerine tutundum.

Bedenim aldığım zevkle kıvrılıyor, bacaklarımın arasındaki adamın her hamlesi aletini küçük külotuma sertçe bastırıyordu.

"Ohhh lanet olsun, biraz sakin olamaz mısın?" Kıkırtılı sesim dalgaların namelerine karışırken iniltili bir açlıkla çıktığını anlamam zaman alıyordu. Üzerimde, her kıvrımıma hükmeden bu adama karşı ön görülemez bir açlık besliyordum.

Göğüslerimden ayırdığı dudaklarıyla hızla yüzüme yükseldi ve dudaklarıma arzunun en şiddetli halini taşıyan sert bir öpüş bıraktı.

"Gel buraya." Geri çekilip üzerimden kalktığında beni belimden kavrayıp ayağa kaldırıyordu. Kızaran yanaklarım ve alnıma yapışan saçlarımla öylece duruyordum karşısında. "N-ne?"

Geniş bir gülümseme tahriş olan dudaklarında yer edindiğinde beni kolayca yerden havalandırdı ve arkamızda kalan çadıra doğru sürükledi.

"Pars." Dudaklarım kulağına doğru bir inilti bırakırken kollarım çoktan boynuna tutunmuştu bile. "Evet, Pars?" dedi şehvet dolu bir iniltiyle.

Yüksek çadırın içine girdiğimizde beni ayaklarımın üzerine bıraktı ve hızlı bir hamleyle bedenimi arkaya çevirdi.

"Evet, 'Pars' sevgilim. Kocan olan Pars. Bu gece tamamıyla teslim olacağın adamım ben." dedi hülyalı bir sızlanmayla. Gelinliğimin arkası aceleci parmaklarıyla birlikte açıldığında belimden aşağı bıraktı ve beni altımdaki şeffaf tangaya teslim etti.

"Dön bana." Tınısındaki şehvete rağmen verdiği emir içimi gıdıklarken zihnimde çanlar çalmaya başlıyordu.

'İşte başlıyoruz.'

Savurduğu emre itaat edercesine ona döndüğüm yüzümle, çoktan üstündeki kıyafetlerden kurtulmaya başlamıştı bile.

"Hahaha!" Kıkırtıyla dudaklarımı kapadığımda sessiz bir gülüşle gömleğinin ardından, pantolonundan da kurtuldu. "Komik olan ne?" dedi kinayeli bir sırıtışla.

"Sadece, acelen varmış gibi. O yüzden." Alt dudağımı ısırdım ve karşımda öylece duran kusursuz vücudu izledim. Üzerinde yalnızca boxer vardı ve tüm güzelliğiyle kasıklarımın karıncalanmasına sebep oluyordu.

"Acelem var çünkü." Kolunu belime sardığında çıplak bedenlerimizi birbirine çarptı. "Sana acelem var." Alnı alnıma temas ederken nefesi öne düşen saçlarımı yavaşça uçuşturuyordu.

"Benimde sana." dedim utangaç bir göz süzüşle. Geri çekildi ve üzerindeki boxerı hızla yere bıraktı. "Bunu duymak iyi geldi."

Bakışlarım bedeninde usulca dolandı ve sertleşmiş bir şekilde bana bakan aletinde durdu. "Diz çök." dedi. Az önce sesinde saklanan yumuşaklık çoktan gitmiş ve içindeki dominant yeniden uyanmıştı.

Sessizce gülüşlerimi bastırdım ve ona doğru bir adım atıp önünde yavaşça diz çöktüm. Ellerim aletine doğru kalktığında parmaklarımın arasında usulca okşamaya başladım. Bakışlarım yüzüne dönerken ona her dokunuşum yanaklarında vişneçürüğünü andıran kızarıklıklar ve sıktığı boğazından yayılan kesik iniltilere neden oluyordu.

"Böyle mi?" dedim sinsice sırıttığımda. Olduğum yerden onu izlemek tuhaftı, bunu ilk yapışımda da tuhaftı. Hala öyle fakat bu kez hazırlıklıyım.

'Her şeye hazırlıklı.'

İri bedeninin önünde öylece oturmuş bana komut vermesini beklerken bu oyunun neden beni bu kadar azdırdığını bilmiyorum. Ona itaat etmek neden içimdeki kadının arzu ettiği şeymiş gibi hissediyorum.

"Öğreniyorsun." Elleri yanağımı usulca okşadı ve çenemi kavrayarak aletini dudaklarıma yasladı. "Şimdi, benim için o güzel ağzını açmanı istiyorum." Sesi saf istek barındırıyor ve tutumu içimi deli gibi gıdıklıyordu.

Dudaklarım usulca açıldı ve ağzımın içine boca edilen iri aletle birleşti. Çenemi saran el saçlarıma döndüğünde ise duvağımın arasından salınan saçlarım onun sert tutuşuyla kafamı geriye büktü ve dudaklarımı henüz kavuştuğum erkeklikten geri çekti.

"Ahh!" Acıyla inlerken üzerime doğru eğildi ve yüzümüz birbirine yaslandı. "Söyle bana, bunu gerçekten yapmak istiyor musun?" Gözleri benimkilerde sorgularcasına gezerken başımı usulca salladım. "İstiyorum." dedim utangaç bir bakışla.

Artık gülmüyordum çünkü o da gülmüyordu. Onun benden istediği şeyi bilmiyorum, hiç açıkça söylemedi. Tek bildiğim, bedenimdeki arzu o lanet aleti emmeyi istiyor.

"Tekrar söyle." Saçlarımı yeniden geri çekti. "İstiyorum." dedim. Bu kez dişlerim canımın acısıyla sıkıldığında sesim daha öfkeli bir hal alıyordu.

"Peki, ben ne istiyorum biliyor musun güzelim?" Sinsi bir ifadeyle sormuştu bu soruyu. Elleri hala sıkıca tutuyordu saçlarımı fakat artık acısı alışıldık hale gelmeye başlamıştı. "Söyle bana, sen ne istiyorsun?"

İniltili sorumla dudaklarımı sertçe öptü ve alnını alnıma çarparak hayvanca tısladı. "O güzel dudaklarının arasında boşalmak ve ıslak diline tüm erkekliğimi tattırmak." Duyduğum bu hayvansı istek ve arsız tutum onun normalde takındığı hassas tavırdan öyle uzaktı ki şaşırmam, üzülmem gerekirmiş gibi hissediyordum fakat hoşuma gitmişti.

Gerçekçiydi, bana yapmak istediklerini söylerken hiç kimseden bu zamana kadar görmediğim bir gerçekçilik taşıyordu. İşte bu sebepten sarf ettiği bu sözler kadınlığımın zevk suyumla daha da ıslanmasına sebep oldu.

"Pars." dedim, dayanamaz bir surat ifadesiyle.

"Önce o güzel boğazını doldurmak istiyorum, sonra bedeninde hiçbir yeri boş bırakmadan kendimle yıkamak. O arsız dudaklarını aç şimdi. Aç ve beni yılların sana verdiği açlıkla em." Geri çekildiğinde saçlarımı tutan ellerini usulca serbest bıraktı. Duyduğum itiraflar göğüs kafesimi çıldırmış gibi arttırırken zihnimdeki arzu fitili çoktan ateşe verilmişti.

Bana söylediği her şeyi yapsın istiyorum. Üzerimde ne denemek istiyorsa denesin.

Aldığım titrek nefesle yeniden kavradım aletini, bu kez tüm şehvetimle sardım dudaklarıma.

"Ssh!" İniltili sesiyle dudaklarımın arasından içeriye kayan aleti usulca git gel yapmaya başlıyordu. Ellerimi dizlerine yasladım ve ondan aldığım destekle usulca boğazıma kadar almaya başladım. ,

Her sokuş beni ağzımdaki koca lokmanın zorluğuyla uyandırıyor fakat dışarı her çıkarışımda yeniden yemek istediğimi fark ettiriyordu. Onu yemek istiyordum, evet istiyordum. Şimdi de ben o lanet aletini koparana kadar emmek ve alabildiğim en ücra noktaya kadar almak istiyordum içime.

"Sikeyim kızım ne yapıyorsun!" Hayvansı bağırtısıyla bıraktığı inilti beni de zevke getiriyor ve ona bu anı yaşatmak içimdeki tutkuyu şahlandırıyor.

Öğürmelerime aldırış etmeden hızlanmaya başladım. Ucuna kadar geri çektiğim dudaklarımda yeniden içime alıyordum. Hepsini olmasa da koca bir kısmı boğazıma kadar doluştuğundaysa kafam elleri tarafından sertçe sarmalandı. Bu kontrolü kaybettiği an demekti.

İşi devralıyordu ve benim aksime o zavallı boğazıma ve yırtılmak üzere olan dudaklarıma acımayacaktı. Büyük avuçları kafamı tamamıyla kapladığında kendini boğuk bir yakarışla ağzımın içine ittirdi.

Boğazıma kadar dolan sıcak et parçası ve öğürmeme neden olan kalınlık dudak kenarlarımı zorluyor, hissettiğim nefessizlik soluklarımı hızlandırıyordu.

"Ahh." Yeniden geri çıkıp içeri girdiğinde artık duramayacağını anlıyordum. Boğazıma kadar işgal altındaydım ve acımasızca aletini ağzımın içine sokuşturuyordu. Gözlerim çadırın tavanına dönerken gitgelleri ağzımın içinde tuhaf seslerle hızlanmaya başladı. Öyle ki çeneme çarpan bedeni ve öfkeyi andıran boğuk hırıltıları tüm sahilde yankılanıyordu.

"Siktir! Siktir! Siktir, aahh!"

Nefes alamadığımı anladığımda dizlerine sardığım ellerimle kendimi biraz daha sıktım. Gözlerim yaşarıyor ve dolan pınarlardan yanaklarıma zoraki yaşlar akıyordu.

Ağzımın içinde yayılan tat boğazımdan içeriye akarken dilimin üzerinde giderek büyüyen alet henüz onunla tanışamayan kadınlığımın girişini istekle titretiyordu. İstiyordum, boğazıma kadar sokulup beni talan eden o aleti kadınlığımın içinde istiyordum.

"İşte böyle güzelim! Of işte böyle, siktir, kendini görmen lazım! Sikeyim, öyle güzelsin ki kendini görmen lazım!"

Tutarsız bağırtısı hayvansı hırıltısıyla yükselirken daha da hızlandı. Artık nefes alamadığımı anlıyordum, gözlerim bilimcimi kaydırırken burnumdan aldığım soluklar yetersizdi. Ağzımdan dışarıya saçan zevk suları yüzüme yapışıyor ve her darbe bedenimi deli gibi sarsıyordu.

Bakışlarım yüzünde çaresizce dolandığında kontrolünü kaybettiğini kasılan ifadesiyle daha iyi anladım. Kızaran yanakları ve ter içinde kalan alnıyla alt dudağını sertçe ısırdı ve yaralı bir hayvan gibi boğukça inledi.

Hiç acıması yoktu. Bu adam saatler önce beni hassasiyetle sarıp sarmalayan adam olamazdı, içinden çıkan bu canavarda neyin nesiydi? Bilmiyorum, ama o canavarın aleti ağzımdayken ölmek bile tatlı bir rüya gibi, nefessizliğin getirdiği o anlamsız azgınlık...

Hızla geri çekildiğinde nefesimi toparlamaya çalışarak derin bir soluk çektim içime. "Ahhh" Nefes nefese bacaklarına tutunduğumda, başımı dizine yaslanarak soluklanmaya çalıştım, dudaklarımdan taşan ıslaklık beni kan ter içinde bırakıyordu.

"İyisin." dedi elleri usulca saçlarımı okşarken. "Durduramadım kendimi üzgünüm." Parmakları çeneme kaydığında yüzümü usulca kendine çevirdi.

Terden alnına yapışan saçları ve kızaran yanaklarıyla bana bakarken nefes nefese soluklanıyordu. Karın kasları ter içinde kalmış benimkine benzer bir yorgunluk onunda yüzünde yer almıştı. Çenemdeki ıslaklığı yavaşça sildi ve dudaklarımda sakin bir gülümseme yayıldı. "Boğuldum." dedim arsızca sırıtırken.

"Öncekinden aşırıydı biliyorum fakat beni sen gaza getirdin." Uyarıcı tonlamasıyla yavaşça ayağa kalktım ve kollarımı boynuna doladım. "Şikâyetçi değilim, bu daha fazla hoşuma gitti." Yaptığım bu itiraf, ondan küstah bir gülüşle karşılık buldu.

"Sen beni mahvedeceksin." Beni belimden tutup ardımdaki yatağa fırlattığında bedenim hafifçe sekti yatakta. "Söyleyene bak." dedim kıkırtıyla.

Yatağa çöktüğünde elleri hızla üzerimdeki külotun beline tutundu. "Seni şu küçük şeyden kurtaralım." dedi ve sertçe iki yana çektiği tanga kolaylıkla iki parçaya ayrıldı.

"Ya var ya sağlam kıyafetim kalmadı ya!" Alayla kıkırdadığımda ne olduğunu anlayamadan beni bacaklarımdan tutup yatağın ucuna kadar çekti. "Pars!"

Kelimeler boğazımda tıkalı kaldığında kadınlığım sert öpüşüyle titredi. Yüzünü bacaklarımın arasına gömdüğünde soluksuz bir şekilde yalamaya başlıyordu. Ellerim çarşafları hızla kavradı ve boğuk iniltim tüm çadırı doldurdu. "Oh!"

Sırılsıklam olan dudaklarım onun hırçın diliyle hoyratça yıkanıyor ve dişlerinin arasında ezdiği klitorisimi çıldırmış gibi emiyordu.

"Ah Pa-Pars!" Titremeye başladığımda gözlerim aldığım acılı zevkle tavana dönüyor ve belim bir yay gibi kıvrılıyordu.

"Bebeğim." Çaresiz iniltilerimle iki elim birden saçlarına tutundu. Aldığım zevk ve titreyen vücudum öylece ağzının içinde bilincini yitirirken sivri dili, iştahlı bir iniltiyle kadınlığımın girişini tokatlamaya başladı.

"Ahh hayır, Pars Pars..." İsmini her tekrar edişim onun hırıltılarını çoğaltıyor ve ıslak dili, şişen kadınlığımın içine doğru sokuluyordu. Boğazımı yakan yakarış ve içimi titreten sıcak dil ile yanaklarım alev alev yanıyor kadınlığımın içi zevk sularımla doluyor ve taşıyordu.

"Imhh!" İniltili sesim çadırı dolduran emiş seslerinin içinde boğuklaştığında saçlarını saran ellerim boşa düşüyor ve bedenim bir sıtmanın ortasında kalmış gibi tir tir titriyordu.

Hızla geri çekildiğinde oyalanmadan üzerime doğru tırmandı, dudaklarında parlakça duran sularım kemikli çenesinde yer ederken bacaklarımı ustaca iki yana ayırdı. Alnını alnıma yasladı ve kendini iki bacağımın arasına yerleştirdi. "Söyle bana Nasya!"

Beklentiyle kıvranıyor ve göbeğime uzanan aletiyle inim inim inliyordum. "N-neyi?" dedim. Boğazım öyle kurumuştu ki aldığım sert soluklar ses tellerimi zorluyordu.

"Ben kimim?" dedi. "Pars'sın." dedim içim alev alev yanarken.

Şu an istediğim tek şey içimi doldurmasıyken o konuşmak mı istiyor, delilik bu!

Elleri bacak arama doğru indiğinde usulca okşadığı kadınlığımı kontrolsüz bir açlığa mecbur bıraktı. "Yapma," dedim çaresiz bir iniltiyle. "Oynama benimle." Neredeyse yalvarıyorum, bana istediğimi versin diye yalvarıyorum.

"Ben kimim güzelim, söyle bana. Senin için neyim?" Hırıltısıyla keskin bir çığlık bıraktım. "Sen Pars'sın lanet olası! Şu an dünya üzerinde en çok arzuladığım adamsın. Sen benim kocamsın." diye bağırdım.

Ardından usulca okşanan kadınlığımdan geri çekilen eller aletini kavradı ve iştahla nefes alan kadınlığımın önünde durdu. "Ben senin istediğin her şeyim." dedi ve kendini yavaşça içime ittirdi.

İçimi delen ve nefesimi kesen bu keskin saplayış sanki kaldırılamaz tüm acıların başlangıcı gibi sızlattı beni. "Ahh!"

Boğuk soluğumla birlikte dudakları dudaklarımın üzerinde durdu ve kendini biraz daha içeriye ittirdi. "Ben senin istediğin her şeyim ve sen benim arzu ettiğim her şeysin." Alnı kırışırken hissettiği darlıkla sıkıca yumdu gözlerini.

"Ahh!" İniltilimle sırtına tutunan ellerim, tırnaklarımı tenine geçirmeme sebep oluyordu. Soluk soluğa inlerken altında adeta ruhumu teslim ediyordum. "Siktir! O kadar dar ki!"

Elleri saçlarımı kavradığında yüzümü kendininkine sabitledi ve hayvansı bir hırıltıyla konuştu. "Gözlerime bak." dedi ve kendini içime bir kez daha ittirdi. Tam o an tüm çadırı ve sahili inleten yakarışımla gözlerim onun şehvetli bakışlarında tutundu. "Aah!"

"Şşş!" Dudakları dudaklarımı üst üste öperken usulca kaymaya başladı içimde. Her git gel canımı bıçak gibi yaksa da hayvansı solukları göğüs uçlarımı semsert yapıyor ve ben acının yerini usulca zevke bırakışına şahitlik ediyorum.

"Şşş!" Yine aynı telkinle yüzüme bıraktığı nefesi içimde zorla gidip gelen aletiyle birlikte hareket ediyor. Yüzü zorlanmanın kasıntısıyla buruşurken tek acı çekenin ben olmadığını anlıyorum fakat bu lanet acı, kasıklarımın arasında kopan o kıyamet benzeri sızı nasıl olur böyle zevk verebilir.

"Ohh!" giderek dinen soluklarım ve kısılan iniltilerimle Pars'ın güzel yüzünü izliyorum. Üzerimde gidip gelirken aldığı derin soluklarla kendini kaptıran ifadesini.

"Pars!" İçimde usulca hareket eden alet ve gözleri beni bulan bu adam tüm dürüstlüğü ile fısıldıyor.

"Sikiyim kızım! Öyle sıcak ve darsın ki seninle kafayı yiyeceğim. " Hayvansı tonlamaya rağmen bunun bir iltifat olduğunu bilmek zevkimi arttırıyor ve ben altında usulca kıvranıyorum. "Gerçek olamayacak kadar güzelsin lan!" Sözleri sertleşirken içimdeki aletin giderek büyüdüğünü hissediyordum.

İçimde hızlanmaya başladığında dudaklarımı bağırtımı engellemek adına sıkıca bastırdım birbirine. "Siktir! Siktir! Öyle sıkı kavrıyorsun ki! Aletimi öyle büyük bir zorlukla içine alıyorsun ki..." Alnını sertçe alnıma çarptığında içime girip çıkan alet çadıra tok sesler yaymaya başlıyor ve ben artık kapalı tutamağım dudaklarımdan dışarıya bir figan bırakıyorum.

"Ahh, Pars!" İniltim altımızda sarsılan yatakla ve bedenimi ezen bu kontrolsüz adamla bir harmana bürünürken alnına düşen saçlarının bedenime indirdiği darbelerin etkisi ile havalanışını görüyorum. Alnındaki küçük ter tanelerini ve bedenime indirdiği derin darbeleri.

Artık acıyı geride bıraktığım dakikalarda önüme bambaşka dünyaların kapıları açılıyor. İçimi dolduran ve henüz tamamını bile alamadığım bu alet beni altımdaki yatağa çiviliyor, üzerimde hayvansı soluklarla bana sahip olan adam nihayet ondan istediğim şeyi bana veriyordu.

"Bebeğim." İniltili yakarışımla giderek hızlanmaya devam etti. Soluklarım kesiliyor, yanaklarım ve boğazım kurulukla yanıyor ama o durmuyor. Altında öylece nefessiz kalışımı umursamaksızın bedenime hükmediyor ve bizi bu zevk cümbüşünün içinde birbirimize katıyordu. "Yavrum." dedi sert çarpışlarının arasında.

"Sevgilim." dedim nefes nefese. Titreyen bedenim ve sarsılan yatakla şu an aldığım zevki dünya üzerinde bana herhangi başka bir şeyin yaşatması mümkün müydü?

Beni belimden tutup yatakta ters çevirdiğinde aleti hızla kaçtı içimden. Kıkırtılı iniltimle öylece yüz üstü kalıyordum yatakta.

Ardından kalçalarımı saran iri avuçlar beni Pars'ın dudaklarına teslim etti. Gülüşüm silinirken bir dondurmayı yalar gibi yalamaya başladı kalçalarımı. Öyle büyük bir vahşilik vardı ki soluklarında ve öpüşlerinde yüzümü yastığa gömerek boğukça inledim.

Ardından belimi saran kol beni yatakta dizlerimin üzerine kaldırdı ve ellerimle emekleme pozisyonuna geçtim. "Aç bacaklarını." dedi sert bir solukla.

İki yana ayırabildiğim kadar ayırdığım bacaklarımla titrekçe duruyordum önünde, kalçamı öylece sunmuş ve bana yapacağı çılgınlıklar için ona izin vermiştim. Aletini kalçalarımın arasında hafifçe gezdirdi ve kaydırarak kadınlığımın girişimde durdu.

Dudakları sırtıma doğru eğildiğinde bıraktığı iç gıdıklayıcı öpüşlerle beni birkaç saniye avuttu. Ardından aletini usulca içime ittirdi ve ben büyük bir yakarışı çadıra bıraktım.

İçimde gidip gelirken sırtımdaki öpüşler yerini iniltilere bıraktı ve alnını enseme yaslayarak içimde hızlanmaya başladı. Her darbe göğüslerimi sarsıyor ve beni yatakta bir santim ileri atıyordu ama o durmak gibi bir şeyin mümkünlüğünü henüz kavramamış gibiydi.

Enseme çarpan sıcak nefesi ve kadınlığımı dolduran erkekliğiyle beni çıldırtıyor ve bacaklarımın titremesine engel olamıyordum.

"Ahh Pars!" Bağırtım yatak başına çarparken göbeğime sardığı eliyle beni sertçe dikti geriye. Şimdi sırtım onun ıslak gövdesine bastırılırken kadınlığımın içine hızla girip çıkan alet beni çırpındırıyordu. "Ah yanıyor!" Bağırtım çadırda yayılırken göbeğimdeki el boğazıma doğru kalktı ve sıktığı boynumla gitgelleri daha da hızlandı.

Öyle ki tüm çadır bu darbelerle titriyor ve yatak can çekişen sesler çıkarıyordu ama Pars kulağıma yasladığı dudaklarıyla boğuk iniltiler eşliğinde içimi darmaduman ediyordu.

Aldığım her darbe göğüslerimi zıplatırken arkamdan sokulan beden üzerimdeki tüm kontrolü tek koluyla sağlıyordu. Havalanan saçlarım göğüslerimin üzerine düşüp kalkıyor ben kısık nefesimle çelimsiz iniltiler bırakıyordum.

"Siktir, ahh siktir!" Kulağımın dibinde inleyen adam tüm hakimiyetini kaybederken kadınlığımın deli gibi yandığını hissediyordum. Öyle kusursuz bir acı ki tüm bedenimde yankılanıyor.

"Seni," İçime indirdiği darbelerin arasında kesik kesik kelimelerle konuşmaya çalıştı. "Öyle bir sikeceğim ki," Yeniden hızlandı. Daha fazlası olamaz dediğim her an daha da fazlasıyla karşılaşıyordum. "Sabah o güzel bacaklarının üzerinde duramayacaksın!" Yeniden içimden çıktı ve bu kez büyük bir yakarışla köküne kadar girdi.

"Ağğ!" Ağlamaya yakın bir bağırışla ellerinden kaçmaya çalıştığımda boğazımı saran eli belime indi ve etimi avuçlarında sıkarken daha da hızlandı. Bu kez tamamıyla içimdeydi hissediyordum, hissediyordum çünkü böyle bir acı ne yerde ne gökte olamazdı.

"Pars ahh!" Yakarışım gözlerimden acıyla akan yaşla bir bütün olduğumda kafam iri elleri tarafından yastığa bastırıldı ve boğuk iniltim yumuşak yastıkta kayboldu.

"Bebeğim! Bebeğim!" İçime girip çıkarken öyle çok kaptırmıştı ki kendini hissettiğim acıya rağmen kadınlığımın zevkle kasıldığını ve titreyen bacaklarım eşliğinde içimin zevkle dolduğunu biliyordum. "Ver bana." dedi iniltisi boğuklaşırken. "O güzel sularını ver sevgilim." Bir yakarışı andıran sesle neredeyse yalvarırcasına inlemeye başladı.

Yüzümü yastıktan geri çektiğinde sırtım yeniden gövdesine yaslandı ve beni çıldırtan sıcak nefesi saçlarımın arasından kulağıma ulaştı. "Boşalmanı istiyorum, benimle aynı anda. Tüm suların sikimin etrafından süzülsün, duydun mu?" Kendini içime usulca sokup çıkarırken başımı titrekçe salladım.

Kadınlığımın içini yakan aleti ve klitorisimi saran sert parmaklarıyla beni titretmeye başladığında bilimcim bulanıklaşıyordu. Öyle büyük bir kuşatma altındaydım ki içimde koca bir alet ve klitorisime tutunan sıcak parmaklar vardı.

"Ohh!" Göğüs uçlarım sertleşmekten sızlamaya başladığında Pars içimde hızlanmaya karar veriyordu. "Evet, işte böyle! İşte böyle yavrum."

İndirdiği darbeler kasıklarımı alev alev yakmaya başladığında bacaklarımın titremesi artmaya başladı. Bedenim çaresizce kırılmak istiyor ve boşalmak üzere olduğumu böylelikle anlıyordum. Kendimi salmak istiyorum fakat Pars'ın güçlü tutuşu beni havada asılı bırakıyor. O an içimin büyük bir patlayışla titreyip dışarıya taştığını ve sarıp sarmaladığım aletin sular içinde kaldığını hissediyordum.

"Ahh!" Pars'ın çaresizliğe en yakın çıkan sesi şu an dudaklarından dökülen hoş nidasıydı. Öyle ki boşalmış olmama rağmen beni yeniden zevke getirecek türdendi. Bedenimi tutan elleri boşa düştüğünde ben de yatağa bırakıyordum kendimi.

Ama o kadınlığımdaki aletiyle içime doğru sertçe çarptı bedenini. Bu kez az önceki hırçınlıktan oldukça uzak ve usul usul işler gibiydi. Bedenini üzerime bıraktığında aletini yavaşça çıkardı içimden ve öylece üst üste uzandık yatakta.

Fakat onun ağırlığı nefesimi keserken, kısıkça gülmeye başladım. "Kalk üstümden nefesim kesiliyor." dedim kıkırdayarak.

Nefesi kontrolsüzce alınıp verilirken kendini yanıma doğru bıraktı ve yüz üstü düşü verdi yatağa. Bakışlarım sırtına döndüğünde tırnak izlerimin yerinin kan topladığını görerek sırıttım. Benim de içim alev alev yanıyordu, yani ödeşmiştik.

"Gel buraya." Beni belimden tutup göğsüne doğru çektiğinde kollarını çıplak bedenime sardı. "Canını çok yakmadım değil mi?" dedi düzensiz nefeslerle.

Başımı göğsünden yüzüne doğru çevirdiğimde kızarık yanakları beni gülümsetti. "Birazcık." dedim fısıltıyla.

"İnan bana kendimi dizginledim, ilk gece ve çok yorulmanı istemiyorum." Sahici bir gülümsemeyle konuştu ve sustu.

Şaşkınlıkla bakakalıyordum. Beni çok yormak istemiyor mu? Bundan daha fazlası mı vardı yani?

'Ciddi olamazsın.'

"Ne oldu?" dedi yüzümdeki afallamaya bakarak. "Bu en hafif gecen falan değildi her halde." dedim alayla.

Yüzünde sinsi bir sırıtış yayıldığında keskin bir kahkaha bıraktı çadırın içine. "Öyle çömezsin ki, öyle bilgisiz... Bu sana fazla geldi öyle mi?" Beni yatakta sırt üstü yatırdı ve üzerime çıkarak alnıma küçük öpücükler bırakmaya başladı.

"Ya Pars dalga geçme bir ara şuurumu kaybettim ben." Kıkırdarken öpüşler sinsi gülüşleriyle birlikte burnuma ve boynuma doğru indi. "Ya, kime diyorum!" Tatlı bir kızgınlıkla onu geri ittim.

"Yavrum korkma, zamanla alışacaksın. Hem senin de hoşuna gidecek, emin ol." Tek kaşı havalandığımda küstahça sırıtmaya devam etti.

"Hoşuma gitmesine bir şey demiyorum ama neye uğradığımı şaşırdım. Yani ne bileyim..."

"Yemin ederim oldukça naziktim. Uslu bir çocuk olmak için elimden geleni yaptım." Dudaklarımın üzerine sıcak bir öpücük bıraktı ve geri çekildi. Üzerimden kalktığında yatağın kenarına doğru kaydı ve ayaklarını sarkıttı. "Ama eğer canını fazla yaktıysam..." Başı omzunun üzerinden döndüğünde bu şakalaşmayı ciddiye aldığını görüyordum.

Canımın yanması umurumda bile değildi. Aksine bu acı hoşuma gitmişti ve şimdi beni incittiğini sanması, isteyeceğim son şey bile olamaz.

"Şikâyetçi değilim, aksine sevdim." dedim ve yataktan kalkıp çadırın içine doğru ilerledim.

Bakışlarım üzerime sarabilecek bir şeyler ararken Pars'ın bana doğru geldiğini duyarak bedenimi ona döndüm. "Gelinliğimi yırttın, tangam da param parça. Ben ne giyeceğim şimdi?" dedim sırıtırken.

"Giyinmeyeceksin." dedi küstahça ve son adımla dibimde durdu.

Elleri yüzüme doğru havalandığında alnı kırışıyor ve suratımda bir şey varmış gibi bir dikkatle beni inceliyordu. "Makyajın akmış."

Parmakları yüzümde usulca gezindiğinde kendimi hissettiğim sıcak temasa bıraktım. Onun dokunuşu tüm dünyayı sessiz ve kimsesiz bırakıyordu. Bana dokunuşu tüm ruhumu eşsiz bir huzura kavuşturuyor.

"Seni temizleyelim." dedi ve belimi hızla kavrayarak beni kucağına aldı. Bu tutuşla bacaklarımı beline sardım.

Elleri kalçalarımı desteklerken çırılçıplak bir şekilde çadırdan dışarıya çıktık, etrafı tedirgince süzdüm ama o umursamaz adımlarla bizi denize doğru ilerletti. "Ya biri gelirse?" dedim tedirgince.

"Cesaret edemez."

"Ya korumalar gelirse ya acil bir şey olursa, keşke çadırda kalsaydık." Bedenimi ona tamamen yapıştırarak göğüslerimi sakladım ve belini saran bacaklarımı sıkılaştırdım.

"Bu gece olabilecek en acil şey şu an oluyor, bundan daha önemli tek bir durum olamaz." dedi küstahça.

"Ya Pars, seni çözemiyorum. Gerçekten bak." Geri çektiğim bedenimle yüzüne bakıyordum. "Çözümüm oldukça basit aslında." dedi pis pis sırıtırken.

"Allah Allah, neymiş o çözüm?"

"Bu gece için konuşacak olursak, ben sevişirken rahatsız edilmeyi sevmem. Bunu bütün adamlarım bilir. Ve dünyaya bir meteor çarpıyor dahi olsa kimse bu anı bozmaya cesaret edip haber vermeye gelemez."

"Sen sevişirken öyle mi?" Sertçe omzuna doğru uzandım ve sıkı bir ısırık bıraktım.

"Ssh! Nasya!" Omzunu kaçırmaya çalıştı ama dişlerim acıyana kadar durmadım. "Yavrum! Ahh, yapma!" Azarlayıcı sesiyle bizi ansızın suyun içine fırlattı.

"Aaaa!" Bağırtım sahilde yankılandığında soğuk suya boğazıma kadar batmıştım.

"Allah seni kahretmesin ya! Bunu hep yapıyorsun!" Azarlayıcı sesim titrek çenemle denizde yankılanırken üşümenim etkisiyle kendimi ona daha da sokuşturdum.

"Isırma huyu falan edineyim deme bak, insan içine çıkamam." dedi alayla gülerken.

"Sen de sevişmelerinden bahsetmeyi kes o zaman! Aptal herif!" Yeniden omzuna doğru yöneldiğimde beni suya fırlatır ve kurtulur diye bekledim ama yapmadı.

"Aaa!" Acılı bağırışıyla kıkırdayarak geri çekildim. "Oh olsun." dedim alayla onu süzerken.

"Yavrum aynı yerden iki kere ısırılmaz ama ya! " Acılı bir yakarışla konuştuğunda bu çocuksu hali beni şaşkına çeviriyordu.

Bunun yanı sıra hoşuma da gitmişti. Alt dudağı bükülmüş küskün bir bakışla yakınıyor gibiydi. "Tamam tamam özür dilerim, bir sonraki seferde diğer omuzuna saldıracağım." diye gülmeye başladım.

Sol elini kalçamdan çekti ve denize daldırdı. Islanan parmaklarıyla gözaltlarımı usulca silmeye başladı.

Yüzünde keyifli bir ifade yer ettiğimde ise yaptığı işe tam konsantre olsa da huzur veren bir mırıltıyla konuştu. "Mümkünse ısırmasan, yani tamam anlıyorum şeker gibi adamım ama tadıma bakmanın başka yolları da var." Sinsice sırıttığında kinayesi hoşuma gitmişti.

"Az önceki gibi diyorsun yani?" dedim. Kollarım boynunda iyice sıkılaştığında belindeki bacaklarımı elleriyle destekledi. "Zeki kadınsın ve bu sahip olduğun diğer tüm özelliklerinin içine eklenince fena halde azıyorum."

Gözlerimi temizleyen parmaklar çeneme kaydı ve kavradığı yüzümü kendininkine doğru çekti. Dudaklarıma doğru sokuldu ve nefeslerimiz birbirine karışmaya başladı.

Ensesini saran ellerim saç bitimlerini usulca okşarken kalçamda hissettiğim hareketlilik beni hayrete düşürüyordu.

"Son isteği de," Öpüşlerinin arasında geri çekildiğinde devam etti. "Yerine getirdiğimize göre çadıra dönebiliriz. Hem sen de kendine gelmiş gibisin." Alaylı sesiyle şaşkınca bakakaldım. "Son istek ne be?" dedim kıkırdayarak.

"Denize girmek, Lizbon'da. Gerçi gelinlikle birlikteydi o ama o kadar sabredemedim maalesef." Sinsice sırıttı ve yönümüzü kumsala doğru çevirdi.

"Ya sen deli misin? Sırf öyle dedim diye mi soktun bizi suya." Hoşuma gitmişti ama buna gerek yoktu ki. O öylesine kurulmuş bir hayaldi işte. Her bir şey olmuştu, bu olmasa ne olurdu sanki.

"Arzu ettiğin her şeyi önüne sereceğim, isteyip de alamayacağın hiçbir şey olamaz. Buna izin vermem." dedi ve bedenimiz sudan çıktığında az önce bana ılık gelen rüzgâr şimdi tenimi soğukça kırbaçlıyordu.

"Ay dondum!" Titreyerek Pars'a tutunduğumda adımlarını hızlandırdı ve bizi koşarak çadıra soktu. "Isınacaksın." dedi.

Bıraktığı tutkulu telkinle birlikte benimle birlikte yatağa doğru tırmandı. Öylece kollarının arasında beni altında bırakışına izin veriyordum. Sırtım dağınık yatakla birleştiğinde belindeki bacaklarımı serbest bıraktım ve titrek bir gülüşle ona baktım. "Öyle güzelsin ki..."

Üzerime verdiği ağırlığıyla altında kalakaldım. Bedeni üşüyen bedenimi örtmüş beni yavaşça ısısıyla sarmalıyordu. Elleri saçlarıma doğru havalandı ve alnıma yapışan ıslak saçları yavaşça geri sıyırdı.

"Bir an, sadece küçük bir an, hiç kavuşamayacağız sandım." Sesi saklı bir hüznü taşırken yüzümdeki gülümseme usulca silindi. "Ben seni çok sevdim Nasya. Sevmek denen duyguyu bile kavrayamıyorum ama çok sevdim. Şimdi böyle, burada; bana gözlerin parlayarak bakıyorsun ya dünya üzerindeki en güçlü adam benmişim gibi hissediyorum."

Buruk bir tebessüm dudaklarını kıvırdı ve burnumun üzerine bıraktığı küçük bir öpücükle geri çekildi. "Kaç gece, hayalinle aynı yastığa baş koydum bilmiyorum. Seni rüyalarımda kaç gece böyle sarıp sarmaladım bilmiyorum. Öyle alıştım ki tüm bu çıkmazlara, sana kavuşmayı hayal bile edemez oldum."

Gözleri parlarken bakışları benimkilerde tutundu. "Ama şimdi buradasın, biz buradayız. Sen tüm felaketlerin üstüne gelen o hediye gibisin. Sayende her şeyi ve herkesi affedebilecek gücü hissediyorum kendimde. Sen benim iyi yanımsın. İçimde; yıllar önce sessizliği kuşanan o çocuk sayende kurtuldu lâl olmaktan."

"Pars." Ağırca yutkundum, duyduklarım kalbimde yoğun bir sıcaklık yayıyor.

"Hani bana dedin ya, 'Hayatımla ilgili her şeyi biliyorsun ama ben öğrenmek için seninle cebelleşiyorum.' Haklıydın." Alnını alnıma yasladı ve üzgün bir gülümsemeyle kapattı gözlerini. "Ben anlatmalıydım, tüm kötü ve iyi şeyleri benden duymalıydın ama korktum. Gitmenden korktum, hala korkuyorum. Bugün sana kavuştuğum şu anlarda bile seni kaybetmekten deli gibi korkuyorum. Nasya ben çok yorgunum." Gözleri yüzüme doğru açıldığında kurduğu son cümle beni nefessiz bırakıyordu.

"Ezelden beri yorgunum. Öyle ki bu yorgunluk artık benim üzerime işlemiş, hissizim. Ben öyle çok konuda hissizim ki bilsen şaşarsın ama çabalıyorum. Senin için çabalıyorum, öğrenmek istiyorum. Mutlu nasıl olunur öğrenmek istiyorum. Tüm bunları bana hissettiren sensin, sen geldiğinden beri her şey karmakarışık ama bu dağınıklık öyle huzurlu ki..." Burnunu benimkine usulca sürttü ve güleç bir sesle devam etti. "Ne demiş şair; 'Düzenim bozulur, hayatım alt üst olur diye korkma. Ne biliyorsun altının üstünden iyi olmadığını?'"

Sessizce gülümsedim ve ellerimi saçlarına doğru kaldırdım. Ufak bir hamleyle yüzünü göğsüme bastırdığımda diretmeden sokulu verdi boynuma. Sanki küçük bir çocuk gibi, öylece denileni yaptı. Bu koca kas yığını, usulca itaat etti.

"Seni öyle çok seviyorum ki Pars, bana göre dünya üzerinde hiçbir erkek böyle sevilmemiştir ama bu sevgi benden çok şey götürdü, yine de buradayım. Ve bilmeni istiyorum ki şartlar ne olursa olsun hep burada olacağım."

"Söz mü?" dedi fısıltıyla.

"Söz." dedim aynı sessizlikte.

Hiç düşünmeden, tereddüt etmeden vermiştim bu sözü. Onu sevmekten, ona ait olduğumu hissetmekten bir an olsun tereddüt etmediğim gibi.

Sevdiğim adamın, kocamın; göğsümdeki başına baktım usulca. Bu zamana kadar onun göğsüne sarılan, kalp atışlarını hisseden ve rahatlayan ben olmuştum. Onda huzur bulan bendim. Ama diğer zamanların aksine, bugün ben almıştım onu kanatlarım arasına. Sadece onu değil, içinde bir yerlerde büyütmeye çalıştığı o küçük çocuğu da.

Biz olduğumuz yerde, sevdiğim adamı izlerken doldu gözlerim. Bu kez mutluluktandı, aşırı sevgidendi.

İlk gecemizi hatırlıyorum. Keskin ve koyu harelerinden ruhuma işleyen bir his vardı. Uzattığı mendiliyle başlatmıştı hikâyemizi. O mendille, önce görünen yaralarımı sarmıştı. Ardından saf sevgisiyle ise ruhumun yaralarını sarmaya yeminli gibiydi.

Ama şimdi sıra bendeydi.

Sevdiğim adamın kanayan yaraları kalbindeydi. Beni de kalbine almıştı işte. Yaralarını iyileştirmemi istercesine almıştı kalbine, sığınmıştı göğsüme.

Onu, içindeki küçük çocuğu; dahası olamaz dedirtircesine sevecek; sevgimle iyileştirecektim. Onun bana olduğu gibi ben de ona nefes olacaktım.

 

Söz.

 

Loading...
0%