Yeni Üyelik
39.
Bölüm

Bölüm 39 /Kendi ailem.

@nurdogru26

 

 

BÖLÜM SONRASI İNSTAGRAM'DA Kİ SORU CEVAP ETKİNLİĞİNE GEL MUTLAKA BEKLENİYORSUN.

 

 

instagram ; aidiyetofficial

 

 

♟♟♟♟

 

 

 

 

 

 

 

 

 

39. Bölüm / Kendi Ailem.

 

 

 

 

 

 

Bölüm şarkısı / Melike Şahin - Korkmasam ölürdüm

 

 

 

 

 

Nasya'nın kendini Pars'a teslim ettiği o muhteşem gecenin ardından, hiçbir mutluluğun sonsuza dek sürmediğini bir kez daha gördükleri bir sabaha uyandılar.

 

 

 

 

 

 

Kaderin bağladığı bir mendilin iki ucu; sonsuza dek mutlu yaşamaktan başka bir şey arzulamayan bu iki yüreğe mutluluğu öyle kolayca verecek miydi?

 

 

 

 

 

 

♟♟♟♟

 

 

 

 

PARS 

 

Çadırın içinde cılızca çalan telefonun titreşimi ile yatağın içinde hafifçe aralandı bakışlarım.

 

Nasya'nın çırılçıplak bir şekilde kollarımda uyuyuşu içimi daha önce hiç yaşamadığım bir huzurla doldururken yanaklarımda yorgun ama sahici bir gülümseme yayıyordu, ısrarla çalan telefon nihayet sustuğunda dikkatimi kollarımda uyuyan kadına teslim ettim. Parmaklarım usulca yüzünü örten saçlarına doğru kaydı ve güzel çehresini uzun ve hırçın saçlarının istilasından kurtardım.

 

Küçük burnundan dışarıya taşan sıcak nefesi ve uyurken büzüşen iri dudaklarının yanağının baskısıyla nasılda katlandığını görüyordum.

 

Oldukça derin ve yorgun bir uykunun pençesinde dolanırken onu öylece izlemeye başladım. Omuzuna kadar çektiği pikenin üşüyen bedenini perdelemesi bile benim için daha önce hiç resmedilmemiş bir sanat eseri gibiydi.

 

Bu kadının sadece uyuyarak beni kendine tekrar tekrar aşık edişi ve bunu yaparken hiçbir çaba sarf etmeyişi beni her seferinde şaşkına çeviriyor.

 

Onu sevmem için ya da içimdeki bu aitlik hissini kazanmak için hiçbir şey yapmamıştı, sadece varlığı ve öylece karşımda durması yetmişti, kanlı elleri ve yorgun ifadesi ile beni bir anda kendine meftun etmişti.

 

Bir gecede, üstelik gitmek bile istemediğim bir kutlamada orada bulunan herkesin aksine o, tüm gecenin ortasındaki bir yıldız gibiydi.

 

Zihnimin bile ne yapacağını bilemeyişinin asıl sebebi aşktı, benim için rahatsız edici olan o his, şimdilerde aşkın en somut haliyle kollarımda uyuyordu.

 

Aşk işte, nereden baksan saçmalıktı... Benim gibi bir adamı, bir çift göze köle eden, dizlerimi kıran, gücümü sorgulatan bir çift kara göz.

 

Ne yaptığını bile bilmeyen bir kadının, uçarı hallerinin kaç kez kurbanı oldum kim bilir, başlarda tenine dokunsam geçeceğini düşündüğüm bu açlık fikrinin artık nasıl bir aptallık olduğunu görüyorum, ona dokunmadan önce bir şekilde uzağında kalabilmek mümkündü ama şimdi, uyuşan sol kolum ve çıplak göğsümün üzerindeki şu küçük suratın olmadığı tek bir gece ve gündüzü hayal edemem.

 

Onsuz nefes alamam ve varlığımı sürdüremem. Oysa bu dokunuşun beni dindireceğini düşündüğüm o ahmak zamanlarda nasılda kendinden emin bir kibirle doluydum.

 

Şimdi tüm varlığım, görünen görünmeyen tüm benlik parçalarımla bu kadına aitim. Ona aitim ve onun itaatkarıyım. Benimle ne isterse yapabilir ve bundan bir haber.

 

Telefon yeniden titremeye başladığında daldığım bu rüyadan rahatsız bir irkilmeyle uyandım, yavaşça Nasya'nın bedeninin altındaki kolumu geri çekerken uyanmaması için bebek hareketleri ile ilerledim ve onu yastığıma usulca bıraktım, saçlarına belli belirsiz bir öpücük bırakarak yataktan kalktığımda yerdeki boxer'ı üzerime geçirdim ve titreşen telefonu alarak çadırın içinden çıktım.

 

Davut'un ekrandaki ismini gördüğümde sabahın bir vakti arayışının hayra alamet olmadığını biliyordum.

 

Cevapladığım telefonu çadırdan uzaklaşarak kulağıma yasladım.

 

"Sana da günaydın Davut. " suratımda memnuniyetsiz bir ifadeyle konuştuğumda heyecanla konuya girdi.

 

"Efendim Melikşah." Bir saniye duraksayarak yeniden konuştu. "Eve bir kargo gelmiş, Şile'de ki eve."

 

Duyduğum bu hatırlatma ile zihnim ansızın az önce yaşanan tüm güzelliklerden uzaklaşıyordu. "Siktir! Defne..." Korkuyla başım omzumun üzerinden geriye döndü, çadıra.

 

Nasya hala uyuyordu fakat eğer Defne'ye bir şey olduysa olacak olanların ihtimali saliseler içinde zihnimin içinde bir savaş başlatıyordu.

 

"Konuş." dedim dişlerimi sıkarak, sesimin tonunu kısık tutuyordum çünkü içeride huzurla uyuyan kadının böyle bir kabusa uyanmasını istemiyorum!

 

"Saçları efendim... örülü bir şekilde Nasya hanımın adına bir notla birlikte gönderilmiş. Güvenlik kapıda açınca durumu anlamış ama Melikşah'ın şakası yok Pars Bey."

 

"Yani hala yaşıyor." güçlü bir nefesi dudaklarımdan dışarıya verdim.

 

"Evet, fakat her gün dönümünde başka bir parçasını göndereceğini-"

 

"Tamam kes! Anladık kes!" Bağırtımla sıkkın bir nefes verdi.

 

"Birde Babanız, sizi aramış fakat ulaşamamış, efendim kendisi evliliği öğrenmiş... Derhal kendine ulaşmanızı istedi." ses tonundaki huzursuzluk şakaklarımın gerilmesine sebep olurken bakışlarım yeniden çadıra döndü.

 

"Dinle beni, bana ve Nasya'ya birkaç parça kıyafet getir, belli ki siktiğimin balayı burada bitti!"

 

Ardından kapattığım telefonla bir süre öylece çadırı izledim, onun uyanmasını ve güzel gözlerindeki ışıltıyı görmek için tüm ömrümü verirdim ama bu kaosun içine uyanmaması içinde aynını yapardım her halde.

 

Telefonumun cevapsızlarına çevirdiğim dikkatimle babamın adına tıkladım ve engellenemez bir irkilmeyle telefonu kulağıma yasladım.

 

İlk çalışta açılan telefon bağırmasıyla yankılandı.

 

"Ne yapıyorsun ulan sen! Ne yapıyorsun!" kulak zarımı zorlayan bu hırıltı şakaklarımı gererken sert bir nefes çektim içime.

 

Adımlarım çadırdan daha da uzaklaşırken yeniden bağırdı. "Öldüreceğim seni! Öldüreceğim! Ne demek lan öyle kafana göre-"

 

"Sakinleş!" dişlerimi sıkarak tısladığımda yeniden bağırdı. "O kancık orospuyla evlenmek ne demek! Kime sordun lan sen! Kime sordun böyle bir adım atarken! Sen kimsin farkında mısın? Sen kimsin!"

 

"Kendime sordum! Sana açıkça söyledim. Onu seviyorum, bu konuda fikrini belirtme gibi bir hakka sahip değilsin!" sesimi kısık tutmaya çalışırken sıktığım çenem başıma keskin acılar sokuyordu.

 

"Hakka sahip değilim öyle mi? Sana sahip olduğum her şeyi hatırlatacağım Pars! Sana kimin borusunun öttüğünü hatırlatacağım, öyle acı bir şekilde olacak ki bundan sonra bana her karşı gelmeyi düşündüğünde bu acıyı anımsayacaksın!" sözleri alenen bir tehditti ama bana bunun imasını bile yapması kendi sonunu getirir ve bunu biliyor, buna rağmen böyle konuşması belli ki hayal gücümün bir sonucu.

 

"Aç kulaklarını beni iyi dinle! Hayatım boyunca tüm iplerim o boktan ellerindeydi ve buna ses çıkarmadım! Çünkü- sen sebebini çok iyi biliyorsun! Kardeşlerim için nelere göğüs gerdim biliyorsun! Ama artık hayır. Herkes kendini kurtardı Adil Bey! Sıra bende! Ben senin bana çizdiğin o boktan yoldan çıkalı çok oldu, kaderimin kalemi artık kendi ellerimde ya bu yolda arkamdan gelirsin ya da!"

 

"Ya da ne ulan beni tehdit mi ediyorsun! Senin yolunu izini sikerim Pars! O orospu-"

 

"Düzgün konuş ulan!" bağırtım sahilde yankılandığında korkuyla çadıra döndü yüzüm, şöyle bir anın içinde uymaması hiç işime gelmezdi!

 

"O orospu hayatına girdiği gün kaybettim ben seni! Bunu anlamam böyle uzun sürmeseydi şimdiye bir mezar taşında olurdu ismi bir nikah defterinde değil! öyle hediye dağıtır gibi dağıttın şey benim soy adım ve benim mal varlığım ama geçte değil oğlum! O defterdeki isimin bir mezar taşına işlenmesi an meselesi!"

 

Ardından kapanan telefonla avuçlarımın arasında sıktığım telefonun gıcırtısı ve bedenimi bütünüyle saran öfke kulaklarımı yakmaya başlıyordu, beni açık açık, şüpheye mahal bırakmayacak şekilde tehdit ediyordu ve bunu yaparken nasıl bir sınırı geçtiğinden oldukça habersiz bir aptallık taşıyor omuzlarında.

 

Onu; söylediklerini yapacağını çok iyi bilecek kadar tanıyorum.

 

Tüm hayatım boyunca blöflerini ve gerçekliklerini gördüm ve bu telefon konuşması baştan aşağıya gerçekle doluydu, onun nefretinin gerçekliği ile.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

♟♟♟♟

 

NASYA 

 

Kulaklarıma vuran hafif mırıltılarla gözlerimi çadırın içine araladığımda yatakta bir başıma olduğumu kısa sürede anladım.

 

Güneş çoktan doğmuş, Lizbon'un ılık rüzgârı çadırın içine hafifçe dolarken gerneşerek kalktım yataktan.

 

Bakışlarım baş ucumda duran kıyafetlere döndüğünde gece gelinliğimi parçalara ayırdıktan sonra sabahında kıyafet getirttiğini anlamak yüzümde sakin bir gülümseme oluşturdu.

 

Acele ile üzerime geçirdiğim kıyafetlerle adımlarımı çadırın çıkışına doğru çevirdim.

 

İçeriden dışarıya uzanan başımla Davut'un Parsla hararetli bir şekilde konuştuğunu görüyordum.

 

Öyle ki bu hararet Davut'un ellerini sürekli havada savurmasına sebep olurken Pars altındaki keten pantolonunun ceplerine sokuşturduğu elleriyle korkutucu bir sakinlikle onu dinliyor ve başını kesik aralıklarla sallıyordu.

 

Sol eli cebinden çıkıp rüzgârda uçuşan saçlarını geriye vermesiyle sıkkın bir nefesi geriye verdiği boynuyla havaya bıraktı.

 

Canını sıkan bir şey olduğunu anlıyordum, Davut'a gelince olduğu yerde bir o yana bir bu yana adımlayıp hala bir şeyler anlatıyordu, kulaklarıma uzaktan çalan bu kelimeler mantığımda bir zemine oturup cümlelere kavuşamıyordu, fakat Defne'nin adını duyduğumda alnım kırıştı.

 

Çadırın dışına doğru bir adım attığımda sıcak kumlar çıplak ayaklarımı yakarken Davut'un bakışları beni buldu, arkası bana dönük halde duran Pars ise bu dikkat kesişle ansızın başını omzunun üzerinden bana çevirdi.

 

"Günaydın sevgilim..." dedi yüzünde sahte ve gergin bir gülümseme ile.

 

Adımlarım aceleyle onlara doğru giderken, kafamın içinde dönüp duran karmaşanın bir sona varmasını isteyerek yanlarında durdum.

 

"Günaydın sevgilim." dedim ve bakışlarım Davut'a döndü. Üzerinde ki gerginlik yakından çok daha iyi görülürken yeniden yüzümü Parsa çevirdim.

 

"Ne oluyor burada peki? Neden böyle gerginsiniz?" dedim gözlerimi kısarak.

 

Pars'ın bakışları kaçakça Davut'a döndüğünde başıyla ona uzaklaşmasını işaret etti.

 

Ardından Kumun içinde ilerleyen Davut'un ayak sesleri giderek uzaklaştı yanımızdan.

 

Parsın diğer cebindeki eli de pantolonundan kurtulduğunda, rüzgârda uçuşan saçlarıma doğru havalandı ve onları usulca düzelterek saçlarımı okşamaya başladı, son bir adımla aramızdaki küçük mesafeyi kapattığında sol kolu usulca belime doğru indi ve beni kalçalarımdan destekleyerek kendine çekti.

 

"Ne oluyor anlatmayacak mısın?" dedim fısıltılı bir merakla, bedenimi saran sıcak kolu zihnimi dün geceye taşırken dikkatim dağılıyordu neredeyse.

 

"Anlatacağım, yine de öncesinde sakin olmanı istiyorum." alnını alnıma yaslamak için uzun boynunu eğdi ve bizi göz göze getirdi.

 

"Tamam şimdi gerçekten gerilmeye başladım." dedim belli belirsiz kıkırdarken.

 

"Gerilecek hiçbir şey yok." alnını alnıma yasladı ve dudaklarımın üzerine sıcak, tutkulu, fakat cüretkâr olmayan bir öpücük bırakarak geri çekildi.

 

"Ben her şeyi halledeceğim ama senin üzüldüğünü görürsem, sabrımı kaybedip işleri sarpa sararım. İşte tamda bu yüzden güzel karım, bana güvenip sakin kalman gerek, onu sana sapa sağlam getireceğim..." dedi.

 

Gözlerim sıcak nefesin bedenimde yaydığı huzurla kapanırken söylediği son sözle ansızın yüzüne doğru aralandı.

 

"N-ne oluyor?" dedim titrek bir sesle.

 

"Melikşah." âdem elması belirgin bir sertlikle hareket ederken sertçe yutkundu.

 

"Defne'yi mi kaçırdı..." dedim dudaklarım korkuyla aralandı ve burnumdan içeri sert bir nefes çektim.

 

"Alacağım, onu geri getireceğim sana sorun yok." elleri yüzüme doğru havalandığında yanaklarım sıcak avuç içleri ile baskılanıyor ve kara gözleri uzun kirpiklerinin altından yüzüme dönüyordu.

 

Alnı alnımda öyle sıkı birleşmişti ki, genzim yanıyor, içim korkuyla doluyordu ama onun teması ve güven veren sesiyle söylediğini yapacağından bir an şüphe etmiyordum.

 

Fakat ya ona bir şey olursa, Defne'yi kaybedemem ama Pars... Melikşah pisliğinin ona bir zarar verebilme ihtimali beynimi uğultular içinde bırakıyor.

 

"Bak bana güzelim." dedi

 

Böylece gözlerinden kaçırdığım bakışlarımı yeniden onun karalarına çevirdim.

 

"Sana kardeşini geri getireceğim, bana güven. Ama sakın ağlama, sakın güçsüz hissetme... O şerefsizin tek yapabileceği bu kalmıştı, artık daha fazlasını yapamayacak söz veriyorum. Defneyi çekip alacağım elinden ve sonra, sonra sen ne istersen..." dudakları kızaran burnumun üzerine sıcak bir öpücük bıraktı ve geri çekildi. "Sonra hayatında hiçbir eksik parça kalmayacak. Söz veriyorum... bu karşılaşacağın son tedirginlik olacak. O şerefsizi sonsuza dek çıkaracağım hayatımızdan."

 

Konuşurken dişlerinin gizlemeye çalıştığı bir öfkeyle sıkıldığını görebiliyordum, bunca zaman Melikşah 'tan böyle büyük bir öfkeyle bahsettiğini görmemiştim.

 

O halledeceğim derse hallederdi biliyorum, benim için neler yapacağını birçok kez gördüm.

 

Defne'nin bana sağ salim geleceğini biliyorum ama ya Pars... Ya o zarar görürse.

 

"Şimdi." dedi ve alnını alnımdan çekerek beni omuzlarımdan yakaladı ve gövdesine yasladı. Başım göğsüne sıkıca bastırılırken saçlarıma bıraktığı sıcak bir öpücükle sakince konuştu.

 

"Gidip Defne'yi geri alalım." dedi ve kolları sıkıca sardı sırtımı. Öyle ki bu sarılış sanki bedenimi bedeniyle ve ruhumu ruhuyla bir bütün etmişti.

 

Ardından bağırışı sahilde yayıldı ve ileride bizi bekleyen Davut'a ulaştı. "Uçağı hazırlat, bir saate çıkmış olacağız."

 

Davut'tan sessiz bir onay alarak beni yavaşça kucakladığında yere kumların üzerine çöktü.

 

Kucağında kendime bir yer edinirken zihnim ve tüm dikkatim Defne'nin şu an ne halde olduğundaydı.

 

Ya o pislik ona bir şey yaptıysa? ya canını yaktıysa...

 

Ona böyle kolay arkamı dönmemem gerekiyordu, lanet olsun yapmamalıydım işte.

Tüm bu olanlara Defne'ye bir şey olmasın diye başlamışken, onu Melikşah'ın kötülüğünden korumak için onca şey yapmışken nasıl sırtımı dönerim.

 

Pars'ın elleri usulca bedenimde dolanırken beni sakinleştirmeye çalıştığını fark ederek başımı geri çektim ve göz göze geldik.

 

Dizlerinin üzerinde öylece oturmuş bana bakışını görüyordum.

 

"Bakma öyle güzelim, her şeyi halledeceğim yalvarırım solmasın gözlerinde ki o ışıltı." sesi titremişti.

 

"Söz ver bana..." dedim fısıltıyla konuşurken, genzim deli gibi yanıyordu.

 

"Ne için." dedi kaşları çatılırken.

 

"Sana hiçbir şey olmayacak, bana Defneyi getirirken sana hiçbir şey olmayacak söz ver..." titreyen sesim ve sızlayan genzimle gözümden bir damla yaş firar ederek yanağımdan aşağıya süzüldü.

 

"Nasya." hızla kalçalarımı saran eli yanağıma yükseldi. "Bana hiçbir şey olmayacak neden biliyor musun?" dedi ve bir cevap bekler gibi durdu.

 

Yanağımdaki yaşı parmaklarıyla kuruturken başımı iki yana salladım. "Bilmiyorum..." diyebildiğim titreyen çenemle.

 

"Çünkü bana senden başka kimse zarar veremez... Beni yalnızca ama yalnızca sen öldürebilirsin, sadece sen canımı yakabilir ve sadece sen beni çaresiz bırakabilirsin." dedi dudaklarında sakin fakat hüzünlü bir gülümseme oluşurken.

 

"Ne, neden böyle konuşuyorsun şimdi..." şaşkınlıkla kollarının arasında dikeldiğimde yüz yüze geliyorduk.

 

"Aklından neler geçiyor bilmiyorum ama birinin bana zarar verebilme ihtimali yalnızca seninle mümkün olabilir, çünkü ben senin bir damla göz yaşın için dünyayı durdurur bir sözünle kıymetsizleşen canımdan vazgeçerim. Sen güzel karım..." alnını alnıma yasladı.

 

"Sen tek bir parmağını bile kıpırdatmadan beni yerle bir edebilirsin... Eğer öyle bir niyetin yoksa korkma, haricinde kimse kılıma dokunamaz." dudakları usulca dudaklarıma uzanırken sıcak öpüşü beni tüm gerçeklikten uzaklaştırırcasına kucakladı.

 

Nefesi dudaklarımdan içeriye akarken kollarımı usulca boynuna sardım ve aldığım bu iyileştirici öpüşe aynı güçlü tutunuşla cevap verdim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

♟♟♟♟

 

BİR KAÇ SAAT SONRA

 

Adil Katipoğlu oturduğu büyük deri koltukta usulca sallanırken, Serdar'ın ona anlattıklarını dikkatle dinliyordu.

 

"Şile'deki evde Pars Bey ve Melikşah bir görüşme yapacaklarmış efendim, Çocuklardan hiçbir haber alamadım, ağızlarını aradım fakat kimse bir şey bilmiyor gibi, tek bildikleri Defne hanımın kaçırıldığı ve Pars beyin bir anlaşma için Melikşah'ı ayağına kadar çağırdığı, sanırım Melih'i verip Defne'yi alacaklar." dedi gergince ayakta dikilirken.

 

Adil elindeki viski bardağını usulca çevirirken içindeki buz küpleri hafifçe tıngırdıyordu.

 

"Bunca zaman peşinde koştuğu adam evine geliyor ve kafasına sıkmak yerine anlaşmamı yapıyor? Benim oğlum sırf o kadın mutu olsun diye daha ne kadar eğilecek serdar, hiç değmeyen adamlar karşısında daha ne kadar küçülecek."

 

Kristal bardağı bütün gücüyle sıkarken çalışma odasının kapısı yavaşça aralandı, kapıdaki korumalardan biri elinde tuttuğu büyük sepetle birlikte içeri girdi.

 

"Emrettiğiniz gibi her şey tamam efendim." dedi elindeki süslü sepeti göstererek.

 

Küçük keklerden oluşan bir düzine buket ve güzel bir parfüm parlak cam şişede öylece duruyordu.

 

"Yaklaş." dedi adama elindeki sepeti göstererek.

 

Koruma elindeki sepetle birlikte dibine kadar geldi.

 

Adil uzanıp keklerden birini saplandığı şişlerden çıkardı ve ağzına attı.

 

Damağında yayılan lavanta tadıyla başını usulca salladı. "Parfümde istediğim gibi değil mi? "

 

"Evet efendim yoğun lavanta ve vanilya kokuları ile hazırlandı." dedi genç koruma.

 

"Güzel, şimdi bunu gidip biricik gelinime ulaştır. Üzerindeki notun görünebilir bir yerde olduğuna emin ol."

 

Koruma elindeki sepetle birlikte beklemeden çıktı çalışma odasından ve hiç oyalanmadan aracına doğru ilerledi.

 

Sepeti dikkatle yan koltuğa yerleştirdiğinde beklemeden Pars Katipoğlu'nun Şiledeki evinin yolunu tuttu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

♟♟♟♟

 

PARS 

 

Kuzgun gergince etrafımda dolanırken ben durduğum cam kapıların önünde bahçedeki hazırlığı izliyordum.

 

Birkaç saate Melikşah burada olacaktı ve güvenliği en üst seviyede tutmak zorundaydım, Nasya'nın burada olması tüm dikkatimi toplamama neden oluyordu.

 

"Aklında ne var abi, söylemiyorsun da aklında ne var?" dedi Kuzgun yanımda tedirgince durduğunda.

 

Aklımda ne var? Aklımda ne olduğunu bende bilmiyordum, Melikşah'tan Defne'yi sıkıntısız bir şekilde almak istiyorum.

 

Sevdiğim kadının gözlerinde ki korkuyu görüyorum, kardeşim dediği kıza bir şey olmasından nasıl korktuğunu görüyorum, söylemiyor açıkça ama biliyorum, bunlar yetmezmiş gibi Lizbon'dan döndükten sonra babamla yüz yüze sert bir konuşma yaptık.

 

Tüm olanların ardından onun Nasya'ya saygı duyacağını kendi ağzından duymuş olsam da içim bir türlü rahat değildi.

 

Onu kendim kadar iyi tanıyordum, nasıl olurda bir anda kabul ederdi ki, nasıl eder?

 

Gözlerimin önüne gelen anımsamalar ile bu sabah şirkette yaptığımız konuşmayı anımsadım...

 

---- 

 

 

 

 

 

 

Aracı şirketin giriş kapısında ani bir frenle durdurduğumda, beklemeden kendimi aşağıya attım.

 

 

 

 

 

 

Açık bıraktığım araç kapısını kapatma gereği bile duymadan şirketin içine açılan döner kapılara çevirdim yönümü.

 

 

 

 

 

 

Lizbon'dan buraya gelene kadar içim içimi yerken kendimi buraya nasıl attım bilmiyorum.

 

 

 

 

 

 

Bana bir telefon konuşması ile karımı öldüreceğini söyleyip öylece konuyu kapatmıştı, öfkemin hiddeti boyun kaslarımı gererken şirketin içinde rüzgâr gibi eserek merdivenlere yöneldim, asansör bekleyemeyecek kadar adrenalin doluydum ve bu fevri hallerim çalışanlar tarafından fark edilmiş olacak ki, merdivenlerde karşılaştığım her bir çalışan önümden kaçışarak çekiliyordu.

 

 

 

 

 

 

Nihayet çıktığım merdivenler beni babamın odasına giden koridora soktuğunda aceleyle odasının kapısına çevirdim yönümü, kişisel sekreteri oturduğu masadan korkuyla ayağa kalktığında yarım yamalak bir şeyler geveledi fakat kulaklarım öyle uğulduyor ki duyabildiğim söylenemez.

 

 

 

 

 

 

Odasının kapısını kırar gibi açıp geriye doğru savurduğumda, bakışlarım odasında toplanmış olan yönetim kuruluna takıldı, her birinin şaşkın suratları açılan kapıda öfkeyle soluyan suratıma döndüğünde babam öfkeyle ayağa kalktı.

 

 

 

 

 

 

"Ne oluyor Pars!" Bağırtısı kulaklarıma ulaştığın da içeri girdim ve masasına doğru attığım birkaç adımla önünde durduğum masaya sertçe geçirdim yumruklarımı.

 

 

 

 

 

 

Adil Katipoğlu yazılı isimlik sendeleyerek yere düştüğünde kırılma sesini duyuyordum.

 

 

 

 

 

 

"Boşaltın odayı!" başımla beraber kapıyı işaret ettiğimde yönetim kurulunun üyeleri apar topar odadan çıkıp kapıyı arkalarından kapattılar.

 

 

 

 

 

 

Şimdi odada yalnızca Adil Katipoğlu ve ben vardım, onun bana öfkeyle bakan suratı ve benim onun kafasına sıkmamak için zar zor zapt ettiğim sinirlerim.

 

 

 

 

 

 

"Ne yaptığını sanıyorsun ulan sen!" öfkeyle masanın diğer ucundan üzerime doğru eğildiğinde, masaya yaslı olan ellerim önümdeki açık laptopu kavradı, ardından havalanan laptop odanın diğer tarafına doğru savruldu.

 

 

 

 

 

 

"Ulan!" Eli suratıma doğru kalktığında onu bileğinden kavrayıp masanın öbür ucundan kendime doğru çektim, alnımı sertçe kafasına geçirdiğimde öfkeyle haykırdım.

 

 

 

 

 

 

"Dinle beni! aç kulaklarını ve sanki dünyadan ayrılmadan önce duyacağın son sözlerini dinliyormuş gibi dinle!"

 

 

 

 

 

 

Şaşkın suratını görebiliyordum, hatta bu şaşkınlığın sebebini de anlıyordum, bu ilk kez aştığım bir sınırdı ama o da benim sınırlarımı kolaylıkla aşmıştı öyle değil mi?

 

 

 

 

 

 

"Bir daha o boktan ağzından karımla ilgili tek bir söz çıkarsa! Tek bir saygısız itham! En ufak bir tehdit! Seni son kez ikaz ediyorum! Olacak olanlardan ben sorumlu değilim!" Bağırtımı tüm oda da yankılanırken kendini benden ayırmaya çalıştı.

 

 

 

 

 

 

"Pars kendine gel! Kiminle konuştuğunu unutma!"

 

 

 

 

 

 

Diğer elimle yakasını kavradım ve onu yeniden çarptım alnıma. "Sen kiminle konuştuğunu unuttun ama Adil Bey! Seni uyarmama rağmen rahat durmadın!" öfkeyle sıktığım çenemle bıraktığım hırıltıyla ağırca yutkunuşunu görüyordum.

 

 

 

 

 

 

"Şimdi söyle bana Adil Bey! Sen kimsin ki beni düğün günümün sabahında arayıp 'Karını öldüreceğim.' diyebiliyorsun? Kimsin lan sen!" sıkıca kavradığım yakaları hızla geriye savurduğumda dudaklarının hayretle aralandığını görüyordum, durumun ciddiyetini yeni fark ediyor gibi birkaç saniye afallayarak baktı.

 

 

 

 

 

 

Yüzündeki öfkeli duruş yumuşarken az önce çekiştirdiğim yakalarını yavaşça düzeltti ve kesik bir öksürükle konuştu.

 

 

 

 

 

 

"Bunları konuşup halledebiliriz, ben bir babayım. Habersizce evlendiğini duyduğumda otoritemi sorguladım, öfkeyle söylenen şeyleri ciddiye alıp karşımamı dikileceksin!"

 

 

 

 

 

 

Yaptığı açıklama öfkemi daha da şahlandırdığında masanın önünde durup işaret parmağımı öfkeyle suratına doğru diktim, konuşmalarıma eş zamanlı olarak sallanan parmağıma çevirdiği gözleriyle beni sakince dinledi.

 

 

 

 

 

 

"Sikerim senin otoriteni, Karıma dokunmayacaksın! Bu zamana kadar benden ne istersen yaptım ama artık kendi ailem var Adil Bey! Pisliğini bulaştırmana izin vermeyeceğim! Karıma, evliliğime gölgeni bile düşürmeyeceksin! Nasya'yı Sare ile karıştırmaya kalkma, Nasya kırmızı çizgi! O kırmızı çizgi! duydun mu?!"

 

 

 

 

 

 

Ben boğaz yırtan bir kükreme ile konuşurken adil usulca salladı başını ve oturdu büyük deri koltuğuna.

 

 

 

 

 

 

Ondan beklenmeyen bir sakinlik ve anlayışla beni dinlediğini gördüğüm ilk an bu andı.

 

 

 

 

 

 

"Otur hadi, otur da sakin sakin konuşalım. Büyütülecek hiçbir şey yok. En başında o kızı sana alalım diyen bendim hatırla Pars. Sadece fevri davrandım ama çözebiliriz." dedi bakışları yüzümde dolanırken.

 

 

 

 

 

 

Gördüğüm bu aklı başında tavır beni afallatsa da geri adım atmamaya kararlıydım, karıma saygı duyacaktı.

 

 

 

 

 

 

Bu söylemler yüzünden Nasya'nın canı sıkılsa, Adil'in canını alırdım! Bunu anlamalıydı, bunu büyük bir netlikle görsün diye buraya geldim.

 

 

 

 

 

 

"Çözecek hiçbir şey yok. Karımdan uzak duracaksın! Adını dahi mecbur kalmadıkça ağzına almayacaksın ve bir daha o sikik ağzından mezar taşı ile ilgili bir şey çıkarsa, seni ellerimle gömerim o mezara!" dedim ve masadan geri çekildim.

 

 

 

 

 

 

"Tamam, bu kadar ciddiye alacağını bilmiyordum, bundan sonra daha dikkatli olacağım." dedi ve ekledi "O kız artık benim gelinim, ailemin bir parçası." başını kendi söylediklerini onaylarcasına salladığında durumu bu kadar kolay kabul etmesini beklemediğimi anlıyordum.

 

 

 

 

 

 

Fazla kolaydı ama samimi görünüyordu.

 

 

 

 

 

 

Öyle görünüyordu ama öyle miydi?...

 

---- 

 

Babamın ansızın böyle bir kabulleniş sergilemesi beni afallatıyordu, sahiden saygı mı duyacaktı yani? öylece kabullenecek ve oturacaktı.

 

Bu Adil Katipoğlu'na göre bir hareket değildi, hiç değildi.

 

"Pars." dedi Kuzgun varlığını hatırlatırken.

 

"Efendim?" bakışlarım bahçede ki hazırlıktan onun kasvetli yüzüne döndü.

 

Tam o sırada evin ana kapısından içeri giren koruma elindeki sepetle radarıma giriyordu.

 

Alnım usulca çatılırken bu korumanın babamın adamlarından biri olduğunu görebiliyordum, sanki evin içinde birini arıyor gibiydi, birini ama kimi?

 

"Aklından ne geçiyor söyle bana, neden Melikşah'ı buraya çağırıyorsun?" kuzgunun meraklı sorusu ile Korumanın Nasya'yı salonun girişinde bulup sepeti ona verişini görüyordum.

 

'Ne oluyor ulan?'

 

"Pars beni duyuyor musun?" Kuzgun gözlerimin önünde parmaklarını şıklaştığında bakışım yeniden yüzüne döndü.

 

"Defne'yi alacağım Kuzgun! Melih'i verip Defne'yi alacağım planladığım tek şey bu." geçiştirircesine verdiğim cevapla onu arkamda bırakıp yönümü Nasya'ya doğru çevirdim.

 

Koruma çoktan gitmiş ve Nasya yüzündeki sıcak gülümseme ile sepetin kulpuna asılı notu okuyordu.

 

Adımlarım yanına ulaştığında başımı hafifçe eğdim ve nota bir göz gezdirdim.

 

"Biricik gelinim, ailemize hoş geldin. Bundan sonra canın ve mutluluğun himayemdedir."- Adil Katipoğlu.

 

"Baban göndermiş..." dedi gülen gözlerle bana bakarak.

 

Şaşkınlıkla alnım kırıştığında bakışlarım sepetin içine döndü.

 

Keklerden yapılmış bir buket ve kadife bir yastığın üzerine yerleştirilmiş güzel bir parfüm şişesi öylece duruyordu.

 

Nasya'nın bakışları yüzüme döndüğünde dudaklarında sıcak bir gülümseme oluştu.

 

"Bu akşamki o gergin karşılaşma öncesi babanın beni böyle içten kucaklaması ne yalan söyleyeyim iyi geldi." dedi mutlu bir fısıltıyla.

 

Aklım öyle karışıktı ki, bu babamın yapacağı bir şey değildi.

 

Fakat bu sabahki konuşmamız işe yaramış gibi gözüküyordu.

 

Nasya'nın hevesini kursağında bırakacak herhangi bir şey söylemek istemedim çünkü sabah ki konuşmayı bilmiyordu, gayem oydu ki hayatı boyunca da bilmesin. Babamın onu öldürmek istediğini bilmesin. Benim yüzümden birçok şeyle uğraşıyor, birde babamın kendi varlığından duyduğu rahatsızlığı öğrenmesin isterim.

 

"Tutsana..." dedi ve sepeti kucağıma bıraktı.

 

Kollarımın arasında tutuğum sepetle uzanıp parfümü aldığını görüyordum.

 

"Eminim çok özel bir şey yaptırmıştır, o adamın sıradan bir şeyi hediye olarak göndermeyeceğine eminim, markası falan da yok özel bir şey çok belli." neşeyle cıvıldarken kapağını açtı.

 

O sırada Davut açık olan ana kapıdan içeri girdiğinde yüzümü o tarafa çevirdim.

 

Kuzgun ona doğru ilerlerken bana memnuniyetsiz bir bakış attı.

 

Bu akşamki bu karşılaşmayı tasvip etmiyordu fakat ben Defneyi almak istiyorsam buna mecburdum.

 

Kulaklarıma gelen fıslama sesiyle Nasya'nın parfümü önce elbisesine sonra boynuna ve bileğine sıktığını görerek gülümsedim.

 

Ufak bir parfüm bile onu böyle çok mutlu edebiliyordu işte, belki de fazla şüpheciydim. Babam belki de yıllar sonra bir şeyleri düzeltmeye çalışıyordu.

 

"Beğendin mi?" dedim gülümser bir sesle, yüzündeki tuhaf gülümseme ile başını salladı fakat ardından elindeki şişe parmaklarının arasından kayıp mermer zeminde parçalandı. Bakışlarım Nasya'ya döndüğünde yüzünün morarmaya başladığını ve boynunu tırnakları ile çekiştirdiğini gördüm.

 

Elimdeki sepeti yere fırlattığımda omuzlarından tutup onu sarsmaya başladım.

 

"Yavrum neyin var!"

 

Sadece boğulma sesleri çıkarırken boynunun ve ellerinin kızarmaya başladığını görüyordum, ardından burnuma çalınan ve benim henüz fark ettiğim lavanta kokusuyla beklemeden kucakladım Nasya'yı, adımlarım merdivenlere dönerken onu yatak odasına doğru koşar adım çıkarmaya başladım.

 

"Siktir Siktir!"

 

Kuzgun ve Davut koşar adımlarla peşimden gelirken Nasya'nın canhıraş boğazını açmaya çalıştığını görüyordum.

 

"Hayır... Hayır! " Hızla banyoya soktuğumda duş başlığını çekip aldım elime, önce üzerindeki kokuyu temizlemem gerekiyordu.

 

"Davut!" Sesim banyoda yankılandığında Davut ve Kuzgun banyonun içinde bize şaşkınlıkla bakıyorlardı.

 

Nasya ıslanan saçları ve kıyafetleri ile çırpınarak koluma yapıştığında yeniden bağırdım.

 

"DAVUT! LAVANTA!" Bağırışımla Davut koşar adım banyoya dan çıktı.

 

"Lavanta alerjisi! çabuk, iğne! iğnesini getir!"

 

Nasya'nın moraran dudakları ve dönen gözleri ile koluma tutunan parmakları güçsüzleşiyordu.

 

"Güzelim bak bana..." ıslak saçlarını yavaşça geriye doğru verdiğimde çaresiz iniltilerle benden yardım istiyor gibi gözlerime bakıyordu.

 

"Geliyor. Getiriyor. Nasya bak bana..." bağırtım fayanslara çarpıp bana geri gelirken duş başlığını boynuna ve bileklerine tutup hızla yıkamaya başladım.

 

"Nasıl inanırım! Nasıl! Baba!!" Bağırışım Davut'un yanımda durması ile son bulduğunda Nasya'yı aceleyle yere uzattım ve kolunu geri sıyırarak kolunun iç kısmına şırıngadaki panzehir'i aceleyle sapladım.

 

İlacı bedenine enjekte ettiğimde saniyeler içinde solunum yolu düzene girmeye başlıyordu.

 

Soğuk su yüzünden titreyen çenesi ve perişan haldeki yüzüyle öylece kendine gelmeye çalışıyordu.

 

"Geçti..." güçsüz bedenini yavaşça kendime doğru çektim ve kollarımın arasına alarak, alnımı alnına yasladım, burnunun üzerine sıcak bir öpücük bıraktım.

 

"Geçti yavrum... geçti..." onu yavaşça kucağıma aldığımda adımlarım Kuzgun ve Davut'un yanından geçti ve yatak odasının içine doğru ilerledi.

 

"Bize biraz izin verin." dedim Nasya'yı yavaşça yatağa bırakırken.

 

Davut ve Kuzgun ikiletmeden odadan çıktıklarında aceleyle dolaba doğru ilerledim ve bulduğum kalın bir kazağı ve kadife eşofmanı çekip aldım.

 

Hızla yatağa doğru ilerlediğimde, Nasya'nın hala düzensiz nefeslerle titrediğini görüyordum.

 

Ürkekçe bana bakarken ellerini birbirine geçirmişti.

 

"Gel buraya..." hızla üzerindeki kıyafetleri çıkardım ve banyoya doğru ilerleyip bir havlu aldım.

 

Islak bedenini yavaşça kurularken bana korku içinde bakıyordu.

 

"Bunun hesabını soracağım... " dedim genzim korkuyla sızlıyordu.

 

"Pars..." titreyen çenesi ile konuşmaya çalışırken kazağı hızla giydirdim üzerine.

 

"Nefesini yorma, toplanman gerek. Yorma kendini..." içimde öyle bir korku kol geziyordu ki, onu böyle çaresizce çırpınırken görmek içimde hiç haberdar olmadığım şeyleri canlandırıyordu.

 

Pijamasını da giydirdiğimde, ıslak saçlarını ellerimdeki havluyla yavaşça kurulaya başladım.

 

"Sende..." dedi titrekçe konuşurken, hala nefesini toplayamıyordu.

 

"Sende bunun ilacı ne zamandır var..." dedi kesikçe fısıldarken.

 

Islak havluyu yavaşça yatağa bıraktığımda yüzünü ellerimin arasına aldım, dudakları canlı pembeliğe yeniden kavuşurken alnımı usulca yasladım alnına.

 

"Hayatıma girdiğin o gün bu gerçeği öğrendim, işte o günden beri her evde, her arabada ve Davut'un üzerinde sürekli taşıtıyorum gülüm."

 

"Seni çok seviyorum..." dedi yorgun bir gülümseme ile, ardından boynuma doğru sokuldu ve bende yavaşça yanına kıvrıldım.

 

Öylece yatakta yan yana uzandığımızda aldığı derin solukları duyabiliyordum.

 

 

 

 

 

 

 

♟♟♟♟

 

 

 

 

NASYA 

 

Çimlere saplı loş ışıklar bahçeyi belli belirsiz aydınlatırken, bulunduğum yerde büyük camların arkasında perdeyi önüme siper ederek ateş çukurunun başında oturan Pars'ı gergince izliyordum.

 

Dakikalardır Melikşah'la bir şeyler konuşuyorlar ve ben dudaklarımı yemekten canımı acıtacak kadar büyük bir stresle baş etmek zorunda kalıyordum.

 

Daha yirmi dört saat önce hayatımın en güzel gününü ve gecesini geçirmişken şimdi kocamın can düşmanı ile karşılıklı oturuşuna ve ortamdaki gerginliğe göz gezdiriyor olmak canımı fazlasıyla sıkıyordu.

 

"Nasya, gelde otur. Orada bekleyerek bir şeye yardımın dokunmayacak..."

 

Begümün fısıltılı sesiyle bakışlarım omzumun üzerinden geri döndü.

 

Elinde tuttuğu şarap bardağıyla sakince şöminenin önünde ki minderlere çökmüş, olup biteni büyük bir rahatlıkla kucaklıyordu.

 

Az sonra bahçede büyük bir çatışma bile çıkabilirdi ama benim kardeşimin üzerindeki bu rahatlık aklımı kaçırtacak türden.

 

"Dışarıda ne oluyor farkında mısın? Pars Melikşah'ı bir kaşık suda boğabilir ve o pislik herifinde Pars'a karşı aynı nefreti beslediğinden oldukça eminim. Tüm bunlar benim yüzümden oluyor..." sıkkın bir nefesle bakışlarımı yeniden bahçeye çevirdim.

 

Parsın arkasında duran Davut ve bahçe duvarlarını saran korumaların nasıl hazır olda beklediğini görüyordum.

 

Melikşah'ın ise ardında neredeyse etten bir duvar vardı.

 

İkisi de olası bir sıkıntıda düşünmeden silahlarını çıkarıp birbirlerine ölümüne saldırabilirdi.

 

"Pars o adamın bir sıkıntı çıkaracağını düşünseydi, buraya kadar çağırmazdı. Yani biraz sakinleş." dedi Begüm yine aynı sakin tonlamayla.

 

"Nasıl bu kadar emin olabilirsin... O adamın Parstan nasıl nefret ettiğini en iyi ben biliyorum, yapabileceklerinin bir sınırı olduğunu hiç sanmam."

 

Gözlerim hala bahçede hararetle bir şeyler konuşan Parsın üzerindeydi. Melikşah'ın gergince kıpırdandığı sandalyede her an bir şey yapacak gibi durması sinirlerimi bozarken Begüm yeniden konuştu.

 

"Onu evine çağırdı, kendi evine..." dedi

 

"Ne?" kafa karışıklığı ile başımı omzumun üzerinden ona çevirdim.

 

"Buraya Nasya, karısının olduğu eve çağırdı o adamı. Pars olası bir tehlikenin içine seni atar mı sanıyorsun?" hafifçe gülümsediğinde kafam karışıyordu.

 

Haklı olabilirdi, Pars'ın beni böyle bir çatışmanın içinde bile isteye asla bırakmayacağını biliyorum. Güvenliğimi tehlikeye atmaz fakat ya Melikşah kaypaklık yaparsa?

 

Tüm bunların benim suçum olduğunu bilmek beni mahvediyor...

 

Balayımın ortasına bomba gibi düşen Melikşah'a çevirdim gözlerimi, bu adamı çıplak ellerimle boğmak istiyorum.

 

Tırnaklarımı boynuna geçirip nefesi kesilene dek o boktan gözlerinin içini izlemek istiyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

♟♟♟♟

 

 

 

 

PARS 

 

Bakışlarım kısa bir süreliğine salonun camlarına döndüğünde, Nasya'nın gergince bizi izlediği ve perdenin arkasında ki küçük siluetini görebiliyordum.

 

Dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme saliseler arasında görülüp kayboldu.

 

Konu sevdiği insanlar olunca böyle gergin olması ve sahiplenici doğası başımı döndürüyor ve birbirimize ne denli benzediğimizi bana tekrar tekrar hatırlatıyordu.

 

Davut'un bir adım arkamda nasıl huzursuzca kıpırdandığını ve hazır olda beklediğini hissediyordum, şu an bahçede esen yaprağın çıkardığı rahatsız edici hışırtıyı ve ateş çukurunda yanıp duran taze odunların çıtırdayışını bile duyuyordum.

 

Melikşah'ın elindeki tablet ile oğlunun şirket arşivine nasıl sızdığını izleyişine döndü dikkatim.

 

Bunca zaman oğlunun bunu yaptığına asla inanmamış bir adamı bir kamera kaydıyla elbette sakinleştirecek değildim. Derdim Melikşah'ı sakinleştirmek de değildi zaten. Derdim çok başkaydı.

 

"Tüm bu olanlar..." dedi ve elindeki tableti sağında bekleyen adamına uzattı. "Oğlumun kanını senin ellerinden temizlemeyecek." diyerek bitirdi konuşmasını.

 

Oturduğu sandalyede rahatsız bir ifade ile toparlandı, dirsekleri kol kısmına yaslanırken bakışları gözlerimde tutundu, aramızdaki ateş çukurunun harlı alevleri yüzünde kırmızı bir gölge yayarken başımı usulca salladım.

 

"Orası öyle." bakışlarım ellerime döndüğünde parmaklarımı avuçlarımla birlikte ileriye doğru kaldırıp kendi ekseninde usulca çevirirken mırıldandım.

 

"Elimde çok fazla kan var, bunu en az benim kadar iyi bilirsin. Hatta öyle ki öldürdüklerimin sayısını ben bilmem sen daha iyi bilirsin Melikşah ama." sustum gözlerim Yüzüne döndüğünde ellerim oturduğum sandalyenin kollarını sertçe sardı. Bakışlarım meydan okurcasına çökmüş gözlerinde durdu. "Anlaşacağız." dedim.

 

Alnı kırıştı ve kaşları şaşkınlıkla kırıştı. "Evet, Defneye karşı Melih'i alıp gideceğim ve bu gece kimsenin kanı akmayacak, bu konuda anlaştık fakat sonra?" dedi meraklı bir kafa işaretiyle.

 

"Sonra ben ensende olacağım. Üstelik bu kez bulduğum ilk fırsatta geriye senden hiç bir iz kalmayacak şekilde harekete geçeceğim."

 

Ağırca yutkunuşuyla gerginliğini saklamak istercesine sırıttı. "Ne yapmaya çalışıyorsun Pars." dedi ciddiyete bürünen korkulu gözlerle.

 

"Melih'i iade ettiğimde ve Defneyi aldığımda hiçbir şey sonuca varmayacak. Kısa süreli bir erteleme olacak ama yolun sonunda yine ben seni öldürmek zorunda kalacağım. Neden biliyor musun Melikşah?"

 

Sessiz kaldı ve gergince hareketlenen omuzlarıyla bir süre beni süzdü. "Neden biliyor musun?" dedim yeniden, bu kez ses tonum sabırsızlaşıyordu.

 

"Neden?" dedi isteksiz bir tıslama ile.

 

"Çünkü beni düşmanın olarak görüyorsun, oğlunun katili olarak ve bana her bakışında canın yanıyor. Yaşattığım her şey zihninde durmaksızın tekrar ediyor, belki oğlunun tanınmaz haldeki bedeni belki kapındaki betona boşalmış ve bugün hala varlığını koruyan kanının izini anımsıyorsun, bana bakınca birçok inan bunları görür. Bana bakan hep kan kokusu alır, yüzümü gören her iş adamı, yaralarının yerini anımsar, onların sızısıyla boğuşur çünkü ben bunca zaman sadece bu oldum. "

 

"Pars Katipoğlu." dişlerini sıkarak hırladığında acılarının üzerine bastığım ayağı geri çekmemi isteyen bir köpek yavrusu gibi bakıyordu yüzüme.

 

"Ben bir makineydim Melikşah, bir ölüm makinesi. Adil ne isterse onu yapan, neyi emrederse sorgulamadan emirlerine uyan bir makineydim." oturduğum sandalyede toparlandım ve dirseklerimi diz kapaklarıma yaslayarak ileri doğru eğildim, ateşin sıcağı yüzümde hafifçe dolanırken Melikşah'ında aynı hamle ile öne eğildiğini görüyordum.

 

"Peki şimdi? Şimdi nasıl bir adamsın Pars." dedi meraklı bir fısıltı ile.

 

"Şimdi yalnızca ailesinin güvenliğini isteyen sıradan bir adamım, işte ben buyum. Sıradan bir adam." dedim ve belli belirsiz gülümsedim.

 

"Sen asla sıradan bir adam değilsindir, şimdi şurada bana bu barışçıl konuşmaları yaparken bile babanın dışarıda planlar yapmadığından bir an emin olamam. Derdin ne onu söyle." dedi alayla gözlerini devirirken.

 

"Sana dost olalım demeyeceğim, zaten sende o evlat acısı olduğu sürece biz birbirimize güvenemeyiz ama unutma Melikşah, düşmanın ben değilim, silahı tutan el benimkiydi fakat tetiği Adil Katipoğlu çekti." geri çekildim ve sandalyeye yaslandım.

 

Yüzü daha önce hiç görmediğim bir şaşkınlığa uğrarken söylediklerimi algılamaya çalışıyordu. Blöf mü yapıyorum emin olmaya çalışıyordu belki ya da bana güvenebilir mi onu tartıyordu kafasında.

 

"Bana babanı mı vereceksin..." dedi dudakları alayla aralanırken, bunu yapmayacağıma karşı öyle bir eminlik taşıyordu ki bu durum beni histerikçe güldürdü.

 

"Bana babanı sunuyorsun öyle mi? Ne bu yeni bir oyun mu? Adil'in peşine düşeceğim ve sende kendi canından kanından birini öylece ezip geçmeme izin vereceksin. Sen?" alayla kahkaha attığında başımı geniş bir sırıtış eşliğinde salladım.

 

"Oğlunu öldüren ben değildim, benim için gereksiz birkaç hisseydi ama Adil, oğlunun kalemini kırdığında yapacak hiçbir şey kalmamıştı ve-"

 

"Ve sende şimdi onun kalemini kırıyorsun? Kendi öz babanın kalemini kırıp önüme mi atıyorsun?" şaşkınlığı yüzündeki gülüşü sildiğinde ne kadar ciddi olduğumu anlıyordu. Sorduğu soruyla Davut bir adım ileri attı ve şaşkın bir ifade ile yanımda durdu, benimse bakışlarım beni perdenin ardından izleyen kadında sabitçe kaldı. Onun için çok daha fazlasını yapardım.

 

"Beyaz bayrak Melikşah. Sana babamı öldür demem, ama onu öldürmek istersen arkasından tüm korumamı çekeceğimi bil."

 

Gözlerim yüzüne döndüğünde genzim deli gibi yanmaya başlıyordu. İçimde bir yerlerde acıya çok yakın bir his peyda oluyor ve bu şeyin bir evladın babaya duyduğu sevgi olmadığını biliyordum, bu bir kölenin efendisinin ölümüne karşı duyduğu o çaresiz acıydı. Stockholm sendromuna oldukça benzerdi, tek bir farkla, babam bunca zaman yaptıklarıyla sevgimi kazanmak yerine gün be gün toprağımı kin ve öfkeyle doldurmuştu.

 

"Sonra?" dedi Melikşah oldukça istekli bir tonlamayla.

 

"Sonra sen yoluna ben yoluma, Aileme ve sevdiklerime bulaşma ki seni öldürmek zorunda kalmayayım..." dedim gözlerim yeniden Nasya ya döndü.

 

"Baban hariç tüm ailen..." dedi Melikşah alaylı bir fısıltıyla.

 

Bakışlarım yüzüne döndüğünde başımı usulca salladım. "Şimdi Defneyi getir." başımla işaret verdiğimde sorgular bakışlarla yüzümü inceledi "Peki Melih?" dedi kendinden emin bir ifade ile.

 

"Evinde. Korumalarından birine ulaş ve onlara melihi bahçedeki köpek kulübesinden alabileceklerini söyle."

 

Duyduğu şeyle şaşkınlık ve öfkeyle karışık bir homurtuyla yanında bekleyen korumaya söylediğimi yapmasını emretti.

 

Adam birkaç adım atarak yanımızdan uzaklaştığında, Melikşah hala bana şaşkınlıkla bakıyordu.

 

"Ben burada otururken sen benim evime, inime kadar girip Melikşah'ı oraya koyuyorsun öyle mi?" kaşları şaşkınlıkla çatılırken başımı usulca salladım.

 

"Ben istediğim her yere sızarım Melikşah, asıl tuhaf olan senin bunu yeni fark ediyor olman." dudaklarımda karanlık bir gülümseme oluşurken sıkkın bir nefesle konuştu.

 

"Neyi anlamıyorum biliyor musun Pars?" dedi merakla.

 

Hiçbir cevap vermeden öylece gözlerine baktım ve nihayet anlamakta zorluk çektiği şeyi fısıldadı. "Ne oldu da babanın karşısında olmaya karar verdin? Seni baba katili olduracak kadar öfkelendiren şey neydi?"

 

"Ben babamın katili değilim Melikşah, silah senin elinde..." dedim şakaklarım gerilirken.

 

"Silah benim elimde ama tetiği çeken sensin Pars..." dedi büyük bir gururla.

 

"Kana kan..." dedim sakin bir gülümseme ile.

 

"Oğluma karşılık, baban öyle mi?" dedi sakince gülümserken.

 

"Oğluna karşı, Adil." dedim ama yalandı, Nasya'ya karşı Babamdı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

♟♟♟♟

 

 


 

 

NASYA 

 

İşte, oradaydı.

 

Karanlık bahçenin loş yer ışıklarıyla etrafı aydınlatması onu varla yok arasında seçmeme olanak sağlarken, yorgun adımlarını yerde sürüye sürüye ateş çukurunun yanına kadar getirildi.

 

Kollarına giren iki korumanın desteği olmasa sanki bir anda yere kapaklanacak gibi dururken, sızlayan genzim göz yaşlarımı saydam bir duvar gibi çekti önüme.

 

Defne Pars'ın hemen yanında, şimdi büyük ateşten yüzünü daha net görebildiğim bir noktada dururken gözlerimden peş peşe akan yaşlarla öylece izledim onu.

 

Önümdeki perdenin saydam yapısı ile görüntüsü netleşmese de onun yorgun göz altlarını şimdi daha iyi görüyordum.

 

Saçları yamukça kesilmiş, üzerindeki gecelik birkaç yerinde yırtılmış ve ince gri hırkaya sıkı sıkıya sarılmışken, tir tir titriyordu.

 

Melikşah oturduğu koltuktan kalktı ve elini Parsa doğru uzattı, Pars oturduğu yerden başıyla baştan savma bir selam vererek elini havada bırakıyordu.

 

Melikşah önce elini usulca yere indirdi ardından Arkasında duran korumaları ile birlikte çıktı bahçeden.

 

Garaj yoluna doğru attıkları her adım beni camlardan uzaklaştırırken, büyük cam sürgüleri usulca kaydırdım. Şimdi bahçenin soğuğu usulca yüzümde dolanıyor ve beni üzerimdeki kazağa rağmen üşütüyordu.

 

Parsın bakışları oturduğu yerden bana dönerken dudaklarında sakin bir gülümseme oluştu, ardından bana gelmemi işaret eden bir baş sallaması armağan etti.

 

Sanki benim kendimde bulamadığım cesareti onun yönlendirmesi sağlamışta bende küçük bir adımla bahçeye doğru bir adım atıyordum.

 

Kulaklarımda dolanan ateş çıtırtıları ve hafifçe esen rüzgâr ıslık çalarken, Defne henüz varlığımın farkında değildi.

 

Bakışları ateş çukurunda dona kalmış ve kuru dudakları usulca hareketlenmişti.

 

"Teşekkür ederim Pars Bey... beni kurtardığınız için teşekkür ederim." dedi fısıltılı sesini zar zor duyuyordum.

 

Birkaç adım daha atarken sanki biri beni sırtımdan ona doğru itiyor da zar zor sürüyordum ayaklarımı.

 

Yanaklarımda ki sıcak yaşlar soğuk havaya rağmen tenimi yakıyor ve dolan gözlerim görüşümü bulanıklaştırıyordu.

 

Ona bakıyorum, ona...

 

Tüm çocukluğuma ve genç kızlığıma, orada öylece durmuş perişan bir halde titriyor ve ben ona bakıyorum.

 

Evladını terk eden bir anne gibi hissediyorum, dostuna sırtını dönmüş bir vefasız gibi ve tüm bunlar ağlama isteğimi coşturuyor...

 

"Seni ben değil, Nasya kurtardı Defne." Parsın tok sesi ile dolup taşan bakışlarım onun karalarında durdu.

 

Oturduğu koltuktan kalktığını ve bana doğru birkaç adım atarak defneyi ardında bıraktığını görüyordum.

 

Şimdi Defnenin de gözleri beni buluyordu, Pars yavaş adımlarla yanımda durdu ve usulca saçlarıma havalanan elleriyle beni kendine doğru çekti.

 

Sıcak dudakları alnıma içten bir öpücük eşliğinde ısı yayarken, ikimizin duyabileceği bir yükseklikte fısıldadı. "Ağlama artık, hepsi geçti. Onu sağ salim getirdim sana güzel sevgilim, artık özlemini dindir, görünen o ki kardeşinin de sana ihtiyacı var... git hadi yanına."

 

Geri çekildiğinde yanağımdaki yaşları saçlarımdan aşağıya kaydırdığı parmakları ile sildi ve sessizce yanımdan geçip eve doğru ilerledi, ikimizi bahçede bir başımıza bırakırken Davut'ta onun peşinden hızla eve doğru ilerledi.

 

Defnenin yüzüme dönen gözleri acıyla dolarken dudaklarında buruk bir tebessüm yer etti.

 

"Nasya.." ağlamaklı sesiyle arada kalan son birkaç adımı hızlandırdım ve onu hırkasından tutup sertçe göğsüme yasladım.

 

Kollarım titreyen bedenini öyle sıkı sarıyordu ki, ağlamasının hıçkırıklara dönüşü sanırım bu şefkat dolu sarılmadan aldığı destekle şahlanıyordu.

 

"Nasya..." dedi sesi bahçede hıçkırıkla yankılanırken bense onu kollarımın arasında an be an daha da sıkıp kesilen saçlarını özlemle okşarken buluyordum kendimi.

 

"Geçti... geçti canım arkadaşım, hepsi geçti..." ağlamalarımız birbirine karışırken onunda kolları güçsüzce bedenimi sardı.

 

Titriyor ve yoğun bir rutubet kokusuyla genzimi yakıyordu ama umursamadım.

 

"Özür dilerim... yanında olmalıydım özür dilerim..." pişmanlık dudaklarımdan bir yakarış gibi dökülürken Defnenin kolları iyice sıkılaştı.

 

"Bende özür dilerim, yanında olmalıydım... seni bırakıp gitmemeliydim özür dilerim..."

 

Bir süre, ne kadar süre olduğunu bilmediğim kadar uzun bir süre orada öylece birbirimize sarılmış bir şekilde kaldık.

 

Bizi birbirimizden ayıran ve bu ana döndüren Begüm'ün yumuşak ses tonu oluyordu.

 

"Hadi artık, dışarısı buz gibi içeri girmeniz gerek..."

 

Seslenişi ile kendimizi toparlayarak birbirimizin omzundan geri çekildik, bakışlarımız yüz yüze geldiğinde gözlerimizin nasıl şiştiğini görebiliyorduk.

 

"Hadi gidip güzel bir duş aldıralım sana, sonra her şeyi konuşuruz... Her şeyi..." dedim zar zor gülümserken.

 

Başını usulca salladı " Teşekkür ederim Nasya... hayatımı kurtardın, teşekkür ederim..." diye fısıldadı.

 

"Gel..." elini tutup onu heyecanla içeriye doğru sürükledim, Begümün bizi gülümseyerek izleyen bakışları eşliğinde içeri girdik.

 

Sıcak salonun yumuşak havası bizi kucaklarken daha fazla beklemeden onu kendi odama doğru ilerlettim, içeri girdiğimizde çekinerek kapıda durdu ve geri çekti kendini.

 

Şaşkınlıkla yüzümü ona döndüm, neden girmiyordu ki? neden görünmez bir sınıra çarpmış gibi öylece duruyordu kapı eşiğinde.

 

"Sorun ne?" dedim meraklı bir şaşkınlıkla.

 

"Üzerim çok pis..." bakışları çıplak ayaklarına döndüğünde çamurdan kararan ayaklarını utanarak sakladı "Oda tertemiz Nasya... girmesem daha iyi..." dedi.

 

Genzimin duvarı öyle bir sızladı ki, kendini böyle eğreti hissetmesi suratıma sert bir tokat yemiş gibi hissettiriyordu. O benim kardeşimdi ve kendini evimde nasıl böyle yabancı gibi hissederdi. Nasıl...

 

Hiçbir şey demedim, sıkıca tuttuğum elini çekiştirerek ikimizi de banyoya doğru ilerlettim.

 

Uzanıp duş başlığının suyunu açtığımda, küvetin tıpasını taktım ve sıcak suyun mermer küvete dolmasına izin verdim.

 

"Sen üzerini çıkar ben birkaç parça kıyafet seçip geleceğim..." uzanıp yanağına sıcak bir öpücük bıraktım ve çıktım banyodan.

 

Giyinme odasına doğru ilerlediğimde rafta hazırda duran özenle ütülenmiş pijamalardan birini çektim ve iç çamaşırı çekmecemden güzel bir takım alarak suratımda koca bir gülümseme ile çıktım odadan.

 

Adımlarım banyoya döndüğünde, Defnenin çoktan soyunup küvetin içine girdiğini görüyordum, sessizce ağlarken bedenindeki kirlerin usulca küvetteki suyun rengini değiştirdiğini görüyordum.

 

Oturduğu zeminde dizlerini karnına kadar çekmiş, alnını diz kapaklarına yaslamış bir şekilde sessizce ağlıyordu.

 

Gördüğüm bu tablo ağırca yutkunmama sebep olurken yüzüme zar zor bir gülümseme yerleştirdim.

 

"Kıyafetlerin hazır." diyerek varlığımı belli ettim.

 

Dizlerine yaslanan başı bana döndüğünde yüzündeki çamurun göz yaşları ile yıkandığını görüyordum.

 

"Şu suyu boşaltalım..." elimdeki kıyafetleri solumdaki dolabın üzerine bıraktığımda ona doğru ilerledim ve küvetin tıpasını el yordamı ile bulup çıkardım, kirli su akıp giderken uzanıp elime aldığım duş başlığı ile, saçlarına yapışan ve yüzünde kuruyan çamurları yavaşça yıkamaya başladım. Ben tüm bunları büyük bir dikkatle yaparken o beni üzgün bakışlarla izliyor ve kızaran burnunu sertçe içine çekiyordu.

 

"Sıcak su bedenine iyi gelecek..." diye mırıldandım, ortamdaki hüznü silmek istiyordum.

 

Avuç içime sıktığım şampuanla birlikte elimdeki duş başlığını defnenin ellerine tutturdum. "Saçlarını köpürtürken bedenine tut da üşüme, tamam mı?" dedim gülümserken.

 

Dolan gözleri ile gülümsedi ve beni onaylarcasına başını salladı.

 

Ardından hafifçe ıslanan saçlarını şampuanlamaya başladım, parmaklarım güzel saçlarında dolanırken genzim yanıyor ve bir koyunu kırpar gibi kırpılan saçları zoruma gidiyordu.

 

Bir yetim gibi, bir öksüz gibi öyle sessizce ellerimin arasında oturuyor ve bu görüntü bizim geçmişte yaşadığımız tüm o boktan zamanları hatırlatıyordu bana.

 

Yetimhane yıllarında saçlarımıza bit bulaşığı için bir gecede her birimizin saçlarını böyle kırpmışlardı, o gün nasıl ağladığımızı anımsarken sol gözümden bir damla yaş aktı, neyse ki Defnenin görmesine müsaade etmeden silip attım.

 

"Bak, tertemiz oldun..." burnumu içeri çekerken titreyen sesimle onu bir çocuk gibi avutuyordum.

 

Uzanıp duş başlığını elime aldım ve saçlarını durulamaya başladım.

 

Parmaklarım güzel turuncu saçlarının arasından kayarken gözlerim doluyor ve beni duygusal bir çekişmeye itiyordu.

 

Ağlamamam gerekiyordu, onu daha fazla üzmemem ama dayanamıyordum.

 

Durulanan saçları ile duş başlığını küvete bıraktım ve az önce çıkardığım tıpayı yerine taktım.

 

"Su dolana kadar kendini köpükle, ben Pars'a bakıp geleceğim olur mu?" yüzümdeki gülümseme ile göz pınarıma dolan yaşı tutabilmek için çetin bir savaş veriyordum.

 

"Olur..." dedi gülümseyerek.

 

Ardından beklemeden çıktım banyodan ve kapıyı ardımdan kapattım.

 

Sırtım kapalı banyo kapısına dayanırken kendimi daha fazla tutamayarak ağlamaya başlıyordum. Ağzımı avuç içimle kapattığımda ağlamamın duyulmaması için sessiz olmaya çalıştım. Ama kızgındım, kendime kızgındım.

 

Defneye olan her şey onu hayatımdan çıkartmam yüzünden gerçekleşmişken kendime nasıl olurda kızmam ki...

 

 

 

 

 

 

 

♟♟♟♟

 

PARS 

 

Adımlarım çalışma odasının içinde bir o yana bir bu yana gidip gelirken Davut memnuniyetsiz bir ifade ile beni izliyordu.

 

"Söyle Davut, bir şeyler söylemek istediğini görüyorum." dedim çatılan kaşlarımla bakışlarım yüzünde dururken. Dakikalardır aldığım kararı sessiz bir ifade ile yargıladığını görüyordum. Soracak cesareti yoktu ama görebiliyorum.

 

"Sizi sorgulamak hiçbir zaman haddim olmadı, şimdide değil fakat." sustu.

 

"Devam et." dedim sabırsızca adımlarımı yavaşlatıp bedenimi ona dönerken.

 

"Babanızı Melikşah itinin önüne attınız, Pars Bey siz ve Adil Bey her zaman çekişirsiniz ama az önce kendi babanızın ölüm emrini verdiniz siz efendim..." sesi titrerken bana verdiğim kararı sorgulamamı ister gibi bakıyordu.

 

"Bu kez başka Davut, bu kez sadece bir çekişme değil." dedim sıktığım çenemle.

 

Çünkü değildi, bu sabah şirkette geri adım atmasının tek sebebi ilk fırsatta Nasya'yı öldürecek olmasındandı, o vakte kadar beni idare etmek istedi ama planlarındaki o büyük boşluk şuydu ki, o kadının grip olma olasılığına karşın bile bir ilaç taşıyorum yanımda. Belli ki Lavanta alerjisini bilmediğimi düşünüyordu. Siktiğimin bunağı.

 

"Pars Bey, bu kararın sizi kötü etkilemesinden korkuyorum. Affedin beni ama bunu söylemek zorundayım. O sizin babanız, iyisiyle kötüsüyle bu zamana kadar bir şekilde tolere ettiniz yine yapabilirsiniz..."

 

"Bugün Nasya'ya olan şeyi gördün mü Davut? Yanında olmadığım bir anda gelseydi o siktiğimin sepeti ne olurdu sence? Ya da bir sabah işe gitmek için bindiği aracı, anahtarı çevirir çevirmez havaya uçsa ne yaparım ben! Söylesene bana sonra hangi intikam içimi soğutur! Hangi ölüm Sevdiğim kadını bana geri getirir!" sustu ve başını yere eğdi.

 

"Söyleyeyim! Hiçbir şey. O kadının içinde bulunmadığı bir hayatı düşünmek bile hayal alemimde düşünülemezken, saatler önce kollarımda çırpınışını izledim ben! Daha birkaç saat önce ulan, Babam dediğim adam, benim ailem dediğim kadını ellerimden çekip almak istedi! üstelik bunu öyle sinsice yaptı ki! Güzel bir notla kuşanan bir Azrail bohçası gönderdi, ona. Benim kadınıma, benim Karıma!" Hırıltım odada dolandığında Davut'un bakışları yerden yüzüme yükseldi.

 

"Peki Melikşah." dedi beklenti dolu bir öfkeyle.

 

"Bırak önce ona verdiğim görevi yerine getirsin."

 

"Sonra?" dedi merakla fısıldarken.

 

"Sonrası bende..." dedim yüzümde karanlık bir gülümseme yayılırken.

 

"Onunla barış falan imzalamadınız değil mi?" dedi kendinden emin bir ifadeyle.

 

"Sadece öyle düşünmesini istediniz..." Diye ekledi gözleri kısılırken, beni hayranlıkla süzdü.

 

"Ben tanrı değilim Davut, kimseyi affetmem. " diye mırıldanırken masama doğru ilerledim ve deri sandalyeyi çekerek yavaşça oturdum.

 

"O halde neden... Anlamıyorum neden babanızı öldürmesini istediniz? İsteseniz sizde yapabilirdiniz bunu, o şerefsize ihtiyacınız mı vardı?" şaşkınlıkla bedenini bana döndü.

 

"Ellerimde çok kan var Davut, her biri tanımadığım insanların kanı. O kanların kokusu rahatsız etmez beni ama..." ağırca yutkundum.

 

"Ama kendi ailemden birinin kanı, omuzlarıma çöker... O yüzden bırakalım bunu başkası benim adıma yapsın." bedenimi oturduğum deri sandalyede geri verdiğimde Davut'un sessizce beni izlediğini görüyordum.

 

Odamın kapısı usulca açıldığında Nasya'nın güzel yüzü aralıktan içeri uzandı ve tüm dikkatimi kendinde topladı.

 

" Girebilirim değil mi?" dedi kızaran burnu ve şişen gözleri ile.

 

'Ağlamıştı.'

 

"Gel güzelim, zaten Davut'unda işi bitmişti." bakışlarımla Davut'a çıkmasını işaret ettiğimde Nasya tamamen açtığı kapıdan içeri girdi ve Davut dışarı çıkarak kapıyı üzerimize kapattı.

 

"Gel buraya..." dizime hafifçe vurduğumda ikiletmeden hızla yanıma doğru geldi.

 

Sandalyeyi geri ittiğimde dizime usulca çökerek kollarını boynuma sardı, kırgın bakışları yüzümde dolanırken konuşmaya ihtiyacı olduğunu anlıyordum.

 

"Anlat bakalım, nasıl hissediyorsun." parmaklarım öne düşen saçlarında usulca dolanırken bir tutamını kendime doğru çektim ve sessiz bir öpücük bıraktım, yaptığım bu hamle yanaklarında sıcak bir gülümseme yayarken sessiz bir iç çekişle mırıldandı.

 

"Üzgün..." dedi

 

"Üzgün hissediyorum, Defnenin yanındaydım..." parmakları ensemi usulca okşarken yanağını usulca yanağıma yasladı ve kırgın bir çocuk gibi devam etti "Çok korkmuş... bıraktığımda hala ağlıyordu, kim bilir o pislik ona neler yaşatmıştır." burnunu içeri çektiğinde yüzümü hafifçe kaydırdım ve yanağına sıcak bir öpücük bıraktım.

 

"Ama artık hepsi geçti öyle değil mi? Bak şimdi burada, olabilecek en güvenli yerde, senin yanında..."

 

Başını geri çekerek bizi yüz yüze getirdi "Teşekkür ederim sevgilim... Onu bana getireceğini söyledin ve öylede oldu, bunun benim için ne kadar önemli olduğunu bilemezsin." yanaklarında sıcak bir gülümseme oluşurken alnımı usulca alnına yasladım ve aşağıya sarkan bacaklarını kucağıma doğru topladım.

 

"Bana hiçbir şey için teşekkür etmene gerek yok Nasya, sen benim karımsın. Sen sadece benden istersin ve ben ömrümün sonuna dek tüm isteklerini sorgusuz sualsiz yerine getiririm." fısıltımla sessizce kıkırdadı.

 

"Tıpkı bir itaatkâr gibi." diye mırıldandı.

 

"Tıpkı bir itaatkâr gibi..." dedim burnumu onunkine usulca sürterken.

 

"Ben ömrünün sonuna kadar senin itaatkârınım ve sen son nefesime kadar benim sahibimsin güzel kadın..."

 

Sözlerim onun yumuşak dudaklarının benim kuru dudaklarımı örtmesi ile sekteye uğrarken boynumdaki kolları sıkılaştı ve gövdesini usulca bana doğru dönerek kucağıma iyice yerleşti.

 

Öpüşüne tutkuyla karşılık verirken aldığı sessiz soluklar önce kesik iniltilere ardından istekli tıslamalara döndü.

 

Dilim dudaklarının arasından içeri kayarken bacaklarını ellerimin hakimiyetinden kurtarıp kucağıma yavaşça oturdu, bacakları oturduğum sandalyede usulca iki yanıma sarkarken şimdi tamamıyla kucağımda kendine bir yer edinmişti.

 

Ellerim sırtını usulca okşamaya başladığında onu sertçe gövdeme çarptım.

 

"Ah..." kesik iniltisi odada yayıldığında erkekliğimin sertleşmeye başladığını ve üzerinde oturan kadına doğru yükselişe geçtiğini hissediyordum.

 

"Pars..." iniltili sesi kulaklarıma dolarken parmakları ensemdeki saçları iştahla çekiştirerek dillerimizi birbirine mıhlıyordu.

 

Hızlı bir hamle ile sırtımdaki ellerini kalçasına kaydırdığımda küçük kalçalarını sertçe okşamaya başladım, nefesleri hızlanırken iniltilerini kontrol edemiyordu.

 

Kontrolsüz bu nefeslerse beni git gide daha da hayvanlaştırmaya başladığında oturduğumuz sandalye geriye doğru kayacakken ayaklarımı yere sertçe geçirip şu anın bozulmasına mâni oldum.

 

Elleri üzerimdeki gömleğin yakasına doğru kayarak indi ve ince parmakları usul usul açtı düğmeleri.

 

"Yapma... duramamaktan korkuyorum." dudaklarından geri çekilip alnımı alnına yasladığımda aldığım güçlü nefesler öne dökülen saçları uçuşturuyor ve onun bana şehvetle bakan iri gözlerini görmeme fırsat veriyordu.

 

"Buraya gelirken aklımda böyle bir şey yoktu inan bana..." alt dudağını ısırarak yaptığı bu çaresiz açıklama beni daha da azdırdığında kalçalarındaki ellerimi sıkılaştırdım ve onu kucağıma alarak ayağa kalktım, arkasındaki masanın üzerinde duran laptopu tek kolumla kenara çektiğimde kalçasını sertçe geçirdim masaya.

 

"Sssh.." acıyla karışık inlediğinde üzerimdeki ceketi çıkarıp arkamda kalan sandalyenin üzerine bıraktım.

 

Oturduğu masada bana utangaç bir şehvetle bakarken dudaklarını heyecanla ısırıyordu.

 

"Bunu ilk kez yapacağım." dedim şehvetle tıslarken.

 

"Neyi." dedi kıkırdayarak.

 

O sırada üzerimdeki gömleğin düğmelerini kopararak açtım ve hızlı bir hamleyle onu belinden tutup kendime çarptım.

 

Dudaklarına doğru yapıştığımda sırtı çalışma masamla bir oldu.

 

"Yavaş..." dedi istekle kıvranırken.

 

Ellerim kazağının içine dalarken sutyensiz göğüslerini hızla kavradım ve masanın üzerine tırmanarak tamamen üzerine çıktım, sertçe tutunan dudaklarımız birbirinden ayrılırken alnımı alnına çarptım.

 

Parmaklarım göğüslerinden aşağıya kayarak pijamasının içine doğru ilerlerken az önce sorduğu soruya cevap verdim. "Çalışma odamda sevişme olayı..." diye hırladım.

 

Parmaklarım kadınlığına öyle hızlı ulaşmıştı ki kendimi hayvansı bir hırıltıdan geri koyamadım. "Sssg siktir, sırılsıklamsın."

 

Kendimden geçen bedenimle yeniden dudaklarına yönelecekken sertçe çenemi parmaklarının arasında sıkıştırdı ve beni yüzünden geri çekti.

 

Gözleri hissettiği şehvete rağmen içlerinde öfke taşıyordu. "Bir daha önceki deneyimlerin hakkında konuşacak olursan Pars Katipoğlu, seni buna pişman ederim!" ardından sertçe dudaklarıma yapıştı.

 

Neye uğradığımı şaşırırken böyle bir anın içinde bile maruz kaldığım bu kıskançlık içimi tırmalıyordu.

 

Öpüşüne daha da büyüyen bir açlıkla karşılık verirken parmaklarım ıslak kadınlığının kapılarına dayandı.

 

Titreyen dudakları ile iştahlı öpüşlerinin arasından ağzımın içine boğuk bir inilti bıraktı, klitorisinde dolanan parmaklarımla aldığı zevk bedenine yoğun bir titreme yayarken dudaklarım usulca boynuna doğru kaydı, tenini dişlerimin arasında acıtmaksızın içime çekerken kazak araya girerek tüm tadı çekip alıyordu dudaklarımdan.

 

Boştaki elimle yukarıya sıyırdığım kazakla birlikte göğüsleri ve gerdanı öylece önüme seriliyordu.

 

"Ay ha hah ne yapıyorsun..." kazağın yüzünü kapatmasıyla kıkırdarken başımı bulduğum boşluktan içeri soktum ve kazağı geri indirdim.

 

Şimdi içeride güzel göğüsleriyle baş başa kalmışken parmaklarımın arasına sıkışan kadınlığın iştahlı ıslaklığını hafifçe titretmeye başladım.

 

Göğüs ucunu dudaklarımın arasına hapsettiğimde iki yandan gördüğü bu yoğun muamele sesini boğuklaştırmış ve kesik iniltilerini odamın içine yayıyordu.

 

"Pars..."

 

Adımı haykırışa yakın bir tonlamayla inilderken, odanın kapısı kararlı bir şekilde çalındı.

 

"Hayır ya..." iniltili sesi kesikçe memnuniyetsiz bir tonlamaya döndü.

 

"Siktir." dudaklarımı göğüslerinden geri çektiğimde kafamı kazağın içinden çıkardım ve parmaklarım eşofmanın içini üzülerek terk etti.

 

"Of." söylene söylene masadan kalktığında üzerini düzeltti.

 

"Hata bende, ev böyle kalabalıkken olacak iş mi?" kendi kendime söylenirken ıslak parmaklarını hızlıca yaladım ve üzerimdeki gömleğin sağlam duran birkaç iliğini taktım.

 

Nasya kıkırdayarak ve kızaran yanakları ile beni izlerken yüzümdeki gerginlik yerini gülüşe bıraktı, kapı yeniden çalındığında parmaklarını bir kez daha yaladım ve Nasya'yı belinden tutarak önüme siper ettim, çıplak gövdemi kapatmasını umarak kapıdaki sabırsız her kimse ona seslendim.

 

"Umarım gerçekten önemli bir şeydir, Gir!"

 

Seslenişimle açılan kapı içeriye Babamı sokarken, kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı.

 

Açılan kapının önünde durmuş bir bana bir Nasya'ya bakarak sessiz bir iç çekişle içeri girdi.

 

"Bölmüyorum değil mi?" dedi memnuniyetsiz bir ifade ile.

 

"Ne işin var senin burada!" dişlerimin arasından öfkeyle tısladığımda, sıkkın bir nefesle karşımdaki koltuğa oturdu.

 

Nasya'yı yavaşça önümden arkama doğru çektiğimde bedenimi öne çıkardım, gözleri kopuk gömleğimin düğmelerinde dolandığında küçümseyici bir gülüşle beni ardından arkama çektiğim Nasya'yı süzdü.

 

"Onda ne bulduğunu şimdi anlıyorum." diye mırıldandı dişlerinin arasından.

 

"Nasya bizi yalnız bırak." keskin seslenişimle Nasya ortamdaki gerginliği sezerek bekletmeden kapıya doğru ilerledi, babamın bakışları kapıya doğru hızlı adımlarla yürüyen Nasya'nın üzerinde dolanıp kalçalarında durduğunda beynimden içeriye bir kurşun yemiş gibi öfkeyle doldu bedenim.

 

Uzanıp masanın çekmecesini çektiğimde içindeki silahı ellerime aldım ve kurşunu namluya sürüp hızla masanın etrafını dolandım.

 

Kapı henüz kapanmış ve Nasya henüz çıkmıştı ki babamın bakışları o anda bana döndü.

 

Henüz yüz yüze geldiğimiz ilk anda çenesini sertçe kavradım ve oturduğu koltukta geriye savurdum, silahımın namlusunu şaşkınlıkla açılan ağzına sokuşturduğumda korku ve şaşkınlıkla kocaman olan gözleri yüzümde tutundu.

 

Bir şeyler söylemek ister gibi gevelerken öfkeyle dişlerinin arasından boğazına kadar soktum silahı.

 

"Bir daha gözlerin karımın üzerine dönerse! Bir daha onu öyle iğrenççe süzecek olursan, siktiğimin kurşununu boğazından sokup anüsünden çıkarırım! Duydun mu beni! " Bağırtım odada yankılandığında konuşamadığı için sadece korkuyla başını salladı.

 

Hiç istemesem de silahı ağzından geri çektim ve bir adım açıldım.

 

"Beni öyle zorluyorsun ki! Özenle sinir sistemimim üzerinde bir yol yapmış oyalana oyalana yürüyorsun! "

 

"Pars yanlış anlıyorsun."

 

"Ne istiyorsun ulan, canını mı alayım ne istiyorsun! Henüz ruhun bedenini terk etmemişken seni üzerindeki deriden mi sıyırayım! Benden ne istiyorsun!" Hızla üzerine doğru gittiğimde öfkemi dindiremiyordum.

 

Ellerimi sertçe kafama vurduğumda elimdeki silahla göğsünü işaret ettim.

 

"Benden ne istiyorsun! Kanın üzerime sıçramasın diye nasıl kendimle cebelleşiyorum görmüyor musun? Sen neden ısrarla ölmek istiyorsun! söylesene neden Lan!" bağırtımla oturduğu koltukta toparlandı ve ayağa kalktı, tenini rengi beyaza çalarken ağırca yutkunuşunu görüyordum.

 

"Parfüm alerji yapmış, neyse ki sen buradaymışsın da bir şey olmamış gelinime onu sormaya-"

 

"Sikerim lan! Gelinim deyip durma ağzını yüzünü kırarım senin!" üzerine doğru bir adım attığımda geri çekildi.

 

"Seni artık tanıyamıyorum." şaşkınlıkla aralanan dudakları ile beni inanamayarak süzüyordu.

 

"Çok mu zordu lan! Normal bir baba olmak çok mu zordu!" üzerine doğru bir adım attığımda sıçradı ama bizi burun buruna getirmekten kurtaramadı.

 

"Sevginin canı cehenneme lan! Zararını uzak tutsaydın üzerimden çok mu zordu!" tüm öfkemi ve kinimi kusarken buluyordum kendimi.

 

"Bıraksaydın normal bir hayat yaşasaydım! Duysaydın lan! İsteklerime, kararlarıma saygı duysaydın çok mu zordu. Sıradan bir çocuk olmama izin vermen çok mu zordu! "

 

"Pars..." şaşkın sesi ve dumur olmuş ifadesi ile ona bunları neden anlatıyorum anlamıyordu, yirmi dört saat sonra cesedine söylememin bir anlamı yoktu şimdi yüzüne söylemek istiyordum ama o bunu bilmiyordu.

 

"Büyüdüm, ama nasıl büyüdüm biliyor musun? Ne zor geçti o siktiğimin yılları ah bir bilsen Adil Bey! bir bilsen! bir süre her sabaha uyandığımda düzeleceğini düşünerek yaşadım, umudum vardı! ama sonra sen o umudu söküp attın içimden! Tamam dedim, tamam."

 

Hızla üzerine doğru ilerleyip kafasını ellerimin arasına alıp öfkeyle sıkıştırırken alnımı alnına çarptım ve devam ettim.

 

"Tamam dedim, tamam Pars senin bir hayatın yok, böyle yaşayacaksın! İnsan gibi düşünemez insan gibi yaşayamazsın! kardeşlerini koru bu canavardan dedim! Koru kardeşlerini bu pislikten! Korudum da, kendimi yok etme pahasına ikisini de senden korudum baba. Bulaşamadı pisliğin onlara! başardım! ben başardım! Onları senden kurtardım! Kendime gelince hiç umudum yoktu, düşlemiyordum bile, ama oldu lan! oldu işte! âşık oldum. Yerini unuttuğum kalbin yerini bana hatırlatan bir kadın girdi hayatıma, cezam oldu mükafatım oldu... İmkansızımdı mümkünüm oldu. Artık benimle, benim yanımda dedim, sonra çıkıp onu öldüreceğim dedin! Tüm güzel şeylerin katili olan sen! Aşkımın da katili olacağın hiç çekinmeden yüzüme haykırdın! Neden lan neden! Beni sevmek, mutluluğumu istemek neden bu kadar zor! söyle bana ben senin öz oğlun değil miyim?! "

 

Sözlerim gözlerini yüzümden kaçırmasına sebep olurken kafasını sertçe geri ittim.

 

"Parene yapsan anlardım ulan! o senin öz evladın bile değil diye anlardım! İzin vermezdim zaten bunları yaşamasını ama niye ben! kendi kanını taşıyan bir çocuğa nedendi bu öfke, niye ulan..." öfke gözlerimi deli gibi yakarken, sol gözümden bir damla yaş aktı.

 

"Ben seni korudum, hiçbir zaman anlamadın ama sadece seni korudum. Zayıf bir adam olma diye yaptım ne yaptıysam. Güçsüz olma dik dur diye." bakışları yüzümde dolanırken yanağımdan akan yaş çenemden aşağıya firar etti.

 

"Korudun öyle mi?" dudaklarımda öfkeli bir gülüş yer edindi.

 

"Paren gibi zayıf olma diye korudum! Baban gibi zayıf olma diye korudum! Bir kadın gelip sana bunu yapamasın diye korudum!" giderek sertleşen sesiyle başımı öfkeyle salladım.

 

"Korudun demek! beni korudun Adil Bey öyle mi? " kollarım iki yana açıldığında elimde tuttuğum silahı sıkıca kavrıyordum.

 

"Bak bana ne haldeyim bak! otuz yaşımda yeniden insan olmaya çalışıyorum. İnsan gibi sevmeye insan gibi tepki vermeye çalışıyorum! Kaybettiğim o duyguları geri almaya çalışıyorum! Senin benden aldığın o duyguları ilaçlarla yerine koymaya çalışıyorum! Tedavi etmeye çalışıyorum ulan bende açtığın yaraları tedavi etmeye çalışıyorum! Ne korumasından bahsediyorsun sen!"

 

Odamın kapısı yeniden çalındığında Adilin bakışları o tarafa döndü.

 

Sıktığı dişlerinin arasından saklı bir öfkeyle hırladı.

 

"Topla kendini, yanındaki kadın şu halini görse sana olan tüm saygısını kaybeder! Kendine gel, nasıl bir buhran yaşıyorsun bilmiyorum! Bu saygısızlığı hiç olmamış sayıyorum, yakında yeniden konuşacağız!" hızlı adımlarla bir kez daha çalan kapıyı açtı ve dışarı çıktı.

 

Açılan kapı ile Kuzgunun silueti odada beliriyordu.

 

Bakışlarım yüzüne döndüğünde korkuyla bana ve elimdeki silaha bakışını gördüm.

 

İçeri girip kapıyı hızla kapattı ve yanıma gelip elimdeki silahı aldı.

 

"Pars..." fısıltılı sesi ile yana açılan kollarım usulca iki yanıma düştü, üzerimden sanki bir tır geçmişte ben şans eseri sağ kalmış gibiydim.

 

Kendimi solumda duran deri koltuğa sertçe bıraktığımda vücudum öylece salıyordu kendini.

 

Bakışlarım tavana döndüğünde, bu konuşmayı yapmayı ne kadar uzun zamandır beklediğimi o an fark ediyordum.

 

Babam tarafından duyulmamış olmasının da bir önemi yoktu üstelik, ben omuzumdaki tüm yüklerden kurtulmuştum.

 

"İyi misin..." kuzgunun tedirgin sesi ile gülümsedim.

 

"Hiç olmadığım kadar..."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

♟♟♟♟

 

NASYA 

 

Kaynayan suyun sesiyle irkilerek kendime geldim ve uzanıp elime aldığım katle ile önümde duran büyük kupaları doldurdum.

 

Yatmadan önce sıcak bir papatya çayı içmek Defneye de bana da iyi gelecekti.

 

"Nasya hanım, ne yapıyorsunuz?"

 

Hizmetçinin şaşkın sesi ile bakışlarım yüzüne döndü. "Bitki çayı..." diyebildim aynı şaşkınlıkla.

 

"Bana söyleseydiniz keşke efendim, siz neden kendinizi yoruyorsunuz." Evhamlı bir şekilde yanıma geldi ve doldurduğum kupaları eline aldığı tepsiye hızla yerleştirdi.

 

"Sorun yok, ben alışkınım. Hem bir bardak çay, büyütülecek ne var ki." Dalgın bir gülümseme ile elindeki tepsiye uzandığımda hızla geri çekildi.

 

"Lütfen efendim, işimi seviyorum ve Pars beyden azar işitmek istemem. Siz çayınızı nerede içmek istediğinizi söyleyin ben getireyim."

 

Güleç sesine rağmen söylemleri oldukça ciddi gözüküyor.

 

"Pars bey kızmaz merak etme, hem zaten bende oraya gidiyorum giderken götürürüm ver işte."

 

Uzanıp elindeki tepsiyi aldım ve bir kelime daha etmesine müsaade etmeden çıktım mutfaktan.

 

Adımlarım yukarıya çıkan merdivenlere döndüğünde, Pars'ın çalışma odasından çıkan Adil beyle karşı karşıya geldik.

 

Bakışları öfkeyle yüzümde dolandı ardından elimdeki tepsiye döndü.

 

Dişlerinin arasından aşağılarcasına birkaç kelime döküldü.

 

"Olman gereken yer tam da orasıydı, sen benim oğlumun karısı değil olsan olsan Hizmetçisi olurdun! Ama tebrikler küçük hanım oyununu iyi oynadın! Sözde babanın sana ömrü boyunca çabalasa da veremeyeceği parayı, oğlumun altına yatarak kazandın!"

 

Elimdeki tepsiyi tüm gücümle sıktım, kaynar çayı başından aşağıya boşaltmamak için tüm irademi kullandım.

 

"Size ufak bir tavsiye Adil Bey, bir sonraki sefer aptal bir parfüm şişesinden çok daha fazlasıyla çıkın karşıma, böyle ufak planların adamı olmayı size pek yakıştıramadım! Oğlunuzla evliliğim konusuna gelince, utanmasam oğlunuzu kıskandığınızı düşüneceğim. Zira o aşık olduğu kadınında ona aşık olmasıyla ödüllendirildi." Bir adım atıp dibine girdiğimde yavaşça kulağına doğru yükseldim ve fısıldadım. "Oysa siz o zavallı ömrünüzce sizi hiç sevmeyen bir kadının gözünün içine baktınız, ne acınası. Neredeyse size üzüleceğim."

 

Geri çekildiğimde öfkeli bakışları alevler saçarken hızla saçlarımı kavradı ve boynumu geri büktü, elimde ki tepsi sarsılarak sıcak kupaları birbirine tokuştururken zar zor düşmekten kurtuluyordu, Adil Katipoğlu beni kendine doğru çektiğinde öfkeyle hırladı.

 

"Ölümün basit ve sessiz olsun istedim ama görüyorum ki acılar içinde olacak, o uzun dilin başına oldukça iş açacak!" sıkılan dişlerinin arasından verdiği ağır viski kokulu nefes suratıma yayıldığında, dudaklarımda öfkeli bir gülüş yayıldı.

 

"Dinle beni Adil Siktiğimin Katipoğlu, bir bağırtımla buraya tüm adamları yığarım ve seni buradan yaka paça atarım. Çek o buruşuk ellerini üzerimden beni zorlama!"

 

Bedenimi hızla geri ittirdiğinde alayla sırıttı. "Buradaki her bir adam benim emrimde küçük orospu! Bir günde hepsini himayende mi sandın. Ama neye karar verdim şu an biliyor musun? Seni Parsın hayatından öldürerek çıkartmayacağım Nasya, hayır bu benim lehime olur! neydi şu çocuk, "Bir süre düşünür gibi yaptı ve sırıttı.

 

"Alphan. Evet adı Alphan'dı sanırım, oğlumu biraz tanıyor isem seni ve onu bir kez bile bir arada görse, biraz yakınlaşmış bir halde. Seni hak ettiğin çöplüğe geri fırlatır." sıkıca kavradığı saçlarımı geri iterek beni serbest bıraktığında öfkeyle dolmaya başlıyordum.

 

Tam o an beynimden bir kurşun yemiş gibi oldum, bu adam saf kötüydü.

 

Söylediği her şeyi yapacağından adım gibi emindim. Parsı benden ayırmak için yapmayacağı şey yoktu bunu bu sabah bizzat yaşadım.

 

Ama izin vermem! Kimsenin onu benden almasına birilerinin bir kez daha aramıza girmesine izin vermem!

 

"Seni öldürürüm!" öfkeyle üzerine doğru ilerlediğimde ellerimdeki tepsiyi gövdesine doğru savurdum.

Porselen kupalardaki kaynar çay bedenine boca olarak yere sertçe çarptı ve parçalara ayrıldı.

 

Acıyla bağırdığında geri çekildi ve Pars'ın odasının kapısını açtığını duydum.

 

"Ne yaptın lan kancık kadın!" Adilin acılı iniltisi tüm evi sardığında, gömleğini bedeninden uzaklaştırmaya çalışıyordu.

 

"Nasya..."

 

Pars yanımıza ulaştığı sırada, gözleri bir bana birde babasının beyaz gömleğindeki kahverengi lekeye döndü.

 

"Elimden kaydı... hay aksi." dedim sinsice gülümserken.

 

"Ulan seni var ya!" Adil bir adım üzerime doğru geldiğinde Pars hiç vakit kaybetmeden aramıza giriyordu.

 

"Şşş, hey!"

 

Babası ve benim aramda bir set gibi çekti bedenini. "Geri çekil canımı sıkma benim!" diye tısladı.

 

"Yaktı ulan beni! Elindeki tepsiyi üzerime fırlattı!" Adilin mızmız sesiyle Parsın ardından fısıldadım.

 

"Kaç yaşında adam, bir de ağla istiyorsan adil..." alaylı sesimle Pars'ın başı omzunun üzerinden bana döndü ve beni şaşkınlıkla süzdü, ona munzur bir göz kırptığımda sessizce fısıldadım.

 

"O da bana zehirli parfüm gönderdi ama." omzumu silktiğimde, Pars dudaklarından içeriye sert bir nefes çekerek yüzünü yeniden Adil'e çevirdi.

 

"Bir şey olmaz, giderken bir hastaneye uğrarsın. Ciddi gözükmüyor." dedi umursamaz bir tıslama ile.

 

"Dalga mı geçiyorsun ulan! Bu zaman kadar kılıma kimse dokunamamış! Senin arkana sakladığın kadının yaptığı şu hadsizliğe bak!"

 

Aman tanrım sahiden de beni şikâyet ediyor, gülmemeliyim gülmemeliyim.

 

"Hadsizlik değil, sana daha önce de söyledim, o tanıdığın kadınlara benzemez. Muhtemelen sınırı aşacak bir şey söyledin ve-" bakışları gömleğe döndüğünde bastırdığı sıkkın bir nefesle devam etti "O da böyle yapmayı uygun görmüş, uzatma. Eğer başına bir şey gelmesini istemiyorsan belki de artık rahat durmayı öğrenmen gerek."

 

Duyduğum sözler suratımda koca bir sırıtmaya sebep olduğunda başımı Pars'ın arkasından yavaşça yana eğdim ve Adil beyin görüş alanına girerek ona sinirlerini gerekecek bir sırıtma eşliğinde el salladım.

 

"Ulan!" yeniden bana doğru yeltendiğinde ise Pars babasının yakasını sertçe tuttu ve onu kapıya doğru sürükledi.

 

"Eh! Yeter ama artık, uzatma dedik. Uzatma!" kapıyı açıp dışarıya doğru ittirdiğinde ise onların ne yapacağını artık merak etmezken buluyordum kendimi.

 

"Ayfer Hanım." sesim mutfağa doğru yükselirken bedenimi de o tarafa döndüm.

 

"Buyurun efendim." mutfak kapısında karşılaştığımızda gülümseyerek "İki papatya çayı, odama çıkarabilir misin? "Dedim ve ondan memnun bir baş sallama alarak geri çekildim.

 

Ayfer hanım arkasını dönerek mutfağın içine doğru ilerlediğinde bana doğru yaklaşan ayak seslerini duyarak bedenimi usulca arkaya çevirdim.

 

Pars pantolonunun ceplerine sokuşturduğu elleri ile başını hafifçe yana eğdi ve histerik bir gülümseme ile bana baktı. "İyi misin?"

 

Başımı usulca salladım ve dudaklarımda sıcak bir gülümseme oluştu. "O iyi mi?" bakışlarım az önce Adil'in yaka paça dışarı çıkarıldığı kapıya döndü.

 

"İyi olacaktır." dedi ve ceplerinde ki elleri dışarı çıktığında belime doğru usulca sarıldı.

 

Bedenimi kendi bedenine yasladığında, bakışlarım kopuk gömlek düğmelerine döndü ve sessizce kıkırdadım. "Yorucu bir gündü, artık yatsak mı..." parmaklarım gömleğin düğmelerine doğru havalandığında, açıkta kalan tenini usulca okşadım. Eğilip alnıma sıcak bir öpücük bıraktı.

 

"Bu gece biraz işim var, çalışma odasında olacağım." başı merdivenlere döndüğünde sessizce mırıldandı "Sende Defne ile hasret giderirsin böylece."

 

"Ne işi bu?" kaşlarım çatıldığında gözleri yeniden yüzüme döndü.

 

İş falan istemiyorum tek istediğim onunla çırılçıplak bir şekilde yatakta olmak.

 

"Çözmem gereken şeyler, sen kafanı bunlara yorma." usulca saçlarımı kavradı ve beni gövdesine yasladı.

 

"Yarın yeni bir gün olacak güzelim, git ve güzelce dinlen." saç diplerime bıraktığı öpücükle geri çekildi.

 

Bakışlarım yüzünde dolanırken, ne kadar yorgun ve sıkkın olduğunu görüyordum, bir şeyler oluyordu belli fakat anlatmak istemediği de açıktı.

 

"Pars..." hüzne bulanan sesimle dudaklarında buruk bir gülümseme oluştu.

 

"Sorun yok." Fısıltılı telkin edici ses durumu kabullenmiş gibi görünmeye beni mecbur bırakıyordu.

 

"Sen öyle diyorsan..." Kırık bir gülümseme ile geri çekildim ve adımlarımı merdivenlere doğru ilerlettim.

 

Bana neden bir şey anlatmıyordu bilmiyorum, her koşulda yanında olup onu destekleyebilirim ama böyle yapınca kendimi kötü hissediyorum.

 

"İyi geceler sevgilim."

 

Arkamdan seslendiğinde çıktığım basamaklarda yavaşladım ve yüzümü omzumun üzerinden geri çevirdim.

 

Kara gözleri uzun kirpiklerinin altından yorgunca bana bakarken, "İyi geceler sevgilim." diye fısıldadım.

 

Ama biliyordum ki bu geceyi iyi yapacak tek şey onun kollarında olmak olurdu fakat peki, böyle olması gerekiyorsa tamam.

 

 

 

 

 

 

 

♟♟♟♟

 

 

 

Loading...
0%