Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Bölüm 5/ -İyi Geceler Küçük Şeytan.

@nurdogru26

Kitap instagramı : aidiyetofficial

Yazar instagramı: nurdogru26


Size uzunca bir bölümle geldim, 10.000 kelimeye yakın bir bölüm ve bu ani yükselişi ustalıkla halleden Editörüme teşekkürler <3

İyiki varsın gizli kahramanım <3 dreamerofuranus <3


Bildiğiniz gibi yeni bölüm günleri Pazar oldu ve bir aksilik olmaz ise her Pazar burada buluşacağız <3


Bölümler fazla uzun ama bu bölümden sonra daha kısa bir düzeltmeye doğru gidecek, böyle sıkıldığınızı düşünüyorum :D


Eğer instagramdan beni takip etmiyorsanızda üzülürüm :D

Hadi keyifli okumalar <3 Kitabı okurken çekilen görsellerinizi İnstagram üzerinden bana gönderirseniz  kitabın ana sayfasında seve seve paylaşırım <3


Yorumlarda görüşürüz <3 ballı böreklerim :D


Kitabın ana instagramı : Aidiyetofficial


.......................


Bazen, hayattan soyutlanmak istediğimiz anlar olurdu. Ötesini düşünemediğimiz şeylerden, bizi anlamayan kişilerden, kafamızı allak bullak eden hislerden, bilinmezliklerden... Öylece görünmez olup sadece kendinizle baş başa kalabileceğiniz o anı kastediyorum.


Sanırım, ihtiyacım olan şey buydu. Yanımda oturan adam ve cebimdeki minik tehlike arasında sıkışmış gibiydim. Huzursuzluğum düşüncelerimi de istila ediyordu.


Dakikalardır tam olarak öyle bir hissin odağındayken tenime çarpan soğuk bir esintiyle ürperdim. Bakışlarımı, dakikalardır dalmış olduğu siyah asfaltla döşenmiş yoldan kaldırıp ne zaman açıldığını bile fark etmediğim cama çıkardım.


Araba, trafik kurallarını hiçe sayarak gecenin sessiz saatlerinde boş otobanda hızla ilerlerken ben; camımı kapatmış ve dışarıdaki sert rüzgârdan kendimi kurtarmıştım.


Pars, solumda dikkatle direksiyona hükmederken bakışlarım kaçak bir şekilde yüzüne döndü. Önünden geçtiğimiz lambaların gölgeli geçişler yarattığı çehresinde gezindi gözlerim. Bakışlarında hep gördüğüm sertlik, boş otobana bakarken bile netliğinden hiçbir şey kaybetmiyordu. Yanaklarına gölgesi düşen uzun ve gür kirpikler; sanki özenle kıvrılmış gibiydi.


Kemikli çenesinde gezindirdim bakışlarımı. Usulca hareket ettiğini gördüğüm çene kasıyla anladım ki üzerinde gezdirdiğim bakışlarımın farkında değildi. Fırsattan istifade bakışlarımı yeniden güzel kirpiklerine çıkardım. Ardından kavisli kaşlarına, sanki özenle yerleştirilmiş burnuna, arasından kısa soluklar verdiği dudaklarına, sanki sadece ona çok yakışan kısa sakalına, direksiyonu saran güzel ellerine dalıp giderken kendimi kaybediyordum.


Güzeldi işte... Bir erkekten beklenmeyecek bir güzelliğe sahipti. Beni büyülüyordu demeyeceğim bu abartmak gibi olur ama odağımı dağıttığını kabul etmem gerekiyordu. Daha doğrusu tüm odağımı sadece kendinde topladığını... 


O, görüntüsüyle bile akıl karıştıracak türden bir adamdı ve bir de işin içine o baskın tavrı ve kalın sesi dâhil olduğunda pek şansı kalmıyordu insanın.


Tüm bunların yanında iğrenç bir sapıktı işte. Bir kadını birkaç satırın altına atılmış bir imza ve biraz parayla alabileceğine inanan korkunç bir egoya sahipti.


 Bunu kaç kadına yapmıştı kim bilir? Bana anlaşmayı sunarken hiç kekeliyor gibi değildi hatta bunu defalarca kez yapmış gibiydi. Öyle bir ustalık söz konusuydu ki...


Bastıramadığım esnememle aracın içine yorgun bir inilti bıraktım. "Ne kadar sürecek?"


Dudaklarımın arasından mırıldanırken bakışları farların aydınlattığı yoldan bana döndü.


 "Seni epey uzağa taşımış şerefsiz! Muhtemelen kırk dakikalık bir yolumuz daha var. Sen uyu, uyandırırım ben seni." Bakışları yeniden yola döndüğünde, histerik bir gülüş bıraktım ona doğru.


'Rüyanda görürsün. Uyursam başıma ne geleceğini bile bilmiyorum ruh hastası!'


"Böyle iyiyim, biraz daha dayanabilirim." Sesimdeki iğneleyici tınıyı sezmiş olacak ki kibirli bir gülümseme ile bana çevirdi bakışlarını. 


"Ne gülüyorsun?"


Sataşırcasına çıkan tonlamam ondan sakin bir cevap alıyordu. 


"Ben sandığın gibi bir sapık değilim Nasya. İznin olmadan sana dokunmam."


"Bu demek oluyor ki bana asla dokunamayacaksın! Çünkü buna izin vereceğime ölürüm daha iyi. Git, kendine paralı başka bir fahişe bul!" Koruma içgüdümle terslediğimde bakışları yeniden yola döndü.


"Göreceğiz..." dedi mırıltılı bir sesle.


"Senin sorunun ne ya! Hiç sevilmedin mi sen bir kadın tarafından? Kimse seni hür iradesiyle sevmedi mi be adam! Annen de mi sevmedi seni! Nedir bu kadınlara bir eşya gibi davranış şeklin!"


Araç ani bir frenle yolun tam ortasında durduğunda bu kez kendimi koruyamayarak kafamı ön cama sertçe çarpıyordum.


"Ah, siktir!" Kendimi, acıyla camdan geri çektiğimde bütün gücüyle direksiyonu sıktığını görüyordum. Parmak boğumları beyazlamıştı resmen ama bu beni durdurmadı. 


"Ne yapıyorsun, salak mısın?" Sesim aracın içini doldurduğunda elleri direksiyondan ayrıldı, hızla saçlarımı kavradı ve beni alnına çarptı.


"Benimle böyle konuşulmasına izin vermem Nasya! Ben, senin yetimhane arkadaşlarına benzemem! Benimle konuşurken saygını koruyacaksın! Aksi halde hiç tanışmanı istemeyeceğim bir yönümü görmen gerekecek!" 


Bağırmıyordu, baskın kelimeler, öfkesini yansıtan hırıltılı ses ve uyarıcı bir tonlama eşliğinde fısıldıyordu.


"Saçımı bırak!" Tiz sesim aracın içinde yankılandığında saçlarım daha da sertçe büküldü ve kalın sesi bir kez daha duyuldu kulaklarımın yamacında.


"Zorsun değil mi? Yabanisin her şeyden önce. Eğitilmemişsin ama sana bunu seve seve yapacağım! Seni öyle bir ehlileştireceğim ki gölgemi gördüğünde saygıyla ayağa kalkacaksın!"


 Hızla kafamı geri ittirdiğinde kopan birkaç saç telimin yerinde bıraktığı acıyla koltuğuma geri çekildim.


Saç diplerim zonkluyordu ve içimde korku yerine durmaksızın yükselen bir öfke büyüyordu.


Hızla koluna bir yumruk attığımda beklemeden üst üste indirdim diğer yumrukları. Hiçbir şey yapmadan öylece duruyordu. Gözleri yoldaydı, sarsılmayan bedenine üst üste indirdiğim yumrukları umursamıyordu bile.


"Aaaa!" Attığım çığlıkla geri çekildiğimde ona vurmaktan yorulduğumu anladım. Aldığım derin soluklar aracın içinde yankılanırken hiçbir şey demeden aracı çalıştırdı.


Nefes alışlarımı kontrol etmeye çalışırken hissettiğim öfkede sessizce dinginleşiyordu.


Sanki bana zaman tanımış, alan yaratmıştı. Kafamı toplamam için, kendimi sakinleştirmem için imkân vermiş gibiydi.


Tek bir kelime bile etmemişti. Geçtiğimiz sessiz ve ıssız yolda, arabanın motorundan çıkan rahatsız edici gürültü dışında hiçbir ses yoktu. Çıt dahi yoktu.


Bakışlarım yüzüne döndüğünde gözlerini yolda sabitlediğini görebiliyordum. Şakakları titriyordu ama öfkeli bir nefes aldığı söylenemezdi. Sessiz bir öfkeyle sol koltukta öylece oturuyordu.


Benimkine pek benzer bir öfke değildi. Ben bağırıp çağırıp yumruklarken hatta yakıp yıkarken o, fısıltılı bir baskınlıkla canımı yakarcasına istediği şeyi söylemişti. Bense çığlık çığlığa bağırmış bedenini hırpalamıştım ama onun tarafından görüldüğünü bile sanmıyordum.


Düşündüm. Melikşah denen bu adamın Pars'tan ne istediğini düşündüm.


Ona bunu yaparken yakalanmaktan deli gibi korkuyordum çünkü az önce gördüğüm tavır tam olarak ondan beklediğim tavırdı.


Sanırım yanılmak istedim. Bu adamın aslında o kadar kötü bir insan olup olmadığını, ona ihanet edip edemeyeceğimi, gerçekleri söyleyip söyleyemeyeceğimi... Aynı korumayı onda da bulabilir miyim diye içten içe alt bilincimde düşünüp durdum ama yanıldım. Bu çok nadir olur, ben nadiren yanılırım ama yanıldım işte.


Bu adam kötülüğün bir tohumu gibiydi. Adım attığı, gözünü çevirdiği, nefesinin değdiği her şey mahvolmaya mahkûm gibiydi. Acıtmadan, can yakmadan, aşağılamadan, üzmeden hiçbir şey yapamazmış hatta bunun yolunu bile bilmiyormuş gibi.


Düşüncelerimin arasında kaybolmuşken aracın içi ısrarla çalan telefonla yankılandı. Bakışlarım araç paneline bağlı olan ekrana döndüğünde ekranda yazan isimde gezdirdim gözlerimi. 'Sare' yazısında...


Pars hiç beklemeden telefonu cevapladı ve Sare Katipoğlu'nun sabahki kibirli sesi kulaklarımda dolansın diye bekledim.


"Neredesin Pars? Babamları yolcu etmek zorunda kaldım, senin için bir bahane buldum. Sen iyi misin? Selim, dağ evine bir saldırı olduğunu söyledi." Sesi titriyordu.


Sabahki o kendinden emin, her şeye yüksekten bakan ukala kadın, yerini küçük bir kız çocuğuna bırakmıştı. Üstelik bu kadar yaşlı bir kız çocuğunu ilk kez görüyordum.


"Sare şu an müsait değilim."


 Pars'ın sesindeki o donukluk, o umursamaz ifade yüzümde şaşkınlığa neden oluyordu. Kaşlarım usulca çatıldı ve bakışlarım olan biteni anlama ihtiyacı ile Pars'ın yüzüne döndü.


"Pars eve gelmeni istiyorum. Bu gece seni görmem gerek, iyi olduğunu bilmem gerek. Lütfen!" Sesindeki çaresizlik midemi bulandırmıştı.


Üzülmem mi gerekirdi? Sanırım hayır. O kadar iyi bir insan değildim. Çaresiz hissediyordu ama saygısını ve sevgisini parayla kazanmayı kendine ilke edilmiş bir kadının üzülmesi beni üzmezdi.


Histerik bir nefes bıraktım burnumdan dışarı, düşüncelerim beni güldürdü.

Pars Katipoğlu, tam da Sare Katipoğlu'na göre biriydi. O da parasıyla ve gücüyle istediğini elde etmeye o kadar alışmıştı ki ve buna öyle körü körüne inanıyordu ki birbirlerinden hiçbir farkları yoktu. 


Şimdi anlıyordum neden evli olduklarını, şimdi bir şeyler yerine oturuyordu. Pars'ın sabırsız sesi, öfkeli olduğunu hissettirecek şekilde yayıldı arabada.


"Senin o sikik davetlerinden biri ya da yemek etkinliklerin umurumda bile değil Sare! Bu akşam davet vermeyi seçmeseydin muhtemelen benim dağ evim de taranmayacaktı. Yine sen Sare, benden habersiz başına buyruk davranmasıydın -ki bunun bir bedeli olacak- ben bugün ölümden dönmeyecektim! Şimdi de bana 'Eve gel, senin iyi olduğunu görmek istiyorum.' diyorsun! Ben ne zaman senin istediğin bir şeyi yaptım ki şu anda yapayım!" 


Telefonu öylece suratına kapattı.


Duyduğum kelimeler, gördüğüm tavır korkunçtu ama iyi hissettirmişti. O kadına, birinin böyle haddini bildirmesi bana iyi hissettirmişti.


Ben kötü biri miydim? İyi biri olduğum söylenemezdi, bunu hiç savunmadım ancak hayatta kötü biri olarak yaşadım da denemezdi. Kendim olmaya çalıştım. Peki, ben kimdim?


Solumda duran bu sapığın, sabah tavırlarından nefret ettiğim kadına kötü davranması beni niye tatmin ediyordu? 


Az önce bana da aynı şekilde davrandı. Her halde Sare Katipoğlu da bana öyle davrandığını görse o da tatmin olurdu.


Güldüm. Kendi duygularıma, düşüncelerime, içinde bulunduğum bu sikik duruma güldüm. Bir gün önce bu saatlerde sıradan olan hayatım bir gün içinde tepetaklak olmuştu.


Bu adamı tanımıyordum. Ona kazık atacaktım, arkasından iş çevirecektim ama tanımıyordum.


 Melikşah denen adamı da tanımıyordum. Ona yardım edecektim ama tanımıyordum.


 Ben ne bu adamı ne o adamı ne o kadını ne bu hayatı hiç bilmiyordum.


Bir günde değişen hayatım tepetaklak olmuştu.


 O bilinen peri masallarında, 'Anlık olarak bir şey olur ve hayatınız harika olur.' yalanı bende ters tepmişti. 


Sorun yoktu, alışkındım. Sanırım kötü şeyler yaşamanın en iyi yanı da buydu. Fazla antrenman, seni bitiş çizgisine ulaştırır.


Kapanan telefon ile direksiyonu sıkıca saran parmaklarında gezdirdim gözlerimi. Damarları şişerken aldığı derin solukla beraber arabanın içine sert bir nefes bıraktı.


"Kimdi o?" dedim sanki az önce yaşanan hiçbir şey yaşanmamış, aramızda geçen o tartışma olmamış, birbirimizi öldürecek o raddeye gelmemişiz gibi. 'Kimdi o?' dedim. Üstelik cevabı da biliyordum.


Ben aptal değildim, salak da değildim. Korkuyor muydum? Evet, ama bu adama birinin haddini bildirmesi gerekiyordu.


 Birinin ona sormaya cesaret edemediği soruları sorması, duymaya tahammül edemediği şeyleri söylemesi gerekiyordu. 


Bense seve seve o kişi olurdum çünkü iki türlü de bu hikâyenin sonunda muhtemelen geberip gidecektim.


Sorun şu ki Defne'ye bir şey olmasını istemiyordum. O benim aksime hayat doluydu, hayalleri vardı, geleceğe dair umutlar besliyordu ama benim pek bir beklentim yoktu, yaşadığım her günü kardan sayıyorum. 


Bilmiyorum. Sanırım ben içimdeki bu yarım duyguyu, bu terk edilmişliği, bu vazgeçilmişliği uzun zaman önce kabullendim.


Biri gerçekten bunu kabullendiğinde; seni seven hiç kimsenin olmadığını ve olamayacağını, hayatı boyunca yapa yalnız yaşayacağını, bir yerlerde seni umursamadan yaşayan bir ailenin olduğunu bilmek korkunç bir gerçekle karşı karşıya kalmış ve hayatının dönüm noktasını yaşamış demektir.


Defne bu gerçeği kabul etmiyordu. Ona göre ailesi çok zorunda olmasa onu bırakmazdı hatta çocukluktan kalma hayalleri bile vardı, çok zengin bir ailenin kızı olduğuna inanıyordu. Bir gün o yetimhane kapsından girecekler ve beni alacaklar ve aileme geri döneceğim, diyordu. Belki bir köpeğimiz vardır, diyordu. 


Defne çok şeyden bahsediyordu çünkü o hayal kurardı. Ben hayal kurmazdım.


Bana göre; yetimhanenin soğuk duvarları, demir ranzaların sırtıma batan yayları, kışın kendini ısıtamayan kömür sobasının tavana vuran gölgesi, bozuk yemekler, aşağılayıcı tavırlar, küçümseyici bir sistem vardı.


 Defne'ye göre bu geçici bir süreçti. Bir gün bunların hepsi bitecek, Defne çok mutlu olacak, hayatın bütün sorunlu evrelerini unutturacak kadar büyük bir mutlulukla karşılaşacaktı. 


Ben öyle düşünmedim. Hiç öyle düşünmedim hala düşünmüyorum.


Düşüncelerime ara verdim ve cevabını alamadığım soruyu yineledim.


 "Kimdi o Pars?" dedim. Takındığım bu tavır, sesimdeki bu tını, bu küstahlık alaycı kuş gibi onu kopyalamamın bir eseriydi sadece.


Ben bir aynaydım. Pars Katipoğlu ya da Sare Katipoğlu gibi insanların karşılarına dikilmiş bir aynaydım. 


Bana nasıl davranırlarsa öyle karşılık görürlerdi, beni ezerlerse onları ezerdim.

Üstelik benim ezmem onlarınki gibi bir maddiyata dayalı da olmazdı.


 Ben zekâmla ezerdim, insanların saklamaya çalıştıkları o küçük zavallı yetersizlikleri ile ezerdim.


Mesela Sare Katipoğlu'nu Pars gibi bir adamı elde tutamamasıyla ezerdim ki bence elde tutmak geniş bir kavram ve kimse kimseyi elde tutmamalı, bahsettiğim bu değil.


 Bahsettiğim; böyle bir adamla beraber olmayı göze alıyorsan, iki yol vardır. Ya onun için, ilgisini diri tutmak için her şeyi yaparak -tırnak içinde söylüyorum- elde tutarsın ya da kendi yoluna gidersin.


 Üçüncü bir seçenek yok ya da var mı bilmiyorum.


Bakışlarım Parsa döndü. Gözleri yolda sabitliyken "Karım." dedi hiç teklemeden, tek nefeste, kendinden emin bir tınıyla ve sakin bir otoriteyle.


"Karın?" Burnumdan verdiğim histerik bir gülüşle yineledim.


"Evet, karım." dedi yine aynı sakinlikle.


"Ne derece manyaksın sen Pars Katipoğlu?" 


Şimdi sinirleniyordum işte, en azından saklamayı deneyebilirdi, yalan söyleseydi.

 Yalan söylemesini tercih ederdim, belki bu biraz saygı duyduğuna inandırırdı beni ama yapmadı. O kadar bile saygı duymadı. Bana yalan söyleyecek kadar bile saygı duymadı.


Bu benim karım ve seni de istiyorum o yüzden yan koltuktasın, muhtemelen bir fiyatın var ve onu verdiğimde seni de alacağım demenin en basit ve çabasız yorumuydu.


"Şu an bunu konuşmak istediğimi sanmıyorum Nasya." Sesindeki umursamazlık az önce karısına takındığı tavrın bire bir aynısıydı.


"Şu an bunu konuşmak istemiyorsun demek! Ben de şu an arabanda olmak istemiyorum mesela! Senin yüzünden başıma gelen onca şey de yaşansın istemezdim. Ama engel olabildim mi? Hayır. Peki, sen engel olabildin mi? HAYI-"


"Benden kaçmasaydın bunların hiçbiri yaşanmazdı." Sessinde hissettiğim duygusuz tonlama, benim sinirlerimin tepetaklak olmasına daha da yardımcı olmuştu.


"Çok afedersin ama beni becermek için önüme bir dosya koydun. Nasıl bir ütopyada yaşıyorsun ki bu sana normal geliyor?"


"Fazla abartıyorsun, sana bir anlaşma sundum hatta bir iş teklifi bile denebilirdi ama sen histerik davrandın."


"Ne?" Arabanın içi sesimle yankılandığı sırada araç, bir hastanenin önünde yavaşça park etti ve yoldan ayırdığı bakışlarını sonunda bana çevirdi.


"Histerik davrandın Nasya, abartıyorsun." Alaylı sesi, beni hiç olmadığım kadar öfkelendirdiğinde onu kazağından tutup kendime çektim.


"Bana bak Pars! Senin o abartıyorsun diye basite indirgediğin şey benim bedenim ve bütün mal varlığını da ortaya koysan saçımın teline bile dokunamazsın! Üzgünüm, satılık orospulardan biri olmadığım için ama dünyada gururu ve karakteri için yaşayan insanlar da var! " 


Parmaklarımın arasındaki kaşmir kazağı sıkarken onu kendime fazla yakınlaştırdığımın farkında bile değildim ama gözlerini alnımın üzerinden dudaklarıma çevirdiğinde sıcak nefesi suratımda yayıldı.


Kendimi hızla geri çekip dağılan dikkatimi toparladım fakat o onu bıraktığım yerde öylece durmuş kibirli gözleri ile beni süzüyordu.


"Bitti mi şovun, rahatladın mı? Eğer devam etmek istersen dinlerim, eğlenceli oluyormuş böyle." Alayla kıvrıldı dudakları.


"Ne diyorsun lan sen!" Hızla elimi torpidoya geçirdiğimde gözleri vurduğum torpidoda sabit kaldı.


"Şiddete meylin mi var senin? Şayet öyleyse iyi anlaşacağız seninle." 


Söylediklerimi duymuyor mu bu adam! Dalga mı geçiyor benimle, nasıl bir manyaklık ya bu! Sinirden ağlayacaktım neredeyse.


Araçtan çoktan inip benim kapımı açtığında geri çekilerek inmemi bekledi. 


"Hadi." Sesindeki tahammülsüz tını ile öfke dolu gözlerimi yüzüne çevirdim.


"Defol git! Hiçbir yere gelmiyorum!"


 Kapının kulpunu tutup sertçe kendime çektiğimde tek koluyla engelledi beni. Kendime doğru çektiğim kapı, onun tarafından geri açıldığında hızla üzerime eğildi ve alnını benimkine yasladı.


"Beni zorluyorsun! Kabul, yeni bir alan ilgimi çekmiyor değil ama sabrımı fazla sınama. Sana karşı kibar olmaya çalışıyorum fakat bu konuda biraz acemiyim, kontrolümü her an kaybedebilirim! Şimdi sıçtığımın arabasından İN!" 


Fısıltılı konuşmasını bağırtıyla bitirdiğinde şaşkınlıkla olduğum yerde kalıyordum.


"İ-inmiyorum." Dişlerimin arasından öfkeyle tısladığımda hızla geri çekildi ve kapıyı üzerime çarptı. Olduğum yerde sıçradığımda o da beklemeden şoför koltuğuna geri oturdu.


"Peki." dedi sesiyle eş zamanlı çalışan motor eşliğinde.


"Ona da peki Nasya! Başka bir yolunu buluruz." Dişlerinin gıcırtısı kulaklarıma kadar ulaşırken öfkeyle kaldırdı arabayı yerinden ve hızla ana yola doğru sürdü.


Olan bitene bir anlam veremezken korkuyla karışık bir şaşkınlıkla ellerimi göğsümde birleştirip bakışlarımı yolda sabitledim. 


Ekran paneline uzanan eli ile bakışlarımı ona çevirdiğimde ekranda birini aradığını anladım.


'Davut' ismine tıkladığında aracın içinde çalan telefon sesi kulaklarımı doldurdu. İkinci çalışında hızla açılan telefon ile Pars, bıkkın bir öfke ile konuştu.


"On dakikaya Nasya'nın evine bir doktor getirsinler."


 Ardından telefon hızla kapatıldı. Verdiği emir ile konuşmayı sonlandırmıştı. Bakışlarım yüzüne döndüğünde itiraz etmek için açıldı dudaklarım.


"Doktor falan istemiyorum ben."


"Ama ben istiyorum." 


Kısa ve net bir cevap verdiğinde bıkkınlıkla devirdim gözlerimi ve dişlerimin arasından inatçı bir fısıltı bıraktım ona doğru.


"Ne istediğinle ilgilenmiyorum! Ben istemiyorum. Altı üstü bir patlak, kendi kendine iyileş-"


"Dudağın yarılmış Nasya, seni hastaneden içeri zorla sokmamı istemiyorsan daha fazla üzerime gelme."


Şakaklarının titremesinden ne kadar gerildiğini anlayabiliyordum. İstediği şeyleri yapmadığım her an biraz daha çatırdayan bir sabır taşı gibiydi.


"Üzerine gelmeyeyim. Haklısın, çok afedersin, başına korkunç şeyler geldi değil mi? Ah bebeğim, nasıl da gerginsin! Gören de senin ellerin kolların bağlı bir şekilde siktiğimin bir deposunda tutulduğunu sanacak!" 


Alaycı sesim ondan sert bir nefesle karşılık bulduğunda bakışları bana döndü.


"Sürekli küfreder misin? Bence sana yakışmıyor yani bu mükemmel görüntü böyle bir şeyle kirletilmemeli."


"Siktir oradan!" 


İnadına sesimi yükselttiğimde güldü. Alnım şaşkınlıkla kırıştığında neden güldüğünü anlamamıştım. Amacım onu sinir etmekken neden gülüyordu ki şimdi?


"Aslına bakarsan ilk kez küfreden bir kadın gördüm." 


Gülüşü, yanaklarında çukura neden olurken kendini açıklamak istercesine devam etti. 


"İlk küfredişini sana mendili verdiğim akşam duymuştum, ne demiştin? Bir dakika..." Düşünür gibi alnını kırıştırdığında hatırlayarak devam etti. 


" 'Siktiğimin burjuvaları' Evet, tam olarak böyle söylemiştin." Suratında yayılan tatminkâr gülüşle bakışları bana döndü. 


"Yine de bana etmemen tercihim." Gözlerini alayla yüzümde gezdirdi ve önünü döndü.


"Gerçekten takıntılı bir adamsın değil mi, yani kim bilir neler kurdun kafanda? Bir de tiyatro yazmışsın; yemekler, iltifatlar, dağ evi falan. Küfretmem mi cazip geldi? Ah ne kadar ilkel bir kız hemen benim olmalı mı dedin? Sahi nasıl karar veriyorsun bu seçimlere? Yani belli bir kriterin var mı? Esmer mi seviyorsun, hizmetçi fantezin falan mı var ya da garson fantezisi falan? "


 Sesimdeki iğneleyici tını havada asılı kaldığında beklemediğim şekilde ciddi bir tonda konuştu.


"Gözlerini gördüğüm anda seni istediğime karar verdim. Sen birebir iletişim kurduğum ilk kadınsın, diğerlerini genelde birileri benim için halleder."


"Gerçekten kusacağım. Kendimi özel hissetmem mi gerekiyor şu an?"


"İnan bana Nasya, oldukça özelsin." Fısıltılı sesi ile arabanın kontrolünü elinde tutarken bıkkın bir nefes verdim.


"Sen evlisin, farkında mısın? Merak ediyorum, biricik eşin tüm bu olanları öğrense yüzüne bakar mıydı?"


"Biliyor." Sesindeki o sakinlik, sessizliğin hükmünü sürdüğü araçta öylece dolandığında neredeyse beni çıldırtacaktı. Gerçekten mi?


"Biliyor?" Öfkeli hırıltım ile başını olumlu anlamda salladı.


"Sare her şeyi bilir, hayatıma giren her kadınlar da buna dâhil. O, bu konuda söz hakkına sahip değil." 


Ağzından çıkanı kulağı duyuyor mu diye yüzünü yokladığımda, gayet ciddi ve son derece sakin olduğunu görebiliyordum.


"İğrenç!" Dedim saklayamadığım tiksintiyle irkilirken.


"Bence bunları sorgulamayı bırakmalısın, sen bize odaklan."


"Bize? Sen dalga mı geçiyorsun? Sen ve ben, biz falan olamayız Pars. Ben, senin gibi iğrenç bir adamla aynı şehirde nefes almaktan bile rahatsız hissediyorum şu an."


"Kırıcı mı olmaya çalışıyorsun? Biraz daha çabala, zorla kendini Nasya. Böyle pek başarılı olduğun söylenemez." 


Alayla kıvrıldı dudakları. Sanki söylediğim hiçbir şey o yakışıklı suratında üzüntü ya da kafa karışıklığına sebep olamazmış gibi bir küstahlık vardı üzerinde.


"Gerçekten pes." 


Söylediğimi desteklercesine pes eden ben oluyordum çünkü böyle bir egoyla ve bu derecede bir küstahlıkla daha fazla uğraşmak sadece kendimi yıpratmak olacaktı.



Arabanın mahalleden içeri girdiği anda gözüm etrafta gezindi. Gecenin ücra saatlerinde ışığı yanan birkaç gecekondu ve boş sokakların sahibi olan kediler haricinde herkes uyuyor gibiydi. Bakışlarım kaldırım kenarındaki çöpleri dağıtan kedilerden Parsa döndüğünde 


"İlerideki mavi boyalı bina." dedim gayriihtiyari.


"Biliyorum." dedi kendinden emin bir tonlamayla.


"Tabi ki biliyorsun, benimki de soru mu?" 


Kinayeli sesimle mırıldanırken aracını yavaşça evimin önünde park etti. Aracın kapısını açmak için yaptığım hamle ile uzanıp diğer kolumu tuttu.


"Dinle beni." 


Fısıltılı sesi ile bana doğru eğildiğinde refleksle yüzümü ona döndüm. Burun buruna geldiğimizde gözleri benimkileri bulmuştu bile çoktan. Gözlerinin içi sokak lambasının cılız aydınlatmasıyla parlarken mırıltılı bir sesle konuştu.


"Bugün olan her şey için üzgünüm. Hayatımın akışı değişti ve dikkatim dağıldı ama seni korumam gerekirdi. Fakat yapamadım." 


Üzüntülü sesi benim gözlerimi kaçırmama neden olurken bu kadar yakın olmayı sevmiyordum.


"Sorun değil." Ne dedim ben! Cidden mi?


"Hayır, bu bir sorun ve üzgünüm. Bunu içtenlikle söylüyorum, buna inan. Canının yanması isteyeceğim en son şey bile olamaz Nasya." 


Gözleri dudaklarıma kaydı. 


"Canının benim sorumsuzluğum yüzünden yanması kabul edilemez ama affettireceğim kendimi. Sakın korkma, seni koruyacağım. Bir daha saçının teline dokunamayacaklar. İnan bana."


O kalın ses bana güven dolu bir fısıltı bırakırken, kolumu usulca ellerinden geri çektim. Aldığım kesik nefeslerle araç kulpunda bekleyen elimi hareketlendirerek beklemeden açtım kapıyı.


Aşağıya attığım adımla soğuk gecenin sert rüzgârı yüzümde yaptığı gezinti dudağımdaki sızıyı bana hatırlatırken arkamdan duyduğum kapı kapanma sesi ile Pars'ın da çoktan indiğini anlayabiliyordum. 


Gözlerim apartman kapısında gezinirken sırtım ona dönmüş bir şekilde konuştum.


"Bana bir şey olmaz Pars. Bunca zaman başımın çaresine baktım ve yine öyle yapacağım."


Bana doğru attığı adımları duyuyordum ve sonunda görüş alanıma girdi. Önce gölgesi benim gölgeme karıştı ardından bedeni yanıma kadar usulca yaklaştı.


"Bundan sonra yalnız değilsin, tek başına uğraşman gerekmez. "


'Dalga geçiyorsun her halde! Sen evlisin be adam, ayrıca sapığın tekisin! Lütfen, kendini alıp git kapımdan.'


"Çok iyisin gerçekten. Birine metreslik teklifi etmenin daha naifçe bir yolu yoktur herhalde." Bakışlarım yüzüne dönerken yüzünde sessiz bir tebessüm yerini aldı.


"Sıfatlara fazla takılıyorsun değil mi? Sana söyledim Nasya, ben kimseye hesap vermem, buna karım da dâhil."


"Defol git ya cidden. Burada durmuş bir de bana açıklama yapıyorsun." Dişlerimi öfkeyle birbirine geçirerek burundan sert bir nefes çektim içime.


"Gitmeyeceğim. Gidebilsem yapardım inan bana." Bir adım daha attığında dibime kadar gelmişti.


"Bak Pars, eminim hayat senin için harikadır. İstediğin her kadını almak, sevgili karının buna ses çıkarmaması falan. O da nasıl bir rahatlıksa..." 


Sinirle kaşlarım havalandığında devam ettim.


 "Sizin mezhep Konya ovası olmuş ama bana o işler ters. Anlıyor musun? Özetle sana bu kapıdan ekmek çık-"


Arkamızdan kopan çığlıkla konuşmam yarıda kesiliyordu.


Efla'nın sesi, evlerinin önünde yankılandığında kendini kan ter içinde dışarı attığını görebiliyordum.


"Ne oluyor?" Parsı' hızla kenara ittiğimde beklemeden karşı kaldırıma doğru koştum.


"A-abla yardım et!" Çığlık çığlığa bana doğru geldiğinde hızla arkama saklanıp ellerini sıkıca belime sarıyordu.


"Efla ne oluyor? Ne bu halin?" Onu görmek istercesine arkamı döndüğümde arkamdan duyduğum o iğrenç çatallı sesle kan beynime sıçrıyordu.


"Gel lan buraya, orospu!"


Duyduğum bu ses Burhan'ın sesinden başka birinin sesi değildi.

Sürekli içen ve sabaha kadar kızına da karısına da eziyet eden şerefsizin sesi, mahalledeki herkesin kulaklarında bir hafızaya sahipti artık. Hızla yüzümü ona döndüğümde öfkeyle bağırdım.


"Kal orada Burhan! Bir adım daha atarsan bütün mahalleyi ayağa kaldırırım! Yaklaşma kıza!"


"Sana ne lan, kevaşe! Sen sokuyorsun bunun aklına zaten bu kahpece şeyleri! Şu haline bak! Mahallenin paralı orospuları! Kızımı da kendinize benzetmenize izin vermem!" 


Bana doğru bir adım atıp arkamdaki Efla'yı kolundan tutarak kendine çekerken Efla'nın çığlıkları kulaklarımı zorladı.


"Abla öldürecek beni! Ne olur kurtar, öldürecek!"


"Bıraksana hayvan!" Ellerimi içmekten şişen göğsüne sertçe vurarak onu geri ittirdiğimde Efla'yı kendime doğru çektim.


"Yürü, bana gidiyoruz ablacım." 


Elini sıkıca tutup yönümü eve döndüğümde saçlarım arkadan kavranmış, bedenim beni yere iten bir güce boyun eğiyordu. Kalçamın üzerine sertçe düştüğümde acıyla inledim olduğum yerde. Bakışlarım Efla'ya döndüğünde onun saçlarından tutularak eve doğru sürüklendiğini görüyordum.


"Öldüreceğim seni!" Öfkeyle yerden kalktığımda kendimi Burhan'a doğru sürüklerken Pars Katipoğlu aramıza bir paravan gibi giriyordu.


"Bırak." dedi bana bakarak. Gözlerinin içindeki karanlık tüylerimi diken diken ederken şakaklarının deli gibi titrediğini görüyordum.


Bakışlarımı Efla'ya çevirdim, sürüklenerek gidişini izliyorken bağırdım.


"Ne diyorsun be sen, çekil şuradan! Karışma bana!" İleriye doğru bir adım attığımda beni göbeğimden tutup kendine çekti. Dudaklarını saçlarımın arasından kulağıma bastırdığında öfkeli bir hırıltıyla fısıldadı.


"Nasya, bırak ben ilgileneyim! Sen geç eve." Sesindeki otorite alnımı kırıştırırken bağırdım.


"Kafayı mı yedin? Kızı öldürecek." Dedim elimle ilerideki Efla'yı gösterirken.


"Lütfen eve çık!" Dişlerinin arasından hırladığında onu sertçe geri ittirdim ve yerde çırpınan Efla'ya doğru ilerledim.


"Bırak kızı lan, bırak!" Burhan'a öfkeyle bir tekme savurduğumda beni kolunun tersiyle ileri ittirdi.


"Sıra sana da gelecek, merak etme Kahpe! Önce bu küçük pisliğe bir ders ver-" 


Sözleri yarıda kesilirken Burhan, boğazını saran iri elle hızla yere çarpılıyordu.


Efla, babasının kollarından kurtulduğunda koşarak bana doğru geldi. Deli gibi titriyordu, suratı kan içinde öylece bana bakıyordu. Onu kafasından tutup göğsüme bastırdığımda yerden aldığım destekle yavaşça doğrulduk.


Pars, saliseler içinde yere serdiği Burhan'ın üzerine çıktığında suratının ortasına bir yumruk indiriyordu.


 Sersemleyen adam yerde sırt üstü öylece debelenirken Pars'ın gözleri bana döndüğünde çattığı kaşlarının arasından bana hırıltılı bir tonlama ile seslendi.


"Kızı al eve çık!"


 Yerde, Burhan'ın üzerinde öylece duruyorken kendini zor zapt eden bir ifadeye büründü yüzü. Sanki gitmem için gözlerime yalvarırcasına bakıyordu.


"Ne yapacaksın?" 


Kara harelerinin içinde gördüğüm o öfke ateşi beni giderek gererken Efla'yı daha da sıkı bastırdım göğsüme. Sorduğum soruya bir cevap almak istercesine kızıl kahvelerde gezindi harelerim.


"Kızı al eve çık. Lütfen güzelim."


Yerdeki Burhanın boğazına baskı yapan iri eller hırıltıyla nefes almasına sebep olurken Efla korkuyla fısıldadı.


"Ne olur gidelim abla, yalvarırım."


 Bakışlarım Parsın yüzünden Efla'ya döndüğünde onu onaylarcasına başımı sallayarak alnına bir öpücük bıraktım.


"Korkma, sana bir şey olmasına izin vermem Efla."


"Bı-bırak lan şerefsiz!" Burhan'ın cılız sesi ile Pars, gözlerini öfkeyle yumup alt dudağını sertçe dişlediğinde adamın kafasını kaldırıp sertçe yere geçirdi ve açtı gözlerini.


"Nasya, çıkın yukarı!" Öfkeli bağırtısı ile başımı hızla sallayarak daha fazla beklemeden Efla ile beraber apartman kapısına doğru ilerledik ve içeri girdik.


İçeri girdiğimizde Efla kolumu sıkıca tutuyordu. O kadar korkmuştu ki ne oldu da işler bu raddeye geldi bilmiyordum ama aklım Pars'taydı. O adama bir şey yapabilirdi. Benim yüzümden böyle bir sıkıntıya girmesini istemiyordum.


Ceplerimi yokladım, minik USB'nin olduğu cebimden evin anahtarını çıkarıp ona uzattım.


"Al bu anahtarı, eve çık ben geleceğim."


"Abla sen de gel." Ağlamaya başladığında yüzünü ellerimin arasına aldım. Alnımı onunkine yasladığımda fısıltıyla konuştum.


"Dinle beni, hemen geleceğim tamam mı, söz veriyorum ama dışarıdaki o abiye de gereğinden fazla zarar gelmesini istemiyorum. Babana bir şey olursa başı belaya girebilir. Onu durdurmam gerekiyor, sen eve çık ve kapıyı kapat. Ben gelene kadar bekle." 


Alnına bir öpücük bıraktığımda onaylarcasına salladı başını. Titreyen elleriyle ona uzattığım anahtarı alırken yüzü gözü kan içinde bana bakıyordu.


"Sen ne yapacaksın abla? Babam delirmiş gibi şu an, sana da bir şey yapabilir. Ne olur dikkatli ol!"


"Hiçbir şey yapamaz. Sen dediğimi yap, çık eve bebeğim, hadi." Beklemeden merdivenlere yöneldiğinde bende aralıklı bıraktığım demir kapıdan dışarıya çevirdim gözümü.



PARS


İndirdiğim her yumrukta elimin tersi kana bulanırken yakalarını sıkıca tutup alnını kendi alnıma çarptım.


"Senin amına koyarım lan! Normal şartlarda siktiğimin kaldırımından cesedini kazırlardı, sana yemin ederim cesedini bile tanıyamazlardı ama dua et ki onun karşısında böyle bir şey olmasını istemiyorum!" 


Geri çekilip suratının ortasına bir yumruk daha indirdiğimde kan dolu bir öğürtü ile dişlerinden birkaçını kusmaya başladı.


Ağzını elimle sıkıca kapattığımda kan dolu kusmuğunu yutturuyordum ona. Kafası yerle sabitlendiğinde üzerine eğilip gözlerinin içine bakarak fısıldadım.


"Bak bu yüze!" 


Gözlerini yumup boğucu iniltilerle ağzını açmaya çalışırken tekrar bağırdım. 


"Bak lan bana! Gözlerime bak şerefsiz! Bak bu gözlere, bunları sakın unutma! Ölmüş olmayı dileyeceksin, seni öldürmüş olmamı dileyeceksin bunu sakın unutma! Bu dediğimi unutma! "


Bir şeyler söylemek için çabalarken elimi ağzından çektim ve kan dolu kusmuğu üzerimdeki krem kazağa sıçradığında ağlayarak kekelemeye başlıyordu.


"Öz- özür dilerim. Çok içtim, ben çok içtim." Kendini yerde sürükleyerek benden kaçabileceğini düşündüğünde yerden aldığım destekle ayağa kalktım.


"Özürler hiçbir anlam ifade etmez! En azından senin için etmiyorlar. Sen az önce ona dokunduğun an ölmüştün zaten. Bazen, hayatımızın akışı bazı sikik hatalarla değişiverir!"


 Yerdeki bedenine geçirdiğim tekme ile üzerimdeki kanı silkeledim.


Yüzümdeki tiksinti dolu ifadeyle, yerde bir böcek gibi debelenişini izlerken içimdeki öfkeyi bastıramayarak boğazına ayakkabımın topuğunu bastırdım ve âdem elmasını ezmeye başladım.


"İşte senin de hayatın Nasya'ya elin uzandığı an sona erdi. Sadece bu zavallı bedenini sürükleyeceksin etrafta. Ben verdiğim sözleri tutarım Burhan, bundan emin olabilirsin. Emin olman için her şeyi yapacağım!"


 Yüzü morarırken boğazındaki baskıyı ansızın keserek geri çekildim ve bir tekme daha savurdum kasıklarının ortasına.


"Pars yeter!" Siktir, Nasya'nın sesi.


Hızla apartmana döndüğümde onu giriş kapsısından Burhan denen adama bakarken buluyordum. Yüzündeki korku dolu ifade ile gözlerini bana çevirdi.


"Öldüreceksin yeter. Bence anladı, hatasını anladı." Bana doğru birkaç adım atarak kaldırımdan inip yolun ortasına doğru gediğinde mahalleden içeri iki koruma arabası giriyordu.


Farları bizi aydınlatırken son adımla Nasya'nın dibinde durdum. İri gözleri yüzümde dolanırken ona doğru kaldırdığım elimle saçlarını yavaşça parmaklarımın arasına aldım ve kulağından geriye verdim.


"Canın çok yandı mı?" Fısıltılı sesimle gözlerini benden kaçırırken sertçe yutkunuşunu görebiliyordum.


"İyiyim ben." Geri çekilerek benden uzaklaşıyordu.


Araçlardan inen korumalar evin girişinde yerini alırken Davut, yanındaki doktorla bize doğru geldi.


"Pars Bey, geciktiğimiz için üzgünüm. Feridun Bey'in ameliyatı vardı. Asistanına devredip çıktı ama ancak gelebildik efendim." başımı onaylarcasına salladığımda bakışlarım Nasya'ya döndü.


"Eve çıkalım. O kızın da bir kontrolden geçmesi gerek." Bakışları beni bulduğunda onaylayarak salladı başını.


'Hep böyle itaatkâr olsa ne güzel olurdu.'


"Gidelim." Fısıltılı sesi ile apartmandan içeriye doktor ve iki koruma ile beraber ilerlerken ben, Davut'un kolunu sıkıca kavradım.


"Kaldırın şunu ortadan. Ona benim kim olduğumu ve bu gece yolunun kiminle kesiştiğini uygun bir dille anlat. Sonra eve bırakırsın."


"Sizinle tanıştığını söyleyip eve mi bırakayım?" Şaşkınlıkla bana bakıyordu.


Alayla kıvrıldı dudaklarım ve tatminkâr bir tonlama ile mırıldandım. "Yaşarsa bırakırsın, ötesi takdiri ilahi." Beklemeden apartmanın aralıklı kapısına doğru ilerledim.


Davut'u arkamda bırakırken açık olan apartman kapısından içeriye doğru ilerledim. Korumalar önümde ilerlerken benim geldiğimi fark ederek kenara çekildiler ve ben Nasya'nın çıktığı merdivenlerden ona yetişircesine çıktım büyük adımlarla. 


"Sessiz olun lütfen." Son basamağı da çıktığında daire kapısının önünde durarak yönünü bana döndü. 


"Burası gecenin bir vakti evime birkaç adam almamı kaldırabilecek bir mahalle değil." Kaşları çatılırken gülüşümü dudaklarımın arasına hapsederek başımı salladım. 


"Anlıyorum, o halde acele et de merdivenlerde birilerine yakalanmayalım." 


Alaylı sesim ondan göz devirmeyle karşılık bulurken yüzünü kapıya dönerek o güzel parmaklarıyla tıklattı eski demir kapıyı.  


Birkaç saniye daha beklediğimizde kapı açılıyordu. Nasya içeri girdiğinde ben ve peşimden yetişen doktor da içeriye giriyorduk. 


Açık olan kapıyı orada bekleyen korumalara attığım bir bakışla kapattırdığımda yönümü içeri çevirdim. Nasya, Efla denen kızı sıkıca sarmalıyordu.  


"İyi misin ablacım?" Sesindeki tedirginliği hissedebiliyordum. Bu kıza fazla önem verdiği de ortadaydı. 


"İyiyim abla, babamı nereye götürüyorsunuz?" 


"Hiçbir yere ablam, o nereden çıktı?" 


"Kapıdaki adamlar onu bir arabaya bindirip götürdü, camdan gördüm." Efla'nın titreyen sesi ile Nasya'nın sorgulayıcı bakışları üzerime döndü. 


"Burhanı nereye götürüyorlar?" Dişlerinin arasından beni bir çocuk azarlar gibi sorguladığında bıkkın bir nefesle diktim omuzlarımı. 


"Konuşmaya." Kestirip attığımda beklemeden yanından ilerledim ve gözlerimi evin içinde gezdirdim. 


İçeri girdiğim ilk an ortamdaki rutubet kokusu tavandaki izlerle desteklenirken gözlerimi her biri farklı bir havaya sahip koltuklarda gezdirdim. Bir çekyat ve yamalı bir tekli koltuk, salon denemeyecek kadar küçük bir küpün içinde özenle dizilmişti. 


Ortadaki kırık ayaklı sehpa, kırçıllı eski halının orta deseninde yamukça duruyordu. 


"Ablacığım, doktor bey seni bir kontrol etsin olur mu? Onu yatak odasına götürebilir misin? Benim ufak bir işim var geleceğim." 


Efla'ya verdiği komutla bakışlarım onlara dönüyordu. Efla denen kız çekingen bir ifade ile Feridun'a doğru ilerlediğinde titrek sesiyle konuştu. 


"Böyle gelin." 


İleriden gidip yolu doktora gösterdiğinde Nasya ve ben orada öylece baş başa kalıyorduk. Yavaşça çekyata doğru ilerleyip tereddütle oturdum. Yayları insanı rahatsız etse de bozuntuya vermeden sırtımı geriye verdim. 


"Burhan'a ne yapacaksın?" Bana doğru gelip bir adım önümde durduğunda ellerini beline dayayarak benden bir cevap bekliyor gibiydi. 


"Söyledim ya konuşacaklar biraz, sen ona çok takılma." Kestirip attığımda ansızın bir öfkeyle patladı. 


"Bana bak, bana adım akıllı cevap vereceksin! Adama ne yapacaksın diyorum sana, çok takılma ne demek! Dingonun ahırı mı burası, mahalleye girip birkaç kişiyi öylece ortadan kaldırabileceğini mi düşünüyorsun gerçekten?" 


'Öfkeliyken ne kadar güzelleşiyorsun bir bilsen.' 


"Tedavi ettirecekler sakin ol."  


'Uzatmasan keşke, bu ısrarların biraz can sıkıcı olabiliyor.' 


"Çocuk mu var karşında senin? Tedavi edilecekmiş! Ben, başın belaya girmesin diye seni durduruyorum ama sen kimsenin görmediği bir yerde mi yapacaksın yapacağın pisliği?" 


"Evet." 


"Ne!"  Yüksek çıkan sesiyle tiz bir çığlık attığında, öfkemi olabildiğince bastırıyordum.


 Bugüne kadar karşımda kimse böyle haddini aşmamışken bu kızın, bu sınırı sürekli ve elini kolunu sallaya sallaya geçmesi sabrımı tüketiyordu.


"Nasya, adam kızı neredeyse öldürecekti! Beş yıldızlı bir otelde tatile mi yollasaydım!" 


Öfkeli sesimle dişlerimin arasından tısladığımda öne doğru eğildim ve dirseklerimi dizlerime yaslayarak devam ettim.


 "Merhametli olmak sana yakışıyor ama konu ben olunca oldukça acımasızsın." Konuyu değiştirmek için kullandığım kelime işe yaramış olacak ki dikkati başka bir yöne çekiliyordu. 


"Seninle ne ilgisi var be! Sen, merhamet edilecek son adam bile değilsin!" 


"Ben?" Alaylı sesimle iyice çıldırdığında dişlerinin arasından hırlayarak konuştu. 


"Evet, sen! Sapıksın! Öfke kontrolün yok! Egon boyunu geçmiş ayrı bir krallık kurmuş! Her şeye hakkın olduğunu düşünen zavallının tekisin!"  


"Vay be! Bir günde hakkımda böyle varsayımlara mı vardın? Bu biraz kırıcı." 


Kıvrılan dudaklarım ile bana doğru bir adım atıp üzerime eğildi ve ateş saçan gözleri ile öfkeyle fısıldadı. 


"Komik değil mi? Söylediğim hiçbir şey umurunda değil! Almak istediğini alana kadar mart ayındaki kediler gibi dolanacaksın kapımda! Bütün olayın bu. Hiçbir numaran yok! O kadar bas-"


 Kolundan tutup onu kucağıma düşürdüğümde hızla ince beline doladım kolumu. Alnımı alnına yasladığımda uğradığı şaşkınlıktan fırsat bularak kanı henüz kurumuş dudağına yapıştım. 


Nefesi benimkine karışırken alt dudağımı iri dudaklarından içeriye bastırdım. Kurtulmaya çalıştıkça alt dudağımı içine çekiyordu ve bastıramadığım bir kahkaha atmama neden olmuştu. 


Hızla ayağa kalktığında öfkeyle ağzını silse de ben gülüşümü durduramıyordum. Ne zamandır böyle gülmedim kim bilir ama bu kadın ve bana dokunmamak için verdiği savaşı izlemek beni böyle bir kahkahaya itiyordu. 


Gözlerimin içine hayran hayran bakan, yol boyunca bütün hatlarımı ezberleyen, yamacına yaklaştığım her an sertçe yutkunmaya başlayan ve farkında bile olmadan yanakları kızaran, nefesi hızlanan bu kadın; sabaha kadar bağırsa karşımda 'Senden etkilenmiyorum.' diye, yine de inanmam. 


"İğrençsin ya! Sapıksın sapık! HAYVAN!" 


Sesi odanın içini doldurduğunda doktorun karşıdaki odanın kapısında bize baktığını görüyordum.


 Gülüşümü yarıda keserek yüzüme her zamanki sert ifadeyi takındım ve ayağa kalktım. 


"Küçük hanımın yaralarını sterilize ettim efendim. Dilerseniz hanım efendinin dudağına bakabilirim." Benden izin ister gibi gözlerimde tuttu bakışlarını. 


"Nasya?" Bakışlarım ona döndüğünde bastırdığım gülümsemem ile kaşlarımı havalandırdım.


 "İzin ver hadi." Başımla doktoru işaret ettiğimde gözlerimin içine utangaç bir öfkeyle bakarak yönünü Feridun'a döndü ve ona eliyle ilerideki tekli koltuğu gösterdi. 


"Bir şeyim yok ama az önce bir hastalık kapmış olabilirim. O yüzden bir dezenfekte ederseniz mutlu olurum." 


Bakışları bana döndüğünde iğneleyici sesi ile gözlerini devirdi ve Feridun'a gösterdiği koltuğa doğru ilerledi. Doktor, koltuğu gösterdiğinde 


"Oturun hanımefendi." 


Nasya'ya bakarak verdiği komut ile Nasya, halının ortasında duran yamuk orta sehpayı koltuğa doğru çekti ve eliyle koltuğu gösterirken bilmiş bir tonlama ile konuştu. 


"Siz koltuğa oturun. Ben burada iyiyim."  


Kalçasını öne çektiği orta sehpanın üzerine bıraktığında şaşkınlıkla onu izliyordum.


 Onun gibi rahat ve doğal başka hiçbir kadın görmemiştim. 


Az önce kalktığım çekyata geri bırakırken bedenimi, bakışlarımı Nasya'nın üzerinde gezindiriyordum. Nasıl görüneceğini düşünmüyor, kibarlık kalıpları altında boyun eğip yapmak istemediği hiçbir şeyi yapmıyordu. O an içinden ne geliyorsa öyle olan; öfkesi, şirinliği, itaati, güzelliği ve en doğaçlama hali ile karşımda öylece duruyordu.


Şaka gibi ama hayatım boyunca güzel olup bunun kasıntılığını yaşamayan tek bir kadın bile görmemiştim Nasya'ya kadar. 


O öyle güzeldi ki; dudağı patlakken ya da bir kavganın ortasındayken, bana kafa tutarken, hakkını korkmadan savunurken o hakiki güzelliğinden hiçbir şey kaybetmiyordu. 


Aslına bakarsanız güzel olmak için hiçbir çabası yoktu. Sanırım ilgimi çeken yegâne şey bu olmuştu. 


Onu ilk gördüğüm an buna takılmıştım. Ama sonra matruşka bebekler gibi olduğunu keşfettim. Başlangıçta sadece güzel baktığı için ilgimi çeken o kadın, sıra dışı karakteri ve kendine has tavırları ile başka bir şeyler yeşertiyordu içimde. 


Onu göreli yirmi dört saat olmuşken şu an bu kenar mahallede, onun eski çekyatında oturmuş; doktor dudağındaki yaraya dikiş atarken asiliğinden hiçbir şey kaybetmeyen bu kızı izliyordum.


 Burada, bu evde; her fırsatta bana hakaret edebilecek küstahlıktaki bu kız yaptırıyordu bana bunu. 


"Birkaç gün su temasından kaçının." Feridun çantasını kapatırken gerekli bilgiyi veriyordu Nasya'ya. 


"Teşekkür ederim." dedi oldukça kibar bir sesle. 


Sanırım, tahammülsüzlüğü bir bana özeldi. O keskin tavrı bir bana hastı ve bu özel hissettirmişti. Özel hissettiriyordu işte. 


Ayağa kalktığımda bakışları üzerimde olan Feridun'a başımla çıkması için komut verdim, daire kapısı onun tarafından usulca açıldı ve ardından kapandı. 


"Bir bakalım." Ona doğru ilerlediğimde sert bakışları yüzümde gezinirken çenesini yavaşça tutup başımı hafifçe sola eğdim ve dudağına doğru eğildim. 


"Sen şimdi dudağında dikiş var diye fazla da konuşamazsın." Yüzümde karanlık bir gülümseme oluştuğunda karın boşluğuma güçsüz bir yumruk yedim.  


Bu bana vurduğu ikinci andı. İlki dağ evinde kasıklarımda sızıya sebep olan o tekmeyken bu karın boşluğuma savrulmuş çelimsiz bir yumruktu. 


"Elin amma ağırmış." dedim alayla. 


"Defolup gitsene sen." dedi dişlerinin arasından fısıldarken. 


Canı yanmış olmalı ki az önceki öfkesinden bir iz barındırmadığını görüyordum. Daha sakindi, sanki sesi içine kaçmış da sataşacak ve didişecek enerjisi yokmuş gibi. 


"Hadi dinlen sen. Yarın konuşuruz." Ellerimi saçlarına atıp yavaşça onu kendime çektim ve alnına sıcak bir öpücük bıraktım. 


"Lütfen." Kendini geri çekti. 


"Peki, gidiyorum. Peki." Ellerimi ondan geriye çektiğimde ellerini arkasında birleştirerek bakışlarını uzun kirpiklerinin altından bana çevirdi. 


"Korkmana gerek yok, adamlar kapıda olacak. Telefonunda numaram kayıtlı. İstediğin zaman ara beni, tedirgin olursan ya da..." 


Duraksadım. 


"Ne bileyim işte, ararsın." Yaşadığım saçma sapan afallama ile yönümü ana kapıya doğru çevirdim. 


"Gitmeden..." Elimi pantolonumun cebine atarak avuçlarımın arasında tuttuğum saten mendili çıkarmadan devam ettim konuşmaya.


 "Bir bardak su alabilir miyim?"  


"Bekle, getireyim."


 Yılgın bir sesle ilerideki mutfağa doğru ilerlediğinde mendili hızla çıkardım ve içeriden kapının kulpuna bağladım. Ardından sessizce çıktım evden.


 Kapıyı arkamdan kapattığımda bir süre sırtımı kapıya yaslayarak bekledim. 


Dışarıdaki korumalar şaşkınlıkla bana baktıklarında öfkeyle önlerine dönmelerini işaret ettim. İkisi de başlarını yere eğdiğinde ben de içerideki Nasya'nın sesini duymak için kulağımı ince kapıya dayadım. 


"Getirdi-" 


Sesi yarıda kesilirken attığı adımları duyuyordum. Sessiz binada içerideki eski tahtaları gıcırdatan sesle kapıya doğru geldiğini işitiyordum. 


"Gittin demek." dedi mırıltılı bir sesle. Yüzümde oluşan tebessüm, kapıyı açıp mendili peşimden fırlatmadığı için yaşadığım mutluluğun sonucuydu. Yoksa görmemiş miydi?  


"Ve tabi mendilin, o burada" dedi yumuşak bir sesle. Gözlerimi usulca yumduğumda yüzümde yayılan tebessüm ile derin bir nefes aldım ve açtım göz kapaklarımı eski binanın içine. 


"Buradan sakın ayrılmayın, sakın." Korumalara verdiğim uyarı ile beklemeden indim birer birer merdivenleri. Ana kapıyı açtığımda dışarıda bekleyen korumaların arasından arabaya doğru ilerledim. 


Bakışlarım binaya döndüğünde izlendiğimi hissederek başımı yukarı çevirdim. Perde hızla kapandı fakat hala sallandığını görüyordum. 


"İyi geceler küçük şeytan." Fısıltılı sesimle mırıldanırken beklemeden arabaya doğru ilerledim. 


♟ 


NASYA 


Avuçlarımın içinde tuttuğum saten mendili usulca düzeltirken kafamın içindeki karmaşayla baş başa kalıyordum. 


Dudağım sızlıyordu, canım her anlamda yanıyordu ve bir de Efla'ya olan şeyler vardı. Saatler içerisinde hayatım tepetaklak olmuştu. 


Pars'a karşı içimdeki bu rahatsızlık hissi neden oluşuyordu ki, vicdan azabı çekecek ne var? O adam pisliğin teki, başıma gelen her şeyin sorumlusu. 


Gerçek şu ki eğer o hayatıma bulaşmasıydı sıkıcı ama sıradan hayatım öylece akıp gidiyordu işte. 


Elimi pantolon cebime soktuğumda küçük USB'yi çekip çıkardım. Elimdeki mendilin üzerine bıraktığım USB ile derin bir nefes aldım. 


Bunu yapmak istemiyorum, korkuyorum. Melikşah denen o adamdan da Pars'ın kontrolsüz öfkesinden de korkuyorum ve bunların hiçbiriyle uğraşmak istemiyorum. Lanet olsun. 


Arka cebimde varlığını yeni hatırladığım telefon titrerken düşüncelerim arasında irkilerek çekip aldım telefonu elime. Gelen mesaj tanımadığım bir numaradandı. 


Bilinmeyen Numara: 'Sonunda evine sağ salim vardığın için mutluyum.' 


Bilinmeyen bu numara ile boğazımda bir yumru oluşuyordu. Numaraya tıkladığımda telefonu kulağıma yasladım. Bir kez çalan telefon beni bekletmeden açılıyordu. 


"İyi geceler Nasya." Duyduğum bu ses zihnime yabancıydı. 


"Kimsin?" Sesimdeki tedirginlik ile dizlerimin üzerindeki mendili ve USB'yi orta sehpanın üzerine bıraktım. 


"Haklısın, tanışmamıştık. Ben bugün ilk diyalog kurduğun adamım. Hani depoda kendine geldiğinde sana 'Korkmana gerek yok.' demiştim." 


Sesindeki sakinlik sinirimi bozarken öfkeyle fısıldadım. 


"Ne istiyorsun!" 


"Tanıştırılmadık değil mi? Melih ben, Melikşah'ın oğlu sayılırım." 


Şu an bu telefonu dördüncü kattan aşağıya fırlatmak istiyorum! Gerçekten; bu gece ve bugün, hiç bitmeden uzayan bir kâbus gibi. 


"Ne istiyorsun dedim! Arkadaş olmak için aramadın herhalde değil mi?" 


"Gergin misin sen biraz? Seni öyle tek başına otururken görünce aramak istedim sadece hata mı yaptım?" 


"Ne?" 


Bakışlarım hızla evin içinde gezinirken burada sadece ben ve Efla'nın olduğunu bilsem de içimdeki korkuya yenik düşerek hızla ayağa kalktım.


 "Ne saçmalıyorsun be sen!" Titreyen sesimi saklayarak fısıldadım. 


"Sakin ol, otur bir yere. Daha yeni dikiş atıldı dudağına, dinlenmen gerek." 


'Dalga mı geçiyorsun benimle!  


"Beni görüyorsun, onu anladık zeki piç! Ne istiyorsun onu söyle. Neredesin?" 


"Her yerde." dedi kıkırdayarak. 


"Siktir lan oradan, bana tanrıyı oynama!" Bıkkınlıkla kendimi çekyata geri bıraktığımda gülmeye başladı. 


"Ağzından bal damlıyor gerçekten." Kesik bir kahkaha daha. 


"Bana bak, Melih misin Semih mi ne boksan... Benden ne istediği söyle, sonra o leş nefesini çek telefonumun ahizesinden!" 


"Sadece iyi geceler dilemek istemiştim bir de evinde kameralarımız var yani..." Sustu. 


Birkaç kez aldığı derin soluklarla öfkeyle hırladım. 


"Ne yani lan, ne?" 


"Yapmazsın ama eğer bize bir yanlış yapacak olursan aklının bile alamayacağı yerlerde seni izlediğimizi bil istiyoruz. Yapman gereken çok basit Nasya. O şerefsizi bir kadına daha önce bu kadar sabrederken bile görmemiştim yani muhtemelen parmağında oynatabileceksin. Sonrasında özgürsün. Sen de arkadaşın Defne de." 


Ardından kapanan telefon ile öylece kalıyordum oturduğum yerde. Önümdeki sehpaya geçirdiğim tekme ile öfkeyle bağırdım. 


"Aaaaa! Şerefsizler!" Hızla ayağa kalktım, evin her yerini didik didik aramaya başladım. Kapıların sövesi, koltukların altı, yerdeki halı, aklıma gelen gözümün gördüğü her yere baktım ama yok! Kamera falan yok!  


"Siktiğimin evinde rahat rahat soyunamayacak mıyım? Burası benim evim lan! Burası benim evim!" Bağırtımla birlikte telefonuma gelen bildirim ile hızla açtım ekranı. 


Bilinmeyen Numara: 'Banyoda herhangi bir kamera yok yani sakin ol. Bu hikayedeki tek sapıkla sen ilgileneceksin. Bizzat bu tarafta, sana sahip olmak isteyen kimse yok. Good night.' 


"Sana inanı siksinler!" Evin içi bağırtımla inlediğinde yatak odasından duyduğum seslenişle Efla'nın varlığını hatırlıyordum. 


"Abla iyi misin?" dedi içeriden seslenirken. 


"İyiyim bebeğim, uyu sen." Derin bir nefes çekerek kendimi koltuğa öylece bıraktım. 


"Allah'ım lütfen, lütfen bitir şu lanet işi." Oturduğum çekyattan yılgın bir nefesle kalktığımda omuzlarım bedenimi saran çaresizlikle çöküyordu. 


Bu adamların hiç şakası olmadığı açıkça ortadaydı. Pars denen adamın da ne kadar acımasız olduğunu Burhan'a yaptıkları sayesinde görmüştüm. 


Bunların hiçbiriyle uğraşmak istemiyordum. Sadece sakin hayatıma devam edebilme şansı istiyordum. 


Ufak tefek dertlerimle cebelleşmek ve güvenli limanımdan dışarıya bir adım dahi atmadan böylece yaşayıp gitmek istiyordum fakat artık çok geçti. Bir kere bu işe bulaşmıştım ve yapılması gereken oldukça açıktı. 


Bu USB'yi bilgisayara takacak ve hayatıma geri dönecektim. 


Adımlarım beni yatak odasına doğru sürüklerken içimdeki huzursuzluk dolu hissi canımı sıkıyordu. 


"Abla iyi misin?" Yatağın içinde öylece duran Efla, bana kaygılı gözlerle bakıyordu. 


"İyiyim bir tanem, sen kıyafetlerini değiştir hadi. Üzerindekiler hep kan olmuş öyle uyunmaz."  Mecburi bir gülümseme yüzümdeki yerini aldığında beni onaylayarak kalktı yataktan. 


"Sende değiştir." Gülen gözleri ile bana üzerimi gösterdiğinde bakışlarım üzerimdeki lekeli tişörtte gezindi. 


"Benim bir duş almam gerek. Sen kıyafetlerini değiştir sonra ben girerim." Dolaba doğru ilerleyip pijama takımını çekip aldım raftan.


 "Al bakalım." Uzattığım pijamayı alarak banyoya girdiğinde, kapıyı arkasından kapattı. 


Yavaşça yatağın üzerine çöktüğümde yüzümü ellerimin arasına alıp sertçe birkaç kere ovuşturdum. Saçlarımın arasından geçirdiğim parmaklarım ile kendimi yatakta geriye bıraktım. 


Gözlerim yamalı tavanda gezinirken ampulümün değiştiğini fark ediyordum. Benim yatak odası tavanımda bakkaldan alınma sarı bir ampul takılıydı. 


Hızla kalktım yataktan ve salona doğru ilerledim. Gözlerimi tavana çevirdiğimde büyük beyaz floresanlardan takılı olduğunu gördüm. 


Yüzümde yayılan küçümseyici gülümseme ile orta sehpayı salonun orta yerine çekip tam ampulün altına getirdim ve üzerine çıktım. 


"Gerçekten, o zekâ ile bunca zaman iyi yaşamışsın Semih." 


Lambaya bakarak söylediğim son kelimenin ardından hala yanmakta olan ışığı tişörtümle çekiştirirken sıcaklığına aldırış etmeden çıkarttım. 


Hızla mutfağa doğru ilerleyip lavabonun içine bıraktım ve çekmeceden çektiğim tahta kaşıkla parçalamaya başladım. 


"Geri zekâlılar!" Bütün öfkemi zavallı lambadan çıkarırken derin bir nefes alarak kendimi durdurdum. 


Cep telefonum çaldığı sırada salona geri döndüm ve mutfağın ışığının aydınlattığı kadarıyla yere düşen telefonu elime aldım. 


Yine aynı numara arıyordu ve bu kez beklemeden meşgule attım. Telefonu cebime sokuşturduğumda yatak odasına girdim ve tavandaki ampule çevirdim gözlerimi. 


"Sizinle hayatımın her anını kontrol etmeniz üzerine bir anlaşma yapmadık! Saygı duymayı öğreneceksiniz!" 


Lambaya bakarak yaptığım konuşma ile dışardan deli gibi göründüğümün farkındaydım.  


Banyonun kapısı açıldığında Efla şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Kiminle konuşuyorsun abla?" kaşları çatıldı. 


"Efla, şimdi seni omuzuma alacağım ve sende tavandaki ampulü sökeceksin, anladın mı ablacığım?" Hiç vakit kaybetmek istemediğim için ısrarlı bir tonlama ile konuşmuştum. 


"T-tamam." Şaşkınlıkla bana doğru geldiğin de uzanıp ışığı kapattım. Banyonun ışığı yatak odasının zeminine vururken eğildim ve Efla'nın sırtıma çıkmasına izin verdim. 


"İyi misin?" Yavaşça bacaklarından yukarı doğru ittirdiğimde ellerini omuzlarıma bastırarak kendini yukarı çekti. 


"İyiyim ama biraz geri gelmen gerek, bir adım." 


"Tamam." Geriye doğru bir adım attım. 


"Tamam, dur abla. Yetişebilirim." Gözlerim Kapısı açık olan banyoya döndüğünde sabırsızlıkla çıkarmasını bekliyordum. 


"Oldu." dedi yumuşak bir sesle.  


Onu yavaşça yatağın üzerine bıraktım ve elindeki ampulü alarak hızla mutfağa yöneldim. Salon ışığının başına gelen şeyin aynısı onun da başına geldiğinde beklemeden yatak odasına geri dönüyordum. 


"Abla, bir şey mi oluyor?" Efla'nın şaşkın bakışları yatağın içinden bana dönüyordu. 


"Yok, ablacığım. Uyu sen artık. Yarın konuşacağız her şeyi, bu gece ne olduğunu ve Burhan'ın bu kez neden bu kadar ileri gittiğini merak ediyorum." Gözlerini kaçırıp kaldırdığı pikenin içine girdi. 


"İyi geceler Nasya abla. " Arkasını döndüğünde konuşmak istemediğini anlıyordum. "İyi geceler bir tanem."  


Arkamı dönüp banyoya doğru ilerledim, kapıyı arkamdan kapattığımda sırtımı kapıya yasladım.  Pantolonumun cebine sokuşturduğum telefon, yeniden çalarken hızla çıkardım ve cevapladım. 


"Ne var be ne var! Rahat bırak beni!" Fark ettiğim sessizlikle kapandı sandığım telefonu kulağımdan uzaklaştırdım ve ekranda 'Pars' yazdığını gördüm. 


'Siktir!' 


"İyi geceler demek istemiştim ama..." Sustu, benden bir açıklama beklediği aşikârdı. 


"Kusura bakma, bir arkadaş sandım." Yavaşça yere çöktüğümde sırtım hala eski tahta kapıya yaslıydı ve kalçalarım yerdeki soğuk mermerle bütünleşiyordu. 


"Bir arkadaş?" Sorgulayıcı sesi, benden karşılık olarak bıkkın bir nefes aldı. 


"Hesap mı soruyorsun? Pars, sen neler yaşadık farkında mısın? Sen kimsin, ben kimim, biz ne yaşadık; farkındasın değil mi? Gecenin köründe muhabbet falan etmek için mi arıyorsun?"


 Yüzümdeki alaylı gülüş ve sesimdeki kinaye, ahizede sert bir nefes duymama neden olduğunda kalın ses kulaklarımı şenlendirdi. 


"Fazla ön yargılısın."  


"Ön yargı?" 


"Bana karşı çok acımasızsın. Sebebini bilmiyorum ama çözebileceğimize inanıyorum." Bastıramadığım bir kahkaha attım ve sinir boşalması ile konuştum. 


"Neyi çözeceksin? Evlisin lan evli!" 


"Önemsiz bir ayrıntı." Sesindeki rahatlık çığlık atma isteğimi tetikliyordu. 


"Kadınlarla anlaşma karşılığında birliktelik teklifi eden, zavallı, öz güvensiz bir adamsın sen. Önce kendini düzelt Pars, benimle arandaki bu yanlış anlaşılmayı düzeltemezsin ama kendin için hala geç değil." 


Telefonu suratına kapattığımda ellerimde tuttuğum telefonla öylece kalıyordum yerde. 


'Ne yapıyorum ben?  Bu adama yakın olmam gerekken neden bu kadar nefret ediyorum ki? Defne'yi de kendimi de riske atıyorum. Adam 'Siktir git, senle uğraşamam.' derse USB elimde patlayacak. Ben ne yapıyorum, neden bu adama karşı kişisel bir savaş içerisindeyim? Senden isteneni yapsana Nasya! Kendine erkek arkadaş mı seçiyorsun kızım? Ne bu tripler, bu haller ya, kafayı mı yedin! Resmen adamla flörtleşir gibi didişiyorsun! Bir kendine gel!' 


"Hayır flörtleşmiyorum!" Kafamın içindeki seslere sesli bir itiraz gecikmemişti. 


'Flört ediyorsun. Sen böyle flörtleşirsin, kabul et sıkıntılı bir insansın ve bu adamında en az senin kadar sıkıntılı bir zihne sahip olması hoşuna gitti.' 


"Adam sapık..." 


'Olmadığının farkındasın. Sana nasıl baktığının farkındasın, aranızdaki elektriğin de gayet farkındasın. Kendini kandırmaya devam edeceksen ben mâni olmayayım ama adamdan deli gibi etkilendin.' 


"Yok, daha neler!" Hızla ayağa kalktığımda kafamın içindeki fısıltıları bastırdım.  


Musluğa uzanıp suyu açtım. Faturamı hala ödeyemediğim için soğukça akan su mermer zemine çarparken ben geri çekilip kıyafetlerimi aceleyle çıkarttım. Kirli sepetine tepiştirdiğim kıyafetlerle telefonumu lavabonun üzerine koydum. 


"Tamam, sadece bedenimi yıkayıp çıkacağım. Uzun sürmez. Zihninde güzel şeyler hayal et kızım. Ağustosun ortasındasın, hava cayır cayır yanıyor ve sen soğuk bir duş alıyorsun; öyle düşün."


 Duşa kabinin hemen dışında dururken kendime verdiğim telkinlerden sonra beklemeden suyun altına doğru bir adım attım. 


"Ahhh, siktir!" Suyun sıcaklığı ile haşlanarak kendimi dışarıya attım.  


Açılan gözlerimle şaşkınlıkla akan suyu izliyordum. Nasıl bir bilinçaltım var ki az önce buz gibi suyu sıcak olarak hayal edebildim ve su etimi sızlattı. Yere çarpan sudan çıkar buharlar ile şaşkınlıkla yere çöktüm ve başımı hafifçe eğerek akan sudan çıkan dumanlara baktım. 


"Ne oluyor be?" Parmaklarımı uzattığımda sıcak su ile yanınca hızla geri çektim.  


"Kim?" Şaşkınlıkla akan suyu kapattım. 


"Kim faturamı ödedi ki? Bunu kim yapt-" Yüzümde yaylan gülümseme ile gözlerimi yavaşça yumdum. 


"Defne, aptal seni! Böyle mi özür diliyorsun cidden!" Utanarak yerden kalktım ve suyu bu kez orta ayarda olmak üzere tekrar açtım.  


Bedenimden aşağıya akan ılık su ile uzun zaman sonra ilk kez titremeden yıkanıyordum. Böyle berbat geçen bir günün ardından inanılmaz iyi gelmişti.  


Yüzümdeki aptal gülümseme ile duş başlığını boynumdan aşağıda tutmaya çalıştım. Dudaklarıma gelmemesine dikkat ediyordum. 


♟ 


Gecenin karanlığını tepede seyreden Pars Katipoğlu, arabasını güvenlik kapısından hızla geçirdi. Onun için önceden açılan kapı, siyah Porsche'nin içeri girmesi ile kapanıyordu. Arabanın motorunu durdurup anahtarı çekti üzerinden. 


Gözleri yan koltuğa döndüğünde gözünün önüne Nasya'nın sureti geliyordu. 

Genç kız gülümseyerek bakıyordu genç adamın yüzüne, sıcacık ve içten bir gülümseme ile. Pars'ın yüzü hayalini kurduğu bu görselle yumuşarken aracın camına bir gölge düşüyordu.  


Davut, hemen dışarıda Pars'ın kapısının başında bekliyordu. Genç adam aldığı sert nefesle ve gerilen çenesiyle bakışlarını Davut'a çevirdi. Bu anı bozmuş olmasının öfkesi ile kararan gözleri, ileri yaştaki adamın yüzünde kilitlendi. Davut bakışlarını yerde sabitlediğinde Pars da kapısını açtı ve aşağıya indi. 


"Konuş." dedi eve doğru attığı adımlarla.  


Sessiz bahçede peşi sıra atılan adımların çıkardığı sesler haricinde başka bir ses yoktu. Pars, sessizlik içinde ana kapının önüne geldiğinde parmak izini okuttuğu kapı açılıyordu. 


"Konuşacak mısın Davut?" İçeri girdiğinde sağ kolu Davut da peşinden geliyordu. 


"Süha, sizinle bir görüşme talep etti fakat..." 


Sustu. Sesindeki tedirginlik Pars tarafından fark edildiğinde Katipoğlu salona doğru ilerledi ve Davut'u da peşinden sürükledi. İçeri girdiğinde kendini deri koltuklardan birine bıraktığında gözleri Davut'a döndü 


"Kafanı bulandıran ne?" dedi alacağı cevabı çok iyi bildiği halde. 


"Güvenmiyorum efendim. Ne Süha'ya ne de o kıza güvenmiyorum." Kendinden emin bir şekilde birkaç adım daha atıp tam Pars'ın önünde durdu. 


"Süha'ya bende güvenmiyorum." 


Pars Davut'a yanındaki koltuğu gösterdiğinde ileri yaşlı adam şaşkınlıkla kendine gösterilen koltuğa baktı.  


"Otur." dedi Pars emir kipiyle. Davut, sözünü ikiletmeden oturdu Pars'ın sağındaki koltuğa. 


"Şimdi anlat bakalım, kafanı bulandıran ne? Süha ile ilgili." 


Patronunun sorgulayıcı bakışları ile Davut sert bir nefes aldı ve saygı dolu bir tonlama ile konuşmaya başladı. 


"O adamın, Melikşah'ı böyle kolay sileceğine inanmıyorum. Neden satsın patronunu, niye yapsın bunu?" 


Davut'un kafasını bulandıran birçok şey vardı. Bunların en başında ise Pars Nasya'yı her yerde ararken ansızın Süha tarafından aldığı telefonla birlikte kızın Melikşah'la yaptığı anlaşmayı duyduğunu hesaba katarsa o adamın patronunu böyle kolay satması inandırıcı gelmiyordu Davut'a. 


Süha, saatler önce Pars'ı arayıp canını sağ bırakacağı güvence karşılığında Nasya'nın konumunu ve Melikşah'ın planını saniye saniye dinletmişti Pars'a. Patronu her şeyden haberdardı ama Süha gibi bir adama nasıl güvenirdi aklı almıyordu. 


Davut konuştukça Pars onu onaylarcasına sallıyordu başını, konuşmasını bitirmesine müsaade etti ve sessizliğini korudu. 


"Nasya denen şu kız, göz göre göre yakınınızda mı tutacaksınız onu? Kızın tek amacı bilgisayara ulaşmakken siz gözünün içine bakıyorsunuz. Pars Bey; sizinle yıllardır beraberim, haddimi aşıyorsam beni affedin ama bu kadının özelliği ne? Neden bu kadar tolere ediyorsunuz onu? Sizi aptal yerine koyuyor görmüyor musunuz? Melikşah'la iş birliği yaptığı ortadayken bilmiyor gibi davranmak neden?" 


Davut, sorduğu sorunun sınırı aştığına olan korkusuyla gözlerini yerdeki halıda sabitledi. 


Pars, burnundan aldığı histerik bir nefesle sessiz bir gülümseme bıraktı evin içine. Davut, duyduğu bu gülüşle şaşkınlıkla gözlerini Pars'a çevirdi. "Aklınızdan ne geçiyor?" dedi meraklı bir fısıltı ile. 


"Süha'ya ben de güvenmiyorum Davut ama derdi neymiş öğrenmeden de bir sonuca varamam. Bunca yılın ardından Melikşah'ı neden sattığını bilmem gerek. Makul bir cevabı varsa bunu yeniden konuşuruz." 


Pars'ın kendinden emin cevabından sonra Davut fısıltılı bir sesle diğer sorusunu yineledi. 


"Peki Nasya?" Duyduğu isimle Pars, elini Davut'un omuzuna vurdu ve gülümser bir ifade ile sıktı. 


"O kız bana ihanet etmeyecek." Gözlerinin içi gülerken bunu inanarak söylüyordu. 


"Nasıl? Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?" Davut'un alnı kırışırken Pars sıktığı omuzu serbest bırakarak koltukta geri yaslandı.  


"Bana nasıl baktığını gördüm. Sadece korkuyor. Güvende hissetmediği için kabul etti bu teklifi ama ben ona bana güvenebileceğini kanıtladığımda içindeki korkular kaybolacak. İşte o zaman..."


 Sustu, sanki kelimenin devamını kendi içinde tamamlamış ve konuyu kapatmıştı. 


"O zaman?" Davut'un meraklı sesi ile Pars Katipoğlu gülümsedi. 


"Söyleyecek, bana itiraf edecek. 'Sana kazık atmak istemiyorum Pars.' diyecek. Seni temin ederim Davut, o kız bana yanlış yapmayacak." 


Yüzündeki sıcak gülümseme Davut tarafından ilk kez görüldüğünde ileri yaşlı adamın yüzünde şaşkınlık görülüyordu. 


"Riske atacaksınız yani? Siz hiçbir şeyi riske atmazsınız." Davut, şaşkın sesini perdeleyemeden mırıldandı. 


"Ben hiçbir işi şansa bırakmam Davut. Nasya'ya güvenmek istiyorum ama onu o kadar iyi tanıdığımı iddia etmiyorum. Ben duygularımla konuşuyorum, mantığımsa..." Sustu ve sert bir nefes çekti içine. 


"Mantığınız?" Davut kelimeleri bıçakla söküp alıyordu Pars'ın ağzından. 


"Mantığım diyor ki bana bir MacBook daha ayarlayacaksın, diğerinin birebir kopyası olacak fakat içi tıpkı iyilik defterim kadar temiz olacak. Bomboş. Nasya'nın yanında bulunduğum her an o bilgisayar benimle gelecek ve bende izleyeceğim. Sessiz bir kurt gibi izleyeceğim." 


"En doğrusu bu olur efendim." Davut söylediği son sözle ayağa kalktığında Pars da yerinden kalktı ve Salonun kapısına doğru ilerledi. 


"Nasya'nın faturalarını hallettiniz mi?" Yukarı çıkan merdivenlerin başlangıcında durduğunda Davut onaylarcasına salladı başını. 


"Gün içinde halletti çocuklar efendim." 


"Güzel."  


Pars yönünü yukarıya çıkan merdivenlere döndüğünde Davut da çıkıp gitmişti evden.

 Pars'ın çıktığı mermer merdivenler onu bu kasvetli ve lanet evin üst katına taşırken koridor boyunca sıkkın adımlarla ilerledi. İlerideki beyaz oymalı ahşap kapıya doğru durmadan ilerledi ve kapıyı sertçe açıp hızla geriye çarptı. 


Sare yataktan sıçrayarak dikeldiğinde Pars da öfkeli adımlarla üzerine doğru gidip onu boğazından kavradı.


 "Sen!" Hırıltılı sesi ile bütün akşamın öfkesini Sare'den çıkarmaya niyetli gibiydi. 


"P-pars..." Sare'nin kesilen nefesi Pars tarafından umursanmıyordu bile. 


"Bir daha benden habersiz tek bir etkinlik daha yaparsan hayatını sikerim senin Sare! Duydun mu beni! Arkana babamı ya da o sikik babanı alarak beni tongaya düşürebileceğini sakın sanma! Duydun mu?" Bağırtısı odanın içinde yankılandığında Sare korkuyla başını salladı. 


"Ö-özür dilerim." Kesik nefeslerle kendini ifade etmeye çalışırken Pars sıkıca sardığı ince boğazı serbest bıraktı ve geri çekildi Sare'nin üzerinden. 


"B-ben sadece ailecek bir şeyler yapalım diye..." fısıltılı ses Pars'ı sadece daha çok gererken yeniden eğildi Sare'nin üzerine. 


"Ne Ailesinden bahsediyorsun lan sen! Karım mısın sen benim! Ne ailesinden bahsediyorsun! Magazinlere verdiğin pozlara kendini fazla kaptırıyorsun ama benim sabrımı zorlama Sare! İşleri çıkılmaz bir noktaya getirirsen babamı bile dinlemem!" 


 Sare Katipoğlu'nun kulakları biricik kocasının öfkeli sesini işitirken dolan gözleriyle başını salladı ve onu duyduğunu beden diliyle onayladı. 


Pars beklemeden çıktı yatak odasından ve kapıyı kapatma tenezzülünde bile bulunmadan çıktığı mermer basamakları ikişer üçer atlayarak indi. Üzerindeki kan kokusu ve günün yorgunluğunu bir an önce atmak istiyordu ama bu evde değil. Buraya sadece Sare ile ilgilenmek için gelmişti ve işi bittiğine göre bu evden defolup gidebilirdi. 


Açtığı ana kapı ile kapının önünde duran aracına doğru ilerledi.  


"Pars Bey!" Davut, koşarak ona doğru geldiğinde hızla ilerideki koruma araçlarına başıyla hazırlanmaları için komut veriyordu. 


"Davut, ben Deniz'e geçiyorum. Sen Sibel'e haber ver, yarın toplantı falan istemiyorum." Davut onaylarcasına başını salladığında Pars beklemeden bindi alçak spor arabasına. 


Sare, yatak odasının camından öfkeli gözlerle genç eşinin gidişini izlerken Pars yalının güvenlik kapılarının açılmasının ardından çıkıp gitti evden. 


Peşinden onu takip eden iki koruma arabası ile beklemeden ana yola saptı ve telefonunu ekrana bağlayarak rehberden Deniz'in numarasına tıkladı. Aracın içi bir kez çalan zil sesiyle yankılandığında genç kadının uykulu sesi aracın içinde dolandı. 


"Pars B- Bey?" dedi kekeleyen kız. 


"Sana geliyorum." 


Verdiği bilgilendirme ile uzanıp telefonu kapatan Katipoğlu, yorgunluktan kapanan gözlerini kırpıştırarak önündeki karanlık yola verdi odağını.  


Dakikalar içinde Deniz'in kapısında duran siyah spor araba farlarını söndürdü ve motorunu durdurdu. 


Koruma araçları hızla evin etrafını sardığında Pars beklemeden indi araçtan ve ışıkları yanan bu küçük müstakil eve doğru ilerledi. 


Bahçesindeki çardakta, yazdan kalan fenerlerin sert rüzgârla uçuştuğu saniyelerde Pars Katipoğlu; yerde taşlarla çizilen yolda yorgun adımlarla ilerledi. Kapının önüne geldiğinde beklemeden açılan kapı ile karşısında yirmili yaşlardaki alımlı Deniz'i görüyordu. 


Deniz... 


Pars'ın kendi için yaptığı ilk bencillikti Deniz. Onu bir iş adamının ölümüne sebep olduğu sırada oldukça savunmasız bir halde bulmuştu. 


Bu genç kız o zamana kadar o yaşlı pisliğin her istediğini yapan yatılı bir hayat kadınıyken, travmaları ve kullanılmışlığı hat safhadayken Pars'la karşılaşmıştı. 


Timur Şanlı; Pars tarafından öldürüldüğünde köydeki babasının bir inek parasına sattığı bu masum kız, öylece ortada kalmıştı. 


Pars ona bir eğitim hayatı sunabilirdi, para verip bir hayat kurdurabilirdi ama yapmadı. Deniz de bunu istemedi. Bu genç kız Pars Katipoğlu'nu gördüğü ilk anda ona âşık olmuştu. 


Küçük yaşında hiçbir erkeği bilmeden yaşlı bir pisliğe satılmış ve aşkın ne olduğunu bilmeden geçen beş yılın ardından Pars'la karşılaşmıştı. Pars ona 'Özgürsün, git.' demişti.


Yarım ağız da olsa bunu söylemişti ama Deniz ona karşı borçlu hissediyordu ve deli gibi âşık olmuştu. 


Çok geçmeden anladı ki Pars Katipoğlu göründüğü gibi bir adam değildi. Deniz'in kafasında kurduğu gibi iyi biri değildi. 


Onun sapkın fantezileri uçuk kaçık istekleri vardı ama Deniz için sorun olmadı. Pars için seve seve yapardı. Bunca zaman başka bir adama istemeye istemeye kölelik yapmıştı, Parsa da yapardı üstelik tüm benliği ile. 


Ara sıra kendini onunla mutlu bir hayatta yaşama hayallerinden alıkoyamasa da bu genç kız, her şeyin farkındaydı. Pars evliydi ve Sare Katipoğlu ile asla ayrılmazdı.


 Ne Deniz'in pembe panjurlu ev hayalleri ne Pars'ın çocuklarını doğurma ve mutlu bir aile olma istekleri gerçekleşemezdi.  


Hepsi bir hayaldi ama Pars gerçekti. O burada ve gecenin bu saatinde Deniz'in kapısındaydı. Genç kız yüzündeki masum gülümsemeyi genişleterek mavi gözlerini Pars'a çevirdi ve yumuşak bir sesle konuştu. 


"Hoş geldiniz efendim." Geri çekilip ona yolu açarken Pars yorgun adımlarla içeriye giriyordu. Ardından kapanan kapı ile Deniz salona doğru ilerleyen Pars'ı takip etti. 


"Bok gibi bir geceydi. Duş almam lazım." Umursamaz tonlamadaki sesi salonda dolanırken üzerindeki kanlı kaşmir kazağı tek hamlede çıkarttığında Deniz'in gözleri Pars'ın bedeninde gezindi. 


Sessiz bir iç çekişle ona doğru ilerledi ve pantolonun kemerini usulca açarak geri çekildi. 


Daha fazlasını yapamazdı, bu sahip itaatkâr ilişkisiydi. Deniz, Pars'ın boynuna sarılıp dudaklarına yapışmak ve günün yorgunluğunu almak için bütün maharetlerini konuşturmak isterdi ama buna izin yoktu. 


Pars Katipoğlu için bu ilişki kendi katı kuralları ve aşılmaz duvarları ile beraber bir itaat ilişkisiydi.


 Pars isterse Deniz'i hemen burada alırdı, isterse konuyu uzatır ve onu çılgın oyun odasına kadar sürüklerdi ve sabaha kadar iniltiler eşliğinde istediğini yapardı ama Deniz izni olmadan Pars'a asla dokunamazdı. İzni olmadan onu göremezdi, sesini duyamaz ve onunla iletişime geçemezdi.


"Size kıyafet hazırlarım efendim. İstediğiniz başka bir şey varsa?" Cilveli bir tonlama ile konuşuyordu. 


Yapmaması gerekiyordu ama yapıyordu. Pars istemeden Deniz'in bu kadar aşikâr oynamasına bile izin yoktu ama genç kız arzularına karşı koyamamıştı.


 Neyse ki bu gece Pars Katipoğlu için oldukça yoğun ve karmaşıktı, Deniz'deki bu aşırı heyecanı göremeyecek kadar zihni başka bir kadınla meşguldü. 


"Bu gece özgürsün Deniz, herhangi bir birliktelik istemiyorum. Sadece konuşmak için geldim." Deniz şaşkınlıkla alnını kırıştırdığında kafası karışık bir şekilde sahibine çevirdi bakışlarını. 


"N-Nasıl yani efendim?" Daha önce Pars Katipoğlu ile sohbet ettiğini hiç hatırlamıyordu. Onunla işi bittiğinde Pars öylece çeker gider ve Deniz bu durumu yadırgamazdı bile. 


"Konuşuruz biraz işte." 


Pars'ın bakışları genç kıza döndüğünde o da ne yaptığını anlayamıyordu ama içindeki bu garip hisleri soru sormaya cesaret edemeyecek ve söylediklerini unutmasını isterse de unutacak birine anlatmak istiyordu. Hayatındaki mutlak itaatkarın sözlük anlamı ise Deniz'di.  


"Nasıl isterseniz efendim, dilerseniz size rakı sofrası kurabilirim." Deniz'in yüzündeki gülümseme Pars'tan olumlu bir baş sallama ile karşılık buluyordu. 


"Salona kur. Duş alıp çıkacağım." Tonlamasındaki sertlik başka biri tarafından duyulsaydı hatta biri Pars Katipoğlu'nun Nasya dışında bir kadınla konuşmasını duyacak olsaydı eğer aralarındaki uçurumu hemen çözerdi. 


Bu despot ve duygusuz adam, birkaç saat önce bir kadının gözlerinin içine bakarken kalbi kuş gibi çırpınan adamın ta kendisiydi ama kimse duymadı. Ne onun bu değişimini gören biri vardı ne de kendi bu farklılığın farkındaydı.


Korku... Şüphesiz her insanın içinde olan yegâne duygu. Ölümden, kaçtıklarımızla yüzleşmekten, sormaya cesaret dahi edemediklerimizden, hatırlamaya bile dayanamadığımızdan, içimize attıklarımızdan kaçındığımız korku silsilesi... 


Gözümüzü açarak başladığımız her yeni gün, bazen içimizdeki görmezden geldiğimiz korkuyla bizi baş başa bırakırken bazen de bastırdıklarımızla ilgili yeni sorular sormaya dair cesaret uyandırma ihtimali taşıyordu. Bazılarımız o farkındalığa erişmiş bazılarımız ise henüz o sabaha uyanmamıştık. 


Kimilerinin en başa dönmesine neden oluyordu kimilerinin de aşınca daha güçlü atlattığı bir engel olarak anlamını yitiriyordu. 


Bastırılan, sormaya korkulan, hayali dahi kurulamayan duyguların kıvılcımı bugün yanacaktı. Bir yıkım ve soru işaretleri beraberinde gelecekti.  


Artık bu hikâyede kimse için hayat sıradan değildi. Yeni bir düzene evrilen yeni hayatlarının yeni sabahlarına uyanıyorlardı. 


♟♟♟


Gözlerini köpükleri çoktan sönmüş ve suyu buz gibi olmuş küvetin içinde açan Pars Katipoğlu, uyuyakaldığı küvetin içinde huzursuzca kıpırdandı. Suyun içinde derin bir uykuya dalmış ve bütün geceyi öylece burada geçirmişti. 


Boynu tutulmuş, parmak uçları büzüşmüş, kemikleri soğuğun etkisiyle sızlıyordu. Yavaşça doğruldu mermer küvetin içerisinde. 


Küvetin kenarlarına yasladığı iri ellerinin desteği ile ayağa kalktı, beklemeden soğuk suyun içinden çıktı, askıda kendi için ayrılan lacivert bornozu üzerine geçirdi. Bornozun ipini üşümesini kesmek için sıkıca bağladığında banyo kapısını açarak sessiz evin içine bir adım attı. 


"Deniz." 


Seslenişi karşılıksız kalırken kırgın bedeni ile halsiz birkaç adım daha atarak salona doğru ilerledi. Güneş, büyük camlardan çeriye giriyor ve salonu olabildiğine aydınlatıyordu.


 Kahverengi tonlarının hâkim olduğu süet koltuklar ve bahçe kapısının hemen önüne yerleştirilmiş iki kişilik yemek masası geniş salonu dolduruyordu.  


Pars'ın ıslak adımları salonun ortasında durdu. Deniz masada uyuyakalmıştı. Yaktığı mumlar gece boyu yanarak bitmiş ve beyaz örtüyü eriyerek kirletmişti. Mezelerin üzerinde sinekler uçuşurken buz kasesi su ile doluydu. 


Pars, yılgın bir nefes eşliğinde beklemeden yatak odasına doğru ilerledi ve yönünü solunda kalan giyinme odasına çevirdi.  


Bedeni inanılmaz ağrıyor, aynı pozisyonla geçirdiği saatler yüzünden boynu kasılıyordu ama ağrılarına odaklanmadığı için henüz tam olarak farkında değildi. 


Yükselen ateşini ve sürekli engellediği öksürüğünü de görmezden gelmeye çalışarak dik durmaya çalışıyordu. 


Önünde durdurduğu iç çamaşırı çekmecesini açtı ve siyah bir boxer seçti.


 Askıdaki beyaz gömleklerden birini hızla çektiğinde üzerindeki bornozun ipini açarak omuzlarından düşürdü. 


Omuzlarından geçirdiği gömleğin düğmelerini iliklerken gözleri sol çaprazındaki boy aynasına döndü ve çökmüş göz altlarında gezindirdi bakışlarını. 


Yorgun bir gece geçirmiş ve dinlenememiş olmanın sonucu olarak görüyordu bu durumu. İlerleyip özel dikim siyah kumaş pantolon ve ceketi üzerine geçirdiğinde yönünü kravatlığa çevirdi.


İçlerinden koyu gri olan kravatı çekip aldığında beklemeden hızla bağladı boynuna. Yatak odasına döndüğünde yatağın üzerindeki telefonu ve kol saatini aldıktan sonra yatağın ayak ucunda duran ayakkabılarını hızla geçirdi ayağına. 


Salona geri döndüğünde gözleri bir kez bile Deniz'e dönmeden hızla çıktı ana kapıdan. Kapının önündeki korumalar içeriden çıkan Pars Katipoğlu ile hazırda bekleyen araçlarına doğru hareketleniyordu. 


"Anahtarınız efendim." Korumalardan biri Pars'a doğru koşup siyah Porsche'sinin anahtarını verdiğinde hızla çekip aldı elinden. 


Bastıramadığı öksürüğünün ardından göğsünde hissettiği acıya aldırış etmeden kapının önündeki korumaların yanından geçip aracına doğru ilerledi. 


Arabaya bindiği gibi içerideki klimayı çalıştırmış ve üşüme iç güdüsünü bastırmaya çalışmıştı. Acilen doktora görünmesi gerekiyordu ama Pars Katipoğlu bunun geçici bir durum olacağından emindi. 


Bedenindeki kırgınlık ile alnının tam ortasına saplanan baş ağrısı sinirlerini geriyordu. Farkında değildi ama ateşi daha da yükselmeye başlamıştı bile. 


Gaza yüklendiğinde önünde uzanan düz yolda ardındaki korumalarla berber ilerledi. Arabanın ekranına dokunduğunda Davut'un adına tıkladı ve aracın içi çalan telefonun sesiyle doldu. 


"Efendim, günaydın." Davut'un sesi daha ilk çalışta aracın içinde duyulduğunda Pars, sızlayan boğazını yutkunarak yumuşattı ve konuştu. 


"Melikşah'ın yerini öğrenebildiniz mi?" Direksiyon ellerinin arasında kayarken gözlerinin önü bulanıklaşıyordu. 


"Öğrendik Pars Bey, izlemedeyiz. Çocuklar, bugün evinin içine böcekler yerleştirecek. Kendini güvende sanıyor zavallı ama büyük yanılıyor." 


Davut'un sesindeki nefret Pars'ın yüzünde karanlık bir dudak kıvırma ile karşılık bulduğunda bozulan görüşünü göz çukurlarına bastırdığı parmakları ile netleştirdi. 


"Onu en güvende hissettiği anda öldüreceğim. Kendinden emin olduğu ve sırtını sağlama aldığı ilk anda sırtından deşeceğim." 


Öfkeli hırıltı ile süren konuşmasını ara verdi. Gözleri, karşısında onu bekleyen kırmızı ışıkta gezindi. Frene hafifçe dokunduğunda yavaşlayan araç ile yeniden konuştu. 


"Bir şey daha var. Dün gece sana bir mesaj gönderdim aldın mı?" Pars'ın meraklı sesi Davut'tan olumlu bir cevap alıyordu. 


"Araştırıyorum Pars Bey. Yurt yönetimi değişmiş. Doksanların sonlarında kadın bir müdür varmış fakat işinden menedilmiş. Ona ulaşmak üzereyiz belki o şekilde size istediğiniz kişiyi bulabiliriz. Şu an öne aldığım iş bu, merak etmeyin efendim." 


"Beklemekten hoşlanmıyorum. Elini çabuk tut."  


"Emredersiniz Pars Bey." 


"Babam saldırıyı duydu mu?" Sesindeki rahatsızlık, Adil Katipoğlu ile uğraşmak istememesinden kaynaklanıyordu. 


"Duymuş efendim, Selim haber vermiş." 


"Siktiğimin Selim'i! Onunla bire bir konuşmam gerekiyor artık." Yanan kırmızı ışıkla avuçlarının arasında sıktığı direksiyonu sertçe bir u dönüşü ile çevirdi yan yola. 


"Kötülüğünüzü istemez Pars Bey, Selimi tanırım. Sadece ağzında laf durmuyor." Davut'un arkadaşını korumak için yaptığı konuşma Pars'tan alaylı bir sırıtış alıyordu. 


"Kötülüğümü istemez, eminim." Konuyu ansızın kapatarak ekrana uzanıp konuşmayı sonlandırıyordu. 


Aracın içi yeniden sessizliğe gömülürken Pars, arkasından gelen koruma araçları ile arka mahallelere doğru ilerliyordu. 


Giderek gecekondulara açılan ara sokaklar ve önünden geçtiği eski yapılar ile henüz açılmış bir fırının önünden hızla geçtiğinde ani bir frenle durdu ve aracı geriye doğru sürdü. Fırının önünde durduğunda beklemeden indi arabadan. Peşi sıra inen korumalar ile mütevazı fırının kapılarından geçip içeriye ilerledi.


 Genzine dolan taze simit kokuları ile yüzünde sıcak bir gülümseme yayılıyordu. Tezgâha doğru ilerlediğinde tek başına fırından açmaları çıkaran yaşlı adama çevirdi gözlerini. 


"Kolay gelsin."  


Çatallı sesi mekânda dolandığında onu fark eden adam gülümseyerek ellerinin arasındaki sıcak tepsiyle birlikte tezgâha yaklaştı. Soğuk mermerin üzerine bırakılan sıcak tepsiden çıkan buharları izleyen bakışları karşısındaki adama döndü. Onun gibi bir adamı fırınında daha önce hiç görmemişti ve şaşkınlıkla konuştu. 


"Ne veriyim beyime? Açmalarım taze çıktı, simitim de çıkalı kırk beş dakika oluyor?" Gözlerinin içi gülerken Pars'a bakıyordu. 


Muhtemelen Pars Katipoğlu'nun bu zamana kadar gördüğü en samimi adamlardan biriydi ve yüzündeki sıcak gülümseme onu da gülümsetti. 


"Bilemiyorum, yani size bırakıyorum." Gözlerinin içi parlarken böyle bir diyaloğa girdiği alt sınıftan ilk insandı. Yaşadığı her şey onda garip hisler uyandırıyordu. Adam beklemeden açtığı kese kağıdına sıcak açmaları ve poğaçaları doldurmaya başladı. 


"Kaç kişisiniz küçük bey?" Bakışları Pars'a döndü. 


"Anlamadım?" Şaşkınlıkla adama bakıyordu. 


"Peynir atacağım içine, peynir güzel gider sabah sabah, kaç kişiniz ona gör-" 


"Üç." dedi bastıramadığı sırıtışı ile. 


"Tamamdır."  Adam, poşetin içine altı tane peynir bıraktığında poşeti Pars Katipoğlu'na doğru uzattı.


 "Buyur Oğlum, elli lira versen yeter, siftah senden olsun."


 Gülümseyerek uzattığı poşet Pars tarafından alındığında arkasında bekleyen korumaya uzatılıyordu. Elini cebine atan Katipoğlu cüzdanının olmadığını anladığında yüzündeki gülüş silindi.


 Aceleyle diğer cebini de yokladığında cüzdanı Deniz'de bıraktığını anlıyordu. Hayatında hiç böyle bir durma düşmemiş olmanın verdiği afallama ile bakışlarını adama çevirdi. 


"Olur öyle beyim, geçerken bırakırsın." 


Gülümseyen adam Pars'ı gösterdiği hoş görü ile utandırırken bakışları arkasındaki korumasına döndü. Ondan isteyemezdi, Pars birinden bu zamana kadar para istemiş bir adam değildi ama birine borçlu olmak da garip hissettirmişti.


"Havale edebilirim." Telefonunu iç cebinden çıkardığında adam gülümseyerek konuştu. 


"Ben bankalarla çalışmam evlat, sen sıkma canını. Yolun düşerse geçerken bırakırsın düşmezse de helali hoş olsun." Pars çıkarttığı telefonu yeniden cebine sokuşturduğunda mahcup bir gülümseme ile başını salladı. 


"O zaman bana müsaade, en kısa zamanda yeniden görüşmek üzere." 


Beklemeden çıktığı fırından korumalar eşliğinde aracına doğru ilerledi. Arkasından gelen korumanın elinden aldığı şeffaf poşetle arabaya binerek beklemeden çalıştırdı motoru. 


Elindeki poşeti yan koltuğa koyduğunda aracın içi sıcak gevrek kokusu ile doluyordu. Yüzündeki gülümsemeye hâkim olamayan Pars, aracı Nasya'nın sokağına doğru sürdü. 


♟ 


NASYA 


Boynuma atılan elle gözlerimi yamalı tavana araladım. Efla'nın beni sararan elini gördüğümde yüzümde yayılan gülümseme ile bakışlarımı ona çevirdim. 


Kaşındaki dikiş ve dudağının kenarındaki yara bandı ile masumca uyuyordu. Üzerindeki yorganı bacaklarının arasına sıkıştırmış öylece derin uykuda dolanıyordu. 


Evin sıcaklığı uzun zaman sonra beni üşütmeyen bir sabaha uyandırırken geceden yaktığım eski petekler de üzerimizdeki yorganı tekmeleme isteği oluşturmuştu ikimizde de. Boynumdaki kolu yavaşça geri çektiğimde yataktan sessizce kalktım ve yatak odasından çıktım. 


Adımlarım mutfağa döndüğünde kapımın önündeki fısıltılara takıldı kulağım. Duyduğum ses zihnime tanıdık gelirken bir süre bekledim mutfak kapısının önünde. Sesler kesildiğinde kapı usulca tıklatıldı. Alnım kırışırken adımlarım sessizce daire kapıma doğru ilerledi.  


Dürbüne yetişmek için parmak uçlarıma yüklendiğimde Pars'ın silueti gözlerimin önüne sunuluyordu. Havalandığım parmaklarımın üzerinden yeniden indiğimde kafa karışıklığı ile uzanıp kapı kulpunu çevirdim. 


Öylece karşımda duruyordu, kırışıksız takımı ve elinde tuttuğu poşetle beraber. 


"Kahvaltı?" Elindeki poşeti bana doğru uzattığında gözlerim içerisinde açma olduğunu görebildiğim poşette gezindi. 


"Sabah sabah rüyanda mı gördün beni?"  Bakışlarımız birbirini bulduğunda yılgın bir nefes verdi burnundan. 


"Seni hatırlamak için uyumama gerek yok, her an benimlesin. Girebilir miyim?" İçeriyi göstererek sakin bir tonlama ile konuşuyordu. 


"Pars Bey, bilgisayarınız." Arkasındaki koruma ona doğru uzattığı laptop çantası ile geri çekiliyordu. Gözlerim Gri çantada gezindiğinde gerginlikle yutkundum. 


Bu, o an olabilirdi; bugün, her şeyi bitireceğim o gün olabilirdi. 


"Girebilir miyim?" diye yineledi sorusunu diğer eline henüz aldığı laptop çantası ile. Dikkatimi toparlayarak bakışlarımı yüzüne çevirdim ve çantaya bu kadar yakın olmanın heyecanını bastırarak iğneleyici bir tonda konuştum. 


"Hayır desem ne değişecek?" Geri çekilip ona yolu açıyordum. Beklemeden içeri girdiğinde peşindeki korumaların yüzüne kapattım kapıyı. 


Demek bilgisayar ve ben baş başaydık he? Herhangi bir koruma başında beklemiyordu. Belli ki Melikşah biraz abartmıştı, bu iş düşündüğümden daha kolay olacaktı. 


Yüzümdeki sinsi gülümseme ile kapattığım kapıdan çevirdiğim gözlerimi Pars'a diktim. Düne göre daha yorgun ve sakin görünüyordu, Göz altları çökmüş ve elmacık kemikleri hafifçe kızarıktı. 


"Nasıl oldun?" Kendini, bedeninin ağırlığı ile gıcırdayan çekyata bıraktığında beklemeden ona doğru ilerledim ve karşısındaki tekli koltuğa oturdum. 


Gözlerim orta sehpanın üzerine bıraktığı çantada gezindiğinde üstün körü bir cevap veriyordum. 


"Daha iyiyim." Bir yandan da USB'yi nereye koyduğumu hatırlamaya çalışıyordum. Dün gece o yorgunlukla nereye bırakmıştım acaba? 


"Kız nasıl? Dün çok korkmuş görünüyordu." 


"Burhan nasıl? Dün baya hırpalanmış görünüyordu?" Sesimdeki tonlama ondan sinirli bir bakış kazanırken hızla cevap verdi. 


"Durumunu bilmiyorum, yaşarsa öğreniriz nasıl bir gece geçirdiğini." 


Elini boynuna attığında ensesini sertçe ovuşturduğunu görebiliyordum. Rahatsız bir ifade ile yüzünü kastığında gözleri sıkıca kapandı. 


"Burhan'ın gecesini bilmem ama seninki pek verimli değilmiş." Dudaklarımın arasında mırıldandığımda sıkıca yumulmuş kara gözler bana doğru aralandı. 


"Tahmin bile edemezsin, yorucu bir geceydi." Yüzünde yayılan karanlık gülüşle neyi ima ettiğini anlıyordum. 


"İğrençsin gerçekten." 


Hızla kalktım oturduğum koltuktan ve beklemeden mutfağa doğru ilerledim. Nedenini bilmediğim bir şekilde, bana dün gecesinin hareketli geçtiğine dair yaptığı iması sinirime dokunmuştu. 


Bir adam nasıl böyle iğrenç olup bundan bir an olsun rahatsızlık hissetmez, cidden aklım almıyor. Uzanıp ocağın üzerindeki çaydanlığı aldığımda çeşmeyi açarak su doldurmaya başladım. 


"Yardıma ihtiyacın var mı?" Arkamdan duyduğum sesle olduğum yerde irkiliyordum. 


Başımı omuzumun üzerinden geriye çevirdiğimde mutfak kapısından içeriye elindeki poşetle girdiğini görüyordum. 


"Sen ve yardım?" Alaylı sesimle konuştuğum sırada yanımda durup elindeki poşeti tezgâhın üzerine bıraktı. 


"Seni şaşırtabilirim." Çatallı sesi ile öksürmeye başladığında bakışlarım kapattığım musluktan yüzüne döndü. 


"İyi misin sen?" Alnım kırışırken yanaklarının al al olduğunu görebiliyordum. Alnı boncuk boncuk terlerken baygın bakan gözleri ile başını usulca salladı. 


"Sorun yok, tabaklar nerede?" Gözleri mutfak dolaplarına döndüğünde elleriyle tezgâhtan destek aldı. Başı dönüyor gibi bir hali vardı ve bunu umursamıyor oluşu garip gelmişti. 


"İyi gözükmüyorsun. Beddualarım mı tuttu anlamadım ki?"  Uzanıp elimin tersini alnına bastırdığımda elim hissettiğim sıcaklıkla cayır cayır yandı. 


"E sen yanıyorsun! Ateşin çıkmış." İndirdiğim elimde gezinen gözleri ile yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluşuyordu. 


"Sana bu kadar yakın olduğum içindir." Ağzının içinde mırıldandığı cümleyle birlikte gözlerimi devirerek üst mutfak dolabını açıp önüne iki büyük tabak bıraktım. 


"Şu hâlde bile? Pes gerçekten." Bıkkınlıkla elimdeki çaydanlığı arkasından dolanarak solunda kalan ocağın üzerine bıraktığımda poşetleri yavaş yavaş açıp aldığı mamulleri yerleştirmeye başladı. 


"Biliyor musun? Cüzdanımı evde bıraktığım için bunları borçlanarak aldım." Altını yaktığım ocakla bakışlarım yüzüne döndü. Suratındaki şaşkın ifade ile tebessüm ederken simitlere melül melül bakıyordu. 


"Sen gerçekten iyi değilsin." Fısıltılı sesimle gözleri bana dönüyordu, kara harelerin etrafı kızarmaya başlamışken dengesi kayboluyor gibiydi ama ona rağmen üzerime doğru geniş bir adım atıp tam dibimde durdu.  


Kolunu usulca belime dolarken beni tutup ateş gibi yanan bedenine yasladı fakat her an düşecek gibi sağ eliyle hala tezgâhtan destek alıyordu. 


"İyi değilim ama iyileşebilmem senin ellerinde Nasya." Yüzünü bana doğru yaklaştırdığında teninin sıcağı beni ısıtmaya yetiyordu. 


"Pars, lütfen." Kendimi geri çekmek için ellerimi koluna atıp göğsünden geri ittirdim. 


"Çıkmıyorsun aklımdan." Burnunu usulca yanağımda gezdirirken fısıltıyla mırıldandı. 


"Neden çıkmıyorsun aklımdan? Söylesene..." Dengesini kaybederek sendelediğinde onu kollarından tuttum. 


"İ-iyi misin?" Geri çekildiğimde gözlerini sıkıca yumarak zar zor yutkundu ve başını salladı. 


"Biraz üşüyorum ama sorun yok." Suratındaki şaşkın ifade ile onu geriye doğru ittirerek mutfak masasının sandalyesine oturttum. 


"Sen gerçekten kötü gözüküyorsun. Belki de adamlara haber versem iyi olaca-" Kapı çalmaya başladığında bakışlarım salona dönüyordu. 


"Bekle beni burada." Hızla yanından ayrılıp salona çıktığımda ilerleyip ana kapıyı hızla açtım. 


"Kafam balon gibi Nasya." Defne beni ittirerek içeri girdiğinde şaşkınlıkla kapıdaki korumalara baka kalıyordum. 


"Kim bunlar Allah aşkına?" Eliyle kapıdaki korumaları göstererek kendini çekyata bıraktığında kapıyı kapatarak ona doğru ilerledim. 


"Defneciğim, sabah sabah ne bu enerji?" Kinayeli sesimle Defne'ye laf yetiştirirken bakışlarım mutfağa dönüyordu, Pars'ı görürse ne olurdu bilmiyorum. Sare'yi biliyordu ve muhtemelen Pars'ı da tanıyordur. 


"Ne enerjisi Nasya, önümü göremiyorum. Evde duramadım attım kendimi buraya valla."  


"O kadar içmeseydin sen de." Hızla ona doğru ilerlediğimde bakışları yüzümde gezindi. 


"Dudağına ne oldu be?" Şaşkınlıkla kırıştı alnı. 


"Kaza." dedim yanına oturduğumda. 


"Dikiş mi attırdın?" Parmağını dudağıma doğru kaldırdığında refleksle kendimi geri çektim. 


"Yapmasan mı acaba? Canım acıyabilir." Sinirlerim gerildiğinde bıkkınlıkla çekyatta kendini kaydırdı ve uzandı. 


"Dün gece gelmediğin için pişman olmalısın. Harika bir geceydi. Tamı tamına on beş bin lira hesap ödedim, çılgınlar gibi eğlendik." Kıkırdayarak bakışlarını tavana çevirdi. 


"Ya eminim, pişman olmak... Tabi ya..." Bıkkınlıkla kendimi geri verdiğimde aklıma ansızın unuttuğum Pars geliyordu. Hızla dikeldim ve kalktım çekyattan. 


"Ne oluyor be?" Ani kalkışım Defne'den şaşkın bir tepki aldığında geçiştirircesine "Yok bir şey, çay suyu koymuştum ona bakacağım." Dedim.  


Beklemeden mutfağa yöneldiğimde Pars'ı başını masaya dayamış öylece uyurken buluyordum. Sanki derin bir uykudaydı ve yorgun bir ifade ile derin soluklar alarak uyuyordu. 


Ona doğru ilerlediğimde yanında durdum ve hafifçe üzerine eğildim. Kirpikleri kara gözlerini özenle örtmüş, yanaklarındaki kızarıklık yayılmış ve alnındaki boncuk boncuk terlerle masum bir erkek çocuğu gibi uyuyordu. 


Ellerim omuzuna doğru kalktığında onu hafifçe sarstım. "Pars." Fısıltılı sesimle uyanmasını bekledim ama çıt çıkmıyordu. 


O kadar derin uyuyordu ki bıkkınlıkla gözlerimi devirdim. "Şaka yapıyorsun her halde? Uyansana!" Çaresiz fısıltım ile mırıldanırken arkamda duyduğum sesle irkilerek dikeldim. 


"N-nasya?" Defne'nin şaşkın sesi ile bakışlarım ona döndü. 


"Bir bu eksikti cidden. Çok güzel!" Yılgınlıkla geriye çekilip kalçamı tezgâha dayadım. Artık olan olmuştu. 


"O..." Attığı küçük adımlarla neredeyse parmak uçlarında masada öylece uyuyan Pars'a doğru yaklaştı. 


"P-pars Katipoğlu." dedi inanamaz bir ifade ile. Gözleri şaşkınlıkla Pars'ın üzerinde gezindiğinde çaresiz bir nefes çektim içime. 


"Nasya, O'nun burada ne işi var?" Sesinde fark ettiğim hayranlıkla alnım kırıştı ve onun benden kaçırdığı gözleriyle hayranlıkla Pars'ı süzdüğünü görebiliyordum. Son bir adım daha attığında yüzünü yavaşça yüzüne yaklaştırdı ve içi gidercesine fısıldadı. 


"Gerçekte çok daha yakışıklıymışsın."  


"Defne!" Öfkeli fısıltımı duymuyor gibiydi, burnunu hafifçe Pars'ın saçlarına çıkarttığında kokusunu yavaşça içine çekti. 


"Oha ama!" Kolunu tutup geri çektiğimde transtan çıkmış gibi bana baktı. "Şampuanı çok iyi." Yüzündeki geniş sırıtışla beni çileden çıkarmak üzereydi.


 "Kızım onun senin evinde ne işi var Allah aşkına, bir de uyuyor ya!" Küçük bir bebeğe bakar gibi bir şefkatle ve bir dilim pastaya bakar gibi bir iştahla onu süzerken yeniden konuştu.


 "Nasya, bu adam kim biliyor musun?" Defne'yi kolundan tutup aceleyle çıkardım mutfaktan ve salona kadar sürükledim. 


"Ay ne oluyor ya?" Bakışları hala mutfak tarafındayken yüzünü tutup kendime çevirdim. 


"Dikkatini bana verebilir misin?" Dişlerimin arasından sinirle tısladım. 


"Sare Katipoğlu'nun kocasının mutfak masanda ne işi var?" Gözleri şimdi bende kilitleniyordu. 


"Anlatacağım ama önce sakin olman gerek." Onu elinden tutup çekyata oturttuğumda gözlerim tedirginlikle mutfağa dönüyordu. 


"Dinliyorum." dedi kıstığı gözleri ve meraklı sesi ile. 


"Bana ayarladığın iş var ya hani Sare'yi reddettiğim gün?" 


"Tamam."  


"O iş Pars'mış." Alnı kırışırken kafasının iyice karıştığını anlayabiliyordum. 


"Adamı alıp eve mi getirdin?" dedi alayla kıkırdarken. 


"He Defne! Aldım eve getirdim, bir alana bir bedavaydı." Kolunu sinirle sıktığımda buruşan yüzüyle kendini benden kaçırdı. 


"Acıttın be!" Büzülen dudağı ile dudakları yeniden aralandı. 


"Sen bana adam akıllı anlatsana, ülkenin en zengin ve yakışıklı adamının burada ne işi var? Yani cidden o adamın bu şehirde, böyle getto mahallelerin varlığından haberinin olduğunu bile sanmam." 


"Beni istiyor." Uzatmamak adına verdiğim hızlı cevapla bastıramadığı bir kahkaha attı. 


"Ne istiyor ne?" İnce sesi tizlikle salonda gezindiğinde bıkkınlıkla devirdim gözlerimi. 


"Söyle dedin, söyledim işte. Salak mısın? Sessiz olsana biraz!" Azarlarcasına çıkan sesimle dudaklarını ısırarak alaylı bir kıkırtı daha bıraktı bana doğru. 


"Nasya, güzel hikâye de sen asıl sebebi söylesene bana. Yani uzaylı istilası bile daha mantıklı gelebilir şu an ama mutfakta Pars Katipoğlu'nun uyuduğu gerçeğini benim algım kabul etmiyor." 


"Anlatıyorum ya, geri zekâlı mısın sen? Adam benimle yatmak istiyor ve kabul etmediğim için de peşime düştü ruh hastası." Bıkkınlıkla sırtımı çekyatta geriye verdiğimde derin bir oflama ile o da geri yaslandı. 


"Bak buna inanırsam akıl sağlığımdan şüphe etmem gerekir, anlıyor musun? Gerçek sebebini söyle işte ne ketumsun ya! Sen küçükken de böyleydin, hep bir gizemli haller!" 


"Ya vallahi seni elimden kimse alamaz he! Anlat dedin kısaca söyledim sana! Daha ne uzatıyorsun!" 


Hızla ayağa kalktığımda yönümü mutfağa çevirdim. Peşimden geldiğini duyuyordum ve beklemeden masada uyuyan Pars'a doğru ilerleyip sandalyesine sert bir tekme geçirdim. 


"Kalk sende ya of!" 


Bağırtım ve sarsıntıyla gözlerini zar zor aralayarak başını masadan geriye çekti. Gözleri beni bulduğunda uykulu bir nefes eşliğinde yavaşça ayağa kalktı. 


Ne olup bittiğini anlamıyor gibiydi. Defne'ye olan sinirimi üzerine salmış olmam da cabası tabi. 


"Nasya?" Defne'nin şaşkın sesiyle bakışlarım ona döndü ve kaşlarımı kaldırarak 'Ne var!' der gibi baktım. 


"Ne yapıyorsun?" fısıltılı sesi ile bakışlarını dikkatini ona çeviren Pars'a döndürdü. 


"Merhaba." Pars'ın yorgun sesi Defneye ulaştığında biricik arkadaşımın ağzı kulaklarına vardı. Heyecanla ona doğru gelip elini uzattı ve titrek sesiyle konuştu. 


"M-merhaba." Pars uzanıp elini sıktığında şaşkın bakışlarını bana çevirdi. 


"Sanırım gitsem iyi olur." Attığı adımla dengesi bozulurken masadan aldığı destekle koca masayı sarsıyordu. 


"Senin bir doktora görünmen gerek." Hızla kolunun altına girdiğimde bakışlarını bana çevirdi. Yüzümüz birbirine yaklaştığında kendimi geri çektim ve onu yeniden kendi dengesi ile baş başa bırakıyordum. 


"Kahvaltı başka bir güne kaldı desene." Yüzündeki buruk gülümseme ile bıkkın bir gülüş yayıldı yüzümde. 


"O kadar inatçısın ki!" Gözlerimi devirdiğimde Defne konuşmaya dahil oluyordu. 


"Size hemen bir çorba yaparım, hiçbir şeyiniz kalmaz. Madem Nasya ile de arkadaşsınız, bırakın size şifalı tavuk suyu çorbamdan yapayım. Bir kâse içseniz hiçbir şeyiniz kalmaz.


"  Sesindeki heyecana bakarak hayretle açıldı gözlerim ve kaşlarım 'hayır' der gibi havalandı ama o bana bakmıyordu bile. Gözlerini hayran hayran Pars'ta gezdirirken adamı bütünüyle yiyecek gibi bakıyordu. 


"Hiç gerek yok, zahmet ver-" 


"Ama lütfen Pars Bey. Ne zahmeti, hemen hazır olur zaten. Vaktiniz vars-" 


"Defneciğim, senin çorbanla olacak iş mi? Bırakalım bir doktora görü-" 


"Aslında olur, Defne. Çorbanı içmeyi çok isterim."  Sırıtırken kara gözleri bana dönüyordu ve içindeki sinsi bakışlarla beni çileden çıkarmak için kabul ettiğini anlıyordum. 


"Pars Bey!" dedim 'beye' uyguladığım baskıyla. 


"Nasya Hanım?" Kaşları havalandığında baygın bakışlarına rağmen uyuzluğundan bir şey kaybetmediğini görüyordum. 


"Peki!" dedim dişlerimi sıkarak. "Salona geçin, biz çorbanızı hazırlar getiririz. Zaten hizmet etmek bizim görevimiz. Siz de iyi bir meblağ öderseniz hizmetimizin karşılığını alırı-" 


"Nasya!" Defne öfkeyle böldü beni. "Ne diyorsun Allah aşkına! Ne parası?" 


"Allah'ım sabır ver." Defne, benim Pars'la aramda geçen bu kinaye oyununu anlayamıyordu ve şu an ona bu durumu anlatacak mecalim de yoktu. 


"Ben o zaman salona geçeyim." Duvardan aldığı destekle çıktı mutfaktan. 


"Nasya!" Defne kolumu tutup beni kendine çektiğinde azarlarcasına fısıldadı. 


"O neydi öyle! Ne demek 'Parasını verirsin.' Allah aşkına ne oluyor sana?" 


"Of neyse ne! Yap çorbanı. Başımıza bela açacaksın ama haberin yok benim aptal arkadaşım!" 


"O ne demek be!" 


"Bir şey demek değil Defne. Evde tavuk yok, bekar evi burası. Çık kasaptan al da gel." Ondan bir cevap almaya bile tenezzül etmeden bıkkınlıkla çıktım mutfaktan.  


Salonda Efla ile gülümseyerek muhabbet eden Parsı gördüğümde mutfak kapısında öylece kalıyordum. Yüzündeki yorgun gülümseme ile Efla'nın korkularını dindirecek türden konuşmalar yaparak beni şaşırtıyordu. 


"Babanla ilgili artık tedirgin olmana gerek yok, Davut abin annenle çoktan iletişime geçmiştir. Bundan sonra bir şey olursa ona söylersiniz, bir şeye ihtiyacınız olursa da onu aramaktan çekinme anlaştık mı?" Yorgun ifadesi ile göz kırptığında Efla utanarak gülümsedi ve başını salladı. 


"Yani artık bizim yanımıza gelmeyecek öyle mi? Ama o uzak durmaz ki bizden." 


"Duracak, inan bana suretini bile unutacaksınız. Hem, sen söyle bakalım okuyor musun?" 


"Y-yok. Babam 'Okuyup başıma kötü kadın mı olacaksın!' der hep, okutmadı." 


Gözlerini kaçırırken Pars'ın gerginlikle şakakları titredi ama ses tonunu yumuşak tutarak konuştu yeniden. 


"Herkesin her söylediğini ciddiye almaman gerek Efla. Hayatın insanların söylemleri gölgesinde kalırsa ruhuna yer kalmaz. Sen okulunu okuyacaksın ve kendini kurtaracaksın." 


"Nasıl yani?" 


"Şöyle; okuyan kadınlar kötü kadın olmaz. Kötü kadınlık ya da kötü adamlık insanın ruhu ile alakalı bir durumdur. Kimi insanlar başka insanlara köle olmak için dünyaya gelir kimileri ise kendi imparatorluğunu kurmak için. Sen çok güçlü bir kızsın. Önünde güzel bir hayat var ve başarılı olmaya niyetliysen desteğim her zaman arkanda olur."  


"T-teşekkür ederim." 


"Rica ed-" 


"Nasya abla." Efla'nın bakışları beni bulduğunda Pars'ın şaşkın gözleri yüzümde dolandı. 


"Uyandın mı bebeğim?" Efla'ya doğru ilerleyip oturduğu tekli koltuğun koluna oturdum ve onu tutup göğsüme bastırdım. 


"Uyandım, Defne ablanın sesini duydum, burada mı?" 


"Mutfakta." Hızla kalktı yanımdan ve mutfağa doğru ilerlediğinde bakışlarım Pars'a dönüyordu. 


'Nasıl bir adamsın sen Pars Katipoğlu? Sapık pisliğin teki misin yoksa kabuklarının altında bir kalp taşıyan sıradan bir adam mısın?' 


"Bir şey mi oldu?" Ona uzun uzun bakmamdan rahatsız olmuşçasına gözlerini kaçırdı. 


"Hiç, bakıyorum." 


"Öyle uzun uzun bakma." Fısıltılı sesiyle konuştuğunda alayla kıvrıldı dudaklarım. 


"O nedenmiş be?" Yavaşça kayarak kendimi tekli koltuğa bıraktım. 


"İyi şeyler olmaz, ondan." 


"Ne?" 


"Bana diyorum, öyle uzun uzun baktığında içimden sana manyakça şeyler yapmak geliyor. Beden ve ruh sağlığın için gözlerini üzerimde gereğinden fazla tutma." 


Dalga mı geçiyor benimle? Sapık herif. Seninle uğraşmak eğlenceli olabilirdi fakat şu an seni kışkırtmak işime gelmez. Derdim flört değil derdim o sikik bilgisayarın. 


"Hala bakıyorsun." Kirpiklerinin altından bana dönen gözleri ile bıkkınlıkla kıkırdadım. 


"Bu nasıl bir libido Allah aşkına ya?" Ne dedim ben! 


"Ne!" 


"Ne?" Anlamazlıktan gelerek oturduğum koltuktan kalktığımda gülerek bana bakıyordu. 


"Bana çekiliyorsun Nasya. En az benim seni istediğim kadar istiyorsun beni." 


"Başlama yine." Beklemeden yatak odasına doğru dönerek hızla salondan ayrılıyordum. Yatak odasının kapısını kapatarak sırtımı kapıya yasladım. 


'Nasya ne yapıyorsun?' 


"Bilmiyorum." Yine kendi kendime konuşmaya başladığımı anladığımda beklemeden dün gece çıkardığım kıyafetlerin ceplerini yoklamak için kirli sepetine yöneldim. 


Ama yok... Cepleri bomboş bir pantolon dışında hiçbir şey yoktu... 


"Bu kadar aptal olabilir misin gerçekten Nasya? Resmen kaybettin ya!" Kendime kızarken aniden gelen yerle USB'nin yerini hatırlamış oldum. 


"Tabi ya..." Hızla yatak odasına döndüğümde komodinin çekmecesini açtım. USB, öylece siyah saten mendilin üzerinde duruyordu. Gözlerim mendilde gezindiğinde içimdeki o rahatsızlık hissi yeniden yerini alıyordu. 


'O iyi bir adam.' 


"Kes be! Nereden biliyorsun? O sadece bir sapık." 


"Peki Efla?' 


"Kim olsa aynını yapardı." 


'Hassiktir oradan!' 


"Sen siktir!"  


İçsesimle kavgamı bitirdiğimde USB'yi çekip aldığım çekmeceyi hızla kapattım ve parmaklarımın arasında tuttuğum USB'yi sutyenime sıkıştırarak çıktım yatak odasından. 


Pars öylece çekyatta oturmuş, önüne çektiği orta sehpa ile bilgisayarı karıştırıyor gibiydi. Karıştırmak biraz saçma bir terim olur, sonuçta o onun bilgisayarı. 


Bakışları ekranda gezinirken klavyede bir şeyler yazıyor gibiydi. Yavaşça karşısındaki koltuğa oturduğumda derin bir nefes çektim içime. Resmen burnumun ucunda duruyordu.


 Özgürlüğümle aramdaki tek engel, o lanet bilgisayardı. Daldığım düşüncelerimle Pars'ın bana baktığını anlamam uzun sürmüştü. 


"Bir şey mi oldu?" dedi gözlerini kısarak. 


"Hastasın, bıraksana. Uzan dinlen biraz." Gülümsedi ama bakışları gözlerimden bir saniye bile ayrılmadan öylece bana bakmaya devam etti. 


"Ne var?" dedim sataşırcasına. 


"Hiç, bakıyorum." Yumuşak sesiyle fısıldarken ceketinin iç cebindeki telefon ansızın çalıyordu. Cebinden çıkarttığı telefonla yavaşça ayaklandı ve bakışları bana döndü. 


"Konuşabileceğim bir yer var mı?" dedi bakışları yüzümde gezinirken. 


"T-tabi. Yatak odasına geçebilirsin." Hadi git ve beni bilgisayarla baş başa bırak. 


"Peki." Attığı ağır adımlarla dengesini toplayarak çalan telefonu ile beraber yatak odasına doğru ilerledi. 


Gözden kaybolduğunda titreyen ellerimle sutyenimin içinden çıkarttım USB'yi. Bakışlarım tedirginlikle yatak odasının kapsısında gezindiğinde telefon açtığını duyuyordum Hızla bilgisayarın başına geçtim ve USB'yi giriş yerine denk getirmek için evirip çevirdim. İlkinde girmedi ve ters çevirdiğimde gireceğini anlıyordum. 


Durdum. "Ne yapıyorum ben, yap şunu!" 


"Siktir." Hızla USB'yi bilgisayara taktığımda beklemeden kalktım başından. Yatak odasına doğru attığım birkaç adımla Pars'ın sesini duyuyordum. 


"Annesi mi?" dedi meraklı sesiyle.


"Emin misin? Neden bırakılmış yurda peki?" Fısıltılı sesi ile durdum kapının diğer tarafında.


 "Nasya bunu şimdilik bilmeyecek. Kadınla birebir görüşmek istiyorum." Duyduğum sözlerle olduğum yerde kalıyordum. B-benim annemden mi bahsediyordu? 


Annemi mi bulmuştu? Benim annemi! Benim annem hala hayatta mıydı ve Pars onu bulmuş muydu? 


Annemi bulmuştu. 


♟ 


PARS 


"Sen sana söylediğimi yap. Kadını güvenli bir yere alın ve beni bekleyin. Şu anda Nasya'nın yanındayım, çıkışta geleceğim." 


"Nasıl isterseniz Pars Bey." Kapattığım telefonla yorgun bir nefes aldım ve yönümü salona döndüm. 


"Siktir! Bilgisayar! Aklım nerede lan benim? Bu kadar erken olmaz." Bana güvenebileceğini gösteremeden onu o bilgisayarla baş başa bırakamam.  


Beklemeden hızla salona döndüğümde gözlerim koltukta oturan Nasya'ya döndü. 


Rengi atmış bir şekilde öylece çökmüş, gözleri yerdeki halıda kilitlenmiş, geldiğimi bile fark etmiyor gibiydi. 


Bakışlarım bilgisayara döndüğünde tedirginlikle gözlerimi yeniden Nasya'ya çevirdim.


"Nasya?" Seslenişim kulaklarına ulaştığında varlığımı fark ediyordu. Cam gibi parlayan gözleri bana döndüğünde yüzünde sıcak bir gülümseme oluşurken başını sallayarak cevap verdi. 


"E-efendim?" Sesi titrerken burnunun ucu kızarıyordu. Ağlamak üzere olduğunu fark ettiğimde alnım kırıştı. 


Sebebini düşünmeye çalışıyordum, hızlı bir şekilde bütün olasılıkları elemeye başladım kafamda. Her birini teker teker eledim. Tek bir seçeneğin üzerinde takılı kaldığımda bıkkın bir nefes vererek ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. 


"Beni mi dinledin?" dedim yılgın bir sesle. Bakışları halıya döndüğünde sağ gözünden bir damla yaş akıyordu. 


'Siktir.' 


Beklemeden ona doğru ilerledim. Tekli koltuğun önüne yavaşça eğildiğimde dizlerimin üzerine yere çöküyordum. Ellerimi diz kapaklarına yasladığımda kırgın bedenimle ondan güç alarak yere eğdiği yüzüne bakabilmek başımı eğdim. 


"Neden dinledin ki güzelim? Böyle olmamalıydı." 


Çenesini tutup yavaşça kendime çevirdim, titreyen dudakları ve buğulu gözleriyle bana tıpkı korkan bir kız çocuğu gibi bakıyordu. Öğrendiği şey onu savunmasız bırakmış gibiydi. 


"Neden?" dedi titrek bir fısıltıyla. 


"Ne neden Nasya?" Baş parmağımla usulca tuttuğum çenesini okşarken gözlerinden peşi sıra sessiz yaşlar aktı. 


"Annemi neden buldun? Bunu neden yapmak istedin ki?" Kaşları anlamsızca kıpırdandığında uzanıp yanaklarındaki yaşlarını yavaşça sildim. 


"Üzülmen için değildi." Yüzünü ellerimden geri çektiğinde sırtını koltukta geri verdi. 


"Bu bir oyun değil, bu şaka değil, bu benim hayatım hatta bu benim hayatımın gizemi ve sen öylece elinle koymuş gibi..." 


Sustu. Kelimeler boğazını zorluyor gibiydi. Konuşmak isterken ağlamaklı bir düğüm boğazında takılmış gibiydi. 


"Nasya." Benden kaçırdığı yüzünü çenesinden tutarak yeniden kendime çevirdim. 


"Ben şaka yapmıyorum, bu olayı öyle küçümsediğim de söylenemez. Sana söyledim. 'Bundan sonra yalnız olmayacaksın. Ben her zaman yanındayım.' dedim güzelim. Kaybettiğin her şeyi avuçlarına koymak istiyorum. Tek sebebi buydu, hakkın olan her şeyi önüne sermek istiyorum." 


"Ama neden?"  Sesindeki çaresiz titreklik beni sarmaladığında yüzümde buruk bir gülümseme oluşuyordu. Nedenini ben bile bilmiyorken ona nasıl bir cevap verebilirdim ki? 


"Çünkü mutlu olmanı istiyorum. Yeterli değil mi?"  


"Senin gibi insanlar karşılıksız iyilik yapmaz ki. Karşılığında ne isteyeceksin benden? Yatağına girmemi mi? Anlaşmayı kabul etmemi mi?" Sorduğu sorudan ne kadar korktuğunu anlıyordum. 


Bütün bunları onunla beraber olma karşılığı yapabileceğimi düşünecek kadar güvensizdi bana karşı. "Saçmalama." 


Sert bir çıkış yaptığımda Mutfaktan çıkan Defne ile ikimizin de bakışları o tarafa döndüğünde arkadaşı Defne'nin daire kapısına doğru ilerlerken durup bize baktığını görüyordum. Gözleri Nasya'dan bana döndüğünde göz göze gelmemizle bakışlarını yere çevirerek hızla daire kapısından çıkıp gitti öylece. 


Yerden aldığım destekle ayağa kalktığımda arkamı dönerek bilgisayarı hızla kapatıp çantasına yerleştirdim. Etrafım deli gibi dönüyordu bedenim her an yere çökecek gibiydi ama umursamadım. Elime aldığım çanta ile yönümü Daire kapısına çevirdim ve bekledim. 


"Amacım seni üzmek değildi fakat anlaşılan üzdüm. Annen konusu, sen ne zaman tekrar bulmak istersen o zaman açılacak. Bana inan, sana hep dürüst oldum. O kadını görmeyeceğim ve ona senden bahsetmeyeceğim. Bana gelip 'Pars bana annemi getir.' diyene kadar bu böyle kalacak."


 Derin bir nefes aldım ve devam ettim. 


"Karşılığında sadece güvenini istiyorum güzelim, istediğim tek şey bana güvenmen. Seni istiyorum evet ama anneni buna alet edecek kadar iğrenç bir adam değilim Nasya, beni tanımıyorsun."  


Adımlarım ana kapıya doğru ilerlediğinde arkamdan sesleneceğini düşündüm. 'Pars Annemi getir.' diyeceğini düşündüm fakat öyle olmadı. Salonun sessizliği sürerken ben, açtığım daire kapısı ile çıktım evden. 


♟ 


NASYA 


Kapanan kapı ile hızla oturduğum koltuktan kalkıp yatak odasına yöneldim. Kendimi yatağın içine soktuğumda yorganı başıma kadar çektim. 


Bastırdığım ağlamamamı yüzümü yastığa gömerek acı bir çığlıkla salıveriyordum. Avazım çıktığı kadar bağırırken ciğerlerim sökülene kadar ağlıyordum. 


"Anne."  Söylediğim söz canımı daha fazla yakamazdı. Benim bir annem vardı ve Pars onu öylece bulmuştu. 


Benim annem, hayalini bile kurmaktan korktuğum kadın yaşıyordu öyle mi? Bunca sene içimde biriken bütün öfkemi nasıl bastırırdım. 


Nasıl 'Anne' derdim. Nasıl karşısına çıkardım ki, nasıl? Beni istemeyen bir kadınla nasıl karşı karşıya gelebilirdim? 


Pars! Canımı ne kadar yaktığın hakkında hiçbir fikrin yok! Allah'ın belası. Bu senin iğrenç oyunlarından biri değil. Bu gerçek. Bu benim hayatım. Bu benim sevilmeyişimin ete kemiğe bürünmüş hali. Bana bunu neden yaptın? Bunca sene sessiz sedasız kabullenmişken neden şimdi onu öylece ulaşabileceğim bir kapının ardına koydun? Lanet olsun neden? İşleri neden böyle siktiğimin çıkmazına sokuyorsun! 


"Abla?" Efla'nın fısıltılı sesi ile iyice gömüldüm yorganın altına. 


"Lütfen çık, kapıyı kapat ve git." Hıçkırıklarımın arasında konuşurken şu an sadece yalnız kalmak istediğimi biliyordum. Başka bir şey değil sadece yalnızlık istiyorum. 


"Abla ne oldu?" 


"Efla çık dedim." 


"Abla korkutma beni, ne olu-" Yorganı kafamdan hızla çektiğimde avazım çıktığı kadar bağırdım. 


"Efla, çık dedim! Siktiğimin odasından çık ve kapıyı kapat! Yalnızlık istiyorum, biraz kendi başıma kalmak istiyorum, mümkün mü?!" Gözleri dolarken kalbi kırık bir şekilde beklemeden çıktı odadan ve kapıyı aceleyle üzerime kapattı. 


"Lanet olsun!" Bıkkınlıkla kendimi yatağa geri verdiğimde gözlerim tavana dönüyordu. Şakaklarıma doğru akan sıcak yaşlar ile öylece sessizce ağlıyordum. 


Gözlerimin önü bulanıklaşıyor görüşüm bozuluyor ve ben her bir yaşa bir diğerini katıyordum. 


Göğüs kafesimin içinde bir ağırlık öylece oturmuş, kalkmaya niyeti yok gibiydi. Fiziksek olarak hiçbir darbe almamama rağmen canımın acısı hiçbir acıyla denk değil gibiydi. 


Nefes alıyordum ama nefesim ciğerlerime yetmiyormuş gibiydi. Ben çabalıyordum ama sanki bedenim panik alarmı vermişti. 


Burada böylece kalmak ve ömrümün son gününe kadar bu yataktan çıkmak istemiyordum. Beni burada unutsalar ne güzel olurdu. Varlığımı unutsalar, beni unutsalar, ben kendimi unutsam...


Loading...
0%