Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Bölüm 6/ Rüyanda Mı Gördün ?

@nurdogru26

Bölüm 6/ Rüyanda mı gördün ?


Korku... Şüphesiz her insanın içinde olan yegâne duygu. Ölümden, kaçtıklarımızla yüzleşmekten, sormaya cesaret dahi edemediklerimizden, hatırlamaya bile dayanamadığımızdan, içimize attıklarımızdan kaçındığımız korku silsilesi...

Gözümüzü açarak başladığımız her yeni gün, bazen içimizdeki görmezden geldiğimiz korkuyla bizi baş başa bırakırken bazen de bastırdıklarımızla ilgili yeni sorular sormaya dair cesaret uyandırma ihtimali taşıyordu. Bazılarımız o farkındalığa erişmiş bazılarımız ise henüz o sabaha uyanmamıştık.

Kimilerinin en başa dönmesine neden oluyordu kimilerinin de aşınca daha güçlü atlattığı bir engel olarak anlamını yitiriyordu.

Bastırılan, sormaya korkulan, hayali dahi kurulamayan duyguların kıvılcımı bugün yanacaktı. Bir yıkım ve soru işaretleri beraberinde gelecekti.

Artık bu hikâyede kimse için hayat sıradan değildi. Yeni bir düzene evrilen yeni hayatlarının yeni sabahlarına uyanıyorlardı.


♟♟♟

Gözlerini köpükleri çoktan sönmüş ve suyu buz gibi olmuş küvetin içinde açan Pars Katipoğlu, uyuyakaldığı küvetin içinde huzursuzca kıpırdandı. Suyun içinde derin bir uykuya dalmış ve bütün geceyi öylece burada geçirmişti.

Boynu tutulmuş, parmak uçları büzüşmüş, kemikleri soğuğun etkisiyle sızlıyordu. Yavaşça doğruldu mermer küvetin içerisinde.

Küvetin kenarlarına yasladığı iri ellerinin desteği ile ayağa kalktı, beklemeden soğuk suyun içinden çıktı, askıda kendi için ayrılan lacivert bornozu üzerine geçirdi. Bornozun ipini üşümesini kesmek için sıkıca bağladığında banyo kapısını açarak sessiz evin içine bir adım attı.

"Deniz."

Seslenişi karşılıksız kalırken kırgın bedeni ile halsiz birkaç adım daha atarak salona doğru ilerledi. Güneş, büyük camlardan çeriye giriyor ve salonu olabildiğine aydınlatıyordu.

Kahverengi tonlarının hâkim olduğu süet koltuklar ve bahçe kapısının hemen önüne yerleştirilmiş iki kişilik yemek masası geniş salonu dolduruyordu.

Pars'ın ıslak adımları salonun ortasında durdu. Deniz masada uyuyakalmıştı. Yaktığı mumlar gece boyu yanarak bitmiş ve beyaz örtüyü eriyerek kirletmişti. Mezelerin üzerinde sinekler uçuşurken buz kasesi su ile doluydu.

Pars, yılgın bir nefes eşliğinde beklemeden yatak odasına doğru ilerledi ve yönünü solunda kalan giyinme odasına çevirdi.

Bedeni inanılmaz ağrıyor, aynı pozisyonla geçirdiği saatler yüzünden boynu kasılıyordu ama ağrılarına odaklanmadığı için henüz tam olarak farkında değildi.

Yükselen ateşini ve sürekli engellediği öksürüğünü de görmezden gelmeye çalışarak dik durmaya çalışıyordu.

Önünde durdurduğu iç çamaşırı çekmecesini açtı ve siyah bir boxer seçti.

Askıdaki beyaz gömleklerden birini hızla çektiğinde üzerindeki bornozun ipini açarak omuzlarından düşürdü.

Omuzlarından geçirdiği gömleğin düğmelerini iliklerken gözleri sol çaprazındaki boy aynasına döndü ve çökmüş göz altlarında gezindirdi bakışlarını.

Yorgun bir gece geçirmiş ve dinlenememiş olmanın sonucu olarak görüyordu bu durumu. İlerleyip özel dikim siyah kumaş pantolon ve ceketi üzerine geçirdiğinde yönünü kravatlığa çevirdi.

İçlerinden koyu gri olan kravatı çekip aldığında beklemeden hızla bağladı boynuna. Yatak odasına döndüğünde yatağın üzerindeki telefonu ve kol saatini aldıktan sonra yatağın ayak ucunda duran ayakkabılarını hızla geçirdi ayağına.

Salona geri döndüğünde gözleri bir kez bile Deniz'e dönmeden hızla çıktı ana kapıdan. Kapının önündeki korumalar içeriden çıkan Pars Katipoğlu ile hazırda bekleyen araçlarına doğru hareketleniyordu.

"Anahtarınız efendim." Korumalardan biri Pars'a doğru koşup siyah Porsche'sinin anahtarını verdiğinde hızla çekip aldı elinden.

Bastıramadığı öksürüğünün ardından göğsünde hissettiği acıya aldırış etmeden kapının önündeki korumaların yanından geçip aracına doğru ilerledi.

Arabaya bindiği gibi içerideki klimayı çalıştırmış ve üşüme iç güdüsünü bastırmaya çalışmıştı. Acilen doktora görünmesi gerekiyordu ama Pars Katipoğlu bunun geçici bir durum olacağından emindi.

Bedenindeki kırgınlık ile alnının tam ortasına saplanan baş ağrısı sinirlerini geriyordu. Farkında değildi ama ateşi daha da yükselmeye başlamıştı bile.

Gaza yüklendiğinde önünde uzanan düz yolda ardındaki korumalarla berber ilerledi. Arabanın ekranına dokunduğunda Davut'un adına tıkladı ve aracın içi çalan telefonun sesiyle doldu.

"Efendim, günaydın." Davut'un sesi daha ilk çalışta aracın içinde duyulduğunda Pars, sızlayan boğazını yutkunarak yumuşattı ve konuştu.

"Melikşah'ın yerini öğrenebildiniz mi?" Direksiyon ellerinin arasında kayarken gözlerinin önü bulanıklaşıyordu.

"Öğrendik Pars Bey, izlemedeyiz. Çocuklar, bugün evinin içine böcekler yerleştirecek. Kendini güvende sanıyor zavallı ama büyük yanılıyor."

Davut'un sesindeki nefret Pars'ın yüzünde karanlık bir dudak kıvırma ile karşılık bulduğunda bozulan görüşünü göz çukurlarına bastırdığı parmakları ile netleştirdi.

"Onu en güvende hissettiği anda öldüreceğim. Kendinden emin olduğu ve sırtını sağlama aldığı ilk anda sırtından deşeceğim."

Öfkeli hırıltı ile süren konuşmasını ara verdi. Gözleri, karşısında onu bekleyen kırmızı ışıkta gezindi. Frene hafifçe dokunduğunda yavaşlayan araç ile yeniden konuştu.

"Bir şey daha var. Dün gece sana bir mesaj gönderdim aldın mı?" Pars'ın meraklı sesi Davut'tan olumlu bir cevap alıyordu.

"Araştırıyorum Pars Bey. Yurt yönetimi değişmiş. Doksanların sonlarında kadın bir müdür varmış fakat işinden menedilmiş. Ona ulaşmak üzereyiz belki o şekilde size istediğiniz kişiyi bulabiliriz. Şu an öne aldığım iş bu, merak etmeyin efendim."

"Beklemekten hoşlanmıyorum. Elini çabuk tut."

"Emredersiniz Pars Bey."

"Babam saldırıyı duydu mu?" Sesindeki rahatsızlık, Adil Katipoğlu ile uğraşmak istememesinden kaynaklanıyordu.

"Duymuş efendim, Selim haber vermiş."

"Siktiğimin Selim'i! Onunla bire bir konuşmam gerekiyor artık." Yanan kırmızı ışıkla avuçlarının arasında sıktığı direksiyonu sertçe bir u dönüşü ile çevirdi yan yola.

"Kötülüğünüzü istemez Pars Bey, Selimi tanırım. Sadece ağzında laf durmuyor." Davut'un arkadaşını korumak için yaptığı konuşma Pars'tan alaylı bir sırıtış alıyordu.

"Kötülüğümü istemez, eminim." Konuyu ansızın kapatarak ekrana uzanıp konuşmayı sonlandırıyordu.

Aracın içi yeniden sessizliğe gömülürken Pars, arkasından gelen koruma araçları ile arka mahallelere doğru ilerliyordu.

Giderek gecekondulara açılan ara sokaklar ve önünden geçtiği eski yapılar ile henüz açılmış bir fırının önünden hızla geçtiğinde ani bir frenle durdu ve aracı geriye doğru sürdü. Fırının önünde durduğunda beklemeden indi arabadan. Peşi sıra inen korumalar ile mütevazı fırının kapılarından geçip içeriye ilerledi.

Genzine dolan taze simit kokuları ile yüzünde sıcak bir gülümseme yayılıyordu. Tezgâha doğru ilerlediğinde tek başına fırından açmaları çıkaran yaşlı adama çevirdi gözlerini.

"Kolay gelsin."

Çatallı sesi mekânda dolandığında onu fark eden adam gülümseyerek ellerinin arasındaki sıcak tepsiyle birlikte tezgâha yaklaştı. Soğuk mermerin üzerine bırakılan sıcak tepsiden çıkan buharları izleyen bakışları karşısındaki adama döndü. Onun gibi bir adamı fırınında daha önce hiç görmemişti ve şaşkınlıkla konuştu.

"Ne veriyim beyime? Açmalarım taze çıktı, simitim de çıkalı kırk beş dakika oluyor?" Gözlerinin içi gülerken Pars'a bakıyordu.

Muhtemelen Pars Katipoğlu'nun bu zamana kadar gördüğü en samimi adamlardan biriydi ve yüzündeki sıcak gülümseme onu da gülümsetti.

"Bilemiyorum, yani size bırakıyorum." Gözlerinin içi parlarken böyle bir diyaloğa girdiği alt sınıftan ilk insandı. Yaşadığı her şey onda garip hisler uyandırıyordu. Adam beklemeden açtığı kese kağıdına sıcak açmaları ve poğaçaları doldurmaya başladı.

"Kaç kişisiniz küçük bey?" Bakışları Pars'a döndü.

"Anlamadım?" Şaşkınlıkla adama bakıyordu.

"Peynir atacağım içine, peynir güzel gider sabah sabah, kaç kişiniz ona gör-"

"Üç." dedi bastıramadığı sırıtışı ile.

"Tamamdır." Adam, poşetin içine altı tane peynir bıraktığında poşeti Pars Katipoğlu'na doğru uzattı.

"Buyur Oğlum, elli lira versen yeter, siftah senden olsun."

Gülümseyerek uzattığı poşet Pars tarafından alındığında arkasında bekleyen korumaya uzatılıyordu. Elini cebine atan Katipoğlu cüzdanının olmadığını anladığında yüzündeki gülüş silindi.

Aceleyle diğer cebini de yokladığında cüzdanı Deniz'de bıraktığını anlıyordu. Hayatında hiç böyle bir durma düşmemiş olmanın verdiği afallama ile bakışlarını adama çevirdi.

"Olur öyle beyim, geçerken bırakırsın."

Gülümseyen adam Pars'ı gösterdiği hoş görü ile utandırırken bakışları arkasındaki korumasına döndü. Ondan isteyemezdi, Pars birinden bu zamana kadar para istemiş bir adam değildi ama birine borçlu olmak da garip hissettirmişti.

"Havale edebilirim." Telefonunu iç cebinden çıkardığında adam gülümseyerek konuştu.

"Ben bankalarla çalışmam evlat, sen sıkma canını. Yolun düşerse geçerken bırakırsın düşmezse de helali hoş olsun." Pars çıkarttığı telefonu yeniden cebine sokuşturduğunda mahcup bir gülümseme ile başını salladı.

"O zaman bana müsaade, en kısa zamanda yeniden görüşmek üzere."

Beklemeden çıktığı fırından korumalar eşliğinde aracına doğru ilerledi. Arkasından gelen korumanın elinden aldığı şeffaf poşetle arabaya binerek beklemeden çalıştırdı motoru.

Elindeki poşeti yan koltuğa koyduğunda aracın içi sıcak gevrek kokusu ile doluyordu. Yüzündeki gülümsemeye hâkim olamayan Pars, aracı Nasya'nın sokağına doğru sürdü.


NASYA

Boynuma atılan elle gözlerimi yamalı tavana araladım. Efla'nın beni sararan elini gördüğümde yüzümde yayılan gülümseme ile bakışlarımı ona çevirdim.

Kaşındaki dikiş ve dudağının kenarındaki yara bandı ile masumca uyuyordu. Üzerindeki yorganı bacaklarının arasına sıkıştırmış öylece derin uykuda dolanıyordu.

Evin sıcaklığı uzun zaman sonra beni üşütmeyen bir sabaha uyandırırken geceden yaktığım eski petekler de üzerimizdeki yorganı tekmeleme isteği oluşturmuştu ikimizde de. Boynumdaki kolu yavaşça geri çektiğimde yataktan sessizce kalktım ve yatak odasından çıktım.

Adımlarım mutfağa döndüğünde kapımın önündeki fısıltılara takıldı kulağım. Duyduğum ses zihnime tanıdık gelirken bir süre bekledim mutfak kapısının önünde. Sesler kesildiğinde kapı usulca tıklatıldı. Alnım kırışırken adımlarım sessizce daire kapıma doğru ilerledi.

Dürbüne yetişmek için parmak uçlarıma yüklendiğimde Pars'ın silueti gözlerimin önüne sunuluyordu. Havalandığım parmaklarımın üzerinden yeniden indiğimde kafa karışıklığı ile uzanıp kapı kulpunu çevirdim.

Öylece karşımda duruyordu, kırışıksız takımı ve elinde tuttuğu poşetle beraber.

"Kahvaltı?" Elindeki poşeti bana doğru uzattığında gözlerim içerisinde açma olduğunu görebildiğim poşette gezindi.

"Sabah sabah rüyanda mı gördün beni?" Bakışlarımız birbirini bulduğunda yılgın bir nefes verdi burnundan.

"Seni hatırlamak için uyumama gerek yok, her an benimlesin. Girebilir miyim?" İçeriyi göstererek sakin bir tonlama ile konuşuyordu.

"Pars Bey, bilgisayarınız." Arkasındaki koruma ona doğru uzattığı laptop çantası ile geri çekiliyordu. Gözlerim Gri çantada gezindiğinde gerginlikle yutkundum.

Bu, o an olabilirdi; bugün, her şeyi bitireceğim o gün olabilirdi.

"Girebilir miyim?" diye yineledi sorusunu diğer eline henüz aldığı laptop çantası ile. Dikkatimi toparlayarak bakışlarımı yüzüne çevirdim ve çantaya bu kadar yakın olmanın heyecanını bastırarak iğneleyici bir tonda konuştum.

"Hayır desem ne değişecek?" Geri çekilip ona yolu açıyordum. Beklemeden içeri girdiğinde peşindeki korumaların yüzüne kapattım kapıyı.

Demek bilgisayar ve ben baş başaydık he? Herhangi bir koruma başında beklemiyordu. Belli ki Melikşah biraz abartmıştı, bu iş düşündüğümden daha kolay olacaktı.

Yüzümdeki sinsi gülümseme ile kapattığım kapıdan çevirdiğim gözlerimi Pars'a diktim. Düne göre daha yorgun ve sakin görünüyordu, Göz altları çökmüş ve elmacık kemikleri hafifçe kızarıktı.

"Nasıl oldun?" Kendini, bedeninin ağırlığı ile gıcırdayan çekyata bıraktığında beklemeden ona doğru ilerledim ve karşısındaki tekli koltuğa oturdum.

Gözlerim orta sehpanın üzerine bıraktığı çantada gezindiğinde üstün körü bir cevap veriyordum.

"Daha iyiyim." Bir yandan da USB'yi nereye koyduğumu hatırlamaya çalışıyordum. Dün gece o yorgunlukla nereye bırakmıştım acaba?

"Kız nasıl? Dün çok korkmuş görünüyordu."

"Burhan nasıl? Dün baya hırpalanmış görünüyordu?" Sesimdeki tonlama ondan sinirli bir bakış kazanırken hızla cevap verdi.

"Durumunu bilmiyorum, yaşarsa öğreniriz nasıl bir gece geçirdiğini."

Elini boynuna attığında ensesini sertçe ovuşturduğunu görebiliyordum. Rahatsız bir ifade ile yüzünü kastığında gözleri sıkıca kapandı.

"Burhan'ın gecesini bilmem ama seninki pek verimli değilmiş." Dudaklarımın arasında mırıldandığımda sıkıca yumulmuş kara gözler bana doğru aralandı.

"Tahmin bile edemezsin, yorucu bir geceydi." Yüzünde yayılan karanlık gülüşle neyi ima ettiğini anlıyordum.

"İğrençsin gerçekten."

Hızla kalktım oturduğum koltuktan ve beklemeden mutfağa doğru ilerledim. Nedenini bilmediğim bir şekilde, bana dün gecesinin hareketli geçtiğine dair yaptığı iması sinirime dokunmuştu.

Bir adam nasıl böyle iğrenç olup bundan bir an olsun rahatsızlık hissetmez, cidden aklım almıyor. Uzanıp ocağın üzerindeki çaydanlığı aldığımda çeşmeyi açarak su doldurmaya başladım.

"Yardıma ihtiyacın var mı?" Arkamdan duyduğum sesle olduğum yerde irkiliyordum.

Başımı omuzumun üzerinden geriye çevirdiğimde mutfak kapısından içeriye elindeki poşetle girdiğini görüyordum.

"Sen ve yardım?" Alaylı sesimle konuştuğum sırada yanımda durup elindeki poşeti tezgâhın üzerine bıraktı.

"Seni şaşırtabilirim." Çatallı sesi ile öksürmeye başladığında bakışlarım kapattığım musluktan yüzüne döndü.

"İyi misin sen?" Alnım kırışırken yanaklarının al al olduğunu görebiliyordum. Alnı boncuk boncuk terlerken baygın bakan gözleri ile başını usulca salladı.

"Sorun yok, tabaklar nerede?" Gözleri mutfak dolaplarına döndüğünde elleriyle tezgâhtan destek aldı. Başı dönüyor gibi bir hali vardı ve bunu umursamıyor oluşu garip gelmişti.

"İyi gözükmüyorsun. Beddualarım mı tuttu anlamadım ki?" Uzanıp elimin tersini alnına bastırdığımda elim hissettiğim sıcaklıkla cayır cayır yandı.

"E sen yanıyorsun! Ateşin çıkmış." İndirdiğim elimde gezinen gözleri ile yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluşuyordu.

"Sana bu kadar yakın olduğum içindir." Ağzının içinde mırıldandığı cümleyle birlikte gözlerimi devirerek üst mutfak dolabını açıp önüne iki büyük tabak bıraktım.

"Şu hâlde bile? Pes gerçekten." Bıkkınlıkla elimdeki çaydanlığı arkasından dolanarak solunda kalan ocağın üzerine bıraktığımda poşetleri yavaş yavaş açıp aldığı mamulleri yerleştirmeye başladı.

"Biliyor musun? Cüzdanımı evde bıraktığım için bunları borçlanarak aldım." Altını yaktığım ocakla bakışlarım yüzüne döndü. Suratındaki şaşkın ifade ile tebessüm ederken simitlere melül melül bakıyordu.

"Sen gerçekten iyi değilsin." Fısıltılı sesimle gözleri bana dönüyordu, kara harelerin etrafı kızarmaya başlamışken dengesi kayboluyor gibiydi ama ona rağmen üzerime doğru geniş bir adım atıp tam dibimde durdu.

Kolunu usulca belime dolarken beni tutup ateş gibi yanan bedenine yasladı fakat her an düşecek gibi sağ eliyle hala tezgâhtan destek alıyordu.

"İyi değilim ama iyileşebilmem senin ellerinde Nasya." Yüzünü bana doğru yaklaştırdığında teninin sıcağı beni ısıtmaya yetiyordu.

"Pars, lütfen." Kendimi geri çekmek için ellerimi koluna atıp göğsünden geri ittirdim.

"Çıkmıyorsun aklımdan." Burnunu usulca yanağımda gezdirirken fısıltıyla mırıldandı.

"Neden çıkmıyorsun aklımdan? Söylesene..." Dengesini kaybederek sendelediğinde onu kollarından tuttum.

"İ-iyi misin?" Geri çekildiğimde gözlerini sıkıca yumarak zar zor yutkundu ve başını salladı.

"Biraz üşüyorum ama sorun yok." Suratındaki şaşkın ifade ile onu geriye doğru ittirerek mutfak masasının sandalyesine oturttum.

"Sen gerçekten kötü gözüküyorsun. Belki de adamlara haber versem iyi olaca-" Kapı çalmaya başladığında bakışlarım salona dönüyordu.

"Bekle beni burada." Hızla yanından ayrılıp salona çıktığımda ilerleyip ana kapıyı hızla açtım.

"Kafam balon gibi Nasya." Defne beni ittirerek içeri girdiğinde şaşkınlıkla kapıdaki korumalara baka kalıyordum.

"Kim bunlar Allah aşkına?" Eliyle kapıdaki korumaları göstererek kendini çekyata bıraktığında kapıyı kapatarak ona doğru ilerledim.

"Defneciğim, sabah sabah ne bu enerji?" Kinayeli sesimle Defne'ye laf yetiştirirken bakışlarım mutfağa dönüyordu, Pars'ı görürse ne olurdu bilmiyorum. Sare'yi biliyordu ve muhtemelen Pars'ı da tanıyordur.

"Ne enerjisi Nasya, önümü göremiyorum. Evde duramadım attım kendimi buraya valla."

"O kadar içmeseydin sen de." Hızla ona doğru ilerlediğimde bakışları yüzümde gezindi.

"Dudağına ne oldu be?" Şaşkınlıkla kırıştı alnı.

"Kaza." dedim yanına oturduğumda.

"Dikiş mi attırdın?" Parmağını dudağıma doğru kaldırdığında refleksle kendimi geri çektim.

"Yapmasan mı acaba? Canım acıyabilir." Sinirlerim gerildiğinde bıkkınlıkla çekyatta kendini kaydırdı ve uzandı.

"Dün gece gelmediğin için pişman olmalısın. Harika bir geceydi. Tamı tamına on beş bin lira hesap ödedim, çılgınlar gibi eğlendik." Kıkırdayarak bakışlarını tavana çevirdi.

"Ya eminim, pişman olmak... Tabi ya..." Bıkkınlıkla kendimi geri verdiğimde aklıma ansızın unuttuğum Pars geliyordu. Hızla dikeldim ve kalktım çekyattan.

"Ne oluyor be?" Ani kalkışım Defne'den şaşkın bir tepki aldığında geçiştirircesine "Yok bir şey, çay suyu koymuştum ona bakacağım." Dedim.

Beklemeden mutfağa yöneldiğimde Pars'ı başını masaya dayamış öylece uyurken buluyordum. Sanki derin bir uykudaydı ve yorgun bir ifade ile derin soluklar alarak uyuyordu.

Ona doğru ilerlediğimde yanında durdum ve hafifçe üzerine eğildim. Kirpikleri kara gözlerini özenle örtmüş, yanaklarındaki kızarıklık yayılmış ve alnındaki boncuk boncuk terlerle masum bir erkek çocuğu gibi uyuyordu.

Ellerim omuzuna doğru kalktığında onu hafifçe sarstım. "Pars." Fısıltılı sesimle uyanmasını bekledim ama çıt çıkmıyordu.

O kadar derin uyuyordu ki bıkkınlıkla gözlerimi devirdim. "Şaka yapıyorsun her halde? Uyansana!" Çaresiz fısıltım ile mırıldanırken arkamda duyduğum sesle irkilerek dikeldim.

"N-nasya?" Defne'nin şaşkın sesi ile bakışlarım ona döndü.

"Bir bu eksikti cidden. Çok güzel!" Yılgınlıkla geriye çekilip kalçamı tezgâha dayadım. Artık olan olmuştu.

"O..." Attığı küçük adımlarla neredeyse parmak uçlarında masada öylece uyuyan Pars'a doğru yaklaştı.

"P-pars Katipoğlu." dedi inanamaz bir ifade ile. Gözleri şaşkınlıkla Pars'ın üzerinde gezindiğinde çaresiz bir nefes çektim içime.

"Nasya, O'nun burada ne işi var?" Sesinde fark ettiğim hayranlıkla alnım kırıştı ve onun benden kaçırdığı gözleriyle hayranlıkla Pars'ı süzdüğünü görebiliyordum. Son bir adım daha attığında yüzünü yavaşça yüzüne yaklaştırdı ve içi gidercesine fısıldadı.

"Gerçekte çok daha yakışıklıymışsın."

"Defne!" Öfkeli fısıltımı duymuyor gibiydi, burnunu hafifçe Pars'ın saçlarına çıkarttığında kokusunu yavaşça içine çekti.

"Oha ama!" Kolunu tutup geri çektiğimde transtan çıkmış gibi bana baktı. "Şampuanı çok iyi." Yüzündeki geniş sırıtışla beni çileden çıkarmak üzereydi.

"Kızım onun senin evinde ne işi var Allah aşkına, bir de uyuyor ya!" Küçük bir bebeğe bakar gibi bir şefkatle ve bir dilim pastaya bakar gibi bir iştahla onu süzerken yeniden konuştu.

"Nasya, bu adam kim biliyor musun?" Defne'yi kolundan tutup aceleyle çıkardım mutfaktan ve salona kadar sürükledim.

"Ay ne oluyor ya?" Bakışları hala mutfak tarafındayken yüzünü tutup kendime çevirdim.

"Dikkatini bana verebilir misin?" Dişlerimin arasından sinirle tısladım.

"Sare Katipoğlu'nun kocasının mutfak masanda ne işi var?" Gözleri şimdi bende kilitleniyordu.

"Anlatacağım ama önce sakin olman gerek." Onu elinden tutup çekyata oturttuğumda gözlerim tedirginlikle mutfağa dönüyordu.

"Dinliyorum." dedi kıstığı gözleri ve meraklı sesi ile.

"Bana ayarladığın iş var ya hani Sare'yi reddettiğim gün?"

"Tamam."

"O iş Pars'mış." Alnı kırışırken kafasının iyice karıştığını anlayabiliyordum.

"Adamı alıp eve mi getirdin?" dedi alayla kıkırdarken.

"He Defne! Aldım eve getirdim, bir alana bir bedavaydı." Kolunu sinirle sıktığımda buruşan yüzüyle kendini benden kaçırdı.

"Acıttın be!" Büzülen dudağı ile dudakları yeniden aralandı.

"Sen bana adam akıllı anlatsana, ülkenin en zengin ve yakışıklı adamının burada ne işi var? Yani cidden o adamın bu şehirde, böyle getto mahallelerin varlığından haberinin olduğunu bile sanmam."

"Beni istiyor." Uzatmamak adına verdiğim hızlı cevapla bastıramadığı bir kahkaha attı.

"Ne istiyor ne?" İnce sesi tizlikle salonda gezindiğinde bıkkınlıkla devirdim gözlerimi.

"Söyle dedin, söyledim işte. Salak mısın? Sessiz olsana biraz!" Azarlarcasına çıkan sesimle dudaklarını ısırarak alaylı bir kıkırtı daha bıraktı bana doğru.

"Nasya, güzel hikâye de sen asıl sebebi söylesene bana. Yani uzaylı istilası bile daha mantıklı gelebilir şu an ama mutfakta Pars Katipoğlu'nun uyuduğu gerçeğini benim algım kabul etmiyor."

"Anlatıyorum ya, geri zekâlı mısın sen? Adam benimle yatmak istiyor ve kabul etmediğim için de peşime düştü ruh hastası." Bıkkınlıkla sırtımı çekyatta geriye verdiğimde derin bir oflama ile o da geri yaslandı.

"Bak buna inanırsam akıl sağlığımdan şüphe etmem gerekir, anlıyor musun? Gerçek sebebini söyle işte ne ketumsun ya! Sen küçükken de böyleydin, hep bir gizemli haller!"

"Ya vallahi seni elimden kimse alamaz he! Anlat dedin kısaca söyledim sana! Daha ne uzatıyorsun!"

Hızla ayağa kalktığımda yönümü mutfağa çevirdim. Peşimden geldiğini duyuyordum ve beklemeden masada uyuyan Pars'a doğru ilerleyip sandalyesine sert bir tekme geçirdim.

"Kalk sende ya of!"

Bağırtım ve sarsıntıyla gözlerini zar zor aralayarak başını masadan geriye çekti. Gözleri beni bulduğunda uykulu bir nefes eşliğinde yavaşça ayağa kalktı.

Ne olup bittiğini anlamıyor gibiydi. Defne'ye olan sinirimi üzerine salmış olmam da cabası tabi.

"Nasya?" Defne'nin şaşkın sesiyle bakışlarım ona döndü ve kaşlarımı kaldırarak 'Ne var!' der gibi baktım.

"Ne yapıyorsun?" fısıltılı sesi ile bakışlarını dikkatini ona çeviren Pars'a döndürdü.

"Merhaba." Pars'ın yorgun sesi Defneye ulaştığında biricik arkadaşımın ağzı kulaklarına vardı. Heyecanla ona doğru gelip elini uzattı ve titrek sesiyle konuştu.

"M-merhaba." Pars uzanıp elini sıktığında şaşkın bakışlarını bana çevirdi.

"Sanırım gitsem iyi olur." Attığı adımla dengesi bozulurken masadan aldığı destekle koca masayı sarsıyordu.

"Senin bir doktora görünmen gerek." Hızla kolunun altına girdiğimde bakışlarını bana çevirdi. Yüzümüz birbirine yaklaştığında kendimi geri çektim ve onu yeniden kendi dengesi ile baş başa bırakıyordum.

"Kahvaltı başka bir güne kaldı desene." Yüzündeki buruk gülümseme ile bıkkın bir gülüş yayıldı yüzümde.

"O kadar inatçısın ki!" Gözlerimi devirdiğimde Defne konuşmaya dahil oluyordu.

"Size hemen bir çorba yaparım, hiçbir şeyiniz kalmaz. Madem Nasya ile de arkadaşsınız, bırakın size şifalı tavuk suyu çorbamdan yapayım. Bir kâse içseniz hiçbir şeyiniz kalmaz.

" Sesindeki heyecana bakarak hayretle açıldı gözlerim ve kaşlarım 'hayır' der gibi havalandı ama o bana bakmıyordu bile. Gözlerini hayran hayran Pars'ta gezdirirken adamı bütünüyle yiyecek gibi bakıyordu.

"Hiç gerek yok, zahmet ver-"

"Ama lütfen Pars Bey. Ne zahmeti, hemen hazır olur zaten. Vaktiniz vars-"

"Defneciğim, senin çorbanla olacak iş mi? Bırakalım bir doktora görü-"

"Aslında olur, Defne. Çorbanı içmeyi çok isterim." Sırıtırken kara gözleri bana dönüyordu ve içindeki sinsi bakışlarla beni çileden çıkarmak için kabul ettiğini anlıyordum.

"Pars Bey!" dedim 'beye' uyguladığım baskıyla.

"Nasya Hanım?" Kaşları havalandığında baygın bakışlarına rağmen uyuzluğundan bir şey kaybetmediğini görüyordum.

"Peki!" dedim dişlerimi sıkarak. "Salona geçin, biz çorbanızı hazırlar getiririz. Zaten hizmet etmek bizim görevimiz. Siz de iyi bir meblağ öderseniz hizmetimizin karşılığını alırı-"

"Nasya!" Defne öfkeyle böldü beni. "Ne diyorsun Allah aşkına! Ne parası?"

"Allah'ım sabır ver." Defne, benim Pars'la aramda geçen bu kinaye oyununu anlayamıyordu ve şu an ona bu durumu anlatacak mecalim de yoktu.

"Ben o zaman salona geçeyim." Duvardan aldığı destekle çıktı mutfaktan.

"Nasya!" Defne kolumu tutup beni kendine çektiğinde azarlarcasına fısıldadı.

"O neydi öyle! Ne demek 'Parasını verirsin.' Allah aşkına ne oluyor sana?"

"Of neyse ne! Yap çorbanı. Başımıza bela açacaksın ama haberin yok benim aptal arkadaşım!"

"O ne demek be!"

"Bir şey demek değil Defne. Evde tavuk yok, bekar evi burası. Çık kasaptan al da gel." Ondan bir cevap almaya bile tenezzül etmeden bıkkınlıkla çıktım mutfaktan.

Salonda Efla ile gülümseyerek muhabbet eden Parsı gördüğümde mutfak kapısında öylece kalıyordum. Yüzündeki yorgun gülümseme ile Efla'nın korkularını dindirecek türden konuşmalar yaparak beni şaşırtıyordu.

"Babanla ilgili artık tedirgin olmana gerek yok, Davut abin annenle çoktan iletişime geçmiştir. Bundan sonra bir şey olursa ona söylersiniz, bir şeye ihtiyacınız olursa da onu aramaktan çekinme anlaştık mı?" Yorgun ifadesi ile göz kırptığında Efla utanarak gülümsedi ve başını salladı.

"Yani artık bizim yanımıza gelmeyecek öyle mi? Ama o uzak durmaz ki bizden."

"Duracak, inan bana suretini bile unutacaksınız. Hem, sen söyle bakalım okuyor musun?"

"Y-yok. Babam 'Okuyup başıma kötü kadın mı olacaksın!' der hep, okutmadı."

Gözlerini kaçırırken Pars'ın gerginlikle şakakları titredi ama ses tonunu yumuşak tutarak konuştu yeniden.

"Herkesin her söylediğini ciddiye almaman gerek Efla. Hayatın insanların söylemleri gölgesinde kalırsa ruhuna yer kalmaz. Sen okulunu okuyacaksın ve kendini kurtaracaksın."

"Nasıl yani?"

"Şöyle; okuyan kadınlar kötü kadın olmaz. Kötü kadınlık ya da kötü adamlık insanın ruhu ile alakalı bir durumdur. Kimi insanlar başka insanlara köle olmak için dünyaya gelir kimileri ise kendi imparatorluğunu kurmak için. Sen çok güçlü bir kızsın. Önünde güzel bir hayat var ve başarılı olmaya niyetliysen desteğim her zaman arkanda olur."

"T-teşekkür ederim."

"Rica ed-"

"Nasya abla." Efla'nın bakışları beni bulduğunda Pars'ın şaşkın gözleri yüzümde dolandı.

"Uyandın mı bebeğim?" Efla'ya doğru ilerleyip oturduğu tekli koltuğun koluna oturdum ve onu tutup göğsüme bastırdım.

"Uyandım, Defne ablanın sesini duydum, burada mı?"

"Mutfakta." Hızla kalktı yanımdan ve mutfağa doğru ilerlediğinde bakışlarım Pars'a dönüyordu.

'Nasıl bir adamsın sen Pars Katipoğlu? Sapık pisliğin teki misin yoksa kabuklarının altında bir kalp taşıyan sıradan bir adam mısın?'

"Bir şey mi oldu?" Ona uzun uzun bakmamdan rahatsız olmuşçasına gözlerini kaçırdı.

"Hiç, bakıyorum."

"Öyle uzun uzun bakma." Fısıltılı sesiyle konuştuğunda alayla kıvrıldı dudaklarım.

"O nedenmiş be?" Yavaşça kayarak kendimi tekli koltuğa bıraktım.

"İyi şeyler olmaz, ondan."

"Ne?"

"Bana diyorum, öyle uzun uzun baktığında içimden sana manyakça şeyler yapmak geliyor. Beden ve ruh sağlığın için gözlerini üzerimde gereğinden fazla tutma."

Dalga mı geçiyor benimle? Sapık herif. Seninle uğraşmak eğlenceli olabilirdi fakat şu an seni kışkırtmak işime gelmez. Derdim flört değil derdim o sikik bilgisayarın.

"Hala bakıyorsun." Kirpiklerinin altından bana dönen gözleri ile bıkkınlıkla kıkırdadım.

"Bu nasıl bir libido Allah aşkına ya?" Ne dedim ben!

"Ne!"

"Ne?" Anlamazlıktan gelerek oturduğum koltuktan kalktığımda gülerek bana bakıyordu.

"Bana çekiliyorsun Nasya. En az benim seni istediğim kadar istiyorsun beni."

"Başlama yine." Beklemeden yatak odasına doğru dönerek hızla salondan ayrılıyordum. Yatak odasının kapısını kapatarak sırtımı kapıya yasladım.

'Nasya ne yapıyorsun?'

"Bilmiyorum." Yine kendi kendime konuşmaya başladığımı anladığımda beklemeden dün gece çıkardığım kıyafetlerin ceplerini yoklamak için kirli sepetine yöneldim.

Ama yok... Cepleri bomboş bir pantolon dışında hiçbir şey yoktu...

"Bu kadar aptal olabilir misin gerçekten Nasya? Resmen kaybettin ya!" Kendime kızarken aniden gelen yerle USB'nin yerini hatırlamış oldum.

"Tabi ya..." Hızla yatak odasına döndüğümde komodinin çekmecesini açtım. USB, öylece siyah saten mendilin üzerinde duruyordu. Gözlerim mendilde gezindiğinde içimdeki o rahatsızlık hissi yeniden yerini alıyordu.

'O iyi bir adam.'

"Kes be! Nereden biliyorsun? O sadece bir sapık."

"Peki Efla?'

"Kim olsa aynını yapardı."

'Hassiktir oradan!'

"Sen siktir!"

İçsesimle kavgamı bitirdiğimde USB'yi çekip aldığım çekmeceyi hızla kapattım ve parmaklarımın arasında tuttuğum USB'yi sutyenime sıkıştırarak çıktım yatak odasından.

Pars öylece çekyatta oturmuş, önüne çektiği orta sehpa ile bilgisayarı karıştırıyor gibiydi. Karıştırmak biraz saçma bir terim olur, sonuçta o onun bilgisayarı.

Bakışları ekranda gezinirken klavyede bir şeyler yazıyor gibiydi. Yavaşça karşısındaki koltuğa oturduğumda derin bir nefes çektim içime. Resmen burnumun ucunda duruyordu.

Özgürlüğümle aramdaki tek engel, o lanet bilgisayardı. Daldığım düşüncelerimle Pars'ın bana baktığını anlamam uzun sürmüştü.

"Bir şey mi oldu?" dedi gözlerini kısarak.

"Hastasın, bıraksana. Uzan dinlen biraz." Gülümsedi ama bakışları gözlerimden bir saniye bile ayrılmadan öylece bana bakmaya devam etti.

"Ne var?" dedim sataşırcasına.

"Hiç, bakıyorum." Yumuşak sesiyle fısıldarken ceketinin iç cebindeki telefon ansızın çalıyordu. Cebinden çıkarttığı telefonla yavaşça ayaklandı ve bakışları bana döndü.

"Konuşabileceğim bir yer var mı?" dedi bakışları yüzümde gezinirken.

"T-tabi. Yatak odasına geçebilirsin." Hadi git ve beni bilgisayarla baş başa bırak.

"Peki." Attığı ağır adımlarla dengesini toplayarak çalan telefonu ile beraber yatak odasına doğru ilerledi.

Gözden kaybolduğunda titreyen ellerimle sutyenimin içinden çıkarttım USB'yi. Bakışlarım tedirginlikle yatak odasının kapsısında gezindiğinde telefon açtığını duyuyordum Hızla bilgisayarın başına geçtim ve USB'yi giriş yerine denk getirmek için evirip çevirdim. İlkinde girmedi ve ters çevirdiğimde gireceğini anlıyordum.

Durdum. "Ne yapıyorum ben, yap şunu!"

"Siktir." Hızla USB'yi bilgisayara taktığımda beklemeden kalktım başından. Yatak odasına doğru attığım birkaç adımla Pars'ın sesini duyuyordum.

"Annesi mi?" dedi meraklı sesiyle.

"Emin misin? Neden bırakılmış yurda peki?" Fısıltılı sesi ile durdum kapının diğer tarafında.

"Nasya bunu şimdilik bilmeyecek. Kadınla birebir görüşmek istiyorum." Duyduğum sözlerle olduğum yerde kalıyordum. B-benim annemden mi bahsediyordu?

Annemi mi bulmuştu? Benim annemi! Benim annem hala hayatta mıydı ve Pars onu bulmuş muydu?

Annemi bulmuştu.


PARS

"Sen sana söylediğimi yap. Kadını güvenli bir yere alın ve beni bekleyin. Şu anda Nasya'nın yanındayım, çıkışta geleceğim."

"Nasıl isterseniz Pars Bey." Kapattığım telefonla yorgun bir nefes aldım ve yönümü salona döndüm.

"Siktir! Bilgisayar! Aklım nerede lan benim? Bu kadar erken olmaz." Bana güvenebileceğini gösteremeden onu o bilgisayarla baş başa bırakamam.

Beklemeden hızla salona döndüğümde gözlerim koltukta oturan Nasya'ya döndü.

Rengi atmış bir şekilde öylece çökmüş, gözleri yerdeki halıda kilitlenmiş, geldiğimi bile fark etmiyor gibiydi.

Bakışlarım bilgisayara döndüğünde tedirginlikle gözlerimi yeniden Nasya'ya çevirdim.

"Nasya?" Seslenişim kulaklarına ulaştığında varlığımı fark ediyordu. Cam gibi parlayan gözleri bana döndüğünde yüzünde sıcak bir gülümseme oluşurken başını sallayarak cevap verdi.

"E-efendim?" Sesi titrerken burnunun ucu kızarıyordu. Ağlamak üzere olduğunu fark ettiğimde alnım kırıştı.

Sebebini düşünmeye çalışıyordum, hızlı bir şekilde bütün olasılıkları elemeye başladım kafamda. Her birini teker teker eledim. Tek bir seçeneğin üzerinde takılı kaldığımda bıkkın bir nefes vererek ellerimi saçlarımın arasından geçirdim.

"Beni mi dinledin?" dedim yılgın bir sesle. Bakışları halıya döndüğünde sağ gözünden bir damla yaş akıyordu.

'Siktir.'

Beklemeden ona doğru ilerledim. Tekli koltuğun önüne yavaşça eğildiğimde dizlerimin üzerine yere çöküyordum. Ellerimi diz kapaklarına yasladığımda kırgın bedenimle ondan güç alarak yere eğdiği yüzüne bakabilmek başımı eğdim.

"Neden dinledin ki güzelim? Böyle olmamalıydı."

Çenesini tutup yavaşça kendime çevirdim, titreyen dudakları ve buğulu gözleriyle bana tıpkı korkan bir kız çocuğu gibi bakıyordu. Öğrendiği şey onu savunmasız bırakmış gibiydi.

"Neden?" dedi titrek bir fısıltıyla.

"Ne neden Nasya?" Baş parmağımla usulca tuttuğum çenesini okşarken gözlerinden peşi sıra sessiz yaşlar aktı.

"Annemi neden buldun? Bunu neden yapmak istedin ki?" Kaşları anlamsızca kıpırdandığında uzanıp yanaklarındaki yaşlarını yavaşça sildim.

"Üzülmen için değildi." Yüzünü ellerimden geri çektiğinde sırtını koltukta geri verdi.

"Bu bir oyun değil, bu şaka değil, bu benim hayatım hatta bu benim hayatımın gizemi ve sen öylece elinle koymuş gibi..."

Sustu. Kelimeler boğazını zorluyor gibiydi. Konuşmak isterken ağlamaklı bir düğüm boğazında takılmış gibiydi.

"Nasya." Benden kaçırdığı yüzünü çenesinden tutarak yeniden kendime çevirdim.

"Ben şaka yapmıyorum, bu olayı öyle küçümsediğim de söylenemez. Sana söyledim. 'Bundan sonra yalnız olmayacaksın. Ben her zaman yanındayım.' dedim güzelim. Kaybettiğin her şeyi avuçlarına koymak istiyorum. Tek sebebi buydu, hakkın olan her şeyi önüne sermek istiyorum."

"Ama neden?" Sesindeki çaresiz titreklik beni sarmaladığında yüzümde buruk bir gülümseme oluşuyordu. Nedenini ben bile bilmiyorken ona nasıl bir cevap verebilirdim ki?

"Çünkü mutlu olmanı istiyorum. Yeterli değil mi?"

"Senin gibi insanlar karşılıksız iyilik yapmaz ki. Karşılığında ne isteyeceksin benden? Yatağına girmemi mi? Anlaşmayı kabul etmemi mi?" Sorduğu sorudan ne kadar korktuğunu anlıyordum.

Bütün bunları onunla beraber olma karşılığı yapabileceğimi düşünecek kadar güvensizdi bana karşı. "Saçmalama."

Sert bir çıkış yaptığımda Mutfaktan çıkan Defne ile ikimizin de bakışları o tarafa döndüğünde arkadaşı Defne'nin daire kapısına doğru ilerlerken durup bize baktığını görüyordum. Gözleri Nasya'dan bana döndüğünde göz göze gelmemizle bakışlarını yere çevirerek hızla daire kapısından çıkıp gitti öylece.

Yerden aldığım destekle ayağa kalktığımda arkamı dönerek bilgisayarı hızla kapatıp çantasına yerleştirdim. Etrafım deli gibi dönüyordu bedenim her an yere çökecek gibiydi ama umursamadım. Elime aldığım çanta ile yönümü Daire kapısına çevirdim ve bekledim.

"Amacım seni üzmek değildi fakat anlaşılan üzdüm. Annen konusu, sen ne zaman tekrar bulmak istersen o zaman açılacak. Bana inan, sana hep dürüst oldum. O kadını görmeyeceğim ve ona senden bahsetmeyeceğim. Bana gelip 'Pars bana annemi getir.' diyene kadar bu böyle kalacak."

Derin bir nefes aldım ve devam ettim.

"Karşılığında sadece güvenini istiyorum güzelim, istediğim tek şey bana güvenmen. Seni istiyorum evet ama anneni buna alet edecek kadar iğrenç bir adam değilim Nasya, beni tanımıyorsun."

Adımlarım ana kapıya doğru ilerlediğinde arkamdan sesleneceğini düşündüm. 'Pars Annemi getir.' diyeceğini düşündüm fakat öyle olmadı. Salonun sessizliği sürerken ben, açtığım daire kapısı ile çıktım evden.


NASYA

Kapanan kapı ile hızla oturduğum koltuktan kalkıp yatak odasına yöneldim. Kendimi yatağın içine soktuğumda yorganı başıma kadar çektim.

Bastırdığım ağlamamamı yüzümü yastığa gömerek acı bir çığlıkla salıveriyordum. Avazım çıktığı kadar bağırırken ciğerlerim sökülene kadar ağlıyordum.

"Anne." Söylediğim söz canımı daha fazla yakamazdı. Benim bir annem vardı ve Pars onu öylece bulmuştu.

Benim annem, hayalini bile kurmaktan korktuğum kadın yaşıyordu öyle mi? Bunca sene içimde biriken bütün öfkemi nasıl bastırırdım.

Nasıl 'Anne' derdim. Nasıl karşısına çıkardım ki, nasıl? Beni istemeyen bir kadınla nasıl karşı karşıya gelebilirdim?

Pars! Canımı ne kadar yaktığın hakkında hiçbir fikrin yok! Allah'ın belası. Bu senin iğrenç oyunlarından biri değil. Bu gerçek. Bu benim hayatım. Bu benim sevilmeyişimin ete kemiğe bürünmüş hali. Bana bunu neden yaptın? Bunca sene sessiz sedasız kabullenmişken neden şimdi onu öylece ulaşabileceğim bir kapının ardına koydun? Lanet olsun neden? İşleri neden böyle siktiğimin çıkmazına sokuyorsun!

"Abla?" Efla'nın fısıltılı sesi ile iyice gömüldüm yorganın altına.

"Lütfen çık, kapıyı kapat ve git." Hıçkırıklarımın arasında konuşurken şu an sadece yalnız kalmak istediğimi biliyordum. Başka bir şey değil sadece yalnızlık istiyorum.

"Abla ne oldu?"

"Efla çık dedim."

"Abla korkutma beni, ne olu-" Yorganı kafamdan hızla çektiğimde avazım çıktığı kadar bağırdım.

"Efla, çık dedim! Siktiğimin odasından çık ve kapıyı kapat! Yalnızlık istiyorum, biraz kendi başıma kalmak istiyorum, mümkün mü?!" Gözleri dolarken kalbi kırık bir şekilde beklemeden çıktı odadan ve kapıyı aceleyle üzerime kapattı.

"Lanet olsun!" Bıkkınlıkla kendimi yatağa geri verdiğimde gözlerim tavana dönüyordu. Şakaklarıma doğru akan sıcak yaşlar ile öylece sessizce ağlıyordum.

Gözlerimin önü bulanıklaşıyor görüşüm bozuluyor ve ben her bir yaşa bir diğerini katıyordum.

Göğüs kafesimin içinde bir ağırlık öylece oturmuş, kalkmaya niyeti yok gibiydi. Fiziksek olarak hiçbir darbe almamama rağmen canımın acısı hiçbir acıyla denk değil gibiydi.

Nefes alıyordum ama nefesim ciğerlerime yetmiyormuş gibiydi. Ben çabalıyordum ama sanki bedenim panik alarmı vermişti.

Burada böylece kalmak ve ömrümün son gününe kadar bu yataktan çıkmak istemiyordum. Beni burada unutsalar ne güzel olurdu. Varlığımı unutsalar, beni unutsalar, ben kendimi unutsam...

Ah, ne güzel olurdu! Kendimi unutsam, yaşadıklarımı ve kim bilir daha yaşayacağım bir sürü felaketi unutsam!


Loading...
0%