Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Bölüm 7/ Yapayalnız.

@nurdogru26

Ben geldim, hoş geldim :D
Nasılsınız bebeklerim <3 Ay Aidiyeti düzenlemek diye girdiğim bu yolda bambaşka bir kurgu yazmak biraz yorucu ama değiyor :) yolun sonu çok aydınlık... :) Ama sıkıntılar hep var :D mesela yarın İstanbul yolcusuyum ve Bu işleri bir çok açıdan zora soksa da çevremin artık bir kitap yazdığımı kabullenmesi ile kenara çekilip bölüm yazabileceğime inanıyorum :D

Göreceğiz bakalım :) Umarım hayatınız tıkırında gidiyordur kızlar, canınızı hiç bir şey sıkmasın bütün yolların sonu aydınlığa çıkar unutmayın, yeter ki yürümekten vaz geçmeyelim <3 Bölüm adının aksine hiç biriniz yalnız değilsiniz bilmenizi istiyorum, geçen gün instagram da küçücük bir kızın evlendirilmek üzere olduğunu gördüm, neyse ki kurtarılmış.. fakat sesini duyuramayan birileri olabilir, ben her zaman buradayım, bir mesaj uzağınızda... elimden ne gelirse yaparım sakın unutmayın, biz kadınlar biraz özel varlıklarız... önce kendi kıymetimizi bilmeliyiz...

Bizi sadece biz izin verir ve onları tolere edersek ezebilirler, konu feminizm değil yanlış anlaşılmak istemem daha öncede belirttim ben feminist değilim ve o kavram bana biraz yavan geliyor, ben her zaman herkesin hak ettiği değeri görmesini savunan taraftayım, demem o ki bir yerlerde Nur diye bir arkadaşınız var, ve eğer başınız bir sıkıntıdaysa elimden geleni yaparım, çünkü hepiniz benim kız kardeşlerimsiniz, ay bir duygusala bağladım hemen toparlıyorum, kız yani özetle canınızı sıkan bir şey olursa yazın bana hallederiz, :D öptüm baay . Sizi seviyorum ...

Kısa bir hasbihâl yapalım dedim, Haydi keyifli okumalar <3


♟♟♟♟♟♟♟♟


"Pars Bey, dinlenmeniz gerek. Uyguladığımız vitamin takviyesi sizi sadece birkaç saat idare edecektir. Fakat bedeninizin her şeyden çok dinlenmeye ihtiyacı var."

Doktorun sözleri bittiğinde Pars Katipoğlu, oturduğu deri koltukta dikelerek damar yolundaki serumu yavaşça çekip çıkarttı.

Düne göre kendini daha iyi hissediyordu fakat hala bedenen yorgun olduğunun farkındaydı. Odanın diğer ucunda elleri önünde saygıyla birleşen Davut, patronunu izlemekteydi.

"Dinlenme gibi bir lüksüm yok Feridun. Gerektiğinde yeniden bir serumla hallederiz."

Kalktığı koltukta bedeninin ağırlığı ile ezilen döşeme, eski formuna yavaşça kavuşurken Pars Katipoğlu; adımlarını askıda kırışıksız duran ceketine doğru attı.

Gömleğinin kolunu yavaşça aşağıya çekmiş, kanayan damar yolunun kırmızılığını beyaz gömleğe bulaştırırken umursamamıştı.

Üzerine ceketini geçirirken karşısında kendisini izleyen sağ koluna çevirdi bakışlarını.

"Dışarıda mı?" dedi ceketinin uçlarından tutup düzeltirken.

"Evet efendim, bekliyor." Davut'un onaylayıcı sesi ile malzemelerini çoktan siyah çantasına özenle yerleştiren Doktor Feridun, bakışlarını Pars Katipoğlu'na çevirdi.

"İzninizle efendim."

Seslenişi ile Pars'tan çıkabileceğine dair aldığı bir onay ile beklemeden odanın kapısına doğru ilerledi ve hızla çıktı.

Pars ise beklemeden masasına doğru ilerlediğinde sandalyesini geri çekerek ağrılı bedenini yavaşça bıraktı deri sandalyeye.

"Bakalım derdi neymiş? Nasıl bir korku onu yanındaki adamı satacak raddeye getirdi?"

Alaylı sesiyle bakışları Davut'a döndüğünde kollarını önündeki ceviz ağacından yontulu masaya yasladı.

"Al bakalım Süha'yı içeriye. Anlatsın derdini."

"Emredersiniz Pars Bey." Davut, bedenini kapıya döndüğünde Pars'ın sesi ile kapı kulpundaki el durdu.

"Nasya ne durumda?" Davut'un bakışları patronuna döndüğünde sorusunu cevapladı.

"Evde tek başına Pars Bey, dün sabahtan beri ne evden çıktı ne de eve birini soktu. Siz evden çıktıktan sonra Defne Hanım ve Efla Hanım'ı da göndermiş. İçeride ne durumda olduğunu bilmiyoruz."

Pars sıkkın nefesi ile kendini sertçe geri verdi. Gözleri masanın üzerindeki saate döndüğünde kısa bir hesaplama ile yeniden konuştu.

"İki bin kırk tane beyaz gül gönder evine. Saat tam 16:00'da teslim edilecek."

Uzanıp notluğundan bir kalem çekti ve yırttığı not kâğıdı ile hızlıca çiçeğe tutuşturulacak notu yazdı.

"Üzerinde bu yazacak." Elindeki kâğıdı ilerideki adama doğru uzattı.

Davut beklemeden attığı büyük adımlarla patronunun elindeki kâğıdı alıp ceketinin iç cebine sokuşturdu.

"Nasıl isterseniz efendim." Hızlı adımlarla odanın kapısına doğru ilerledi ve beklemeden çıktı odadan.

Pars, masanın üzerinde duran telefonunu eline aldığında rehberde Nasya'nın ismine tıkladı.

Mesaj bölümüne geldiğinde parmakları harfler üzerinde kaymaya başlıyordu.

Pars : Umarım iyisindir güzelim. Seni kendinle baş başa bırakmak istediğim için orada değilim fakat istediğin zaman beni çağırabileceğini bil istiyorum. Hep aklımdasın Nasya. İçinde verdiğin savaş bir sonuca ulaştığında harp yorgunluğunu atabilmen için burada olacağım. Yalnız değilsin.

Mesajın iletildiğini görmesiyle ekranı kilitleyerek telefonu yeniden yerine bıraktı.

Odanın kapısı tıklatıldığında Pars'ın boğuk çatallı sesi dışarıdan duyuldu.

"Gir."

Açılan kapı içeriye önce Davut'u ardından Süha'yı sokuyordu.

Tedirgin bakışlarla Süha içeriye girdi ve Pars'a doğru birkaç adım atıp önünde durdu.

"Otur."

Önündeki koltuğu göstererek verdiği emirle Süha, kendini Pars'ın karşısındaki tekli koltuğa bıraktı.

Dizleri gerginlikle birbirine değerken elleri heyecanlı bir genç kız gibi dizlerini okşuyordu. Çünkü Süha biliyordu; karşısındaki adam şakaya gelecek biri değildi. Burada, bu şirketin içinde hatta bunca çalışanın arasında bile söyleyeceği tek bir yanlış kelime ile alnına bir kurşun yemesi gayet olağandı. Pars Katipoğlu için böyle şeyler büyük hazırlıklara veya derin gizliliklere gerek duyulmadan hayata geçirilirdi.

"Şimdi." dedi Katipoğlu ve oturduğu sandalyede öne doğru eğildi.

"Bana tek tek anlat, en başından. Patronuna nasıl kazık atmaya ikna olduğunu anlat. Anlat ve beni ikna et Süha. Küçük beyninle bana oyun oynamaya kalkarsan eğer gördüğün son surat benimki olur. "

Bakışlarındaki üstünlük ve hareketlerindeki baskınlık ile Pars Katipoğlu, alfa bir kurt gibi kurduğu göz kontağı ile bu çömez adamı oturduğu koltukta adeta kıvrandırıyordu.

Süha akılsız bir adam değildi ama Pars Katipoğlu'nun zekasının da gayet farkındaydı.

Tüm bunlardan önce patronu Pars Katipoğlu ile arasını iyi tutarken bu adamı yıllarca yakından gözlemleme şansı elde etmişti.

Ona karşı duyduğu korkuyla doğru oranda olan saygısı ve hayranlığı ile gözlerini Pars Katipoğlu'na çevirdi.

Onun gibi bir adamın sağ kolu olmak ne harika olurdu diye geçirmeden edemedi içinden. Davut, sahip olduğu fırsatın farkında bile değildi.

Pars'ın gölgesinde gezen herkesin dokunulmazlığı olurdu. Kimse Davut'un bir odada kafasına sıkacak kadar cesaretli olamazdı ama onun şu an burada öldürülme ihtimali vardı.

Melikşah'ın adamı olmanın ne camiada ne şu anda bu odada hiçbir ayrıcalığı yoktu ama Pars, kendine mutlak sadakatle bağlanan herkese oldukça cömert olan bir adamdı.

"Dinliyorum." Uyarıcı çıkan bu tonlama ile Süha konuşmaya başladı.

"Melikşah aslında o gün sizi geceden takip ettirmeye başlamıştı."

"Süha!"

Pars ansızın yükselen öfkesi ile ellerini önündeki masaya indirdi.

"Bana karı gibi dedikodu yapma! Sana sorduğum soruya doğrudan bir cevap istiyorum! Melikşah'ı neden sattın? O kızın onunla iş birliği yaptığını bilmemi neden istedin?"

Odanın içinde yayılan öfke dolu bağırtı ile Pars oturduğu sandalyeden hızla kalkıp masanın etrafını dolanarak Süha'nın oturduğu koltuğa doğru ilerledi. Orta yaşlı adam gerginlikle koltuk kollarını tırnaklarken Pars beklemeden üzerine eğildi ve öfkeli bir fısıltı ile hırladı.

"Melikşah'ı neden sattın?" dedi sorusunu son kez tekrar ettiği belliydi.

"Ölmek istemiyorum." Süha'nın titrek sesi beklenen sorunun cevabını korkuyla vermesine neden olmuştu.

"Ölmek istemiyorum efendim. Sizin tarafınızda olmak istiyorum. Melikşah kendini kaybetti. Olmayacak hayallere dalıyor, kendi sonunu hazırlıyor. Ben... Ben sizin karışınızda olmak istemiyorum Pars Bey. Ben yanınızda olmak istiyorum."

Ağlak sesi ile verdiği yanıt Pars tarafından öfkeli nefeslerle dinlenirken Davut, odanın diğer ucunda patronuna resmen yağ çekip ekibe girmeye çalışan Süha'ya nefretle bakıyordu.

"Sizin karşınızda kimsenin şansı yok. Ben bunu söylemeye çalıştım ama dinlemedi beni. O- o kızı öldürecekti ama sonra hayatınıza soktu."

"Nasya'yı ben buldum! O kızı kimse sokmadı hayatıma!"

"Ama o-ona olan zaafınızı kullanarak size yaklaştırdı. Pars Bey, kız dün USB'yi bilgisayarınıza taktı."

"Hayır!" Hızla geri çekildiğinde duyduğuna asla inanmıyordu. Dün orada böyle bir şey olmamıştı, Nasya bunu yapacak durumda bile değildi, duyduğu konuşmayla yıkılmışken bunu yapamazdı.

"Taktı Pars Bey. Sisteminize girmeyi bekleyen bir düzine donanımlı adam var, bildirim ne zaman gelecek bilmediği için ekran başında nöbetler tutan bir avuç zavallı... Dün o sinyali aldılar."

"Bana yalan söyleme!" Belindeki silahı çekip Süha'nın alnına yasladı, öfkeden titreyen eliyle dişlerinin arasından bir bağırtı daha koptu. "Bana yalan söylenemeyeceğini bilmiyor musun LAN SEN?"

"Yemin ederim, yalan değil! Bilgisayarınıza ulaştı. Nasıl bu kadar çabuk yaptı bilmiyoruz ama yaptı fakat hemen çıkarttı. Bir dakikadan daha kısa sürdüğü için hiçbir bilgiye ulaşamadılar."

Pars yaşadığı ikilemle çene kasını sıktı, bedeninde sıkılabilecek her bir kası öfkeyle sıktı. Ve Süha'nın şakaklarındaki silahı hızla geri çekti.

"Davut! Al şunu götür şuradan! Sık kafasına Melikşah'ın kapısına bırak!"

"Emredersiniz efendim."

"H-hayır... Pars Bey hayır! Ben size ihanet etmedim. Ben yalan söylemedim. Ben..."

"Yürü lan!" Davut Süha'nın kolunu sıkıca tuttu ve odanın kapısına doğru çekiştirirken Süha büyük bir bağırtı ile konuştu.

"Hepsi oyun!" Pars durdu, yönünü Süha'ya döndüğünde kısılan gözleri ile henüz dinmeyen öfkesi eşliğinde süzdü onu. Davut durdu ve Süha'nın kolunu bıraktı.

"Melikşah size bir oyun oynuyor." Süha bu kez çaresizlikle dizlerinin üzerine çöktü.

Böyle olmaması gerekiyordu ama bu adamın şakası yoktu ve onu öldürecekti. Başka şansı yoktu.

"Ne oyunu lan!"

"Anlatacağım ama bir şartla, bırakacaksın beni. Bırakacaksın gideceğim abi."

Pars'a doğru yerde sürünerek geldiğinde Pars paçalarına uzanan kollardan kendini geriye çekerek kurtulduğunda yüzünde tiksinç bir ifade yer ediniyordu.

"Kalk lan yerden! Biraz onurun olsun! KALK!"

Süha ikiletmeden yerden kalktığında saygıyla ellerini önünde birleştirip başını yere eğdi. Nasıl anlatacaktı ki her şeyi en başından?


............


Nasya'nın Kaçırıldığı Gün


Melikşah, deponun dışında gerginlikle adımlarken elindeki sigaradan sert bir nefes daha çekti içine.


"Efendim, aklınızdan ne geçiyor?"


Süha, yıpranmış binanın grafitiler ile kaplı duvarına öylece yaslanmış Melikşah'ın dakikalardır sessizce kafasında alıp verdiği şeyleri çözmeye çalışıyordu.


Gecesinde oğlunu kaybetmiş, bir gram uyku uyumadan Pars Katipoğlu'nun peşine düşme kararı almıştı.


Uykusuzluğun verdiği bir deli cesareti veya güç kaybı yaşayacağına olan tedirginlik mi bilinmez. İlerisini düşünmeden atağa geçmiş ve sonuçlarını göze alarak Pars Katipoğlu'nun üzerine saldırmıştı.


Fakat Süha biliyordu ki o genç adam bunu asla affetmez, intikamını öyle ya da böyle alırdı.


Hayatının hiçbir alanında küstahlığa ve saygısızlığa tahammülü olmayan Katipoğlu, Melikşah'ın bu acemi öfkesini de pek tabi affetmeyecekti.


"Dinle beni."


Saatlerin ardından ilk kez aralandı Melikşah'ın dudakları ve asıl planı Süha'ya anlatmaya başladı.


"İçeri girdiğimde o kızın kafasına bir kurşun sıkacağım."


Dişlerinin arasından öfkeyle hırlarken suratında psikopatça bir gülüş yankılandı ve işaret parmağı hayır der gibi havaya kalkıp bir kez sağa ve sola sallandı.


"Bu kolay olur, bu en hızlı yöntem ama beni kesmez." Kendi söylediği şeyi çürüterek devam etti.


"Pars'ı arayacaksın."


"Ne?" Süha'nın korkulu sesi bir hıçkırık gibi yükseldi.


"Arayıp iş birliği yapacaksın." Melikşah gözlerini binanın ana kapısında dolandırırken devam etti.


"Arayıp ondan deli gibi korktuğunu, ona karşı bir konumda olmak istemediğini ve iş birliğin karşısında canının bağışlanmasını isteyeceksin."


Çakır gözler Süha'yı bulduğunda orta yaşlı adam zar zor yutkundu.


"Fakat efendim, neden?"


"Çünkü Pars Katipoğlu'nun dikkatinin dağınık olması benim açımdan çok daha faydalı. Paralı bir orospuya iki gün üzülüp ölüsüne toprak atıp geçer fakat böylesine çekim hissettiği bir kızın yamacında olması onun o küçük beynini kullanamayacak kadar kör bir hale getirir. Sakın unutma Süha, arzu dediğin şehvani duygular en zeki adamları aptal eder. Bana da bu aptallık lazım."


"Anlayamıyorum. Benden ne istediğini anlaya-"


"Ara Pars'ı, konumu gönder ve kızla iş birliği yaptığımızı söyle."


"Ne iş birliği efendim?" Orta yaşlı adamın kafası daha fazla karışamazdı.


"Onu içeri girdiğinde anlarsın. Sadece telefonun açık kalsın ve Pars'ın Nasya'ya söylediğim her şeyi duyduğundan emin ol."


Elinde yanarak biten sigarayı hızla attığında beklemeden eski binanın kapısından geçip ilerledi. Süha ise orada öylece kalırken bu işi eline yüzüne bulaştırmaktan deli gibi korkuyordu.


Normalde korkak bir adam değildi ama konu Pars Katipoğlu olunca sülalesinden kimseyi bırakmayacak kadar ileri gidebilecek aşırılıkta bir adam olduğunun da bilincindeydi.


Onu tanıyordu. Bu camiada şakaya gelmeyecek tek bir isim varsa O da Pars Katipoğlu'ydu.


...............

Süha, o günü gecesinden başlayarak her bir ayrıntısıyla anlattığında Melikşah'ın başta numara yapmasını istediği o ihaneti gerçeğe çeviriyordu.

Pars'a her şeyin bir oyun olduğunu hatta oyunun içinde de bir oyun olduğunu açıkça söylediğinde Katipoğlu öylece ayakta durmuş konuşmasını titrek bir korkuyla bitiren adama bakıyordu.

Mimiklerinde herhangi bir kayma olmazken duygularını ele verici en küçük bir etken bile göstermiyordu.

Süha'nın kızaran gözleri Pars'a döndüğünde kesik bir nefesle konuştu. "Beni öldüreceksin biliyorum ama yalvarırım, aileme bulaşma!"

Pars burnundan sert bir nefes aldığında göğüs kafesi hızla inip kalktı ve umursamaz bir ifade ile süzdü karşısındaki adamı.

"İki çocuğun vardı değil mi?" dedi iğrenti dolu bakışlarının ardından.

"Yalvarırım, onların benim yaptığım hiçbir şeyle bir bağ-"

"Ağlama lan artık! Omurgasız mısın oğlum sen! Yaptığın hatanın sonuçlarını kabullen! Hak ettiğin şeyi yaşayacaksın! Bundan kaçışın yok!"

"Ailem..." Süha yüzünü ellerinin arasına aldığında nefesi hıçkırıklarının arasında kalırken yeniden konuştu. "Onlara dokunmayın. Yalvarı-"

"Kaldır kafanı."

Büyük bir adımla yorgun bedenini Süha'ya sürüklediğinde saçlarından kavrayıp kafasını geriye büktü.

"Kaldır dediğimde siktiğimin kafasını kaldıracaksın!"

Gözlerindeki karanlık yüzüne de gölge gibi yayılmış, hareleri kızıl kahveyi almaya başlamıştı. Öfkesinin tek sebebi, Melikşah'ın hadsizliği değildi. İçten içe biliyordu ki Melikşah haklıydı.

O kız etraftayken Pars'ın dikkati dağınık olabiliyordu. Bilgisayarı öylece ortada bırakmasının tek açıklaması da buydu. Fakat içinde bir yerlerde o isimsiz öfkenin kaynağı Nasya'ydı...

Ona bütün kadınlara olduğundan daha nazik ve yumuşak yaklaşıyordu, ürkmemesi ve kendini rahat hissetmesi için giyindiği maskesine rağmen o kız bunu umursamadan ilk fırsatta bilgisayara yaklaşmıştı.

Peki neden durmuştu? Aklını bulandıran ve içinde bir yerlerde acaba dedirten ihtimal buydu.

Nasya neden durmuştu?

"Melikşah'a gideceksin ve o küçük planının işe yaradığını, benim sana inandığımı, artık içeriden bilgi getirebileceğini söyleyeceksin. Bana attığı her adımı, aldığı her kararı birinci ağızdan ulaştıracaksın ve eğer bana yanlış yapacak olursan..." yüzünde tatminkâr bir gülüş yayıldığında herkesin deli gibi korktuğu Azrail tarafı hakimiyeti ele alıyordu.

"O küçük kızlarının kafasını bir hediye kutusunda sana gönderirim. Bakarsın kuryem de gözlerini özenle oyduğum ve bacaklarını farklı yerlerinden kırdığım karın olur. Beni anladın değil mi?"

Suratındaki psikopat gülüş yayıldıkça Süha'nın korkulu gözleri titrek nefesiyle fal taşı gibi açıldı. Anladığına dair hızla salladığı başı ile nefes almayı bile unutuyordu.

Duyduğu her şeyin gerçek olabilmesi an meselesiydi, Pars bunu yapardı. Ona bunu yaşatır ve bir süre bu acıyla kıvrandıktan sonra onun için gelirdi. Bu adamın şakası yoktu.

"Anladın demek." Saçları sıkıca kavrayan elini sertçe geri çektiğinde üzerindeki ceketi düzelterek bakışlarını Davut'a çevirdi.

"Boşaltın odayı."

Ansızın ciddiyete bürünen ifadesi ile Davut beklemeden koltukta dermanı kalmamış bir yıkıklık ile oturan Süha'nın koluna yapıştı ve onu da alarak odadan çıktı.

Pars ileriye doğru attığı adımlarla masasına ilerlerken masanın üzerindeki telefonun ışığı gelen mesaj bildirimi ile yandı.

Ağır adımlarla deri sandalyede yerini alırken uzanıp telefonu eline aldı.

Nasya: O'nun hakkındaki her şeyi öğrenmek istiyorum. Hakkındaki her bilgiyi öğrenmek istiyorum. Neye benzediğini bilmek istiyorum.

Nasya'nın saatler süren sessizliği, sonunda bir bitişe ulaşmış ve Pars'a annesiyle ilgili düşüncelerini dile getirmeye karar vermişti.

Sorun şu ki Pars, Nasya'ya olan şüpheli güveninin az önce aldığı darbeyle ekrana boş boş bakarak yetinmekle kaldı. Bir cevap vermedi.

Yumuşak bir karşılık verebilirdi, ona istediği her şeyi sunabilirdi üstelik karşılıksız fakat bu kızla ne yapacağını kendi de bilmiyordu.

En akıllıca olan hareket ondan uzak durmak olurdu, muhtemelen en mantıklısı buydu ama bu kadını gördüğü andan itibaren mantıklı herhangi bir hamle yapamadığının farkında değildi.


Salonun ortasında bir o tarafa bir bu tarafa gidip gelen Nasya, gözlerini orta sehpanın üzerindeki telefonda tutarken heyecanla dudaklarını kemiriyordu.

Mesajı atalı neredeyse bir saat olmuştu fakat herhangi bir karşılık alamamıştı.

"Nerede bu adam Allah aşkına!" Sabırsızca söylenirken başını döndürmek pahasına küçük salonunda bir o tarafa bir bu tarafa gidip geliyordu.

Telefonun çalma sesi salonda yayıldığında heyecanla telefonu eline aldı.

Ekrandaki numarada gezinen gözleri ile alnı kırışırken telefonu cevaplayarak kulağına dayadı. Kulaklarında dolanan kadın sesi ile sırtının ortasından yukarıya yükselen sıcaklıkla ağırca yutkundu.

"Merhaba." Orta yaşlı bir kadın yorgun bir nefesle konuştuğunda Nasya dikkatini topladı.

"Merhaba." Yavaşça ilerideki koltuğa otururken bu kadının kim olduğuna dair düşünceleriyle öylece dinledi.

"Nasya Ersoy değil mi? Davut beyden aldım numaranızı."

Bedenindeki gerginlikle neden böyle hissettiğini anlayamıyordu, bu ses neden onda içindeki karmaşık duyguları uyandırıyordu.

"Evet, benim." diyebildi fısıltılı bir sesle.

"Ben Gülsüm Sarıca, sanırım bir prova ayarlamamız gerekiyor sizinle."

"A-anlamadım?"

"Gelinlik provası. İş yoğunluğunuz sebebiyle benim aramam söylendi eğer müsaitseniz bugün buluşabiliriz."

"Ben gelinlik fala-" Sustu. Kafasındaki kargaşayı susturduğunda anlıyordu.

Telefondaki kadının kim olduğunu anlıyordu. Böyle olsun istememişti. Pars ona annesiyle ilgili birkaç bilgiden bahseder bir de fotoğraf verir sanmıştı ama aradan tamamen çekilip onu annesiyle baş başa bırakıyordu.

"Eğer iptalse ona göre not almam-"

"Y-yok! Bugün müsaittim aslında." Titreyen sesiyle hızla ayağa kalktığında gözleri eski duvar saatine döndü.

"Bir saate prova için buluşsak?"

Ne yaptığını kendi de bilmiyordu. Neden bunu yapıyordu? Birkaç saat önce o kadını görmek bile istemezken şimdi onunla buluşmak mı istiyordu?

"Aslında kızımı okuldan almam gerek fakat isterseniz akşam sekiz gibi buluşabiliriz. Pars Bey'in yakınları önceliğimizdir."

Kadının sesi gülümser tonlama ile çıktığında Nasya duyduğu tek bir kelimeye takılmıştı. 'Kızım.' Onun bir kızı mı vardı? Annesinin bir kızı vardı. Kafayı mı yemişti acaba? Belki de yanlış anlıyordu. İyice kafayı kırmıştır ve arayan ilk insanı annesi sanması gayet olağandır.

"O zaman sekiz diyelim. Adresi mesajla gönderirseniz çok iyi olur." Kafası giderek karıştığında kadın memnun bir tınıyla konuştu.

"Tabii, görüşmek üzere." Kapanan telefon ile, gözleri ekranda öylece kalıyordu.

Bu kadın annesi olamazdı. Değil mi? Yani eğer öyleyse Pars'ın ne yaptığını anlayamıyordu.

Rehbere girerek numarasına tıkladığında telefonu kulağına dayadı. Israrla çalan telefon öylece karşılıksız kalıyordu. Cevap yoktu sadece uzun uzun çalıp meşgule düşüyordu.

Yeniden denedi ama sonuç değişmedi, telefona cevap vermiyordu. Meşgule bile atmıyordu. Telefon kendi kendine çalıp sonunda kapanıyordu.

Mesaj bölümüne girdiğimde ana kapı çalıyordu. Pars'ın geldiğini düşünerek beklemeden kapıya ilerledi ve açtı.

Karşısında iki koruma, beyaz gülleri zar zor taşırken yüzleri zor gözüküyordu. Nasya 'da ki şaşkınlık saklanamayacak kadar barizken merdivenlerden yukarı koşarak çıkan Davut'u görüyordu.

"Nasya Hanım, bunları Pars Bey-"

"Hey!" Davut'un yüksek sesiyle korumanın konuşması yarıda kesilirken bakışları Davut'a dönüyordu. Nasya beyaz güllere doğru çevirdi bakışlarını.

"Bu biraz abartı gibi." dedi memnun bir alaylı gülüşle.

"Kusura bakmayın efendim, güller yanlış gelmiş." Bakışları yere inerken Nasya'nın bozulan yüzü çiçeklere döndüğünde üzerindeki not kağıdını hızla çekip aldı. Kartın üzerinde 'Nasya Ersoy' yazıyordu, not kağıdını açmadan isminin yazdığı kartı Davut'a çevirdi.

"Burada öyle demiyor ama?" Alayla kıvrıldı dudakları.

"Ne oluyor Davut? Bu da mı patronunun salak oyunlarından biri?" Hızla not kağıdını açtığında Davut azarlayarak korumalara döndü.

"Telefonlarınız nerede lan sizin? Arıyorum o kadar ne bok yemeye açmıyorsunuz! Geri götürün şu gülleri! İptal etti Pars Bey." Davut'un söyledikleri ile Nasya hızla not kağıdını açtı.


"Yanında olamadığım her dakika için bir gül, sensiz geçen her dakika için bir beyaz gül Nasya... Hayatımdan kayıp giden her anlamsız dakika için bir gül... İki bin kırk dakika.


Ama en azından onlar seni görebiliyor. Bir dakika şimdi de onlarımı kıskanmaya başladım?"


-PK

Hayatında ilk kez çiçek almanın verdiği mutluluk bir kenara okuduğu not kalbindeki sıkıntıyı hafifletir türdendi fakat geri mi çekiyordu? Tüm bunları yapıp vaz mı geçiyordu? Neden?

Bakışları Davut'a döndüğünde not kağıdını ona uzattı ve kırgın bir sesle konuştu.

"Bunu da al. Kalmasına gerek yok."

Davut hızla elindeki kâğıdı çekip aldığında geriye doğru bir adım atıp merdivenlerde binlerce gülle cebelleşen adamların peşine takılarak aşağıya yöneldi.

Nasya anın şaşkınlığıyla unuttuğu şeyi ansızın hatırlayarak, Davut'un peşinden seslendi.

"Davut!" Hızla peşinden merdivenlere yalın ayak ilerledi.

"Buyurun efendim?" Merdivenin ortasında durup bakışlarını arkasındaki Nasya'ya çevirdi.

"Beni Gülsüm isimli bir kadın aradı." dedi gergin sesiyle.

"Pars Bey sizi arayacaktır efendim, şu an bir toplantıda. İzninizle." Kaçar gibi merdivenleri inerek öylece uzaklaştı Nasya'dan.

Genç kadın yalın ayak merdivenleri yukarı çıktı ve daireden içeri girdi. Kapıyı yavaşça kapatıp sırtını bir süre eski kapıya yasladı. Elinde tuttuğu telefonla öylece olduğu yerde çökerek az önce peş peşe yaşadığı şeyleri geçirdi zihninden.

Ya o kadın annesiyse? Aksi mümkün değildi ki... Gelinlik provasında ne işi vardı?

Pars'ın telefonları toplantıda olduğu için açmadığını bilmenin verdiği rahatlamayı görmezden geliyordu fakat bu içten içe onu mutlu etmişti. Pars'ın gülleri neden çektiği ise bir kafa karışıklığına neden olmuştu.


Pars'ın oval masanın sol tarafında yerini alalı kırk beş dakika oluyordu.
Solunda oturan asistanı ihalenin gidişatını not alırken o, elindeki kalemle mermer masada durmaksızın N harfini karalayıp duruyordu.

Tek bir harfin üzerinden defalarca geçerek mermeri aşındırmış, tükenmez bir iz bırakmıştı. Konuşulan hiçbir şeyi dinlemiyordu, ihalenin gidişatını bile takip etmiyordu.

Aklı sadece Nasya'daydı.

Onu düşünmeden edemediği bir an olmazken bu lanetin onu o davet gecesinden beri bırakmadığını biliyordu.

O kıza dokunmak istiyordu, en başta hedefi buydu. Böylece yoluna bakabilirdi. Ama böyle ulaşılmaz oldukça daha da hırs yapıyordu.

Artık dikkatini toparlayıp istediğini alması gerektiğini biliyordu. O böyle duygusal kırılgan bir adam değildi, olamazdı.

O kıza karşı ne kadar alttan alırsa o kadar tadı kaçacaktı bu işin. Sadede gelmesi gerekiyordu. En hızlı şekilde, ne pahasına olursa olsun.

"Pars Bey..."

Asistanın fısıltısı ile dağılan dikkatini toparladı ve gözlerini çizdiği harften asistanı Sibel'e çevirdi.

"Teklif vermemiz gerekiyor. İhale kapanacak."

Parsın gözleri değişken dijital tabloda gezindiğinde, şile taraflarında büyük bir arsanın fabrika ihalesi için toparlanan adamlar kendi aralarında mırıldanıyordu.

Pars'ın gözleri solunda oturan Adil Katipoğlu'na döndüğünde, babasının memnuniyetsiz bir ifade ile onu süzerken buluyordu.

"Son teklif üzerinden ihaleyi kapatmaya gidiyoru-"

Pars'ın gözleri dijital ekrandaki son teklife döndü, altı milyonluk teklif şiledeki o verimli arazi için oldukça az buldu.

"On milyon." dedi sakin bir otoriteyle. Dikkatini toplayıp yapmayı en iyi bildiği şeye odaklanıyordu. Yönetmek ve ticaret...

Onun ruhu liderlik ateşiyle harmanlanmıştı, aptal bir kadın allak bulla etse de bilincini bu gerçek değişmezdi.

Yapılan teklif odadakileri gerginlikle fısıldatırken son teklifi veren şirket yeniden teklif verdi.

"11 milyon." dedi Arman holdingin toy CEO'su.

Pars'ın dudakları alayla kıvrıldığında sandalyesini geri çekerek masadan kalkmak için yaptığı bir hamle gibi ellerini masaya dayadı ve usulca kalktı.

"50 milyon."

Ağzından çıkan son rakamla odadaki fısıltılar ansızın kesilirken Adil Bey öylece olanı biteni hiçbir duygu barındırmayan bir ifade ile izliyordu.

Oğluna güveniyordu, o bu kadar yüksek fiyat veriyorsa bir bildiği vardı.

Pars Katipoğlu, iş dünyasında pek yaygın olmayan bir manipüle yöntemini deniyordu. Masadaki herkesten daha fazla fiyat vereceğini biliyordu, bu iş çoktan bitmişti, kıymetli vaktini buna harcamak istemiyordu.

"O halde, son fiyat üzerinden ihaleyi kapatıyorum..." Satışı yapan adam şaşkın bir sevinçle dijital ekrana kaldırdı eliyle son kez onay bekler gibi herkesin yüzünü süzdü.

"Beyler?" dedi son bir teklif bekliyor gibi.

"Uygundur." fısıltısı yükseldi toplantı masasında.

Piyasanın en güçlü iş adamlarının katıldığı bu ihaleden Pars Katipoğlu istediğini bedelini ödeyerek almıştı ve beklemeden çıkış kapısına ilerlerken odadakilere veda etme gereği bile duymayan bir kibirle öylece çıkıyordu odadan.

Sibel peşinden hızla toparlanarak çıktı ve patronunun şirketin çıkışına doğru giden koridorda yorgun adımlarla ilerlediğini görüyordu.

"Pars Bey, Money şirketinin iş anlaşması için imza-"

"Sonra." Kestirip attığında beklemeden çıktı şirketin otomatik kapılarından.

Dışarıdaki Vale hızla arabasını Şirketin önüne çektiğinde, Pars cebindeki telefonu çıkardı ve Nasya'dan gelen 12 cevapsız çağrıyı gördü.

Sıkkın bir nefesle önündeki Siyah Range Rover'a doğru ilerlerken arkasından babasının sesini duyuyordu.

"Pars!" Adil beyin gururlu sesi ile oğluna attığı adımlar sonunda durduğunda Pars durup yüzünü babasına çevirdi.

"Arsa buna değer." dedi hızlı bir açıklama ile.

"O konuda bir şüphem yok, harika bir iş çıkarttın."

Elini Pars'ın omuzuna sertçe çarptığında tehditkâr bir gururla sıktı omuzunu. Pars'ın bakışları omuzundaki ele döndüğünde ustaca sakladığı tiksinti ile şakaklarını sıktı ve burun kanatlarını havalandırırken sert bir nefes çekti içine.

"İzninle."

Geri çekilip araca doğru ilerlediğinde Adil Bey oğluna doğru bir adım daha atıp ellerini kumaş pantolonun ceplerine sokuşturdu.

"Dağ evinde bir sıkıntı olmadığı için şanslısın fakat dikkatini toplaman gerek. Sen sıradan bir adam değilsin. En ufak bir ihtimal-"

"Bir daha olmaz."

Kestirip atarak hızla arabasına binip kapıyı kapattı ve beklemeden anahtarı çevirdi.
Öylece gözden kaybolurken Adil Bey peşinden sessiz bir öfkeyle öylece bakıyordu.

Arkasından yaklaşan dostu Kenan, Adil Katipoğlu'nun omuzuna dostane bir şekilde dokunduğunda yaşlı adamın dikkatini üzerine çekiyordu.

"Nereye daldın öyle Adil." dedi gülümser bir tonda.

"Pars gitti, ona bakıyordum." Dalgın sesiyle yüzünü arkadaşına döndüğünde sıcak bir gülümseme bıraktı Kenan Bey'e.

Bu hayatın içinde tek bir gerçek dostu vardı, o da Kenan Sipahiydi. Gençliklerine dayanan dostlukları ve birbirlerinin pisiklerini bilmelerine rağmen yan yana kalan iki ruh hastasından başka bir şey değillerdi.

"Yine konuşturdu kendini." dedi Kenan kinayeli bir sesle.

"Tıpkı annesi gibi."

Adil Katipoğlu'nun yüzündeki iğrenmiş ifade saliseler arasında görünüp kaybolduğunda Kenan alayla güldü.

"Onun kadar zayıf olmasın diye eğittin Pars'ı ve başardın da Adil. Serpil histerik bir kadındı ama Pars'ın ipleri senin elinde biliyorsun."

Arkadaşı pohpohlayarak konuştuğunda, Adil Katipoğlu kibirle karşılık verdi.

"Her zamanda öyle olacak. Ona bir kere özgürlük sağladım, sadece bir kez. İçinden çıkan canavarı gördüm, o en tehlikeli çocuğum. Tasmasını o kadar sıkı tutuyorum ki elimden kaçırdığım anda sahibini parçalayan pitbull gibi üzerime saldıracak."

Ses tonundaki ruhsuz ifade ile içten içe Pars'tan deli gibi korktuğunu saklıyordu. Yarattığı şeyden deli gibi korkuyordu, sonunu getirmesinden öylesine korkuyordu ki hakimiyetini ve gölgesini her daim üzerinde tutmasının en temel sebebi buydu.

"Zorlayıcı fakat işe yarıyor Adil. Bu çocuk senin soyadını, bıraktığın yerden çok daha yukarı çıkardı."

"Farkındayım." dedi karanlık bir sırıtışla. "İnanır mısın gururum okşanıyor?" diye mırıldandı.


Nasya'nın telefonu çaldığında koşar adımlarla salona dönerek beklemeden cevapladı telefonu.

"Pars!" sesindeki heyecanla konuştuğunda kulaklarına çarpan sesle yüzü ansızın düşüyordu.

"Melih." dedi karşıdaki alaylı ses.

"Ben Melih, bakıyorum da artık açtığın telefonlarda Pars diye sayıklamaya başlamışsın."

Kinayeli sesi ile Nasya ile dalga geçerken karşılığında bıkkın bir nefes alıyordu.

"Ne istiyorsun Allah'ın belası!" Öfkeli hırıltı ahizede yayıldığında Melih alaylı bir ifade ile konuştu.

"Kameralardan kurtuldun, bizden de öyle kolay kurtulacağını düşünmedin değil mi? "

"Sizden de kurtulacağım. Merak etme." Nasya'nın tehditkâr sesi ile Melih koca bir kahkaha attı.

"Bak bu komikti, arkana Pars Katipoğlu'nu alıp bizi alt edebileceğini düşünmedin değil mi? O adam ihanetini öğrendiğinde güzel kafana bir delik açar."

Duyduğu sözle Nasya'nın içini saran kasveti pekiştirdiğinde devam etti konuşmaya.

"Tabi eğer o bilgisayara ulaşamazsan bu sefer de ben istemeye istemeye suratında bir delik açacağım. İnan bana güzel suratınla çok daha güzel şeyler yapabilecekken kafana bir delik açmak işime gelmez." Ardından bir kahkaha daha.

"Seni öldürürüm! Şerefsiz!"

"Ağzın neden bu kadar bozuk senin, bütün sihri bozuyorsun." Sesi ansızın ciddileşen Melih, sonunda sadede gelerek asıl arama sebebini söylüyordu.

"Dün bilgisayara taktığın USB'yi elli altıncı saniyede çıkarttığın için hiçbir bilgiye ulaşamadık. Yani fikrini ansızın değiştiren şey ne oldu bilmiyorum ama bu kadar kolaysa o bilgisayara ulaşmak, sadece bir hafta veriyorum sana Nasya. Bir hafta içinde o şerefsizin bilgisayarına girmiş olmazsam önce güzel arkadaşını sonra da seni silerim yer yüzünden. Arkandan ağlayacak kimsen bile kalmayacağını düşünme, ben ara ara anımsayacağım seni."

Tiz bir kahkaha attığında telefonu suratına kapattı.

Nasya'nın kulağındaki telefon öylece kalırken öfkeden gözleri doluyordu.
Boğazındaki düğümü yutkunarak gidermeye çalışırken daire kapısının önünde duyduğu ayak sesleriyle hızla o tarafa doğru ilerledi.

Kulağını yasladığı kapı ile Pars'ın sesini duyuyordu, parmak uçlarına kalkarak kapı deliğinden baktı.

Pars Katipoğlu, öylece kapısının önünde korumalara bir şeyler söylüyordu. Kulağını hızla kapıya yasladı.

"Davut size bilgi verecek. Artık burada durmanıza gerek yok."

Sesindeki keskinlikle korumalar "Emredersiniz efendim." diyerek beklemeden indi merdivenleri. Nasya duyduğu şeye bir anlam veremezken şimdi neden ansızın korumaları kapıdan çektiğini anlayamıyordu.

En azından o korumalar varken Melih denen şerefsiz sadece aramakla yetiniyordu. Peki ya şimdi?

Parsın neden böyle yaptığını anlayamayarak hızla açtı kapıyı. Katipoğlu'nun kapıya doğru havalanmış olan parmakları açılan kapıyla usulca yere iniyordu.

Derin bir nefes aldığında kara gözlerini karşısındaki kadının bakmaktan kendini alıkoyamadığı yüzünde gezdirdi.

"H-hoş geldin"

Nasya'nın titrek sesi annesiyle ilgili bir şeyler öğrenecek olmanın verdiği heyecan mıydı yoksa Pars'ın burada olmasının Melikşah'ın adamlarından uzak olacağı gerçeği miydi, bilmiyordu. Ama göğüs kafesi hızla çarparken saatlerdir haber beklediği adamı sonunda karşısında görüyordu.

"Girebilir miyim?" Gözlerini zar zor Nasya'nın yüzünden içeriye çevren Pars, izin ister gibiydi.

"Tabi." Nasya hızla geri çekildiğinde Pars Katipoğlu beklemeden içeri girdi. Arkasından kapanan kapı ile ilerleyerek salonun ortasına doğru adımladı.

"Defalarca aradım seni, mesajıma da cevap vermeyince..." Nasya'nın sesindeki çocuksu masumiyet Pars tarafında duyulmuyor gibiydi.

Bakışları perdeleri kapalı camlardan arkasında duran kadına döndü. "Seni arayan kişi..."

"Annemdi..." dedi Nasya beklemeden.

"Zeki kadınsın. Gerçekten zehirli bir zekaya sahipsin." Pars'ın dişlerini sıkarak fısıldadığı kelimeler kinayeli bir ıslık gibi çıktı dudaklarından.

"Pars, ben sadece 'Annemin kim olduğunu öğrenmek istiyorum.' dedim. Sen ona numaramı mı verdin?"

Nasya, saatlerdir içinde tuttuğu heyecanı ve korkuyu paylaşmak istercesine sabırsız bir sesle konuşurken karşısındaki adamın sesindeki kinayeyi anlayamıyordu. Kendine öfkeyle bakan gözleri de göremiyordu.

Pars'a doğru ilerledi ve onun yüzüne bakmaktan imtina ettiği kara gözlerinde gezdirdi bakışlarını.

"Hakkındaki her bilgiye hâkim değilim. Araştırmadım fakat..."

Bakışları yerdeyken konuşmasını yarıda keserek iç cebinden cep telefonunu çıkarttı. Ekrana dokunduğunda yaptığı birkaç hamle ile Nasya'nın elinde tuttuğu telefona bir mesaj geliyordu.

Gözleri ekrana dönen Nasya kendisine gelen multimedya mesajını açtı ve ekranda gördüğü kadınla sert bir darbe yemiş gibi olduğu yerde bir adım geri attı.

"Bu..." dedi kekeleyerek.

"Annen." dedi Pars net bir ifade ile.

Bakışlarını karşısındaki genç kadına çevirdiğinde onun şaşkınlıkla ekrana baktığını görebiliyordu, aldığı sessiz bir nefesle yeniden konuştu.

"Sana benziyor değil mi? Resmen kırk yıl sonraki halin gibi." Yüzünde engel olamadığı bir tebessüm oluştuğunda hızla kendini topladı.

Nasya elindeki telefona öylece bakakalırken Pars hafif bir öksürükle genç kızın dağılan dikkatini kendine çevirmesine neden oldu.

Nasya'nın gözleri Pars'a döndüğünde buğulu bakışları ile çenesinin titrediğini görebilmişti.

Ağlamak üzereydi. Kendini annesinin görselini düşlemekten bile mahrum bırakan bu kız, bir gecede birkaç dakika içinde onu görebilmiş olmanın şaşkınlığını yaşıyordu.

Pars bu eve gelirken aldığı net ve keskin kararları bir kenara bırakarak hızla Nasya'ya doğru bir adım atıp, tam dibinde durdu. Yüzüne doğru kalkan elleri ile küçük yüzü avuçlarının arasında aldı.

"Sorun değil. Tamam mı? Sorun değil, hissettiğin karmaşa çok normal."

Alnını kendi alnına yasladığında Nasya'nın ağlamak için sevilmeyi bekleyen bir çocuk gibi kendini salmasına neden olmuştu.

Peşi sıra gelen hıçkırıklarla beklemeden kendini Pars'ın ellerinden kurtarıp göğsüne sıkıca sarıldı.

Pars neye uğradığını şaşırdığında bir kadının ilk kez ona bu kadar yakın olup özel alanını ihlal ettiğini biliyordu ama hiç bir şey demeden iri kollarını Nasya'nın sırtına ve beline sardı. Kollarının arasında hıçkırarak ağlayan kadını sıkıca kavradı ve bastırdı göğsüne.

Onu her görüşünde anlamsızca çırpınan göğüs kafesine istediğini veriyordu.

Dudaklarını Nasya'nın saçlarına bastırdığında onun ağlamalarının arasında fısıltılarıyla güven aşılıyordu bu genç kadına fakat ilk kez kasıtlı değil.

Amacı Nasya'nın güvenini kazanmak değildi, amacı Nasya'nın acı çekmesini önlemekti.

"Korkmana gerek yok. Artık yalnız olmayacaksın. Ona sorarsın. Aklında bunca zaman dolanan her soruyu sorarsın. 'Neden' dersin ya da affedersin güzelim."

Sırtındaki kol saçlarına çıktığında usulca okşamaya başladı siyah uzun saçlarını.

"Affedersin ve beraber geçiremediğiniz bunca yılı telafi edersiniz."

Pars konuştukça Nasya, küçük kollarıyla Pars'ın iri bedenini sarmalıyordu. İçinde hissettiği huzurun farkında değildi.

Hissettiği bu rahatlığın, bu eminliğin nedeninin kollarındaki adam olduğunun farkında değildi. Yüzünü bastırdığı iri göğsün altında deli gibi atan kalbi de duymuyordu.

Bu adama karşı indirdiği duvarların da farkında değildi.

Bacakları kırılırken bedeni kendini sarmalayan adamla beraber yere çöktü, ilk kez birinin kollarında avutuluyor olmanın yetimliğini yaşıyordu.

Hıçkırıkları Pars'ın beyaz gömleğinde ıslaklığa neden olurken dakikalarca öylece kalıyorlardı. Pars dizlerinin üzerinde öylece yerdeki parkelere bıraktığı ağrılı bedeni ile Nasya'nın konuşmadan geçirdiği dakikalar boyunca sessiz kaldı.

Pars'ın iç cebindeki telefon çaldığında ikisinin de sessizliğini bozan ve bedenlerini birbirlerinden ayıran bu ses ile Nasya geri çekildi.

Pars yorgun bir nefesle iç cebindeki telefonu çıkararak gözlerini ekranda gezdirdi. Arayan numara ile sessize aldığı telefonla yerden destek alıp kalktı.

"İyi misin? " Çatallı sesi yerde bitik halde oturan Nasya'ya döndüğünde hafifçe başını sallayarak yüzünü Pars'a doğru kaldırdı.

"Olacağım." yavaşça yerden aldığı destekle ayağa kalktı.

"Bu gün buluşacağız. Yani gitmeli miyim bilmiyorum."

Korkularını Pars'a açık yüreklilikle söylerken en savunmasız halli ile duruyordu karşısında, sanki ona doğru yolu gösterebilecek tek kişi Pars'tan başkası değilmiş gibi hissederken açık yüreklilikle konuşmaya devam etti.

"Bir kızı var. Merak ediyorum." Geriye doğru attığı birkaç adımla yavaşça koltuğa çöktü.

"Acaba ona nasıl bir annelik yapıyor?" Gözünden akan bir damla yaşla beraber titrek çenesi ile konuşmaya devam etti.

"Bana annelik yapmayan kadın, ona nasıl annelik yapabilir ki? Bu mümkün mü? Bu çok acımasızca..." Kaşları çatılırken sorgulamaları ile histerik bir tekrara düşüyordu.

Pars sessiz bir nefes eşliğinde Nasya'ya doğru birkaç adım atıp koltukta yanına usulca çöktü.

"Öğrenmenin bir yolu var Nasya. Yüzleşmenin bir yolu var. Şu an hissettiğin çaresizliği anlayamam fakat şanslı olduğunun bilincine varmalısın."

"Şanslı?" Histerik bir nefesle alayla gülerken kısılan iri gözlerinden bir damla daha süzüldü.

"Bunun neresinde şans var Pars?"

"En azından yaşıyor. Gidip yüzleş. 'Neden?' de... Bağır çağır, içini boşalt, öfkeni kus Nasya. Omuzlarındaki yükten kurtulmadan hayatına devam edemezsin." Kara gözler hüzünlü bir ifade ile Nasya'nın yanaklarındaki ıslaklıkta gezindi.

"Bilmiyorum." Nasya yüzünü ellerinin arasına aldığında derin bir nefesle beraber sertçe okşadı yüzünü.

"Bilmiyorum, sakin kalamayabilirim."

"Kalma o zaman."

"Ne?" Kafası karışan Nasya, sorgularcasına Pars'a bakarken daire kapısı usulca tıklatıldı.

İkisinin de bakışları kapıya döndüğünde Nasya bıkkın bir nefesle oturduğu yerden kalktı. Daire kapısına doğru ilerlediğinde açılan kapı ile Defne'yi karşısında buluyordu.

"Telefonuna neden bakmıyorsun?"

Nasya'nın aralıklı tuttuğu kapıyı açarak içeri girdiğinde Pars'la yüz yüze geliyorlardı. Gözleri şaşkınlıkla Nasya'ya döndüğünde sessiz bir fısıltıyla konuştu.

"Şimdi belli oldu." dedi iğneleyici sesiyle.

"Ne diyorsun ya!" Nasya yorgun bir nefesle konuşurken burnunu sertçe çekti içine.

"Ağladın mı sen?" Defne tedirginlikle arkadaşına yaklaştığında yüzünü avuçlarının içine alarak şaşkın bir ifade ile inceledi.

"Bir şey yok." Nasya konuyu kapatmak istercesine yüzünü geri çektiğinde Pars, oturduğu koltuktan kalkarak ana kapıya doğru birkaç adım attı.

"Bana müsaade." Bakışları Nasya'ya döndüğünde Nasya'nın ansızın yüzü düşüyordu.

"G-gidiyor musun?" dedi titrek bir sesle. Gözleri kal der gibi Parsın yüzünü sorgularken Pars bakışlarını Defne'ye çevirdi.

"Arkadaşın geldi, benlik bir durum yok burada artık." Oldukça sert tuttuğu ses tonu ile kendine verdiği 'Nasya'dan uzak duracaksın' sözünü tutmaya niyetliydi.

"Ben geldim diye gidiyorsanız-"

"Defne ben seni sonra arasam." Nasya, gözleri Defne'ye döndüğünde arkadaşının kırıldığını görebiliyordu ama şu an bununla uğraşmak istemedi.

"T-tabi... İyi akşamlar size."

Defne geriye dönerek açık olan daire kapısından çıkıp gittiğinde Nasya, Defne'nin peşinden kapıyı hızla kapattı.

"Kahve içer misin?"

Bakışları Pars'a döndüğünde gitme isteğini unutturmak ister gibi yineledi sorusunu.

"Ben sade içiyorum, ama sen yumuşak içim isterse-"

"Gitmem gerek Nasya." Pars bakışlarını Nasya'nın yüzünde gezdirirken iç cebindeki telefon yeniden çalıyordu.

"Acelen var orasını anladık. Bende salak gibi kahve diyorum." Nasya'nın ansızın sertleşen sesi ile Pars iç cebindeki telefonu çıkararak cevapladı.

"Efendim güzelim?"

Sesindeki yumuşaklık ile konuştuğunda Nasya, öfkeyle arkasını dönerek mutfağa doğru ilerleyip ortalardan kayboldu.

"Akşama geleceğim abiciğim. Paren'e söylemiştim, haber vermedi mi?" Fısıltılı sesi ile mutfağa doğru giden Nasya'nın geçtiği mutfak kapısında gezdirdi gözlerini.

"Geç kalma ama bak, zaten birkaç gün kalıyorum." İdil'in şımarık sesi ile abisine geçirdiği nazı son damlasına kadar kullanıyordu.

"Merak etme abiciğim, zamanında orada olacağım." Yaptığı konuşmayı kısa tutarak telefonu kapatıp iç cebine sokuşturdu.

Gözleri ana kapıya döndüğünde defolup gitmekle Nasya'nın peşinden mutfağa girip hesap sorma arasında kalırken mutfaktan gelen kırılma sesiyle telaşla o tarafa koştu.

"Nasya!"

Tedirginlikle mutfaktan içeri girdiğinde Nasya'nın yere düşüp parçalara ayrılan beyaz kupayı toplamak için eğildiğini görüyordu.

"Elin kesilecek." Hızla uzanıp kollarını tuttuğunda onu ayağa kaldırarak dikkatini kendine çevirdi.

"Bırak Pars!" Bileklerini iri ellerden kurtaran Nasya öfkeyle tersledi.

"Sen gitmiyor muydun? Neden hala buradasın?"

Bağırtısı mutfakta dolandığında yeniden dişlerini çıkarırken Pars attığı büyük bir adımla Nasya'yı kucağına alarak mutfaktan dışarıya doğru ilerledi.

"Bırak be ne yapıyorsun!"

Nasya kollarının arasında debelenirken Pars, attığı emin adımlarla salonun ortasında durup Nasya'yı yavaşça yere bıraktı.

Nasya, yukarı toplanan pijamalarını çekiştirerek düzelttiğinde işaret parmağını öfkeyle Pars'ın yüzüne doğru sallayarak bağırdı.

"Bir daha bana dokunursan var ya!"

Bağırtısı Pars'ın zaten gergin olan sinirlerini daha da gerdiğinde havalanan elini sertçe kavrayıp Nasya'yı gövdesine çarptı.

"Bundan sonra dokunmayacağım merak etme! Çektim kapıdan adamları! Buraya da son gelişim! Seni bu sefil hayatının kucağına geri bırakıyorum!"

"Sensin sefil!" Nasya'nın öfkesi söylenenleri algılamayacak kadar yüksekken Pars tuttuğu kolu sertçe geri bıraktı.

"Git o zaman! Topla kırık parçaları ellerin kanasın! Düş düşebildiğin kadar dizlerin parçalansın! Yardıma gelmeyeceğim! Sana dedim ya yalnız değilsin diye, unut hepsini. Şu saatten sonra yapayalnızsın! Değil sana dokunmak gölgemi üzerine bile düşürmeyeceğim!"

Pars'ın baskın hırıltısı ile Nasya bilincini çekip alıyordu öfkesinin ellerinden.

"Defol." dedi titreyen çenesi ile.

"Defoluyorum! şimdi siktirip gidiyorum!"

"Git o zaman! Aptal."

Dolan gözlerini, ağlamasını bastırabildiği kadar bastırırken Pars gözlerini onun koyu kahvelerinde sabitledi.

"Yapma Nasya!" dedi öfkeli bir çaresizlikle.

"Ben bir şey yapmıyorum geri zekâlı! Sen yapıyorsun! Gideceksen git, ne reklam yapıyorsun?"

"Güzel."

Pars'ın sesindeki hayal kırıklığı görülebilir bir boyuta geldiğinde beklemeden ana kapıya doğru ilerledi. Ve eli kapı kulpuna uzandığında durup birkaç saniye bekledi.

"Gitsene!"

Nasya'nın ağlamalı bağırtısı ile arkasını bile dönmeden öylece açtığı kapıdan çekip gitti.

Çarpılan kapı ile Nasya öylece kapanan kapıya bakarken içinde hissettiği anlamsız üzüntüyle ağlamaya başlıyordu. Bu adamdan kurtulmuştu, rahatlamış olması gerekirken o içindeki anlamsız acıyla öylece olduğu yerde kalıyordu.

"Aptal!" dudaklarının arasından fısıltıyla dökülen tek kelime ile sessiz evde öylece dolandı...


Pars Katipoğlu, indiği merdivenler ile duvar sıvaları dökülen binanın ana kapısını açarak beklemeden çıktı dışarıya.

Hissettiği öfke ile burun kanatları inip kalkarken bakışları ilerideki koruma aracına döndü.

Davut beklemeden patronuna doğru gelirken Pars'ın bakışları bastıramadığı iç güdüyle binaya döndü.

Gözleri Nasya'nın ışığı henüz yanan dairesinin tahta pencerelerinde gezindiğinde ansızın esen rüzgarla içini bir ürperti sarıyordu.

Gökyüzünden düşen bir kar tanesi önce omuzlarında kusursuzca duran siyah ceketinin üzerine düştü ardından burnuna ve yanaklarına.

Ansızın yağmaya başlayan karla beraber kirpiklerinin arasından gözlerine dolan karı önlemek için yüzünü Davut'a çevirdi.

"Efendim, Sare Hanım sizi evde bekliyor."

Davut'un bilgilendirici sesi ile Pars başını bıkkın bir nefes eşliğinde salladı.

"Ait olduğum yer o kadının yanı Davut, benim yerim o cehennem. Bir hevese kendimi kaptırmaktan son anda kurtuldum."

Yüzünde sahte bir tebessüm oluştuğunda sızlayan genzinden içeriye sert rüzgârı hızla çekti.

"Korumaları çekiyoruz değil mi?" dedi Davut sorgularcasına.

"Çekiyoruz. Nasya'yı Melikşah'tan kurtarmanın en hızlı yolu bu. Benim de bu lanetten kurtulmamın tek yolu."

"Lanet?" Davut'un sorgulayıcı sesi ile Pars içinden geçeni bütün samimiyeti ile döküyordu dudaklarından dışarıya.

"Olsun istedim Davut. " Yüzünü yavaşça çıktığı eski binanın camsız demir kapısına çevirdi.

"Olalım istedim. Başka gibiydi, sanki özeldi, bildiğim bütün ezberleri bozduracak türden ama yanıldım. Ben daha önce hiç yanılmazdım ama yanıldım."

Acı bir tebessüm yüzünde yayıldığında Davut üzgün bakışlarını yerde birikmeye başlayan sulu karlarda gezdirdi.

"Size söylemiştim. Amacı sadece bilgisayardı, bunu biliyorduk." Yaptığı acımasız yorumla Pars'ın bakışları Davut'a döndü.

"Bana şans verir sandım, güvenmek için bir adım atar... Gözlerime öyle bakıyordu ki ruhumu görebildiğine yemin ederim ama fazla anlam yükledim. O sadece öldürülmekten korkan bir kızdı. Elbette beni kolayca harcayacaktı. Yanıldım, sorun yok."

Beklemeden hızla ilerideki arabasına doğru ilerlerken onu dördüncü kattaki perdenin arkasından gözündeki anlamsız yaşlarla onu izleyen Nasya'dan habersizdi.

Bu genç kadın hissettiği bu sahiplenme duygusunu ansızın kaybetmenin verdiği afallama ile çaresiz bir çocuk gibi Pars'ın arabasına binip mahalleden hızla çıkışını izledi.

Ardından koruma aracının öylece gidişini izledi, artık yapayalnızdı.

Melikşah önce onu sonra Defne'yi öldürecekti, muhtemelen Pars'ın tamamen gittiğini öğrendiğinde olacak olan buydu.

Ama içinde hissettiği boşluk hissi ile bunu umursayacak durumda bile değildi. Az önce annesi ile ilgili korkularını anlattığı kollarında avunduğu adam ansızın bir duvara dönüştüğünden beri içindeki boşluk hissi giderek büyüyordu.

Pencereye vuran kar taneleri ile perdeyi yavaşça kapatıp kalçasını yavaşça eski peteğin üzerine bıraktı.

Yüzünde sebepsizce dolanan yaşı sessizce sildi. Bakışları az önce Pars'ı hayatından çıkartan daire kapısında dolandığında sıkkın bir nefesle gülümsedi.

Daha önce de terk edilmişti Nasya, annesi tarafından... Alışkındı.

Ama Pars öyle ısrarlı gözüküyordu ki bir an olsun, sadece bir an; onun hiç gitmeyeceğine inanmıştı. İtse de gitmez, kovsa da umursamaz sandı fakat öyle olmadığını gördü.

Herkes gidermiş, küçücük bir bebekken de hissetmişti bunu yirmi üç yaşında da iliklerine kadar hissediyordu.

Kulaklarının yamacında düşüncelerinin arsından boğuk bir melodi gibi çalan kapı ile dağınık dikkatini toparladı.

Zihninin odalarında yankılanan kapı sesinin aslında evinin içinde dolandığını fark ettiğinde içini saran heyecana engel olamayarak bedeninde yayılan adrenalin ile oturduğu sıcak peteğin üzerinden yavaşça kalktı.

Attığı sessiz adımlarla gelenin Pars olduğuna neredeyse emin gibiydi. Yüzünde kuruyarak yanaklarını sızlatan yaşlar, dudaklarının kıvrılması ile yaydığı tebessümden yüz bularak gerinleşti.

Adımları nihayet daire kapısının önünde son bulduğunda akan burnunu sertçe içine çekti ve kapı kulpuna uzanan eliyle usulca araladı eski demir kapıyı.

"Sonunda." Defne'nin sabırsız sesi ve beklemeden dairenin içine dalışı ile Nasya'nın gözleri boş apartmanda gezindi.

İki gündür kapısının önünde bekleyen korumalar gitmişti. Görünürde ne Pars Katipoğlu ne de onun sesi vardı, tıpkı söylediği gibi... 'Üzerine gölgemi bile düşürmeyeceğim.' Gölgesini bile alıp öylece gitmişti.

Nasya içinde ansızın yükselen öfkeyle ana kapıyı sertçe çarptı boş apartmana doğru.

"Pars'ın çıktığını görür görmez geldim. Nasya, ne oluyor Allah aşkına o gün de apar topar yolladın bizi."

Defnenin sitemkâr sesi ile Nasya kızaran burnunu bir kez daha çekerek yönünü arkadaşına çevirdi.

"Annemi buldum." dedi beklemeden dişlerinin arasından yayılan öfkeli fısıltı ile.

Öfkesi Defne'ye değildi hatta annesine bile değildi, öfkesinin kaynağı Pars Katipoğlu'ydu. Öylece çekip gitmiş miydi yani? Bu kadar kolay mıydı? Başına o adam yüzünden gelenler öylece Nasya'nın yanına dert olarak kalırken o, sikik hayatına devam mı edecekti?

"A-anlamadım?" Defne'nin şaşkın sesi Nasya'ya ulaştığında yineledi söylediği şeyi.

"Annemi buldum." dedi hissiz bir tonlama ile.

"Daha doğrusu Pars buldu. Veda hediyesiymiş anlaşılan."

"Ne diyorsun ya? Ne annesi ne Parsı' ne vedası Nasya?" Defne henüz oturduğu koltukta dikelerek arkadaşına kırışan alnı ile bakıyordu.

"Defne konuşmamız gereken çok şey var. Hayatımız tehlikede ve bunu bilmen gerek." Arkadaşına doğru ilerlediğinde Defne'nin kafası iyice karışıyordu.

Nasya yavaşça yanındaki koltuğa çöktü ve yüzünü ellerinin arasına alarak nereden başlayacağını bilmez bir ifade ile yorgun bir nefes verdi dolgun dudaklarından dışarıya.

"Her şeyi en başından anlatacağım ama kafamı toparlamama izin ver."

Topladığı dikkati ile arkadaşına bu uyarıyı yapmak zorunda olduğunu biliyordu. Artık Pars yoktu ve Melikşah denen adam istediğini alamamıştı, olacak olan belliydi.

Ya ikisi birden ölecekti ya da el ele verip buralardan gidecekler ve kaçabildikleri kadar kaçacaklardı.


Loading...
0%