Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Bölüm 8 / Sen Sadece Bana Bak...

@nurdogru26

Ben geldiiim :) Nasılsınız aşklarım <3 hep iyi olun, beni soracak olursanız iyiyim İstanbul'da havalar Afrika sıcakları olduğu için bir kaç kilo vermişimdir herhalde ama onun dışında iyiyim :D

Birde sevdiceğimi özledim ama On gün sonra falan kavuşacağız inşaAllah <3

Size güzel uzunnn bir bölümle geldm <3 yorumlarda bekliyor olacağım <3

KEYİFLİ OKUMALAR <3


♟️

Pars, arabasını güvenlikten geçirdiğinde bedenindeki yorgunluk ve ruhundaki yangınla öylece durdurdu motoru.

Kapısını açıp aşağıya indiğinde giriş kapısı açılan büyük yalıya doğru ilerledi, kapıda bekleyen Sare ile yüz yüze geliyordu.

Yüzünde oluşan tiksintiyle bakışlarını yere çevirerek yanından öylece geçip içeri girdi.

Arkasından kapanan kapı ile Sare yukarı çıkan merdivenlerde Pars'ın peşine takılıyordu.

"Rahatsızmışsın, nasıl oldun?"

Sesindeki yumuşak tını ile adım adım ağır ağır yukarı çıkan Pars'ı takip ediyordu.

"Sare!" Pars'ın uyarıcı sesi ile Sare'nin sorgulayıcı sesi kesiliyordu.

Merdivenlerin bitişinde çıkan uzun koridor boyunca Pars önde Sare de arkasında ilerledi.

Sare'nin gözleri Pars'ın üzerinde gezindiğinde omuzlarının ağır bir yükü taşıyor gibi eğilmiş olduğunu bedenini zor taşıdığını anlayabiliyordu.

Hastalıktan dolayı mıydı yoksa canını sıkan başka bir şey mi vardı? Düşünmeden edemedi fakat soracak cesareti de yoktu.

Yatak odasının kapısı Pars tarafından bıkkın bir hamle ile açıldığında Sare de peşinden giriyordu.

Pars üzerindeki ceketi yavaşça çıkarıp yatağın üzerine bıraktığında Sare'nin gözleri beyaz gömleğin kolundaki kan lekesinde gezindi.

"İyi misin?"

Tedirgin sesi ile Pars'a doğru ilerlediğinde refleksle elini kocasına doğru kaldırdı.

Pars hızlı bir hareketle kolunu terse çektiğinde Sare'nin eli havada kalıyordu.

"Dokunma!"

Yüksek çıkan sesi ile Sare kendince bir açıklama yapma ihtiyacı duydu.

"Kanamış." dedi fısıltılı bir sesle.

"Sare beni rahat bırak!"

Üzerindeki gömleğin iliklerini birer birer açtığında hızla lekeli gömlekten kurtularak yatağın üzerine fırlattı.

"Kıyafetlerin hazır, giyinme odasında. İki takım arasında kaldım. Aile arasında bir şey olacağı için spor bir kombin hazırlattım bir de takım var ama hangisini ister-"

Pars tahammülsüz bir nefes verdiğinde orta yaşlı kadın tedirgin bir sesle konuştu.

"Tamam sen seçersin istediğini. Aslında şey söyleyecektim..."

Pars, üzerindeki pantolondan da kurtulduğunda kapısı aralıklı olan banyoya doğru ilerledi.

Sare peşinden ilerleyip içeriye bir adım attığında, gözleri Pars'ın belirgin sırt kasında gezindi, ağırca yutkunurken dağılan dikkati ile konuşmayı unutuyordu.

"Ne?"

Pars'ın sesi ile dağılan dikkati toparlanırken gözleri, uzanıp suyu açan kolda ve her hareketinde gerilen sert kaslarda gezindi.

"Geçen gün, babamlar geldiğinde bir şeyler konuşuldu. Bu gece babamlar konuyu açarsa haberin olsun diye-"

Kuruyan dudaklarını diliyle hafifçe ıslatırken bakışlarını Pars'tan yere çevirdi.

"Söyle lan işte! Uzatma!" Pars'ın huzursuz sesi öfkelenmesine neden olurken Sare hızlıca içinde dert edindiği şeyi söylüyordu.

"Baban torun istediğini söyledi." dedi bir hıçkırık gibi ansızın çıkan bir sesle.

Pars yavaşça uzandığı musluktan dikeldi ve bir süre sırtı Sare 'ye dönük bekleyerek derin bir nefesle doldurdu göğüs kafesini.

Sırt kasları bedenindeki hareketlenme ile gerildiğinde başını yavaşça Sare 'ye çevirdi.

"Senden!" Küçümser sesi ile konuşurken hızla süzdü karşısındaki kadını.

"P-pars..." Sare'nin gözleri dolarken bu adamın onun kalbini kırmaktan zevk aldığını biliyordu.

"Ben ciddiyim Sare, senin çocuğunun olması genetik olarak mümkün mü? Doğurganlık çağını geçirmedin mi sen?" Sivri dilini bir silah gibi kullanıyordu.

Bunu bilerek yapıyordu. O bu cehennemde huzura eremeyecekse kimse eremezdi, hiç kimse yaşadığı anın tadını çıkaramazdı onun mezarlığı olan bu hayatın içinde.

Yaptığı her şeyi bilerek yapıyor, kurduğu her cümleyi kasıtlı seçiyordu.

"Tedavi görmeye başladım, bir süredir doktora gidiyorum."

Sare'nin gözleri yere inerken Pars beklemeden ona doğru döndü bedenini ve beklemeden üzerine doğru attığı adımlarla burnunun dibinde durdu.

"Benden izinsiz? Cesaretin hayret verici sevgili karıcığım, üzerindeki otoritemi sorgulamalıyım belki de."

Dişlerinin arasından öfkeyle tıslarken Sare sızlayan genzi ile konuştu.

"Yaşım geçiyor Pars. Korkarım ki yakında tedavi ile de mümkün olmayacak. Senden bir çocuk istiyorum, tıpkı sana benzeyen bir oğlan."

Gözlerini perdeleyen buğu usulca sol gözünden firar ederken Pars hissiz bir ifade ile yanağında asılı kalan damlada gezdirdi bakışlarını.

"Ben istemiyorum." Net çıkan tonlama ile Sare'nin omuzları ağırca çöktü.

"Birlikte olmamıza bile gerek yok, biliyorsun. Artık bunun farklı yöntemleri-"

"Ben bu hayatın içine bir çocuk getirecek kadar delirmedim. Hele senden bir çocuk dünyaya getirmek."

Alnı kırışırken şuan bahsettiği konunun saçmalığına histerik bir gülüş bıraktı.

"Neden?"

Titreyen çenesi ile bir cesaret içinden geçenleri söylemek için yeniden konuştu.

"Neden Pars? Hayatına karışmıyorum bile. Sana bir kez bile hesap sormadım, Deniz'ine ya da Hande'ne karışmadım. Diğer kadınlara dokunmak böyle kolayken benden neden bu kadar uzaksın? Elimden geleni yapıyorum. Her zaman arkandayım, aldığın her kararda adıma verdiğin her sözü yerine getiriyorum. Ben senin soy adını hakkıyla taşıyabilmek için nelerle cebelleşiyorum biliyor musun?"

Artık göz yaşlarını tutamazken geriye doğru bir adım attı..

Pars'ın onun ağlayışını ifadesiz bir suratla izlediğini gördüğünde artık kırılma noktasına ulaşıyordu.

"Bana şöyle bakma işte! Yalvarırım bana şöyle bakma, bunu hak etmiyorum. Sen ne istesen o olurum göremiyor musun? Diğerlerinde olup bende olmayan ne? Ya Allah kahretsin beni fark et diye gözünün içine bakıyorum. Kocam beni fark etsin diye elimden geleni yapıyorum ama yok... Bir kez bakmıyorsun gözlerimin içine, bir kez şu saçlarımı okşamıyorsun. Ben sana hiçbir şey yapmadım ama sen beni her gün bu değersizlik bataklığında öldürüp duruyorsun. Söyle bana..."

Pars'a doğru ilerleyip ellerini gövdesine yasladı.

"Dokunma! Kırarım o ellerini Sare!"

Hızla geri çekilen Pars'ın bağırtısı banyonun duvarlarına çarpıp Sare'ye geri dönerken titrek bir sesle derdini anlatmaya çalışıyordu.

"Söyle bana, Deniz'in sana ne verdiğini söyle. Diğer kadınlarda ne gördüğünü... Fark ettin mi Pars, saçlarımı bebek sarısına boyatalı aylar oldu, neden biliyor musun? Deniz'in saç rengi böyle diye. Ben böyle gurursuz bir kadın değildim. Lanet olsun değildim işte ama seni seviyorum. Bana ne yaparsan yap bu değişmiyor. Aldatıyorsun, azarlıyorsun, kısıtlıyorsun ama ben yine seviyorum seni. Başkası olsa bir daha bakmaz yüzüne ben bakmaya kıyamıyorum. Bir dakika kalmaz şu evde, ben kokunun sindiği yastıkla avunuyorum."

Yorgun bir hıçkırıkla kızarmış gözlerini Pars'a çevirdi.

"Seni seviyorum. Beni asla sevmeyeceksin biliyorum ama elimden anne olma şansımı alma. Yalvarırım bırak senden bir parça ile avunayım, bana bu kadarını çok görme."

Pars'ın bakışları Sare'nin yüzünde sabitlendi. Yaşadığı şeylerin ne denli ağır olduğunu biliyordu ama ona en başında söylemişti, bu evliliğin aşk evliliği olmadığını söylemişti.

"Sakinleş Sare." dedi bıkkın bir tonlama ile.

"Bu akşam sorun istemiyorum, az önce yaptığın hadsizliği sineye çekeceğim fakat kendine gel. Ben çocuk falan istemiyorum. Babam istiyor diye böyle bir şey yapmayacağım. O istiyor diye birçok şey yaptım ama bunu yapmam. Ben baba olacak bir adam değilim."

"Pars..."

"Uzatma Sare!" Yükselen sesle birlikte Sare, daha fazla Pars'ın karşısında ağlamamak için hızla çıktı yatak odasından.

Pars Katipoğlu, az önce yaşanan kırılmanın şaşkınlığı ile bir süre Sare'nin çıktığı yatak odasında gezdirdi bakışlarını. Banyonun içi sıcak suyun buharı ile dolarken hızlı adımlarla yönünü duşa kabine dönüyordu.

Bu gece Nasya ile yaptığı konuşmanın kasveti henüz acısını belli bile edememişken şimdi bir de babasının gereksiz istekleri ile uğraşacak olmanın sıkkınlığını yaşayacaktı.

....................

NASYA

Defne neredeyse bir saattir karşımda sus pus oturup kara kara düşünüyordu.

Ona her şeyi en başından beri anlattığım andan beri tek kelime etmemişti.

Pars'ın beni dağ evine ne niyetle çağırdığını, Melikşah denen adamın beni kaçırıp nasıl tehdit ettiğini, Pars'ın her şeyden habersiz beni nasıl korumaya çalıştığını, bütün ayrıntıları ile anlattığımda sadece susup donakalıyordu.

Aralıksız altmış dakikadır tek bir noktaya bakıp alt dudağını stresle kemirişini izliyorum.

"Ben düşündüm Defne. Yani ne kadar başarılı oluruz bilmiyorum ama yapmamız gereken tek bir şey var o da kaçmak."

İçimde tuttuğum bir sırrı paylaşır gibi bir fısıltı ile konuştum.

"Hatta hemen yarın akşama kadar her şeyi ayarlayıp gideriz. Bende para yok fakat sen Sare'den aldığın parayı harcamamışsındır diye düşünüyorum. Harcamadın değil mi? O para bizi uzun bir süre idare edebilir."

Sorgulayıcı bakışlarım yüzüne döndüğünde bakışları boşluktan bana döndü.

"Ne ?" Derin bir uykudan uyanır gibi sarsıldığında söylediklerimi duymadığını anladım.

"Diyorum ki kaçacağız. En geç yarın akşam gitmiş olmamız lazım buralardan." Elim daire kapısına döndüğünde tedirginlikle fısıldadım.

"Kapıdan çekti korumaları. Melikşah'ın öğrenmesi an meselesi." Gözleri kapıya döndüğünde derin bir nefesle konuştu.

"Saçmalama Nasya nereye kaçacağız? Bütün düzenimiz burada, bir işimiz var, bir hayatımız... "

Hızla ayağa kalktığında uzanıp sehpanın üzerinden benim telefonumu aldı.

"Ne yapıyorsun?" Şaşkınlıkla alnım kırışırken onun telefonun üzerinde bir şeylerle uğraştığını görüyordum.

"Bu işten kurtulmanın tek bir yolu var. Kaçarak olmaz bu iş."

"Ne yapıyorsun?" Yavaşça ayağa kalktığımda telefonumu kulağına yasladı.

"Kimi arıyorsun? Defne..." Alnım kırışırken, fısıltılı bir sesle konuştu.

"Senin en başından beri yapman gerekeni yapıyorum."

"A-anlamadım..."

"Şimdi anlarsın." Sesi hoparlöre verdiğinde ekranı bana çevirdi. 'Pars' yazdığını gördüğümde gözlerim fal taşı gibi açılıyordu.

"Sen ne yapıyorsun! Ver şunu! Kafayı mı yedin?"

"Sen kafayı yemişsin Nasya! En başından dürüst olman gerekirdi. Böyle çaresizce çıkış yolları arayıp durman aptallık."

"Söyleyemezsin. İkimizi de öldürür. Ona bu yüzden yaklaştım sanar, beni de seni de gebertir."

"Zaten ona bu yüzden yaklaşmışsın. Özür dilersin, ne bileyim adamın sana zaafı var, affettirirsin kendini ama ben kaçamam. Pars tarafından öldürülmeye razıyım! Ama tırnaklarımla kurduğum her şeyi öylece arkamda bırakmayacağım!"

"Defne onu tanımıyorsun. Normal bir adam değil. Öfke problemleri va-"

"Umurumda bile değil daha kötü ne olabilir?"

"Yardım etmeyecek anlamıyor musun? Siktirip gitti! Çölde susuz kalsak bir yudum su vermez! Sen elimizdeki son şansı da alıyorsun. Kaçıp kurtulabiliriz ama sen bizi ölümümüze götürüyorsun!"

Fısıltı sesimden sonra açılan telefonda sesi yankılanan Parstı.

"Evet?" dedi soğuk bir despotlukta.

Defne'nin sertçe yutkunduğunu gördüm, gözleri fal taşı gibi açıldığında ne diyeceğini bilemez bir şekilde kalakaldı.

"Nasya?" Ortamda süren sessizlikle Pars'ın sabırsız sesi salonumda dolandı.

Hızla telefonu çekip aldım Defne'nin elinden, onu şuan param parça edebilirdim!

Bir cesaret ile bir şey yapıp devamını bile getiremeyen korkak!

"Konuşmamız lazım." Elimde tuttuğum telefona doğru dişlerimi sıkarak fısıldadım.

"Konuşmamız mı lazım? " Duygusuz bir tonlama telefonda asılıkalırken derin bir nefes aldım.

"Evet, anlatmam gereken şeyler var. Yüz yüze konuşmamız gerek işte Pars." Az önce hayatımdan defolup giden adamı resmen gurursuzca arayan bir kadın gibi gözüküyordum.

"Benimle dalga mı geçiyorsun!" Öfkeli bağırtısı ile Defne olduğu yerde sıçradığında ben bıkkın bir nefes verdim.

Ne olacaksa olacaktı artık. Kaderin akışını değiştiremezdim. "Melikşah ile ilgili..." dedim fısıltı ile.

Telefon bir süre sessiz kaldığında kapandığını düşünerek ekrana dokunup ışığını yaktım fakat saniyeler akarken Pars'ın hırıltıyla aldığı nefesini doyuyordum. Ardından öylece kapandı telefon yüzüme.

Neye uğradığımı şaşırdığımda Defne ile birbirinize bakakalıyorduk.

"Ne bu şimdi?" dedi şaşkın bir sesle.

"Bilmiyorum. Sesimi duymaya bile tahammül edemiyor."

Yaptığım gereksiz duygusallıkla kendimi toparladım.

"Sana söyledim, yardım etmez. Şanslı say kendini, konunun üzerine düşmedi aksi halde bir kaç saate ölümüzü bulabilirlerdi."

"Ne yapacağız şimdi? Polise gitsek?"

Söylediğine kendi bile inanmıyordu, bu tür adamların ne denli güçlü olduklarını ikimizde biliyorduk.

"Defne dinle beni, Sare'nin verdiği paradan ne kadar kaldı?"

"Ne?" Alnı kırışırken yineledim sorumu.

"O para bizi bir süre idare eder, ne kadar kaldı?"

"H-hiç. Sana bile ödeme yapamadım. Arabanın kredisini kapattım, evin bir yıllık kirasını ödedim, bir de dükkânın..."

"Nasıl hiç! Dalga mı geçiyorsun?"

"Kalmadı Nasya! Borçlarımı kapattım temize çıkmak için. Nereden bilebilirdim öldürülebileceğimi."

Ağlamaklı sesiyle derin bir nefes alarak kalktığım koltuğa geri çöktüm.

"Mahvolduk." diyebildim fısıltı ile. "Bittik biz. Cesetlerimize bile kimse sahip çıkmayacak."

"Benim, elimi yüzümü yıkamam gerek. Böyle olmayacak, kendime gelmem gerek. Düşünemiyorum resmen, beynim durdu Nasya."

Hızla yatak odasına döndüğünde gözden kayboluyordu.

Bense gözlerimi elimdeki telefona çevirmiş az önce gördüğüm soğuk tavrın kırgınlığı ile öylece kalıyordum.

Bir insan bir anda nasıl böyle kapı duvar olabilirdi ki?

Ettiğim hakaretler ve sitemleri ciddiye bile almayan adam, ısrarla yanımda yakınımda olmaya çalışan adam neredeydi?

Bu keskin geçiş bir tokat gibi iniyordu suratıma.

Dağılan dikkatimi topladığımda daha önemli dertlerim olduğunu kendime hatırlatmam gerekiyordu.

Telefonum çaldığında gözlerimi tedirginlikle ekrana çevirdim.

Arayan numara saatler önce beni arayan kadına aitti. Nasıl olurda unuturdum, aklım almıyor.

Bir insan annesiyle randevusunu nasıl unutur ki?

Hızla cevapladığım telefonu kulağıma dayadım. Madem geberip gideceğim en azından onu görmeden olsun istemiyorum.

"Alo..."

"Merhabalar Nasya Hanım, randevumuzun saati geçti ama haber vermediniz? Bir sıkıntı yok değil mi?"

Yumuşak sesi ile yüzümde yorgun bir gülümseme oluşurken derin bir nefes aldım.

"Kusura bakmayın, telaşımın arasında sizi unuttum. Hala iş yerindeyseniz gelmek isterim."

Bakışlarım duvar saatine döndüğünde saatin çoktan dokuz olduğunu görebiliyordum.

"Şöyle yapsak, bu gece bir aile yemeğimiz var fakat yarın dilerseniz erkenden buluşabiliriz, nasıl bir model aradığınız hakkında uzun uzun konuşuruz."

Gülümser tonda çıkan sesi ile bıkkın bir nefes verdim dudaklarımdan dışarıya.

"Peki, sabah on gibi desek?"

"Uygundur efendim, rahatsız etiğim için kusura bakmayın, iyi akşamlar diliyorum."

Kapanan telefon ile gözlerimden ansızın birkaç damla süzüldü. Nereden geldiğini ile anlamadığım anlamsız birkaç gözyaşı.

Defne salona geri döndüğünde bakışları evin içinde gezindi.

"Ev sıcacık, musluktan da sıcak su akıyor."

Attığı çarpık bir kaç adımla yanımdaki koltuğa çöktü.

"Sonunda ödemişsin faturaları, ben de sonunda bitirmiştim borçları ama gel gör ki ikimizde en güzel yaşımızda ve en diri çağımızda ölüp gideceği-"

"Faturayı sen yatırmadın mı?"

Böldüğüm konuşması ile aklım karışırken buluyordum kendimi.

"Hayır, söyledim ya 'Sana da ödeme ayarlayamadım.' diye."

O da kafası karışık bir şekilde bana bakarken dudaklarım hayretle aralandı.

"Ben sen yatırdın diye düşünmüştüm yani ne bileyim ben yatırmadığıma göre başka kim?"

Sustum, sorduğum sorunun cevabını biliyordum, hiç bilmek istemesem de biliyordum işte.

Faturalarımı yatıranın kim olduğunu anlamak şu an canımı daha fazla yakamazdı.

"Ne oldu?" Defne sorgularcasına bana çevirdi gözlerini.

"Pars yatırmış olmalı. Bir şey söylemeyince ben de sen yatırdın sandım."

Titreyen sesimi ve sızlayan genzimi saklamak istercesine yüzümü Defne'den terse çevirdim.

Bunca zaman biri tarafından böyle düşünülmemişken o sessiz sedasız koruyup kollamaya çalışmıştı beni.

Ben anlayamamış olsam da gözüme sokmadan usulca yapmıştı bunu.

"İyi misin?" Defne elini omuzuma dokundurduğunda yüzümü ona döndüm.

"Değilim." diyebildim ağlamaya başlamadan hemen önce.

Ardından sımsıkı sardı kollarını bana, başımı omuzuna yasladığımda hıçkırıklarımı serbest bırakıyordum.

İçimde yaşadığım bir sürü karmaşa vardı ve ben nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum.

Akıl alabileceğim kimsem yoktu ve bunca şeyle tek başıma savaşmak biraz yormuştu.

"Sorun değil. Ben her zaman yanındayım, anladın mı? Ben hep buradayım Nasya, ölürsek de el ele ölürüz."

"Of Defne yaa..." İçinde bulunduğumuz duruma gülmeye başladığımda omuzundan geri çektim başımı.

Yüzümdeki yaşları silerken oda gülmeye başladı.

"Ne ya? Beraber yaşadık beraber öleceğiz işte, ne güzel." dedi kıkırtı ile.

Daire kapısının sertçe çalınmaya başlaması ile gülüşlerimiz yarıda kesiliyordu. Bakışlarımız bir birine döndüğünde Defne korkuyla yutkundu.

"Bu kadar erken ölmesek iyiydi ama..."

Yaptığı korku dolu alaylı yorum ile beklemeden kalktım koltuktan.

Kapıya doğru ilerleyip dürbün deliğine göz gezdirdiğimde karşımda gördüğüm suretle geri çekilip Defne'ye çevirdim yüzümü.

"Pars'ın adamı." dedim rahatlamış bir nefesle.

"Ne?" Hızla kalkıp bana doğru geldiğinde uzanıp kapı kulpunu çevirdim.

"İyi akşamlar Nasya Hanım." Davut'un gözleri bana dönerken şaşkınlıkla onu süzdüm.

"İ-iyi akşamlar." Bakışlarım merdivenlere döndüğünce arkasında Pars'ı aradı gözlerim fakat yoktu.

"Pars Bey sizi almamı söyledi, hazırsanız çıkalım."

"Beni mi?"

"Evet efendim, sizinle gideceğimiz yerde buluşacak."

"A-ama..."

"Ben de geleceğim." Defne'nin konuşmaya hızla dâhil oluşuyla derin bir nefes verdim.

"Yalnızca Nasya Hanım için talimat almıştım faka-"

"Bensiz hiç bir yere gidemez! Ben de geleceğim!"

Defne hızla kolumu tutup beni kendine çektiğinde büründüğü korumacı tavırla Davut'tan sert bir nefes aldı.

"İzninizle sormam gerek fakat emri vakilerden hoşlanmaz kendisi."

Telefonunu cebinden çıkarttığında beklemeden bir numarayı çevirip kulağına yasladı.
Geçen bir kaç saniyenin ardından, konuşmaya başlıyordu.

"Sergen, Pars Bey müsaitler mi? Sormam gereken bir şey var."

Ardından beklemeye başladığında bakışlarım Defne'ye dönüyordu.

"Korkma." dedi sesindeki tedirginliğe rağmen beni korur bir ifade ile.

"Teşekkür ederim." diyebildim fısıltılı bir sesle.

"Rahatsız ediyorum efendim fakat bildirmem gereken bir gelişme oldu."

Davut'un sesindeki ciddiyetle konuştuğu kişinin Pars olduğunu anlayabiliyordum.

"Nasya Hanım'ı almak için geldim fakat Defne Hanım da burada ve konuşmaya dâhil olmak istediğini söylediler."

Sustu, karşıdan duyduğu her bir kelimeyi dikkatle dinlediğini anlayabiliyordum.

"Nasıl isterseniz Pars Bey, iyi akşamlar." Kapattığı telefon ile geriye doğru bir adım atıp bize eliyle merdivenleri gösterdi.

"Hazırsanız çıkalım." Bakışları önce benim sonra Defne'nin üzerinde gezindi.

"Çantamı alıp geliyorum."

İçeriye yöneldiğimde adımlarımı yatak odasına çevirdim ve üzerime kapı arkasındaki askılıktan çekip aldığım hırkamı geçirdim, yatağın üzerinde duran kol çantamı aldığımda cep telefonumu içine bıraktım ve salona geri döndüm.

Defne de çoktan hazırlanmış ve daire kapısının dışına çıkmıştı.

Daireden çıkıp apartmana attığım adımla geri dönüp kapıyı hızla kapattım, hissettiğim gerginlikle bakışlarımı Defne'ye çevirdim.

İçten içe Pars'a gerçekleri anlatmanın verdiği korkuyu biliyordum ama ona yalan söylediğimi itiraf edecek olmak ruhumun kasvetini pekiştirmiyor değildi.

Bu adamı neden bu kadar umursuyorum bilmesem de hakkımda ne düşüneceğiyle ilgili ciddi kaygılarım olduğunun farkındaydım.

"Hadi."

Defne koluma girdiğinde ikimizde önden ilerleyen Davut'un peşine takıldık ve kurbanlık koyun gibi peşi sıra indik merdivenleri.

............

Aracın içinde süren sessizlik Defne'nin fısıltılı sesi ile bölündüğünde kulağıma doğru yaklaşıp konuştu.

"Kendi gelir diye düşünmüştüm. Anlattığı şeylere bakılırsa sana kafayı takmış gibiydi. Bir adamla aldırması biraz ürkütmüyor değil."

"Adam değil. Davut, pis işlerini ortadan kaldırmasını emrettiği köpeği."

Bakışlarım dikiz aynasına döndüğünde Davut'un bakışlarının yolda sabitlendiğini anlıyordum.

"Ne yani bizi de mi ortadan kaldıracak?"

"Mümkün gözüküyor, kendi ayaklarımızla ölüme gitmemiz de ayrı ironi." dedim alaylı bir fısıltı ile.

"Sizi öldürmeyeceğim efendim."

Davut'un emin tonlaması ile olduğumuz yerde sıçradık. Her şeyi duyabildiğini anlamamız biraz geç olmuştu.

"O zaman nereye gidiyoruz." dedim oldukça sert çıkmasına özen gösterdiğim sesimle.

"Pars Bey bir aile yemeğinde. O gelene kadar sizi bir arkadaşının evinde bekleteceğim. Verebileceğim bilgi bu kadar."

"Arkadaş?" dedi Defne gergin bir sesle. Fakat sorduğu soru Davut tarafından duyulmuyor gibiydi, sanki bir tek benim sorularıma cevap veriyormuş gibi bir hava oluştu ortamda.

Özel mi hissetmeliydim? Sanmıyorum.

............
Araç, müstakil bir evin önünde durduğunda etrafta bir düzine koruma olduğunu ön camlara çevirdiğim bakışla görebiliyordum.

Davut arabayı durdurup aşağıya indiğinde arka kapıları açarak bize başıyla çıkmamızı söyleyen bir bakış attı.

Önce ben sonra Defne indik arabadan, büyük bahçesindeki verandada gezindi gözlerim.

Çardağında uçuşan fenerlerin üzerinde karlar yer etmiş ve yerdeki çakıl taşlarının üstünde kütüklerle çizilen yol ince bir kar tabakası ile kapanmıştı. İçerinin ışıkları yanarken bu tek katlı şirin evde gezindirdim bakışlarımı.

"Bu taraftan." Önden ilerlerken bize yolu gösteriyordu.

Defne sıkıca koluma sarıldığında peş peşe üzerimize çiseleyen karlara rağmen beklemeden devam ettik.

Giriş kapısına geldiğimizde Davut'un uzanıp kapı şifresini girdiğini görüyordum.

'2807'

Açılan kapı ile içeride hafifçe çalan müzik bizi sıcacık eve sokuyordu.

Birkaç adım attığımızda arkamızdaki kapı kendi kendine kapandı.

Defne'nin bakışları bana döndüğünde gözlerim salona açılan koridorda gezindi.

Duvarlarında anlamsız resimlerin olduğu gri boyalı bu koridor Davut'un bizi yönlendirmesi ile kahverengi tonlarının hâkim olduğu salona açılıyordu.

İlerideki şöminenin ateşi hafifçe çıtırdarken, bir kızın önündeki minderlerde uzanarak dizlerine dayadığı kitabı okuduğunu görüyordum. Sol tarafında duran siyah şarap şişesi ve yarısına kadar içmiş olduğu şarap bardağı ile öylece geldiğimizi bile fark etmeden elindeki kitabı okuyordu.

"İyi akşamlar Deniz Hanım." Davut'un sesi ile yüzünü bize dönen bu genç kız bebek sarısı saçları ve kumral geçişli bukleleri ile sorgulayıcı bakışlar atan mavi gözlerini bizim üzerimizde gezdirdi.

Elindeki kitabı yavaşça üzerine kapatırken uzandığı minderde dikeldi.

Üstündeki saten geceliği düzelterek ayağa kalktığında bedenini tamamen bize doğru dönüyordu.

"Davut?" sorgulayıcı sesi ile şimdi dikkatini Pars'ın sağ koluna çevirmişti.

"Hanımefendiler sizinle kalacaklar Deniz Hanım. Pars Bey birkaç saate gelecek. O gelene kadar burada sizin misafiriniz olmalarını istedi."

Deniz denilen kız çakır gözlerini bana çevirdiğinde yüzünde yumuşak bir gülümseme oluşuyordu.

"Hoş geldiniz."

Sorgulamadan varlığımızı kabullenmiş olması garibime gitse de bu kızın kim olduğunu merak etmiştim.

"Hoş bulduk." Defne'nin şaşkın sesi ile Davut yeniden konuştu.

"Ben artık gidiyorum, Pars Bey gelene kadar burada kalacaksınız Nasya Hanım."

Bakışları yüzümde sabitlendiğinde onaylarcasına salladım başımı.

"Tamam. Umarım uzun sürmez."

Bıkkın bir sesle konuşurken Defne çoktan kolumu saran ellerini benden ayırmış ve salondaki kahverengi koltuğa doğru ilerlemişti.

Davut evin ana kapısına ilerlerken Deniz denilen kız gözlerini üzerimde sorgularcasına gezdirdi.

"Deniz ben."

Bana doğru attığı birkaç adımla önümde durup elini bana doğru uzattı.

Küçük yüzü çekik mavi gözleri ve dolgun pembe dudakları ile gayet alımlı bir genç kızdı.

"Nasya." dedim uzattığı eli sıkarken.

"Memnun oldum Nasya, bir şeyler içmek ister misiniz?"

Bakışları Defne'ye döndüğünde sorduğu soruya bir cevap alabilmek için yeniden bana çevirdi yüzünü.

"Bir bardak şaraba hayır demezdim." Defne'nin gergin sesi ile Deniz gülümsedi.

"Harika bir şişe açmıştım. Şanslısınız." Gülümseyerek mutfağa doğru ilerlediğinde bakışlarımı Defne'ye çevirdim.

"Dalga mı geçiyorsun? Kafanın son derece ayık olması gerekirken ne şarabı! Ölebiliriz Defne, hala farkında değilsen söylemek isterim."

"En azından acı hissetmeyiz, öyle düşün. Evet, içeceğim. Sana tavsiyem sende iç. Çünkü ikimizin de aklı durma noktasına geldi, ne yapacağımızı bile bilmiyoruz. Burada dakikaları sayarak kendimi yemeyeceğim, ne olacaksa olacak Nasya ama bırak biraz akışına. Her türlü öleceksek bu kadar düşünmek neden."

"Salak salak konuşma! Sana dedim ki siktirip gidelim izimizi kaybettirelim! Dürüstlük abideliğin tuttu."

"Bir çıkış yolu arıyorum."

"Böyle mi?"

"Evet, böyle." Alayla kıkırdadığında sinirle alt dudağımı ısırdım.

"Başımıza gelmeyen kalmamış sen hala-"

"Sen de içersin değil mi?"

Denizin sesiyle konuşmam yarıda kesilirken gülümseyerek mutfaktan çıkıp salona geri dönüyordu.

"O içmez. Biraz sıkıcı bir tiptir, sen bana ver bir bardak."

Defne çoktan Deniz'le samimiyeti kurmuş, senli benli konuşmalara başlamıştı bile.

Herhalde stresle baş etme yöntemi olarak böyle bir rahatlık geliştirdi diye düşünmeden edemedim.

"İstersen viski de verebilirim ya da votka falan..." Deniz'in gülümseyen gözleri bana döndüğünde bıkkın bir nefesle konuştum.

"Ben alkol kullanmam, teşekkür ederim."

"Peki, o zaman ben sana kola koyayım." Elindeki kadehe doldurduğu kırmızı şarabı Defne'ye uzattığında canım arkadaşım çekinmeden kurulduğu koltukta dikelerek kendine ikram edilen şarabı aldı avuçlarını arasına.

"Gerek yok. Bir şey içebilecek durumda değilim. Lavaboyu kullanabilirsem çok iyi olur."

Elindeki şişeyi ortadaki cam sehpanın üzerine bıraktığında bana doğru gelerek yumuşak bir sesle konuştu.

"Gel göstereyim." Önümden ilerleyip çıktığımız koridora geri dönerken peşine takıldım.

Önünden geçtiğimiz yatak odasının kapısı geriye kadar açıkken gözlerimi içerideki siyahlarla kaplı odada gezdirdim.

Ardından hızlanarak peşine takıldığımda bir kapının önünde durdu.

"Burası, bir şeye ihtiyacın olursa seslenmen yeter." Bana lavaboyu gösterdiğinde geldiği koridora geri dönerek beklemeden salona ilerledi.

Açtığım kapı ile içeri girip ardımdan kapattım. Bir süre öylece kapattığım kapıya yaslandığımda bakışlarım düzenli banyoda gezindi.

Mermer küvetin etrafında dizili olan şampuanlar ve banyo toplarından bakışlarımı terse çevirdiğimde askıda duran lacivert ve pembe bornoza baktım.

Lacivert bornozun yakasında beyaz iplikle işlenen P&K harflerine takılan gözlerim ile yavaşça yutkundum.

O tarafa doğru attığım bir kaç adımla bornozu kol kısmından tutarak burnuma yaklaştırdım. Genzime dolan koku Pars'ın kokusuyla aynıydı, içimde hissettiğim afallama ile hızla geri çekilip bornozdan uzaklaştım.

Aklıma hücum eden düşüncelerin arasında duygularımı duyamazken anlamlandıramadığım bir his boğazımda takılı kalıyordu.

Bu kız kimdi ve neden banyosunda Pars'ın bornozu vardı? Her şeyi gayet iyi anlıyordum ama beni neden buraya getirttiğini anlayamadım.

Genzim sızlarken derin bir nefes alıp içimdeki kırgınlığı görmezden gelerek lavaboya doğru ilerledim.

Açtığım su ile yüzümü sertçe yıkamaya başladım, yaşadığım bu hızlı geçişler ağır geliyordu.

Bana ne ki Pars'tan, neden bu kadar takılıp kalıyorum bu konuya?

Bu adam birazdan muhtemelen alnımın ortasına bir kurşun sıkacak ve ben burada ölüm saatini bekleyen bir geri zekâlı gibi onun gelişini bekliyorum.

Birde tüm bunların üzerine bu kızla, içerideki o güzel kızla bu evde neler yaşadığını düşünmek istemiyorum.

Bu evde, belki bu banyoda neler yaşadıklarını... O böyle iğrenç bir adam işte bunda böyle şaşırılacak ve afallayacak ne var?

Bunu bana yaptığı tekliften bile anlayabilmişken şuan neden trajikomik bir duruma sokuyorum kendimi?

Hızla banyo kapısını açarak çıktım içeriden burada daha fazla kalmak istemediğimi biliyordum. Bu evde de öyle...

Defne'ye uyup ayaklarımla buraya gelmek salaklıktı zaten.

Çıktığım koridorda banyonun tam çaprazındaki odanın aralıklı kapısında gezindi gözlerim. İçimde durmaksızın yükselen merak bana kapıyı açıp hızlıca bakmamı söylerken mantığım dönüp yoluma gitmemi söylüyordu.

Ama merakım beni çoktan bir kaç adımla aralıklı olan kapıya yaklaştırmıştı bile.

Hızla salona doğru olan kısmı kontrol ettiğimde aralıklı kapıyı açarak içeri girdim, karanlık odada duvarda gezinen elimle görüşümü netleştirmeye çalışıyordum.

Gözümün önünü bile göremezken duvarda elimin altında hissettiğim düğmeye bastım.

Odanın içi kırmızı bir ışıkla aydınlandığında gözlerim gördüklerimle kocaman oluyordu.

Büyük odanın ortasında duran bir yatak, üzerindeki siyah saten nevresimlerle kırışıksızca beklerken tavandan asılı olan demir panelle bir bütün halindeydi.

Duvarlardaki şeffaf cam kapaklı dolaplar ve içindeki çeşit çeşit kırbaçlar şaşkınlıkla dudaklarımı aralamama neden olduğunda istemsizce odanın içine doğru ilerledim.

Solumda kalan bir rafta özenle dizil kelepçeler ve deri göz bantlarının asılı olduğunu gördüğümde içimde ilk başta uyanan işkence odası ihtimali ortadan kayboluyordu.

Bakışlarım tavana döndüğünde kendi yansımamı görüyordum. Boydan boya aynalarla kaplı olan tavan ve kırmızı loş ışığı yayan küçük spot ışıklandırmaları ile kendi etrafımda şaşkınlıkla döndüm.

Duyduğum sesle irkilerek bakışlarımı açık olan kapıya çevirdiğimde Deniz'in bana şaşkınlıkla baktığını görüyordum.

"N-ne yapıyorsun?" dedi sinirli bir tonlama ile.

"B-ben..." Kekeleyerek hızla çıkışa ilerlediğimde yolumu keserek öfkeli bir fısıltıyla konuştu.

"İzinsiz nasıl girersin?" Yavaşça yutkundum.

"Ben, bilmiyordum yani kapı açıktı." Allah kahretsin, ne diyecektim ki!

"Çık lütfen!" Sinirle önümden çekildiğinde beklemeden arkama bakmadan koşar adım salona geri dönüyordum.

"Defne kalk, gidiyoruz." Hala gördüğüm şeylerin afallamasını üzerimden atamamışken o çoktan ikinci bardağını dolduruyordu.

"Ne-?"

"Hadi kalk!" Ona doğru ilerleyip kolundan çekiştirdiğimde Deniz salona geri döndü.

"Nereye?" Gözleri bana döndüğünde şaşkınlıkla bakıyordu.

"Eve."

dedim bakışlarımı ondan kaçırırken. Onun o odada Pars'la neler yaptığını düşünmek bile istemiyordum.

"Olmaz, gidemezsin. Burada onu beklemen gerek."

"Ne?" Şaşkınlıkla alnım kırışırken devam etti konuşmaya.

" 'Beni burada beklesin' dediyse burada beklemen gerek Nasya, böylece çekip gidemezsin. Çok sinirlenir. O, yani Pars Bey çok sinirlenir."

"Ne beyi be! Ne beyi? Adamın bildiğin eskortusun bir de bey diyor!"

"Ne?" Defne şaşkınlıkla bana bakarken kolundan tutup kapıya çekiştirdim.

"Lütfen. Benim yüzümden sanacak. Bak eğer az önce sinirlendiğim içinse özür dilerim. Sadece o odaya izinsiz girilmez, o yüzden."

Şaşkınlıkla karşımda yolumu kapatan genç kızda gezdirdim gözlerimi.

"Bence izin ver geçeyim, inan bana benim kim olduğumu bilsen böyle iyi davranmazsın."

"Önemi yok. Bir önemi yok, lütfen bekle. Yakında gelecektir, gelirim dediyse gelir."

"Ay noluyor ya?" Defne'nin hafiften güzel olan kafası saçma sapan sorular sormasına sebep olurken öfkeyle Deniz'e doğru bir adım attım.

"Ben senin sevgilinin yatağa atmaya çalıştığı bir kadınım Deniz. O yüzden çekil yolumdan, bırak gideyim inan bana bu senin için en iyisi olur."

"Farkındayım ama yanılıyorsun." Bakışları yere indi.

"Farkındayım derken?" Öfkem yerini şaşkınlığa bırakırken konuştu.

"Fotoğrafını gördüm. Bak Nasya ben Pars Bey ile sevgili falan değilim. O herhangi biriyle sevgili olmaz. Bizim aramızdaki başka bir şey."

"Kusacağım gerçekten, çekil şuradan elimde kalırsın."

Hızla onu kenara ittirdiğimde Defne'yi kolundan tutup ana kapıya sürükledim.

Açtığım kapı ile korumalar önümde barikat oluyordu.

"Nasya Hanım." dedi içlerinden biri ruhsuz bir ifade ile.

"Çekil!" dedim işlerimi sıkarak.

"Çıkmanıza izin veremem. Aldığım emir bu yönde..."

"Siktirtme bana emirini, çekil yoksa öldürürüm seni!" Öfkeyle gövdesinden geri ittirdiğimde olduğu yerden sarsılmıyordu bile.

"Üzgünüm. İzin veremem."

Beni sertçe içeri ittirdiğinde kapıyı üzerime kapatıyordu. Tekrar açmak için uzandığımda dışarıdan gelen kilit sesi ile neye uğradığımı şaşırdım.

"Dalgamı geçiyorsun! Açsana lan kapıyı!" Öfkeyle kapıya bir tekme indirdim.

"Lütfen." Deniz'in sesi kulaklarıma çalındığında yüzümü ona döndüm.

"Seni burada zorla mı tutuyor? Y oksa sen de mi... Sen..."

Kafam allak bullak olduğunda beklemeden salona doğru ilerledim. Büyük sürgülü kapıyı açtığımda kendimi bahçeye atıyordum.

"Defne gel buraya!" Ona doğru seslendiğimde arkamdan gelen koruma kolumu sertçe kavradı.

"Zorluk çıkartmayın!" Öfkeli bağırışı ile beni içeriye sürüklediğinde Defne adamın boynuna atlayıp kafasına vurmaya başladı.

"Bırak arkadaşımı hayvan." Kafası o kadar güzeldi ki adamın çabalamasına bile gerek kalmadan atladığı sırttan yere kapaklanmıştı.

"İyi misin?" Korumadan kurtardığım kolumla Defne'yi yerden kaldırdım.

"Popom acıdı yaa!" dedi çocuk gibi söylenirken.

"Öldüreceğim seni, şerefsiz!" Çoktan bahçeye dönen korumanın ardından bağırırken Deniz açık olan kapıyı kapattı.

"Sakin olun lütfen."

Bakışları bana döndüğünde çaresizce yerde Defne'nin yanında otururken buldum kendimi. Sırtımı koltuğa yasladığımda Deniz bana doğru yaklaşıp yanıma oturdu.

"Korkmana gerek yok." Elini omuzuma doğru uzattığında hızla çektim kendimi geri.

"Sen kafayı yemişsin. Halinden bu kadar memnun olman akıl karı değil." Hissettiğim çaresizlikle ne yapacağımı bilmezken titreyen sesime engel olamıyordum.

"Beni anlamanı bekleyemem ama bu kadar kötü hissetmemen gerektiğini bilmelisin. O iyi biri, sadece..."

"Ne sadece! Resmen hapis tutuyor seni burada. Ne iyisi ya! Manyaklık bu!"

"Hayır, öyle bir şey yok, sadece güvenliğimi sağlıyor. O bir iş adamı, dostundan çok düşmanı var. Beni koruyor çünkü başıma bir şey gelmesini istemiyor."

"Bana da aynını yaptı. Ben de aptal gibi kendimi öze-" Sustum. Duygularımı sesli itiraf etmekten oldum olası nefret ederdim.

"Onu tanımıyorsun." dedi Pars'ı savunmak istercesine.

"Tanımak da istemiyorum."

Defnenin elinde evirip çevirdiği şarap şişesini çekip aldım elinden ve beklemeden dudaklarıma dayadım. Boğazımı yakan ekşilikle sertçe öksürdüğümde Deniz gülerek konuştu.

"Yıllanmış bir şarap o, hızlı etki eder. Yavaş mı olsa-"

Dinlemeden bir kez daha diktim dudaklarıma, içimi yakarak ilerleyen şarap bozuk üzüm tadını boğazıma boca ederken üst üste koca yudumlar aldım.

"Şuan Melikşah'ın elinde olmayı yeğlerdim, oturmuş burada adamın escortuyla dertleşiyorum!"

Kendi kendime yaptığım açıklamalar Defne tarafından sarhoş kıkırtılar alırken elimdeki şişeyi bitirdiğimi boğazıma akan son damlayla anlıyordum.

"Sen bu adamdan etkileniyorsun he!" dedi Defne sarhoş arsızlığı ile.

"Yok, daha neler!" diyebildim mide bulantımın arasında bir başkaldırı eşliğinde.

Midem çalkanırken başımın ortasın da korkunç bir ağrı oturuyordu.

Gözlerimin önündeki Deniz'in görseli bozuk ekrandaki görüntü gibi geç gelirken elimdeki şişeyi yere bıraktım.

Gözlerim yeniden Deniz'in yüzünde gezindiğinde zihnimde sahte görseller, illüzyonlar oluşuyordu.

Parsın bu kızı nasıl öptüğü, o odada nasıl kahkahalarla birbirlerinin oldukları...

Güvenliğini en az benim ki kadar umursuyordu. Kendini özel sanan salağın tekiydim ama o boş vakitlerinde buraya gelip bu kadının kollarında kendini mi kaybediyordu? Allah'ın cezası!



PARS

İdil, saatlerdir hiç durmadan konuşurken Londra'yı ve oradaki arkadaşlarını heyecanla anlatıyordu.

Bense boşalan viski bardağımı doldurmak için oturduğumuz masadan kalkarak içki barına doğru ilerledim. Elimdeki kristal bardağı bar tezgahının üzerinde kaydırarak barmene doğru ittirdiğimde, beklemeden içkimi tazeleyişini izliyordum.

Aklım şuanda Denizin yanında olan Nasya'daydı.

Bana Melikşah ile ilgili anlatabileceği tek bir şey vardı, o da yaptığı anlaşma olabilirdi. İçimde bir yerlerde bunu itiraf edecek olmasına sevinen aptal kısmı görmezden gelirken dolan bardağımı hızla kafama diktim.

Babamın sesiyle yönümü arkaya çevirdiğimde yanıma doğru geldiğini görüyordum. Bıkkın bir nefes verdim ve ona doğru bir adım atarak ortada buluştum.

"Ben şimdi eve geçeceğim fakat bütün gece baş başa kalamadık."

Bakışlarım elimdeki kristal bardakta sabitlendiğinde konuşmaya devam etti.

"Sare ile konuştum. Çocuk konusunda pek istekli olmadığını söyledi."

"Beni sana mı şikayet ediyor?"

Dişlerimin arasından tısladığımda babam öksürerek beni uyardı. Ses tonumu karşısında yükseltmemem gerektiğini hatırlatıyordu.

"Ben bir torun istiyorum Pars. Soyumu devam ettirecek bir varis. Paren'den umudumun olmadığını biliyorsun. "

"Baba..."

"Lafımı bölme. Başladı tedavilere, vereceğin sadece bir gen. Karının kıymetini bil oğlum. Annen gibi güçsüz bir kadın da olabilirdi fakat her durumda arkanda, seni destekliyor ve gözünün içine sevgiyle bakıyor."

Annem hakkında yaptığı hadsiz yorumu avuçlarımdaki bardağı sıkarak kendime yedirmeye çalışırken bakışlarım öfkeyle gözlerine döndü.

"Bir şey mi diyeceksin?"

Dişlerini sıkarak tehditkâr bir sesle konuştuğunda burnumdan sert bir nefes alarak hızla onu arkamda bırakıp masadakilerin yanına döndüm.

Çektiğim sandalye ile elimdeki bardağı sertçe masaya çarptım.

Paren'in bakışları beni bulduğunda attığım ters bakışla gözlerini kaçırdı.

"Sofia!"

İdil'in çığlıkla çıkan sevinçli sesi ile bakışlarım mekana henüz giren guruba döndü. Yerinden kalkıp hızla o tarafa ilerlediğinde Paren heyecanla konuştu.

"İnanmıyorum. Bunca yıl sonra!"

Heyecanla sandalyesinden kalktığında Sofia'ya ve yanındaki arkadaşlarına doğru çevirdi yönünü.

Bakışlarım Sofia'yı bulduğunda İdile sıkıca sarıldığını ve el kol hareketlerinden ne kadar şaşkın olduğunu görebiliyordum. Arkadaşlarını ilerideki masaya oturttuğunda İdil'le beraber bizim masamıza doğru ilerlediklerini gördüm.

Sare'nin sorgulayıcı sesi masada dolandı.

"Sofia kim?" dedi meraklı bir tını ile.

"Çocukluk arkadaşımızdı ama Rusya'ya taşındılar diye biliyorduk. Yıllar oldu."

Parenin ağzı kulaklarına varırken İdil ve Sofia çoktan masamıza ulaşmıştı.

Mavi gözleri masada dolandığında üzerimde sabit kalıyordu. Alnı kırışırken beni tanımak ister gibi sorguladı zihnini.

"Pars!" dedi yüzünde yayılan geniş tebessümle.

"Uzun zaman oldu." dedim sandalyede geri yaslanırken.

"Sofia!"

Paren sıkıca sarıldığında ona karşılık verirken bakışları bana dönüyordu. Benim ise bakışlarım gözlerinde sabit kaldı.

Attığı birkaç adımla Sare'ye doğru ilerledi.

"Merhaba." Elini uzattığında Sare de oturduğu sandalyeden kalkarak karşılık verdi.

"Merhaba. Sare, Pars'ın eşi."

Sofianın şaşkın bakışları yüzüme döndüğünde suratındaki gülümseme ansızın siliniyordu.

Bıkkın bir nefesle onları izlerken Sare'den ayırdığı eli ile bana doğru bir adım attı.

"Sarılmayacak mısın?" dedi buruk bir tebessüm ile.

"Temastan hoşlanmıyorum." dedim bakışlarım iç cebimde titreyen telefona dönmeden hemen önce.

Bozulmuş bir ifade ile sağ tarafımda babamın henüz kalktığı boş sandalyeye oturdu.

Cebimden çıkarttığım telefonun ekranındaki mesajda gezindi gözlerim.

Nasya: Hady ama grlmiyprmsn ?

Yazdığı bozuk kelimelerde gezinen anlamsız bakışlarım ile ondan böyle bir mesaj almak garip gelmişti. Sıkkın bir nefesle telefonu cebime sokuşturdum.

"Ben kalkıyorum, siz eve geçersiniz."

"Abi yaa!"

İdil'in sitemkâr sesi ile gülümsedim. Hiç istemesemde gülümsedim, onun için hiç istemediğim birçok şey yapmıştım, gözümün bebeğiydi o benim. Küçük kardeşim, afacan kızım gibiydi.

"Saatlerdir buradayım zaten cimcime, halletmem gereken işler var. Birkaç gün daha buralardasın zaten, yeniden buluşuruz. Tabi arkadaşlarından bana vaktin kalırsa."

Yavaşça oturduğum sandalyeden kalktığımda Sofia da benimle beraber kalktı.

"Arabadan bir şey almam gerekiyor, seninle otoparka kadar geleyim."

İzin alır gibi gözlerime çevirdi bakışlarını, ben de başımı onaylarcasına salladım.

Yönümü restoranın çıkışına çevirdiğimde peşinden geldiğini topuk seslerinden duyabiliyordum.

Loş ışıkların aydınlattığı otoparkta Aracıma doğru ilerlerken Adımı seslenmesi ile durdum.

'İşte başlıyoruz..'

"Pars..."

Yönümü ona döndüğümde attığı iki adımla dibimde durdu, bakışları yüzümde dolanırken dudaklarında hüzünlü bir gülümseme yayıldı.

"Çok değişmişsin." dedi fısıltılı bir sesle.

"Büyüdüm." dedim geriye doğru bir adım attığımda, aramızdaki mesafeyi açıyordum.

"Hayır, hareketlerin ve tavırların değişmiş." Gülümsedim ama içi boş bir tebessümden daha fazlası değildi.

"Ne oldu?" dedi kıkırdayarak.

"En son dokuz yaşındayken görüştük Sofia, yıllar sonra karşıma gelip değişmişsin diyorsun."

"Giderken sana haber veremedim. Üzgünüm."

"Bir önemi yok, babamdan öğrendim bir anda ülkeyi terk ettiğinizi, ne tuhaf değil mi? Benim gitme ihtimalim seni korkuturken kendin, aileni de alıp ortalardan kayboldun."

Alaylı sesimle duygusuz bir ifade takılıkaldı yüzümde.

"Pars..." Elini yüzüme doğru kaldırdığında bileğini sertçe kavradım ve aşağıya ittirdim.

"Temastan hoşlanmıyorum dedim. Neyini anlamıyorsun!"

Öfkeyle hırladığımda dolan gözleri ile baktı yüzüme.

"Ben sadece çocuktum. Sana bir şey olacak diye korktum."

Yapmaya çalıştığı açıklama sinirlerimi gererken daha fazla beklemeden yönümü arabaya çevirdim.

"Pars özür dilerim. Ben sadece annen seni alıp kaçarsa baban sizi öldürür diye korktum."

Arkamdan bağırırken durdum.

Bir adım atıp önümdeki araca binmekle arkamı dönüp çocukluğumun hesabını sormak arasında kalıyordum.

"Pars!"

Yeniden titrek sesiyle konuştuğunda hızla arkamı dönüp onu kolundan tutarak arabaya doğru çekiştirdim. Sırtını sertçe araca çarptığımda üzerine doğru eğildim ve bütün öfkemi kustum.

"Sana güvendim! Siktiğimin güveni ne demek biliyor musun? Kimseye güvenmezken sana güvendim! Sana anlattım Sofia. 'Annemle kaçacağız babamdan.' dedim! Ben her şeyimi sana anlatırdım. 'Babam zorla elime silah verip birini vurdurdu.' derdim! Moraran suratımı bir sana korkmadan gösterirdim! Gördüğüm eziyeti bir seninle paylaşırdım! Sana güvendim lan! Sen ne yaptın!"

Öfkeyle boğazını kavrayıp onu yeniden arabaya geçirdim.

"Babama gidip kaçacaklar dedin! Sen beni sırtımdan vurdun. Beni ilk sırtımdan vuran sen oldun! Senin yüzünden neler oldu biliyor musun? Annem bir ay yatakta bakım gördü. Öyle kötü dayak yedi ki öldü sandılar. Sonra ne oldu bilmek ister misin?"

Gömleğimin yakasını düğmelerinden kopararak açtım.

"Bak! İyi bak bu izlere! Dokuz küçük nokta. Her birinin acısı hala zihnimdeki tazeliğini koruyor. Dokuz sigara yanığı, tam dokuz kez. İzmaritini bedenimde söndürdü, aklının alamayacağı bir acı! Dokuz yaşındaki bir çocuğunda kaldıramadığı bir sızıydı, her seferinde bayılırdım acıdan! Ama suratımı ıslatarak tokatlar içinde kendime getirirdi beni! Sen Sofia, sen benden neleri aldığını bilmiyorsun! Karşıma geçip bana kaçak bakışlar atarak çocukluk aşkını diriltme denemelerinde bulunacaksan sakın böyle bir aptallık yapma! Senin aşk sandığın bu şey benim kaçış limanımdı! Ben sana güvenmiştim. Sen beni kaybetmemek için bir daha görememe korkusuna harcadın çocukluğumu! "

"Özür dilerim." dedi fısıltılı bir çaresizlikle.

"Bu hesaplaşmayı asla yapmayacağıma dair kendime bir söz vermiştim fakat o sözü çiğnettin. Bir daha karşıma çıkma Sofia! Canını yakarım."

Hızla bileğinden tutup ileri savurduğumda beklemeden arabaya biniyordum.

Çalıştırdığım araba ile beklemeden çıktım otoparktan.

Yol boyunca zihnimde canlanan hatıralar direksiyonu öfkeyle sıkmama neden olurken kulaklarımda annemin acılı iniltileri yankılanıyordu.

'Adil yapma... bırak gözünü seveyim öldüreceksin çocuğu.. Adil kalbinin üzerine geliyor yapma.'

Zihnimdeki bu ses, kendi dayak yerken bile bu kadar yalvarmayan anneme aitti. Benim için çırpınıyordu fakat hiç bir işe yaramayacağını ikimizde biliyorduk.

Sonra o gitti, beni bu cehennemde bir başıma bıraktı.

Ona kızgın değilim fakat yanında beni de götürmediği için kırgın hissettim, hem de uzunca bir süre.

Şimdi anlıyordum, annemden sonra bunca şeye katlanmamda ki tek sebep İdil ve Parendi. Onlara kasıtlı bir şekilde zarar veremezdim.

Annemde beni ölüme beraberinde götüremezdi.

O ruhunun eziyetine bir son vermek istedi fakat bir an olsun geride kalanları düşünmediğini biliyordum.

Ben o kadar kolay vazgeçemedim ailemden. Hala yaşıyorsam babamın boyunduruğu altında kardeşlerimi bu öfkeden uzak tutmayı başarabildiğim içindir.

Benim bu cehennemde bir hayatım yok, hiç bir şey zevk vermiyor, her günüm bir diğerinin tekrarı ya da benzeri iken yaşamamın bir gayesi yok.

Bugün, dokuz yaşındayken hissettiğim çaresizlikten bir adım bile uzakta değilim.

Ben hala annesinin korumayı başaramadığı, babasının öfkesini üzerine kustuğu o küçük çocuğum.

Ruhumu görebilen kimse yok, içeride verdiğim savaşı anlayan tek bir canlı ile karşılaşmadım. Hiç bir başarı gözümü doyurmuyor, hiç bir hedef yeterli gelmiyor.

İçimdeki bu açlık korkarım ki ben öldüğümde sona erecek. Arıyorum, ben annem o dağ evinin tavanına kendini astığı günden beri varlığımı anlamlı kılacak bir şey arıyorum.

Bir duygu, belki bir kadın, ya da bir amaç...

Ama hayır. İstediğim her kadını aldım, koyduğum bütün hedeflere ulaştım.

Zevkin her türlüsünü denedim ve deniyorum fakat olmuyor.

Ruhumu dinlendirecek, yorgunluğumu bir an olsun unutturacak hiç bir şey yaşanmıyor.

Yaşanmıyordu.

Zihnimin odaları sertçe açtığı kapılarla, gözümün önüne o sureti getirirken, iri gözlerine bakarken buluyordum kendimi.

Nasya öylece karşımda durup sadece bakışları ile beni görebildiğini hissettiriyordu. Ama yanıldım, o kızın beni gördüğü falan yok.

Benim onda gördüğüm şeyi o bana bakınca görmüyordu, aksine bana bakınca bir canavar gördüğüne eminim.

Aracı, sakin muhitin ferah sokağına girdiğinde kapının önüne yavaşça park ettim. Korumalardan biri kapımı açtığında beklemeden aşağıya inerek bahçeye doğru ilerledim.

Ana kapıya doğru ilerlediğimde kapının şifresini girdim. Açılan kapı ile içerideki müzik sesi kulaklarıma doluyordu.

Atılan kahkaha seslerini duymamla beklemeden salona doğru yürüdüm Nasya'nın orta sehpanın üzerinde yaptığı mezdekeyi gördüğümde kaşlarım hayretle havalandı.

Kalçasını ustaca sallarken elindeki şarap bardağından bir yudum almayı ihmal etmiyordu.

"Ne oluyor lan?"

Bakışlarım onu alkışlarla destekleyen Deniz ve Defne'ye döndüğünde hepsinin kafasının iyi olduğunu görüyordum.

Gözlerim varlığımı fark etmeyen ikiliden Nasya'ya döndüğünde bedenini nasıl böyle iyi kullanabildiğini merak etmeye başlıyordum. Kıvraklığı hayret vericiydi.

Dağılan dikkatimi toparlayarak uzanıp sol taraftaki müzik sistemini kapattım. Nasyanın gözleri üzerime döndüğünde kaşları çatılıyordu.

"Oynuyordum ben!" dedi sitemkâr bir sesle.

Gözlerinin kaymasından içtiği şarabın onu ne denli gevşettiğini anlayabiliyordum.

"İn aşağıya, düşeceksin."

Ona doğru ilerleyip belinden kavradım ve usulca yere indirdim.

"Hoş geldin."

Yüzünde anlamsız bir gülümseme ile beni süzerken bakışları dudaklarıma kayıyordu.

Yavaşça yutkunduğumda zar zor bakışlarımı yüzünden terse çevirdim.

"Deniz ne oluyor?"

Sorgulayıcı bakışlarım Deniz'e döndüğünde yüzüm burnumun ucundaki kadın tarafından kavrandı ve kendine çevrildi.

"Bana bak!" dedi nazlı bir cilveyle.

"Nasya ne oluyor?" Saşkınlığımı saklayamıyordum.

Nerede o her fırsatta tırnaklarını çıkaran kadın, nerede şu an bakışları ile içimi gıdıklayan bu afet!

"Bakma ona, bana bak. Sen sadece bana bak." Ellerini boynuma sardığında aradaki mesafeyi kapatmak ister gibi parmak uçlarına kalktı.

"Sen..."

Nefesi dudaklarımda gezinirken Defne'nin kahkahası ile yükselen tansiyonumu indirerek kendimi geri çektim.

Boynumdaki eller iki yanına düşerken küskün bir ifade ile alt dudağını büktü.

"Pars Bey, ben durdurmaya çalıştım fakat iki şişeyi tek başına bitirdi."

Deniz'in tedirgin sesi ile öğrendiğim bilgi karşısında hayrete düşüyordum.

"İki şişe ne lan! Alkol komasına gireceksin."

Hızla Nasya'nın kolunu tutup onu banyoya sürükledim.

"Ne yapıyorsun." Kolunu ellerimden kurtarmak için çırpınsa da hiç bir işe yaramıyordu.

"Kusman gerek Nasya. Kafayı mı yedin sen!"

Banyodan içeri soktuğumda bakışlarını duvardaki bornoza çevirdi.

Belinden tutup onu lavaboya yaklaştırdığımda açtığım su ile yavaşça yüzünü ıslatmaya başladım. Ama o kilitlenmiş gibi duvardaki havluları izliyordu.

"Ne oldu?" Bakışlarım o tarafa döndüğünde neye baktığını anlayamıyordum.

"Bırak beni!" dedi hırçın bir ifade ile.

"Nasya, ne oluyor diyorum! Delirtmesene kızım, ne görüyorsun orada!"

"Gitmek istiyorum." Bakışları bana döndüğünde belindeki kolumu serbest bırakmam için sarsıyordu.

Onu sertçe açık olan banyo kapısına yasladığımda, açık olan kapı çoktan kapanmış ve bedenlerimizi birbirine yaslamıştı.

"O kız kim Pars? Neden beni beraber olduğun bir kadının evine getirdin." Gözleri kayarken hesap sorar gibi fısıldadı.

"Güvende olman için." Bakışlarımı yere çevirdiğimde öfkeli bir fısıltı ile tısladı.

"Melikşah'ın ellerinde olmayı yeğlerdim."

"Ne?" Kafam karışıyor, Nasya ne yapıyorsun?

"Odayı gördüm, aptal! O kızla orada neler yaptığını düşünüp duruyorum." Alnım kırışırken duyduğum şey beni sinirlendiriyordu.

"Odaya mı soktu seni?!" Öfkeyle tısladım dişlerimin arasından.

"Ben girdim, ben! Önce burada bornozunu gördüm, sonra o oda... Seni öldürmek istiyorum!" Dudakları büküldüğünde ağlamaklı bir sesle konuşuyordu.

"Bundan sana ne ki? Deniz'le beraber olmamdan sana ne?"

"Siktir git Pars." Beni geri ittirmek için bir hamle yaptığında bedenini iyice bastırdım kapıya.

"Derdin ne senin?"

Dişlerimin arasından fısıltılı bir çaresizlik ile konuştuğumda bakışları yeniden dudaklarıma kaydı.

"Derdim yok." dedi bedenimin altında kıvranırken.

"Yapma Nasya, oynama benimle."

Alnımı onun alnına dayadığımda dudaklarımı sus çizgisine bastırdım. Nefesindeki şarap kokusunu net bir şekilde alabilirken gözlerimi usulca yumdum ve yeniden konuştum.

"Beni her fırsatta iten sen, şimdi gözlerime böyle bakamazsın." Sözlerimin bitiminde dudaklarımı saran sıcaklıkla neye uğradığımı şaşırıyordum.

Üst dudağımı kavradığında alt dudağını yavaşça ağzımın içine sokuşturdu.

Nefesi benimkine karışırken içimde ansızın yükselen şehvet ateşi ile bedenini kapıyla aramda ezmeye başladım.

Ellerini boynuma çıkarırken usulca okşadığı ensemle beni iyice kendine bastırıyordu. Farkında bile olmadan parmaklarımın teninde gezintiye çıktığını anlamam geç oluyordu, kıvrımlı belinde dolanan avuç içlerimle parmaklarım göğüslerine doğru okşayarak çıkmaya başlamıştı.

Giderek sertleşen erkekliğimle ağzımın içinde eriyen kadın bende şehvetli hırıltılara sebep oluyordu.

"Y-yapma!"

Hızla kendimi bedeninden ve dudaklarından ayırdım.

"Neden?" Kızaran dudakları ile bana yalvarırcasına baktı.

"Sarhoşsun Nasya, bu sen değilsin. Bu senin bastırdığın tarafın."

Ona arkamı döndüğümde bana doğru gelip sırtımdan sarılmasıyla neye uğradığımı şaşırıyordum.

Ellerini göğsüme sardığında üç düğmesi kopuk olan gömleğin arasından tenime dokundu.

İnce parmaklar sızısını her daim hatırladığım yaralarda gezinirken nefes almayı unutuyor gibiydim. Yaşadığım bu afallama ve ne yapacağımı bilemeyiş başıma ilk kez gelen bir histi.

Kolları bedenime sarılı iken yavaşça yüzümü ona döndüm. Kafasını geri çekerek göğsümü ona çevirmeme izin verdi.

Bakışları gözlerimden gövdeme döndüğünde, alnı yavaşça kırıştı

Parmakları gömleğin açık kısmından yaralarıma doğru kaydı.

Küçük eller yaraları okşayarak gezindiğinde gözlerimi sıkıca yumdum.

Bütün gücümle sıktım kendimi, dişlerimin uyguladığı baskı ile çenem sızlarken kendimi geri çekmemek ve içimdeki acıyı bir an olsun unutabilmek için direndim.

Bu yaralara dokunan ilk kadın Nasya'ydı...

"Acıyor mu?" dedi yumuşak bir sesle. Aralanan gözlerimle bakışlarımı yüzüne çevirdim.

"A-anlamadım?"

"Çok acıyor mu? Zamanı geçmiş ama izi kalmış. Hala çok acıyor mu?"

Koca gözleri yüzüme döndüğünde misket gibi parlayan bakışlarından ağlamak üzere olduğunu görüyordum.

"H-hayır acımıyor."

Yüzünü ellerimin arasına alıp yavaşça eğildim. Alnına bıraktığım öpücükle içimde yeşeren umudun üzerine bir toprak attım.

"Sen benimle ne konuşacaktın?" Geri çekildiğimde yüzünü serbest bıraktım.

"Ben mi?" Aklı karışırken bir süre durup düşündü. Bu kadar çok içmenin ona yaramadığını anlamış oluyordum böylelikle.

"Ben..." dedi düşünerek kaşları havalanırken. Şuan o kadar masum ve zararsız görünüyor ki uzanıp dudaklarına yapışmamak için kendimi zor tutuyorum.

"Melikşah ile alakalı bir şeylerden bahsettin telefonda." Kaşlarım çatılırken ona saatler önce örmüş olduğum duvarı korumak zorunda olduğumu hatırlattım kendime.

"Melikşah..." Elleri saçlarına doğru kalktığında mahcup bir ifade ile karıştırdı saçlarını.

"Evet Melikşah." Söyle artık!

"Benden nefret edeceksin."

Söylediği sözler zar zor duyulan bir fısıltı ile çıktı dudaklarından. Olduğu yerde, mermer zeminde dizlerinin üzerine çöküyordu.

"İyi misin?" Yanına eğildiğimde gözleri yüzüme döndü.

"Benden nefret edeceksin hatta çok kızacaksın ama önce nefret edersin her halde. Bizi öldüreceksin değil mi?" Alnım kırışırken bıkkın bir nefesle konuştum.

"Benim yerime karar vermeden önce söyle ne söyleyeceksen."

"Olmaz. Zaten sen niye geldin ki?"

"Nereye?"

"Hayatıma. Ben iyiydim böyle, sen nereden çıktın bir anda. Ben ne yapacağımı bilmiyorum, bununla ne yapacağımı bilmiyorum."

"Hayatından çıkmıştım Nasya, beni arayan sensin." Yavaşça ayağa kalktığımda bakışlarını oturduğu zeminden bana çevirdi.

"Aptal Defne dedi! Gerçekleri anlat dedi, bize yardım eder dedi ama ben ona diyemedim."

"Neyi?"

"Senin beni bırakıp gittiğini. Dizlerim kanasa da ellerim kesilse de gelmeyeceğini söyleyemedim. Aptal Defne de seni aradı, ben sesini doyunca da telefonu kapatamadım."

Karma karışık kullandığı kelimeler ile bir sonuca varamazken yavaşça onu belinden kavrayıp ayağa kaldırdım.

"Sen iyi değilsin. Gel buraya."

"İyi değilim. Annemle buluşmaya gidemedim, Melih beni öldürmekle tehdit ediyor ve senin gibi bir manyaktan hoşlanıyorum."

"Ne?" Duyduğum sözlerin birbiriyle bir bağlantısı yoktu ama kurduğu cümlede ilgimi çeken birçok kelime vardı.

"Melih seni tehdit mi ediyor!" Dişlerimin arasında öfkeyle hırlarken söylediği son kelimenin bilincine varıyordum

"S-sen benden..." Yutkundum.

"Hoşlandığını mı söyledin?" Sorduğum soru ile öğürerek ilerideki klozete doğru koştu.

Açtığı kapakla içinde ne var ne yoksa çıkarmaya başlıyordu. Hızla yanına gidip saçlarını toparladığımda boştaki elimle sırtını destekledim. Durmaksızın çıkardığı tek şey şaraptan geriye kalan bordoluktu.

"İğrenç! Git burada-" Sözlerini yarıda keserken yeniden öğürdü ve ne var ne yoksa çıkardı.

Öksürmeye başladığında, dudağının kenarında kalan parçalarla yüzünü bana döndü.

Hayatım boyunca bir kadını kusarken görmemiştim ve hayatım boyunca bir kadının böyle bir anda yanında olmamıştım.

Dudağındaki lekede gezinen bakışlarım ile bastıramadığım bir gülümseme yüzümde yerini aldı.

"Gülme bana." Alt dudağını büktüğünde gerçekten utandığını anlayabiliyordum.

"Gel buraya baş belası." Onu belinden tutup ayağa kaldırdığımda, lavaboya kadar yürüttüm.

Banyonun kapısı açıldığında Deniz aralıklı kapıdan içeriye başını uzattı.

Bense musluğu açıp avucumun içine aldığım su ile Nasya'nın ağzının kenarındaki döküntüyü temizledim.

"Kustu mu?" dedi şaşkın bir ifade ile bana bakarken.

Avucumun içine yeniden su doldurduğumda bu kez bütün yüzünü ıslak ellerimle ıslattım ve saçlarını kulaklarından geriye ittirdim.

"Bir havlu ayarla ve bir de kıyafet."

"T-tabi efendim." Hızla çıktı banyodan.

"Daha iyi misin?" Kapanan gözleri ile bana bakarken başını yavaşça salladı.

"Midem biraz sallanıyor ama iyiyim."

"Mide sallanmaz, başın dönüyor."

Yüzümdeki gülümseme giderek yayılırken beklemeden onu üzerinde zar zor durduğu bacaklarından kavradım ve sırtından aldığım destekle kucağıma aldım.

"Ayy, ne yapıyorsun!" kıkırdarken ellerini boynuma sarıyordu.

"Şu cilveli hallerin gerçek olamayacak kadar güzel biliyor musun? Ne olur hep böyle olsan!"

"Anlamadım ne?" Yüzüme şaşkınca bakarken başını usulca boynuma sokuşturarak kendine yer buluyordu.

Kucağımda ki varlığı ile ara koridora çıktım ve onu yatak odasına doğru ilerlettim.

Deniz, havlu ve kendi pijamalarından birini ellerinde dikkatle tutarken attığı adımlar yavaşladı ve sorgulayıcı gözlerini üzerimde gezdirdi.

"Yatak çarşaflarım ne zaman değişti?" Yatak odasına girdiğimde peşimden geldi.

"Bu sabah. İsterseniz benim odamda uyuyabilir."

"Elindekileri bırak ve çık odadan."

Şu an onun bu aptal yardım severlikleri ile uğraşacak durumda değildim. Yatağın üzerine bıraktığı havlu ve pijamalar ile beklemeden odadan çıktı ve kapıyı kapattı.

Kucağımdaki minik bedeni ilerleyerek büyük yatağın ortasına bırakmak için eğildim.

Fakat güçsüz kollar beni iyice sardığında kulağımın dibinde beni çıldırtan fısıltı bedenimdeki hâkimiyeti kaybettirecek türdendi.

"Pars."

Sıcak nefesi bedenimdeki her bir hücreyi harekete geçirdiğinde adımı bir kadından duymanın beni bu kadar yükseltebileceğini kim bilebilirdi ki?

Şu fısıltı ile bana ne söylese yaptırabilecek bir güce sahip ve bunun farkında bile değil.

"Buradayım fakat ellerini gevşet biraz." Zar zor topladığım dikkatimle kesik kesik konuşuyordum.

"P-pardon." Kıkırdayarak ellerini geri çekti ve yatakta iki yanına savurarak uzattı.

Aldığım derin nefesle dikeldiğimde uzanıp havluyu aldım ve ıslak yüzünü yavaşça sildim. Teninde gezen havlu ile kıkırdarken ona bakıyordum. Hiç görmediğim bu yönüne ve şu anki masumiyetine.

"Yeter." Söylenerek elimdeki havluyu ittirdiğinde yatağın üzerindeki geceliği çekip aldım.

İnce askılı bir gecelikti ve muhtemelen Nasya bununla uyanırsa bana bütün günü zehrederdi, onu bir şey olmadığına inandıramazdım bile.

Elimdeki geceliği buruşturarak ilerdeki tekli koltuğa fırlattım. Giyinme odama doğru ilerlediğimde raftaki pijamalarımdan birini çekip odaya geri döndüm.

Gözlerim üzerinde gezindiğinde içimde hissettiğim tedirginliğe alay edercesine bir gülüş bıraktım. "Bir kadına dokunurken sonrasını düşünerek tırsmakta varmış demek." Elimdeki pijamaları yatağa bırakarak odanın kapısına doğru ilerledim.

"Deniz!" Seslenişim ile hızlı adımlarla yanıma doğru geldi.

"Buyurun efendim."

Gözleri saygıyla yerde gezerken bakışlarımı aralıklı tuttuğum kapıdan içeri çevirip Nasya'ya baktım.

"Pijamalarını değiştir. Ben mutfakta olacağım. İşin bitince haber ver."

"P-peki..."

Şaşkın bir göz temasının ardından hızla odaya girdi. Onları odada yalnız bırakıp mutfağa doğru ilerledim.

Açtığım buzdolabından kendime soğuk bir soda çektim ve kapağı kapattım.

Arkamda duyduğum adım sesleri ile yönümü mutfak kapısına döndüğümde Defne'nin söveye yaslanmış bir şekilde beni izlediğin görüyordum.

Beklemeden tezgâha yaklaşıp raftan bir bardak aldım ve açtığım sodayı cam bardağa boşalttım.

"Pars Bey..." dedi ağzının içinde mırıldanarak. Elimdeki bardakla beraber adımlarımı kapıya çevirdim.

Çıkmak için attığım adımla ellerini sövelere dayadı ve yolumu kapattı. Gözlerinin baygın baygın üzerimde gezişini izledim bir süre.

"İzin verecek misim?!"

Gerilen çene kasımla sarhoş olduğunu kendime hatırlatıp sakin kalmaya çalıştım. Fakat yaptığı hadsiz hareket canımı son derece sıkmıştı.

"Neden o?"

Kaşları çatılırken bedenini bana doğru meylettirdi ve devam etti.

"Neden Nasya, yani o çok iyidir fakat onda özel olan ne? O teklifle bana gelseydiniz..." Sert bir hırıltıyla kapıdaki elini hızla indirdim.

"Çekil lan şuradan! Bir de seninle uğraşamam."

Bedenine sertçe çarpıp geçtiğimde yatak odasına doğru ilerledim.

Defnenin yaptığı hadsizlik bir yana, neden Nasya diye hiç düşünmemiştim.

Güzel olduğu için mi? Çok daha güzel kadınlarla beraber oldum. Belki asi tarafı ilgimi çekiyordu fakat ben hiç bir zaman hadsizliği seven bir adam olmadım.

O zaman neden? Neden onu gördüğümde engel olamadığım bir dürtü ile kendimi ona çekilirken buluyorum? Neden gözlerime her baktığında içimdeki karmaşaya çekiliyorum?

Beraber olamadığım için mi? Az önce kendini bana teslim etmeye oldukça açıkken neden durdurdum ki onu? Niye en başından beri istediğim şeyi elimin tersi ile ittim?

"Pars Bey..."

Yatak odasının kapısına geldiğimde içeriden çıkan Denizi görüyordum.

"Ne durumda?" Sorgulayıcı tonlamam ile sakin bir cevap verdi.

"Sızdı fakat kıyafetlerini değiştirdim."

Başımı anladığımı göstermek amacıyla salladığımda beklemeden yanından ilerleyip odaya doğru yürüdüm.

"O-onunla mı kalacaksınız?"

Titrek sesi ile arkamı dönüp kapıyı kapatmadan hemen önce öfkeli bakışlarımı üzerinde gezdirdim.

"Hesap mı soruyorsun!?" Dişlerimin arasından fısıldadığımda korkuyla salladı başını.

"H-hayır ama siz kimseyle uyumaktan hoşlanmıyorsunuz diye söyledim. Ben..."

"Seni ilgilendirmeyen şeylere karışma Deniz! Beni de gece gece germe! Gidip defne ile ilgilen! Kendinde değil zaten, saçma sapan bir şey yapmasın."

Kapıyı hızla suratına çarptığımda bedenimi yatakta öylece kıvrılan Nasya'ya çevirdim.

Aldığı derin soluklarla uykunun huzurlu kollarında bir gezintiye çıkmış gibiydi.

Birkaç adım atarak yatakta yanına oturdum ve elimdeki sodayı komodinin üzerine bıraktım.

Uzanıp yüzünü perdeleyen uzun siyah saçlarını usulca geri attığımda yüzü öylece gözümün önüne serildi. Onu uyurken görebilmek garip hissettirirken parmaklarım usulca kızarık yanaklarında bir gezintiye çıkıyordu. Küçük burnundan aldığı sessiz nefesler ve gözlerini perdeleyen uzun siyah kirpiklerle şuan hiç bir şeyin farkında bile değildi.

Üzerinde benim pijamalarım ile içinde kaybolduğu takımla öylece kıpırdandı yatakta. Yüzünde gezinen elimi tutup hızla arkasını döndüğünde beni de peşinden yatağa çekiyordu.

Yüzüm ensesinde durduğunda koluma sıkıca sarıldı ve rahat bir pozisyon alarak uyumaya devam etti, bense öylece iki büklüm kalıyordum.

Onu uyandırmamak için yavaşça yatağa uzandım ve sıkıca sardığı koluma iyice dolanmasına müsaade ettim.

Kokusu burnuma dolarken gözlerimi sıkıca yumup kollarımın arasındaki küçük bedene çevirdim dikkatimi.

Kendini geri verdiğinde dolgun kalçaları kasıklarıma baskı uyguladı ve gözlerim ansızın açıldı.

"Siktir!" Yavaşça yutkunduğumda yerleşmek için yaptığı her kıpırtı bende başka duyguları uyandırırken bedenimi geri çektim.

Aramızdaki boşluğa başımın altındaki yastığı sıkıştırdığımda, bu kez kalçasını yastığa bastırdı. Neyse ki sıcak tenine temas eden ben değildim. Aksi takdirde ne olacağını ben bile kestiremezdim.


Loading...
0%