@nurdogru26
|
Yeni bölüm geldii❤️ Bol bol yorum yapmayı unutmayın Sizi seviyorum 🫶🏻 ❤️🥲 ———- NASYA Başımın ortasında hissettiğim sızı ile gözlerimi aydınlık odanın içine araladım. Bakışlarım tavandaki spotlarda gezinirken evde olmadığımı anlıyordum. Bulanık sanrılarımın arasında akşam, Pars'ın bizi Deniz denen kızın evine bıraktırdığını hatırladım. Hızla yatakta dikeldiğimde ağrı ile avuç içlerimin arasına sıkıştırdım başımı. Kulağıma gelen su sesiyle beraber odanın içinde dolandı bakışlarım. Kapısı aralıklı olan banyoya doğru ilerlemek için usulca kalktım yataktan. Bakışlarım üzerimdeki pijamalara döndüğünde kollarının uzunluğu ellerimi örterek yere sallanırken gözlerimi yere sürten paçalarıma çevirdim. Göğüs kısmındaki P&K harflerini gördüğümde başımdan aşağıya akan kaynar suyla şaşkınlıkla olduğum yerde kalıyordum. Banyodan gelen su sesi kesildiğinde yeniden dikkatimi o tarafa çevirdim. Attığım birkaç adımla aralıklı kapıdan içeriye çevirdim gözlerimi, Pars'ın duşa kabinin içinden uzanıp ilerideki havluyu alan kolunu gördüğümde geriye doğru bir adım atarak kapının önünden uzaklaştım. Kafamın içinde dönüp duran ihtimallerle içim içimi yerken duyduğum kalın sesle hızla başımı banyo kapısına çevirdim. "Günaydın." Pars beline sardığı siyah havluyu sıkıca belinde tutturmuş, her an kopup düşecekmiş gibi duruşuna mâni olamıyor gibiydi. Gözlerim ıslak bedeninde yavaşça süzülen damlalarda gezinirken sertçe yutkunarak bakışlarımı kaçırdım. "Ne yapıyorsun?" Elimle yüzümü perdelediğimde sessiz bir gülüş kulaklarıma ulaştı. "Sakin ol, sadece duş aldım." Bana doğru attığı adımlarla yerdeki parkelerin üzerinde çıkardığı sesleri duyuyordum. Yanımda durduğunda yüzümü odanın kapısında sabitledim ve öfkeli bir fısıltıyla kafamı karıştıran soruyu sordum. "Neden üzerimde senin pijamaların var Pars?" "Bilmem." Alaylı sesini işittiğimdeki sinir sonucu refleksle bakışlarımı yüzüne çevirdim. "Seni var ya!" Elim hızla havaya kalktığında bileğimi yavaşça tuttu ve iri parmaklarını bileğime sardı. Bana attığı bir adımla iyice yaklaşırken gözlerim ıslak bedenine dönüyordu, bakışlarım göğsündeki izlerde gezinirken kafam karışıyordu. "Bana bak." dedi fısıltılı bir sesle. Gözlerimi yaralardan terse çevirdiğimde gözlerimiz birbirini buldu. "Pars bana ne yaptın?" Titreyen sesimle vereceği cevaptan deli gibi korkuyordum. "Gerçekten bunu yapacağıma inanıyor musun? Sarhoş bir kadından faydalanacak kadar şerefsiz bir adam mıyım ben?" "Bırak bileğimi." Kokusu genzime dolarken fısıltıyla çıkıyordu sesim. Teninin sıcağı bana ulaşırken dağılan dikkatimi toparlamak için ondan uzaklaşmam gerektiğini biliyordum. "Sana iznin olmadan asla dokunmam, demiştim. Hatırladın mı?" Yumuşak sesi yüzüme yaklaştırdığı dudakları ile tenimi okşarken yavaşça yutkundum. "İstemediğin hiçbir şeye zorlamadım seni Nasya." Alnı yavaşça benimkine dayandı. Bana bir şey yapmadığını anladığımda gözlerimi yumarak bakışlarımı kaçırmıştım. Yumuşak sesi zihnimi asıl gerçekten uzaklaştırırken ben, ona böyle yakın olmanın acizliği ile sarmalanıyordum. "Bı-bırak." diyebildim fısıltılı bir sesle. Duyulduğundan bile şüpheliydim. "Aç gözlerini." Emrivaki bir tonlama ile konuştuğunda kapalı kirpiklerim yüzüne doğru aralandı. Kara gözleri uzun ıslak kirpiklerinin altından yüzümde gezinip gözlerimde durdu. Öyle güzel gözüküyor ki sanki irademi yerle yeksan etmek için yaratılmış, mantığımı kaybedip geri dönülmez şeyler yapmam için hayatıma girmiş gibi. "Pars..." Yutkundum fakat boğazımdaki tükürük gözlerimin önündeki ıslaklığın aksine beni ferahlatmıyordu. "Adımı dudaklarından duymak..." Hırıltı dolu bir şehvetle konuştuğunda hızla gözlerimi yüzünden terse çevirdim. Kulaklarımın yandığını göğüs kafesimin ritimsizce hareketlendiğini fark ediyordum. Bileğimi saran el usulca belime kaydığında beni iri kolu ile bel kıvrımımdan kendine çekti. Bedenlerimiz birbirine temas ettiğinde hissettiğim sertlikle neye uğradığımı şaşırıyordum. Kasıklarımın bitiminde bana yasladığı bedeni sayesinde varlığını hissettiren erkekliği pijamaların üzerinden dahi sertçe hissedilirken karnımda hissettiğim hareketlenme ile geri çekilmek istedim. Fakat yaptığım her hamle, beni kendine daha da sert bastırmasına neden oluyordu. Boştaki el yüzüme doğru kalktığında parmakları usulca boynumda gezintiye çıktı. Öne düşen saçlarımı omuzlarımdan geriye verip sıcak nefesini, dolgun dudakları ile beraber köprücük kemiğime bastırdı. Gözlerim kapandığında anlık bir hareketlenme ile kendimi durduramıyordum. Dudaklarımdan firar eden bir inilti boğazımda yayılan ıslak öpüşle kendini dışarıya bırakırken ben çaresiz bir fısıltı ile konuştum. "P-Pars yapma." Nefesimin dudaklarımdan sertçe çıkması ile köprücük kemiğimdeki ıslak öpüş yerini iki dudağın arasındaki derin bir emişe bırakıyordu. Sanki ruhumun bedenimden çekilip Pars'ın iki dudağının arasından içeriye yükselişini izliyordum. Ellerimi güçsüz bir hamle ile göğsüne attım ve hafifçe dokundum. Durması için dokundum, çünkü hissettiğim bu duygu konuşabilmemi engelliyordu. Bu adam şu an beni başka dünyaların içine atıyor gibiydi. PARS Önce dudaklarımı kızaran boynundan geri çektim, ardından bedenimi onun bedeninden ayırdım. Gözleri hala kapalıyken yanaklarının kızardığını ve nefesinin hızlandığını görebiliyordum. Gözlerini açtığında bakışları yüzümde gezindi. Sertçe yutkunduğunda benden ne kadar etkilendiğini alkol almadığında da net bir şekilde görebilmiştim. Dün gece sergilediği cilveli tavırları içtiklerinin etkisi değildi, alkol sadece gevşemesini sağlamıştı. Bana karşı hissettiği çekim gerçekti. Yüzümde yayılan sinsi gülüşle bakışlarımı ıslanan pijamalarına çevirdim. İnce kumaş, dikleşen göğüs uçlarını belli ederken sertçe yutkundum. Diri göğüslerinin hissettiği şehvetle hareketlenmiş olması erkekliğimi sızlatırken gözlerim hala beni izleyen koyu kahvelere döndü. 'Seni şimdi burada, üzerindekilerini parçalayarak kendime katmamak için tüm irademi kullanıyorum Nasya. Hissettiğin şehvetin kat ve kat fazlasıyla seni o yatakta ağlatabilirdim, zevkten gözlerin dönerken içini kendimle doldurabilirdim.' Dağılan dikkatimi topladığımda içinde bulunduğum gerçekliğe geri döndüm. "İyi misin?" dedim sesimdeki şehveti gizlerken. Başını yavaşça salladı. "İ-iyiyim." Bakışlarını benden kaçırdığında bastırdığım gülüşümü dudaklarımın arasına hapsederek konuştum. "Deniz sana bir şeyler ayarlasın, üzerin ıslandı." Duyduğu isimle yüzü ansızın sert bir ifadeye bürünüyordu. "Tabi ya..." dedi kafasını yeni yeni toparlıyor gibiydi. "Ne oldu?" Alnım kırışırken bu ani değişimin nedenini o an için anlayamıyordum. "Senin metresinin kıyafetlerini istemiyorum Pars! Bu evde de kalmak istemiyorum! Bir de beni buraya yatırmışsın. Midemi daha ne kadar bulandırabilirdin bilmiyorum!" 'Kıskanıyorsun.' "Deniz iyi biridir, dün gece gayet iyi anlaşmıştınız aslında. Hatta ben arkadaş olduğunuzu falan düşünmüş-" "Tabi, arkadaş olduk. Birbirimizin numaralarını falan aldık hatta. Sey düşünüyorum, WhatsApp üzerinden "Pars ve kafayı taktığı zavallı kızlar" diye gurup açmayı! Varsa başka birileri söyle de ekleyeyim!" Sesi yükselirken, korkutucu olduğunu düşündüğü öfkesi beni güldürmüştü. Sinirden dolayı irice açılan ve parlayan koyu hareleri bende sadece gülme isteği uyandırıyordu. "Sakin ol, ben kimseye kafayı takmadım." "Buna inanırsam kendimden şüpheye düşmem gerekir!" Sinirli bir gülüş yayıldı yüzünde. "Sen istisnasın. Söylediğim gibi... " "O kadar özelim yani." dedi alayla fakat yüzünde hala sinirli bir ifade takılıydı. "Çok." dedim emin bir sesle "Çok özelsin Nasya." "Dün gece öyle değildim ama... Bana hayvan gibi bağırıp çağırırken öyle değildim. Aslında ben seni çözdüm biliyor musun? Sen tutarsız bir adamsın! Bir kadının hayatını karartacak kadar takıntılı ama sıkılınca siktirip gidecek kadar korkak bir dallamasın." "Dallama?" Alnım kırışırken duyduğum bu ifade, tuttuğum gülüşümü serbest bırakmama neden olmuştu. "Komik değil geri zekâlı, komik değil! Dün gece ne yapacağımı bile bilmiyordum! Hislerimi, düşüncelerimi seninle paylaştım, sadece seninle dağ ayısı! Sen ne yaptın?" "Hayatından çıkıp gittim." "Ya var ya bir de yüzsüzsün! Elimde kalacaksın vallahi bak." "Beni istemediğini defalarca kez belli ettin Nasya, şimdi buna böyle içerlemen sence de tuhaf değil mi?" "Lan evlisin evli! 'Olur, paşam gel, ben buradayım.' deyip kollarımı mı açacaktım? Ben Deniz değilim oğlum! Kolunda başka kadını taşırken benim yatağıma giremezsin! Başka birinin elini tutup tenine dokunurken beni yedek kulübede tutamazsın!" "Bak sen?" Dökül bakalım. "Benim burada ne işim var?" Üzerime doğru bir adım atıp dibimde durdu. "Senin eskortunun evinde ne işim var? Kaç kadın var lan senin hayatında? Ne doyumsuz adamsın sen! Kaç kişi, çığlık atacağım şimdi! Herkese nasıl yetişiyorsun Pars? Nasıl bir enerjin var senin?" Onun tarafından böylesine kıskanılmak, kıskandığı için gösterdiği bu asi tavırlar gururumu okşuyor; tüm duygularının sahibi olabilmekse daha da tatmin ediyordu. Ama bunu belli edecek değildim. "Hepsine tek tek cevap mı vereyim yoksa bitirmeni mi bekleyeyim?" "Bir de dalga geçiyor! Seni var ya!" Ellerini çıplak gövdeme çarparak beni geri ittirmeye çalıştı ama başarısız bir hamleydi. "Üzerine bir şey giy! Konuşmak için seni dışarıda bekliyorum! Senden de hayatıma bulaştırdığın belalardan da kurtulma zamanı geldi!" "Ne demek bu şimdi?" Kafamı karıştırma Nasya. "Giyin gel! Gidip Defne'yi bulacağım!" Hızla yanımdan geçip yatak odasının kapsını çarparak çıktı. NASYA "Tarzını sevdim aslında, bana kalsa daha aydınlık bir şeyler seçerdim." Mutfaktan gelen konuşma sesleri ile Defne'nin nerede olduğunu anlıyordum. Defne'nin kıkırtısı kulaklarıma dolarken mutfak kapısından içeriye girdim. Deniz'le birlikte mutfak masasında otururken önündeki kahve kupasından bir yudum alarak bakışlarını bana çevirdi. Gözleri bir süre üzerimde gezindiğinde şaşkın bir ifade ile yüzüme çevirdi bakışlarını "Günaydın." Yüzünde anlamsız bir gülümseme yerini alırken bakışlarımı, beni dikkatle izleyen Deniz'e çevirdim. "Kıyafetlerim nerede?" Onlara doğru attığım adımlarla masanın yanına doğru yaklaştım. "Dün gece kirlenmişti, henüz kuru temizlemeye gönderemedim. Sana benim kıyafetlerimden bir şeyler ayarlayalım." Gülümser bir ifade ile oturduğu sandalyeden kalktığında onu durdurdum. "İstemez, tarzlarımızın pek benzediğini sanmam." Dişlerimi sıkarak öfkemi içime hapsediyordum. "Bence Deniz'in çok havalı bir tarzı var, ayarlasın bir şeyler işte." Defne konuşmaya dahil olmaya karar verdiğinde bıkkın bir göz devirme ile konuştum. "İstemez dedim! Hem sen madem uyandın, beni neden kaldırmıyorsun?" "Deniz, rahatsız etmeyelim dedi. Ben de-" "Pars Bey hoşlanmaz diye ben-" Deniz kendini açıklamak ister gibi konuştuğunda öfkeyle kestim sözünü. "Sevgilinin gece benimle yatmasına göz yumdun yani! Nasıl bir midesizlik bu? Bir insan kendine bunu neden yapar ki!" "Ben... Biz..." Kekelemeye başladığında ona doğru bir adım atıp dibinde durdum. "Gururun nerede senin! Onursuz musun? Hadi, o herkesi aynı anda isteyen açgözlü maymun iştahlının teki! Sen neden boyun eğiyorsun!" Yüzünde hüzünlü bir gülümseme oluşurken göz bebekleri ağlamaklı bir ıslaklığa bulandı. "Beni anlamanı beklemiyorum fakat bu biraz acımasızca." "Sana ne acımasızca söyleyeyim mi? İçerideki adam ve onun gibiler senin gibi kadınlar yüzünden elinde gururundan başka hiçbir şeyi olmayan kadınları öylece alabileceklerine inanıyor! Sırf sen ve senin gibiler yüzünden ben ve benim gibilerin hayatları cehenneme dönüyor!" "Nasya!" Pars'ın sert sesi mutfağı doldurduğunda Defne olduğu yerde sıçrarken Deniz sakin bir ifade ile gözlerini arkamda duran Pars'a çevirdi. Aldığım öfkeli nefesle, bedenimi Pars'a döndüm. "Benimle konuşurken sesinin tonuna dikkat et Pars! Karşında metresin yok!" "Deniz çık dışarı!" Öfkeli bir hırıltı ile Deniz'i mutfaktan kovarken genç kız ikiletmeden hızla çıktı. "İçerde bana sardın yetmedi mi? Şimdi de sana hiçbir zararı olmayan bir kıza mı saldırıyorsun!" Sesindeki kıyıcı tonlama ile Deniz'i savunuşu canımı sıkarken kaşlarım çatıldı ve ona doğru bir adım attım. Tam dibinde durduğumda uzun boyundan kaynaklı olarak boynumu geri vererek bakışlarımı yüzüne çevirdim. "Gözlerim yaşarıyor gerçekten. Ne güzel savunuyorsun öyle çıtır manitanı, o zaman benim ne bok yemeye peşime düştün ruh hastası!" Ansızın yükselen sesimle gözlerini kısıp beni kara gözlerinin ardından süzerek izledi. "Sesini kıs! Benimle böyle konuşulmasına izin vermem!" Dişlerinin arasından bir küfrü yuvarlar gibi mırıldandı. "O zaman sen de benimle konuşurken tonlamana dikkat et! Et ki bende aynı frekansta kalabileyim!" Fısıltılı sesim kibirle dolandı üzerinde. "Artık durur musunuz?" Defne tedirginlikle oturduğu sandalyeden kalktığında bakışlarım yüzüne döndü. Ortamdaki gerginlik Pars'ın telefonunun çalması ile sekteye uğrarken Defne bana 'Delirdin mi?!' der gibi bakıyordu. Belki de delirmişimdir. Bu adama birazdan ona bir oyun oynamak için yaklaştığımı itiraf edecekken sevgilisini kafaya takarak girdiğim triplere bakarsak ben gerçekten delirmiş olabilirim. "Efendim güzelim?" Yine o lanet yumuşak tonlama! Telefondaki her kimse, güzelim derken sesi titriyor ve benim cinlerim tepeme çıkıp horon tepmeye başlıyor! Ne Sare ne de Deniz'e karşı böyle sesi titremezken konuştuğu kıza karşı bambaşka bir adama dönüşüyor! Bana ne oluyor böyle delireceğim gerçekten, niye bu kadar kafaya takıyorum bu adamı ve hayatındaki kadınları? 'Çünkü hoşlanıyorsun.' İç sesim uzun süre sessiz kaldıktan sonra konuşmaya karar verdiğinde zihnimin içindeki bu düşünce ile gözlerim fal taşı gibi açıldı. 'Saçmalama istersen.' 'Saçmalamıyorum ki. Baksana ona...' Verdiği komutla gözlerim bizden uzaklaşıp ilerde telefon konuşması yapan Pars'a döndü. Gözlerim üzerindeki beyaz tişörtün ayrıntılarında gezinirken kol kaslarının belirgince hareketlendiğini görebiliyordum. Altındaki gri eşofman ile iri bacakları kendini öylece sergiliyordu. 'Ondan hoşlanmıyorum aksine ona sinir oluyorum.' 'Az önce yatak odasında yaşanan şeylerden sonra böyle demen biraz saçma geliyor.' 'Üzerime geldi! Ne yapabilirdim!' 'Hadi oradan be, istesen ortalığı ayağa kaldırırdın fakat yapmadın.' 'Adam sapık ve psikopat, korkmuş olamam mı?' 'Hahahahah.' Benimle alay edercesine attığı kahkahadan sonra sessizliğe büründü. "Nasya sana diyorum, alo!" Defne'nin koluma çimdik atması ile irkilerek Pars'a dalan gözlerimi ona çevirdim. "Ne yapıyorsun? Canım yandı ya!" Sitemkâr çıkan sesimle kızarken bir yandan da kolumdaki sızıyı ovuşturdum. "Söyledin mi?" Bir sırrı fısıldar gibi gizlice konuştuğunda başımı olumsuz anlamda salladım. "Ay ben de sandım ki konuştunuz, o yüzden böyle didişiyorsunuz." "Didişmiyoruz Defne, ben ona durması gereken yeri hatırlıyorum." "Saçma sapan konuşma istersen! Adam birazdan bize durmamız gereken yeri gösterecek! Sen hala kuyruğu dik tutma derdindesin." "Dik tutacağım! Var mı? Ölsem de o kuyruğum hep dik olacak! Allah Allah ya!" "Nasya gözünü seveyim canım arkadaşım, adam bizi lime lime eder. Biraz ey şu başını..." "Ölürüm de eğmem!" "Ya öleceğiz zaten!" "Sorun ne?" Pars'ın sesi ile ikimizin de kafası ona doğru döndü. Gözlerim üzerindeki gri eşofmanda gezindiğinde gördüğüm belirginlikle gözlerimi terse çevirdim. 'Hey maşallah.' 'Kes sesini!' İç sesimle aramdaki kısa tartışma, Pars'tan yineleme ile karşılık buldu. "Sorun ne?" dedi bana doğru yaklaştığında. "Konuşmamız gereken bir şey var." "Melikşah ile ilgili." dedi kendinden emin bir tonlama ile. "Evet." Sesim içime kaçarken başımı usulca salladım. Yanımdan geçip ilerideki masaya doğru adımladı ve kendine bir sandalye çekerken bizi de diğer sandalyeleri göstererek oturmaya davet etti. Defne acele ile yakınındaki ilk sandalyeye otururken ben omuzlarım çökmüş bir şekilde bedenimi ona doğru sürükledim. Bakışlarım yüzünde sabitlendiğinde önünde durduğum sandalyeyi çektim. "Otur hadi." dedi Ses tonu öyle yumuşaktı ki az sonra bana yapacaklarını düşünmeyi bırakabilsem şu an gördüğüm bu tavır ruhumda sancılara neden olacak türdendi. Ama yapamazdım, az sonra bu adamın ölümüme neden olacağı gerçeğini unutamazdım. Yavaşça sandalyeye çöktüm ve bakışlarımı Defne'ye çevirdim. Gözlerini usulca kapatıp açtığında, bana güç veren bir ifade ile sessizce destekledi. Pars hafifçe öksürdüğünde gözlerim yeniden yüzüne döndü. "Bekle." Hızla oturduğum sandalyeden kalktığımda beklemeden çıktım mutfaktan. Attığım büyük adımlarla salona geri döndüğümde çantamı dün bıraktığım yerde buluyordum. Köşe koltuğun yanına bıraktığım çantayı elime alarak içinde hızla gezdirdim elimi. USB'ye dokunan parmaklarımla derin bir nefesle çıkarttım çantadan. Ellerimdeki küçük demir parçası ile yönümü mutfağa çevirdim. Deniz salona girerken gözleri elimdeki USB'de gezindi. Hızla yanından ilerleyip mutfağa yöneldiğimde durdum. "Deniz." Seslenişimle henüz yanımdan geçmişken durup yönünü bana çevirdi. "Aranızda ne var?" Bastıramadığım merakımla birlikte fısıltıyla sorgularken gülümsedi. "Yapma Nasya." "Ciddiyim. Öğrenmek istiyorum. Sizin olayınız ne? Neden patronundan emir alan bir çalışan gibi çekiniyorsun ondan, anlayamıyorum." "Üzgünüm. Bu konuda konuşamam." "Sanki boynuma bir tasma takmış da ucunu onun ellerine vermiş gibisin! Cidden iğrenç!" "Ben sadece onun kaçıp saklandığı bir limanım. Sevgilisi değilim, Pars Bey sorgulanmadan ve yargılanmadan yaşayabildiği bir yer yarattı kendine. Hepsi bu Nasya. Yaptığım şeyin farkındayım ama ondan vazgeçemem. Belki de ben senin kadar güçlü biri değilim. Onu kaybetmeyi göze alamamak da benim hayatımın yenilgisi ama ne güzel yenilgi." Pars'tan bahsederken sesi titriyor, kullandığı kelimeleri özenle seçiyor gibiydi. Gülümseyerek bitirdiği konuşması ile öylece salona doğru ilerledi. Ben de elimdeki USB'yi bütün öfkemle sıkarken beklemeden mutfağa geri döndüm. Pars elindeki telefonla uğraşırken, Defne onu dalgın bir ifadeyle izliyordu. 'Dalgın bir ifade değil geri zekâlı.' İç sesim fikrini belirtirken aldığım sert nefesle az önce kalktığım sandalyeye geri oturdum. Defne bakışlarını bana çevirdiğinde suratındaki aptal ifadeyi düzeltti ve elimdeki USB'yi fark ederken gözleri stresle açıldı. Pars telefonunu masaya bırakırken dirseklerini masaya yasladı ve yüzünü bana çevirdi. Sık kirpiklerin altından bana dönen kara gözleri elimdeki USB'ye dönmemeye yeminli gibi yüzümde gezindi. "Seni dinliyorum Nasya." Tok sesi mutfak masasında dolanırken yavaşça yutkundum. Elimdeki USB'yi masaya bıraktım ve ona doğru ittim. Gözleri hala yüzümde takılı kalırken neden ona verdiğim şeye bakmıyor, anlamıyordum. "Bu ne?" dedi bakışları uzattığım USB'ye kaymadan hemen önce. "Virüs." dedim tedirgin bir sesle. Eline aldığı metal USB'yi iri parmaklarının arasında çevirmeye başladı. Bütün cesaretimi topladım ve konuşmaya başladım. "Melikşah beni dağ evinden apar topar kaçırdığında benden bir şey yapmamı istedi." Yutkundum. Ölümümü kendi dudaklarımdan dökülen kelimeler ile itiraf edecek olmak biraz kötü hissettiriyordu. "Depoda gözümü açtığımda, karşımda onu buldum. O ana kadar beni kaçıranın sen olduğunu düşünüyordum fakat Melikşah denen adamı gördüğümde ve senden nefretle bahsettiğini duyduğum da bunun seninle bir alakası olmadığını anladım." Bakışlarım Defne'ye döndüğünde stresten kızardığını görebiliyordum. "Nasya mecbur kaldı." dedi heyecanlı bir sesle. "Sen değil, o anlatacak Defne. Burada kalıp arkadaşını yalnız bırakmak istemediğin için yanında gelmene onay verdim fakat bir daha konuşmamızı bölersen hiç iyi şeyler yaşanmaz!" dedi sesindeki bariz sertlikle. Uzanıp Defne'nin elini tuttum ve fısıltı ile konuştum. "Bana bırak." Gözlerini usulca yumdu ve yeniden araladı. "Melikşah beni bir iş birliğine mecbur bıraktı." "Mecbur?" Sorgulayıcı sesi ile bakışları yüzüme döndü. "Mecbur evet. Eğer istediğini yapmazsam önce Defne sonra da beni öldüreceğini söyledi. Karşılığında senin hayatında kalıp bilgisayarına ulaşmam gerekiyordu, sonrasında özgürdüm." Bakışlarım Defne'ye döndü "Özgürdük." dedim onu da konuya dahil ederek. "Sen beni almaya geldiğinde yani beni bulduğunda gitmeden hemen önce bana 'Bırak kahramanın olsun Nasya.' dedi. 'Ona yakın dur ve bilgisayarına ulaş.' Sonra zaten sen geldin." Boğazım kuruyor, tükürük bezlerim faaliyetini durduruyor gibiydi. "Benim su içmem gerek." Hızla sandalyeden kalkıp mutfak tezgâhına doğru ilerledim. Musluktan bir bardak su doldurup dudaklarıma dayadım. Ensemden sırtıma doğru akan ter tanecikleri ile elimdeki boşalan bardağı tezgâha bırakıyordum. "Yaptın mı?" dedi sakin bir otorite ile. Oturduğu sandalyeden kalkıp bana doğru geldiğinde bedenimi ona doğru dönüp kalçamı tezgâha yasladım. Köşeye sıkışmış gibi hissederken bana doğru attığı ağır adımlarla dibimde durdu. "Yaptın mı Nasya? USB'yi bilgisayara taktın mı?" Uzun boyundan kaynaklı olarak ellerini arkamdaki tezgâha dayayarak yavaşça yüz hizama kadar eğildi. Beni kollarının arasında sıkıştırıp tezgâhla kendi arasına hapsederken bakışlarım yüzüne döndü. Gözlerim korkuyla doluyor, genzim hissettiğim sızı ile yanıyordu. "Söyle bana yaptın mı? Ben gözünün içine bakarken ve senin için her şeyi yapacak delilikte etrafında pervane olurken, sen o USB'yi bilgisayara taktın mı?" Sesinde öfke yoktu, bakışlarını desteklercesine dolanan tonlama sadece hayal kırıklığıydı. O an anlıyordum, bana zarar vermezdi. Veremezdi. Böyle güzel bakabilen bir adam, silahını çekip alnıma dayayamazdı. Fakat ben nasıl derdim, yaptım diye nasıl derdim? Sana rağmen yaptım diye nasıl derdim? "Korktum..." diyebildim titrek sesimle. "Korktum Pars. Evimi kameralarla doldurmuşlardı, ampullerime kameralar yerleştirmişlerdi. Her hareketimi izleyen bir ruh hastası var, her hareketimi... Sürekli sesli aramalar ile beni tehdit ediyor." "Melih." dedi sıktığı çenesi ile. Burun kanatları öfkeli nefeslerinin etkisi ile hareketlenmeye başlamıştı. "E-evet. Ben seni tanımıyorum. Bildiğim bir şey var, o da benimle yatmak isteyen bir manyak olduğun. Arkadaşıma sırtımı dönemezdim. Bize ne yapacaksın bilmiyorum ama Defne'nin hiçbir suçu yok, o daha dün gece öğrendi tüm bunları. Herkesten sakladım, ben herkesten sakladım." "Soruma cevap vermedin. USB'yi bilgisayara taktın mı?" "Taktım." Tek nefeste söylediğim bu kelime ile yüzünde alaylı bir gülüş oluştu. "Belki demiştim. Belki, Süha yalan söylüyordur..." Hızla geri çekildi ve ellerini saçlarının arasından geçirip sert bir nefesle bakışlarını bana çevirdi. "Neden şimdi itiraf ediyorsun peki?" Dişlerinin arasından tısladı. "Çünkü..." "Çünkü ne? Pişman mısın o yüzden mi?" Gözler kısılırken başımı 'hayır' der gibi iki yana salladım. "Defne istediği için yapıyorum. Pars seni tanımıyorum, sana bir yanlış yapıp pişman olabileceğim bir zaman dilimi yaşamadık. Kaç gündür hayatımdasın ki sen? Benden ne bekliyorsun anlamıyorum. "Bende anlamıyorum! Senden ne beklediğimi ben de anlamıyorum!" Öfke ile mutfaktan çıkıp gittiğinde göz pınarlarımda takılı kalan gözyaşı yavaşça aktı yanağımdan aşağıya. 'Bana ne oluyor ya? Delireceğim!' "Ne olacak şimdi?" Defne hızla oturduğu yerden kalkıp bana doğru geldi. "Bilmiyorum Defne! Bilmiyorum, sen söyle sence ne olacak şimdi!" "Sakin ol." Bana sıkıca sarıldığında ağlamamı bastırdım ve gözlerimi sıkıca yumdum. Kendimi Defne'nin kollarından geri çekerek saçlarımı omuzlarımdan geri verip sert bir nefesle doldurdum göğüs kafesimi. "Burada kal, geleceğim." Yanından geçip mutfaktan aceleyle çıktım, Salona girdiğimde ortalarda kimseyi görmemiştim. Hızla yönümü koridora döndüm ve sabah apar topar çıktığım yatak odasına doğru ilerledim. Aralıklı kapıdan içeriye çevirdiğim bakışlarımla Pars'ı yatak odasının camlarından dışarıya bakarken görüyordum. Elimi kapı kulpuna uzattığım an Deniz'in sesi kulaklarımda dolandı. "Yapma." dedi arkamdan fısıltıyla konuşurken. Başımı omuzumun üzerinden geriye çevirdiğimde yüz yüze geldik. "Anlamadım." Alnım kırışırken yeniden aynı fısıltı ile konuştu. "Yapma. Şu anda yalnız kalması gerek, yanına girersen öfkesinin kurbanı olursun." Yaptığı uyarıcı tonlama ile zaten gergin olan sinirimi iyice bozduğunda, kapı kulpundaki elimi geri çekerek bütün bedenimi ona doğru döndüm. "Bana akıl vermeyi kes! Duydun mu? Bana onunla ilgili verdiğin ya da vereceğin ipuçlarına ihtiyacım yok!" "Ben sadece..." "Kes sesini Deniz! Seninle arkadaş olmamızı falan bekleme! İkimiz aynı noktada bile değiliz! Sen burada kendi isteğinle tüm bu manyaklıklara razı olarak kalıyorsun! Bense mecburum! İlk fırsatta defolup gideceğim!" Bakışları yüzümden arka tarafıma kaydığında ne olduğunu hızla anladım. Pars arkamdaydı ve muhtemelen söylediklerimi duymuştu. Deniz beklemeden yanımdan uzaklaşırken arkamdan duyduğum sesle artık emin oluyordum. "Hiçbir şeye mecbur değilsin Nasya. Davut'a söyle seni ve Defne'yi evinize bıraksın." Bedenimi yavaşça ona döndüm ve bakışlarımı yüzüne çevirdim. "G-gerçekten mi?" Kekelerken başını olumlu anlamda salladı. "Gerçekten. Seni bütün bu felaketin içine ben attım, şimdi benden önceki hayatına geri bırakıyorum." Yüzünde geniş bir tebessüm yayıldığında kara gözleri parlarken bakışlarını gözlerimde sabitledi. "T-teşekkür ederim." dedim. Gülümsememe rağmen gözlerim doluyordu. Hızla arkasını döndü ve çıktığı odaya geri girdi, kapıyı yavaşça yüzüme kapatırken yüzümdeki gülümseme siliniyordu. Burnumu sertçe çektiğimde aldığım derin solukla yüzümü mutfağa çevirdim. Hızla o tarafa doğru ilerlediğimde Defne'nin beni masada beklediğini görüyordum. "Gidebiliriz." dedim kızaran burnumu yeniden çekerken. "Nasıl yani? Peki Melikşah?" "Bilmiyorum. Yani onu sormadım." "Belki de sorman gerekiyordur, yani tamam Pars bize bir şey yapmadı fakat o adam..." "Allah'ım!" Bıkkın bir nefesle konuştuğumda mutfaktan çıkarak tekrar yatak odasına doğru ilerledim. Kapının önüne geldiğimde yavaşça kapıya tıklattım ve bir adım geri çekildim. "Gir..." Pars'ın sesi ile açtığım yatak odası kapısını geriye doğru ittirdim. Yatağın üzerinde uzanmış bir şekilde öylece yatıyordu. Kolu yüzünün yarısını perdelerken burnu ve dudakları açıkta kalıyordu. "Ne var Deniz!" Sert çıkan sesiyle gelenin ben olduğumun farkında değildi. Gözlerim gri eşofmanında ve üzerindeki tişörtte gezindiğinde dağılan dikkatimi toparladım. İçeri girip kapıyı yavaşça kapattığımda hafifçe öksürdüm. Yüzünden geri çektiği koluyla bakışları bana ulaştı. Hızla yatakta dikelirken şaşkın bir şekilde bana bakıyordu. "Nasya!" Bakışları kapattığım kapıya döndüğünde hızla yataktan kalktı ve bana doğru yaklaştı. "Ben rahatsız etmek istemedim ama sormam gereken bir şey var." "Tabi." Gözleri parlarken bakışlarını gözlerimde asılı kaldı. "Melikşah peşimize düşecektir." Yüzündeki heyecan silinirken bakışlarını gözlerimden yere çevirdi. Histerik bir nefes verdi burnundan. "Bunu söylemek için mi geldin?" Azarlar gibi çıkan sesiyle hızla cevap verdim. "Evet. Sen ne sandın?" "Nasya, arkadaşını da al evine git. Sana gidebilirsin diyorsam bütün tehditleri ortadan kaldırdım demektir." "Ben sadece..." "Git Nasya, Melikşah gölgene bile ulaşamaz." Sesindeki eminlik bana güven aşılarken başımı yavaşça salladım. "Teşekkür ederim, her şey için." Arkamı dönüp odadan çıkacakken elim kapı kulpunda durdum. "Pars." Başımı omzumun üzerinden geriye çevirdim. "Söyle Nasya? Başka neyden korkuyorsun? " "Korku değil." "Benden emin olabilirsin, hayatına girmeye çalışmayacağım." Söylediği şey beni sinirlendirdiğinde öfkeyle bağırdım. "Bir susup dinleyecek misin? Küstah küstah konuşmayı kesip ne dediğimle ilgileneceksen konuşacağım!" Bağırtım ile şakakları yavaşça hareketlendi. "Sesinin tonunu ayarla Nasya!" Dişlerinin arasından tıslar gibi konuştuğunda bıkkın bir nefes verdim. "Anneme gideceğim aptal herif! Ama ona 'Merhaba, ben doğurup kapıya attığın kızın.' demek istemiyorum! Yani sen aracılık yaptığın için seni ararsa bozuntuya verme! Söyleyeceğim buydu! Delirtirsin sen insanı." "Beni kimse doğrudan arayamaz Nasya. Sadece aracılarla ulaşabilirler! Yani annen muhtemelen Davut'u arayacak, o da başından savuşturur. Şimdi, başka bir şey yoksa?" Öfkeyle gözleri kapıya döndü. "Sen var ya!" Öfkeyle ona doğru ilerlediğimde tam dibinde durdum. "Ben ne?" dedi gözleri ileride sabitlendiğinde. Takındığı tavır öyle küstahçaydı ki 'Ne diyeceksen de sonra da defol.' der gibiydi. "Bir anda böyle bir adama dönüşebiliyorsun işte! Sırf seni istemiyorum diye bir anda sırtını dönebiliyorsun!" "Ve?" dedi umursamaz bir ifade ile. "Kime ne anlatıyorum ki? Kapı duvarsın." "Ne dememi istiyorsun Nasya! Sana gitmemen için yalvarmam mı gerek? Beni istemeyen birine ne yapmamı bekliyorsun? Sen benden ne istiyorsun Nasya? Açık konuş! Derdin ne?" "Hiçbir şey istemiyorum aptal! Konuşuyorum seninle! Buna iletişim denir!" "Yüzünü bir daha görmeyeceğin bir adamla neden konuşuyorsun." "Canın cehenneme ya, cidden!" Arkamı dönüp kapıya yöneldiğimde beni kolumdan tutup kendine çekti. Burnunun dibinde durduğumda beklemeden dudaklarıma yapışıyordu. Nefesi dudaklarımın arasından içeriye akarken dolgun dudakları benimkilerle bütünleşti. Ellerimi göğsüne yasladığımda ileriye doğru bir adım atıp beni kapıyla arasında ezmeye başladı. Pijamam yukarı sıyrılırken onu durdurmuyordum. Öpüşüne karşılık verirken kasıklarıma baskı uygulayan sertlik sonucu iniltiyle eridim dudaklarının arasında. Bedenimde hissettiğim adrenalin ve kasıklarımdaki hareketlenme ile saçlarımı kavrayıp sertçe geri büktü. "Ahhh!" Ona doğru bıraktığım inilti ile dudaklarımdan ayrılarak boğazıma doğru kayarken gözlerim hissettiğim arzuyla tavana dönüyordu. Boynumda sertçe emişlerini peşi sıra bırakıp boştaki elini göğsüme doğru kaldırdı. Sutyensiz göğüslerimi iri ellerinin arasında sertçe sıkarken adını dudaklarımdan dışarıya iniltiyle bıraktım. "Parss..." Beni kapıyla arasında ezerken hırıltıyla cevap verdi. "Bırak, sana veda edeyim." Nefesi kesikçe boynumdan göğüslerime kayarken tişörtün üzerinden bıraktığı ısırıklarla göğüs ucumu sertçe kavradı. "Ahhh, siktir!" Hissettiğim acıyla kıvrandım. Saçlarımdaki eli sertçe geri çektiğinde acıyla inledim. Üzerimdeki pijamanın içine daldırdığı eli çıplak tenimde gezintiye çıkıyordu. Külotumun sırılsıklam olduğunu biliyordum. Onu durdurmak isteyen mantığım ve hiçbir şey diyemeyen iradem ile sadece kesik bir inilti bıraktım. "Korkuyorum." Diyebildim. Hızla geri çekildiğinde göbeğimde dolanan iri elini de tişörtten çekip çıkartıyordu. "Benden mi?" Alnı kırışırken bir yandan da aldığı derin soluklarla beni izledi. Nefesi hızlanmış ve gözleri başka bir duyguya bürünmüşken iştah kabartan bir ifade ile öylece birkaç santim önümde duruyordu. "Ben yapamam." Açtığım kapı ile beklemeden çıktım yatak odasından. Yanaklarım alev alev yanıyor, bacaklarım hissettiğim şehvetle titriyordu. Attığım adımlar peş peşe birbirini kovalarken bende kendimi salona doğru atıyordum. "Nasya!" Pars'ın sesi arkamdan gelerek beni bulurken Defne mutfaktan çıkıp salona doğru ilerledi. "Nasya, bana bak." Adımlarım henüz salonun girişinde durduğun da bana yetişerek elimi tutup bedenimi kendine çevirdi Yüzümü ellerinin arasına aldı ve dudaklarındaki sakin gülümseme ile heyecanla konuştu. "Bak bana, korktuğun şey ben değilim, değil mi?" Sorduğu soru ile başımı usulca 'evet' der gibi salladım. "Nasya?" Defne'nin tedirgin sesi bize ulaştığında Pars'ın yüzü ansızın öfkeli bir hal aldı. "Defne, bizi yalnız bırak!" Başını Defne'ye doğru hızla çevirdiğinde boynu, burnuma uyguladığı sıcak baskıyla beni kokusuna hapsediyordu. 'Kendine gel. Topla kendini.' Yaptığım hiçbir telkin, hissettiğim bu heyecanı bastıramıyorken Defne yeniden adımı seslendi. "Nasya!" Korkulu sesi ile dikkatimi toparladım. "İyiyim. Merak etme." Ardından Pars'ın öfkeli yüzü bana dönerken dudakları usulca kıvrıldı. Yüz hatlarında öfkeden hiçbir duygu barındırmazken Defne'nin salondan çıkışı ile fısıltıyla konuştu. "Nasya bana bak, sen daha önce hiç?" Sustu. Gözleri, söylediğine inanamaz bir ifade ile yüzümde gezindiğinde gamzelerini belirginleştiren sıcak bir gülümseme ile beni kendine çekip dudaklarını alnıma yapıştırdı. Hafif bir öpücük bırakırken kollarını bedenime sardı. "Çok aptalım." Kafamın üzerindeki çenesi, fısıltılı konuşması sonucu hareketlenirken içim gıdıklanıyordu. Neden bir anda böyle davranmaya başladığını anlayamazken beni böyle içtenlikle göğüs kafesine bastırması yüzümde şaşkın bir gülümseme yayıyordu. Bu adamdan uzak durmam gerekirken neden beni böyle sarmalamasına izin veriyordum ki? "Pars Bey..." Davut'un sesi ile bedenini benden ayırdı ve yüzüme şefkat dolu bir bakış bıraktı. "Konuş." Davut'a seslenirken gözleri hala üzerimde ve yüzünde şapşal bir gülümseme asılıydı. Bakışlarımı utangaç bir ifade ile yere inerken Davut konuştu. "İdil Hanım aradılar, size ulaşamamış. Hava alanında olduklarını ve planlarının değiştiğini söylediler. Sanırım oraya gelmenizi istiyorlar." Duyduğum kadın sesi ile yeni bir karakter kilidi açılıyor gibiydi! Bakışlarım öfkeyle Pars'a döndüğünde kaşları havalandı ve hızla konuştu. "Beraber gitmeye ne dersin?" Gamzeleri kendini belli ederken sinirimi üzerine doğru bıraktım. "Yuh artık ama! Deniz, Sare, şimdide İdil! Bir de beni de oraya sürükle. Hatta dur Deniz'e seslenelim o da gelsin! " "Nasya!" Gülümser bir sesle konuştuğunda öfkem giderek artıyordu. "Deniz! Hazırlan seni bir yere götüreceğim!" Sesim evin içinde dolandığında, Deniz birkaç saniye içinde salona geliyordu. "Bir sakin ol, dinlemeyi öğren diyen sensin ama dinlemiyorsun." esindeki yumuşaklık sinirimi iyice gererken bağırdım. "Siktirip evime gitmek istiyorum! Bir daha karşıma çıkma Pars! Uzak dur benden!" Hızla yanından geçip salonun çıkışına ilerlerken Davut şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Defne! Hadi eve gidiyoruz!" Beklemeden ana kapıya ilerlerken Davut peşimden geldi. "Araca geçin, birazdan geleceğim efendim." Başımı hızla sallayıp ana kapıyı açtım ve çıktım evden. Defne peşimden koşarak gelirken ben ilerideki siyah Range Rover'a doğru ilerliyordum. Arka kapıyı açarak araca bindiğimde, Defne de arkamdan geliyordu. "Ne oldu az önce? Dip dibe ne yapıyordunuz? Sen bu adamdan kurtulmak istemiyor musun, neden izim veriyorsun sana yaklaşmasına?" Azarlar gibi konuştuğunda bakışlarımı yüzüne çevirdim. "Ben mi izin veriyorum? Adam vantuz gibi." "Yapma Allah aşkına, kendini kaptırayım deme sakın. Adam, gece seni metresinin yatağına yatırdı." Söylediği şeyle başımdan aşağıya kaynar su dökülüyordu. "Defne! Ne diyorsun ya?" Kırgın bir sesle yüzümü ona çevirdiğimde camdaki Pars'ın sureti ile karşı karşıya geldim. Defne'nin kapısını açıp başıyla çıkmasını işaret ettiğinde gözlerindeki öfke Defne'nin yüzüne çarptı. "Eve gitmeyecek miydik?" dedi titrek sesiyle. "Seni Davut götürecek, in aşağıya!" Dişlerinin arasından öfkeyle hırladı. "Ama Nasya, onu bırakamam." Pars öfkeyle uzanıp Defne'nin kolunu kavradı ve onu hızla aşağıya çekti. Sırtını kapıya çarptığında üzerine doğru eğilip öfkeyle hırladı. "Bana bak küçük fare! O minik aklınla Nasya'yı bana karşı doldurmaya kalma! Kendin için istediğin şeyler ona sunulduğunda içinin içini nasıl yediğini görebiliyorum!" "Ne diyorsun Pars?" Arabadan inip hızla yanlarına ilerlediğimde Defne, korkak gözlerle bana baktı. "Dün gece sormuştun ya 'Neden o, neden ben değil?' diye! " Duyduğum şeyle olduğum yerde kalırken Pars öfkeyle hırladı. "Çünkü o hissettiği çekime rağmen senin için ölümü göze alarak bana kazık attı! Ama sen benimle bir gece beraber olabilmek için onun gözünün yaşına bile bakmazdın! Şimdi siktir git gözümün önünden! Arkadaşlığını sorgula! Benden dost olur mu, diye sor kendine!" "Nasya!" Defne ağlamaklı bir sesle bana bakarken Pars elimi tutarak beni arabaya doğru çevirdi. "Ne yapıyorsun bıraksana!" Elimi ondan geri çektiğimde çoktan ön kapının yanına gelmiştik. Uzanıp kapıyı açtığında elini sırtıma yasladı ve sakinleşmeye çalışırken yumuşak bir sesle konuştu. "Bin arabaya güzelim..." "Pars beni bırak, gideyim. Ben bu hayata ait değilim. Ben senin yanında duramam." Sakin bir tonlama ile konuşurken aklım hala Defne'deydi. Gerçekten söylemiş miydi? Gerçekten de 'Neden ben değil?' demiş miydi? Ama neden, bunu neden yapsın ki? "Bana bugünü ver Nasya. Günün sonunda seni ikna edemezsem bir daha karşına çıkmam." "Yapma." "Bir gün, sadece bir gün güzelim." Bakışlarım Defne'ye doğru döndü, onun çoktan ilerideki araca bindiğini görüyordum. "Hadi yavrum." Elini sırtımdan geri çekti ve bekledi. Derin bir nefes aldım ve benim için açılan kapıdan içeriye girdim. Kapımı kapatıp şoför koltuğuna geçtiğinde motoru hızla çalıştırdı. "Bekle, çantam!" "Çocuklardan birine söylerim, getirir." Elini kapı kulpuna attığında onu durdurdum. "Ben alıp gelirim." Hızla aşağıya indiğimde beklemeden eve doğru ilerledim. Geceden yağan kar çoktan erimiş yerini çamurlu bir balçığa bırakmıştı. Tepemdeki güneş sırtımı ısıtırken ana kapıya doğru ilerledim ve kapıyı tıklattım. Bir süre bekledikten sonra Deniz açılan kapıyla karşımda öylece duruyordu. "Kol çantam..." dedim fısıltılı bir sesle. "Getireyim." İçeri yöneldiğinde bakışlarımı ilerideki arabada beni izleyen Pars'a çevirdim. Arabadan inip ileride bir telefon konuşması yaptığını görüyordum. Beden dilinden ne kadar gergin olduğunu anlayabildiğimde alnım usulca kırıştı. 'Kiminle konuşuyorsun?' Bugünü onunla geçirmek akıl karı değildi ama içimden bir şey bunu yapmamı söyleyip duruyordu. "Çantan." Deniz'in sesi ile yüzümü Pars'tan ona çevirdim. "Teşekkür ederim." Uzanıp çantayı aldığımda kulpunu sıkıca tuttu. Bakışlarım yüzüne döndüğünde gözlerinin içinde gördüğüm adlandıramadığım bir ifade ile fısıldadı. "Sen onunla yapamazsın. Bunu anlamıyor ama ben görebiliyorum, sen onu sadece üzeceksin Nasya. O da buna izin verecek." Hızla çantayı çektim elinden. "Ne diyorsun sen be? Saçma sapan..." "Sana nasıl baktığını gördüm, kimseye öyle bakmaz, bakmazdı ama sana nasıl baktığını gördüm. Onu üzeceksin ve bunun farkında bile değil." "Aç kulaklarını, iyi dinle! Senin o kendine ait sandığın adam, başka bir kadının kocası! Ne senin ne benim ne de bir başkasının! Benden önce bu gerçeğe odaklan! " Beklemeden yönümü arabaya çevirdim ve Pars beni izlerken ona doğru ilerleyip araca bindim. Telefonu kapatıp arabaya doğru geldiğinde beklemeden içeriye girdi ve bedenini bana çevirdi. "Nereye gidiyoruz." Sertçe çarptığım kapı ile az önce yaşadığım saçma sapan olayları içimde sindirmeye çalışıyordum. Uzanıp kemerimi kilide geçirdi ve geri çekilerek bendeki gerginliğin nedenini öğrenmek istercesine konuştu. "Bir şey mi oldu?" Eli anahtara giderken motoru yavaşça çalıştırdı ve arabayı garajdan çıkarttı. "Birçok şey oluyor Pars fakat neyse ki bugünden sonra eksi hayatıma döneceğim." "Söyleme şunu, bugün konuşma şöyle." "Nereye gidiyoruz? Öncesinde eve uğrayıp adam akıllı bir şeyler giyinmeme müsaade var mı?" Arabayı yavaşça kenara çektiğinde elini oturduğum koltuğun arkasına yasladı ve üzerime doğru eğildi. "Benden izin almana gerek yok, beni iğnelemeye de ara vermen gerek. Ördüğün bu duvarları dudaklarına yapışmadan aşmanın yollarını arıyorum, biraz yardımcı olsan?" "O ne demek be?" Çıkışır gibi konuştuğumda gülümseyerek geri çekildi. "Bu sert tavrın ve dik başın, nefesimiz birbirine değdiği anda son buluyor. Fark etmemiş olamazsın." "Sapıklaşacaksan kararımdan vazgeçeyim!" "Tehdit edilmekten hoşlanmam. Bugünü birbirimizi tanımaya ayırmak istiyorum, buradan başlayalım." Arabayı çalıştırarak bizi ana yola sokarken konuşmaya devam etti. "Emri vakilerden, tehditlerden ve hadsizlikten hoşlanmam." Yumuşak bir sesle konuşurken devam etti. "Ailemin en büyük çocuğuyum. Bir ikizim var fakat birbirimizden oldukça farklıyız." Gülümsedi. "Bir de kız kardeşim var, İdil." Duyduğum isimle aklımdaki soru işaretleri yavaşça çözüme ulaşıyordu. Bakışları yüzüme döndüğünde gülümseyerek konuştu. "Evet, İdil kız kardeşim. Londra'da okuduğu için altı ayda birkaç günlüğüne bizi görmeye geliyor." "İkizin peki? O nerede?" "Paren, o benimle. Şirket işlerinde yardımcı oluyor bana elinden geldiğince." "Nasıl yani?" "Paren pek sevmez çalışmayı, haftanın bir günü şirkete uğrar, sonra bulamazsın ortalarda." "O da evli mi?" Dedim iğneleyici bir tonlama ile. Burnundan sert bir nefes çekti ve yeniden araladı dolgun dudaklarını. "Sare, babamın bir arkadaşının kızı. Evliliğimizin pek normal olmadığı ortadadır herhalde." Bakışları bana döndüğünde kıstığı kara gözlerle yüzünde bir gülümseme oluştu. "Bizimkisi kâğıt üzerindeki bir anlaşmadan farksız. Ona en başında açıkça ifade ettim kendimi, o da kabul etti." "Deniz'i biliyor öyleyse." Şaşkınlıkla olan biteni dinliyordum. "Biliyor." dedi duygusuz bir tonlama ile. "Nasıl ya, aklım almıyor!" "Sare'nin tek istediği güçtü, bende de güç var Nasya. Elindeki gücü kaybetmemek için her şeyi sineye çekiyor." "Gurursuzca." dedim yargılayıcı bir tiksintiyle. Sessiz kaldı, sanki buna verecek bir cevabı yok gibi. "Peki, Deniz? O kız sana kör kütük âşık." Söylediğim şey canımı sıkarken bakışlarımı kusursuz yüzde sabitledim. "Âşık değil, sadece ne yapacağını bilmiyor. Ben hayatından çıkarsam nasıl hayatta kalır, bilmiyor. Ben hayatım boyunca gerçek bir hisle hiç sevilmedim." "Sen?" Alayla gözlerimi devirdim. "Soyadım ve param olmasa ne Sare ne de Deniz yanımda olmazdı. Hani bana demiştin ya 'Seni hiç kimse sevmedi mi?' diye, sevmedi Nasya... Ya da ben hiçbirinin sevgisine inanmadım." "Yorucu olmalı." "Ne?" "Gerçek mi değil mi bilmeden yaşamak." Burnundan verdiği sert nefesle gülümseyerek konuştu "Yorucu..." Beni doğrularken içimde bastırdığım başka bir soruyu merakla fısıldadım. "Baban? Bana partide bağıran o yaşlı amcaydı değil mi?" Başını yavaşça salladı ve sorumu cevapladı. "Adil Katipoğlu, babam." Yüzünde iğrenen bir ifade yerini aldığında hemen topladı bilincini. "Peki annen? Yani o da o gün orada mıydı?" Araç yavaşça bir mağazanın önünde park ederken Pars, ellerinin altındaki direksiyonu ifadesiz bir yüzle sıktı. "İnelim mi?" Gözleri önünde durduğumuz mağazada dolandığında bakışlarımı o tarafa çevirdim. "Ne yapıyoruz burada?" Mağazada gezinen gözlerim ile yüzümü yeniden ona döndüm. "Kıyafet bakacağız, tüm günü böyle geçirecek değilsin." Uzanıp kemerimi açtığında önce kendi indi şoför koltuğundan, ardından benim tarafıma gelerek kapımı açtı. "Hadi, burada fazla vakit harcamak istemiyorum." Geri çekildiğinde tereddütle mağazanın kapısında gezindi gözlerim. "Eve gitsek de hallederdim." "Hadi ama Nasya, yolu uzatmaya gerek yok. Sadece bir günümüz var." Yılgın bir nefes aldığımda arabadan aşağıya indim. Elimi sıkıca tutup beni mağazanın yüksek kapılarından içeriye soktuğunda şaşkınlıkla etrafta gezdirdim gözlerimi. Yanımıza hızla gelen üç çalışan saygıyla Pars'a doğru yaklaşıp ellerini önünde birleştirdi. "Hoş geldiniz Pars Bey, sizleri burada görmek çok hoş." Mağaza müdürü olduğunu anladığım bir adam hızla bize doğru gelip Pars'ın karşısında durdu. "Geleceğinizi haber verseydiniz biz hazırlık yapardı-" "Hanımefendiye yardımcı olmanız kâfi. Bir gece kıyafeti, bir salaş bir elbise seçmesini istiyorum. Zevkine uygun bir şeyler bulmasını sağlayın." Müdür hızla salladı başını ve yanındaki çalışanlara başıyla verdiği işaretin ardından hepsi öylece çekip gitti yanımızdan. "Dilerseniz sizi böyle alalım hanımefendi." "T-tabi." Bana gösterdiği tarafa doğru ilerlerken bakışlarım arkamda kalan Pars'a döndü. Bana hafifçe göz kırptığında gülümseyerek beni uğurluyordu. PARS Mağazanın içinde dakikalardır boş boş dolanıyor ve aksesuar reyonlarının arasında oyalanacak bir şeyler arıyordum. Uzanıp timsah derisi bir kemeri elime aldığımda mağaza müdürü bana doğru geldi. "Hanımefendi seçimlerini yaptı, dilerseniz paketleri eve gönderebiliriz." "Araca yerleştirilsin, bize gün içinde lazım. Bir de şu kemer, onu da ekleyin." Elimdeki timsah derisi kemeri ona doğru uzattım. "Nasıl isterseniz Pars Bey." Hızla yanımdan ayrılırken eşofman cebimdeki telefon ısrarla çalmaya başladı. Açtığım telefonu kulağıma yasladığımda Davut'un sesi ahizede dolandı. "Melikşah'ın işini hallettik Pars Bey, araç Beykoz taraflarında yoldan çıkarıldı ve uçurumdan yuvarlandı fakat Melih denen adama ulaşamadık." "En kısa zamanda ölüsünü önüme sereceksin Davut. Bu iş gereğinden fazla uzadı." Kapattığım telefon ile merdivenden indiğini fark ettiğim Nasya'ya doğru ilerledim. Üzerindeki siyah deri ceket ve altındaki çiçekli beyaz mini elbise ve topukluları arasında kusursuz bacakları gözler önüne seriliyordu. Ona doğru ilerleyip elimi uzattığımda bakışları elime döndü. "Elini tutmasam çok daha iyi." Yönümü hızla mağazanın çıkışına çevirdiğimde çoktan bagaja yerleştirilen eşyalar ile gitmeye hazır olduğumuzu anladım. Peşinden çıkıp arabaya doğru ilerlediğimizde uzanıp kapısını açtım. Beklemeden aracın içine bindiğinde üzerine doğru eğilip kemerini kilide geçirdim. Geri çekilirken burun buruna geliyorduk, lanet kokusu genzime dolarken beni verilmesi gereken büyük bir irade savaşının içinde bırakıyordu. Ona dokunmak tenine karışmak için her şeyi yapardım fakat bu daha önce kimseyle beraber olmadığını öğrenene kadardı. Dünya üzerinde böyle bir kadının varlığından bile habersizken böylesine çekim hissettiğim bir kadının bu kadar tecrübesiz olması, her yakınlaşmamda körpe arzularla kızarması, bedeninin ve zihninin dokunulmamış olması beni çok daha temkinli olmaya itiyordu. Bunca zaman sorun olmamış olsa da şimdi bir kadının tadacağı ilk arzuları ve şehveti benimle deneyimleyecek olması bambaşka bir heyecandı. Onun saçının teline bile daha önce biri dokunmamış, dudaklarının bekâretini tenininkiyle beraber bana saklamasına neden olmuştu. Bunca sene, bilmeyerek bana kadar gelen özel bir hediye gibiydi. Kapısını kapatıp şoför koltuğuna geçtiğimde cep telefonum yeniden çaldı. Arabaya binip telefonu cevapladığımda İdil'in sesi aracın içinde yayıldı. "Abi gelmeyeceksen peşin peşin söyle, ağaç olduk burada ya!" "Yoldayız, on dakikaya hava alanında oluruz." "Siz? Sare'yi davet etmemiştim ama." Çalıştırdığım araba ile yüzümü yanımda oturan güzel kadına çevirdim. Tıpkı bir serap gibiydi, gerçek olamayacak kadar güzel, hayal edemeyeceğim kadar masum. "Hadi kapatıyorum." Telefonu hızla kapattığımda Nasya, huzursuzca yan koltukta kıpırdandı. "Bir şey mi oldu?" Önümdeki araçları sollarken ondan bir cevap bekledim. "Kız kardeşinin yanına gidiyorum Pars. Ve o gelecek olanın karın olduğunu düşünüyor, olması gerektiği gibi." "Sare'yi bu kadar kafana takma. Nasya, o kadın sadece bir fotoğraf. Daha fazlası değil güzelim." "Sare senin karın Pars, fotoğraf ya da değil fark etmez." "Bu kadar önemli mi? Evli olmasam ne değişecekti?" "Önemli. Sen onun kocasısın, onunsun. Ona aitsin." Histerik bir nefes bıraktı dudaklarından dışarıya. Araç hava alanı güvenliğinden geçtiğinde özel uçakların olduğu bölüme doğru sürdüm arabayı. Güvenliğin önünde durduğumda İdil'in ilerideki uçağın merdivenlerinde oturduğunu gördüm. "İnelim mi?" Bakışlarım yan tarafımda oturan kadına döndüğünde sıkkın bir nefesle kemerini açtı ve arabadan aşağıya indi. "Ne işimiz var burada?" Anahtarı güvenlik görevlisine verip ona doğru ilerledim. "İdil'in her seferinde yapmayı sevdiği bir şey var. Elimden geldiğince katılmaya çalışırım." "Neymiş o?" Şaşkın bakışlarını ilerideki büyük uçağa çevirdi. "Lizbon'da bir sahil evi var, her sene bir kez arkadaşlarımızla orada toplanırız. Söylediğim gibi ben pek katılamıyorum işler dolayısıyla fakat bu kez gitmek istedim, beraber." Gözlerim yüzüne döndüğünde, şaşkınlıkla bana baktı. "Lizbon! Portekiz Lizbon?" "Evet, dört saate orada oluruz, her şeyden uzaklaşmak için güzel bir seçenek." Ona doğru ilerledim ve elini usulca kavradım. "Merak etme, ben yanındayım." Onu uçağa doğru yürüttüğümde titrediğini hissedebiliyordum. "Neden titriyorsun?" Adımlarımı yavaşlatıp yüzümü ona çevirdim. "Ben daha önce hiç uçağa binmedim. Sanırım biraz korkuyorum." Gülüşüme engel olamazken tuttuğum küçük elini iyice kavradım. "Ben yanındayken sana hiçbir şey olmaz Nasya. Bunu hala anlayamadın mı güzelim?" Yüzünde alaylı bir gülüş yayıldığında bakışlarını uçağa çevirdi. "Abi!" İdil'in seslenişi ile bende yüzümü uçağa çevirdim. "Abiciğim..." Nasya'yla beraber İdil'e doğru ilerlediğimizde bakışları şaşkınlıkla Nasya'ya kaydı. "Merhaba." dedi Nasya titrek bir çekingenlikle. "Merhaba da tanıyamadım." İdil'in şımarık küstahlığı ile Nasya'yı süzüşünü görüyordum. "Nasya, kız arkadaşım bugün bizimle Lizbon'a uçacak." Sert çıkan sesimle İdil'e tavrını düzeltmesi gerektiğini hatırlatıyordum. "Sadece arkadaşlar arasında olacaktı abi, gruptan olmayan kimse gelmeyecek demiştik." "Belki de gitsek iyi olur İdil. Seni kırmamak için gelmiştim fakat anlaşılan o ki gelmesem de olurmuş." "Abi ya! Bir şey demedim ki, sadece şaşırdım." Gözlerim uçağa döndüğünde kapıda duran Sofia ile göz göze geldik. "Onun burada ne işi var? Sadece arkadaş gurubu dediğini sanıyordum." "O da arkadaşlarımızdan biri, sadece geç bulduk." Hızla Nasya'nın koluna girdiğinde onu elimden ayırıp uçağa doğru sürükledi. "Kusura bakma, bugün biraz gerginim de sana özel değil. İdil ben bu arada." Nasya'yla konuşa konuşa uçak merdivenlerini çıkmaya başladıklarında arkalarına takıldım. Nihayet içeri girdiğimizde Murat'ın ön koltukta bilgisayara gömülmüş olduğunu görüyordum. Hande arkada kendine çoktan bir içki doldurmuş telefonunda sörf yaparken, Halit'in kulaklıklarını takıp bir kenara çekildiğini fark ettim. Sofia, İdil'in yanındaki koltukta yerini almışken, gözlerim Paren'i aradı. "Paren?" dedim sorgularcasına İdile bakarken. "Gelmeyecekmiş. 'Başka planlarım var, bozamam.' dedi." Kırılmış bir sesle konuştuğunda Nasya'yı benim koltuğumun yanındaki boş koltuğa oturttu. "Bir şey içersen garsona seslenmen yeter, ben hemen karşı koltukta olacağım." "Peki." Nasya'nın şaşkın gözleri yüzüme döndü. Gülümseyerek ona doğru ilerlediğimde yanındaki koltuğa ağırca çöktüm. Uçağın kapıları kapanmadan hemen önce birinin koşarak yukarı çıktığını duyabiliyordum. Bakışlarımız kapıya döndüğünde Ateş'in içeri girdiğini gördüm. "Neredeyse kaçırıyordum." Kahkaha atarak bize doğru geldiğinde İdil kıkırdayarak ona yerini gösterdi. "Hadi artık, zaten planlanandan çok gerideyiz." Sitemkâr sesi ile Ateş kendine ayrılan koltuğa oturdu ve kemerini bağladı. Bakışları Hande'ye döndüğünde hızlı bir aramayla beni de buluyordu. "Pars." dedi dişlerinin arasından baskın bir alfabeyle. "Ateş." dedim alaylı bir gülümseme ile. "Uzun zaman oldu, sen bu etkinliğe neredeyse üç yıldır katılmıyorsun. Evlenince elini ayağını çektin her şeyden." Uçak yerden havalandığında sarsılarak ilerlemeye başladı. Nasya stresle tırnaklarını elime geçirdi. Ona baktığımda gözlerini sıkıca yumduğunu görüyordum. Hızla uzanıp kemerini taktığımda uçağın sarsıntısı yavaşça duruyordu. Geri çekilip bakışlarımı yüzüne çevirdim. Kahverengi gözlerini araladı yüzüme doğru. "İyisin, sorun yok." Yüzümde yayılan gülümseme ile bana ve etrafa şaşkınca baktı. "Merhaba." Ensemde duyduğum sesle hızla arkamı döndüm. Ateş'in koltuğunda kalkıp yanımıza geldiğini yeni anlıyordum. Bakışları Nasya'ya döndüğünde bedenimde yayılan adrenalinle bakışlarımı gözlerinde sabitledim. "Merhaba." dedi Nasya çekingenlikle. "Ateş ben, İdil ve Pars'ın arkadaşıyım. Sen?" Elini Nasya'ya doğru uzattığında sertçe yutkundum. Sakin kalmam gerektiğini biliyordum. Nasya'yı ürkütmek bugün olmasını isteyeceğim son şeydi. "Nasya ben. Ben Pars'ın..." Sustu. Kendine uzanan eli sıkarken bakışları bana döndü. "Kız arkadaşım, kendisi benim kız arkadaşım." dedim bakışlarım Ateş'in gözlerine döndüğünde. "Kız arkadaş? Evli olduğunu sanıyordum." "Ateş!" Dişlerimin arasından bastırılmış öfkeyle dolu bir uyarı bıraktım. "Peki peki, kışkırtmak isteyeceğim son adamsın." Nasya'nın elini bırakıp geri çekildiğinde kalktığı koltuğa geri oturdu. "Merhaba." Hande yan koltuktan Nasya'ya doğru çevirdiği bakışları ile ona selam verdi. "Merhaba." Nasya gülümseyerek bakışlarını bana çevirdi. "Belki de gelmemeliydim." "Sıkılırsan geri döneriz, anlaştık mı?" Başını usulca salladı ve bakışlarını solundaki pencereden dışarıya çevirdi. Her şeyi şaşkınlıkla izliyor ve tüm bunları merakla inceliyor oluşu hoşuma gidiyordu. İlerideki garsona el işareti yaptığımda yanımızda duran kız sipariş almayı bekler bir ifade ile bize baktı. "Bir buzlu viski, hanımefendiye de alkolsüz kokteyl." "Emredersiniz efendim." Hızla yanımızdan ayrılırken Nasya, bakışlarını karşımızda oturan İdil ve Sofia'ya çevirdi. "Kim bu insanlar?" Bana doğru eğildiğinde fısıltıyla konuştu. "Kız kardeşim İdil zaten, tanıştın. Bu arada tavrı için kusura bakma, bazen biraz patavatsız oluyor." "Sorun değil, sanırım gergin." Gülümseyerek koca gözlerini bana çevirdi. Başım bizi izleyen Hande'ye döndüğünde tanıtmaya devam ettim. "Hande üniversiteden arkadaşımız, İdil'le iyi anlaştıkları için bu etkinliklere davet ediliyor." Ardından gözlerim geldiğimi bile fark etmeyen Murata döndü. "Murat babamın arkadaşının oğlu, biraz işkoliktir ama zararsız çocuk. Çocukluğumuzun bir kısmı beraber geçti ama daha çok yatılı okullardaydı." "Şurada kulaklıkla takılan çocuk, Halit gurubun uçarısıdır. Sıkı dur şimdi söyleyeceğim şeye çok şaşıracaksın, Murat'ın kardeşi olur kendisi ama birbirlerinden siyah ve beyaz kadar farklılardır. Bir işkolik diğeri anlık heyecanlar peşinde." "Tıpkı sen ve Paren gibi..." dedi. Gülümseyerek başımı salladım. "Sanırım, biraz." Yaptığım açıklama ile o da gülümsediğinde gözleri Ateş'e döndü. "Peki o?" "Ateş. O İdil'in zaafı." Söylerken dişlerimi birbirine geçirdim. Bunu sesli şekilde ilk itiraf edişimdi. "Nasıl yani?" "Ateş, üniversite yıllarında hayatımıza dâhil olan arkadaşlarımızdan biriydi. İdil platonik şekilde hoşlanıyor kendisinden, o yüzden sıkça görebilirsin etrafta." "Sadece bugün." dedi bana hatırlatmak ister gibi. "Onu zaman gösterecek." Kendimden emin bir sesle konuşsam da bugün bittiğinde ondan uzaklaşamayacağımı biliyordum. Tek isteğim onun da benden ayrılmayı istememesiydi. "Sana bakan şu kız, İdil'in yanındaki... O kim?" Bakışlarım Sofia'ya döndüğünde sıkkın bir nefesle gözlerinde gezdirdim gözlerimi. "O..." sustum. 'Çocukluğumun katili.' diyemedim. "Evet?" dedi ısrarlı bir sesle. "Çocukluk arkadaşımız. O bana da sürpriz oldu bugün." "Eski sevgilin mi?" dedi sert bir tonda. "Ne?" Nasıl? "Dürüst ol." Israrlı sesi ile bakışlarım Sofia'dan Nasya'ya döndü. "Sevgili sayılır mı, bilmiyorum." Alnı kırıştı, kafası karışırken anlamaz bir ifadeye büründü yüzü. "Dokuz yaşındaydık, sence sevgili sayılır mı?" Alaylı sesimle bakışları Sofia'ya döndü, gözlerinden ateşler saçılırken dişlerinin arasından fısıldadı. "İlk aşk öyleyse..." "Ben daha önce hiç âşık olmadım Nasya." Gözleri bana döndüğünde sertçe yutkundum. "Sen?" Alayla kıvrıldı dudakları. "Evet, aşk nedir bilmem. Hiç öyle bir duyguya ayıracak vaktim olmadı." "Ne demek bu şimdi?" Bedenini bana döndüğünde bütün dikkatini verdiğinin farkındaydım. "Hep bir şeylerle uğraşmak zorundaydım, kendimi bildim bileli." "Anlamıyorum." 'Farkındayım.' "Her neyse, aşk nedir ya da nasıl hissettirir bilmem, bana göre boş hurafeden başka bir şey değil. Eğer birine âşık oldun diyebilseydim..." 'O sen olurdun... bütün ezberleri bozan sen...' "Evet?" Sorgulayıcı sesi ile devam etmemi ister gibiydi. "Bu kardeşlerim olurdu. Onlar için her şeyi yaparım, herkesin canını yakarım, arkama bile bakmadan tüm limanları ateşe veririm." "Çok şanslılar." dedi gülümser bir ifade ile. "Senin tarafından böyle sevilmek, bu denli korunmak güvende hissettirmeli." "Benim tarafımdan böyle sevilen ve korunan bir diğer kişi de sensin Nasya." Söylediğim sözle bakışları yüzüme döndü. Şaşkınlıkla gözleri büyürken yanakları kızarmaya başlıyordu. "Tanışmadık, Ben Sofia." Aramızdaki bakışma Sofia'nın seslenişi ile bölünürken Nasya'nın gözleri Sofia'ya döndü. "Nasya." dedi keskin bir sertlikle. "Memnun oldum Nasya, ne tuhaf bir ismin var. Anlamı ne?" "Tanrının mucizesi demek." Konuşmaya dahil olduğumda Nasya bakışlarını yüzüme çevirdi. Şaşkınlıkla gülümsediğinde, ona gülümseyerek karşılık veriyordum. "Hakkımda her şeyi bildiğini unutuyorum bazen." dedi kıkırtıyla. "Her şeyi değil." Kinayeli sesimle yeniden utanarak kaçırdı gözlerini. "Senin isminin anlamı ne peki?" Ses tonu iğneleyici bir fısıltıyla dolandı üzerimizde. "Bilge ve kültürlü demek." dedi gözleri yargılarcasına Nasya'nın üzerinde gezindi. "Hoş." Sofia'ya karşı da Deniz'e takındığı tavrı sergilediğinde sıkkın bir nefesle geri yaslandım. Sanırım ilk kez bir kadın etrafımda benimle ilgilenen kadınlara böyle kafa tutuyordu. Komik gelmesi bir yana hoşuma gittiğini de yeni fark ediyordum. 'Küçük psikopatım benim.' "Buyurun efendim." Garson kız elindeki tepsiyle bize doğru geldiğinde kendi bardağımı aldım ve Nasya'ya çevirdim bakışlarımı. Gözleri garsona döndüğünde yüzündeki rahatsız hisle uzanıp bardağı aldı. "Teşekkürler." dedi ve geri yaslandı. "Bende bir bardak votka istiyorum." Sofia'nın emir verici tonlaması ile Nasya sert bir nefes alıp dudaklarından geri verdi. Garson yanımızdan ayrıldığında uzanıp Nasya'nın elini tuttum. "Sakin ol." dedim fısıltı ile "Üslup konusunda burjuvaların sorunu ne, hiç anlamıyorum." Dişlerini sıkarak fısıltı ile bana cevap verirken bastıramadığım bir gülüş yayıldı yüzümde. "Gülme Pars, ciddiyim." "Empati yapamıyoruz sanırım, bilmiyorum ama buna bu kadar takılma." "Ben de garsonum, biliyorsun değil mi?" "Biliyorum. Seni de o sayede fark ettim zaten." "Off ya! Ben ne diyorum, sen ne diyorsun!" "Ciddiyim, o partide bütün gecenin ortasında bir elmas gibi parlıyordun. Bütün o şık elbiseli kadınların içinde sen; kızaran yanakların, dağılan saçların ve kanayan ellerinle güzelliğin tanımı gibiydin." "Başıma gelmeyen kalmadı biliyorsun değil mi? Sen beni fark ettiğinden beri içinde bulunduğum hayat benim hayatım gibi değil." "Özür dilerim, belki de bir kahve teklif etsem her şey çok daha kolay olurdu." "Sanmıyorum..." Bakışlarını yere indirirken fısıltıyla konuşmuştu. "Neden?" Ona doğru yaklaştığımda aynı sessizlikle sordum sorumu. "Evlisin Pars. Melikşah beni zorlamamış olsa asla hayatına dâhil olmazdım." "Nasya..." "Gerçeği söylüyorum, bu nasıl değersiz hissettiriyor bilemezsin. Aynı şeyi yapan ben olsaydım..." Sustu. "Anlamadım?" "Evli olan ben olsaydım ve sana 'Kocamı sevmiyorum, seninle olmak istiyorum.' deseydim..." Duyduğum şeyle avuçlarımın içindeki eli sertçe sıktım. Yüzü buruşurken elinin acıdığını anlayarak hızla geri çektim elimi. "Bana böyle şeylerden bahsetme! Başka bir şekilde örnek ver ama seni öyle düşünmeme izin verme." "Berbat değil mi? Aynı şekilde hissediyorum." "Ne istiyorsun! Anlamıyorum. Sana babamın istediği saçma sapan bir evlilik olduğunu söylüyorum. Eve bile uğramıyorum lan!" "Ne önemi var? O kadın senin elinden tutup magazinlere poz verirken bunu kimse bilmiyor. " "Yapma güzelim." "Ben bir şey yapmıyorum, sadece eski sefil hayatıma geri bırak beni." Yüzüme vurduğu 'sefil' sözü ile bu kadının ne kadar kindar olduğunu daha net anlıyordum. "Özür dilerim. Sadece öfkeliydim, öyle söylememeliydim." Alayla kıvrıldı dudakları "Ne kadar çok özür var farkında mısın? Bana dilemen gereken bir sürü özür birikti dilinde." "Bütün gün böyle mi geçecek? Sadece bir gün istedim onu da böyle mi geçireceksin?" "Tamam, susuyorum." sessizliğe büründüğünde bakışları pencereye döndü. Benimse gözlerim omuzlarını kapatan dalgalı saçlarında gezindi. Birine dair her şeyi bu denli beğenmem, bu kadar güzel gelmesi yabancı olduğum bir durumdu. Votkamdan bir yudum daha almadan önce, az önce bıraktığım narin ellerini yine usulca tuttum.
|
0% |