Yeni Üyelik
27.
Bölüm

Bölüm 26/ Masalların Berbat Yanı...

@nurdogru26

Güneş Dağların arasından yükselip tüm Moreslay'i aydınlığı ile kaplarken, İdea Kraliyet kütüphanesinde geçirdiği uykusuz saatlerin ardından sızlayan gözlerini masanın üzerinde duran kitabın satırlarında gezdirdi. Tüm gece boyunca bir sürü kitabı inceleyip bir çıkar yol arıyordu. Ola'ya vaat ettiği şeyin karşılığında verebileceği başka bir şey...

Binlerce kitap arasında dönüp duran tüm gece sonuçta ona tatmin edici tek bir cevap bile vermedi.
Sözünden vazgeçmeyi düşündü fakat Ola'nın kanını yeniden geri alması Sierra'yı ansızın ölüme teslim etmesiyle aynı şeydi. Bir çıkar yol aradı, bin çıkar yol. Ama binide tıkalı binide faydasızdı.

"Kralım..." Yehuda Kütüphanenin ortasında belirdiğinde , Kral İdea'yı oturduğu koltukta kendini kitaplara gömmüş bir şekilde buluyordu. Öyle dalmıştı ki, geldiğini bile fark etmiyordu. Yorgunluktan omuzları çökmüş, solunda duran gümüş kadehi avuçlarının arasında sıkarken dikkatle kitap satırlarını tarıyordu.

"Efendim..." dedi Yehuda yeniden.

Kral İdea irkildiğinde kızaran gözlerini yardımcısına çevirdi. Uykusuz geçen gecenin ve bolca tüketilen alkolün ardından gözleri ona bulanık bir manzara sundu. "Söyle." Dedi geri çekilip oturduğu koltuğa sırtını yaslarken.

"Bilgeler bebeği görmek istediklerini bildiren bir haberci göndermişler. Kendi gözleri ile görebilmek için . Toparlanmanız gerek, Prensi hazırlamak için odaya bir kaç ifrit gönderdim, fakat sizinde kendinize gelmeniz gerek." Bakışları Kralının üzerinde gezindi bir süre, bir süre verecek bir cevabı olup olmadığını düşündü.

Karşılığında sadece sessizlik ve yorgun bir nefes alıyordu. "Siktiğimin Bilgeleri!" Elindeki kadehi ileriye savurduğunda oturduğu koltuktan havalandı ve adımları Yehuda'ya doğru ilerlediğinde yanında durup dolanan diliyle mırıldandı. "Taht odasını hazırlat. En göz alıcı şekilde! Burada kimin borusunun öttüğünü onlara göstereceğim. Babama uyguladıkları bombardımanı bana uygulayamayacaklar." Ardından hızla çıktı kütüphanenin yüksek kapılarından ve yönünü Sierra'yı görebilmek için kendi odasına çevirdi.

⚕️⚕️⚕️

Sierra

Odanın içinde süren telaşla neye uğradığımı şaşırıyordum. Abraksas'ı giydiren iki kadın ve yanlarında getirdikleri altın beşiği tutan başka iki kadın daha vardı. Bense yatakta öylece oturmuş uyku mahurluğumu atmaya çalışarak yüzüme saçılan saçlarımı ellerimle tepemde toplayıp kendi kendini tutan bir saç düğümü atıyordum.

Odanın kapıları açıldığında gözlerim o tarafa döndü. 'Oda oda değil yol geçen hanı...'

Gelenin İdea olduğunu anladığımda yavaşça düzelttim kendimi. İçeri giren bedenini yatağa çevirdiğinde hazırlıkları devam eden Abraksasa doğru ilerledi ve gözlerini bir süre oğlunun üzerinde gezdirdi.

Hiç uyumamış gibi bir hali vardı, omuzları çökmüş, bedeni hafifçe salınırken Cinler sarhoş olurmu diye düşünürken buluyordum kendimi. Çünkü öyle bir hali vardı.

Bakışları Abraksastan bana döndüğünde attığı kaçak bakışla göz beyazlarının kızardığını görüyordum. Alnım kırıştığında kafam daha da karışıyordu. Dün geceden sonra bir çaresini bulacağına öyle emindimki , şimdi gözlerime değen çaresiz bakışlarla bunun mümkün olmayacağını seziyorum.

"Biz hazırız." Abraksas'ı giydiren kadınlar geriye çekildiklerinde bakışları Oğlumuza döndü. Yüzünde sıcak bir gülümseme yer ettiğinde bende gözlerimi Abraksas'a çevirdim.

Giydiği parlak kaftan, üzerindeki işlemeler ve sunduğu ihtişamla, küçük oğlumu gerçek bir prens gibi gösteriyordu. Gördüğüm en güzel prensti. Gördüğüm en güzel bebek...

Geçen iki günde nasıl bu kadar büyüdü anlamıyorum ama her geçen gün bana birazdaha benziyor oluşu gururumu okşuyordu.

"Çıkın. " Verdiği emirle kadınlar odadan çıktı ve yanlarında getirdikleri beşiği odanın ortasında bıraktılar.

İdea'nın adımları Abraksasa doğru döndü ve yatakta yanına oturduğunda yorgun bir nefesle yanına uzandı. Yüzünü onunkine yasladığında dudakları saçlarını okşadı ve güzel gözlerini kapattı.

Uykusuz ve yorgun olduğunu görüyordum. Her anlamda yorgun. Sanki oğluna sığınarak dinginleşmeye çalışıyor gibiydi.

Ağzımı açıp tek kelime edemedim. Bunu ne kadar istesemde yapamadım... çünkü eğer yaparsam, eğer onunla ilgilenirsem bu dün gece çektiğim o sert sınırı yumuşatır ve hatta yok edebilirdi. Tavrımı korumam gerekiyor. Bu gerçek canını ne kadar yaksada bunu yapmam gerekiyor.

Yavaşça yataktan kalktığımda adımlarımı açık teras kapılarına çevirdim. Biraz hava almak ve kafamı toparlayabilmek adına. Tırabzanlara doğru ilerleyen adımlarım nihayet durmuş ve beni karşımda serilen büyüleyici manzaraya kavuşturmuştu.

Düş perilerinin anlattığı gibi, aydınlık bir Moreslay sabahına uyanmıştım. Güneş dağın yamaçlarını ışıldatıyor, gök yüzündeki kuşlar sarayın etrafında dans edercesine dolanıp duruyordu. Öyle yüksekteydik ki aşağıda sarayın duvarlarına çarpan hırçın deniz suları küçük bir su birikintisi gibi görünüyordu. Bakışlarımı sol tarafa çevirdiğimde şehrin manzarasını gördüm.

Evler küçük maket oyuncakları gibi gözükürken yüzümde sıcak bir gülümseme oluştu.

Buraya geldiğim ilk günü anımsadım. Deli gibi korkuyordum, tutsak kalacağımı ve hatta öleceğimi düşündüğüm o anlar şimdi beni gülümsetiyordu. Anne olmadan önce yaptığım her şey beni gülümsetiyordu. Fazla panikli ve ön görülemez bir telaş içindeydim, şimdi ise geçen 12 günün ardından sanki 12 yıl büyümüş gibiydim.

Önceliklerim farklıydı. Düşüncelerim bile başkaydı, beni bile şaşırtan farklılıklardan bahsediyorum...

Fakat şimdi burada durmuş bu ülkeyi uzaktan izleyen biri olarak ve hatta Kraliçesi olarak söyleyebileceğim tek bir şey var ; Moreslay'de geçirdiğim ger bir gün bende başka farkındalıklar yarattı. Evime döneceğim şu günde korkarım burayı ve... ve... her neyse burayı özleyeceğim.

"Bizde seni özleyeceğiz Sevgili Kraliçem..."

İdea'nın sesi kulaklarımda mırıltı ile dolandığında bir adım arkamda olduğunu hissedebiliyordum. Elleri yavaşça iki yanımdan uzanıp tırabzanları sararken beni kollarının arasına sıkıştırıyordu. Göğsü sırtımı örterken dudakları saçlarıma sessiz bir öpücük bıraktı.

"Eminim Kralım, siz ben yokken oldukça renkli günler geçireceksinizdir."

Sırtımı temastan kurtardım ve bana bıraktığı boşlukta terse dönüp yüz yüze gelmemizi sağladım. Kızaran güzel gözler bilye gibi parlarken yüzünde hüzünlü bir gülümseme tutundu. Başını yavaş bir şekilde iki yana salladığında eğilip alnını benimkine yasladı ve sırtım arkamdaki tırabzana dayandı.

"Geçip giden her günde gözlerim seni arayacak... " dolgun dudakları fısıltısını yüzümde gezdirdiğinde nefesi tenimi okşuyordu.

"Yapacaksın değil mi? Dokunacaksın ona..." genzim yanıyordu fakat bunu dışarıdan asla ele vermeyecek bir alay maskesi taktım yüzüme.

"Her gün seni özleyeceğim..." dedi beni duymazdan gelirken.

"Ve o ne ilk nede son olacak..." dedim yüzümdeki alay maskesini öfkeyle değiştirirken.

"Sierra..." titreyen sesi ile kapanan gözleri benimkilerin üzerine açıldı.

"Babanın bir sürü karısı vardı, binlerce çocuğu... seninde olacak... olmak zorunda bunu anlıyorum... korkunç bir gerçek ama seni anlıyorum. Fakat senin anlamadığın bir şey var..." yavaşça alnını geri çekti , kıstığı gözlerini yüzümde gezdirdi. Duyacağı şeyin merakını belli ederek.

"Kendine insan bir gelini kabul ederken unuttuğun bir gerçek var, biz insan kadınları erkeklerimizi başkaları ile paylaşmayız... " ağırca yutkundum. Ağırca yutkundu.

"Yapma..." sesi neredeyse kilometrelerce koşmuşta yorgun bir nefesi kelimelere dökmüş gibi bitik çıkmıştı.

"Hiç merak ettin mi? Annen neden burada değildi? " söylediğim şey yüzünde buz gibi bir ifadeye senep oluyordu... durmadım... susmadım...

"Bak bir etrafına, her kadının çocukluk hayallerini süsleyen şey bu, babamın ben küçükken baş ucumda anlattığı Prenses masallarının gerçeğe dönüşüşü, büyülü bir adamın büyülü dünyasının Kraliçesi olmak... bundan daha harika ne olabilir? Öyle değil mi?"

Yüzümde buruk bir gülümseme oluştu, çenemin titrediğini hissediyordum ve bunu saklamak adına başımı yere eğdim.

" Ama gerçekte işler biraz çirkinmiş... hiç bir Kraliçeye yada Prensese Beyaz atlı Prensini başka kadınların yataklarına sokması gerektiğini anlatmazlar. Bundan bahsetmezler... masalların iğrenç yanıda buymuş... zaten her şeyin, olup biten her şeyin berbat bir yanı vardır."

Yanan genzimi ferahlatacağına inandığım bir nefesi içime çektiğim sırada kulaklarımda boğazımın düğümlenmesine sebep olacak bir fısıltı dolandı.

"Seni çok seviyorum..."

Başımı yavaşça yukarı kaldırıp buğulanan bakışlarımı yüzüne çevirdim. Bu kez ben başımı iki yana sallıyordum, titreyen çenemde yerleşen inkar edici bir gülüşle .

"Hiç sanmıyorum..."

Ardından eğildim ve iki yanımı saran kollardan kurtardım kendimi. Bedenim bu yakınlığın hapsinden kurtulduğunda daha fazla oyalanmadan odanın içine atıyordum kendimi. Yatağa doğru ilerleyip Abraksas'ın yanına uzandığımda artık saklamak zorunda olmadığım yaşları yanaklarımdan aşağıya bıraktım.

Uzanıp sessiz ağlayışlarımın arasında oğlumun saçlarına bir öpücük bıraktım.

"Eğer sen olmasaydın... eğer olmasaydın, tüm bunları unutup defolup gitmek isterdim, babanı unutup hayatıma devam etmek isterdim... yaşadığımız her şeyi arkamda bırakıp düş perilerinin zihnimi temizlemesini ve beni canımı yakan bu duygulardan kurtarmasını isterdim. Ama yapamam... sana arkamı dönemem... yapamam anneciğim..."

 

Loading...
0%