@nurdogru26
|
Dünya üzerinde bir yerlerde mucize denen bir şey varsa. O şu an tüm bavullarını toplayıp bana gelmeli. Bunca yıldır yaşarım ben hiç şimdiki çaresizliği tatmamıştım. Annemin ölümünde yada babamın başına gelenlerde. Çünkü onlar hak yazmasıydı, benimse şu an yaşadığım şey kul arzusu. Kul arzusu... Daha iyi anlatacak bir kelime var mıydı? Babamı üzmemek için elimden geleni yapıyordum. Fakat göğüs kafesimin üzerindeki karartı beni soluksuz bırakıyor... "Bu nasıl Hicran? " Gözlerim Hamit'in elinde tuttuğu Trabzon kelepçesine dönerken. Burnumdan içeriye sert bir nefes çektim ve gözlerim sızlayan genzimle yaşarırken soluk bir gülümseme ile bana gösterdiği kelepçeyi inceledim. "Beğenmediysen eğer, başka bir şeyler bakabiliriz." Yumuşak sesi ile bakışlarım yüzüne dönerken, bana heyecanla bakan gözleri üzerimde sabitlendi. "Ne oldu?" Alnı kırışırken şaşkınlıkla fısıldıyordu. "H-hiç bir şey olmadı..." söylediğimin aksine sağ gözümden aşağıya bir damla yaş aktı. "Hicran... ağlama..." Elindeki altın kelepçeyi yavaşça kuyumcunun tezgahına bıraktı ve bedenini bana döndü. "Üzülmeni istemiyorum Hicran, ben seni üzmek için girmedim hayatına..." Titreyen sesi ile bakışlarımı yere indirdim ve gözlerimi sıkıca yumdum. 'Kendine gel Hicran...' "Seni gördüğüm ilk günden beri seviyorum ben, hep bu günün hayalini kurmuştum anlamıyorsun... " "Benim... iş yerine geçmem gerek, gecikeceğim..." Fısıltılı sesimle geriye doğru bir adım attım ve bakışlarımı kuyumcunun kapısına çevirdim. "Baban seninle konuşmadı mı? Artık Boratav şirketlerinde çalışmanı istemiyorum, aslına bakarsan çalışmanı hiç istemiyorum Hicran, bundan sonra hiç bir şeyin eksik olmayacak.." yüzündeki geniş gülümsemeyi görmemle öfkeyle gözlerimi gözlerine çevirdim. "Babam bana böyle bir şey söylemedi. Söylemez. Neden biliyor musun! Çünkü kabul etmeyeceğimi bilir. Bir gün adamın biriyle evlenip kendimi baktırayım diye okumadım ben onca yıl o okulu. Öyle sen çıkacaksın deyince de çıkacak değilim." "Ben sadece..." "Seni anlıyorum ben, tıpkı Annen gibi evde oturup zaman içinde dönüşeceğin canavara bakıcılık yapayım istiyorsun ama hayır. Bu evliliği babam istedi diye kabul ettim. sen benim gözümde her zaman Hamit abi olarak kalacaksın. Ve hayatım hakkında düşünme yada karar verme hakkını da sunmuyorum sana. Anladın beni değil mi Hamit abi!" Ansızın patlayıp ansızın dinen öfkem ile şaşkınlıkla yüzümde gezdirdi gözlerini. "Beni sevmediğini biliyorum Hicran ama seveceksin. Bir ömrü alsa sana kendimi sevdireceğim... yemin ederim sevgimin büyüklüğü karşısında sen de sonunda pes edeceksin." Sesi tehditkar gibi değil de yalvarırcasına bir tını ile havada asılı kaldığında sabır dolu bir nefes çektim içime ve yönümü kapıya döndüm. Neredeyse bir haftadır şirkete uğramıyordum, Pamir'in eve geldiği o günün üzerinden bir hafta geçmişti ve ben içinde bulunduğum süreci sindirebilmek için bir kaç gün izne ayrılmıştım. Ama yanılmışım, bana kötü gelen Pamir değildi bana kötü gelen olan şeylerdi, geçip giden günlerde Hamit'in ısrarlı aramaları ani ev ziyaretleri ve işleri hızlandırmaya olan isteği ile baş etmek zorunda kalmıştım. Bir haftanın sonunda bugün ki bu aptal altın alışverişine gelmekten kurtulamamıştım ve şimdi dokunsalar ağlayacak kadar çaresiz hissediyordum. Adımlarım otobüs durağına doğru birbiri ardına atıldı. PAMİR "Dilerseniz ben halledeyim Pamir bey..." Serhat'ın sesi arka koltukta beni sardığında, bakışlarımı siyah camların ardından önünde durduğumuz taksi durağına çevirdim. İlhami demen adam , dükkanın içinde kısa bir iskemlenin üzerinde çökmüş, elindeki çay bardağını altındaki tabağıyla beraber tutarak karşısında oturan orta yaşlı bir adamla gülerek sohbet ediyordu. "Git arabaya çağır. Bunca insanın içinde kırmayayım olmayan gururunu." Dişlerimin arasından çıkan tıslama, Serhat'ı oyalanmadan aşağıya inmesiyle son buldu. Hızla taksi durağının içine ilerlediğinde, ne konuştuklarını duyamasamda, —- denen adamın gerginlikle elindeki tabağı yavaşça arkasındaki kasanın üzerine bırakışını görüyordum. Ayağa kalktı, kıyafetlerine verdiği hızlı bir düzenleme ile Serhatın peşine takılarak araca doğru gelmeye başladığında, bakışlarım kayıtsızca gezindi üzerinde. Hicran gibi donanımlı bir kadının böyle yetersiz bir adamın en az kendi kadar yetersiz oğluyla evlenmesini anlayamıyordum. Günlerdir yüzünü bile görememiştim. Ne olup bittiğini öğrenme şansım sadece erkek kardeşinin ağzını aramalarımla mümkün olmuştu. Ne mesajlarıma ne aramalarıma bir cevap alamadığımda bu evlilik denen şeyin iyice dallanıp budaklanması beni bugün buraya getirecek kadar canımı sıkıyordu.
"Geç içeri." Gözlerim koltuğa döndü. "Tabi.." hızla içeye girdiğinde Serhat'ın üzerine kapattığı kapı ile ikimiz aracın içinde yalnız kaldık. Bakışlarım yüzünde gezinirken bedenimi ağırca ona döndüm.
"Aç kulaklarını. Aç beni iyi dinle." Dişlerimin arasından bıraktığım tıslama gördüğüm samimiyetsiz saygı gösterisini daha fazla dinleyemeyecek olmamın tahammülsüzlüğüydü. "T-tabi.." Gözlerim bir kaç saniye üzerinde gezindiğinde, aslında ne kadar zavallı bir adam olduğunu görüyorum. İstediği hayatta kalabilmek, başka bir şey değil. Kendine ait küçük bir ailesi , her istediğini yaptığı beceriksiz bir oğlu var. Bir baba olarak elbette onu düşünecekti, bu gayet olağan . Fakat... Fakat Hicran olmaz... "Bunları sadece bir kez söyleyeceğim. Tekrarını her hangi bir kelime ile duyamayacaksın. Yerinde olsam kulaklarımı iyi açardım." Göz bebeklerinin hareleri stresle büyürken başını yavaşça sallayarak kulağının bende olduğunu belli ediyordu. "Hicran..." dedim Duyduğu isim alnının kırışmasına neden olduğunda, devam ettim. "Hicran benim." Duyduğu söz onda tokat etkisi yarattığında, şaşkın bir fısıltı bıraktı. "Ne diyorsunuz siz Pamir bey..." tekrarı yok dememe rağmen şaşkınlığı ona bu soruyu ikiletmişti. "Hicran benim ilhami . O kızla uzun zamandır beraberiz. Ailesine söyleyemediği için bu yanlış anlaşılmalar meydana geldi. Ama şimdi biliyorsun. " söylediğim yalanlara öylesine inançlı gözüküyordum ki, kendi dudaklarımdan çıkan kelimeler kulaklarıma ulaşırken neredeyse ben bile emindim bunun gerçekliğine. Söylediğim sözle hayretle aralandı dudakları. "Ama nasıl o-lur , gelinim o benim..." bastıramadığı şaşkınlıkla öfkeyle bir nefes çektim. "Olamaz diyorum işte lan neyi anlamıyorsun! Senin gelinin olamaz! Oğlununda gelini olamaz! Çünkü benim! Kırk kere mi söyleyeceğim! Gidip bu olayı bozacaksın! Oğlunuda alıp çekileceksin bir kenara! Anladın mı beni! Kendi isteğinle yapacaksın. Böylece elinde avucunda ne varsa almakla benide yormuş olmazsın. Çünkü yaparım. Kafamı takarsam belan olurum senin. Seninde ! Oğlunun da!" İçimde dirilen öfke ile inandığım yalanlar kulakları zorlayan bağırışlara neden oldu. "T-tamam..." dedi omuzları çökerken. "Bilmiyorduk... Hicran öyle bir kız değil sandı-" Yaptığı imayı havada yakaladığımda hızla uzanıp yakalarından kavradım onu, bağırışım kulaklarını sızlattığında sıkıca yumdu gözlerini "Nasıl bir kız lan! Nasıl bir kız! Düzgün konuşacaksın! Adını ağzına almadan önce kırk kere düşüneceksin anladın mı?!" Başını hızla salladı "ö-özür dilerim... yanlış anladınız..." titrek sesi ile kavradığım yakalarından sertçe geri ittirdim. Başını cama çarptığında acıyla kafasını tuttu. "İn lan aşağıya! İn!" Bağırtımla kapıyı açarak kendini atarcasına çıktı araçtan. Bedenimde elektrikli bir öfke yer ederken bu insanların kadınlara kolayca yakıştırdıkları bu ithamlar beni çıldırtıyordu! Değersiz hayatlarında ki tek gaye kadınlarını ve kızlarını kısıtlayıp lekelemek olan bir avuç örümcek zihinliler! Mal gibi alıp mal gibi verdikleri kadınları olmasa! Erkek olduklarını kendilerine hatırlatacak tek bir gurur verici yetenekleri yok! Varlıklarını kadınların üzerinde kurdukları baskıdan ispat etmeye çalışan bir avuç parazit! Hicran Adımlarım şirketin içine döndüğünde geçtiğim kapılardan umutsuz bir heyecanla attım adımlarımı. Pamir'i günler sonra görecek olmanın telaşı kulaklarımı ateşlendirirken, günlerdir telefonlarına geri dönmeyişimi nasıl açıklayacağımı düşünüyordum. Ona karşı hissettiğim bu heyecan beni suçlu hissettiriyordu. Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun ben başka bir adamla evleniyordum. İçimdeki bu telaşın masumane hiç bir yanını göremez ve yaptığım şeye bir kılıf uyduramazdım. Belkide bu şirkette çalışmaya devam etmek istememdeki ısrarın asıl nedeniydi Pamir... Mantığımın tüm uyarılarına rağmen kalbimin fısıltıları ağır basıyordu. Onu gördüğüm o son gece, bana -buna izin vermem- deyişi içimde bir çok şeyi değiştirmişti. Umudumu ona bağlamak değildi bu, ben umudumu yalnızca rabbime bağlarım, fakat bu, bu onun gözlerinde gördüğüm o istekti. O isteğe karşı duyduğum heyecan. Biz olalım isteğine karşı duyduğum heyecan... Tanıştığımız günün ardından , gördüğüm o öfkesinin şekillenerek yumuşaması, inanmadığı bir tanrıyı benim için anlamaya çalışması benim için çok kıymetliydi. Sevgi böyle bir şeyi mümkün kılabilir miydi sahiden? Kılabiliyormuş anlaşılan. "Hicran." Neclanın heyecanlı sesi beni bulduğunda, girdiğim lobinin içinde bedenimi ağırca karşılama masasına çevirdim. Oturduğu sandalyeden kalkmış, heyecanla bana elleri ile işaret yapıyordu. Yanına gitmem için. Adımlarım yüzümde ki buruk gülümseme ile ona doğru döndüğünde, ilerlediğim masanın etrafını dolandım ve yanına yaklaştım. "Neredesin ya.." hızla bana sarıldığında , sessizce gülerek başımı omuzuna yaslayıp sarılmasına karşılık verdim. "Geldim işte..." diyebildim sessiz bir fısıltıyla. Bakışlarım sarıldığım omuzdan lobinin içinde gezindiğinde, şirketin kapılarından giren Pamir'i görüyordum. Uzun boyu ile kusursuzca taşıdığı siyah takımı , yüzünde asılı duran ciddi ifade ile içeriye doğru ilerlerken, bakışlarını bize doğru çevirdi. Kaşlarında ki sertlik hafifçe düzeldiğinde, gözlerinin içinde gördüğüm heyecanla adımlarını lobinin ortasında bizim bir kaç metre önümüzde durdurdu. Bakışları gözlerimde gezintiye çıkarken, karalarını sorgularcasına gezdirdi yüzümde. -neden yoktun- der gibi çaresiz bir ifade yer etti ifadesinde. Gözlerimi usulca yumduğumda, mahcup bir bakışla yeniden araladım yüzüne. -yapamazdım...- der gibi. Necla geri çekildiğinde, Pamiri görmenin hissettirdiği heyecanla kendimi telaşla toparladım. "Telefonlarıma da bakmıyorsun, ne oldu anlamadım ki. Şirkete de uğramadın.." Arkasında duran Pamiri göremeyen Necla biriken merakını dindirmek için bir sürü soru sıraladı. "Konuşuruz sonra olur mu?" Uzanıp omuzunu ya aşça okşadığımda tedirginlikle bakışlarımı hala beni izleyen Pamire çevirdim. 'Bakma Hicran, ona bakma...' Yapamıyordum, buraya yüzünü görebilmek umudu ile geldiğim adama bakmadan nasıl durabilirdim ki... "Ben çıkayım artık, birikmiş bir sürü iş vardır..." geri çekildiğimde , yönümü Pamir 'in önünden asansörlere doğru döndüm. Uzanıp düğmesine dokunduğum asansörün önünde bekleyen tek kişi benken, arkamda hissettiğim karartı ile geldiğini anlıyordum. Bellideki bedeninden yayılan o enerjiyi alıyordum ama biliyordum. Açılan kabin kapıları ile içeriye doğru ilerlediğimde peşimden girdi. Uzanıp çıkacağımız kata bastığımda, kapanmak için hareketlenen kapı içeri giren iki stajyerin kıkırtıları ile yeniden açıldı. Sırtım asansörün aynasına yaslandığında Pamirin sol tarafımda aynı şekilde sırtını yaslayışını yandan attığım bir bakışla görebiliyordum. Parmakları stresle hareketlenirken içeride olan kızlar onun konuşmasına mani oluyordu. Belki de bir haftadır söylemek istediği her şeyi bir nefeste söylemesine.. Duran asansör kapıları 4.katta açıldığında, iki stajyer beklemeden indiler kabinden. Pamirin kapıları kapatma düğmesine uzanan elleri hızlı bir kaç basışla vaktinden önce kapanmaya itiyordu demir paravanı. Kapanan kapılarla bedenini bana döndüğünde, usulca karşımda durdu, tam dibimde. Gidecek yerimin olmayışı, kokusunun genzime doluşuyla beni titrek nefeslere itiyordu. Kızaran yanaklarla öylece başımı yere eğdim. Elleri yüzüme doğru kalktında, iri parmaklarının arasına aldığı sivri çenemi kavradı ve yüzümü görebilmek için yukarı kaldırdı. Uzun boyuyla başımı geri verip boynumu zorlamam gerektiğinde sessiz bir yalvarışla fısıldadı. "Bunu bir daha yapma..." "N-neyi..." dedim midemde hissettiğim kelebekler, Pamirin karalarında gördüğüm karanlıkla uçuştu. "Beni kendinden bu kadar uzun süre uzak tutma... sakın." Neredeyse acıyla alınmış bir nefes bıraktı yüzüme doğru iri dudaklarından... |
0% |